Suudi Arabistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suudi Arabistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Aralık 2020 Cumartesi

Doğu Akdeniz’de ve Arap-İslâm Coğrafyasında “İsrail Hegemonyası” BÖLÜM 1

Doğu Akdeniz’de ve Arap-İslâm  Coğrafyasında “İsrail Hegemonyası”  BÖLÜM 1 





Ahmet DAĞ 

   Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği kamp kadim 
Osmanlı düşmanlığını besleyerek Türkiye düşmanlığını körüklemektedir. İslâm 
coğrafyasının bir araya gelmemesi için tarihsel, kültürel, mezhebi ve siyasî farklılıklar kışkırtılmaktadır. Batılı dünya küreselleşmesini yoğunlaştırırken tarihsel hasmı olarak gördüğü İslâm dünyasının daha da parçalanmasını sağlama amacındadır. 

Dünyanın jeolojik, İsrail’in varlığının ne tarihî, kültürel, coğ-anlama geldiğini gösterafi ve stratejik bakım-ren en önemli gösterge den en zengin toprakları olan bir  “Ortadoğu” İsrail’in Varlığının olarak isimlendirilerek Teo-Politiği olumsuz “Doğu” ima Dünyanın jeolojik, tarihî, kültürel, coğrafi ve stratejik bakımdan en zengin toprakları olan bir (müslüman) coğrafya, “Ortadoğu” olarak isimlendirilerek olumsuz “Doğu” imajına mahkûm edilerek fikirsiz, tarihsiz, çorak ve kargaşa zemini şeklinde imgeleştirilir. 

  Oysa “Ortadoğu” diye nitelendirilen bu bölge, gerek deniz ve kara ulaşımıyla gerekse tarihi ve kültürel birikimiyle medeniyet tarihinin en önemli unsuru
olmuştur. Bu isimlendirmeye muhatap olan Mısır, Sümer, Mezopotamya, Kuzey Afrika ve Hicaz tarihin yapıldığı bölgeler olmuştur. 19. yüzyılın başında (1801) Napolyon’un Mısır’ı işgal etmesi bölgenin mahkum olmasının, hem kültürel hem de coğrafi ve siyasal emperyalizmin başlangıcı olmuştur.

Osmanlı Devleti’nin bölgedeki hakimiyetine son verilişi ve 1917 yılında yapılan Balfour Deklarasyonu’yla bir Yahudi Devleti olarak İsrail Devleti’nin kurulma sürecinin başlatılması bölgenin kimyasını bozan iki önemli etken olmuştur.
Chomsky’nin ifadesiyle “bölgeye bir virüs” gibi yerleştirilen İsrail dışındaki Afrika ve Kuzey Afrika Devletleri dahil tüm devletler istikrar sorunu yaşamışlardır. “İslâm Dünyasının Anası ve Afrika’nın Kapısı” olarak sıfatlandırılan Mısır’ın son iki yüzyılda yaşadığı sorunlar bu coğrafyada Osmanlı Devleti’nin bölgedeki hakimiyetine  son verilişi ve 1917 yılında yapılan Balfour  Deklarasyonu’yla bir Yahudi Devleti olarak İsrail  Devleti’nin kurulma sürecinin başlatılması bölgenin  kimyasını bozan iki önemli etken olmuştur. 

Chomsky’nin ifadesiyle “bölgeye bir virüs”  gibi yerleştirilen İsrail dışındaki Afrika ve Kuzey  Afrika Devletleri dahil tüm devletler istikrar sorunu  yaşamışlardır. “İslâm Dünyasının Anası ve  Afrika’nın Kapısı” olarak sıfatlandırılan Mısır’ın  son iki yüzyılda yaşadığı sorunlar bu coğrafyada İsrail’in varlığının ne anlama geldiğini gösteren en önemli göstergelerden biridir.

İsrail’in Varlığının Teo-Politiği

“Geri kalmış ilkeller”in içinde “gelişmiş beyaz bir medeniyet”in timsali olarak görülen İsrail’i korumak ve yaşatmak ABD ve Avrupalı devletlerin en önemli amacı olmuştur. Hatta bu ehrama entelektüeller hatta Derrida gibi filozoflar taş taşımışlardır.
İngilizlerin himayesinde kurulan İsrail Devleti, 1970’lerden sonra kendine İsrail’i korumayı itikat esası olarak alan ABD’nin dış politikasında bu korumacılık önemli bir ilke ve kabul hâline gelmiştir. Her ne kadar Irak’a (Saddam döneminde) ve İran’a, dolayısıyla Basra’daki Körfez petrolüne ulaşmada etken bir devlet olamamış olsa da Evanjelik ve Kabalacı itikada dönüşen Batılı itikat eksenindeki siyaset ve diplomasi, bölgedeki İsrail’i gözü gibi koruma amacı gütmüştür. Her ne kadar de eski bir Pentagonlu yetkili İsrail’i, “Ortadoğu üzerine yapılan hesaplarda % 5 kadar bile etkisi olmayan bir külfet” olarak nitelese de İsrail’in varlığı teo-politik düzlemde zaruret olarak görülmüştür. Nitekim Kissinger, “İsrail’in
gücü İsrail’in hayatta kalması için gereklidir.” sözüyle İsrail’in konumunu özetler. Amerika ile İsrail arasında Yahudi-Hıristiyan geleneğine dayalı kültürel yakınlık bulunmaktadır. “Amerikan Yahudi Muhafazakârlığı” denilebilecek bir kesim, Tanrı tarafından bu toprakların kendilerine verildiğini İsa’nın dönüşü için İsrail devletinin kurulması gerektiği inancını taşımaktadırlar.

   Her iki devletin (ABD-İsrail) fedakârlık ve mücadele sonucunda doğmuş ve temel inançlara sahip olmaları, kapitalist ve demokratik yapıları, iki ülkenin benzeri ahlakî (!) bir zemini paylaşmalarını sağlamıştır. Bu “ahlakilik” üzerinden hareket eden Şaron ve Olmert, İsrail ordusunu “dünyanın en ahlaklı ordusu” olarak görmüştür.

Oysa bu ahlakî (!) ordu;

250 bin Filistinliyi, 80 bin Suriyeliyi sürgüne göndermiş, iki yılda 30 bin çocuğu darp etmiş 8.500 çocuğu öldürmüştür.

Bu çocukların 3/1’i, 10 yaşın altındadır. Yani İsrail’in, düşmanlarına karşı her zaman ölçülü tepki verdiği ve en ahlaklı ordusu iddiası temelsizdir. Bu ahlaksız ordu ve yöneticileri Filistinlileri ne kadar yalnızlaştırıp çaresizleştirdiklerinin bizatihi farkındadır. 

Nitekim bu çaresizleştirmenin ne gibi sonuçlara yol açacağını iyi bilen eski Başbakan Ehud Barak “Eğer Filistinli doğmuş olsaydım, bir terör örgütüne katılırdım.” demiştir. Batı’nın iki yüzlü tutumunu (mazlum olduğunu söyleyen en büyük zalim) edinen İsrail tüm bunlara rağmen, her zaman kendini mazlum, mağdur, zayıf ve kuşatılmış olarak resmetmiştir.

Kendini bu şekilde konumlandırmasına teolojik bir durum ve ifade olan “Arap Calut’un kuşattığı Yahudi bir Davut” söylemini ve duruşunu uygun görmüştür.

İsrail, akrabalığa dayalı etnik bir kökeni önemseyerek insanlara yaşama hakkını verme tutumunu sergilemiştir. Yaşamayı fazlasıyla hak eden unsurları kendi etnik ve akrabalık unsurları olarak görmüştür. Nitekim Yahudi geleneği ve tarihi tecrübesi bağlamında Yahudiler, tikel olarak insan bedeninin gelişmesiyle ilgilenmiş ve öjeniyi bilime sokmuşlardır. Yahudiliğin seküler çeşitlerinde -özellikle Siyonizm’de- öjenikler, bedensel durumu geliştirmek için aletlerin geliştirilmesini desteklemişlerdir. Hem bilimsel hem de teolojik zeminde “öteki”nin “köle” olmasını istemesini bırakın, yok olmasını isteyen itikadi kökleri olan İsrail Devlet yaklaşımı yalnızca Filistinlilerin yok olması gerektiği yaklaşımına sahip olmayıp Arap
kökenli İsraillilerin varlığından bile rahatsız olmaktadır.

Nitekim Netanyahu, Arap İsraillilerinde olan doğum oranının düşüşünü kayda değer bir gelişme ve sevindirici bir istatistik olarak görmüştür. 

  <  Düzensizlikten/kaos hoşlanmayı tarihsel olarak kültürel kodlarında bulunduran İsrail Yemen, Libya, Suriye, Sudan ve Irak’taki düzensizlikten faydalanarak ya yeni çatışmaların ya da yeni ittifakları doğurmak için sürekli bölgeye müdahale etmektedir. Körfez Ülkeleri, Trump yönetiminin desteğini arkasına alan İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesine karşı ciddi itirazda bulunmadıkları gibi Birleşik Arap Emirlikleri hem İsrail’in işgaline hem de bu teşebbüsüne onay vermiştir.  >

Bu mutluluğunu, “Ne kadar az Arap İsrailli doğarsa o kadar iyidir.” cümlesini sarf ederek göstermiştir. Eski Genel Kurmay Başkanı Eitan ise “Filistinlileri şişeye sıkışmış hamam böcekleri” olarak tasvir etmiş ve “en iyi Arap ölü Arap’tır.” ifadesini sarf etmiştir.

İsrail’in kurucu isimlerinden olan Ben Gurion; “Şartları müsait olan bir kadının 4 çocuktan az çocuk edindiğinde kadın, askerden kaçan, vatani görevini yerine getirmemiş bir erkek konumuna düşer.” ifadesiyle Filistin bölgesinde Filistinlilere ve Araplara karşı İsraillilerin-Yahudilerin sayıca artmasının önemli olduğunu beyan etmiştir. “Ben Arap bir lider olsaydım asla İsrail’le anlaşma yapmazdım.

Biz Tanrı’nın vadini yerine getirmiştik. Fakat bundan onlara ne? Bizim Tanrımız onların tanrısı değil. Onlar tek bir şey gördüler, biz buraya geldik ve ülkelerini çaldık.” ifadesiyle de tesis edilen bu devletin, teolojik karakterde kurulduğunu ve çalıntı bir devlet olduğunu itiraf etmiştir.

ABD ile İsrail arasında olan bu ahlaki ve teolojik yakınlık, bölgede mevcut istikrarsızlığı körüklemiş ve yeni istikrarsızlıklar üretmiş, İslâm ülkelerinin ciddi sorunlar yaşamasına sebep olmuştur.

İsrail lobisi bazı ülkeleri “haydut devlet” diye nitelendirip devirerek İsrail’in barış hâlinde yeni yönetimler tesis etmek amacında olmuş ve nükleer silah elde etmelerine engel olmayı kendilerinin en önemli gündemi olarak görmüştür. 
    11 Eylül’den sonra İsrail ve ABD, Arap ve İslâm dünyasıyla baş etmek için güç birliklerini daha artırmışlardır. Nitekim Filistin ve Suriye konusunda farklı düşüncelere sahip olan Bush, zamanla lobinin baskısıyla tavır değiştirmiştir.
    Şeyh Ahmet Yasin ve Rantisi gibi liderler Amerikan yapımı “Cehennem Ateşi” füzeleriyle, Arafat ise İsrail-ABD ortak suikastıyla öldürülmüştür.

İsrail’in bölgede yapmış olduğu fitne ve fesada ve Filistinlilere karşı uyguladığı şiddete karşı gözlerini ve kulaklarını kapatan Batı (Avrupa ve ABD), Hamas konusundaki ön yargısını da hiç değiştirmemiştir.

Türkiye’nin Kuşatılması Hareketi İsrail’in özelde Filistin’de, genelde bölgede yaptığı Avrupa ve ABD merkezli perspektif için “şımarıklık”, İslâm coğrafyası için fitne-fesat politikası sonucunda oluşturmuş olduğu kaos siyaseti, İslâm dünyasının iki yakasının bir araya gelmesini engellemektedir. Birinci Dünya Savaşı sonrası inşa
edilen Türkiye’yi ve İslâm dünyasını kuşatma hareketi, İkinci Dünya Savaşı’nda da devam etmiştir.

***

4 Aralık 2020 Cuma

Adb Irak İşgali 3 YILI

Adb Irak İşgali 3 YILI 




İşgalin 3. Yılında Pandora'nın Kutusundan Çıkanlar,

Mete Çubukçu,


Irak’ın durumu ile ilgili yapılacak değerlendirmeler artık “wishful thinking”i aşmış durumda. Durum tahminlerimizin ötesinde bir vehamet içeriyor.
Çünkü, reel politikacıların, düşünce kuruluşlarının ya da Amerikan politikasını yürütenlere yön verenlerin stratejilerinin iflas ettiğini söylemek 
“niyet beyanından”, “biz söylemiştik” ten öte bir şey.

Tabii ki Irak’ın işgalini hâlâ başarı olarak görenler, savunanlar var. Ama hiçbir aklı selim sahibi -ki buna neoconların fikir babaları, neocon politikayı 
dışarıdan destekleyenler de dahil- Irak’taki içler acısı durumu inkar edemiyor.
ABD Dışişleri Bakanı Rumsfeld “Irak’ta her şey yolunda” diyor kaçınılmaz olarak. İşgal destekçileri ise ondan öteye giderek Irak’ta “neleri başardıklarını” 
sıralıyorlar. Ama onların reel politik bakış açısıyla 3. yılda geriye dönüp baktığımızda önümüze çıkan manzara ve rakamlar onların bile içinden 
çıkamayacakları bir bilançoyla karşı karşıya geldiklerini ortaya koyuyor.
Amerika’nın Irak’ı işgalini destekleyenler, işgalin yolunda gitmemesini 3 yıldır olmadık bahanelerle savunanlar, geriye dönüp baktıklarında savunmalarını 
genelde 4 noktada topluyorlar;

1. İşgal Saddam Hüseyin gibi bir diktatörü devirmiştir.
2. Çağdışı bir rejim yıkılmıştır.
3. Saddam Hüseyin sonrası Irak bölgede tehdit olmaktan çıkmıştır.
4. Demokrasiye geçilerek seçimler yapılmıştır.

ABD yönetiminin 3. yıldaki en önemli ikilemi şudur: “Irak’tan çekilirsek iç savaş çıkar ve kontrolü kaybederiz”; Irak’tan çekilmedikçe işgale karşı direniş yükselecek ve kaos artacaktır. Önümüzdeki dönemde Amerikan politikacılarının en temel tartışma konusu bu olacaktır.

Çekilme: Ortadoğu’yu yeniden işgale kalkışan güçlerin her şeye rağmen Irak’tan kısa vadede çekileceklerini beklemek hata olur. Nitekim Bush bile 2009 yılına kadar Irak’ta kalacaklarını saklamıyor. Tüm başarısızlığa rağmen çekilme ABD İmparatorluğu’nun prestij ve morali açısından kaldıracağı bir durum değil. Üstelik, İran gibi yeni bir hedefin (Amerika’ya kafa tutacak Irak’tan çok farklı bir ülkenin) yanı başında durduğu coğrafyayı hemen boşaltması beklenemez. Bazılarının iddia ettiği ve çoğunlukla komplo-kaos teorisine dayanan “ABD’nin bölgedeki kriz üzerinden politikasını yürüteceği ve dolayısıyla Irak’taki kaos ortamının bilinçli olarak körüklendiği” tezinin hiçbir dayanağı mevcut değil. Çünkü Irak’taki durum kontrol altına alınmadıkça Amerikan kamuoyu tepkisinin giderek arttığı görülmektedir. Üstelik, Irak’taki petrolü bir an önce kontrol altına alıp dünya piyasalarına sürmek ve piyasalar üzerinde daha etkin bir kontrol sağlamak isteyen ABD ve küresel şirketler için Irak işgalinin umulduğu gibi gitmemesi uzun vadede kendilerinin aleyhine dönecek bir silah gibi durmaktadır. Bush yönetiminin, İran ve Suriye üzerindeki baskısını arttırması belli bir politikanın ürünüdür ama askerî olarak Irak’ın kontrol altına alınamaması ABD’nin bilinçli bir politikası değildir.

İç Savaş: Ancak, ABD’nin Irak’tan çekildikleri takdirde “bir iç savaşın yaşanacağı” tehdidini ve medya aracılığıyla bu dezenformasyonu yayarak özellikle uluslararası kamuoyunu ikna etmeye çalıştığı bilinmektedir. Bu dezenformasyondan Türkiye kamuoyu da nasibini almaktadır. Irak’ta var olan koşullarda zaten bir iç savaş yaşanmaktadır. Yaşanan iç savaşın derinleşmemesi, kitleselleşmemesi, şimdilik bazı Şii (Sadr gibi) ve Sünni (Sünni Ulema Birliği) liderlerin çabalarına bağlı olup kısa süre sonra bu çaba da sonuçsuz kalma ihtimaline sahiptir.
İşgali savunanların bir diğer argümanı ise her şeye rağmen Saddam Hüseyin diktatörlüğünün yıkılmış olmasıdır. İşte bu sav birbirini ile ilişkisiz iki gerekçenin bir arada savunulmasıdır. Tarihi, geçmişi, insanları, doğal kaynakları ile yok olmaya doğru giden bir ülkenin işgali Saddam Hüseyin’in devrilmesi ile haklı gösterilmeye çalışılmaktadır.

Seçim: Irak’ta seçim yapmayı bile başarı sayanlar, indirgemeci bir mantıkla demokrasiyi sadece seçimlerle özdeşleştirmektedir. Oysa seçim demokrasinin sadece bir unsurudur. Üstelik Irak seçimleri ülkeyi birleştirmeye değil bilakis parçalanmaya yaklaştırmış, tüm etnik ve dinî gruplar sadece kendilerini temsil edenlere oy vermiştir. Bu da Irak’ı iç sınırları çizilerek üç saflı hale getirmiştir. İyad Allavi’nin liderliğindeki laik ve farklı grupların oluşturduğu cephe Meclis’te 25 sandalye kazanmış dahi olsa bu birliktelik sembolik olmaktan öteye gidemeyecektir. Çünkü Iraklı Araplar mezheplerine, Kürtler etnik kimliklerine göre hareket etmektedir.

Ordu: Bu saflaşma askerî olarak de netleşmiş ve Irak ordusu ve polisi olarak algılanan güçler aslında Şii ve Kürtlerin kendi güvenlik güçleri olup her grup kendi içinde silahlı olarak da bölünmüştür. Üstelik Irak ordusu denilen yapı içinde barınan Ölüm Mangaları özellikle Bağdat civarında Saddam Hüseyin’i aratmayan toplu katliamlara imza atmaktadır. Bu ölüm timlerinin birçoğu yönetimde hakim olan Şii grupların içinden çıkarken, hükümetin kontrolü ve bilgisi dahilindedir. Sayıları 100 bin civarında olan Irak Ordusunun, karşısında ise 30-40 bin militan ve 100 bine yakın milisin bulunduğu bir direnişçi bloku söz konusudur.
Anayasa: Anayasadaki muğlak ifadeler de ileride karşımıza çıkacak çok parçalı, her grubun kendi yorumuna göre yön vereceği ve parçalanmayı hızlandıracak bir metin olarak durmaktadır. Hem adem-i merkeziyetçi hem de gevşek bir federatif yapıyı öngören Anayasa kendi içinde çelişkili maddeler ve ifadelerle dolu olup uygulanması neredeyse imkansız gibidir. Aralık ayında yapılan bir seçimin sonucunda hâlâ bir hükümetin kurulamamış olması da ülkenin tüm bu saydığımız segmentlere ayrılmasının bir sonucudur.

Bu ayrışmanın sonucunu şimdiden görmekteyiz. Ancak Amerikan işgali devam ettiği sürece kaosun derinleşeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Irak’ta Kürtler hariç diğer gruplar bir an önce işgalin sona ermesini temel koşul olarak öne sürmektedir.

Yeni Aktörler: Tüm bunların yanı sıra Irak’ın mevcut durum dolayısıyla bölgede ortaya çıkan yeni aktörlerin yol açacağı yeni oluşumların önümüzdeki dönemde nasıl davranacaklarının hâlâ belirsiz olmasını gösterebiliriz. Çünkü önümüzdeki yıllarda bölgenin geleceğinde rol oynayacak yeni bileşenler ortaya çıkmıştır:

1. Bölgede, Pakistan’dan başlayarak, İran, Irak, Suriye, Lübnan, Bahreyn, Suudi Arabistan’a uzanan bir çizgide ortaya çıkan Şii Kuşağı,

2. Irak, Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürt Kuşağı,

3. Arap kimliğinin yitirilmesinden sonra Irak’ta ortaya çıkan İran etkisi.

Bu üç önemli gelişme Türkiye’yi içine alan bir eksende (sadece Kürt ekseni ile değil) etki yaratma kapasitesine bağlı olup yine sadece Türkiye’nin kendi inisyatifi ile politika oluşturabileceği ya da aşabileceği bir durum değildir. Her ne kadar kadar AKP hükümeti bütün bölgedeki hükümetler ve kendine yakın hareketler (Hamas gibi) üzerinde etki kurup bölgesel bir aktör olmaya soyunsa da yukarıda saydığımız üç argüman nedeniyle Türkiye hem siyasi hem de ekonomik olarak kendi başına bu rolü üstlenebilecek bir durumda değildir. AKP hükümeti başından itibaren yürüttüğü dış politika üzerinden iç politika yürütme yeteneğini yitirmiş gibi görünürken, konjonktürel olarak Irak’ın işgali ve Avrupa Birliği üzerinden yaratmaya çalıştığı ve bir oranda da başardığı olumlu rüzgarın hızından yorulmuştur. AB rüzgarı bir yana konacak olursa, AKP hükümetinin Ortadoğu’ya yönelik perspektifinin olup olmadığı hâlâ tartışma konusudur. Hükümet, danışmanları aracılığı ile bir “Osmanlı uzlaşması” benzeri orta çaplı emperyal bir hülya ve anakronik bir hareket tarzıyla mı hareket etmektedir, yoksa Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, iflas etmiş ve uygulaması çok tartışılır hale gelen Büyük Ortadoğu Projesi üzerinden mi? Ya da görece bağımsız bir tavır mı takınacaktır. Örneğin, olası bir İran krizinde ne yapılacağı bilinmemektedir. Özellikle de medyaya yansıyan ve Irak işgali öncesi 25 milyar üzerinden yapılan ve rakam çok yüksek bulunarak reddedilen “at pazarlığı” sonrası.

Olası bir kriz sırasında Türkiye’nin önceliği tabii ki kendi Kürtlerinden kaynaklı olarak Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ve onun hemen yanı başındaki İran Kürtleri olacaktır. Bu yüzden işgalin 3. yılında Türkiye kendi Kürtlerine yönelik gerekli açılımları yapmak zorundadır. Zira işgal Kürt meselesini sadece Türkiye’nin kendi iç meselesi olmaktan çıkarmış ve yine Irak Kürtleri’ni de aşmıştır.
Bu yüzden bir Şii ekseni Türkiye’yi dolaylı olarak etkileyecek bile olsa Kürt ekseninde Türkiye’ye doğrudan muhatap olacaktır. Irak’ı işgal etmeyerek ve asker göndermeyerek onurlu bir tavır sergileyenlerin aksine, işgale bulaşılmadığı için hâlâ üzülenleri de unutmadan önümüzdeki dönemde de Türkiye’nin anahtar ülke konumunda olacağını hatırlatmakta da yarar var.

Vaatler ve Gerçekler

1 Haziran 2003’te George Bush “Irak’ı söz verdiğimiz gibi özgürleştirdik. Ülkeyi temsil eden bir hükümet kurulmasını sağlayacağız. Amacımız kendi sorunlarını kendi çözecek, kendi güvenliklerini sağlayacak geçişi sağlamaktır” derken muhafazakar kanadı temsil eden gazetecilerden George Will Mart 2006’da şunları söylüyor: “İşgalden 3 yıl sonra ortada bir Irak ulusu var mı bilemiyoruz. 2 seçim ve bir anayasa referandumunun ardından Irak hâlâ bir hükümete sahip değil”.
İç savaş korkusu büyürken Şii Başbakan İbrahim Caferi, Şii ölüm mangaları ile ilintili olduğu için kabul görmüyor. Uzlaşma hükümetinin kurulması zor görünüyor.
8 Nisan 2003 tarihindeki Bush ve Blair’in ortak açıklamasından: “ Irak’ın geleceği Iraklılara aittir. Yıllar süren diktatörlüğün ardından Irak özgürleşti. Biz de Irak halkının kendi geleceğine karar verecek demokratik ve barışçıl bir ortamı yaratmakla yükümlüyüz.”

Yanıtı 2006’nın Mart ayındaki Uluslararası Af Örgütü’nün raporundan: “Irak hükümeti vatandaşlarına hayatlarını korumak için gerekli olan asgari güvenceleri sağlayamaz durumda olup işkence kadın erkek ayrımı gözetmeden devam etmektedir. 14 bin mahkum kaynağı belirsiz suçtan cezaevlerinde yatmaktadır”.
Irak’ta Saddam Hüseyin sonrası ifade özgürlüğünün sınırlarının genişlediği iddia ediliyor. Bu doğru. Ancak, bunun doğru olması önümüzdeki tabloyu görmememize engel değil. Örneğin, işgal güçlerinin aleyhine yazıp çizmek hapse girmek, gazete ve TV’nizin kapanmasıyla eşanlamlı. Ülkede yükselen İslamcı dalga (Şii-Sünni) günlük yaşamı ciddi bir şekilde etkilemekle kalmayıp, Irak’ın İslamlaşma sürecine de katkıda bulunuyor. Irak hiç olmadığı kadar seküler kurallardan uzaklaşırken günlük yaşamın küçük ama önemli ayrıntılarında kadınlara yönelik büyük baskılar göze çarpıyor. Ülkenin yetişmiş kuşakları özellikle üniversite öğretim üyeleri ve aydınlar öldürülüyor, ülkeden kaçmaya zorlanıyor. Sadece 2005 yılında öldürülen öğretim üyesi sayısı 300. İşgalin hemen ardından başlayan yağmalama karşısında ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in manidar açıklaması Irak’taki “özgür” ortam açısından önemliydi: “Irak’a özgürlük getirdik. Bunun içinde adam öldürme ve soygun yapma da var”.

Beyaz Saray Sözcüsü Ari Fleischer, tarih 18 Şubat 2003: “Irak Afganistan’ın tersine zengin bir ülkedir. İnanılmaz zengin kaynaklar da Irak halkına aittir. Bu yüzden Irak kendi kaynakları ile kendisini yeniden yapılandırma yeteneğine sahiptir”.

Sözcünün 3 yıl önceki bu yorumuna cevap olmasa da Irak’taki son durumu işgal güçlerinin mühendislerinin komutanı Tuğgeneral William McCoy şöyle özetlemektedir: “ABD’nin Irak’ı yeniden yapılandırmak gibi bir niyeti hiçbir zaman olmadı. Sadece başlangıçta böyle bir niyetten söz edilirdi”.

Irak bugün benzin ithal eden bir ülke konumumdadır. Bağdat’ta benzinciler önünde kuyruklarda saatlerce benzin almak için bekleyebilirsiniz. Türkiye sınırındaki tankerler her gün binlerce ton işlenmiş benzini Irak’a taşımaktadır. Irak’ın petrol ihracı Saddam döneminden daha azdır. 

Çünkü rafineriler derinişçilerin saldırıları nedeniyle işletilememektedir. 

Güvenliğin sağlanamamasından dolayı yıkılan rafineriler ve altyapı inşa edilememiştir. Kısa vadede de petrolün ekonomiye katkısı daha azalacaktır.

30 Kasım 2005 George Bush’un Amerikan Deniz Akademisi’ndeki konuşmasından: “ Irak güvenlik kuvvetleri ayağa kalkmış ve Irak halkının güvenini kazanmıştır. Artık teröristlere yönelik bilgi akışı da sağlanmıştır”.

Uluslararası Af Örgütü’nün 2006 Raporu’ndan:

“Irak’ta güvenlik kuvvetlerinin göreve gelmesinin ardından işkence ve kötü muamele ile ilgili olarak yüzlerce rapor mevcuttur. Durum Irak yönetiminin insan hakları ihlallerinin görmezden geldiğini ve güvenlik kuvvetlerinin bu durumun içinde olduğunu göstermektedir.”

Yeni Irak ordusu en tartışmalı konulardan biridir. Çünkü bu oluşum Irak ordusu olmaktan çok Şii ve Kürt ordusu şeklindedir. Ordunun 60 taburu Şiilerden 3 tanesi de Kürtlerden oluşmaktadır. 45 civarında da Sünni taburu mevcuttur. Irak ordusu ve polisi denilen güç, mezhepler ve etnik gruplar arasında bölüşülmüş ve büyük bir kısmı ölüm mangaları olarak anılmaya başlanmıştır. Örneğin, başkent Bağdat’ta Şii güvenlik güçlerinin Sünnilere yönelik kaçırma, işkence ve öldürme eylemleri artık gizlenemez hale gelmiş, toplu ölümler ve toplu mezarlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ordu mensubu Sünnilerin de direnişçilerle dirsek temasında olduğu, eski Baasçıların orduya sızdığı ve istihbarat taşıdığı iddia edilmektedir.
Üçüncü yılda saymaya çalıştığımız birkaç enstantane işgalin boyutlarını ve Irak’a nelere mal olduğunu ortaya koyması açısından anlamlıdır. Bu işgal sadece bir ülkenin yok oluşunu ilan etmekle kalmayıp, etkilerini içinde Türkiye’nin de bulunduğu bir coğrafyada önümüzdeki dönemlerde gösterecektir.

Tek çıkar yol sonuna kadar işgallere uzak durmak ve “hayır” diyebilmektir. Aksi takdirde dünyanın emperyal güçlerin küresel kapitalizmi ayakta tutmak için uyguladıkları araçlardan biri olan savaş ve şiddet uzun vadede tüm insanlığı içinden çıkılmaz bir noktaya götürecektir. Bugünü kurtarma adına hareket edenler bu sarmaldan tek başlarına çıkamayacaklardır.

METE ÇUBUKÇU

https://www.birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-204-nisan-2006/2388/isgalin-3-yilinda-pandora-nin-kutusundan-cikanlar/3370


***

3 Nisan 2020 Cuma

ABD-İRAN GERİLİMİ GÖLGESİNDE HÜRMÜZ BOĞAZINDA ENERJİ GÜVENLİĞİ.

ABD-İRAN GERİLİMİ GÖLGESİNDE HÜRMÜZ  BOĞAZINDA ENERJİ GÜVENLİĞİ. 






Gülperi GÜNGÖR
Analiz No : 2020 / 1
15.01.2020

ABD-İRAN GERİLİMİ GÖLGESİNDE HÜRMÜZ BOĞAZI'NDA ENERJİ GÜVENLİĞİ 

Gülperi GÜNGÖR.

Çin, İran ve Rusya 26 -30 Aralık 2019 tarihleri arasında, Hint Okyanusunun kuzeyinde, Umman Körfezinde ortaklaşa bir deniz tatbikatı gerçekleştirdi. İran Ordusu Deniz Kuvvetleri Komutan Yardımcısı tatbikatın 17 bin km karelik bir alanda yapıldığını ve tatbikatın amacının uluslararası ticaretin güvenliğinin arttırılması, deniz korsanlığı ve terörizme karşı mücadele ve deniz arama kurtarmada tecrübe paylaşımı olduğunu ifade etti. Deniz Emniyet Kemeri adıyla gerçekleşen askeri tatbikat, İranın Çin ve Rusya ile bu düzeyde gerçekleştiği ilk üçlü tatbikat olması bakımından dikkat çekmiştir. 

Tatbikatın gerçekleştiği Umman Körfezi, dünyada deniz yoluyla ticareti yapılan petrolün beşte birinin geçtiği Hürmüz Boğazına bağlanmaktadır. BBC nin aktardığı bilgiye göre, günde ortalama 19 milyon varil petrol Hürmüz Boğazından geçmektedir,[1] bu yüzden bu bölge enerji güvenliği açısından önem arz etmektedir. 

Bu bölge 2019 yılında petrol tankerlerinin güvenliği konusunda gerilimlere sahne olmuştur. 12 Mayısta ikisi Suudi Arabistana ait dört ticari gemi, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) açıklarında, kimliği belirsiz bir saldırıya uğramıştır. Haziran ayında Norveç şirketi Frontlinea ait Marşal Adaları bandıralı Front Altair gemisinde patlamalar olmuş ve Japonya ile bağlantılı kimyasal tanker, Panama bandıralı Kokuka Courageousa mermi saldırıları yapılmıştır. 14 Eylülde ise Suudi Arabistanın Aramco Petrol Şirketinin tesislerine füze saldırıları olmuştur. 

ABDnin İran ile yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesi ve İrana yönelik yaptırımları sıkılaştırması, Haziran 2019da ABDye ait insansız hava aracının İran tarafından, hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle, düşürülmesi, Temmuzda İngiltere-İran arasında gerçekleşen tanker krizi gibi olaylar bölgede gerçekleşen saldırılardan İranın sorumlu olduğu şüphelerini güçlendirmiştir. İran bu suçlamaları reddederken, BAE kıyılarındaki saldırılarda kullanılan mayınlarının İranın mayınlarına benzer olduğu iddiası ile, ABD İranı saldırılardan sorumlu tutmuştur. Suudi Arabistan tesislerine yapılan saldırıları Yemendeki Husiler üstlenirken ABD saldırıların kuzeybatıdan, İrandan düzenlendiğini ileri sürmüştür. 
ABD Öncülüğünde Deniz Güvenliği Koalisyonu ve Diğer Ülkelerden Tepkiler 
Hürmüz Boğazında tansiyonu yükselten bir diğer olay, İran-İngiltere arasında olan tanker krizidir. 4 Temmuz 2019 da İngiltereye bağlı Cebelitarık Özerk Yönetimi, Suriye'ye yönelik ambargoyu ihlal ederek petrol taşıdığı gerekçesiyle İranın "Grace 1" adlı tankerini alıkoymuştu. Cebelitarık Yüksek Mahkemesi İran tankerinin alıkoyma süresini 15 Ağustos'a kadar uzatmıştı. İran ise 19 Temmuzda Hürmüz Boğazı'nda Stena Impero adlı İngiltere bandıralı petrol tankerini, bulunduğu konumu gösteren sinyali kapattığı ve denizcilik kurallarına riayet etmediği gerekçesi ile alıkoymuştu. 

Bölgede enerji güvenliğinin riske girdiği ve petrol fiyatlarının yükseldiği bu dönemde ABD kilit su yollarının gözetimi ve güvenliği için girişimler başlattı. Temmuz ayında ABD Merkez Komutanlığı, Orta Doğu'da güvenli geçişi sağlamak ve hayati önem taşıyan nakliye hatlarını korumak için Sentinel (Nöbetçi) Operasyonu'nu geliştirdiğini açıkladı.[2] 
Bu operasyona bölgesel ve uluslararası katkılar için çağrıda bulundu. Bölgedeki nakliyeyi korumak için ABD öncülüğünde kurulan koalisyona Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn, Katar, İngiltere, Arnavutluk ve Avustralya katılmıştır. 

Ancak bu süreçte, öncelikle Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleri, ABD nin İran a uyguladığı maksimum baskı politikasına destek vermeye yanaşmadıkları ve İran ile müzakerelerin devam etmesini arzuladıkları için ABD öncülüğünde bir koalisyona katılmak istemediklerini açıkladılar. Deniz trafiğini korumak için bir Avrupa Deniz Misyonu oluşturmak üzere İngiltere, Almanya ve Fransa çalışmalar başlattıklarını açıkladı ancak Londra da hükümet değişikliği ve Boris Johnsonın yeni başbakan olarak göreve başlamasının ertesinde, İngiltere, ABD öncülüğündeki koalisyona dahil olacağını bildirdi. 

24 Kasım'da Fransa Savunma Bakanı Florence Parly, Abu Dabi'deki bir Fransız deniz üssünün Basra Körfezi'ni korumak için Avrupa liderliğindeki bir misyonun merkezi olacağını açıkladı. Almanya, bu girişimi politik olarak desteklese de, bunun bir Avrupa Birliği misyonu olmadığı gerekçesi ile katılmayacağını bildirdi. Alman yasalarına göre, Almanyanın bu tür bir koalisyona katılabilmesi için, misyonun AB, NATO ve BM çerçevesinde kolektif güvenliğe dayalı bir sistem olması gereklidir. Hürmüzde güvenliğin sağlanması için İspanya ve İtalya bir Avrupa Misyonuna sıcak baktıklarını açıkladılar. 

Hürmüz Boğazındaki Avrupa Misyonuna (European-Led Mission Awareness Strait of Hormuz) Hollanda, Ocak 2020'den başlayarak altı aylık bir süre için bir gemi katkıda bulunacağını açıkladı. Danimarka Dışişleri Bakanı Jeppe Kofod ise, Danimarka nın dünyanın beşinci en büyük denizcilik ülkesi olduğunu, Hürmüz Boğazı da dahil olmak üzere deniz güvenliğinin sağlanmasında Danimarkanın özel bir ilgi ve sorumluluğunun olduğunu ifade etti. Danimarka Hürmüz Boğazına helikopter ve yaklaşık 155 askerle bir fırkateyn göndermeyi teklif ettiğini açıkladı. 

Petrol ithalatının yüzde 90'ını Körfez bölgesinden elde eden Japonya ise deniz 
taşımacılığını güvence altına almak için, bir koalisyona katılmayarak, bölgeye kendi Öz Savunma Kuvvetleri güçlerini gönderme kararı aldı. Yaz aylarında saldırıya uğrayan tankerler arasında bir Japon gemisi de vardı. ABDnin koalisyon girişimi sonrasında, İran Dışişleri Bakanı, Japonyaya ABD öncülüğündeki koalisyona katılmaması hususunda çağrıda bulunmuştu. 

Çin ve Rusyanın Rolü., 

Aralık ayında gerçekleşen Çin, İran, Rusya üçlü tatbikatına geri dönersek, İran Ordusu Deniz Kuvvetleri Komutan Yardımcısı bu tatbikatın İranın izole edilemeyeceğini gösterdiğini ifade etmiştir. ABD ve Avrupa Ülkeleri Hürmüzde deniz ve enerji güvenliği için girişimler başlatmışken Çin ve Rusya da bu yönde iradelerini bu girişimle ortaya koymuş olmaktadır. Ancak bu tatbikat, Çin ve Rusyanın, İran'ı da yanlarına alarak, ABD öncülüğündeki koalisyondaki ülkeleri tamamen karşılarına aldıkları anlamına gelmemektedir. 

Nitekim, Çin Savunma Bakanlığı Sözcüsü tatbikatın amacının üç ülkenin donanması arasında eşgüdüm sağlamak ve iyi niyet mesajı göndermek olduğunu söylemiştir. Yaptığı açıklamada tatbikatın uluslararası kurallara uygun olduğunu ve İran-ABD gerilimini kastederek bu tatbikatın uluslararası durumla ilişkilendirilmemesi gerektiğini vurgulamıştır. Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü de, tatbikatın güvenlik işbirliğini güçlendirme ve terörist tehditlere yanıt verme amaçlı olduğunu ifade etmiştir. 

Çin ve Rusya'nın ABD ve Arap ülkeleri ile ilişkilerini riske atarak İranı tamamen 
destekleyen bir politika içerisine girebileceği düşünülemez. Sonuç olarak, enerji güvenliği için mekanizmalar oluşturulurken, Rusya ve Çinin sorumlu güçler olarak bölgede varlıklarını ortaya koyma isteğini göstermeyi amaçladıkları söylenebilir. 


*Fotoğraf: NTV 


[1] 
Why Does The Strait of Hormuz Matter?, BBC, 11 Haziran 2019, 
https://www.bbc.com/news/av/world-middle-east-48586787/why-does-the-strait-of-hormuzmatter 
[2] 
U.S. Central Command Statement on Operation Sentinel, U.S. Central Command, 19 
Temmuz 2019, https://www.centcom.mil/MEDIA/STATEMENTS/StatementsView/
Article/1911282/us-central-command-statement-on-operationsentinel/
utm_source/hootsuite/ 
AVİMAvrasya İncelemeleri MerkeziCenter for Eurasian Studies3

Yazar Hakkında : 

Atıfta bulunmak için: GÜNGÖR, Gülperi. 2020. "ABD-İRAN GERİLİMİ GÖLGESİNDE HÜRMÜZ BOĞAZI'NDA ENERJİ GÜVENLİĞİ." Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM), Analiz No.2020 / 1. Ocak 15. 
Erişim Nisan 01, 2020. 
https://avim.org.tr/tr/Analiz/ABD-IRAN-GERILIMI-GOLGESINDE-HURMUZ-BOGAZINDA-ENERJI-GUVENLIGI 

Süleyman Nazif Sok. No: 12/B Daire 3-4 06550 Çankaya-ANKARA / TÜRKİYE 

Tel: +90 (312) 438 50 23-24 • Fax: +90 (312) 438 50 26 
@avimorgtr 
https://www.facebook.com/avrasyaincelemelerimerkezi 

E-Posta: info@avim.org.tr 
http://avim.org.tr 

© 2009-2020 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır 

***

7 Aralık 2018 Cuma

CEMAL KAŞIKÇI CİNAYETİ BÖLÜM 2

CEMAL KAŞIKÇI CİNAYETİ  BÖLÜM 2



Sonuç olarak, 

    2 Ekim 2018 tarihinde Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda bir cinayete kurban giden Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin ardındaki sır perdesinin hala aralanmadığı anlaşılmaktadır. Türk yetkililer tarafından Cemal Kaşıkçı cinayetinin aydınlatılması adına söylemlerin net olarak dillendirildiği görülmesi ne rağmen, ABD’nin bu olayın aydınlatılması noktasında ilgisinin düşük seviyede seyrettiği görülmüştür. Bunun nedeni ise, kuşkusuz, Suudi Arabistan’ın ABD’den gerçekleştirdiği rekor düzeyde silah alımlarıdır ve bunun Amerikan ekonomisine olumlu katkılarıdır. Kaşıkçı cinayeti sonrasında diğer devletlerin
takındığı tutumlarda ise, Avrupalı devletlerin Suudi Arabistan’a karşı tepkilerini sert şekilde gösteren söylemlerin dillendirildiği ve hatta bazı eylemlerin gerçekleştirildiği gözlemlenmiştir.

Serdar ÇUKUR


KAYNAKÇA

Conger, Kerem (20.10.2018). “Suudi Gazeteci Kaşıkçı’nın Kaybolduğu 2 Ekim Ekim’den Bugüne Neler
Yaşandı?”. Euronews. (https://tr.euronews.com/2018/10/20/cemal-kasikcinin-kaybolmasi-olayinda-dundenbugune-
ne-yasandi, 21 Ekim 2018’de erişildi).
Hürriyet (22.10.2018). “Cemal Kaşıkçı kimdir? Cemal Kaşıkçı’nın biyografisi”.
(http://www.hurriyet.com.tr/gundem/cemal-kasikci-kimdir-cemal-kasikcinin-biyografisi-40994715, 22 Ekim
2018’de erişildi).
BBC (24.10.2018). “Cemal Kaşıkçı Olayı: Suudi Gazeteciye Ne Oldu? 2 Ekim’den Bu Yana Neler Yaşandı?”.
(https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45813519, 24 Ekim 2018’de erişildi).
Erkoyun, Ezgi & Küçükgöçmen, Ali (26.10.2018). “Turkey Demands Extradition Of 18 Saudis In Khashoggi
Case”. Reuters. https://uk.reuters.com/article/uk-saudi-khashoggi/turkey-demands-extradition-of-18-
saudis-in-khashoggi-case-idUKKCN1N01DA, 26 Ekim 2018’de erişildi).
Reuters (26.10.2018). “Turkey’s Erdogan to Saudis: Where is Khashoggi’s body?”.
(https://www.reuters.com/article/saudi-khashoggi-erdogan/turkeys-erdogan-to-saudis-where-iskhashoggis-
body-idUSI7N1WY020, 26 Ekim 2018’de erişildi).
Dolan, David (27.10.2018). “Turkey’s Erdogan Says Shared Details Of Khashoggi Case With Leaders At Four-
Way Summit”. Reuters. 
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-erdogan/turkeys-erdogansays-shared-details-of-khashoggi-
case-with-leaders-at-four-way-summit-idUSKCN1N10OY, 27 Ekim 2018’de erişildi).
Küçükgöçmen, Ali & Dolan, David (27.10.2018). “Germany Seeks Common European Response On Saudi
Arms Sales Over Khashoggi Killing”. Reuters. (https://www.reuters.com/article/us-mideast-crisis-syriaturkey-
merkel/germany-seeks-common-european-response-on-saudi-arms-sales-over-khashoggi-killingidUSKCN1N10PJ,
27 Ekim 2018’de erişildi).
Reuters (10.2018). “In talks with Saudi minister, Mattis calls for transparent investigation in Khashoggi
killing”.(https://www.reuters.com/article/saudi-khashoggi-usa-mattis/in-talks-with-saudi-minister-mattiscalls-
for-transparent-investigation-in-khashoggi-killing-idUSL2N1X803I, 28 Ekim 2018’de erişildi).
Reuters (29.10.2018a). “Meeting between Saudi, Turkish prosecutors has ended –Anadolu”.
(https://www.reuters.com/article/saudi-khashoggi-turkey-prosecutor-end/meeting-between-saudi-turkishprosecutors-
has-ended-anadolu-idUSL8N1X9269, 29 Ekim 2018’de erişildi).
Reuters (10.2018b). “Turkish, Saudi prosecutors cooperating is useful, Turkish foreign minister says”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-turkey-prosecutor-min/turkish-saudi-prosecutorscooperating-
is-useful-turkish-foreign-minister-says-idUSKCN1N3148, 29 Ekim 2018’de erişildi).
Solaker, Gülşen (30.10.2018). “Turkey presses Saudi to say who sent Khashoggi killers: Erdogan”. Reuters.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-turkey/turkey-presses-saudi-to-say-who-sentkhashoggi-
killers-erdogan-idUSKCN1N40VC, 30 Ekim 2018’de erişildi).
Reuters (31.10.2018). “Istanbul prosecutor says Khashoggi was suffocated”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-prosecutor/istanbul-prosecutor-says-khashoggi-wassuffocated-
idUSKCN1N523R, 31 Ekim 2018’de erişildi).
Reuters (01.11.2018). “Turkey wants to know where Khashoggi’s body is: justice minister”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-turkey/turkey-wants-to-know-where-khashoggisbody-
is-justice-minister-idUSKCN1N64LD, 1 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (02.11.2018). “Erdogan adviser said Khashoggi’s body was dismembered and dissolved:
newspaper”. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-turkey/erdogan-adviser-saidkhashoggis-
body-was-dismembered-and-dissolved-newspaper-idUSKCN1N7179, 2 Kasım 2018’de erişildi).
Toksabay, Ece (02.11.2018). “Turkey’s Erdogan: Khashoggi killing ordered at Saudi ‘highest levels’. Reuters.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-turkey/turkeys-erdogan-khashoggi-killing-ordered-atsaudi-
highest-levels-idUSKCN1N72CZ, 2 Kasım 2018’de erişildi).
Nebahay, Stephanie (05.11.2018). “Saudi Arabia tells U.N. it will prosecute Khashoggi killers”. Reuters.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-rights-un/saudi-arabia-tells-u-n-it-will-prosecute-khashoggikillers-
idUSKCN1NA17N, 5 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (05.11.2018). “U.S. condemns Khashoggi killing, tells U.N. an investigation is essential”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-un-usa/u-s-condemns-khashoggi-killing-tells-u-n-aninvestigation-
is-essential-idUSKCN1NA1DS, 5 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (08.11.2018). “German shipyard suspends production after Saudi export ban”.
(https://www.reuters.com/article/us-germany-saudi-arms/german-shipyard-suspends-production-aftersaudi-
export-ban-idUSKCN1ND1QA, 8 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (09.11.2018). “Norway suspends arms export licenses to Saudi Arabia”.
(https://www.reuters.com/article/us-norway-saudi/norway-suspends-arms-export-licenses-to-saudi-arabiaidUSKCN1NE22E,
9 Kasım 2018’de erişildi).
BBC (11.11.2018). “Beyaz Saray: Trump-Erdoğan görüşmesinde Kaşıkçı cinayeti ele alındı”.
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46170384, 11 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (12.11.2018). “In Saudi, Britain’s Hunt calls for end to Yemen war, Khashoggi Justice”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-britain/in-saudi-britains-hunt-calls-for-end-to-yemenwar-
khashoggi-justice-idUSKCN1NH00B, 12 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (15.11.2018a). “Canada welcomes U.S. sanctions on Saudis, weighs similar action”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-canada/canada-welcomes-u-s-sanctions-on-saudisweighs-
similar-action-idUSKCN1NK2TK, Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (15.11.2018b). “Saudi foreign minister: Khashoggi case should not be politicized”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-foreignminister-idUSKCN1NK20L, 15 Kasım 2018’de erişildi).
Zengerle, Patricia & Kalin, Stephen (15.11.2018). “U.S. imposes sanctions for Khashoggi killing, Saudis seek
death penalty”. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi/us-imposes-sanctions-for-khashoggikilling-
saudis-seek-death-penalty-idUSKCN1NK2VB, 15 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (16.11.2018). “Erdogan, Trump agree all aspects of Khashoggi case must be uncovered: Turkish
presidency”. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-turkey-usa/erdogan-trump-agree-allaspects-
of-khashoggi-case-must-be-uncovered-turkish-presidency-idUSKCN1NL2F9, 16 Kasım 2018’de erişildi).
Hosenbal, Mark (17.11.2018). “CIA believes Saudi crown prince ordered journalist’s killing: sources”.
Reuters. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-cia/cia-believes-saudi-crown-prince-orderedjournalists-
killing-source-idUSKCN1NL2P4, 17 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (17.11.2018). “Saudi ambassador denies telling Khashoggi to go to Turkey”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-cia-denial/saudi-ambassador-denies-tellingkhashoggi-
to-go-to-turkey-idUSKCN1NM00J, 17 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (19.11.2018a). “Berlin imposes travel ban, arms freeze over Khashoggi killing.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-ban/berlin-imposes-travel-ban-arms-freeze-overkhashoggi-
killing-idUSKCN1NO18C, 19 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (19.11.2018b). “Trump says US stands with Saudi Arabia despite journalist Khashoggi’s killing”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-sanctions-france/france-says-to-decide-soon-onsanctions-
over-khashoggi-killing-idUSKCN1NO2FK, 19 Kasım 2018’de erişildi).
Breuninger, Kevin (20.11.2018). “Trump says US stands with Saudi Arabia despite journalist Khashoggi’s
killing”. CNBC. (https://www.cnbc.com/2018/11/20/trump-says-us-stands-with-saudi-arabia-despitekhashoggi-
killing.html, 20 Kasım 2018’de erişildi).
Omeroy, Robin (21.11.2018). “Saudi foreign minister says kingdom united around its leadership”. Reuters.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-kashoggi-minister/saudi-foreign-minister-says-kingdom-unitedaround-
its-leadership-idUSKCN1NQ2GI, 21 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (22.11.2018a). “Denmark suspends Saudi weapon export approvals over Khashoggi, Yemen
concerns”. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-denmark/denmark-suspends-saudiweapon-
export-approvals-over-khashoggi-yemen-concerns-idUSKCN1NR0G6, 22 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (22.11.2018b). “EU says transparent, credible investigation into Khashoggi killing not completed
yet”. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-eu/eu-says-transparent-credible-investigationinto-
khashoggi-killing-not-completed-yet-idUSKCN1NR0UO, 22 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (22.11.2018c). “France imposes sanctions on 18 Saudi citizens over Khashoggi killing”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-france/france-imposes-sanctions-on-18-saudicitizens-
over-khashoggi-killing-idUSKCN1NR1VJ, 22 Kasım 2018’de erişildi).
Reuters (14.11.201814). “Turkey calls for international investigation into Khashoggi murder”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-journalist-turkey/turkey-calls-for-international-investigation-intokhashoggi-
murder-idUSKCN1NJ2KJ, 14 Kasım 2018’de erişildi).

YURT İÇİ YAYIN KAYNAKÇASI ;

[1] Hürriyet (22.10.2018). “Cemal Kaşıkçı kimdir? Cemal Kaşıkçı’nın biyografisi”.
(http://www.hurriyet.com.tr/gundem/cemal-kasikci-kimdir-cemal-kasikcinin-biyografisi-40994715, 22 Ekim
2018’de erişildi).
[2] Kerem Conger (20.10.2018). “Suudi Gazeteci Kaşıkçı’nın Kaybolduğu 2 Ekim Ekim’den Bugüne Neler
Yaşandı?”. Euronews. (https://tr.euronews.com/2018/10/20/cemal-kasikcinin-kaybolmasi-olayindadunden-
bugune-ne-yasandi, 21 Ekim 2018’de erişildi).
[3] Kerem Conger,(20.10.2018). “ Suudi Gazeteci Kaşıkçı’nın Kaybolduğu 2 Ekim Ekim’den Bugüne Neler
Yaşandı?”. Euronews. (https://tr.euronews.com/2018/10/20/cemal-kasikcinin-kaybolmasi-olayindadunden-
bugune-ne-yasandi, 21 Ekim 2018’de erişildi).
[4] BBC (24.10.2018). “Cemal Kaşıkçı Olayı: Suudi Gazeteciye Ne Oldu? 2 Ekim’den Bu Yana Neler
Yaşandı?”. (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45813519, 24 Ekim 2018’de erişildi).
[5] BBC (24.10.2018). “Cemal Kaşıkçı Olayı: Suudi Gazeteciye Ne Oldu? 2 Ekim’den Bu Yana Neler
Yaşandı?”. (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45813519, 24 Ekim 2018’de erişildi).
[6] BBC (24.10.2018). “Cemal Kaşıkçı Olayı: Suudi Gazeteciye Ne Oldu? 2 Ekim’den Bu Yana Neler Yaşandı?”
(https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45813519, 24 Ekim 2018’de erişildi).
[7] Ezgi Erkoyun & Ali Küçükgöçmen (26.10.2018). “Turkey Demands Extradition of 18 Saudis in Khashoggi
Case”. Reuters. (https://uk.reuters.com/article/uk-saudi-khashoggi/turkey-demands-extradition-of-18-
saudis-in-khashoggi-case-idUKKCN1N01DA, 26 Ekim 2018’de erişildi).
[8] Reuters (26.10.2018). “Turkey’s Erdogan to Saudis: Where is Khashoggi’s body?”.
(https://www.reuters.com/article/saudi-khashoggi-erdogan/turkeys-erdogan-to-saudis-where-iskhashoggis-
body-idUSI7N1WY020, 26 Ekim 2018’de erişildi).
[9] David Dolan (27.10.2018). “Turkey’s Erdogan Says Shared Details Of Khashoggi Case With Leaders At
Four-Way Summit”. Reuters. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-erdogan/turkeyserdogan-
says-shared-details-of-khashoggi-case-with-leaders-at-four-way-summit-idUSKCN1N10OY, 27
Ekim 2018’de erişildi).
[10] Ali Küçükgöçmen & David Dolan (27.10.2018). “Germany Seeks Common European Response On
Saudi Arms Sales Over Khashoggi Killing”. Reuters. (https://www.reuters.com/article/us-mideast-crisissyria-
turkey-merkel/germany-seeks-common-european-response-on-saudi-arms-sales-over-khashoggikilling-
idUSKCN1N10PJ, 27 Ekim 2018’de erişildi).
[11] Reuters (28.10.2018). “In Talks With Saudi Minister, Mattis Calls For Transparent İnvestigation İn
Khashoggi Killing”. (https://www.reuters.com/article/saudi-khashoggi-usa-mattis/in-talks-with-saudiminister-
mattis-calls-for-transparent-investigation-in-khashoggi-killing-idUSL2N1X803I, 28 Ekim 2018’de erişildi).
[12] Reuters (29.10.2018a). “Meeting between Saudi, Turkish prosecutors has ended – Anadolu”.
(https://www.reuters.com/article/saudi-khashoggi-turkey-prosecutor-end/meeting-between-saudi-turkishprosecutors-
has-ended-anadolu-idUSL8N1X9269, 29 Ekim 2018’de erişildi).
[13] Reuters (29.10.2018b). “Turkish, Saudi Prosecutors Cooperating is Useful, Turkish Foreign Minister
Says”. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-turkey-prosecutor-min/turkish-saudiprosecutors-
cooperating-is-useful-turkish-foreign-minister-says-idUSKCN1N3148, 29 Ekim 2018’de erişildi).
[14] Gülşen Solaker (30.10.2018). “Turkey Presses Saudi To Say Who Sent Khashoggi Killers: Erdogan”.
Reuters. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-turkey/turkey-presses-saudi-to-say-whosent-
khashoggi-killers-erdogan-idUSKCN1N40VC, 30 Ekim 2018’de erişildi).
[15] Reuters (31.10.2018). “Istanbul Prosecutor Says Khashoggi Was Suffocated”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-prosecutor/istanbul-prosecutor-says-khashoggiwas-
suffocated-idUSKCN1N523R, 31 Ekim 2018’de erişildi).
[16] Reuters (01.11.2018). “Turkey Wants To Know Where Khashoggi’s Body is: Justice Minister”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-turkey/turkey-wants-to-know-where-khashoggisbody-
is-justice-minister-idUSKCN1N64LD, 1 Kasım 2018’de erişildi).
[17] Reuters (02.11.2018). Erdogan adviser said Khashoggi’s body was dismembered and dissolved:
newspaper. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-turkey/erdogan-adviser-saidkhashoggis-
body-was-dismembered-and-dissolved-newspaper-idUSKCN1N7179, 1 Kasım 2018’de erişildi).
[18] Ece Toksabay (02.11.2018). “Turkey’s Erdogan: Khashoggi killing ordered at Saudi ‘highest levels’.
Reuters. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-turkey/turkeys-erdogan-khashoggi-killingordered-
at-saudi-highest-levels-idUSKCN1N72CZ, 1 Kasım 2018’de erişildi).
[19] Stephanie Nebahay (05.11.2018). “Saudi Arabia Tells U.N. İt Will Prosecute Khashoggi Killers. Reuters.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-rights-un/saudi-arabia-tells-u-n-it-will-prosecute-khashoggikillers-
idUSKCN1NA17N, 5 Kasım 2018’de erişildi).
[20] Reuters (05.11.2018). “U.S. condemns Khashoggi killing, tells U.N. an investigation is essential”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-un-usa/u-s-condemns-khashoggi-killing-tells-u-n-aninvestigation-
is-essential-idUSKCN1NA1DS, 5 Kasım 2018’de erişildi).
[21] Reuters (08.11.2018). “German shipyard suspends production after Saudi export ban”.
(https://www.reuters.com/article/us-germany-saudi-arms/german-shipyard-suspends-production-aftersaudi-
export-ban-idUSKCN1ND1QA, 8 Kasım 2018’de erişildi).
[22] Reuters (09.11.2018). “Norway suspends arms export licenses to Saudi Arabia”.
(https://www.reuters.com/article/us-norway-saudi/norway-suspends-arms-export-licenses-to-saudiarabia-
idUSKCN1NE22E, 9 Kasım 2018’de erişildi).
[23] BBC (11.11.2018). “Beyaz Saray: Trump-Erdoğan görüşmesinde Kaşıkçı cinayeti ele alındı”.
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46170384, 11 Kasım 2018’de erişildi).
[24] Reuters (12.11.2018). “In Saudi, Britain’s Hunt calls for end to Yemen war, Khashoggi Justice”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-britain/in-saudi-britains-hunt-calls-for-end-to-yemenwar-
khashoggi-justice-idUSKCN1NH00B, 12 Kasım 2018’de erişildi).
[25] Reuters (14.11.201814). “Turkey calls for international investigation into Khashoggi murder”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-journalist-turkey/turkey-calls-for-international-investigation-intokhashoggi-
murder-idUSKCN1NJ2KJ , 14 Kasım 2018’de erişildi).
[26] Patricia Zengerle & Stephen Kalin (15.11.2018). “U.S. imposes sanctions for Khashoggi killing, Saudis
seek death penalty”. Reuters. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi/us-imposes-sanctionsfor-
khashoggi-killing-saudis-seek-death-penalty-idUSKCN1NK2VB, 15 Kasım 2018’de erişildi).
[27] Reuters (15.11.2018a). “Canada welcomes U.S. sanctions on Saudis, weighs similar action”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-canada/canada-welcomes-u-s-sanctions-on-saudisweighs-
similar-action-idUSKCN1NK2TK, 15 Kasım 2018’de erişildi).
[28] Reuters (15.11.2018b). “Saudi foreign minister: Khashoggi case should not be politicized”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-foreignminister-idUSKCN1NK20L, 15 Kasım 2018’de erişildi).
[29] Reuters (16.11.2018). “Erdogan, Trump agree all aspects of Khashoggi case must be uncovered:
Turkish presidency”. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-turkey-usa/erdogan-trumpagree-
all-aspects-of-khashoggi-case-must-be-uncovered-turkish-presidency-idUSKCN1NL2F9, 16 Kasım
2018’de erişildi).
[30] Mark Hosenbal (17.11.2018). “CIA believes Saudi crown prince ordered journalist’s killing: sources”.
Reuters. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-cia/cia-believes-saudi-crown-princeordered-
journalists-killing-source-idUSKCN1NL2P4?feedType=RSS&feedName=topNews&rpc=69, 17
Kasım 2018’de erişildi).
[31] Reuters (17.11.2018). “Saudi ambassador denies telling Khashoggi to go to Turkey”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-cia-denial/saudi-ambassador-denies-tellingkhashoggi-
to-go-to-turkey-idUSKCN1NM00J, 17 Kasım 2018’de erişildi).
[32] Reuters (19.11.2018a). “Berlin imposes travel ban, arms freeze over Khashoggi killing”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-ban/berlin-imposes-travel-ban-arms-freeze-over
khashoggi-killing-idUSKCN1NO18C, 19 Kasım 2018’de erişildi).
[33] Reuters (19.11.2018b). “Trump says US stands with Saudi Arabia despite journalist Khashoggi’s
killing”. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-sanctions-france/france-says-to-decidesoon-
on-sanctions-over-khashoggi-killing-idUSKCN1NO2FK, 19 Kasım 2018’de erişildi).
[34] Kevin Breuninger (20.11.2018). “Trump says US stands with Saudi Arabia despite journalist
Khashoggi’s killing”. CNBC. (https://www.cnbc.com/2018/11/20/trump-says-us-stands-with-saudi-arabiadespite-
khashoggi-killing.html, 20 Kasım 2018’de erişildi).
[35] Robin Pomeroy (21.11.2018). “Saudi foreign minister says kingdom united around its leadership” .
Reuters. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-kashoggi-minister/saudi-foreign-minister-sayskingdom-
united-around-its-leadership-idUSKCN1NQ2GI, 21 Kasım 2018’de erişildi).
[36] Reuters (22.11.2018c). “France imposes sanctions on 18 Saudi citizens over Khashoggi killing”.
(https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-france/france-imposes-sanctions-on-18-saudicitizens-
over-khashoggi-killing-idUSKCN1NR1VJ, 22 Kasım 2018’de erişildi).
[37] Reuters (22.11.2018a). “Denmark suspends Saudi weapon export approvals over Khashoggi, Yemen
concerns” . (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-denmark/denmark-suspends-saudiweapon-
export-approvals-over-khashoggi-yemen-concerns-idUSKCN1NR0G6, 22 Kasım 2018’de erişildi).
[38] AB: Avrupa Birliği.
[39] Reuters (22.11.2018b). “EU says transparent, credible investigation into Khashoggi killing not
completed yet”. (https://www.reuters.com/article/us-saudi-khashoggi-eu/eu-says-transparent-credibleinvestigation-
into-khashoggi-killing-not-completed-yet-idUSKCN1NR0UO, 22 Kasım 2018’de erişildi).


***

CEMAL KAŞIKÇI CİNAYETİ BÖLÜM 1

CEMAL KAŞIKÇI CİNAYETİ BÖLÜM 1


Serdar ÇUKUR
01 ARALIK 2018 




Cemal Kaşıkçı, 13 Ekim 1958’te Suudi Arabistan’ın Medine şehrinde dünyaya geldi.  İlk ve orta eğitimini Suudi Arabistan’da tamamlayan Kaşıkçı, 1982 yılında Indiana State Üniversitesi’nden mezun oldu. Kaşıkçı, 1991-1999 yılları arasında, Al Madina, Okaz, Al Sharq Al Awsat, Al Majalla ve Al Muslimoon da dahil olmak
üzere çeşitli Arap gazetelerinde görev yaptı. Kaşıkçı, ayrıca Arab News‘de ve Al Watan‘da yöneticilik görevlerinde bulundu. Kaşıkçı’nın, Al Watan gazetesinde ülkeyi eleştiren yazılarının yer alması nedeniyle görevinden alındığı görüldü. Sonrasında Suudi Arabistan’ı terk eden Kaşıkçı, Prens Türki al Faysal’ın medya
danışmanlığını yapmaya başladı. Bu gelişme sonrasında, Kaşıkçı, 2008’de tekrardan Al Watan‘ın yazı işleri müdürlüğüne getirildi; ama 2010 yılında yayınlanan eleştirel yazıları nedeniyle tekrardan görevden alındı.

2015 yılında, Kaşıkçı’nın bu kez Bahreyn’de açılan Al-Arab kanalında yer aldığı görülmüştür; ama Kaşıkçı’nın burada da kısa sürede kaldığı görüldü. Kanalın kapatılması sonrasında, Kaşıkçı, Eylül 2017’den itibaren ABD’de yaşamaya ve Washington Post gazetesinde yazılar yazmaya başladı.[1] Kendisi, İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda öldürülmesine kadar da ABD’de yaşamıştır. Bu çalışmada, 2 Ekim 2018 tarihinde nişanlısı Hatice Cengiz ile birlikte evlilik işlemlerini gerçekleştirmek için İstanbul’daki Suudi Arabistan’ın Başkonsolos luğu’na giriş yapan, ancak bir daha binadan çıkamayan ve ilerleyen günlerde bina içerisinde işlenen bir cinayete kurban gittiği anlaşılan Cemal Kaşıkçı’nın başına gelenlerin ardından yaşanan gelişmelere ve devletlerin bu cinayet sonrasında nasıl bir tavır sergilediklerine dair analizler
yapılacaktır.

2 Ekim 2018 tarihinde Cemal Kaşıkçı, nişanlısı Hatice Cengiz ile evlilik işlemlerini gerçekleştirmek için Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’na geldi. Kaşıkçı ’nın binaya saat 13:14’te tek başına giriş yaptığı, cinayet sonrasında yayınlanan kamera görüntülerinde görülmüştür. Sonrasında, Cemal Kaşıkçı’dan
bir daha haber alınamadı. Bir gün sonra, bir grubun Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nun önünde Cemal Kaşıkçı’nın binada zorla tutulduğunu ve derhal serbest bırakılmasını istediklerini beyan eden bir eylem yaptıkları görüldü. Bu iddia sonrasında, Suudi Arabistan hükümeti tarafından bu olaya ilişkin
haberlerin kendilerince takip edildiğini ifade eden açıklamaların yapıldığı görülmüştür. Bu gelişmenin üzerine, Türk yetkililerinin binada arama yapabilmek adına Suudi makamlardan resmi talepte bulundukları açıklanmıştır. Öyle ki, bu gelişme sonrasında Suudi Arabistan Büyükelçisi Velid bin Abdülkerim El-Hireyci
Dışişleri Bakanlığı’na çağrılmış ve El Hireyci, “Bilgi sahibi değiliz, araştırıyoruz. Aldığımız bilgileri aktaracağım.” dediği görülmüştür.[2]

5 Ekim 2018 tarihinde yapılan açıklamada ise, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın bu konu hakkında haberdar olmadığı belirtilmiştir. Bir gün sonra ise Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosu Muhammed el Otaibi, Kaşıkçı’nın Konsolosluk’ta olmadığını göstermek adına içlerinde bazı haber ajansının bulunduğu medya mensuplarına binayı görüntülemeleri için izin verdiği görülmüştür. Ayrıca bu gizemli olay sonrasında İstanbul Başsavcılığı’nın bir soruşturma başlattığı da Türk resmi makamlar tarafından belirtilmiştir. 7 ve 8 Ekim 2018 tarihlerinde ise Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın Kaşıkçı hakkında bazı açıklar yaptığı görülmüştür. Bu açıklamaların ardından, bir gün sonra, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Sözcüsü Hami Aksoy tarafından Kaşıkçı’nın akıbetini yakından takip ettiklerini vurgulayan açıklamalar basına yansımıştır. Bu beyanatın da Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz tarafından Washington Post gazetesine yazılan makale ile desteklenildiği görülmüştür. Kaşıkçı’nın kaybolmasından yaklaşık bir hafta sonra, yani 10 Ekim 2018 tarihinde ise, 15 kişilik Suudi heyetin İstanbul’daki Suudi Konsolosluğu’na girişi yapar iken görüntülerinin basına sızdırıldığı görülmüştür.[3]

11 Ekim 2018 tarihinde, muhalif Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın ölümüne ilişkin yapılan soruşturmaya ABD’nin de dâhil olması, ABD Başkanı Donald Trump tarafından şu sözlerle açıklamıştır: “Müfettişlerimiz orada, Türkiye’de. Türkiye’yle birlikte çalışıyoruz. Doğrusu, Suudi Arabistan’la da birlikte çalışıyoruz. Ne olduğunu ortaya çıkarmak istiyoruz.”. Bunun haricinde, İngiltere tarafından Suudi gazetecinin ölümüne ilişkin şüphelerin doğru çıkması sonrasında, Suudi Arabistan’ın ağır sonuçlarla karşı karşıya kalacağını
vurgulayan söylemlerin basına yansıdığı görülmüştür. Bir gün sonra, CNN kanalı tarafından, Türk yetkililerin aslında Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın ölümüne dair seslerin ve görüntülerin bulunduğu bilgisi geçilmiştir. 13 Ekim 2018 tarihinde ise Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz’in bu kez New York Times
tarafından yayınlanan bir haberde, Cemal Kaşıkçı’nın ölümüne neden olanların cezalandırılması gerektiğinin altı çizilmiş ve Suudi gazetecinin ölümü sonrasında dünya üzerinde devletlerin göstermiş oldukları tepkiler özetlenmiştir. Bu tepkilerden bir tanesi ise, 14 Ekim 2018 tarihinde BBC kaynaklarından alınan bilgilere göre, Riyad’da yapılacak olunan yatırım konferansına ABD ve İngiltere’nin boykot hazırlığı içerisinde olduklarıdır.[4]

15 Ekim 2018’de ABD Başkanı Trump tarafından Amerikan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Kaşıkçı olayı araştırmak için Suudi Arabistan’a gönderileceği açıklanmıştır. Aynı gün, Türk yetkililer tarafından Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda 15 Ekim 2018 akşamından 16 Ekim 2018 sabahına kadar
aramanın yapıldığı bilgisi sunulmuştur. Yapılan arama sonucunda, Türk yetkililer tarafından Suudi gazetecinin öldürüldüğünü kanıtlayan bazı delillere ulaşıldığı bilgisi yabancı haber ajanslarına açıklanmıştır.

Ayrıca, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, arama yapan ekiplerin bina içerisinde “yeni boyanmış duvarlara rastlanıldığı” bilgisi kamuoyuna sunulmuştur. Aynı gün, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Suudi Arabistan’da
Kral Selman ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile görüşme gerçekleştirmiştir. Ayrıca, o gün, Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosu Muhammed el Uteybi Suudi Arabistan’a dönüş yapmıştır. Bir gün sonra,
Dışişleri Bakanı Pompeo bu kez Ankara’ya dönüş yapmış ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, MİT müsteşarı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın ile bir dizi görüşme gerçekleştirmiştir. Ayrıca, aynı gün içerisinde, önce Suudi Arabistan, sonra da Türk yetkilileri
tarafından öldürülen Suudi gazeteciye dair olası izleri aramak adına Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosunun rezidansına da ekip gönderilmiştir.[5]

18 Ekim 2018 tarihinde ise, Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’na giriş yaptığına ilişkin görüntülerin yanında, sonrasında Suudi Arabistan Veliaht Prensi’ne yakın bir yetkilinin de binaya girişlerini gösteren görüntülerin yayınlandığı görülmüştür. İki gün sonra ise, Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı’nın öldüğünü kabul eden, ölüm sebebinin ise Konsolosluk’ta yaşanan kavga ve arbede olduğu bilgisi kamuoyuna sunulmuştur. Ardından, bir gün sonra, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el Cubeyr tarafından ilk kez Kaşıkçı’nın ölümü cinayet ifadesiyle açıklamış ve Cubeyr tarafından bu cinayetin
sorumlularının cezalandırılacağına dair kararlı olduklarını belirten bir açıklama yapılmıştır. Yine, aynı gün, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yaşanan bu cinayetin ayrıntılarının ortaya çıkartılacağına ilişkin açıklamanın basına yapıldığı görülmüştür. Öyle ki, 22 Ekim 2018 tarihinde ise yayınlanan yeni görüntülerde,
Kaşıkçı’nın kıyafetlerinin başka birisine giydirildiği ve o kişinin de binadan çıkış yaptığı anların görüntüleri paylaşılmıştır. Bir gün sonra, yani 23 Ekim 2018 tarihinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından TBMM’deki grup toplantısında Kaşıkçı olayına dair yeni açıklamalar yapıldığı görülmüştür. Erdoğan’ın açıklamasında şu ifadeler yer almıştır: “Şu ana kadar ortaya çıkan bilgiler Cemal Kaşıkçı’nın vahşi bir cinayete kurban gittiğini gösteriyor. Bu cinayetin planlı işlendiğine dair elimizde deliler var. Cinayet günü bu 15 kişi niçin İstanbul’da
toplanmıştır? Bu kişiler kimden emir almıştır? Başkonsolosluk binası niçin günler sonra açılmıştır? Öldürüldüğü resmen kabul edilen bir kişinin cesedi niçin hala ortada yok? 

Kim bu yerli işbirlikçi? (…) 

Bu 15 artı 3 kişinin yargılanmasının İstanbul’da yapılması teklifimdir.“[6]

26 Ekim 2018 tarihinde ise Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Suudi makamlara Cemal Kaşıkçı’nın ölümünde şüpheli olan 18 kişinin iadelerini[7] ve Cemal Kaşıkçı’nın cesedinin nerede[8] olduğuna dair soruların tekrardan yöneltildiği görülmüştür. Bu gelişmenin ardından, bir gün sonra, yine Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Rusya, Fransa ve Almanya liderlerine Cemal Kaşıkçı cinayetine dava bilgilerinin verildiği görülmüştür.[9] Öyle ki, bu gelişme sonrasında Almanya tarafından Avrupa Birliği üyelerinin Cemal Kaşıkçı
olayında Suudi Arabistan’a karşı ortak bir tepkinin gösterilmesi gerektiğine dair basına bazı açıklamalar ortaya atılmıştır.[10] 28 Ekim 2018 tarihinde, ABD Savunma Bakanı James Mattis’in, ABD’nin Suudi Arabistan’dan Kaşıkçı olayının aydınlatılması için Suudi Arabistan’dan şeffaf bir soruşturma yürütmelerine
ilişkin açıklamalarından[11] bir gün sonra, Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ile Suudi Arabistan Cumhuriyet Başsavcılığı arasında yaklaşık 75 dakikalık görüşmenin sona erdiği bilgisinin basına yansıdığı görülmüştür.[12] Zira aynı gün, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu tarafından Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki işbirliğinin önemine vurgu yapılmıştır.[13] 
30 Ekim 2018 tarihinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Cemal Kaşıkçı’nın katillerinin kim tarafından gönderildiğinin açıklanmasının Suudi makamlardan istenildiği görülmüştür.[14] Bir gün sonra, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Kaşıkçı’nın ölümünün boğularak gerçekleştirildiği ve sonrasında ise cesedin parçalandığı bilgisi kamuoyuna aktarılmıştır.[15]


1 Kasım 2018 tarihinde, bu kez Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı Abdülhamit Gül tarafından Cemal Kaşıkçı’nın cesedinin nerede olduğu sorusunun yönetildiği görülmüştür.[16] 
Bu açıklamadan bir gün sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Kaşıkçı’nın cesedinin parçalandığının  açıklanmasıyla birlikte[17],
Kaşıkçı’nın ölüm emrinin Suudi hükümetinin en üst seviyesinden geldiğine ilişkin açıklamasının yapıldığı görülmüştür.[18] 

5 Kasım 2018 tarihinde ise, Suudi Arabistan tarafından Kaşıkçı’nın ölümüne ilişkin katillerinin yargılanacağı bilgisinin Birleşmiş Milletler’e verildiği görüldü.[19] 
Yine aynı gün içerisinde, ABD tarafından Kaşıkçı’nın ölümü üzerinden Suudi Arabistan a kınama yapıldığı  görülmüştür.[20] 
Bu cinayete ilişkin bir tepkinin de 8 Kasım 2018 tarihinde Almanya’dan daha doğrusu Alman gemi üreticisi  Luerssen tarafından yapıldığı görülmüştür. 
Bu tepkiyle, Luerssen, Suudi Arabistan için üretilen sahil güvenlik
gemilerinin üretiminin askıya alındığını açıklamıştır.[21]

Cemal Kaşıkçı cinayetine dair gösterilen bir diğer tepki de, Norveç’ten Suudi Arabistan’a yapılacak silah satışının lisansının iptaliyle olmuştur.[22] 
10 Kasım 2018 tarihinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Cemal Kaşıkçı’ya ait ölüm kayıtlarına ilişkin bilgilerin Almanya’ya, İngiltere’ye ve Fransa’ya verildiği görülmüştür. Ardından, bir gün sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Trump arasında yapılan görüşmelerde, Kaşıkçı cinayetinin ele alındığı bilgisinin basın-yayın organları tarafından kamuoyuna yayıldığı görülmüştür.[23] 12 Kasım 2018 tarihinde ise, bu kez İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt
tarafından Kaşıkçı cinayetine ilişkin “güvenilir” bir soruşturma talebinin dünyaya ilan edildiği görülmüştür.[24]

   14 Kasım 2018 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Kaşıkçı cinayetinin uluslararası alanda soruşturulması açıklamasından[25] bir gün sonra, ABD tarafından Kaşıkçı cinayeti sonrasında, 17 kişi hakkında ekonomik yaptırım uygulaması, ABD cephesinden olay sonrasında yapılan ilk somut siyasi girişim
olarak karşımıza çıkmıştır.[26] ABD’nin bu girişimi Kanada tarafından da memnuniyetle karşılanmıştır.[27]

Ancak Kaşıkçı cinayetine ilişkin olarak Suudi Arabistan cephesi tarafından olayın politize edilmemesi gerektiği yönünde yapılan açıklama ile bu girişimlere tepki gösterildiği görülmüştür.[28] 16 Kasım 2018 tarihinde ise, Erdoğan ve Trump arasında yapılan telefon görüşmesinde, Kaşıkçı cinayetinin tüm yönleriyle
ele alınması gerektiği bilgisinin basın organları tarafından yayıldığı görülmüştür.[29] Bir gün sonra, CIA kaynakları tarafından Kaşıkçı’nın ölüm emrinin Suudi Arabistan Kralı Muhammed bin Selman tarafından verildiği yönünde açıklamaların basın organları tarafından servis edildiği görülmüştür.[30] Ayrıca ABD kaynakları tarafından Cemal Kaşıkçı’nın Türkiye’ye gelmesi yönünde telkinlerin Suudi Arabistan Büyükelçisi tarafından yapıldığının kamuoyuna aktarıldığı, ancak Suudi Arabistan tarafından bu bilginin yalanlandığı, ve
hatta bu bilgilere nasıl ulaşıldığı yönünde ABD’li makamlarca bilgi verilmesinin istendiği görülmüştür.[31]

  Ardından, Almanya tarafından Kaşıkçı cinayetinde sorumlu tutulan 18 Suudi’ye ülkeye girişi yasağı getirildiği görülmüştür. Bunun yanında, ayrıca, Almanya’nın Suudi Arabistan’a yapılacak silah satışının durdurulduğu da görülmüştür.[32] Fransa da, tıpkı Almanya gibi bu olaya bir tepki gösterebilecek lerinin
mümkün olduğunu belirtmiştir.[33] Ancak bir noktayı belirtmek gerekir ki, ABD, özellikle de Başkan Trump’ın, her ne kadar Kaşıkçı cinayetine ilişkin tepki göstermesine rağmen, Suudi Arabistan’ın yanında durduğu görülmüştür.[34] Ayrıca, 21 Kasım 2018 tarihinde, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el Cubeyr
tarafından kendilerinin Suudi Arabistan Krallığı etrafından birleştiklerini ifade eden açıklamaların yapıldığı görülmüştür.[35] 22 Kasım 2018 tarihinde ise, Cemal Kaşıkçı cinayetine ilişkin tepkilerin devam ettiği görülmüştür. Örneğin, Fransa tarafından Kaşıkçı cinayetinin 18 Suudi şüpheli hakkında seyahat yasağından tutun her türlü yaptırımı uygulayacağı[36], Danimarka’nın askeri malzemeler konusunda Suudi Arabistan’a uyguladığı ihracat iptali[37] ve AB’nin[38] cinayeti soruşturmaya yönelik güvenilir bir eylemin hala  gerçekleştiremediği[39] gibi örnekler temelinde net bir şekilde görülmektedir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.;

***

2 Eylül 2018 Pazar

MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER Oldu.! BÖLÜM 4

MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER  Oldu.! BÖLÜM 4   



AĞIR SANAYİ HAMLESİ.

Büyük hedef ve hamlelerin, her şeyden önce inançla ve kendimize güvenle başarılabileceğini belirten Erbakan, yıllardır yanlış ve yanıltıcı bir propagandanın etkisiyle, batılıların bizden akıllı ve başarılı oldukları kanaatinden ve maalesef düşürüldüğümüz aşağılık kompleksinden sıyrılmamız gerektiğini söyledi.
Milli Görüş’ün başlattığı Ağır Sanayi Hamlesi bu hız ve heyecanla devam ederse Türkiye’nin 5 yıl sonra Fransa’yı, 25 yıl sonra Almanya’yı yakalayacağını, 2002 yılında ise nüfusu 80 milyona milli geliri 400 milyar dolara ulaşmış Büyük Türkiye’nin ortaya çıkacağını müjdeledi.

Derken 1980 yılı gelip çatmış ve Cumhurbaşkanlığı seçimi iyice yaklaşmıştı.
APden Saadettin Bilgiç ve Emekli Orgeneral Faik Türün aday olmuşlar, ama seçimi kazanamamışlardı.
CHPnin adayı eski Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur da yeterli oyu alamamıştı. Hatta bir ara, Eski Cumhurbaşkanları ve tabi senatör olan Cevdet Sunay ve Fahri Korutürkün ‘Korkut Özalı Cumhurbaşkanı adayı göstermek istedikleri, ancak sakallı olduğu için buna yanaşamadıkları’ iddiaları bile ortaya atılmıştı. Bir yandan devamlı körüklenen sağ-sol kavgası ve giderek alevlenen anarşi belası, bir yandan kilitlenen cumhurbaşkanlığı seçimi, bir yandan ağırlaşan hayat şartları ve geçim sıkıntısı ve hepsinden önemlisi, kasıtlı olarak körüklenen ‘Gericiler geliyor, laiklik elden gidiyor’ yaygarası, yeni bir ihtilale zemin hazırlıyor ve gerekçe oluşturuyordu.

Ve 6 Eylül 1980de “Kudüs’ü Kurtarma Günü” adıyla, Konyada yapılan muazzam mitinge, dışarıdan katılan bazı provokatörlerin kasıtlı ve planlı şımarıklıkları, bardağı taşıran son damla sayılıyor ve bir hafta geçmeden, 12 Eylül 1980 günü Kenan Evren, Ordu adına yönetime el koyuyordu.
Ve 12 Eylül 1980 Cuma sabahı bir grup askerin başındaki Yüzbaşı, Erbakan Hoca’nın her türlü imkânlarına rağmen, ancak sıradan bir genel müdürün oturabileceği Ankara Yukarı Ayrancı Güvenlik Caddesi Güven Sokak’taki, 20 nolu apartmanın 8 nolu dairesindeki, son derece sade evinin kapısını çaldı ve nazik bir şekilde elindeki mektubu uzattı:

“ Sayın Necmettin Erbakan

Yapılan bütün uyarılara rağmen, siyasi partilerin takındıkları tutum ve aşırı uçlara sempati gösterilmesi veya destek sağlanması; anarşi, terör ve bölücülüğü büyük boyutlara ulaştırarak, ülkeyi parçalanma noktasına getirmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak maksadıyla; İç Hizmet Yasası’nın kendisine tevdi ettiği, Cumhuriyeti koruma ve kollama yetkisine dayanarak, yüce Türk milleti adına yönetime el koymuştur.
Parlâmento ve hükümet feshedilmiş, siyasi faaliyetler durdurulmuştur.
Can güvenliğiniz, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin teminatı altındadır.
Bu maksatla, emniyet içinde, evinizden havaalanına götürülecek, oradan uçakla Uzunada/İZMİRe gideceksiniz. Arzu ettiğiniz takdirde ailenizi de yanınızda götürebilirsiniz. Geçici bir süre ikamet edeceğiniz adres, aşağıdadır. Bir saat içinde hazırlanıp harekete hazır olduğunuzu güvenlik için gelen subaya bildiriniz. Talimatı getiren subayın ikazlarına uyunuz.
Bu talimat ile belirtilenler dışındaki her türlü tutum ve davranışınız suçtur.
Rica ederim.”

Adresiniz: 
Uzun ada-İzmir İmza: Orgeneral Kenan Evren
Genel Kurmay ve Milli Güvenlik ,Konseyi Başkanı


Hoca, gayet sakin ve soğukkanlı bir şekilde mektubu okudu ve hemen hazırlandı. Muhterem eşini ve henüz bir yaşındaki Muhammet Fatihi ve diğer kız çocuklarını Allah’a ısmarlayarak Etimesgut Havaalanı’na gittiler.
Demirel, Ecevit ve eşleri de havaalanındaydı.
Sadece, Cumhuriyetçi Güven Partisi Lideri Turan Feyzioğlu’na mektup gönderilmemiş, Türkeş ise darbeyi önceden haber alıp saklanmıştı.
Pervaneli bir uçak, üç lideri ve eşlerini alıp havalandı. Hocayı İzmir’e, diğerlerini Çanakkale’ye bıraktı.

Hoca Uzunada’da 20 gün kadar tutuldu. 15Eylül’de teslim olup adaya getirilen Türkeş ve ailesiyle, ara sıra görüşüyordu. Bu arada, liderlerin ortadan kaldırılacağı yolundaki endişeleri dağıtmak için M.G. Konseyi tutuklu liderlerin telefon numaralarını vermiş ve isteyenlerin görüşebileceğini söylemişti.
Bir arkadaşla birlikte, biz de şansımızı denedik ve radyolardan bildirilen numaraya telefon açtık. Hayret ve hasret birbirine karışmıştı. Evet, Hocam telefona çıkmıştı... Telefonu açan arkadaş şaşırmış, ayağa kalkmış ve bir eli havada:

Hocam vur de vuralım, öl de ölelim” diye bağırıyordu...
Konuşma bitti... Hocam “telaş ve taşkınlık etmememizi ve yakında Ankara’ya dönüp yeniden hizmetlerinin başına geçeceğini” söylemiş, bizi teskin ve teselli etmişti...
Ve bir hafta geçmeden de, Hoca’yı Ankara’daki “Ordu Dil Okulu” diye tanıtılan, iki katlı İstihbarat Okulu’na nakletmişlerdi.
Askeri Savcılık’ça, 8 Ekim 1980 günü MSP dosyası, sıkıyönetim 1 Nolu Askeri Mahkemesi’ne gönderildi. MSP dosyasına Hakim Albay Hamdi Sevinç bakıyordu. Sevinç, 9 Ekim günü İstihbarat Okulu’nda, sabaha kadar MSP’lilerin sorgulamasını yaptı ve “Kesin delil bulunamadığından ‘Erbakan Hoca, Tahir Büyükkörükçü ve Temel Karamollaoğlu’ dışında, bütün MSP’lilerin tahliyesine” karar verildi. Ancak bu sevinç pek uzun sürmeyecekti... Zira 15 Ekimde tahliye edilenler tekrar tutuklanacaktı.

Ve ne garip tecellidir ki, bu tahliye kararını veren Hakim Albay Hamdi Sevinç, yıllar sonra 10 Ekim 1993te Refah Partisi’ne girecekti.
MSP’lilerin İstihbarat Okulu’nda kaldıkları kısma “Selamet Koğuşu” deniliyor, zindana atılan Hz. Yusuf misali burada ilim ve ibadetle vakitlerini değerlendiriyorlardı.

Erbakan Hoca ve arkadaşları, tutuklanmalarından tam 223 gün sonra, 23 Nisan 1981de, Ankara Sıkı Yönetim 1 Nolu Askeri Mahkemesi’nde yargılanmak üzere Mamaka götürüldüler. Başsavcı Albay Nurettin Soyer’in okuduğu iddianame iki gün sürdü. MSPliler “laikliğe aykırı olarak devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel kanunlarını, topyekun dini inançlara uydurmak amacıyla, partiyi illegal cemiyete dönüştürmek ve şeriat düzenini geri getirmek” iddiasıyla yargılanıyordu.

Mahkeme Başkanı Hakim Albay Niyazi Çağın’dı. Diğer iki Hakim ise Binbaşı İ. Uğur Yılmaz ile Sivil Hakim Kayahan Özdendi. 24 Nisan 1981’deki duruşma, zaman yetersizliği nedeniyle 1 Mayıs 1981e ertelendi. O gün tüm sanıklar dinlendi ve duruşma 15 Mayısa ertelendi. 15 Mayıs’ta sivil hakimin red oyuna karşılık, asker hakimler 13 MSP’liyi daha tahliye etti. Bu suretle Lütfü Doğan, Ali Oğuz, Abdurrahim Bezci, Ali Güneri, Fehmi Adak, Yasin Hatiboğlu, Abdullah Tonba, A. Remzi Hatip, A. Rıza Öztürk ve Şener Battal cezaevinden çıktılar.
5 Haziran 1981’deki duruşmada, yine sivil hakimin aleyhteki kararına rağmen 2 asker hakim, bu sefer Korkut Özalla Mehmet Okulu bıraktılar.
26 Haziran’daki duruşmada, 70 yaşındaki Emekli Tabip Albay Fehmi Cumalioğlu’nun savunması Hakim Albay Niyazi Çağın’ı ağlatıyordu.
21 Temmuz 1981’deki duruşma sonunda ise, yine sivil hakim Kayahan Özden’in muhalefetine rağmen, diğer iki asker hakimin kararıyla başta Erbakan Hoca olmak üzere bütün MSP’liler tahliye edildi. Ancak mahkeme tutuksuz dışarıdan devam edecekti.

Tahliye kararını veren Albay Niyazi Çağın Diyarbakıra, Binbaşı İlhami Uğur Yılmaz ise Elazığa tayin (veya sürgün) edildi. Daha sonra emekli olan Hakim Albay Niyazi Çağın, bir ara ENKA-KUTLUTAŞ şirketlerinin Suudi Arabistan’daki Sosyal işler Müdürlüğünü yürütmekteydi.

Başsavcı Albay Nurettin Soyerin yerine ise, Yarbay Atilla Tulay getirildi.
Nihayet 24 Şubat 1983te mahkeme Erbakan Hocaya 4 yıl ağır hapis, 1.5 yıl da Eskişehir’de mecburi ikamet cezası verdi. Öbür MSPlilere ise, 2 ile 4 yıl arasında çeşitli hapis cezaları verilmişti.

Ancak bu karar MSP lilerce Askeri Yargıtay’a götürüldü. Yargıtay bu kararı bozunca, 1 nolu Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi 13 Şubat 1985 tarihinde, delil yetersizliğinden beraat kararı verdi. Bu mahkemelerin bir ikisi hariç, hemen hepsine katılmak bizlere nasip oldu. Tutulan savunma avukatlarına bile, nasıl konuşacaklarına, hangi kanun maddelerine dayanacaklarına kadar, her şeyi tek tek Hoca söylüyor, yazdırıyor ve hatta unuttukları ve eksik bıraktıkları konuları, mahkeme aralarında bizzat hatırlatıyordu.

Erbakandaki örnek ciddiyet ve yüksek cesaret ise, hem dinleyenlerin hem de hakimlerin hayranlığını arttırıyordu.,

Bu mahkemeler bir nevi medrese olmuş, kutlu mesajımızın her kesime ulaştırılmasına vesile yapılmış ve en yetkili mahkemelerce Hoca’nın ve teşkilatının suçsuzluğu ve haklılığı resmen tespit ve tescil edilmişti.
Ve şu takdirin cilvesine ve Hakk’ın hikmetine bakın ki, Erbakan Hocanın çok istediği halde, iktidarda bile yapamadığı pek çok hayırlı hizmetleri ve ülke için yararlı gelişmeleri, Cenabı Hak 12 Eylül yönetimlerine yaptırıyordu.
Milli Görüş sayesinde uyanan ve şuurlanan toplumun karşısında Kenan Evren:
“Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.” (16 Ocak 1981 Adana)
“Biz aynı dinin evlatlarıyız. Bizim dinimizde kindarlık yoktur. Bizim dinimiz affedicidir. Şeriatın kestiği parmak acımaz derler.” (14 Ekim 1980 Diyarbakır)
“Dinsiz bir millet düşünülemez. Dinimize sımsıkı sarılmalıyız.” (15 Ocak 1981 Konya).

“Tanrısı bir, Kuranı bir, Peygamberi bir olanları ve aynı sesleniş ve yakarışla namaz kılanları, birbirinden koparmaya imkân yokturç” (17 Ocak 1981 Hatay)
“Başınızı örtün, ama yüzünüzü açın...” (6 Temmuz 1986 Erzurum) gibi sözleri konuşmak durumunda kalıyor. Ziyaul Hakla kardeş olup kucaklaşıyordu. Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı kaynakları kat kat artırılıyor, din dersleri okullarda mecburi hale getiriliyor, yeni İmam-Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülteleri açılıyordu. Allahuekber-Allah en büyüktür. O, kimlerin eliyle neler yaptırıyordu..
12 Eylül sonrası, diğer parti liderleri gibi Hoca da siyasi yasaklıydı.
Refah Partisi’nin kuruluş dilekçesi 19 Temmuz 1983’te İçişleri Bakanlığı’na verildi. Kurucu Genel Başkan Avukat Ali Türkmen görülüyordu. 33 kurucu üyeden Ahmet Tekdal ve Abdurrahman Serdar gibi birkaç kişi dışında, 29u Milli Güvenlik Konseyi’nce veto edildi.

RP 7 Kasım Genel Seçimleri’ne yetişmek için 29 kişilik bir kurucular listesi daha hazırladı ve bunları 8 Ağustosta İçişleri Bakanlığı’na iletti. Milli Güvenlik Konseyi’nin, parti kurucularını inceleme süresi 20 gündü. Ama bu sefer 21 gün sonra kararını bildirdi ve 25 kişi daha veto edildi. Bu bir günlük kasıtlı geciktirme yüzünden, RP 7 Kasım Milletvekili Seçimleri’ne giremedi.

Resmi engeller yüzünden kuruluşunu ancak 21 Eylülde tamamlayabilen RP, 25 Mart 1984 Belediye Seçimleri’ne katılabildi. Van ve Şanlıurfa başkanlıklarını kazanan RP 4.8 oy almıştı. 30 Haziran 1985te yapılan 1. Olağan Kongre muhteşemdi. RP Genel Başkanlığına Ahmet Tekdal seçildi. RP 28 Eylül 1986 Milletvekili Ara Seçimleri’nde, oylarını 5.7’ye çıkardı.
6 Eylül 1987’de yapılan referandum sonucu, Başbakan Özalın açıkça “Hayır” için çalışmasına rağmen, 50.25 gibi kıl payı bir oranla eski siyasi yasaklar kaldırılınca, 25 Eylül 1987’de RP’ye üye olan Erbakan, 11 Ekim 1987de yapılan 2. tarihi ve talihli kongrede, yeniden RP Genel Başkanlığı’na seçildi.
Hocanın yasaklılığı kalkınca RP’ye Genel Başkan olmak yerine, “Perde arkasında duran Manevi Lider” konumunda kalması gerektiğini savunan bazı safların ne dava çıkarlarına, ne de vefakârlığa uygun olamayan bu tekliflerini, Erbakan anlamlı bir espiri ile cevaplandırıyor ve onların gerçek amacını şöyle dile getiriyordu: “Siz Beni manevi başkan değil, uhrevî başkan yapmak istiyorsunuz.. Yani beni diri diri mezara gömmek ve siyasi mirasımı bölüşmek için çırpınıyorsunuz..” Hâlbuki bu davanın, Erbakan gibi bir beyne ve birikime mutlaka ihtiyacı vardı.

Hocanın Genel Başkanlığında girilen 29 Kasım 1987 Erken Genel Seçimleri’nde RP 10 barajını aşamadı, ama oy oranı 7.20ye ulaşmıştı.
RP, 26 Mart 1989 Yerel Seçimleri’nde ise büyük bir başarı kazanarak oylarını 9.8e çıkarıyor; Konya, Sivas, K. Maraş. Urfa ve Van illeri başta olmak üzere, 20’ye yakın ilçe ve 40 kadar da belde belediye başkanlığı elde ediyordu.
20 Ekim 1991 Genel Seçimleri’ne MÇP- IDP ittifakıyla giren RP, büyük bir patlama yapıyor 17’ye yakın oyla 62 milletvekili alıyordu.
Artık Meclis’te gerçek etkili ve yapıcı muhalefeti, RP temsil ediyordu.
26 Mart’ta kazanılan belediyeler ise, bereketli ve becerikli hizmetleriyle gönülleri fethediyor ve Adil Düzenin örnek uygulamalarını gösteriyordu.
Ve derken 27 Mart 1994 Yerel Seçimleri’nde yer yerinden oynuyor, başta İstanbul, Ankara, Konya, Kayseri, Diyarbakır, Erzurum gibi büyük şehirler olmak üzere 30 a yakını il ve 400 belediye başkanlığı Refahın eline geçiyordu.

Artık vakit tamamdı ve beklenen gün yaklaşıyordu.

2nd January 2008, Ufuk Güçlü tarafından yayınlandı

http://ufukguclu.blogspot.com/2008/01/anl-bir-mcadelenin-tarihesi.html

...

MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER Oldu.! BÖLÜM 3

MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER  Oldu.! BÖLÜM 3   


MSP’deki parti içi muhalefet giderek huysuzlaşıyordu. Derken Meclis 5 Haziran 1977de erken seçim kararı aldı. Seçime az bir zaman kala. A.Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu, Gündüz Sevilgen, Reşat Saruhan, Ali Acar, Ahmet Akçael, Vahdettin Karaçorlu, Rasim Hancıoğlu, Cemal Cebeci, Hulusi Özkul, Yahya Akdağ, Cahit Karaçor, Sabri Dörtkol ve Hüseyin Abbas gibi, genellikle nurcuların yazıcılar kolundan olan bu müzmin muhalifler, tek tek partiden ayrılıyor ve MSPden desteğini çekiyordu. Daha sonra Nizam Partisi’ni kuran bu muhalifler, tam bir hezimete uğrayacak ve adları bile unutulacaktı.
Hatta 3. Büyük Kongre’den sonra bu şahıslar, 8 maddelik muhtıra mahiyetinde bir imzalı metin hazırlayarak, Erbakan Hoca’ya takdim ettiler:

1 - Usulüne uygun istişare etmediniz.
2 - Halisane ikazlarımızı dinlemediniz.
3 - Kardeşlerimiz arasında meşrep farkı gözettiniz.
4 - Dalkavuklara güvendiniz, emaneti ehline vermediniz.
5 - Kamuoyunda davamızın hafife alınmasına vesile olan beyanatlar verdiniz.
6- Davamızın başarısına yarayacak ilmi çalışmalar yerine, süfli politika usullerine tevessül ettiniz.
7 - Maslahat icabıdır, diyerek yalan söylediniz
Bu şartlar altında vebale ortak olmamak için, sizi ve ekibinizi desteklemeye devam etmeyeceğiz.
8 - Ancak bütün ihtilaflarımızı halledecek “ilim ve irşat ehli bir üst hakemler kuruluna” razı olmayı, yegâne çare olarak görmekteyiz.

Meclis Grup Odası’nda kendisine okunan bu metni dikkatle dinleyen Erbakan Hoca, asaletine yakışan bir sabır ve olgunlukla, şu anlamda bir cevap verdi:
“Zikredilenlerden birisi hariç, diğerlerinde belki haklılık payı bulunabilir. Evet, birçok hatalar yapmış olabiliriz. Bu bizim acemiliğimize, devlet idaresindeki tecrübesizliğimize, istismar edilen iyi niyetimize ve bazı konular ve kişiler hakkındaki bilgi eksikliğimize bağlanmalı ve bağışlanmalıdır.
Ama asla iştirak etmediğim husus ise, 7. Maddedeki yalan söylediğimi zannetmeniz dir. Mensuplarımıza hedef göstermek, ümit ve güven vermek ve Allahtan dua makamında temenni etmek maksadına yönelik bulunan ve zaten caiz olan sözler dışında, hayatım boyunca yalan söylemeğe asla tenezzül etmedim. Bundan sonra da etmeyeceğim..”

Hâlbuki tenkit edilen diğer maddeler bile, asla doğru değildir. Ya onların itiraz ettikleri konudaki İslamın hükmünü yanlış ve eksik bildiklerinden, ya anlayış ve feraset körlüklerinden, ya da kötü niyetlerinden ve oyunbozanlıklarına bahane uydurma gayretlerinden dir.

8. maddedeki “Hakemler kurulu” teklifi ise, itaatsizliklerine, keyfi hareket isteklerine ve teşkilatı “7 kocalı Hürmüz” şaşkınlığına düşürme gayretlerine bir kılıf gibidir. Bu teklif ilmen de, aklen de, dinen de geçersizdir.
MSP 1977 seçimlerine, işte böyle bir parti içi kargaşa ile girdi.
Sağcı, solcu bütün partiler birbirleriyle göstermelik horoz dövüşü yaparken, hepsinin ortak hedefi MSP idi. Mason-muhafazakâr tüm basın, MSP ve Erbakan aleyhinde şeytanları bile utandıracak bir kampanyaya girişmişti. Dışarıdakiler iftira, alay, tehdit ile MSP’yi hırpalarken, içeridekiler de maalesef makam, menfaat ve ganimet hırsıyla birbirine girmişti.
Ve tabi seçim sonuçları herkesi şaşırtmış ve hayal kırıklığına uğratmıştı.
Aslında MSP, 1973’e göre reylerini bir hayli arttırmıştı. Ancak özel hazırlanan Seçim Kanunu oyunları ve kütüklerde yazılı seçmen listesinden bile 3 milyon fazla kullanılan sahte ve mükerrer oylar yüzünden, MSP sadece 24 milletvekili ve 1 senatör kazanmıştı. Oy oranı da bu yüzden 11.8den 8.6ya düşmüştü.
MSPnin 1977 adaylarından birisi de Turgut Özaldı.
Turgut Özal, Erbakan Hoca’nın İstanbul Teknik Üniversitesi’nden tanışı ve arkadaşıdır. O dönem Turgut - Korkut Özal kardeşler, yakalarında devamlı Bozkurt rozeti taşıyacak kadar hızlı birer Turancıdır. Hem cumaya camilere hem de gece eğlencelerine katıldıkları için, Hoca bunlara soğuk bakmaktadır.
1. MC. Hükümeti döneminde, Başbakan Demirel’in Turgut Özalı Merkez Bankası’nın başına geçirmek istediği, ancak Hoca’nın buna karşı çıktığı anlatılır. Özala önce MHP’liler İstanbul’dan senatörlük adaylığı teklif ettiler, ama kabul etmedi.
Sonra Demirel, Seyfi Öztürk ve Nahit Menteşe’yi Bursa’dan liste başı adaylığı için Özala gönderdi. Özal bu teklife hazırdı ama, daha önce MSP’den aday olmak üzere kardeşi Korkut’a söz vermişti.
Bazı mahfillerde, Korkut Beyin “ağabeyini de yanına alarak, Erbakanı devre dışı bırakmak ve MSPnin başına konmak hesapları yaptığı” konuşuluyordu.
Ve Turgut Özal MSP’nin İzmir milletvekili adayı oldu.
27 Mayıs 1977de, saat 20:50-21:00 arası yaptığı radyo konuşmasında Özal şunları söylüyordu:
“... Karşılaştığımız meselelerin hallinde, en başta hızlı ve yaygın bir ağır sanayiden başka yol olmadığı, açık bir surette ortadadır.
... Kıbrıs sonrası gelişmeler, bu konuda Milli Görüş’ün ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.
... Faizsiz kredi ile yapılacak yatırımların, üretimi katbekat arttıracağı muhakkaktır.
Devleti yönetecek kadroların, bilgili ve cesur olduğu kadar, imanlı ve ahlaklı olmaları da lazımdır.
Milli Selamet kadrolarının, bugün Türkiyenin sorunlarını en iyi bilen güçlü ve inançlı bir teknik kadro olduğundan hiç kimsenin şüphesi kalmamıştır...”
İşte Erbakan Hoca, etiket ve yeteneklerini Hakk’ın ve hayrın hizmetinde kullanmak ve onu bütünüyle Milli Görüşe kazandırmak ve Özalı malum çevrelerin güdümünden kurtarmak için, kendisini İzmirden aday gösteriyordu.
1977 seçim sonuçları da koalisyonsuz bir hükümet kurmaya müsait değildi. Erbakan Hoca’nın deyimiyle bu seçimlerde MSP’ye sallanan kahpe kılıçların rüzgârından, 45 milletvekili olan Demokratik Parti ile 13 milletvekilline sahip C. Güven Partisi silinmişti. CHP oylarını 8 artırıp 213, AP oylarını 7 arttırıp 189, MHP ise 100 artırıp 16 milletvekili çıkarmıştı. Özellikle MSP’nin güçlü olduğu yerlerde, MHP’nin desteklendiği dikkatlerden kaçmamıştı.
MSP, 48 milletvekilinden 24’e düşmüştü ve anahtar küçülmüştü ama, bu sefer etkisi ve önemi daha da büyümüştü. Öyle ki, MSP’siz hükümet kurulamaz hale gelmişti. Tabiri caizse anahtar küçülmüş, maymuncuk olmuştu ve artık her kapıyı açıyordu. MSP’nin milletvekili sayısının düşmesi, “Irak misali, çeşitli bahanelerle Türkiye’ye saldırmayı bile düşünen siyonist güçlerin, bu hırsının ve hıncının törpülenmesi ve “Nasıl olsa kendi kendine eriyor” diyerek, çok kötü ve korkunç niyetlerinden vazgeçmesi bakımından da, hikmet ve takdir açısından yararlı ve hayırlı olmuştur.

Dünya tarihinde, belki de en fazla hükümet kurma görevi veren Cumhurbaşkanı olan Fahri Korutürk, bu sefer CHP lideri Eceviti görevlendirdi. Ecevit’in kurduğu 40. hükümet güvenoyu alamadığından, 21 Haziran 1977’de düştü.
Bunun üzerine hükümeti kurma görevi AP lideri Demirele verildi. Yapılan görüşmeler sonucu, AP-MSP ve MHPden oluşan 2. MC hükümeti kuruldu. 17 Ocak 1977’de Meclis’te güven oylamasına gidilmesinden birkaç gün önce, Erbakan Hoca’nın 4 Aralık 1977’de Urfa’da yaptığı bir konuşmada, “MSP’ye oy vermek ‘Biz din düşmanlığı istemiyoruz’ demektir. ‘Biz insan haklarına saygı istiyoruz’ demektir. ‘Biz camilerimize geçmişte olduğu gibi ahır yapılmasını arzu etmiyoruz’ demektir" şeklindeki sözleri, 6187 sayılı kanuna aykırı bulunarak, Cumhuriyet Başsavcılığına “partinin kapatılması ve Hoca’nın dokunulmazlığının kaldırılması” istemiyle dava açılıyordu. Hatta Yargıtay Başkanı Cevdet Menteş, “Bu işte geç bile kalındı” diyordu.

Çok şükür ki, o arada Partiler Yasası’nda yapılan ve Fahri Korutürke onaylatılan küçük bir değişiklikle, bu badire de atlatılıyordu.
2. Milli Cephe Hükümeti’nde de, en hızlı ve hayırlı hizmetleri yine Erbakancılar yapıyordu. MSP hayırlara motor, şerlere fren oluyordu.
MSP “Önce ahlak ve maneviyat” parolasına uygun olarak açtığı İmam-Hatip Okulları’nın sayısını 350ye çıkarıyor, temelini attığı 200 ağır sanayi fabrikalarından 70 kadarını hizmete ve üretime açıyordu.
Bu arada “MSP’yi Erbakan’dan kurtarma ve kaleyi içten yıkma” operasyonları da hızlanıyordu. Ve nihayet 15 Ekim 1978de yapılan MSP Büyük Kongresi’nde çıbanlar deşiliyor, muhalifler cebindeki taşları ortaya döküyordu. Korkut Özalın başını çektiği ekip “önce Hoca’nın çevresini boşaltmak ve Genel İdare Kurulu’na kendi adamlarını doldurmak, arkasından da bir parti içi darbe ile Hoca’yı devre dışı bırakmak” amacına yönelik, iki kademeli bir plan uyguluyordu, ama başarılı olamıyordu.

Hoca Kongreyi açış konuşmasında, “77 seçim sonuçlarının bir hezimet olmadığını, cemaat ve teşkilatımızın elinden geleni yaptığını, ama rakiplerin ve dış güçlerin bütün imkanlarıyla MSP’ye saldırdığını ve takdiri ilahi olarak ortaya çıkan bu neticenin hakkımızda hayırlı olacağını, telaş ve endişeye gerek bulunmadığını” güzel bir dille ifade etti.

Arkasından bir nevi zorla kürsüye çıkan Korkut Özal, Erbakanı edebiyat yapmak ve cemaati oyalamakla suçluyor, 77 sonuçlarının açık bir hezimet olduğunu savunuyor ve bundan birinci derecede Hoca’yı sorumlu tutuyor ve Erbakandan bu hezimetin hesabını vermesini istiyordu.

Bunun üzerine söz alan Ali Oğuz, "Fehim Adak Bey, 1973’te Mardin’den milletvekili seçildi ve bakan oldu... Bütün ülkeye ve özellikle kendi bölgesine halkı memnun edecek hizmetler götürmüş ki 1977 seçimlerinde MSP, Mardinde milletvekili sayısını ikiye çıkardı.
Buna karşılık biz 73’te Erzurum’dan 3 milletvekili kazandık. Korkut Bey ise özellikle o bölgeye hizmet götürecek Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na getirildi... Ve 77 seçimlerinde kendilerinin aday olduğu Erzurum’dan bu sefer 6 milletvekili çıkarmamız gerekirken, tam tersine bire düştü. Demek ki Korkut Bey, bakanlığında başarılı olamamış ve yararlı hizmetler yapamamıştır. Bu nedenle önce zat-ı âlileri, kendi seçim bölgesindeki bu hezimetin hesabını versinler, ondan sonra Genel Başkanımızdan hesap istesinler.." diyerek çok nefis bir cevap veriyor ve Özalı susturuyordu. Ve kongreyi takip eden gün, Hürriyet Gazetesi’nin manşeti çok ilginçti ve ipucu vericiydi:
“İçten ve Dıştan Yapılan Bütün Girişimlere Rağmen Yine Erbakan..”
Hoca’nın da çok güzel izah ve ifade ettikleri gibi, MSPnin asıl oyları 77’de aldıklarıydı.

Zira 73’te 12 Mart Muhtırası’nı yiyen ve prestijini yitiren Demirel’e karşı sağ kesimde oluşan güvensizlik ortamından yararlanarak DP bile 45, CGP 13 milletvekili çıkarmıştı.

Hem üstelik, 73’te MSP’nin bu denli patlama yapacağı hesaba katılmadığı için, fazla üzerine varılmamış ve aleyhine tavır alınmamıştı.
Yine Hoca’nın benzetmesiyle Rusya’dan gelip Karadeniz üzerinden güneye göç eden ve artık giderek gücü tükenen bıldırcınların, avcılar tarafından karşılarına çekilen çadırlara çarpıp tuzağa düştükleri gibi, 73’te siyasi bir belirsizlik ve çaresizlik içinde bunalan insanların oyunu almak da çok zor olmamıştı.
Ama 77 seçimlerine, hem iktidar olmanın avantajıyla girilmesine, hem de 73ten katbekat daha fazla gayret gösterilmesine rağmen, rakiplerin korkunç hücumları ve hileleri ve siyonist mahfillerin çok ciddi tedbir ve endişeleri yüzünden, ancak 24 milletvekili çıkarılmış ve her şeye rağmen önemli bir başarı kazanılmıştı.
Ve elbette Bedirdeki safiyet ve samimiyeti, Uhudda gösteremeyen ve ganimet sevdasına düşen Ashabın akibetinden de ders alınmalıydı.

Ne yazıktır ki 73’teki ihlas ve iyi niyet, 77de yerini makam ve menfaate bırakmıştı.

Daha sonra “Parti bizim yan teşebbüsümüzdür”, “Tekkemizin bir aksiyonu olması dolayısıyla desteklemeye devam etmiştik”, “Cihad yapıyoruz” diyor “Ben cihad emiriyim” diyor... “Şu anda bir harp mı var Türkiyede?”, “Sen Afganistana gittin mi?”, “Mercedeslere kurularak saltanat sürüyorsun...”, “En büyük cihat parti sandığında müşahit olmakmış”, “Almanyadan valizlerle gelen paralarla zenginleşmiş, kardeşlerimizin parasıyla bütçesi kabarmış, şişmiş insan” gibi talihsiz sözlerin sahibi bir şeyh efendiyle işbirliğine giren Korkut Bey, 10 Ekim 1993 Büyük Kongresi’nde, arkadaşlarıyla birlikte Refah’a katılma yolunda bir arzu ve işaret gösterince, 15 Temmuz 1993’te iş ortağı Hasan Kalyoncu’nun evinde, RPyi temsilen Recai Kutan ve Abdullah Gül’ün iştirak ettiği özel bir toplantıda yine, “Erbakan Hoca iyi bir liderdir, ama artık çevresi mutlaka değişmelidir. RP kitle partisi olmak istiyorsa yeni ve yıpranmamış isimlere yer vermelidir” şeklinde teklifler getirmiş ve yakın arkadaşlarının Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’na alınmalarını ve Belediye Başkan Adayları yapılmalarını şart koşmuştu.
Hem yukarıda bahsettiğimiz şeyh efendiyle, hem de Korkut Bey ekibiyle her şeye rağmen olumlu ve ılımlı ilişkiler kurmak ve aradaki kırgınlığı kaldırmak isteyen Erbakan Hoca, belki de kendi koltuklarının sallanacağı endişesine kapılan bazı zevatın şiddetle karşı çıkmasına rağmen, getirilen bu tekliflere sıcak bakmış, samimi yaklaşmış, ancak bu ekibin “Kitle partisi olmak ve iktidara ulaşmak için Amerika ve İsrail aleyhtarlığını bırakmak dahi gerekebilir” şeklindeki bazı şüpheli teklifleri ve aşırı taviz istekleri reddedilince, beklenen katılım gerçekleşmemişti. RP’ye girmek için bir sürü şart koşan ve taviz isteyen bu ekip amacına ulaşamayınca, kayıtsız şartsız ANAP’a teslimiyet göstermiş ve 26 Mart Seçimleri’nde bu partiyi desteklemişti.

Ve zaten daha sonra Star TVnin Kırmızı Koltuk Programına katılan Korkut Özal, “Türkiye İsrail’in liderliğinde kurulacak bir Ortadoğu Ortak Pazarı’na girmelidir.." anlamında, herkesi hayrette bırakan sözler sarf edecekti.
Yukarıda da arz ettiğimiz gibi, 2. MC Hükümeti’nde de, koalisyon ortaklarının çıkardığı pek çok sıkıntı ve soruna rağmen, yine de Erbakan önemli hizmetler yapmaya muvaffak oluyordu. Ama bu arada dış güçlerin ve masonik merkezlerin telaş ve tedirginliği de giderek artıyordu. Çünkü Erbakan Türkiyeyi yalnız bölgesel değil, hatta evrensel bir güç merkezi yapma yolunda adımlar atıyor ve yeni bir dünya medeniyetini kurmaya hazırlanıyordu.
Erbakanın aleyhindeki, şeytanları bile utandıran iftira ve karalama kampanyaları da işe yaramıyordu.

Örneğin, daha önce AP Milletvekili Zekeriya Kürşat İsveçte 4.5 kg uyuşturucu ile yakalandığı ve yine MHP Senatörü Kudret Beyhan Fransada 146 kilo baz morfinle tutuklandığı halde, bunların dedikodusu yapılmıyor ve partileri suçlanmıyordu. Ama MSP’nin Diyarbakır eski Milletvekili ve 77de liste başı yerine 3. sıraya konulduğu için Hocaya hıncı bulunan ve MSPden resmen istifa edip ayrılan Halit Karamanın, sözde arkadaşı ve ortağı sayılan Nusrettin Gündüzhan, Almanyada 3 kg eroinle yakalanınca, basında kıyamet kopuyor ve Hocayı bu işe bulaştıracak kadar alçalınıyordu.
Bu arada ilgili ve yetkilileri uyarmak üzere 16 Şubat 1977’de Erbakan Hoca generallere ve parti temsilcilerine bir birifing verdi:
Hoca brifingde, ülkemizde başlatılan büyük kalkınma hamlesinin bazı mihrakları rahatsız ettiğini, bunların fesat çıkarmaya ve kasıtlı propagandaya yönelttiğini hatırlatarak, “Kalkınmanın ve kurtulmanın temel şartı bu yıkıcı ve kışkırtıcı propagandalara kapılmamaktır” dedi.


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***