23 Mart 2017 Perşembe

DEVRİMDEN SONRAKİ MISIR BÖLÜM 1


   DEVRİMDEN SONRAKİ MISIR  BÖLÜM 1



Devrimden Darbeye:  Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi 



Gösterilerin en yoğun yaşandığı 30 Haziran günü bazı haber kaynakları Mısır’da insanlık tarihinin en geniş katılımlı siyasi protesto hareketinin gerçekleştiğini belirttiler. 


Nebi MİŞ & İsmail Numan TELCİ 

* Bu yazının bir bölümü 6 Temmuz 2013’te Star Gazetesi’nin Açık Görüş ekinde “Devrime Darbe: Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi” başlığı ile yayınlanmıştır. 

  Türkiye, Katar ve Libya gibi bölge ülkeleri Mısır’daki Müslüman Kardeşler yönetimine destek olmaya çalışsa da bu durum yeterli olmamış, 
son yaşananlarla birlikte ülkede yürütülen ve büyük kısmı vekaleten sürdürülen mücadelede, eski rejim gücünü tekrar konsolide 
etmeyi başarmıştır. 

Tarihteki önemli devrimlerin sonrasında yaşanan süreçlerin bize öğrettiği en önemli unsurlar devrim mücadelesinin girift, çetin ve sarsıntılı geçtiğidir. 
Mısır’da 25 Ocak 2011’de başlayan devrimin geçirdiği süreç tam da böyle bir duruma işaret etmektedir. Toplumsal baskıdan, ekonomik 
çıkmazlardan, sosyal adaletsizliklerden usanan Mısır halkı 30 yıllık Hüsnü Mübarek rejimine karşı ayaklanarak toplumsal dönüşüm 
hareketlerinin en yeni örneklerinden birisinin öznesi olmuştur. Devrim sırasında yer alan aktörler sosyalist gruplardan gençlik hareketlerine, 

İslami topluluklarından sıradan halk kitlelerine kadar toplumun her kademesinden gelen kişilerden oluşmuştur. Devrimin ardından gelen ilk 
süreçte Yüksek Askeri Konsey, yönetimi ele almış, devrimci gençlerin ve diğer grupların uzun mücadelelerinin ardından, Haziran 2012’de 
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini gerçekleştirerek ülkenin ilk demokratik seçimle işbaşına gelen başkanı seçilmiştir. Bu noktaya kadar bile devrimci 
güçler kendi aralarında rol kapma yarışları yaşamış, diğer taraftan da eski rejimin aktörleri ile devrimi başarıya ulaştırma uğruna mücadelelerini 
sürdürmüşlerdir. 

Muhammed Mursi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından ülkede yıllarca ezilen, dışlanan ve marjinalleştirilen İslami kesimler siyaset sahnesinde 
kendilerine yer bulmuşlar, sosyal anlamda da Mısır’da bir aktör olarak kabul edilme şansını yakalamışlardır. Müslüman Kardeşler yönetimi 
iki noktada hem eski rejim aktörlerini, hem de uluslararası ve bölgesel aktörleri rahatsız etmiştir. 

Birincisi, eski rejimin bürokrasi, yargı, medya ve iş dünyası başta olmak üzere birçok alana nüfuz eden aktörleri, İslami siyasetin iktidar olması ile 
Mübarek dönemi boyunca ele geçirdikleri tüm ayrıcalıkların “ellerinden kayıp gidecek” olmasından korkarak İhvan yönetimini 
kabullenmediler. İkinci olarak, Amerika ve İsrail başta olmak üzere Batılı aktörler bölgede sorunsuz yürüttükleri siyasetin en önemli unsuru olan 
Mısır’daki Mübarek rejiminin yerine, bundan çok farklı olan ve onların çıkarlarını önemli derecede sarsacak İhvan yönetiminin gelmesinden 
rahatsız oldular. Devrim sürecinin gergin ortamında herhangi bir tepki vermeyerek ilk şoku atlatan Washington ve Tel-Aviv Mursi’nin seçilişinden 
sonraki süreçte, içerideki İhvan karşıtlarını da kullanmak suretiyle rejimden bir şekilde kurtulmanın hesaplarını yaptılar. Bunlara Suudi 
Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt gibi Müslüman Kardeşler’e geleneksel olarak mesafeli Körfez ülkelerinin eklenmesi ve aynı şe-
kilde Mısır’daki iç muhalefete fonlar aktarması, Mursi’ye karşı eski rejimin elinin önemli ölçüde güçlenmesini sağlamış ve İhvan’ı olası bir istikrarsızlık 
karşısında kırılgan duruma düşürmüştür.1 Her ne kadar Türkiye, Katar ve Libya gibi bölge ülkeleri Mısır’daki Müslüman Kardeşler 
yönetimine destek olmaya çalışsa2 da bu durum yeterli olmamış, son yaşananlarla birlikte ülkede yürütülen ve büyük kısmı vekaleten sürdürülen 
mücadelede, eski rejim gücünü tekrar konsolide etmeyi başarmıştır. 

Temerrud Hareketi ve 30 Haziran Gösterileri, 

Muhalif gruplar, başta ekonomik kötü gidişten, ülkedeki sağlık, temizlik ve trafik gibi sorunların çözülememesinden ve elektrik, su, doğalgaz 
gibi kaynakların temini konusundaki sıkıntıların aşılamamasından Muhammed Mursi yönetimini sorumlu tutmaktaydılar. Muhaliflere göre, Muhammed 
Mursi ve İhvan yönetimi kendi çıkarlarını ve ajandalarını ülke siyasetine dikte ettirerek ülkenin diğer toplumsal gruplarını dikkate almamıştı.3 

Bunu iddia edenlerin birçoğu Mübarek döneminde rejimle işbirliği yaparak Müslüman Kardeşlerin ve İslami siyasetin yasaklanmasına, 
her türlü baskıya maruz kalmasına ve yeraltına itilmesine destek veren aktörlerdi. Bu aktörler, Mursi yönetiminin vali ve yüksek bürokratların 
atanmasında İhvan kadrolarını tercih etmekle suçlayıp halk nezdinde kadrolaşma paranoyasını yayarak, Mısırlıları Mursi yönetimine karşı 
yönlendirmişlerdir. 

Ayrıca seçim sırasında İhvan yönetimi tarafından verilen “kapsayıcı yönetim” sözünün tutulmadığı iddiaları muhalefetin katı tutumu için yeterli zemini oluşturmuştur. 
Bu hoşnutsuzlukların sonucunda başlatılan ‘temerrud’ (isyan) hareketi, son iki ayda hükümetin istifası için imza kampanyaları düzenlemiştir. 
Haziran ayı ortası itibariyle bu imzaların 15 milyona ulaştığını iddia eden Kefaya, Ulusal Kurtuluş Cephesi ve 6 Nisan Gençlik Hareketi’nin 
başını çektiği muhalif gruplar, cumhurbaşkanını istifaya zorlamak amacıyla Mursi’nin görevine başlayışının yıldönümü olan 30 Haziran 2013’te 
sokaklara inme kararı almıştır. 

Temerrud Hareketi, Muhammed Mursi’den 30 yıllık Mübarek rejiminin yarattığı tüm yıkımı bir yılda tamir etmeyi başaramamakla suçlamışlardır. 
Ancak resme daha geniş bir çerçeveden bakıldığında tüm uzlaşma önerilerini reddeden bir tutum içerisinde olan muhalefetin demokratik 
yöntemlerle iktidara ulaşamayacağını anlayarak, meşruiyetini sandıktan ve halkın tercihinden alan Mursi’yi sokak ve şiddet siyaseti ile devirme 
yolunu denediği, bu süreç boyunca açık bir şe-kilde gözlemlenmiştir. Tam da bu yüzden halkın desteğini hiçbir şekilde alamayacak olan özellikle 
yargı, medya ve güvenlik birimlerini işgal eden eski rejim kalıntıları, Mübarek döneminin zenginleştirdiği işadamları, Batı bağlantılı muhalefet 
grupları ve marjinal devrimci gençlik örgütleri, İslami siyaset karşısında birleşerek kısmi Selefi desteğini alan İhvan yönetimini sonlandırmayı 
hedeflemişlerdir. Buna karşın Müslüman Kardeşler kendi içerisinde kenetlenerek bu atağa göğüs germeye çalışırken, Selefiler ise bölüne
rek, bir kısmı İhvan’ın tarafında yer alırken diğer daha küçük kesim ise Müslüman Kardeşler karşıtı blokta yer almayı tercih etmiştir. Muhalefetin 
demokrasi dışı ve şiddete meyleden yöntemlerine karşı, İslami kesimlerin sağduyulu tavırları ilk etapta ülkedeki olaylarda kan dökülmesinin önüne 
geçmekte büyük rol oynamıştır. “Muhalefetçe kiralanmış baltacıların”4 zaman zaman Mursi destekçisi göstericilere saldırması ile can kayıpları 
yaşanmış ve olaylar planlı bir şekilde şiddet sarmalına sokulmaya çalışılmıştır. 

Bu süreçte değinilmesi gereken bir diğer durum da medyanın rolüdür. Mısır medyası Türkiye’de 28 Şubat sürecinde olduğu gibi bu planlanmış 
darbe sürecinin birincil aktörlerdendi. Bu anlamda Medya kurmaca haber ve belirli bir plan çerçevesinde sürdürülen yorumlarla Mursi yönetimini 
sorunsallaştırmakta önemli bir araç olarak kullanılmıştır. Ülkede son bir yıldır İhvan karşıtı kanallarda ve yayın organlarında öylesine 
muhalif bir tutum vardı ki mevcut yönetime karşı en küçük pozitif bir analizi görmek mümkün değildi. Örneğin bu süreçte Piramitlerin ve Süveyş 
Kanalı’nın Katar’a satılacağı haberleri haftalarca tüm Mısır medyasında tartışılabilmekteydi.5 

Buna karşın İslami medya kanalları ise adeta var olabilme mücadelesi vererek neredeyse hiç reklam almadan yayınlarını zor şartlarda sürdürmeye çalışmışlardır. 
Nitekim iş dünyasının en zengin aktörleri Mübarek döneminin zenginleştirdiği işadamlarından oluşuyordu ve bu kişiler sadece İhvan karşıtı kanallara reklamlar 
veriyorlardı. Bu aktörler Necip Saviris gibi sahip oldukları medya organları ile de rejimin yıpranması için ellerinden geleni yapmışlardır. Hatta 
darbeye giden son aylarda Saviris birçok Mursi karşıtı grubu maddi olarak desteklemiş, televizyonlarda yayınlanmak üzere darbe yanlısı klipler 
bile çektirmiştir.6 Yine Bessam Yusuf gibi tek ajandası İslamcı siyaseti eleştirmek ve aşağılamak olan figürler de Mısırlıların Mursi karşıtlığına 
kanalize edilmesinde önemli roller oynamıştır. 

Eski rejim döneminde Mübarek’in en ufak bir eleştiriden münezzeh olduğu bir ortam varken, 2012’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından 
geçen bir sene içerisinde Bessam Yusuf Mursi’yi ve İhvan’ı kimi zaman ağza alınmayacak kelimelerle aşağılamış ve binlerce Mısırlı her Cuma akşamı 
bu programa kilitlenmiştir. Bessam Yusuf’u kahkahalarla izleyen kesimler diğer taraftan da İhvan’ın ifade hürriyetini kısıtladığını ve baskı 
rejimi kurduğunu iddia etmişlerdir.7 

Gösterilerin en yoğun yaşandığı 30 Haziran günü bazı haber kaynakları Mısır’da insanlık tarihinin en geniş katılımlı siyasi protesto hareketinin 
gerçekleştiğini belirttiler. Yaklaşık rakamlara göre 20 milyon civarında kişinin Mursi’yi istifaya çağırmak üzere sokaklara indiği belirtildi.8 Bu rakamın 
güvenilirliği tartışmalı olsa da, milyonlarla ifade edilebilecek kalabalıkların Kahire sokaklarına indiği gerçekti. Ancak burada dikkat çekilmesi 
gereken husus, aslında seçim sonuçlarına göre oyların yaklaşık %70’ini alan İslami siyasetin sesinin %30’la ifade edilebilecek muhalefete göre 
çok daha az çıkmasıydı. Nasıl olmuştu da normal şartlar altında taban gücünün desteğiyle daha baskın olması gereken İslami hareket, savunma 
pozisyonunda olan bastırılmış ve köşeye sıkıştırılmış bir durumda kalmıştı. 

Bunda öncelikli olarak Kahire ve İskenderiye gibi büyük şehirlerde kentli nüfusunun demografik ve sosyal yapısının da bir sonucu olarak 
İhvan karşıtı hareketlerin daha fazla olması etkin olmuştur. Nitekim eğitimli, liberal ve diğer kesimlere göre daha varlıklı olan bu kitleler İslami 
hareketin ülke siyasetinde etkin olmasını istememektedirler. 

Nüfusu %10’un üzerinde olan Kıpti hareketin de bu kesime destek vermesi önemli bir etken olmuştur. Bununla birlikte yeni 
nesil genç aktivistler de Mursi karşıtı blokta yer almıştır. Bu kesim sosyal medyayı çok iyi kullanan, hırçın ve sabırsız bir kitleye işaret etmektedir. 
Hüsnü Mübarek’in devrilmesinde büyük rol oynayarak cesaretlenmiş olan bu gençler ülkede her türlü değişimin öncüsü olabileceklerine 
inanarak, her türlü baskıcı ve monolitik siyasal örgütlenmeyi reddetmeleriyle öne çıkmışlardır. Ancak, devrimi gerçekleştiren bu toplumsal 
grupların Mursi’ye karşı mobilize olması eski rejim yanlılarının işini kolaylaştırmıştır. 

Madalyonun öbür yüzünde yer alan İslami harekete mensup kitleler ise özellikle son 30 yıldır eğitim, medya ve iş dünyası gibi sosyal ve siyasal 
güç unsurları olan sektörlerde yer alamamış, özellikle devlet sektöründeki iş alanlarından dışlanmışlar ve bürokraside yükselememişlerdir. 
Dolayısıyla da refah düzeyi diğer kesimlere göre daha sınırlı kalarak sosyal ve siyasal yönden geri bırakılmışlardır. Bu yüzden bu kesimler daha ziyade 
yine İslami hareketin sunduğu sosyal yardımlarla ayakta kalabilmiş, kendi kısıtlı imkanları ile eğitimlerini tamamlayabilmiş ve siyasal aktivizm 
ile tanışma fırsatı bulamamıştır. Unutulmamalıdır ki Müslüman Kardeşler ve Selefi örgütlere mensup kişiler sorgusuz sualsiz hapislere 
atılmış ve kimileri aylarca tutuksuz bir şekilde buralarda kalmışlardır. Bu eşitliksiz durum günümüz Mısır’ında niceliksel olarak daha az olan 
muhalefetin, sayıca çok daha fazla olan iktidar kesimlerinden baskın gelmesi gibi bir durumu ortaya çıkarmıştır. Bu da özellikle konvansiyonel 
ve sosyal medya kanalları üzerinde cereyan eden günümüz siyaset mücadelesinde Mursi karşıtı bloğa önemli bir avantaj sağlamaktadır. Bununla 
birlikte şunu da belirtmek gerekir ki 30 Haziran öncesi süreçte Mursi’yi karalama kampanyasını artırarak İslami siyasete “demokrasi” maskesi 
altında keskin bir biçimde karşı çıkan bu grupların, askeri konseyin siyasete müdahale ederek yönetimi devralmasına alkış tutmaları onların 
siyasal mücadele konusundaki acemiliklerinin ya da kafa karışıklıklarının da bir göstergesidir. 

Askeri Vesayet Rejimine Dönüş9 

30 Haziran’daki protesto gösterileri ve ardından yaşanan siyasal çalkantı Mısır ordusunu harekete geçirmeye yönelik olarak planlanmıştı. Zaten 
planlı bir şekilde yürütülen bu kriz sürecinde ordunun rolü askeri müdahale ile Mursi’nin görevden uzaklaştırılmasıydı. Genelkurmay Başkanı 
El-Sisi’nin 1 Temmuz’da bir açıklama yayınlayarak taraflara uzlaşmaları için 48 saat mühlet vermesi, darbeye zemin hazırlamak içindi. Ordunun 
iktidar ve muhalefet arasında bir anlaşmanın sağlanması için 48 saatlik süre vermesi muhalefetin elini güçlendirmiş ve iktidarı daha 
da kırılgan hale getirmiştir. Askerin muhtıranın ardından darbeyi mümkün kılacak gelişmelerin birçoğu bu 48 saatlik sürede yaşanmış ve çoğunluğu 
Mursi taraftarı olan insanlar, saldırılar sonucunda öldürülmüştür. Ordu hiçbir şekilde bu çatışmaları önlemeye yönelik bir çaba içerisinde 


Ezher ulemasının bir kısmı ve birçok Mursi taraftarı kefene benzer beyaz elbiseleri ile meydanlara yürürken canlarını feda etmekten çekinmeyeceklerini açıklamışlardır. 
bulunmamış ve tüm bu süreci gerekçe göstererek Mursi tarafının uzlaşmaya yanaşmadığını da iddia ederek, askeri müdahaleden başka bir seçeneğin 
kalmadığını açıklayarak 3 Temmuz akşamı yönetime el koymuştur.10 

Askeri darbenin hemen ardından Müslüman Kardeşler üst yönetimine ve siyasal yapılanmasına yönelik tutuklamalar gelmiş, İslami televizyon 
kanalları kapatılmış ve darbeyi savunan medya organlarında İhvan’a yönelik karalama kampanyası hızlanmıştı. Özellikle son bir sene içerisinde 
Mursi’ye oy veren İslami taban ile İhvan karşıtı olan seküler ve liberal elitlerle sıradan halk kitleleri arasında gözlemlenen kutuplaşma bu süreçte 
daha da artma eğilimine girmişti.11 Aslında bu durum birçok toplumsal yapıda gözüken taraflar arası güvensizlik sarmalının bir sonucu olarak da 
görülebilir. Askeri yönetim de bu güvensizlikten pek tabii ki faydalanarak pozisyonunu meşrulaştırma çabası içine girmiştir. 

Biraz geriye dönerek süreci bu zaviyeden incelediğimizde resim çok daha açığa çıkmaktadır. Vesayetçi bir rejimin sürdürülmesinin yegâne 
unsurlarından birisi siyasetin güvensizliğinin öne çıkarılmasıdır. Öncelikli olarak siyasete güvensizlik, siyasal kurumlara ve siyasal aktörlere 
karşı bir güvensizliğin üretilmesi sonucunda “bazı konuların siyasetçilere bırakılmayacak kadar önemli” olduğu düşüncesine dayanır. Bu 
düşüncenin bir yansıması olarak da askeri kurumun veya askeri işlevin, bir toplumun karar alma sistemine ve yönetim mekanizmalarına egemen 
olmasının yolu açılır. Mısır’da da Mursi hüküme-tinin iktidara gelmesinin ardından siyasal alanın meşruiyet sınırlarının belirlenmesinde ve bürokratik 
kurulu düzen karşısında Mursi hükümetinin siyaset üretme yeteneklerinin budanmasında yargı ve askeri bürokrasi birçok yol denemiştir. 

Siyasete güvensizliğin üretilebilmesi için sürekli olarak, Mursi yönetiminin İslamcı tarafı öne çıkarılarak, devlet mekanizmasının işleyişi ile değil, İrşat bürosunun İslamcı direktifleri ile hareket ettiği dile getirilerek söz konusu yönetim marjinalleştirilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda da siyasetin alması gereken kararlar, yargı-ordu işbirliğine dayanan bürokratik bir yapı tarafından alınması amaçlanmış ve yargı-ordu denetiminde vesayetçi bir yapı korunmaya çalışılmıştır.12 Mursi yönetimi de en baştan beri kendilerine karşı üretilen güvensizlik hali ve sürekli tekrarlanan büyük gösteriler sonucunda korku ve tedirginlik içerisinde siyasal faaliyetlerini sürdürmeye çalışmıştır. Dolayısıyla da siyasal şartlar zaman zaman Mursi yönetimini hataya zorlamış ve muktedir olması engellenmiştir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder