27 Mart 2017 Pazartesi

DOĞUŞUNDAN GÜNÜMÜZE VEHHABİLİK BÖLÜM 1

DOĞUŞUNDAN GÜNÜMÜZE VEHHABİLİK, 
BÖLÜM 1



Tuğgeneral Ömer ESENYEL
* 15’inci Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı / Amasya. 


A. Genel 

Suudi Arabistan; İran Körfezi, Hint Okyanusu ve Kızıldeniz ile çevrili Arap Yarımadası’nın beşte dörtlük bir kısmını ihtiva etmesi, dünya petrolünü 
ve deniz ticaret yollarını kontrol eden Hürmüz Boğazı - Bab El - Mendep ve Süveyş Kanalı’na yakın olması, Batı’nın İran’ı kaybetmesinden sonra Asya - Afrika yolu üzerinde yer alması sebebiyle öneminin artması, dünyanın en büyük petrol rezervine sahip olması, sattığı petrollerden elde ettiği petrol, 
dolarlar altın ve döviz stokları ile dünyanın dördüncü zengin ülkesi hâline gelmesi ve Mekke din merkezi ile jeopolitik, stratejik ve ticari yönden önemi 
artan bir Orta Doğu devletidir. 

Suudi Devleti, Vehhabi mezhebiyle Suud ailesinin ittifakından oluşan bir devlet olduğu için devletin yapısında da bunun etkilerini görmek mümkündür. Kral, devlet başkanı olmanın yanı sıra Suudi Müslümanların dinî ve manevi lideridir. O, aynı zamanda Vehhabi hareketinin lideri ve nihayet ulemanın baş imamıdır. Kuruluş yapısına uygun olarak kral, üç önemli işlevi kendi üzerinde toplamıştır: Dinî önder (imam), kabile önderi (Şeyh-ül Meşayih), devlet ve hükûmet başkanı (kral).1 

Suudi Arabistan’ın kurulma aşamasında Vehhabilik, resmî din olarak ilan edilirken İbn Suud, rejimin kurucu ögesi olan üst düzey ulemayı dinî 
otorite olarak kabul etmiştir. Yeni yapıda ulema bağımsız bir güç olmaktan çok, mevcut devlet yapısı içinde eğitim, adalet ve dinî görevleri yerine getiren 
bir gruptur. Devlet çıkarları temelinde Suud ailesinin meşrulaştırılmasında Vehhabi İslam ahlak yapısı, birleştirici öge ve ideoloji olarak önemlidir.2 
Kralın aldığı her kararın ve bakanlık düzenlemelerinin şeriata uygunluğunun ulema tarafından onaylanması gerekir.3 Eğitim, adalet, hac ve evkaf 
bakanlıklarına, üst düzey makamlara, ulemadan ve özellikle El-Şeyh ailesinden (Abdulvehab’ın ailesi) kişiler atanmaktadır. Ulema genellikle devlet tarafından atanarak hâkim (kadı), imam, öğretmen ve okul idarecisi, ahlak komitesi üyesi olarak çalışmakta, Fetva Enstitüsünde Yüksek Ulema Konseyinde yer almaktadırlar. Bunların dışında bazı dinsel örgütler de mevcuttur. Günlük sosyal hayatın dinî esaslara göre yaşanmasını sağlamak maksadıyla “Dinen Doğru Olana Uyma ve Yanlış Olandan Kaçınma Komitesi” bir grup devlet memuru ve gönüllülerden oluşturulmuştur. 

Komitede görev alan ve Mutavva (Ahlak Polisi) olarak adlandırılan bu kişiler Suudi Arabistan’ın cadde, sokak ve alışveriş merkezlerinde; herkesin 
Vehhabi kurallarına uymasını denetlemektedir. Örneğin, namaz vakti camiye gitmeyen erkekleri, iş yerlerini kapatmayan esnafı, ramazanda oruç 
tutmayanları, yeterince doğru örtünmemiş kadınları, kadın-erkek birlikte toplantı yapanları, lokantalarda aile bölümü olarak ayrılmış locaların dışında yemek yiyen kadın ve aileleri, içki içenleri takip ve kontrol eder. Mutavva, genellikle adli polisle dolaşır. Vehhabi geleneğine aykırı bir durum olduğunda ikaz eder ve daha kötü durumlarda kurallara uymayanları cezalandırır; kişi yabancı ise ülke dışına gönderilmesini sağlar. Doğal olarak bu durum, hem Suudlu vatandaşlar hem de Suudi Arabistan’a gelen yabancılar üzerinde bir korku ve endişe yaratmaktadır. Kökleri 1855’e kadar uzanan bu kurum, bugünkü anlamıyla ilk defa 1903’te Riyad’da kurulmuş ve süreç içinde tüm ülkeye yayılmıştır. 

Ülkenin siyasi yapısı Fahd tarafından 1992’de çıkarılan “Temel Yönetim Kanunu” ile belirlenmiştir. 
Söz konusu kanunda, S. Arabistan anayasasının Kur’an ve sünnete dayandığı, dininin İslam olduğu belirtilmiştir.4 Suudi Arabistan’da 60 Suudi vatandaşından oluşan ve tamamı kral tarafından atanan, herhangi bir yasama yetkisi olmayan Danışma Meclisi (Meclis El-Şura) mevcuttur. Meclis, ülkenin ekonomik, siyasi, sosyal sorunlarında ve kral, (başbakan) veya başbakan birinci yardımcısının istediği konularda çalışarak görüş bildirebilir. Ayrıca önemli bakanlıklarda (Savunma, İçişleri, Dışişleri) kral ailesinden gelenlerin yer aldığı bir bakanlar kurulu vardır. Suudi Arabistan’daki 14 vilayetin valileri kral tarafından atanır.5 

B. Suudi Arabistan ve Vehhabiliğin Kısa Tarihi 

Arabistan, Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Ridaniye Savaşı’nda Memluk Devleti’ne son vermesiyle Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.6 Osmanlı Devleti en güçlü dönemlerinde bile Mekke yönetimini Hz. Muhammed’in torunlarından olan Mekke Şeriflerine bırakıp onlara saygı gösterdiler, maaş tahsis ettiler, kendi iç işlerinde onları tamamen serbest bıraktılar. Her yıl gönderdikleri surre alaylarıyla ekonomilerine katkı sağladılar. Bu doğrultuda sultanlar, kadılar, paşalar, vezirler ve zengin kişiler tarafından Harameyn için vakıflar ihdas edildi. Mekke’nin onarım ve bakımı, Mekke’ye giden yolların, su yollarının, su ve yiyecek depolarının yapımı ve tamiri ne kadar büyük masraflara yol açarsa açsın, Osmanlı Devleti tarafından karşılandı. Çöl Araplarının hac kafilelerini yağmalamalarını ve hacıları öldürmelerini engellemek için tedbirler aldılar. Osmanlı Devleti’nin Hicaz Bölgesi’ne hâkimiyetinden dolayı hiçbir maddi menfaati olmadığı gibi devlet, bu bölgeye hiçbir zaman sömürgeci bir zihniyetle de yaklaşmadı. Aksine, o bölgedeki halkın huzuru ve refahı için yapılan çalışma ve gayretlerde daha çok manevi, dinî ve kültürel unsurların rol oynadığı görüldü.7 Osmanlı sultanları, kendilerini bu bölgenin hâkimi değil, hizmetkârı olarak gördüler. Bütün bu iyi davranış ve yaklaşımlara rağmen Osmanlı öncesinde olduğu gibi sonrasında da bitmek bilmeyen şikâyetler, haksızlıklar devam etti.8 Ancak herhangi bir önemli değişiklik olmadan Vehhabi isyanlarına kadar burası Osmanlı yönetiminde kaldı. 

Suudi Arabistan ve Vehhabi hareketi, Osmanlı Devleti’nin otoritesinin zayıf bir ânında ortaya çıkarak gelişmiş, yayılmış ve güçlenmiştir. S. Arabistan Devleti’nin tarihini yıkılış ve tekrar kuruluş tarihleri esas alınarak üç dönem (devlet) hâlinde incelemek mümkündür. Birinci devlet, Vehhabi mezhebinin kurucusu Muhammed İbn-i Abdullah (1703-1792) ile Deriyye kasabası (Riyad yakınlarında) Emiri Muhammed bin Suud’un 1744’te karşılaşma, tanışma ve anlaşması ile başlayan ve 1818’de Osmanlı Ordusunun Deriyye’yi işgali ile sona eren dönemi kapsamaktadır. Bu anlaşma ile Muhammed bin Abdül-vahhab fikirlerini savunacak,  maddi bir güç elde etmiştir. Amacına ve siyasi mücadelesine askerî destek bulmuş,yüzyıllardır çölde yaşayan bir Necid kabilesinin emiri olan Muhammed bin Suud da pek çok kanlı iç mücadele, dalgalanma ve kesinti ile süregelen iki buçuk asır sonra dünya siyasetinde denge unsuru olacak bir devlet görüşünün temelini atmıştır. 

Fransız subaylardan Jean Raymand’ın konuyla ilgili raporunda şöyle denmektedir.9 

Bu tarihten sonra Abdulvehab, Suud ve oğulları cihat için çalışmaya koyuldular. Abdulvehab kitaplar yazıyor, dersler veriyor, herkesi cihata davet için elçiler gönderiyor, mektuplar yazıyordu. İnsanların bir kısmı bu çağrılara uydu. Uymayanlar için Muhammed B. Suud ve oğlu Abdulaziz devreye giriyor ve kılıçlarını kullanıyorlardı; Suud ve oğlu cihata uymayan kabilelerin halkını kılıçtan geçirdiler, mallarının beşte birini devlete ayırdılar diğer kalanlarını cihata katılanlar arasında paylaştırdılar. Vehhabi köktenciliğinin motivasyonel gücü ile ganimet hırsının birleşimi, İbn-i Suud’un başarı formülü idi.10 

Vehhabilerin Osmanlı yönetimine baş kaldırmalarının sözde ve görünüşte gerekçesi dinseldi. Onlara göre Osmanlılar ve onun yönetimi altında bulunan ülke halkları dinden uzaklaşmışlar, Tanrı’ya ortak koşmuşlardı. XVIII. yüzyıl sonlarında Vehhabi hareketi, İmam Abdülaziz Bin Muhammed Al-Suud yönetiminde dinî hareket olmakla birlikte siyasi kimlik de kazanmıştı. Vehhabi hareketi Arap milliyetçiliğinin kıvılcımı olmuştu.11 

Bu dönemde Vehhabiliğin yayılışı çok kanlı olmuştur. Vehhabiler 1802’de Emir Abdülaziz’in oğlu Suud’un kumandasında Vehhabi savaşçıları Kerbela’da 10 Muharrem ayini yapan Şiiler’in üzerine saldırdılar ve en az 2000 Şii’yi öldürdüler. Hz. Hüseyin’in türbesini yağmalayıp tahrip ettiler. Kerbela yandı yıkıldı, bir kez daha mateme büründü. 1803’te I. Abdülaziz Taif’i kanlı bir şekilde yağma ve talan ederek ele geçirdi. 1803’te Kerbela katliamının öcünü almak üzere harekete geçen bir Şii fedai tarafından öldürülen Abdülaziz’in yerine geçen oğlu Suud bin Abdülaziz döneminde de baskınlar, talanlar, hac kervan soygunları, kıyılarda da korsanlık eylemleri Arabistan’ı teröre boğmuştur.12 

Bu dönemde Vehhabiler, kendi ana yurtları Necd’den çıkmış, Osmanlı hâkimiyeti altındaki Hicaz, Ahsa, hatta; Suriye ve Irak içlerine kadar etkisini göstermiş ve Osmanlı Devleti’ni sarsmıştı. Üstelik 1806 yılında Suud B. Abdülaziz, lll. Selim ve valileri dine davet eden mektuplar yazmış ve padişahın adını hutbelerden çıkarmış, Mekke ve Medine’nin hizmetkârı sıfatını kullandırmamış, hac yollarını kapatmıştır. Vehhabi isyanları Osmanlı Devleti’ne maddi ve manevi yönden büyük zarar vermiş ve devlette büyük tahribat yapmıştır. 

Aslında Osmanlı Devleti’nin içte ve dıştaki sorunları Vehhabi isyanıyla ilgilenmesini engelemiştir. Dönemin padişahı ll. Mahmud sorunun çözümü 
için Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yı görevlendirmek zorunda kalmıştır. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ordusu (Arabistan’a Kavalalı’nın oğlu gitmiştir) 1811-1818 arasındaki zorlu savaş ve mücadelelerden sonra isyanı bastırmıştır. Bu isyanın bastırılması, hac yollarının güvenliğinin sağlanması Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya büyük bir itibar sağladı; oğlu İbrahim Paşa’ya Hicaz, Cidde ve Habeş Valilikleri verildi. Bu tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu dağınık ve güçsüz durum, Mehmet Ali’nin Orta Doğu’da oynayacağı rolü daha da güçlendirmişti.13 Kavalalı Mehmet Ali Paşa bu konumdan faydalanarak kısa sürede Basra Körfezi’nin bir bölümü ile Kızıldeniz’in tamamını nüfuzu altına almıştır. 

Mehmet Ali Paşa Mora isyanındaki rolünden de faydalanarak Mısır Valiliğinin konumunu güçlendirmek ve kazandığı toprakları genişleterek kendi soyuna devretmek için uygun zaman ve koşulları kullanmıştır. Bu çerçevede Mehmet Ali Paşa ve oğulları önce Suriye’yi (1831) sonra Konya’yı işgal edecek (1832), burada Osmanlı ordusunu mağlup etmesi üzerine Kütahya’ya ulaşacak (1833) ve büyük devletlerin de araya girmesi ile de Kütahya Anlaşması imzalanacaktır. Bu anlaşma ile Girit, Suriye ve Mısır Valilikleri Kavalalı’ya; Cidde ve Adana Valiliği İbrahim Paşa’ya verildi. Mehmet Ali Paşa’nın Vehhabi isyanlarını bastırmak için kullanılması Arabistan’da Osmanlı hâkimiyetini zayıflatmış hatta; Mehmet Ali Paşa’ya geçmesini sağlamış ve Mehmet Ali Paşa’nın bu bölgede güçlenmesi sonucunda meydana gelen olaylar Osmanlı Devleti’nin varlığını tehdit etmiştir. 

Bu savaş sırasında bir Rus filosunun Osmanlıya yardım amacıyla gönderilmesi ve imzalanan Hünkâr İskelesi Anlaşması ile Boğazlar ilk defa uluslararası bir sorun hâline gelmiştir. 

Vehhabi-Suudi Devleti ikinci defa, Abdullah bin Suud’un oğlu Türki tarafından 1821’de kuruldu ve 1891’e kadar 70 yıl varlığını sürdürdü. Süveyş Kanal Bölgesine ve Hindistan’a yakın olması nedeniyle Osmanlılar ve İngilizler arasında yaşanan nüfuz savaşının önemli alanlarından birisi hâline gelmişti. Türki, bazen Osmanlılara bazen de İngilizlere yakınlaşarak birini diğerine karşı kullanarak siyasi hedeflerinin bir çoğunu gerçekleştirdi. İkinci devlet dönemi Reşidilerle diğer kabileler ve emirlik içi mücadeleyle geçmiştir.14 

Kuruluş dönemini teşkil eden birinci devlette (1744-1818) Vehhabiler pirlerinin yolunda “her yeniliği küfür”, her yabancı geleneği bid’at sayıp mezarlara ve halkın sevip saydığı değerli kişilere saygı göstermeyi ”kula tapınma” ile eş değerde ve “putperestlikle” bir tutmalarına rağmen ikinci devlet sürecinde, dünyaya ve yaşanan çevresel siyasi tabloya daha yatkın davranmak zorunda kaldığı ve Vehhabilerin bazı öğretilerinden bazı tavizler verdiği görülmektedir. Bu kapsamda Suudi-Vahabi ortaklığı mezar ziyaretine ve Caferi mezhebi mensupları nın hac etmesine izin verdiler. 

Vehhabi-Suudi devleti, üçüncü kez dünya sahnesine, 1902’den sonra Abdülaziz bin Abdurrahman bin Faysal bin Türki’nin gayretiyle çıkmıştır. 

Abdülaziz’in Riyad’ı, İbn-ü Reşid’den ele geçirmesini müteakip şehrin dinî liderliğini de aynı zamanda Abdülvehhabın torunlarından Şeyh ailesinden 
Abdülaziz b. Abdüllatif’e tevdi ederek geçmişten gelen ittifakın devam ettiğini ilan ediyordu.15 Reşid oğullarının güç kaybetmesinden, Osmanlı Devleti’nin 
bölgeye yeteri kadar ilgi göstermemesinden ve İngilizlerin bölgeye aşırı ilgi gösterip İbn Suud’a destek vermelerinden faydalanan İbn Suud hâkimiyet 
alanını genişletmiştir. Sorunu barışçıl ve diplomatik yönden çözümlemek ve Suudluları yanına çekmek için Mayıs 1914’te Osmanlılar, Abdülaziz İbn-i 
Suud’u Necid Kaymakamı yapmış ve Suudlular’la Birinci Dünya Harbi’ne girmesiyle İngilizlere karşı ittifak oluşturmak için bir Osmanlı heyetini 
Arabistan’a göndermişlerdir. Ancak Suudlular Osmanlı yerine İngilizlerle anlaşmışlardır. 1915’te imzalanan bu anlaşma ile İngiltere, İbn Suud’u Necd 
ve Al-Hasa sultanı olarak tanımış,16 İbn Suud’a şövalyelik unvanı vermiştir. Bundan sonra Vehhabiler, İngilzlerle iş birliği içerisinde Osmanlılar’a karşı 
savaşmışlardır. Bu dönemde yapılan müzakere ve iş birliği faaliyetleri Vehhabiliğin iç yüzü ile dinin siyasete alet edilmesi daha doğrusu siyasi 
çıkarlar uğruna nasıl kullanıldığı konusunda iyi bir fikir vermektedir. İbn Suud İngiliz casusu Philby’e: “İnancımıza göre sizler ehl-i kitapsınız, Vehhabilerin 
nefretine hedef olan müşriklerden veya kâfirlerden değilsiniz. Fakat halkım arasında, özellikle eğitimlerini Necd dışında almış olan veya sıklıkla dışarıya 
seyahat eden birçok şehirli insan, İslamiyet’in temsilcileri diye Türkler’e yakınlık duymakta ve bundan dolayı İngilizler’e düşmanca bakmaktadırlar. 

Daha yakın zamanda böyle düşünen iki adamı görüşlerini ifade ettiklerinden dolayı cezalandırdım.” İbn Suud, bir başka münasebetle şunları söylemekte dir: ”Eğer siz İngilizler, kızlarınızı karım olsunlar diye bana önerirseniz kabul ederdim. Fakat Mekke Şerifinin veya Mekkelilerden ve diğer Müslümanlardan müşrik saydıklarımızın kızlarını alamam. 

Hristiyanların kestiği hayvanların etlerini sorgusuz sualsız yerim. Allah ile beraber başkalarını ibadetlerinde ortak koşan müşrikler ise bizim nefret edip 
iğrenç saydığımız kimselerdir.17 

Bu duygularla yüklü olan İbn Suud, bir başka toplantıda da Hristiyanlarla ilgili bazı Kur’an ayetlerini okumuş, sonra da Phillby’e dönerek: Kendisini kuzeni saydığını, zira Hristiyanların İshak peygamber, Araplarında İshak’ın kardeşi İsmail Peygamber evladından olduklarını, Türklerin ise Tatar kökenli Evlad-ı İblisten olduklarını ifade etmişti.18 

Henri Laoust, Vehhabilerin isyanlarını her ne kadar doktrinlerindeki mevcut idareye itaat esasından dolayı otoriteye açıktan açığa isyan edemediklerini söylese de Vehhabilerin Osmanlı sultanlarını her zaman birer gasıp olarak görmeleri ve Türklere karşı düşmanlık duymalarında cahillik, ilkellik, fakirliklerinin doğurduğu psikolojilerinin yanında Arap milliyetçiliğinin uyanması ile Batılı devletlerinin tahriklerinin rolünü inkar edemeyiz. 1806 yılında Jean Raymond, bir gözlemini şöyle anlatıyor: “Geçen günlerden birinde bir Vehhabi, kahin gibi şu sözleri söylüyordu: “Zaman yaklaşıyor, halifelik tahtında bir Arap’ın oturduğunu göreceğiz. Uzun zamandır bir gasıbın boyunduruğu altında oturduğumuz yeter”. Ancak bunda İngilizlerin büyük rolü olduğunu da hatırlatmak gerekir. 

İngilizlerin, Osmanlı Devleti’ndeki etnik ve milliyetçi akımları desteklediği bilinmektedir. Bunun bir sonucu olarak İngilizler, Osmanlı halifesinin meşru bir halife olmadığını; çünkü Kureyş kabilesinin soyundan gelmediğini iddia ederek Osmanlı Devleti’nin bu bölgedeki nüfuz ve prestijini sarsmaya çalışmıştır. İngiliz dış politikasının sorumluları, bir Arap olan Mekke Şerifinin meşru halife olduğunu, Türk olan halifenin ise bir gasıp olduğunu iddia ettiler.19 

Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Harbi sonunda imzalanan 1918 Mondros Mütarekesi’yle Hicaz’dan çekilince Vehhabiler, 1924’te Mekke ve Taif’i aldılar ve Abdülaziz, Hicaz Kralı oldu. 1927’de Cidde Anlaşması ile İngiltere, Yeni Suudi Arabistan Devletini tanıdı. 18 Eylül 1932 günü Necid Meliki olarak bugünkü Suudi Arabistan Krallığı’nın başına geçti. Arabistan Krallığı 1932’de Kral Abdulaziz Bin Abdurrahman Al-Suud tarafından kurulmuş oldu. 1880 doğumlu olan Kral Bin Abdülaziz 1953’te öldüğü zaman Kralın 125 kızı, 44 erkek çoçuğu olmuş ve erkek çocuklarından 9’u kendinden önce ölmüştür. Abdulaziz’in bu çocukları 17 karısından olmuştur. Bunlara ilaveten, bazı kaynaklara göre Abdulaziz evinden uzak kaldığı zaman kendisine genç kızlar sunulmaktaydı. Bunların sayısının 150 - 200 olduğu ve çocuklarının da 130 erkek ve 180 kız olduğu tahmin edilmektedir.20 

Kralın evlendiği kadınlar ülkenin önemli kabilelerinden olmuştur. Bu evliklikler sayesinde kral siyasal tabanını genişlettiği gibi krallığın yasallığını 
da kuvvetlendirmiş, önemli ölçüde iç çatışmaları da engellemiştir. 

Arabistan’daki Vehhabi ve diğer Arapların Osmanlı’ya karşı isyanı ve halifenin cihat çağrısına uymak yerine İngiliz ve Fransızlar’la iş birliği bugünkü Orta Doğu’daki sorunların kaynağını teşkil etmektedir. Birinci Dünya Savaşı bu bölgede Osmanlı yönetiminin sonu oldu. İngiltere ve Fransa arasında yapılan Sykes-Picot Anlaşmasına göre, Irak ve Filistin İngiliz yönetimine, Lübnan ve Suriye Fransız yönetimine verilmek üzere bölge paylaşıldı. Arapları, Türklere karşı müttefik olarak yanlarına çekmek için İngilizler bağımsızlık sözü vermişlerdi. Oysa etkisiz bir Türk sultanının yerine etkili bir İngiliz ve Fransız efendi geçmişti. Arap dünyası pek çok bölgeye bölündü. 

Savaş sırasındaki etkin destekleri İngilizler için büyük önem taşıyan Hicazlı Haşimiler yalnızca Ürdün ve Irak bölgesini alabildiler.21 İngiltere, 
Osmanlı Devleti’nin yıllarca direndiği Filistin’de Yahudilere bir yurt verme projesini hayata geçirme imkânı buldu ve Filistin’e Yahudi göçünü başlattı. 
Kuzey Afrika’da Cezayir gibi yerler de Fransa’yla birleşmiş ya da Fransız koruması altına girmişti. Suriye ve Lübnan, tüm önemli kararların Fransa’da, 
çoğunlukla Paris’te alındığı Fransız mandası olmuşlardı. Körfez devletleri, Mısır ve Umman hâlâ İngiliz koruması altındaydılar. Libya’da Türk yöneticilerinin yerini İtalyanlar almıştı.22 Bu işte en kazançlı Vahabi–Suud ittifakıydı. Arabistan’ı Suud evi hâline getirmişlerdi. Ancak bugün bile hâlâ çözülemeyen birçok sorun kümesi ve akan Arap kanının üzerinde Suud Krallığı doğmuştur. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder