5 Mart 2017 Pazar

SAVAŞ OLGUSUNUN DÖNÜŞÜMÜ, YENİ SAVAŞLAR VE SURİYE KRİZİ, BÖLÜM 2


SAVAŞ OLGUSUNUN DÖNÜŞÜMÜ, YENİ SAVAŞLAR VE SURİYE KRİZİ, 
BÖLÜM 2



Yeni Savaşların Ekonomi Politiği 

Yeni savaşlar ile geçmiş dönemlerdeki devletler savaşını birbirinden ayıran en önemli özelliklerden biri savaşın ticarileşmesidir.35 
Nasıl ki yeni savaşlarda devletin güç kullanma tekelinin ortadan kalkması ve yönetim mekanizmalarının işlemez hale gelmesi söz konusu olmuşsa, ekonomik düzenin altüst olarak ortaya yeni bir savaş ekonomisinin çıkması da kaçınılmaz olmuştur. Bunda şu üç unsurun etkisi vardır. Birincisi, hâlihazırda küreselleşme 
ile birlikte artan ticari ve finansal ilişkilerin paralel olarak yeraltından işleyen yasa-dışı ekonomilerin çoğalmasına zemin hazırlamasıdır. Dünyanın 
birçok yerinde silah kaçakçılığı, insan ve uyuşturucu ticareti, yasa-dışı mal alım satımı gibi faaliyetler artarken, yeni savaşların yaşandığı yerlerde 
bu durum savaşın katalizörü denilebilecek bir hal almıştır. İkinci etken savaşın getirdiği kaos ve yıkımın ülke içi ekonomiyi çökertmesidir. Kamu 
harcamaları ile üretim ve yatırım faaliyetlerinin durma noktasına gelmesi, işsizlik ve enflasyonun tırmanması, altyapının tahrip olması, yerel hizmetlerle 
birlikte temel ihtiyaçlara ulaşmada görülen yoksunluk bir bütün olarak savaş ekonomisine geçişi hızlandırmıştır. Üçüncü ve en önemlisi ise ilk iki 
unsurun varlığıyla kolaylaşan ve savaşın yeni aktörleri tarafından yürütülen bir savaş ekonomisi oluşturma girişimidir. 

Bu girişimler soygun, talan, gasp, haraç, ganimet malı satma, yasa-dışı mal ticareti, kaçakçılık, suç örgütleriyle işbirliği, karaborsadan silah ve cephane 
alımı, petrol rafinerileri ve kıymetli maden tesislerinin ele geçirilmesi, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, tarihi eser kaçakçılığı, kıymetli mala sahip 
dükkan ve iş merkezlerinin yağmalanması, barajların ve elektrik santrallerinin kontrol altına alınması ile tarım arazilerinin işgal edilmesi gibi çok 
geniş yelpazeye yayılan bir ağ formundadır. Dolayıyla savaşın devlet-dışı aktörleri olarak bilinen yerel savaş grupları, çeteler, terör örgütleri, paramiliter 
kuvvetler ve organize suç örgütlerinin her biri savaşçı kimliklerinin ötesinde, bu ekonomik faaliyetleri yürüten ‘girişimciler’ olarak seçkinleşmektedir. 

Savaşkan tarafların liderliğini yapan lordların ekonomik faaliyetlerini sürdürerek hayatta kalmaları ve zenginleşmeleri savaşın devam etmesine 
bağlı olduğundan, bu grupların örtülü bir mutabakat içinde oldukları anlaşılmaktadır. Zira savaşarak elde edilebilecek kârın savaşın maliyetinden 
fazla olması, yeni savaşları cazip bir araca dönüştürmektedir. Buradan hareketle, belirtilen illegal ekonomik faaliyetlerin ve savaş gruplarınca elde 
edilen kârların savaşın bir sonucu mu yoksa ortaya çıkmasındaki bir saik mi olduğu esas tartışma konusunu oluşturmaktadır. 

Berdal’ın işaret ettiği gibi savaş üzerine yapılan birçok çalışmada ekonomik çıkar dürtüsüyle çatışmalara zemin hazırlandığı gerçeği göz ardı 
edilmektedir.36 Çatışmaların ortaya çıkış sürecinde ve ilk aşamalarında savaşın finansmanı için başlatılan illegal girişimler, giderek normalleşen 
kaos ortamında bir kâr aracına dönüşmektedir. Mello’ya göre savaşların bu yeni dönüşümündeki kıvılcımı çakan şey taşıdığı ekonomik fırsatlardır. 
Ona göre yasa-dışı savaş ekonomisi, içinde doğduğu toplumun maddi sıkıntılarından yakınanların değil, kazançlı ganimet ve kârların peşinde koşan 
savaşçıların ortaya çıkardığı bir modeldir.37 Dolayısıyla yeni savaşların ekonomik yönden bu kadar geniş bir ağa sahip olması, savaş girişimcilerinin 
bunu savaşın yeni bir boyutu olarak değil istikrarsız siyasi ortamların yeni kazançlı iktisadi modelleri şeklinde görmeleriyle açıklanabilir. 

Savaşçıların siyasi hedeflere yönelen saldırganlardan girişimcilere ve örgüt liderlerinin çeşitli ekonomik faaliyetlere soyunan ‘iş adamlarına’ 
dönüşmesi,38 yeni savaşların ekonomi politiğinde ayırt edici bir özelliktir. Uygulamada bunun yürütülme biçimi, yerel faaliyetlerden uluslararası bağlantılara kadar uzanan geniş bir yelpazeye sahiptir. Bunların başında savaş gruplarının ele geçirdiği bölgelerdeki sivil nüfustan zorla aldığı mal, mülk 
ve para gelmektedir. Gasp, haraç ve soygun şeklinde elde edilen bu kaynaklar savaşçılara göre verginin kılık değiştirmiş halidir. Devlet otoritesinin 
yerine geçen çeteler bu ‘vergiye’ süreklilik kazandırarak ciddi bir finansman oluşturmaktadırlar. 

Nüfusun şiddet kullanılarak yerinden edildiği durumlarda ise yağmalama başlamaktadır. Evler, yerel üretim merkezleri ve mağazalar öncelikli 
hedeftir. Gıda, eşya, yakacak, kıymetli mal, hayvan ve taşıtlar savaşçılara hayatta kalmak için temel girdi sağlamaktadır. Özellikle merkezi bölgelerin 
ele geçirilmesiyle elde edilen ganimetin kaçakçı şebekeler aracılığıyla satılması önemli parasal kaynak oluşturmaktadır. Kimi zaman farklı savaş 
grupları arasında mücadeleye neden olan ekili tarım arazileri temel ihtiyaçlar açısından mühim yer tutmaktadır.39 

Bu yerel faaliyetlerin çoğu, kâr amacından ziyade temel ihtiyaçları karşılamaya yöneliktir. Savaşın sürdürülmesi ve ekonomik bir girişime 
dönüştürülmesi için daha kapsamlı adımlar atılmaktadır. Misal olarak, petrol ve doğalgaz gibi yeraltı kaynaklarına ait rafineriler ele geçirilerek 
karaborsada işletilir, ülke içinde ve dışında kaçakçılar vasıtasıyla satılarak karşılığında silah ve cephane alımı için kaynak oluşturulur. Savaş lordları, 
kurdukları uluslararası bağlantılarla uyuşturucu ve insan ticareti yaparak kârlarını katlarlar. Eğer kontrol altına alınan bölge kültür varlıkları ve tarihi 
eser bakımından zenginse, bu paha biçilmez yapıtların el altından piyasada paraya çevrilmesi söz konusu olur. Son olarak banka ve sarraf gibi yüksek 
meblağda para ve altın bulunan yerler, milis grupların iştah kabarttığı kritik saldırı ve soygun noktaları olarak öne çıkarlar. 

Savaş ekonomisinin yeraltından dışa açılan, çok aktörlü ve karmaşık bir ağa bürünen bu yapısı, nihayetinde lordların uluslararası ölçekte kâr 
sağladığı ve Münkler’in dile getirdiği şekliyle “savaşın maliyetinin dağıtıldığı, kazancın özelleştiği ve zararın ise toplumun sırtına yüklendiği”40 
bir sistem meydana getirmektedir. Özetle denilebilir ki savaş, kimileri için ekonomik yıkım, kimileri içinse kârlı bir girişimdir. Kimilerine göre felaket, 
kimilerine göre ise korunması gereken bir düzendir. 

Bu açıdan bakıldığında Suriye krizinde görülen örnekler IŞİD, ÖSO, Nusra Cephesi, İslami Cephe ve rejimin savaş şartları dolayısıyla her türlü 
ekonomik değeri fırsata çevirdiğini göstermektedir. Örneğin ülkenin kuzey-doğusundaki Deyr-ez Zor’da bulunan petrol sahalarının ilk olarak Nusra 
Cephesi tarafından işgal edilmesi, bu tür stratejik bölgelerin savaş ekonomisi açısından önemini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Nusra Cephesi’nin 
işgal süresince günlük 10.000 varil petrol çıkarttığı Ömer petrol sahası, bir süre sonra IŞİD’in eline geçerek işlemeye devam etmiştir. Suriye 
petrollerinin %60’ına ev sahipliği yapan Deyr-ez Zor’daki kuyuların çoğu şu an IŞİD’in idaresindedir. Benzer şekilde Haseki bölgesi önemli bir petrol 
sahası olarak PYD’nin kontrolüne girmiş durumdadır. Ayrıca Ahrar-el Şam ve Tevhid Tugayları adlı grupların Rakka kenti yakınlarındaki bazı küçük 
kuyuları kontrol ederek önemli gelir elde ettikleri bilinmektedir.41 Özellikle IŞİD’in elindeki büyük rafineriler sayesinde günde en az 1 milyon dolar 
kazandırdığı ve petrolü kaçak yollardan Suriye dışına çıkardığı belirtilmektedir.42 

Bir başka gelir kaynağı olan tarihi eserlerin ağırlıklı olarak ÖSO militanlarınca Ürdün üzerinden illegal şekilde kaçırıldığı basında yer almıştır.43 
Tarihi ve kültürel varlıklar açısından zengin bir mirasa sahip Suriye’de, muhalif savaşçıların yağmaladıkları paha biçilmez eserleri silah satın alabilmek 
için ucuz fiyatlara sattığı öne sürülmektedir.44 Bunun dışındaki önemli bir olay ise IŞİD’in banka soymasıdır. Haziran 2014’te Irak’ın Musul kentindeki 
bir bankayı ele geçirerek 400 milyon dolar değerinde Irak Dinarı’na el koyan IŞİD’in günümüze dek görülen en zengin örgüt olduğu dile getirilmektedir. 
Her ne kadar olay Suriye dışında gerçekleşmişse de bütüncül ve koordineli yapısı, örgütün bu zenginliğinin Suriye’deki savaş açısından 
da etkisi olacağını göstermektedir. 

Suriye iç savaşında IŞİD’in yanı sıra PYD, Nusra Cephesi, İslami Cephe ve ÖSO’nun yaygın olarak kullandığı gelir yöntemi, kontrol edilen bölgelerdeki 
sivil halktan zorla alınan haraçlardır. Vergi adı altında toplanan bu paralarla savaşçılar hem temel ihtiyaçlarını karşılamakta hem de lojistik ve 
ekipman konularındaki ihtiyaçları için kaynak oluşturmaktadırlar. Dahası ele geçirilen yerleşim yerlerindeki halka ait malların ganimet olarak görülüp 
soyulması, değerli eşya ve araçların gasp edilerek satılması olağan hale gelmiştir.45 ABD Hazine Bakanlığı Terörizm ve Mali İstihbarat Müsteşarı 
David Cohen, IŞİD’in ekonomik faaliyetlerine ilişkin yaptığı açıklamada, örgütün yağma ve soygun yoluyla kayda değer ölçüde gelir elde ettiğini, 
ayrıca rehin aldığı gazeteci ve Avrupalı vatandaşlar sayesinde topladığı fidyelerin IŞİD’e bu yıl en az 20 milyon dolar kazandırdığını kaydetmiştir.
46 Ek olarak, tarım arazilerini hem buralardaki mamullerden yararlanmak hem de sahiplerinden vergi toplamak için kullanan gruplar geniş arazilerin 
kontrolü için çatışmalara girebilmektedir. Özellikle Nusra Cephesi ve IŞİD ülkenin çeşitli yerlerindeki binlerce hektarlık tarım arazisini kendi kontrolüne 
almıştır.47 Son olarak Suriye’deki grupların silah ve cephane alımını, kaçakçılık faaliyetleriyle diğer ülke sınırları üzerinden temin ettiği,48 bu teminatın 
ise yapılan ekonomik faaliyetler sayesinde kazanılan paralardan sağlandığı konusunda bilgiler mevcuttur. 

Diğer Taktik ve Stratejiler;

Şiddetin Araçsallaştırılması, Kimlik Siyaseti ve Cinsel İstismar, 

Creveld, mutlak anlamda savaşın belli bir grubun diğerlerini öldürmesiyle değil, herkesin birbirini öldürme riski seviyesine varıldığında başlayacağını 
söylemektedir.49 Yeni savaşların kaçınılmaz bir sonucu haline gelen bu durum, şiddetin devlet tekelinden çıkarak özelleşmesinin varabileceği 
en üst noktayı temsil etmektedir. Kaosun ürettiği güvensizlik ortamında her grubun şiddeti sistematik biçimde sivillere yöneltmesi ve bunu bir araç haline 
getirmesi asıl belirleyicilerdir. 

Korku ve dehşet atmosferi oluşturmak için gerçekleştirilen kitlesel kıyımlar, vahşi işkence teknikleri, toplu göçe zorlama ve tecavüzler özelleşen 
şiddetin yeni sembolleridir. Bu sembollerin taşıdığı anlam, ilk olarak sivilleri bir bölgeyi terk etmeye, yoksa silahlı grupları sürekli desteklemeye 
zorlamaktır.50 İkincisi, insanlara ait değerli eşya ve araçların ele geçirilmesi ile maddi bir kâr sağlamaktır. Bir diğer amaç, kendi ideolojisine uygun 
savaşçılar devşirebilmek için başkalarının kurban edilmesidir. Yani düşman kimliklerin yok edilmesi üzerinden destekçi kazanmaktır. Son olarak 
medya ve kamuoyunda dikkat toplamak, ün salmak ve propaganda yapmak için vahşi katliamlar gerçekleştirilmektedir. Bu noktada araçsallaştırılan 
şiddetin hedef ve motivasyon açısından eski ve yeni savaşları ayıran yönü de belirginleşmektedir. 

Kalyvas’ın belirttiği gibi eski savaşlarda şiddet, bugünkü kadar keyfi, ölçüsüz ve dehşet verici olmamıştır. En azından bu kadar görünür bir husus değildir. Planlı, stratejik amaçlara ulaşmak için merkezi komuta kademesinin yönettiği düzenli ordular ve cepheler vardır. Asker disiplin içindedir ve bunu besleyen siyasi bir liderlik mevcuttur.51 Oysa şimdi, sivil hedeflere yönelen aşırı şiddetin kendisi hem bir taktik hem de “disiplin” haline gelmiştir. 

Şüphesiz savaşın olduğu her dönemde sivil kayıplar yaşanmıştır. Bu kaçınılmaz gerçeğin yeni savaşlardaki ayırt edici özelliği, kasıtlı olarak meydana gelmesidir. Yeni savaşlarda asker-sivil ayrımının ortadan kalkması sivillerin esas mağdur kesim olmasına yol açarken52 bu mağduriyet onların hassas, savunmasız ve silahsız olmaları veya çatışmalar esnasında yerleşim bölgelerine sızmış üniformasız savaşçıların tesadüfen yakınında bulunmalarından değil, doğrudan hedef alınarak istismar edilmelerinden kaynaklanmaktadır.53 

Sivillerin hedef tahtasına konulduğu bu yapıda şiddetin bir araç olarak üretilmesi ise yine sivil nüfusun kimlikleri üzerinden mümkün olmaktadır. 
Artık savaşlar, jeopolitik veya ideolojik amaçları değil, etnik-dinsel ya da kabile bağları üzerinden belli grupların çıkar ve güvenliklerini öncelemektedir.
54 Savaşçılar, kendi hiziplerinin etnik veya dini kimliklerini yüceltip farklı kimlikten olan rakiplerine kin ve nefretle bakan bir propagandayla hem çatışmaları tırmandırmakta hem de bunu idaresi altındaki topluluklara nihai hedefmiş gibi yansıtmaktadırlar. Tarafların birbirini kafir sayması 
veya dine ihanet eden sapkınlar olarak görmesi Creveld’in dikkat çektiği gibi, düşmanın yok edilmesi için günahkar olduğu tezinin işlenmesiyle söz 
konusu olmaktadır.55 

Kuşkusuz kimlik üzerinden inşa edilen şiddet motivasyonu yeni savaşlardan önce de mevcuttur. Lakin yeni savaşların getirdiği fark, önceden belli bir grubun üstünlük veya zaferi için ortaya çıkarılan kimliklerin şimdi şiddetin sürekliliğini sağlayan bir motor haline getirilmesidir. Amaç herhangi bir grubun hakim kılınması değil, şiddetin kesintisiz olarak üretilebileceği itici faktörü açığa çıkarmaktır. 

Bir tür sermaye aracına dönüşen şiddet, savaşın ilerleyen safhalarında yaygınlaşıp olağanlaştıkça her kesimden topluluğun benimsediği ‘doğa 
kanunu’ haline gelmektedir. Güvensizlik arttıkça toplum kutuplaşmakta ve kucaklayıcı değerlere yer kalmamaktadır. Böylece düşman kimliklere 
uygulanan şiddet algısı yeni bir boyut kazanarak artık yalnızca diğer etnik-dinsel toplulukları değil, tarafsız veya ılımlı görüşe sahip olanları da kapsamına almaktadır.56 Kısacası şu veya bu tarafta olmanın dışında üçüncü bir seçenek yoktur. 

Şiddetin araçsallaştırılması doğrudan insanlara yöneltilen fiziksel eylemlerle sınırlı değildir. Dolaylı ve psikolojik araçlara sıklıkla başvurulmaktadır. Örneğin insanlar yaşadıkları bölgede temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale getirilerek göçe zorlanabilir. Bilhassa kuşatma altındaki bölgeler kıtlık, kuraklık ve salgın hastalıklarla karşı karşıya bırakılarak yok edilebilmektedir. Gıda, ilaç ve yardım sevkiyatlarının engellenmesi, elektrik, su ve petrol gibi kaynakların kesilmesi insanları dolaylı bir şiddete maruz bırakmaktadır. Yol, köprü, baraj, hastane, fabrika ve okul gibi yapıların tahrip edilmesi ile şiddetin izleri uzun bir müddet varlığını korumaktadır. Farklı inanç gruplarının kutsal mekanları, ibadethaneleri ve kültür anıtları kundaklanarak, yıkılarak veya bombalanarak57 şiddetin zihinlerde kimliksel bir çağrışım uyandırması sağlanmaktadır. 

Şiddet yönteminin bir başka aracı olarak genç kadınlar savaşçılar tarafından sistematik biçimde tecavüze ve cinsel istismara maruz bırakılmaktadır. Böylelikle ahlaki değerlerin çöküntüye uğratılarak toplumsal dokunun parçalanmasıyla düşman görülen tarafa mağlubiyet psikolojik olarak benimsetilmekte, toplumun kendisini sosyo-kültürel açıdan tekrar üretmesi engellenerek gelecek nesillerin inşası ipotek altına alınmaktadır.58 Tecavüzlerin belli yer ve zamanlarda yahut toplama kamplarında sistematik olarak gerçekleştirilmesi kasıtlı bir stratejinin ürünüdür.59 Fiziksel şiddetten daha derin toplumsal ve psikolojik hasarlara yol açan bu eylemler, yeni savaş sahnelerinin görüldüğü yerlerde sıradan bir faaliyete dönüşmüştür. 

Suriye iç savaşında görülen şiddet eylemleri, yeni savaşlarda bunun nasıl araçsallaştırıldığını birebir ortaya koymaktadır. Krizin başlamasından 
bu yana ülke genelinde çoğu sivil olmak üzere en az 220.000 kişi hayatını kaybetmiş, 18 milyon nüfusu olan ülkenin yarısı ülke içinde veya komşu 
ülkelerde mülteci konumuna gelmiştir. BM ve diğer uluslararası kuruluşlar sahada savaşan tüm kesimlerin savaş suçu işlediğini, ağır işkence yöntemleri 
kullandığını, sivilleri toplu göçe zorladığını, kitlesel tecavüz olaylarına karıştığını ve savaş esnasında ele geçirilen sivilleri çatışmalarda canlı kalkan 
olarak kullandığını rapor etmişlerdir. Raporlarda rejime bağlı askerlerin gerçekleştirdiği keyfi tutuklamalar, işkenceler, yeraltı hapishanelerinde 
uygulanan şiddet yöntemlerine de yer verilmiştir.60 

Araçsallaştırılan şiddetin bir parçası olarak son aylarda IŞİD’in özellikle gayri-müslim kadınları köle olarak kullanması, satması veya cinsel istismara 
maruz bırakması sıklıkla karşılaşılan vakalar haline gelmiştir. IŞİD ve Nusra gibi örgütlerin selefi-cihatçı ideolojilerle gerçekleştirdiği eylemler kimliklerin ötekileştirilip düşmanlaştırılması sürecini derinleştirmiştir. Diğer taraftan PYD’nin silahlı kanadı olarak bilinen YPG, kendisine savaş açan IŞİD’e destek verdiğini iddia ettiği sivilleri katlederken El Nusra, Lübnan sınırında yakaladığı Hizbullah militanlarını ve Lübnan ordusuna bağlı askerleri vahşice öldürmüştür.61 Rejim güçleri ise karadan ve havadan sivilleri hedef aldığı ağır saldırılarda scud füzeleri, misket bombaları, varil bombaları ve hatta kimyasal silahlar kullanmıştır. 

Savaş grupları, siviller ve rakip milisler dışında gazetecileri veya resmi kuruluş çalışanlarını hedef alarak hem birtakım pazarlıklara girişmekte hem 
de uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmektedir. Örneğin Nusra Cephesi, 28 Ağustos 2014’te Suriye sınırındaki Golan Tepelerinde görev yapan 43 
BM Barış Gücü askerini rehin almıştır. Birkaç hafta sonra serbest bırakılan askerlere karşılık örgütün arabuluculuk yapan Katar’dan 20 milyon dolar 
fidye aldığı iddia edilmiştir.62 Krizin başından bu yana 200’e yakın profesyonel gazetecinin öldürüldüğü kaydedilirken bazı Batılı muhabirlerin IŞİD 
ve Nusra gibi örgütler tarafından boğazları kesilerek katledilmesi ve bunların görüntülerinin yayınlanması ciddi sansasyon yaratmıştır. 

Diğer taraftan, bir kısmı UNESCO Dünya Miras listesinde bulunan 300’e yakın tarihi ve kültürel alan saldırıya maruz kalmıştır. Halep’teki Emevi Camii, Şam’da bulunan Roma kiliseleri, Şiilerce kutsal görülen türbeler, bazı tarihi manastırlar ve anıtlar çoğu kez hedef alınan yerler arasında 
olmuştur.63 

Özetle, hangi surette olursa olsun bir araç olarak şiddet, yeni savaşlarda ölçüsüz, yaygın ve vahşi biçimde kullanılan bir stratejidir. Bu strateji, 
toplumu fiziksel ve psikolojik olarak felce uğratmaya çalışan nihilist bir şiddet ile onun sonucunda ortaya çıkan koşullardan nemalanmayı amaç eden pragmatist bir niteliğe sahiptir. Bu açıdan Suriye’deki savaş, her geçen gün yeni katliam, işkence ve tecavüz vakalarıyla devam etmekte olan 
sayısız şiddet eyleminin somut bir örneği olarak temayüz etmektedir. 

Mülteci Kampları 

Çoğunlukla savaşın yaşandığı ülkenin sınır komşularına veya savaş ülkesinde oluşturulan güvenli bölgelere kurulan mülteci kampları, yeni savaşlarda başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası kuruluşlar ve gönüllü devletler tarafından finanse edilen insani yardım sahalarının ötesinde bir işlev kazanmıştır. Savaştan kaçıp kurtulan sivillerin sığındığı, barınma ve diğer insani ihtiyaçların tedarik edildiği kamplar, değişen savaş koşullarıyla birlikte farklı bir rol üstlenmeye başlamıştır. 

Savaş lordlarının taktik ve stratejik açılardan çok yönlü araçlarına dönüşen mülteci kampları askeri, lojistik, ekonomik ve insan kaynağı bakımından 
eşsiz fırsatlar sağlayan küçük birimler haline gelmiştir. Kampların savaş grupları açısından taşıdığı önemin artması sınır ötesindeki bu noktalara giden geçiş güzergahlarını, kontrol noktalarını ve gümrük kapılarını ön plana çıkarmış, tüm bu bölgelerin mülteci kamplarıyla bağlantılı bir hal 
aldığı gözlemlenmiştir. 

Yeni savaşların üniformasız, sivil görünümlü gruplar tarafından yürütülmesi, mülteci kamplarının rahatlıkla kullanılmasına ve böylece savaşçıların 
mağdur sivil kılığında buralardan faydalanmasına zemin hazırlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında mülteci kampları en başta savaş lordlarının sığınma, geri çekilme, kamuflaj ve yer değiştirme alanları olarak temayüz etmektedir.64 Sivillerin arasında kaybolan lordlar kendilerine hareket serbestliği 
kazandıran kampları savaştaki konjonktüre göre stratejik manevra alanları veya karargah merkezlerine çevirmektedirler. Bunun yanında uluslararası 
kuruluşların mültecilere yaptığı gıda, giyecek ve yakacak gibi insani yardımlardan nemalanarak temel ihtiyaçlarının bir bölümünü mülteci 
kamplarından tedarik etmektedirler. 

Savaş anında bazı ilaçlara ve tıbbi malzemelere erişmenin zor olduğu dikkate alınırsa, bu tür yardımların ilk ulaştığı yerler olarak mülteci kamplarının 
cazip bir durak haline geldiğini söylemek mümkündür. Uluslararası örgütlerin ve sivil toplum kuruluşlarının savaşta zarar gören yaralıların tedavi ve bakımı için buraları tercih etmesi sivillerden ziyade çadırlara sızmış savaşçılara fayda sağlamaktadır. Dolayısıyla kampların savaşçılara sunduğu 
bu çok yönlü fırsatlar savaş ekonomisinin bir parçası haline gelmekte ve ironik biçimde açlık ve sefaleti azaltmayı hedefleyen yardımlar, problemi 
doğuran savaş girişimcilerine hizmet etmektedir.65 Tüm bu olanaklar daha çok mülteci kampı kurulması için savaşçıları daha fazla insanı yerinden 
etmeye teşvik etmektedir. 

Mülteci kamplarının yeni savaşlardaki bu özel konumu, sağladığı maddi kazançların yanında savaş lordları için mühim bir insan kaynağı olmasından 
ileri gelmektedir. İptidai şartlarda hayatta kalma mücadelesi veren sivilleri savaşın kârlı fırsatlarına davet eden lordlar, mülteci kamplarını yeni savaşçılar devşirebilmek için hedef kitle merkezleri olarak görmektedirler. Komşu ülke sınırlarında bulunan mülteci kamplarının savaş grupları tarafından aktif biçimde kullanılması, yeni savaşların uluslararası boyut kazanan yapısını tahkim etmektedir. Mülteci kampları üzerinden komşu ülkelere sızan savaşçılar, gerçekleştirdikleri eylemlerde bu bölgeleri bir tür sıçrama tahtası olarak kullanmaktadırlar. 

Kamplara giden sınır bölgelerini ve insani yardımların geçeceği güzergahları kontrolleri altına alan savaş lordları, ekonomik girişimlerine katkı 
sağlayacak birtakım faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Uluslararası yardım taşıyan tır konvoylarını veya yük araçlarını pusuya düşürüp durduran savaşçılar, 
ya bu yardımlardan işlerine yarar bir pay almakta ya da belli bir rüşvet karşılığında geçiş yapmalarına müsaade etmektedirler. Konvoylar içinden bilhassa lojistik ve tıbbi destek taşıyanlar savaşçıların yağmalarına maruz kalırken, karşılanan ihtiyaçların artan kısmı karaborsada satılmaktadır. 
Benzer şekilde, sivillerin kontrol noktalarından geçişi ve kamplara ulaşımı savaş lordlarınca denetim altına alınmakta, fert başına geçiş ücreti toplanmaktadır. 

Mülteci kamplarının yeni savaşlardaki bu fonksiyonuna Suriye’deki örneklerden bakıldığında, ilk olarak komşu ülkelerdeki kampların gittikçe 
artması nedeniyle savaş lordlarına yeni alanlar açıldığı söylenebilir. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verilerine göre Türkiye, Ürdün, 
Irak ve Lübnan gibi komşu ülkelerde toplam 37 mülteci kampı bulunmaktadır ve bunların önemli bir kısmı sınır bölgelerindedir.66 Mülteci geçişlerine çoğu zaman açık kapı politikası uygulanması ve zaten sınır bölgelerinin kontrolden çıkmış hale gelmesi savaş gruplarının buralardaki faaliyetlerini kolaylaştırmaktadır. 40.000 Suriyelinin bulunduğu Beka vadisindeki mülteci kampını barınak olarak kullanan Nusra Cephesi ve IŞİD militanlarının, mülteciler arasından çok sayıda militan devşirdiği ve Lübnan ordusunu bölgeyi denetlediği esnada askerlerle çatışmaya girdiği belirtilmektedir.67 Özellikle IŞİD’in kamplardaki genç çocukları sıklıkla kullandığı dile getirilmektedir. Başka bir örnekte, IŞİD militanlarının sığınmacı kılığında Kuzey Irak sınırlarındaki Hazar mülteci kampına sızmaya çalıştığı haberleri basında yer almıştır.68 

Bölgede en fazla mülteci kampına sahip olan Türkiye’nin rejimle savaşan grupların sınırlarından geçişine ve bölgedeki kampları kullanmasına 
göz yumduğu da uluslararası haber ajanslarında sıklıkla dile getirilmiştir. 
Suriye’nin bir diğer komşusu İsrail’in ise işgal altında tuttuğu Golan Tepelerinde açtığı bazı tesisler aracılığıyla yaralı savaşçılara tıbbi destek ve ilaç 
sağladığı yetkili kişilerce ifade edilmiştir. İsrail Sağlık Bakanlığı, aralarında ÖSO militanlarının da olduğu 1000 Suriyelinin İsrail’de tedavi edildiğini 
açıklarken İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) kimliğine bakmaksızın savaştan kaçan herkese insani ve tıbbi yardımda bulunulduğunu bildirmiştir.69 

Bunların yanında, savaş gruplarının sivillere giden yardım konvoylarına el koyması, saldırması veya haraca bağlaması gündeme gelmektedir. 
Örneğin IŞİD’in ABD’den, Avrupa ülkelerinden ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarından gönderilen gıda ve ilaç yardımlarını durdurarak kendisine pay 
veya rüşvet aldığı, bu durumu bilen yardım örgütlerinin “ Geçiş Ücreti ” adıyla verdikleri rüşvetlere kılıf uydurduğu iddia edilmiştir.70 

Sınır bölgelerini tutan savaş grupları, sivillerin çevre ülkelerdeki kamplara geçişini engellemekte veya belli bir ücrete tabi tutmaktadır. Örneğin 
Lübnan’daki Suriyeli sığınmacılar farklı sınırlardaki farklı grupların sınır geçişlerine çeşitli fiyatlar koyduğunu ve bu durumun gitmeyi tercih 
ettikleri ülkede belirleyici rol oynadığını söylemişlerdir.71 


3 . CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder