3 Mart 2017 Cuma

ORTADOĞU’DA SU SORUNUNA ÇÖZÜM ARAYIŞLARI





 ORTADOĞU’DA SU  SORUNUNA ÇÖZÜM ARAYIŞLARI 


   “ SUSUZ VE ÇARESİZ: ORTADOĞU’DA SU  SORUNUNA ÇÖZÜM ARAYIŞLARI ” KONFERANSI 

14-18 Mayıs 2014 / İstanbul 




Merkezi Washington DC’de bulunan ve İstanbul’dabir temsilciliği olan Hollings Center ve Universityof Central Florida’ya bağlı Prens Mohammad BinFahd, Stratejik Araştırma ve Çalışmalar Programı, 14-18 Mayıs 2014 tarihleri arasında Heybeliada, İstanbul’da BölgeselPolitikalar Diyalogu çalışmaları çerçevesinde 
“Susuz ve Çaresiz:  Ortadoğu’da Su Sorununa Çözüm Arayışları” 
(High andDry: Addressing The Middle East Water Challenge) Başlıklı bir konferans düzenlemişlerdir. 

Ortadoğu ülkeleri, ABD ve Türkiye’den toplam 28 uzmanınkatıldığı toplantıda, dünyada yaşanan su sorununun en çok etkilendiği bölgelerden bir olan Ortadoğu özelinde su sorunu irdelenmiştir. 

Toplantıda Ortadoğu’nun su sorunu belirli aşamalarda ele alınmıştır. Öncelikle, Ortadoğu’da su sorununu oluşturan ana  nedenlerin tartışıldığı konferansta 10 
dolayısıyla insanların yaşamlarını idame ettirmesini imkansız hale getirmiştir. 

  Dünya’da yaşanan su sorununun temel nedenleri arasında nüfus artışı ve şehirleşme en büyük paya sahiptir. Özellikle ülkelerinin su kaynakları
açısından yeterliliğini belirleyen kişi başına düşen su miktarı, bu iki unsurdan doğrudan etkilenmektedir.

Ortadoğu yenilenebilir su kaynakları açısından çok zengin bir bölge olmayıp, aksine geleneksel olmayan su kaynaklarını kullanarak (desalinasyon,
atık suyun tekrar kullanılması vb.) kişi başına çok fazla su tüketilmektedir. Özellikle bu miktar, Körfez ülkelerinde dünya ortalamasın çok üstünde seyretmektedir.

Konferansta bölgenin fiziksel şartları nedeniyle yaşanan zorluklar ilk oturumda dile getirilirken, mücadele edilmesi sorunlar, su kıtlığını tetikleyen davranış modelleri de ikinci oturumda tartışılmıştır.

Dünya genelinde olduğu gibi Ortadoğu’da da su kaynaklarının büyük bir kısmı sulama amacıyla kullanılmaktadır. Yüzey suyunun yetersiz olduğu noktalarda hem yenilenebilir hem de yenilenemeyen, bizlerin fosil su olarak tanımladığı su kaynaklarının yoğun kullanımı, gelecek dönemlerde Ortadoğu’da yaşanacak su
kıtlığının artmasında önemli bir role sahiptir. Suyun fiyatlandırılması, Ortadoğu ülkelerinin çoğunda devlet tarafından sübvanse edilmektedir. 



Suyun ucuz olması ve yoğun kullanımı arasında ters orantılı bir ilişki söz konusudur.

Ortadoğu’ya teknolojik destek ve mali yardım yapılmasının, su sorunun çözümünde ne kadar etkili olduğu sorusu, oturumlarda tartışma konusu olmuştur. 
Zayıf yönetişim, suyla ilgili bakanlıkların hem bütçe hem de yetki olarak yetersiz olması ve kurumsallaşmaların bölgede kronik bir hal alan çatışmalar nedeniyle
uzun süreli olmaması, gerçekleşecek maddi ve teknik yardımları anlamsızlaştırmak tadır. Özellikle bölgede iç savaş ve dış müdahaleler nedeniyle başarısız devlet (failed state) olarak tanımlanan ülkelerde su kaynaklarının korunması, su kaynaklarına erişimi ve dolayısıyla insanların yaşamlarını idame ettirmesini imkansız halegetirmiştir. 

Tartışmalar sonucunda, bölgede politik bir istikrarın sağlanmasının öncelikli çözüm olduğu ortak kararına varılmıştır. Su güvenliği ile birlikte gıda güvenliği bölgenin en 
temel endişelerin olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha fazla gıda üretme güdüsü, su kaynaklarının verimsiz ve hunharca kullanılmasına neden olmaktadır. 

Kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı tehdit altındadır. 

Ortadoğu’nun su kaynaklarının yaklaşık yüzde 70’ini oluşturan sınıraşan suların kullanımında ülkelerin karşılıklı anlaşmaları da önemli yer tutmaktadır. 
Siyasi sınırlardan ziyade hidrolojik sınırların temel alınarak havza bazında yönetilmesi elde edilen ortak kararlardan biridir. Bu minvalde her havzanın birbirindenözellikleri nedeniyle farklı olduğu ve her havza için ayrı bir model oluşturulması konusunda da görüş birliğine varılmıştır.

Ayrıca, miktarın tahsisi odaklı anlaşmaların artık günümüzde kalite sorununa da odaklanması gerekmektedir. Ayrıca, veri paylaşımı veya ortak bir veri deposu
oluşturmak bölge ülkelerinin karşılaştığı önemli bir sorundur. Bu noktada devletler arasında güven inşası sağlanması gerekmektedir. 
Anlaşmalar, her ne kadar veri paylaşımına ilişkin maddeler içerse de, devletlerin geçmişten gelen güven sorunu, bu paylaşımı imkansız hale getirmektedir. 
Bu süreçte epistemik komitelere büyük görev düştüğü toplantıda dile getirilmiştir.

Su sorunu ile mücadelede en önemli etkenlerden biri olarak kullanıcılar karşımıza çıkmaktadır. Kullanıcıların su kaynaklarını tasarruflu kullanılması için çocuklar ve özellikle suyun doğrudan kullanıcısı olan kadınların eğitilmesi de gündeme gelmiştir. Atık suyun tekrar kullanımı kültürünün kabul edilmesi ve yayılmasınailişkin olarak devlet teşvikleri ile bölge ülkeler için büyük önem taşıyan dini kurumların teşviklerinin artması gerektiği belirtilmiştir.

Toplantı sonucunda ortaya çıkan ortak kararda su kaynakları yönetiminin etkin ve sürdürülebilir olması için Ortadoğu’nun politik istikrar içinde olması, sınıraşan 
havzalarla ilgili olarak kıyıdaşların politik niyeti ve devletlerarası güven inşasının önemi dile getirilmiştir. Ayrıca, su tasarrufu için teknolojik gelişmelerden destek alınırken, suyun kullanıcılarının su tasarrufu konusunda eğitilmesi ve bu konuda denetimlerin arttırılması da bir çözüm olarak teklif edilmiştir. Ayrıca, su ve gıda güvenliği konusu ön plana çıkarılarak, su kaynaklarının en fazla kullanıldığı tarım alanında suyun verimli kullanımı ve sanal su kavramına da yer verilmiştir.

Su, İnsan Yaşamının en önemli ihtiyaçlarından biridir.

Su, İnsan vücudunun ihtiyacı yanında uzun yıllardır tarım, endüstri ve teknoloji gibi alanlar da büyük ölçüde kullanılmaktadır.
Su, İstenilen yer ve zamanda ekonomik olarak elde edilememektedir. Su dağılımının dengesizliği yanında nüfusun artması, ülkelerin gelişmişlikleri
ile doğru orantılı olarak suyun diğer alanlarda da kullanılmaya başlanılması, gelişen teknoloji ve sanayinin su kaynaklarını kirletmesi ve değişen iklim koşullarının su kaynakları varlığını olumsuz bir şekilde etkilemesi ile dünya üzerinde çeşitli bölgelerde su kaynaklarının  yetersizliği, su sorunu yaşanmasına neden olmuştur.

Su sorunu yalnız bir ülkenin sosyal yapısını veya ekonomisini etkileyen bir sorun olmaktan çıkmış artık aynı havza içinde yer alan ülkelerinde dış politikalarını
etkileyen önemli bir unsur haline gelmiştir.

Su kaynaklarının azalması ile günümüzde ve gelecek dönemlerde ülkeler su yetersizliği nedeniyle kendi coğrafyalarında yaşayan canlı türlerinin yaşamının
tehlike altında olması ile yüz yüze gelecektir.

Yukarı kıyıdaş (memba) ülkelerde, sınıraşan suyun kullanımı veya yanlış kullanımı, aşağı kıyıdaş (mansap) ülkeyi doğrudan etkilemektedir. 
Yapılan çalışmalar ile 2025 yılında 3 milyar insanın su sıkıntısı ile karşı karşıya kalacak ülkelerde yaşayacağı tespit edilmiştir. Şimdiden birçok ülke su sıkıntısı ile karşı karşıyadır. Suya artan talebi karşılayabilmek için yüzey suları yetersiz kalmakta, bu sebeple yeraltı suları kontrolsüzce kullanılmakta ve su tablalarının
seviyeleri aşağıya düşmektedir. Suyun yaşam için temel bir kaynak olması ve yaşanan sıkıntılar sosyal gerilime, rekabete ve çatışmaya sebep olmaktadır.

Artan su sıkıntısı, Coğrafi koşullar ile de bir araya gelince, kıyıdaş ülkeler arasında uluslararası nehrin kullanımına ilişkin anlaşmazlıklar ortaya çıkmaktadır.

Birçok ülkenin su kaynakları, sınıraşan su özelliği taşımaktadır. Yerküre üzerinde yaklaşık 263 adet uluslararası nehir havzası bulunmaktadır ve
bu havzalar yerkürenin yarısını kaplarken, toplam su kaynaklarının %60’ını oluşturmaktadır ve dünya nüfusunun % 40’ından fazlasını etkilemektedir.
Coğrafi olarak Avrupa’da 69, Afrika’da 59, Asya’da 57, Kuzey Amerika’da 40, Güney Amerika’da 38 adet uluslararası havza vardır. Bu ülkelerinin su
arzı diğer ülkeye de bağımlıdır. Bu durum su kaynaklarını, ulusal güvenlik konularından bir haline getirmektedir. 

Son yıllarda su kaynaklarının çatışmaların içinde yer alması olasılığı nedeniyle, küresel su sorunları “ öncelikli politika ” statüsünde yeralmaktadır.

Su ve çatışma konusu uzun yıllardır literatürde tartışılmaktadır. Su kaynakları, barış için de, savaş içinde itici güç olabilmektedir. Devletlerin izleyeceği
politikalar ile sonuç işbirliği de olabilir çatışma da olabilmektedir.


• İsrailli Hidrolojist Uri Shamir’in , “ Siyasi niyet barış ise, Su engel oluşturmayacaktır, fakat çatışma için bir sebep aranacak ise su yeterli bir sebep
olacaktır”, ifadesi de bunu ortaya koymaktadır.

• Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri Kofi Annan, 2000 yılında, temiz suya ulaşabilmek için yapılan büyük rekabetin gelecekte, meydana
gelecek çatışma ve savaşların kaynağı olabileceğini belirtmiştir.

• 2004 Nobel Barış ödülü kazanan Wangari Maathai bir demecinde “ormanların yok olması, çölleşme, biyolojik çeşitliliğin azalması ve su
kıtlığı ile ekolojik kriz ile karşı karşıya olunduğunu, orman, su, toprak, mineral ve petrol gibi kaynakları uygun bir şekilde yönetilmedikçe,
yoksulluğa karşı savaşta başarılı olunamayacağını ve barışın var olamayacağını” belirtmiştir.

Ayrıca, mevcut politikaların değişmediği sürece eski çatışmaların canlanacağı ve yeni kaynak savaşlarının ortaya çıkacağının ifade etmiştir.
Çevre ve politika arasında oluşan tehditsel ilişki uzun yıllardır ele alınan bir konudur. Sprout ve Sprout, çevrenin uluslararası politikanın ayrılmaz
bir faktörü olduğunu anlatırken, günümüzdeki çevresel güvenlik literatürünün öncülerinden olmuştur.

Çevresel güvenlik konusunun tanınmış isimlerinden T.H.Dixon ise, mansap ve memba ülkeler arasında oluşabilecek su savaşlarının sadece sınırlı şartlar bütününde gerçekleşebileceğini ve bu tür örneklerin dünyada az miktarda olduğunu belirtmektedir.

Suyun sadece tarihsel olarak askeri bir çatışma sebebi olmadığını ve önümüzdeki yıllarda da savaşlara yol açabileceğini irdeleyen çalışmalar yapılmıştır.

Cooley, Starr, Remans, Amery ve daha da popüler olan Bulloch and Darwish yayınlarında su savaşlarının kurak bölgelerde özellikle de Ortadoğu’da
çıkabileceğini işaret etmektedir. 

Westing, sınırlı su kaynağı için yapılan rekabetin politik gerilimi arttıracağı, hatta savaşa kadar gidebileceğini söylemiştir.

Gleick, su kaynaklarını askeri ve politik birer amaç olduğunu, Ürdün, Fırat, İndus, Ganj, Rio Grande ve Nil nehirlerini örnek vererek tartışmıştır. Özellikle
sınıraşan sularda tipik uyuşmazlık sebebi, aşağı kıyıdaşın, yukarı kıyıdaşın yarattığı kirliliğe, aşırı sulama veya baraj yapmasına karşı çıkmasıdır. Bu
faaliyetler aşağı kıyıdaşa ulaşan suyun kalitesini ve miktarını etkilemektedir. Askeri müdahalelere de sebep olmuş bu faaliyetlere birkaç örnek vardır.
1950-1960 yılları arasında İsrail, Suriye ve Ürdün arasında Ürdün ve Yarmuk Nehirlerinin sularını yönünü değiştirmesi sebebiyle çatışmalar çıkmıştır.

Bir diğer örnek olan Fırat ve Dicle nehirleri kıyıdaşları Türkiye, Suriye ve Irak arasında Fırat nehri üzerine yapılacak barajlar yüzünden anlaşmazlıklar
yaşanmıştır. Anlaşmazlıkların bir kısmı, Meksika ve ABD örneğinde olduğu gibi Rio Grande Nehri’nde yaşanan kirlilik ve Kolorado Nehri üzerine yapılacak
baraj nedeniyle çıkan anlaşmazlıklar barışçıl bir biçimde yönetilmiştir. Güncel çalışmalar, uluslararası ilişkilerde paylaşılan su kaynaklarının önemini
ortaya koymuş, sınıraşan sular ve askeri çatışmalar arasında güçlü bir ilişki olduğunu ortaya çıkartılmıştır.

Uluslararası ilişkiler çalışmalarının konusu da olan bu durum, uluslararası ilişkilerin ana ekollerince incelenmiştir. Realistlere göre, devletler, geleceklerini
ve güvenliklerini etkileyen kaynak, ülke sınırları dışında yer alıyorsa, bu kaynağa sahip olmak zorundadır. Ayrıca, göreceli kazanç ve güvenlik ikilemi üzerinde duran realistler, kaynağın diğer devlet tarafından sahiplenilmesinin bir diğeri için tehdit oluşturabileceğini ve bu durumun kaynak için devletlerin rekabet etmesine neden olabileceğini iddia etmektedirler. Bir diğer ekol liberaller ise daha iyimser bir bakış açısı ile piyasanın kaynaklar için etkin ticareti yaratacağını ve önemli kaynaklardan yoksun olan devletlerin eksiklerini uluslararası piyasadan sağlayabileceğini belirtmiştir. Marksistler ise ekonomik sistem içerisindeki eşitsizliğin önemine odaklanmış ve kaynak kıtlığının hem küresel hem de içte eşitsizliğe sebep olacağını, bu durumunda devletlerarası ve devlet içinde çatışmaları arttıracağını belirtmiştir. Yukarıda belirtilen üç ekol tartışmalarının odağında, gözden kaçırdıkları bir durum söz konusudur. Dünyanın farklı coğrafi bölgelerinde, su kaynaklarının yönetimi kıyıdaşların maruz kaldığı kıtlığa göre değişiklik göstermektedir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi tatlı su kaynakları dünya üzerinde eşit dağılmamıştır. Özellikle Avrupa ve Amerika bol su kaynaklarına sahipken,
Ortadoğu gibi bölgeler ise günden güne su kıtlığı ile karşı karşıya gelmektedir. Bu sebeple, sınıraşan suların yönetimine ilişkin kurumların oluşturulması
ve başarılı olamamasında farklılıklar gözlenmektedir. Avrupa’da, Tuna ve Ren Nehri sularının yönetimi için oluşturulmuş kurumlar uzun süredir
görevlerini yerine getirmektedir. Kuzey Amerika’da ise ABD-Kanada arasında karşılıklı olarak 50 yıldır, sınıraşan suların yönetimi için kurumlar varlıklarını
sürdürmektedir. Fakat söz konusu Ortadoğu olduğunda nehirlerin ortak yönetiminde çok az başarılı olunmuştur, çünkü suyun kıtlaşan bir kaynak olduğu
bu bölgede su, devletlerin bekası için önemli bir kaynaktır. Kıt bir kaynak üzerinde devletlerin ortak bir karara varması ve ortak bir yönetim sağlayabilmesi
zorlaşmaktadır. Su sıkıntısın yaşandığı Ortadoğu’da kurumsallaşmanın zayıf, Avrupa’da ise tatlı su kaynakları ile ilgili kurumsallaşmanın
yaygın olduğu görülmektedir. En az su sıkıntısının yaşandığı Amerika’da ikili ilişkiler ile oluşmuş kurumsallaşmalar yaygındır.

Orta Doğu’nun Su Sorunu

Ortadoğu dünya nüfusunun yüzde 5’ine sahipken suların ise yüzde 1’ine sahiptir. Yaklaşık olarak 25 nehrin yer aldığı coğrafyada su miktarı sıkıntısının
yanında günümüzde su kalitesi problemi de yaşanmaktadır. Tuzluluk, sanayi, evsel ve tarımdan dönen sular kirliliğe sebep olmaktadır. Orta Doğu’da
sulara ilişkin bir diğer sorun ise hakkaniyet sorunudur. Su sorunun yerel, ulusal ve uluslararası boyutta etkili olmaktadır. su kaynakları devletlerin ilişkilerini
etkileyen ve kullanımı da bu ilişkilerden etkilenmektedir. Ortadoğu’da suyun ana kaynağı nehirler ve akiferlerdir. En önemli nehir havzaları Nil, Fırat-Dicle,
Ürdün ve Asi havzalarıdır. Yüzeysularının yetersiz olduğu bölgelerde su ihtiyacı su kaynaklarından temin edilmektedir. Yeraltı sularının yoğun kullanımı,
söz konusu su kaynağının varlığını tehlikeye atmaktadır. Ürdün ve Suudi Arabistan’ın sınırları içerisinde yer alan Dişi akiferi, İsrail ve Filistin’in
sınırları içerisinde Mountain (dağ) akiferi önemli örneklerdir.

Ortadoğu’da su kullanımı ekonomiyi doğrudan etkilemektedir. Ortadoğu’da su kullanımı %60-90 oranında tarım amacıyla, %1-10 arası sanayi, %3-
10 içme, %3-20 hijyen amacıyla kullanılmaktadır. Ortadoğu’da su sorunu sebepleri:

• Hızlı Nüfus Artışı
• Çatışmaların Yoğun Olması
• Gıda Güvenliği Endişesi
• Yarı-Kurak İklimin hakim olması
• Su Kaynakların Yetersiz Olması
• Su Kaynaklarının Eşit Dağılmaması
• Su Kalitesinin Bozulması
• Su kaynakların çoğunluğunun sınıraşan özellikte olması



Orta Doğu’nun Başlıca Nehirleri

• Fırat Ve Dicle Havzası (Fırat nehri 32 milyar/ m3/yıl
• Dicle nehri 52 milyar/m3/yıl)
• Şeria (Ürdün) Nehri Havzası -1.6 milyar/m3/yıl
• Nil Nehri Havzası -84 milyar/m3/yıl
• Asi Nehri Havzası - 2,470 milyar/ m3/yıl

Nil Nehri Havzası Havzada yer alan kıyıdaş ülkeler sırasıyla;,

• Kongo Demokratik Cumhuriyeti
• Uganda
• Tanzanya
• Brundi
• Ruanda
• Kenya
• Eritre
• Etiyopya
• Sudan
• Mısır

Nil nehri 2,9 milyon km2’lik alanı ile Afrika kıtasının yüzde 10’una denk gelmektedir. Dünyanın en uzun nehri olan Nil Nehri, 6825 km uzunluğundadır.
Beyaz Nil olarak Victoria gölünden doğan Nil nehrine Etiyopya’dan doğan Mavi Nil kolu Sudan’da katılır. Nil nehri sularının büyük bir yüzdesi Mavi Nil’den kaynaklanmaktadır. Aswan Barajında Nil nehrinin toplam akımı 84 milyar m3/ yıldır. Bu miktarın yüzde 85’i yani 72 milyar m3’ü Etiyopya’dan, 12 milyar m3’ü diğer kıyıdaşlardan sağlanmaktadır.

Havzada imzalanan en önemli anlaşma 1959 yılında Sudan ve Mısır arasında imzalanan ikili anlaşmadır. Bu anlaşma havzada yer alan diğer kıyıdaşların
kullanımını kısıtlamıştır. 1961 yılında Tanzanya bağımsızlığını kazanması ile Nyerere doktrinini açıklanmış ve bu doktrine göre koloniyel dönemde
imzalanan anlaşmalara bağımsızlığını kazanan ülkeler uymayacaktır.



Şeria (Ürdün) Nehri Havzası  Havzada yer alan kıyıdaş ülkeler sırasıyla;


• Lübnan
• İsrail
• Filistin
• Ürdün
• Suriye


Şeria Havzası iki ana bölümden meydana gelir. İsrail’den doğan Dan kolu, Lübnan’dan doğan Hasbani kolu ve Golan tepelerinden gelen Banias
kolları birleşerek İsrail tarafından kurutulan ve tarıma açılan Hulek gölüne daha sonrada Galile (Kineret-Tiberias) gölüne boşalır. Bu bölüm Yukarı
Ürdün’dür. Galile gölünden Ölüdeniz’e (Lut Gölüne) kadar uzanan bölümü Aşağı Ürdün’dür. Aşağı Ürdün’e Galile Gölü çıkışı Yarmuk Nehri katılır.
Yarmuk nehri Suriye ve Ürdün’den kaynaklanır ve Ürdün-İsrail arası sınır oluşturur.

Toplam Drenaj alanı 18,140 km2’dir. Bu alanın 7216 km2 Ürdün’de, 6445 km2 Suriye’de, 712 km2 Lübnan’da, 1842 km2’si Batı Şeria’da ve 1925 km2’si
1967 yılı öncesi İsrail sınırlarında yer alır. Deniz seviyesinin 395 m altında olup dünyanın en tuzlu göllerinden biridir.

Ürdün nehrinden Ölüdeniz’e 1950 öncesi 1,3 milyar m3 su girmekteydi. Ama günümüzde Ürdün nehrinin yoğun kullanımı nedeniyle bu rakam azalmış
ve göl seviyesi düşmüştür. Ürdün, İsrail ve Filistin’in tek yüzey suyu kaynağı bu nehirdir.

Söz konusu nehrin sularının kullanımı ve tahsisi için Osmanlı İmparatorluğundan günümüze çeşitli projeler hazırlanmıştır. Bu projelerin hiçbirisi başarıya
ulaşmamıştır. Her havza ülke kendine göre hazırladığı projelerde durum kötü bir hal almıştır.

Bu gelişmelerle 1955 yılında Johnston planı hazırlanmıştır. 1953’tyen itibaren hazırlan iki yıllık süreç içerisinde beş konu ele alınmıştır.

- Kıyıdaş ülkelerin su kotası,
- Galile gölünün bir depolama tesisi olarak kullanılma
- Ürdün nehri sularının havza dışına iletilmesi-
- Lübnan’ın ulusal suyu Litani’nin Ürdün’le birleştirilip kıyıdaşlara tahsis
- Uluslararası denetim ve garanti hususları Bu plana hem İsrail, hem de Arap ülkeleri itiraz etmiştir.



Fırat-Dicle Havzası

Havzada yer alan Kıyıdaş Ülkeler


• Türkiye
• Suriye
• Irak




Türkiye’nin mevcut su potansiyeli (DSİ, 2010)

• Ortalama yıllık yağış : 643 mm
• Toplam yıllık yağış miktarı : 501,0 km3
• Yüzey suyu akışı: 186,05 km3
• Buharlaşma : 274,0 km3
• Yeraltısuyu : 41,0 km3 •

Suriye’den Türkiye’ye gelen Asi Nehri’nin de : 7,0 km3 su taşıdığı belirlenmiştir.
Ülkemizin topografik ve iklim koşulları nedeniyle yağış çok düzensiz dağılmıştır. Ortalama yıllık yağış 642 mm olmakla beraber Karadeniz bölgesinde
2000 mm’nin üstünde Orta Anadolu’da ise özellikle Tuz gölü havzasında bu rakam 250 mm ye kadar düşebilmektedir.

Falkenmark İndeksi ülkelerin kullanılabilir su miktarının ülke nüfusuna bölünmesiyle elde edilen ve ülkenin su ilişkin durumunu gösteren bir indekstir.
Bu indekse göre; Su (m3/kişi/yıl) Sınıflandırma

1700 ve üstü Su baskısı yok
1700-1000 Su sıkıntısı
1000-500 Su kıtlığı
500 ve altı Mutlak su kıtlığı


Bu indekse göre Türkiye su zengini bir ülke midir? Devlet Su İşleri (DSİ)’nin Türkiye’nin su potansiyeli hesaplarına göre Türkiye kişi başına yıllık 1652
m3 su potansiyeline sahiptir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tahminlerine göre Türkiye nüfusu 2030 yılında 100 milyona ulaşacak ve su potansiyeli
kişi başına yıllık 1120 m3’e düşecektir. Türkiye su sıkıntısı yaşayan ülkeler arasında yer alacak ve kaynakların çok daha etkin kullanmayı amaçlayan
politikalar izlemek durumda olacaktır.

Suriye’nin mevcut su potansiyeli (FAO, 2009)

• Ortalama yıllık yağış :252 mm
• Toplam yıllık yağış miktarı :46,67 km3
• Yüzey suyu akışı: 12,63 km3
• Yeraltı suyu :6,174 km3

Irak’ın mevcut su potansiyeli (FAO, 2009)

• Ortalama yıllık yağış: 216 mm
• Toplam yıllık yağış miktarı: 94,68km3
• Yüzey suyu akışı: 74,33km3
• Yeraltısuyu:3,28 km3

Fırat-Dicle Havzası Kıyıdaş ülkelerinin havzaya katkıları
Nehir
Yıllık
Akım
Ülkelerin Katkısı
Milyar/
m3
Türkiye Suriye Irak
Fırat 35 31,6 (%90) 3,4 (%10) 0
Dicle 52,7 21,3 (%40) 0 31,4 (%60)
Toplam 87,7 52,9 (%60) 3,4 (%4) 31,4 (%36)


Fırat nehri 2700 km uzunluğu ile güneybatı Asya’nın en uzun nehridir. Havza alanı toplam 82,330 km2’dir. Tabloda da gördüğünüz gibi nehre
en büyük katkı Türkiye’den sağlanmaktadır. Suriye’nin katkısı yüzde 10 iken, Irak’ın katkısı yoktur.
Dicle nehri güneybatı Asya’nın ikinci büyük nehridir. Türkiye’nin ana ve ara kollarla katkısı yüzde 4o2dır. Nehrin ana kaynağı Irak’tır. İran, Karun ve
Küçük zap ve ara kollar ile yüzde 10’luk bir katkı sağlamaktadır.

Türkiye-Suriye-Irak Su İlişkileri Tarihçesi

• 1950: Suriye, drenaj ve sulama projesi olan Ghap vadisi projesi için Dünya Bankasına kredi başvurusu.
• 1953: DSİ Kuruldu.
• 1956: Suriye, Orantes Barajı yapılmaya başladı.
• 1962: Suriye ve Irak aralarında Fırat nehri debisi ve sevilerine ait veri alışverişli kararına vardılar. Irak, Fırat nehri üzerinde tarihi hakları konusunu
           gündeme getirdi.

• 1965-1973: Türkiye Keban Barajını yapma kararını verdi ve Irak ve Suriye’ye Türkiye Suriye sınırında 350 m3/sn suyu bırakacağını taahhüt etti
• 1966: Suriye, Irak’ın tarihsel haklar iddiasını reddetti. Ve Irak’a Fırat nehrinde %59 su vermeyi kabul etti.
• 1968-1973: Suriye, Tabka barajını yaptı.
• 1975: Keban ve Tabka barajlarının dolum süreci nedeniyle, Irak ve Suriye savaş noktasına geldi. Suriye, Tabka barajından yılda 200 milyon metreküp
           su bırakmaya karar vermiştir.
• 1976-1987: Türkiye Karakaya Barajını yapmaya karar verdi.
• 1979: Türkiye Dünya bankasına, Karakaya barajı için kredi başvurusu aşamasında tek taraflı olarak saniyede minumun 500 metreküp su bırakacağını belirtmiştir.
• 1980: Türkiye ve Irak Karma Ekonomik komisyonu bir araya geldi ve Ortak teknik komite kurma kararı aldı.
• 1982: Komitenin ilk toplantısı Türkiye ve Irak arasında gerçekleştirildi.
• 1983: Komiteye Suriye’de katılır ve üçlü görüşmeler başlar. Türkiye, bu toplantıda PKK ve ASALA’yı gündeme getirir.
• 1983-1992: Türkiye, Atatürk Barajı’nı yaptı.
• 1984: Türkiye ve Irak güvenlik protokolü imzaladı.

(15 Ekim 1984’te Türkiye ile Irak bir Güvenlik Protokolü yaptılar. Birbirlerinin topraklarında 5 km’ye kadar “Sıcak Takip” yapma olanağı yarattılar. 
Bu protokol Ekim 1988’e kadar yürürlükte kalacaktır.)
• 1984: Hidroelektrik üretim projesi olarak hazırlanan GAP, entegre sosyo-ekonomik geliştirme programına dönüştürüldü.
• 1987: Türkiye Şam’da iki protokol imzalar. Türkiye, nihai bir anlaşmaya kadar Fırat nehrinden Suriye sınırından saniyede 500 metreküp su
bırakacağını taahhüt eder. İkinci protokol ise güvenlik protokolünde Suriye PKK’ya verdiği desteğe son vereceği sözünü verir.
• 1989: Nisan ayında, 13. Ortak Teknik Komite toplantısında Suriye Irak’a 500 metreküp/saniye suyun yüzde 58’in bırakacağını yapılan ikili bir
anlaşma ile taahhüt eder.
• 1989: Ekim ayında, Türkiye Suriye’nin 1987 güvenlik protokolüne sadık kalmadığını ilan eder.
• 1989: Kasım ayında, Türkiye Atatürk barajını doldurmaya başlayacağını ve 13 Ocak-12 Şubat 1990 tarihleri arasında Fırat nehri sularını derive
edeceğini ilan eder. Bu arada TR-SY sınırından saniyede 1000 metreküp su bırakır.
• 1990: Mayıs ayında Irak, Türkiye’ye Suriye sınırında saniyede 700 metre küp su bırakması için ısrar eder. Türkiye reddedince, Irak’ta 1984 güvenlik
protokolünü yenilemeyeceğini belirtir.
• 1990:2 Ağustos tarihinde Irak, Kuveyt’ e saldırır. Türkiye koalisyonu destekler ve Irak’a karşı İncirlik üssünün kullanılmasına izin verir.
• 1991: Suriye, Türkiye’de yapılacak Su Zirvesine katılmayı reddetti.
• 1992: Türkiye, Irak’ın 700 metreküp/saniye talebini reddetti.
• 1995: Aralık ayında Şam’da toplanan yedi Arap ülkesi, yayımladıkları Şam Deklarasyonu ile Türkiye’nin Suriye’ye kirli su bıraktığı konusunda suçlamışlardır.
• 1996: Suriye ve Irak, Birecik barajının inşasını protesto etmişlerdir. Bu durumu Arap ligine bildirmişler ve inşa konsorsiyumunda yer alacak ülkelere de uyarı iletmişlerdir.
• 1996: Mart ayında Türkiye ve İsrail güvenlik anlaşması imzalamışlardır. Bu gelişme Irak ve Suriye tarafından protesto edilmiştir.
• 1997: BM, Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımlarına İlişkin Sözleşmesi imzaya açıldı. 

Türkiye, Çin ve Burundi karşı oy kullandı. 103 ülke olumlu oy verirken, 27 ülke tarafsız kaldı. (27 Mayıs 1997 tarihinde Genel Kurulda oylamaya açılmıştır) sözleşmenin
yürürlüğe girmesi için 35 ülkenin onaylaması yeterlidir. Su an itibariyle 25 ülke onay vermiştir.

• 1998: Suriye ve Irak, Fırat-Dicle nehirlerine ilişkin ikili görüşmeler yaptı ve Türkiye katılmadı.
• 1998: Adana Mutabakat
• 1999: Türkiye-Suriye ilişkilerinde yumuşama (dini bayramlarda sınırların açılması geçişlere izin verilmesi
• 2000: Hafız Esad’ın vefatı ve Başer Esad’ın göreve başlaması.
• 2001:GAP BKİ –GOLD (Suriye Sulama Bakanlığı Arazi Islah Müessesesi) Protokolü
• 2002: Uygulama Dokümanının yayımlanması.
• 2007: İlgili Bakanlıkların dönem dönem toplantı yapması.
• 2009: 3 Eylül tarihinde su sorununu çözmek için Türkiye, Irak, Suriye Üçlü Bakanlar Toplantısı Ankara’da yapıldı. Toplantıya, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, 
Irak Su ve Doğal Kaynaklar Bakanı Abdüllatif Camal Raşit ile Suriye Sulama Bakanı Nader Al Bounni katıldı.
• 2009:Çevre Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu ve Suriye Sulama Bakanı Nadir El Bounni mutabakat zaptı imzalamışlardır. İmzalanan 51 mutabakat
zaptı içerisinde Asi nehri üzerinde “Asi Dostluk Barajını” yapılmasıda yer almaktadır.
• 6 Şubat 2011: Asi Dostluk Barajı’nın temeli atıldı. Türkiye’nin işbirliği adımları ve havzada su kaynaklarının tahsisi Üç Aşamalı Plan (1984)
• Su Kaynakları ile ilgili envanter çalışmaları
• Toprak Kaynakları ile ilgili envanter çalışmaları
• Mevcut Toprak ve Su kaynaklarının birlikte değerlendirilmesi 1984 yılında Ortak Teknik Komite (OTK) toplantısında Türkiye tarafından dile getirilmişti


1987 Protokolü Türkiye-Suriye arasında imzalanan bu protokolle Türkiye, yıllık ortalama 500m3/sn suyu Türkiye - Suriye sınırından vermeyi kabul etmektedir. Yıllık
debinin 500m3/sn’nin altına düştüğü yıllarda ise, Türkiye tarafı aradaki farkı bir sonraki yılda telafi etmeyi kabul etmektedir.
Suriye, 1990 yılında Irak’la imzaladığı protokol ile Türkiye’den gelen 500m3/sn suyun %58’ini Irak’ın kullanımına bırakmıştır.
Barış Suyu Projesi (1986) Seyhan ve Ceyhan nehri sularının Arap ülkelerine iletilmesi (6 milyon m3 su) (Ürdün nehrinin 3,5 katı)
İki boru hattı ile su iletilecek projenin; Batı Hattı: 3,5 milyon m3/gün-2700 km (Hama, Humus, Halep, Şam, Amman, Yanbu, Medine ve
Mekke) Doğu Hattı: 2,5 milyon m3/gün – 3900 km (Suriye ve Ürdün üzerinden Körfez ülkelerine Kuveyt, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri)

SONUÇ

• Su kaynakları açısından kıt bir bölge olan yerel, ulusal ve uluslar arası ölçekte etkilerini yaşamıştır.
• Ortadoğu’nun politik durumu, su kaynakları yönetimi doğrudan etkilemektedir.
• Teknik bir durum siyasi bir durum olarak algılanmaktadır.
• Kıt olan su kaynakları en iyi şekilde yönetilerek verimli bir şekilde kullanılabilir.
• Doğru su yönetim doğru veriler ve işbirliği ile sağlanabilir.
• Veri problemi.
• İşbirliği zayıf, özellikle kurumsallaşma da zayıf.
• Yıllık yağış ortalamasında bir düşüş söz konusu, bölgenin iklimi nedeniyle buharlaşma da çok fazla.

Irak’ta henüz iç dengeler oturabilmiş değil, kendi içinde ve vilayetler arasında da su kaynaklarına ilişkin bir sorun söz konusu, İran Karun ve Dez suları
üzerinde proje yapma niyetinde çünkü İran’da su sorunu söz konusu özellikle Merkez bölgesinde.

Suriye, Mart ayı itibariyle bir iç karmaşın içerisinde, Asi Dostlu barajı projesi sekteye uğrayabilir.
Öncelikle her kıyıdaş üç aşamalı plan örneğinde olduğu gibi su kaynakları ve toprak kaynakları envanteri çıkarmalıdır. Su kaynaklarının tahsisi
nüfus, sosyal yapı, ekonomi, iklim ve diğer şartlar göz önünde bulundurarak yapılmalıdır. İşbirliği üç kıyıdaşın katılımıyla gerçekleşmelidir.
Tarımda su kaybını en aza indirebilecek modern sulama teknikleri kullanılmalıdır.
Su kaybının yıpranma ve eskime sebebiyle çok olduğu su şebekelerinin tadilatı ve yenilenmesi yapılmalıdır.


Diğer Çözüm Önerileri ise;

• Atıksu Arıtımı
• Sanal Su
• Düşük sermaye,

* Yağmur birktirme (çatılarda)
* Acı (Brakish) su kullanımı
* Yağmur suyu depolama
* Çöl Barajları
* Akifer Besleme

• Yüksek sermaye,

* Deniz suyu arıtma ( Desalinasyon)
* Acı Su arıtma
* Su ithal etmek (Tanker, boru hattı, medusa)
* Havzalar arası su transferi (ör.İran)
* Bulut tohumlama (kuru buz) 


ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU - 2011
ORTADOGUDA SU SORUNU  
Dr. Tuğba Evrim Maden,
Ortadoğu da Su Sorunu
Dr. Tuğba Evrim Maden
ORSAM Su Araştırmaları Programı Danışmanı
Aksaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder