3 Mart 2017 Cuma

Mısır ve Ürdün’ün Dış Politikalarını Şekillendiren Unsurlar


Mısır ve Ürdün’ün Dış Politikalarını Şekillendiren Unsurlar;


Ertan EFEGİL

Özet




Uzun zamandır dış politikalarla yönetildiği için, Mısır’da güçlü bir milliyetçilik ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Nasır, rejimini sağlamlaştırmak
ve Mısır’ı bölgesel bir güç hâline getirmek adına milliyetçiliği araç olarak kullanmıştır. Ama Cumhurbaşkanı Sedat ve Mübarek, Mısır’ın
içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi zorluklar sebebiyle dış politikalarında ulusalcılığa öncelik vermeyi tercih etmemişlerdir. Bugünlerde Cumhurbaşkanı
Mursi, konuşmalarında kapsamlı ulusalcı söylemlere yer vermemektedir. Mısır’ın jeopolitik konumu, Cumhurbaşkanlarını bölgesel hegemonya politikaları izlemeye teşvik etmiştir. Ancak Mısır daima İsrail için bir tehdit olarak algılanmıştır. Mısır’ın ulusal kimliği Arapçılık ile bir olmasa da, Arap-İslam kimliği Mısır’ın dış politika planlamasında çok belirleyici bir rol oynamıştır. Otoriter yönetim biçiminden dolayı Mısır’ın dış politikası büyük oranda cumhurbaşkanlarının kişiliklerine göre şekillenmektedir. Cumhurbaşkanı Mursi daha serbest
politikalar izleme niyetinde olmasına rağmen, iç ve dış kısıtlamalar doğrultusunda hareket etmek durumundadır. Önceki rejimlerle aşağı yukarı
benzer politikalar izlemek mecburiyetindedir. Küçük bir ülke olan Ürdün’ün ABD ile ilişkileri oldukça yakındır ve Batı dünyası ile ilişkilerini ulusal güvenlik ve istikrar açısından elzem olarak tanımlamaktadır. Ürdün, dış politikasında arabulucu bir rol öngörmüştür.

MISIR

7. yüzyılda İslam ordularının Mısır’ı ilhak etmesiyle birlikte, Mısır halkı, kısa sürede Araplaştırıldı ve İslam dinini benimsedi. Mısır’ın yüzyıllarca yabancı güçlerin yönetimi altında kalması ve İngiliz İmparatorluğu’na karşı uzun yıllar bağımsızlık mücadelesi vermesi, Mısır’da çok güçlü bir milliyetçiliğin yeşermesine neden oldu. Örneğin, söylemlerinde ve politikalarında, Arap milliyetçiliğine aşırı vurgu yapan Devlet Başkanı Nasır, kendi rejimini sağlamlaştırmak, Batı hegemonyasına karşı koymak ve Mısır’ı bölgesel güç haline getirmek için milliyetçi söylemlerden faydalanmıştır. Diğer taraftan Devlet Başkanları Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek, ekonomik ve siyasi sıkıntılardan kurtulabilmek amacıyla Mısır’ın dış politikasında milliyetçi tutkulara yer vermemeye özel gayret gösterdiler. Günümüzde Devlet Başkanı Mursi, dış politikasında aşırı milliyetçi söylemlere yer vermemektedir.



Coğrafi Konum

Mısır, coğrafi açıdan çok önemli bir ülkedir.Çünkü coğrafi konumu, Mısır’a, Afrika ile OrtaDoğu ülkeleri arasında bir geçiş kapısı olma fırsatı vermektedir. Diğer bir ifadeyle, Mısır, iki kıta arasında (Afrika ve Asya) bir kara köprüsü ve ikitemel deniz yollarını (Akdeniz ile Hint Okyanusu) birbirine bağlayan bir hat olarak stratejik bir konumu işgal etmektedir. Süveyş Kanalı, petrolsevkiyatı açısından temel güzer gâhı oluşturmaktadır.
Afrika, Arap, İslam ve diğer kalkınmakta olan ülkelerin liderliğini yapan Mısır, Arap-İsrail sorununda, savaşa başvurmada veya barışın oluşturulmasın da temel aktör olarak rol oynamıştır.Mısır, bölgenin seçkin medeniyet merkezidir.Mısır, kalabalık bir nüfusa ve güçlü askeri yapıya sahiptir. Bu özelliklerinden ötürü, Mısır,bölgenin doğal lideri olarak ortaya çıkmaktadır.Coğrafi konumundan ötürü Mısır, tarih boyunca büyük devletlerin hedefi haline gelmiştir. Bunedenle Mısır halkı, şu görüşü savunmaktadır:Mısır, ya kendi bölgesel çerçevesinde lider ya da
büyük devletlerin kurbanı olacaktır. Bu düşünceden ötürü, Mısırlı yöneticiler, geleneksel olarak,Sudan, Suriye ve Arap Dünyasında güç gösterisinde
bulunmaya çalışmıştır. 1940 ve 1950’ler de,Mısır, kendi ülkesindeki İngiliz üslerini kaldırmak için Arap Birliği’ni bölgesel baskı aracı olarak
kullanmıştır.

1952 yılındaki askeri darbe sonrası dönemde,Mısır’ın jeo-stratejik konumu, liderlerin ihtiraslarını şekillendirmiştir. Devlet Başkanı Nasır, Mısır’ın, Afrika, Arap ve İslam Dünyasının merkezinde yer aldığına inanmaktaydı. Mısır’ı, özel/çekirdek Arap devleti olarak gören Nasır, Arap Dünyası’nı,  Mısır’ın doğal etki alanı olarak nitelendirmekteydi.
Bu nedenle, Batılı ülkeler tarafından bölgenin kontrol altında tutulmasına karşı sert politikalar izledi.
İsrail’den algıladığı tehdit, Mısır’ın güvenlik politikasının en temel belirleyici unsurunu oluşturuyordu. 

ABD tarafından desteklenen İsrail,Mısır’ın sınırının hemen ötesindeydi ve bu ülkenin Doğu’daki Arap ülkelerine ulaşmasını engelliyordu. Böylece 1950 ve 1960’larda, Arap dünyasında siyasi ve askeri imkânların dan dolayı hegemon güç olabilecek ve İsrail’i caydırabilecek yegâne ülke Mısır idi. Son olarak, 1952 Devrimindensonra, Mısır, Bağlantısız ülkelerin liderlerinden birisi haline geldi.

Kimlik ve İç Siyaset
Mısır’ın Arap-İslam kimliği, dış politikasını şekillendirmiştir.

Mısır’ın ulusal kimliği, hiçbir zaman Arapçılık/Arap Birliği (Arabism) anlayışıyla bütünleştiril memiştir. İslam öncesi mirası ve etnik homojenliği ile bütünleşmiş, 
kısmen soyutlanmış Nil Vadisi merkezli medeniyeti, Mısır’a, diğer Orta Doğu ülkelerinden farklı, kendisine özgü bir kimlik edinmesinde yardımcı olmuştur.
Mısırlı entellektüel ler, kendi ülkelerini, Akdenizli olarak da görmektedir. Aynı zamanda Mısır, İslam Medeniyetinin merkezinde de yer almaktadır.

Her şeye rağmen Mısır’ın popüler kültürü, İslam’dır. Bu nedenle Mısır halkı, kolayca İslami refleksler sergileyebilmektedir.
Diğer Arap ülkeleri gibi, Mısır da, aynı emperyalist ve Siyonist düşmanlar ile tarihi boyunca yüzleşmek zorunda kalmıştır. Bu nedenle, Devlet Başkanı Nasır’ın Pan-Arap mesajı, Arap coşkunluğuna neden olmuştur. Böylece Nasır’ın rejimi, sistematik olarak Mısır’da Arap kimliğinin propagandasını yapmıştır. Yine de Mısır’daki Arapçılık (Arabism) anlayışı, göreceli olarak üstünkörü bir şekilde muhafaza edilmiştir. Çok sayıda Mısır vatandaşı ve entelektüeli, çok sığ bir şekilde diğer Arap devletleri ile birlikteliğe (Arapçılığa) duygusal olarak bağlı kalmıştır.
Çoğu Mısırlı için, Mısır kimliğinin temel unsuru, Arap-İslami’dir. Mısırlılar, Arapça konuşmaktadır ve nüfusun yaklaşık yüzde 90’nı Müslüman’dır.

Yine de Devlet Başkanı Nasır, bölge halkını, kendilerini, Arap dünyasının bir parçası olarak düşünmeleri yönünde teşvik etmiştir. Böylece Nasır, bölgedeki halk için, Arap ulusunun yeniden canlanmasını temsil ediyordu. Devlet Başkanı Nasır da kendisini Arap dünyasının lideri olarak görüyordu. Ancak Devlet Başkanı Enver Sedat, Pan-Arap söylemlerden/yaklaşımlardan kendisini uzakta tutmaya gayret etmiş ve daha çok Mısır merkezli kimliği  teşvik emiştir.

Güvenlik, Emperyalizm-Karşıtlığı ve Ekonomi

Emperyalizm-karşıtlığı görüşleri ile ekonomik yetersizliği, Mısır’ın ikilemli/paradoksal dış politika gütmesine neden olmaktadır. Uzun yıllar
yabancı güçlerin yönetimi altında kalması nedeniyle, Mısır’da oldukça güçlü milliyetçilik duyguları bulunmaktadır. Mısır’ın ulusal ideali, hem
Doğu’dan hem de Batı’dan bağımsız hareket edebilmektir.

Zaten şimdiki Devlet Başkanı Mursi de sürekli olarak bu noktayı vurgulamaktadır. Diğer taraftan fakir ülke olmasından ötürü, kalabalık
nüfus, sınırlı kaynaklar ve sürekli oluşan ödemeler dengesindeki negatif durum arasındaki yapısal dengesizlik, Mısır dış politikasını doğrudan etkilemektedir. Böylece Mısır, dış yardımlara ve kredilere bağımlı hale gelmiştir. Bu sebeple, Mısır, çok yüksek derecede dış pazarlara ve kaynaklara bağımlıdır.

Böylece Mısır, iç istikrarını ve dış güvenliğini muhafaza edebilmek ve ekonomik kalkınmasını sağlayabilmek amacıyla, dış finansal ve askeri yardımları kesintisiz alabilecek şekilde dış politikasını belirlemek zorunda kalmıştır. Bu nedenle Mısır, dış politika alanında, birbirine zıt iki hedefin
meydan okuması ile karşı karşıya kalmıştır:

a. Ülkenin özerkliğini ve güvenliğini koruma ve

b. Kalkınma için ekonomik kaynakları harekete geçirme.

Jeo-politik merkeziliği ve Arap Dünyasındaki ağırlığı, Mısır’ı, Arap Dünyasının merkezine oturtacak güç kaynaklarına yatırım yapmaya teşvik etmiştir. Böylece Mısır, kendisini, bölgesel ve uluslararası sistemler arasında bir köprü olarak sunmuştur. Fakat Mısır’ın ekonomik kaynaklar açısından yetersizliği, bu ülkenin, diğer devletleri kendi etki alanının içerisine almasını engellemiştir.

Jeostratejik konumundan ötürü, Devlet Başkanı Nasır, dış politikayı, ulusal kazanımlar ve ekonomik kalkınma ile birleştirmek için kullanmıştır.
Nasır’ın Arap milliyetçiliği söylemi, Mısır’ın, süper güçlerden ekonomik yardım elde etmesine olanak sağlamıştır. Fakat güvenlik ihtiyaçları ve
Nasır’ın ihtirasları, Mısır’ın elde ettiği ekonomik kazanımları kısa sürede tüketmiştir.

Devlet Yapısı

Dış politikanın planlamasında, Devlet Başkanı ayrıcalıklı bir konuma sahiptir ve otoriter devletin Anayasası1, Devlet Başkanı’na bu bakımdan uygun yetkiler vermektedir: Devlet Başkanı, Başkomutandır.

Savaş ilan etme yetkisine sahiptir. Uluslararası antlaşmalar imzalayabilir. Devlet Başkanı, eğer kendi kişilik özellikleri izin verirse, dış politika yapım 
sürecinde elitlere ve dış politika uzmanlarına danışabilmek tedir. Bu elitlerin ve uzmanların dış politikayı etkileme güçleri ise, devlet başkanıyla olan 
kişisel ilişkilerine bağlıdır.

Göreve geldiği ilk yıllarda, Devlet Başkanı Nasır, diğer Devrim Konseyi üyelerine danışarak dış politikasını belirliyordu. Bu nedenle Nasır, o dönemde elitler arasında görüş birliğini sağlamaya özel gayret gösteriyordu. Ancak zamanla Devlet Başkanı’nın mutlak kontrolü altında olan, askeri elitler tarafından liderlik yapılan tek partili otoriter- bürokratik bir rejim inşa eden Nasır, parlamento, basın ve yargıyı, otoriter rejimin emrinde yapılar haline getirmiştir. Nasır’ın karizmatik liderliği, rejime geniş halk kitlelerinin desteğini sağlamıştır. Yine de ordu, bürokrasi, orta sınıf ve halk arasında bir koalisyon ortaya çıkmıştır.

Bu güçlü rejim, iç sınırlamalardan özerk kalmayı tercih etmiştir.

Devlet Başkanı Enver Sedat döneminde, siyasal sistem temel olarak otoriter karakterini muhafaza etmiştir. Başkan Sedat, dış politikada yegâne otorite olarak hareket ediyordu. Hatta Sedat, tek taraflı olarak dış politika kararlarını belirleme yetkisini kendi tekelinde tuttu. Bu tutumundan ötürü, İsrail ile antlaşmayı kimseye danışmadan imzaladı. Ancak 1973 yılında İsrail’e savaş ilan ederken, askeri ve siyasi elitler ile istişarede bulunmuştu.
Fakat zamanla diğer elitler karşısında gücünü pekiştiren Sedat, savaş sonrası dönemde barış görüşmelerini tek başına sürdürmeyi tercih etti. 

Devlet Başkanı’nın hâkim konumuna rağmen, yine de Mısır’ın dış politika bürokrasisi, Arap dünyasında en fazla kurumsallaşmış etkili bir kurumdur.

Devlet Başkanı Mübarek ise, kararlarını alırken, kendisine yakın danışmanlarıyla istişarelerde bulunmuştur.

Nasır, Sedat ve Mübarek, yine de üç temel konuda benzerlik sergilemektedir: 

a) Her üçünün rejimi, askeri elitler ile ittifak ilişkileri içerisindeydi,
b) İstihbaratın etkisi çok fazlaydı ve c) demokrasiye karşı nefret besliyorlardı.

Ordu, Mısır toplumunun temel köşe taşlarından birisiydi. İstihbarat birimi de, Mısır toplumunun kontrol altında tutulması için hayati rol oynamaktaydı.
Devlet Başkanı, devletin başıdır. Ulusal Parlamento, yasama yetkisini elinde tutmaktadır.

Devlet Başkanı, Parlamento tarafından kabul edilen yasaları veto etme ve Başkan Yardımcısını, Başbakanı ve Bakanları atama yetkisine sahiptir.
Başkomutan olan Devlet Başkanı’nın kararları, kanun hükmünde kabul edilmektedir.

Mısır’daki Pan-Arap milliyetçilik, güçlü İslami motiflere sahiptir. Bu milliyetçilik anlayışı, Müslüman Kardeşlerin İslam Birliği’ne köprü olarakhareket etmekteydi. Hıristiyanlara karşı ciddi bir ayrımcılık yapılıyordu. Mısır’a hâkim olan anlayış, Nasır’ın Arap sosyalizmi ve militan siyasalİslam’ı içermekteydi.

Sonuç olarak Mısır dış politikası, farklı değerler, devlet başkanlarının algılamaları/ihtirasları ve çevresel koşullar tarafından esaslı bir şekilde belirlenmiştir.
Dış Politikasının İşleyişi Devlet Başkanı Nasır, Mısır’ın gerçek anlamda bağımsızlığı üzerine güçlü duygulara sahipti. Nasır, Mısır’ın uzun yıllardır Batı emperyalizminin siyasi olarak doğrudan kontrolü altında kalmasını sona erdirmeyi, Arap-İslam kimliğini yeniden inşa etmeyi ve bağımsız ulusal ekonomik yapının kurulmasını savunmuştur. 

Arap devlet sisteminde Batı’nın üstünlüğünü ortadan kaldırmaya gayret etmiştir. Bu düşüncesinden ötürü, Bağdat Paktı’na karşı çıkan Nasır, Bağlantısızlık
Hareketi’nin bir üyesi oldu ve Arap devletleri arasında müşterek güvenlik arayışlarını destekledi.

Başkan Nasır, Bağdat Paktı’nı, Arap bağımsızlığına ve özerkliğine karşı bir tehdit olarak görüyordu.

İsrail’in Gazze’ye saldırısı üzerine, Sovyetler Birliği ile ilişkilerini geliştirdi.
Nasır’a göre Batılı devletler ve İsrail, Arap ülkeleri arasındaki ayrılıkları derinleştirerek, bölge üzerindeki hâkimiyetlerini pekiştirmeye gayret
etmektedir ve bu nedenle bu durumu engellemenin yegâne yolu Mısır’ın liderliği altında Arap dünyasının birlikteliği idi. Arap-İslam kimliğinevurgu yapan Nasır’ın Arap Birliği politikasını, İsrail’in saldırıları daha fazla pekiştirmiştir.

Başkan Nasır, bu tür politikalar sayesinde Mısır’ın Arap liderliğinin pekiştiğini düşünüyordu ve bu sayede dünya siyasetinde ülkesinin stratejik ağırlığının
arttığını hissediyordu. Bu politikaları için, Nasır, her iki süper güç ile ilişkilerini geliştirdi ve her ikisinden de arzu ettiği askeri ve mali yardımları
sağlamaya çalıştı. Ancak Nasır’ın politikaları,

Batı yanlısı Arap ülkeleri (Suudi Arabistan gibi) tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Fakat 1967 Savaşı, Mısır’ın kişisel ihtiraslarını bir kenara koymasına neden oldu. 1979 yılında, İsrail ile Camp David Antlaşması imzalayan Mısır, antlaşmanın ardından Arap dünyasında yalnızlaştırılmıştır.
Başkan Sedat, 1967 Savaşında kaybedilen toprakları geri almak için sadece Amerikan yönetiminin İsrail üzerinde zorlayıcı tedbirler alabileceğini
düşünüyordu. ABD aynı zamanda Mısır’a ihtiyaç duyduğu ekonomik yardımı sağlayabilirdi.

Sedat göreve geldiği zaman, ABD’nin desteğinde barışı sağlamaya ve İsrail’in işgal ettiği topraklardan geri çekilmesi için çözüm bulmaya hazır idi.
Sedat, Suudi Arabistan’ın liderliğindeki muhafazakâr Arap devletleri ile yakın ittifak ilişkileri kurdu. Suudiler, Sovyetler Birliği’ne bağımlılığını azaltmak için Mısır’a petrol yardımında bulundu. Pan-Arap politikaları terk eden Sedat, bölge devletleri üzerinde hâkimiyet kurmak yerine, bu devletler ile işbirliği arayışı içerisinde oldu. 1973 yılında Sedat, kaybettiği toprakları geri kazanabilmek için sınırlı bir savaş başlattı. Fakat başarısız oldu. Bunun üzerine ABD’nin önerilerini kabul etmek zorunda kaldı.

Devlet Başkanı Mübarek, Mısır’ı, Arap dünyasına yeniden entegre etmeye gayret etti. Petrol zengini Arap ülkeleri de İran karşısındaki korkuları ve bölgeye yayılan köktendinci hareketler üzerine, Mısır’ı bölgede dengeleyici güç olarak görüyorlardı. 1989 yılında Mısır, yeniden Arap Birliği’nin toplantılarına katılmaya başladı. Irak, Yemen ve Ürdün ile birlikte, Mısır, Arap İşbirliği Konseyi’ni kurdu. Mübarek, Mısır’ı, Arap Dünyasının moderatörü ve dengeleyici unsuru olarak lanse etti.

Mübarek, bütün Arap rejimleri ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Muhtemel tehditler olan İsrail ve İran’a karşı caydırıcı unsur olan ve iyi silahlanmış
askeri yapısını daha fazla güçlendirdi.

Mübarek’e göre, ABD ile stratejik ittifak içerisinde olunması, Mısır’ın uluslararası sistem ile bağlantı kurmasına yardımcı olan unsurdur.
ABD’nin ekonomik, askeri ve güvenlik yardımlarına karşılık olarak, Mısır, ABD’nin Arap Dünyasına dâhil olmasında en önemli aracı devlet rolü oynamıştır. Washington’ın yanı sıra, Mübarek, Batı Avrupa ve Sovyetler Birliği ile de ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Irak’a yaptırımlar konusunda, ABD’nin sert çizgisinden Mısır’ı uzak tuttu. 

Devlet Başkanı Mübarek, Arap-İsrail çatışmasında, görüşmeler yoluyla çözüm bulunmasını desteklemiştir. İsrail ile yapılan barış antlaşmasınasadık kalan Mübarek, ABD ile yakınlaştı, Arap devletleriyle ilişkilerini geliştirerek, Arap dünyasındaki yalnızlığını sona erdirmeye çalışmıştır.Ilımlı Arap devletleriyle ilişkilerini geliştirme konusunda başarılı olmuştur.

 Mısırdaki pan - Arap Milliyetçilik, Güçlü islami motiflere sahiptir, Bu milliyetçilik anlayışı, Müslüman Kardeşlerin İslam birliğine köprü olarak 
hareket etmekteydi. Hiristiyanlara karşı ciddi bir ayırımcılık yapılıyordu., Mısıra hakim olan anlayış, Nasırın Arap Sosyalizmi ve Militan siyasal islam'ı 
İçermekteydi 

Devlet Başkanı Muhammed Mursi, dış ilişkilerinde Mısır’ın özgür iradesini yansıtmasını ve böylece daha bağımsız dış politika izlenmesini istemektedir. Hatta bu bağlamda İran’daki Zirve sırasında, Mursi, ABD ve Batılı ülkeleri dışlayan, İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde SuriyeTemas Grubu’nun kurulmasını önermiştir. Diğer devletler ile dostane ilişkilerin geliştirilmesini savunan Mursi, Çin ve İran’ı ziyaret etmiştir.

Arap Dünyası ile İslam âlemine, işbirliğine dayalı ilişkilerin geliştirilmesi için katkı yapmaya hazır olan Mısır, İslam devletleri ile diğer devletlerarasında
karşılıklı anlayışın gelişmesini savunan Medeniyetler Arası Diyalog girişimlerine destek vermektedir. Mısır’ın Arap Dünyası ile Afrika ülkeleri
arasında işbirliği merkezi haline gelmesini arzulayan Mursi, Afrika’da ekonomik gelişmenin güçlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Körfez ülkeleri ile dengeli ilişkilerin kurulmasını, Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılmasını ve Birleşmiş Milletler’de reform çabalarını
destekleyen Mursi, Amerikan yönetimi ile ilişkilerin geliştirilmesi taraftarıdır. Bunun da iki nedeni vardır. Birincisi, bu ikili ilişkiler sayesinde,
bölgede demokratikleşmenin ve istikrarın geliştirilmesi için yoğun çaba harcamayı düşünmektedir.

Zaten Mursi, bölgedeki demokratikleşme taleplerini desteklemektedir. İkincisi ise, Mısır, ciddi düzeyde mali yardımlara ve dış yatırımlaraihtiyaç duymaktadır. Amerikalı, Türk, Katar ve Suudi firmalar, Mısır’a yatırım yapma sözü vermişlerdir.

ABD, 450 milyon dolar mali yardım sağlama sözü vermiştir. IMF’nin de 6 milyar dolar kredi vermesi beklenmektedir. Fakat yine de
Mısır halkı, Amerika karşıtı duygular beslemektedir. Demokratik, modern ve sivil bir devletin kurulmasını düşünen Mısır yönetimi, hukukun üstünlüğünü,
demokrasiyi ve insan haklarına saygıyı devletin temel ilkeleri olarak görmektedir. Devletlerarası ilişkilerde karşılıklı saygıyı ve eşitliği
benimseyen Mursi, ülkesinin ulusal güvenliğinin niçerisine, Afrika, Arap Dünyası, İslam alemi ve diğer bölgeleri de dahil etmektedir.
İsrail-Filistin sorununda, tarafların müzakereler yoluyla soruna çözüm bulması gerektiğini düşünen Mursi, el Fetih ve Hamas arasında arabulucu
rolü oynamaya hazırdır. Başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını isteyen Mursi, Suriye’de insanlık dramının bulunduğunu
belirterek, çatışmaların bir an önce bitirilmesini arzu etmektedir. Sorunun çözümü konusunda ortaya konulan çabaları destekleyen Mursi, Suriye’ye 
dışarından askeri müdahaleye karşıdır.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder