DOĞUŞUNDAN GÜNÜMÜZE VEHHABİLİK, BÖLÜM 2
C. Vehhabilik
İbn Abdülvehhabin doktirinel öğretileri, Hanbeli mezhebinin kurucusu İbn Hanbel ile İbn Teymiyye’nin katı yorumculuğuna dayalıydı. Abdul-vahab yalnızca Kur’an ve sünneti kabul ediyor ve bundan sonraki teolojik yorumları, tasavvufu ve batıl inançları sapıklık olarak niteliyordu. Üstelik Osmanlı sultanlarının meşruiyetlerini tanımıyor ve peygamberin söz ve davranışlarına tam bağlılığı vazediyordu. Şeyhin Allah’ın mutlak birliği üzerindeki vurgusundan dolayı takipçileri “Muvahhidin” olarak adlandırıldı.23
Dini silahla uygulamaya çalışan, namaz kılmayana ölüm cezası öngören, kendilerinden olmayanları kâfir bilerek onların mezarlıklarını ayıran,
peygamber devrinde olmayan her şeyi sapıklık ilan eden, aklı dışlayan, amelsiz imanı küfür sayan, Kur’an ayetlerini akılla yorumlamayı yasaklayan
Vehhabiliğin bazı önemli ilkeleri şöyledir: “Allah’ın zatı, sıfatı ve fiili aynıdır. Ayrı olamaz. Bu tevhittir. Tevhide inanmayanın malı, canı helaldir. Amel imanın içinde gizlidir, amelsiz iman olamaz. Ameli yerine getirmeyene harp açılır. Kestiği yenmez. Bu kişilere karşı cihat edilir. Ayetleri yorumlamak küfürdür. Hüküm zahire göredir.
Allah’a aracısız ibadet şarttır. Mürşid, şeyh, veli, aracı küfürdür. Kesin delil Kur’an’dır. Şia, kelam, tasavvuf, tarikat uydurmadır. Kur’an ve Hadis’ten
başka her şey bid’attir. Mezar, türbe yapmak, adak adamak, kabir ziyareti küfürdür. Allah’tan başka kimseden yardım beklemek küfürdür. Tarikat
küfürdür, sömürü aracıdır. Namazı cemaatle kılmak şarttır. Namaza gelmeyen ceza alır. Sigara, nargile, içki ve kahve içene kırk değnek vurulur.
Vakıf kuranlar servetlerini kaçıranlardır. Muska, tespih, zikir, sünnet ve nafile namaz batıldır. El öpmek, boyun kırmak, evliya kabri ve sakalı şerif ziyareti,
mevlit ve kaside okuma, çalgı dinlemek, eğlenmek şirktir. Rufai, Kadiri, Nakşibendi ve benzeri tarikatları küfürdür. Ehlibeyt sevgisi taşımak, Ali
evladını masum saymak şirktir. Camilerin süslenmesi, kubbe ve minare yapılması peygamber zamanında olmadığı için bid’attır.”
Vehhabilik, İslam dünyasında İslam dinini ideolojik bir bakış açısından hareketle toplumsal ve siyasal sistemi ilk hâline döndürme amacı güderek militarist, irticai oluşumların doğmasına yol açmıştır. Bunlar İslam’ı siyasal bir sistem olarak tanımlamışlar, tevhit ve cihat kavramlarını hareket noktası olarak seçmişlerdir. Vehhabilikten güç alan siyasal İslamcılara göre toplumun siyasal yönetimi, ilahi hâkimiyet anlayışına göre kurulmalıdır. Yani demokrasi yönetimlerinde millete ait olan egemenlik hakkı doğrudan doğruya Allah’a aittir. Kur’an anayasadır ve bu hususları yerleştirmek, gerekirse savaşmak ve kan dökmek için cihat yapılması Allah’ın emridir, farzdır. İşte bu anlayış içerisinde olan siyasal İslam, militanca bir yaklaşımla cihada sarılmakta, şiddet ve saldırganlığa başvurmak tadır. Bu saldırgan, irticai siyasal İslamcı oluşumlar sayısı onları aşacak biçimde değişik adlarla, dünyada ve Türkiye’de çağdaş devlet yönetimine karşı olduklarını açıktan açığa beyan etmektedirler ve akıllara durgunluk verecek cinayetler işlemektedirler.24
Vehhabilerin, kendi dışlarındaki bütün mezhepleri küfürle suçlamaya varan derin hoşgörüsüzlükleri vurgulanır. Küfür, yalnızca putperest dinlerle ya da İslamiyet dışındaki tek tanrılı dinlerle sınırlı değildir; Vehhabi olmayan Müslümanları da tanımlar. Hareketin kurucusunun önde gelen haleflerinden Süleyman bin Abdullah Bin Muhammet bin Abdulvahhab, kafirlerle ittifakı yasaklamakla kalmamış, işe alınmalarını, onlara danışılmasını, güven duyulmasını, ziyaret edilmelerini onlardan tavsiye alınmasını, onlarla ahbaplık edilmesini, samimiyet kurulmasını, taklit edilmelerini de yasaklamıştır.25
“Vehhabilerin ana muhalifi Osmanlı hükûmetiydi. Çünkü onlar bu hükûmetin yetkisine meydan okumuş ve onu bir tarafa itmişlerdi. Nitekim Vehhabi isyanında İslam’ın ilk yıllarındaki Harici isyanını hatırlatan, izlere rastlanmaktadır. Bir başka deyişle onlar da bir idealizmin zorlayıcı etkisiyle
kaba ve dar görüşlü usullere başvurarak ıslahat yapmak istemişlerdi. Fakat alışılagelmiş olan İslam geleneği daha önceleri Haricilerin usûllerine nasıl
karşı koymuşsa Vehhabi usullerine de öylece karşı koydu. İslam tarihinde görülen birçok aşırı muhafazakâr ıslahat hareketinin yol açtığı ilginç ve sık
görülen bir garabet vardır. Onlar ıslahatçı bir gaye için bütün ümmeti birleştirmek amacında yola çıktıkları hâlde, çok geçmeden mevcut birliği bile
bozmaya ve ona karşı silaha sarılmaya yönelmişlerdir.26
Vehhabi hareketi, Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hızlandırmakla kalmadı; Türk düşmanlığından hızını alan bir Arap milliyetçiliğinin doğuşunda, modernist İslamcıların ortaya çıkmalarında etkileri olduğu gibi dinde akla yer vermemek, fikir hürriyeti tanımamak, hoşgörüden uzak bir bağnazlık içinde bulunmak ve bunları dindarlık sanmak özelliklerinden dolayı gerici akımların da kaynağı olmuştur. Vehhabilik, böylece çıkışından günümüze kadar İslam toplumunun daha yüksek örgütlenme düzeyine geçmesini engelledi.27 Toplum, zengin petrol kaynaklarından sağladıkları imkânlarını hâlâ Selefilik, Müslüman kardeşlik gibi isimler altında propagandaya yöneltmektedirler. Laik ve modern devlet düzenine karşı olan Vehhabiler ve onların devleti Suudi Arabistan bir dikta rejimi ile yönetilmelerine rağmen, düzenlerinin şeriat yönetimi olduğuna dünyayı
inandırmak istemektedir.28
Suudi-Vehhabi devletinin Abdülaziz’le gelişmesini Vehhabiliğin yayılışını daha iyi görebilmek için İhvan hareketini incelemenin önemli olduğu değerlendirilmek tedir.
1912’de Abdülaziz’in Necd’i ele geçirdikten sonra bölge içinde hâkimiyeti tesis etmek, bedevileri yerleşik hayata geçirmek ve Vehhabiliği öğretmek için Hicre (hucra) adı verilen bedevi yerleşim alanları oluşturuldu.29 Dinî-siyasi hareket olan İhvanda Vehhabilik ideolojisinin Suud iktidarıyla siyasal bir hâl aldığı yani Suud’un siyasal ihtirasları uğruna dinin nasıl kullanıldığı çok açık bir şekilde görülmektedir. İhvan örgütlerinin dinsel coşkusu ve savaşçı potansiyeli İbn Suud’un elinde güçlü bir siyasi araç durumundaydı. Ancak daha sonra İhvan zamanla geri tepen bir silah ve İbn
Suud’un kurduğu devleti tehdit eden bir tehlike hâlini alacaktır.30 Bu tehditlerden ilki 1927’de Suudi Arabistan Krallığının kurulmasında etkin rol
oynayan bazı İhvan liderleri tarafından oluşturulmuştur. Bu tarihte isyan çıkarmış olan İhvan, Abdülaziz’i ülkenin doğusunda yaşayan Şiilere Vehhabi inancını öğrenmeye zorlamamakla, bir oğlunu İngiltere’ye diğer oğlunu da hâlâ İngiliz işgali altında bulunan Mısır’a göndermekle, otomobil, telsiz, telgraf, telefon gibi Hristiyan ve şeytan icadı alet ve edevatı kullanmakla suçlayarak isyan ettiler. İsyan eden İhvan’ı oluşturan kabileler ile açılan savaşta (1929 Sabala Savaşı) Abdullaziz isyancıları mağlup etmiş ve İhvan teşkilatına son vermiştir. Ancak İhvanın ideolojisini oluşturan bu ilk Vehhabilik, daha sonra da Suud devleti’ni tehdit etmeye devam edecek ve köktenci bir yönetim olan Suudlulara karşı yine köktenci bir muhalefet
oluşturacaktır. Bu isyana katılan kabileler daha sonraki isyanlarda da görülecek tir. Bu da Suud Krallığını oluşturan kabileler arasındaki meşruiyetin
Vehhabi ideolojisine bağlılığının her zaman sorgulanmasına yol açacaktır. İkinci şiddetli muhalefet Kâbe’nin işgaline kadar varan ve Kasım 1979’da Sabala Savaşı’nda öldürülen bir İhvanın torunu tarafından yönetildi. Hareketin lideri Cuheyman El Uteybi, bozuk ve dejenere olmuş Batılı değerlere son verilmesi ve bu bağlamda Batılı tüm devletlerle ilişkilerin kesilmesi, Suud saltanatının yıkılarak İslami bir hükûmetin kurulması, ülkedeki tüm yabancı askerî uzman ve müsteşarların ülkeden çıkarılması ve üslerin kapatılması taleplerinde bulunmuştur. Ayrıca Cüheyman Allah’a ortak koşanları, Ali, Fatma’ya dua eden Şiileri kâfir saymış, müzik ve teknolojiyi reddetmiştir. Televizyonun Arabistan topraklarına sokulmasını şiddetle eleştirmiştir. Cüheyman 300 taraftarı ile Kabe‘yi işgal etmiş, Suud, Pakistan ordusu ve Fransız özel harekât timleri ile bir kısmı öldürülerek Cüheyman’ın da içinde bulunduğu grup idam edilerek başkaldırı bastırılmıştır. Cüheyman’ın isyanının belirgin özelliği Suudi hanedan yönetiminin yanı sıra Vehhabi ideolojisi ve bürokrat iş birlikçilerinin bütüncül bir reddiydi. İhvanın meydan okuyuşunun radikalliği nedeniyle monarşi, muhali flerinden daha köktenci olduğunu ispatlamaya zorlandı. Bu nedenle, hükûmetin yeni köktencilik arayışı, kısıtlayıcı politikalarıyla birlikte ortalama vatandaş lara yüklenen sosyal baskıları şiddetlendirdi.31
Suudi Arabistan’daki Vehhabi köktencilik 1980’li yıllardan sonra da artan bir şekilde monarşiye muhalefete devam etmiştir. Son dönemlerde ortaya çıkan Usame Bin Ladin ve El-Kaide ile ifadesini bulan yeni köktenciler de 1927’de İhvanın 1979’da Cuheyman’ın kullandığı söylemleri tekrar etmektedir.32 Usame Bin Ladin: “11 Eylül saldırılarının Amerika’nın Müslümanlara ait topraklara saldırılarına karşı bir misilleme olduğunu, Suudi Arabistan’ın Müslüman bir ülke olmadığını söylemiş ve Suudi ulemasını da Amerikan ordusunun Harem-i Şerif’te konuşlanmasına izin verdiği için eleştirmiştir. Bin Ladin’e göre ABD’nin kutsal topraklardaki varlığı, Irak üzerinden Hristiyan - Siyonist ittifakın Müslümanları öldürüp aşağılaması ve tüm bu eylemleri hem dinî hem de ekonomik nedenlerle İsrail’i korumak için yapıyor olması ve dikkatleri işgal altındaki Kudüs’ten başka bir tarafa çekmek; orada Müslümanların öldürülmesi ve başka bölgelere kaydırılması nedeniyle ABD ana hedeftir.” Dikkat edilecek olursa hemen hemen söylemler aynıdır. Bu isyanları çıkaran örgütler arasında bir bağ olduğu söylenemezse de aradaki kuşak farkına rağmen ideolojik sürekliliğin olduğu aşikâr dır.
İkinci Körfez Savaşı sonrası Suudi Arabistan Selefi akımının gelişimini inceleyen uzmanlara göre Suudi Arabistan’da Selefi akım yeniden yapılandı. ABD güçlerinin 1990 senesinde Kuveyt’i kurtarma amacıyla Suudi Arabistan’a girmesi Suudi Arabistan’daki Selefi akımının içinde derin etkiler yarattı.
Sovyetler Birliği’ne karşı Afganistan’da savaşan binlerce Suudi Arabistanlı “Cemaati İslami” ile kaynaşma ve bu gruptan etkilenme durumunda kaldı. Gözlemcilere göre Suudi Arabistan’da “Cihati Selefiliğin” temellerini bu “Suudi Arabistanlı Afganlar” attı. Usame B. Ladin’in bu Selefi akımla ilişkileri güçlüydü. Kendisi komünistlere karşı yürütülen savaşta Afganlarla birlikte savaşırken El Kaide örgütünün oluşumunu da başlattı.
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder