29 Mart 2017 Çarşamba

AVRUPA DEVLETLERİNİN OSMANLI DEVLETİ İLE ORTA DOĞU HAKKINDA GÖRÜŞLERİ BÖLÜM 2


 AVRUPA DEVLETLERİNİN OSMANLI DEVLETİ İLE ORTA DOĞU HAKKINDA GÖRÜŞLERİ.,
 BÖLÜM 2



6 Mart 1923’te, Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, İngiltere’nin, bizi Dünyaya cahil olarak tanıttığını ve bizim yorgun düşüp kendileri ile uğraşamayacağımızı düşündüklerini, İngiltere için Musul ve petrolün önemli olduğunu; ama Kerkük ve Süleymaniye’nin alınmasını öne sürmüştür.43 Aynı gün Mustafa Kemal Paşa da söz almak gereğini duydu. Paşa, ellerindeki projeyi İtilaf devletleri kabul etmezler ise yapılacak bir şeyin olmadığına, savaşmak gerektiğine; ama mümkün olduğu kadar savaştan sakınmanın şart olduğunu öne sürmüş, bağımsız yaşamak için öncelikle yönetsel, siyasal, parasal ve ekonomik bağımsızlığının44 gerektiğini hatırlatmıştır. Çeşitli konuşmalardan sonra, Saruhan Milletvekili ve 131 arkadaşının verdiği yönerge kabul edilerek görüşmelere son verildi. Verilen yönergede bağımsızlık ile bağdaşmayan koşulların kabul edilmeyeceği, ısrar edilirse savaşa gitmekten kaçınılmayacağı, bu arada barış girişimlerinin sürdürülmesi, hükûmetin Lozan Temsil Heyetine bu yönde yetki vermesi önerilmişti. Önerge, oy çokluğu ile kabul edildi.45 Burada esas olan, ülkenin bağımsızlığı ile bağdaşmayan hususların kabul edilmeyişi ve barışın devamı isteğidir. Buna göre yetki almış olan Lozan Heyetinin işi epey kolaylaşmıştır. 

Türkiye’nin plebisit (Halk oylaması) istekleri Misakımillî’ye aykırı idi. Ayrıca, çoğunluğu Arap ve Kürt olan Musul halkı hiç seçim görmemişti. Bu yüzden bunların oyları İngiltere tarafından para karşılığı elde edilebilirdi. Bu arada, II. Abdülhamit’in varislerinin Musul ve diğer Orta Doğu ülkelerindeki mülklerinin dava açılarak geri alınması da düşünülüyordu. Ama bu kazanılması çok güç bir dava olacaktı. Nitekim başarılı da olmamıştır. İngiltere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Lozan Antlaşması’nı yürürlüğe soktuğu 06.08.1924 tarihinde, Musul Konusunun Milletler Cemiyetinin gündemine alınması için başvurdu. İki devlet arasında yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamamıştı. Cenevre’de 20.09.1924’te yapılan görüşmelerde Türkiye’yi Ali Fethi Bey, İngiltere’yi de Adalet Bakanı Par Moor temsil etmişti. Milletler Cemiyeti 30.09.1924’te mevcut statükonun korunması kararını almıştı. Milletler Cemiyeti de 30.10.1924 tarihli otuzuncu oturuma katılması için Türkiye’yi resmen davet etti. 

İngiltere Musul’da 170.663 Arap’a karşın 14.895 Türk’ün yaşadığını, bu yüzden de Türkiye’nin burada hak iddia edemeyeceğini, buranın Araplara ait olduğunu sürekli öne sürmekteydi. 30.10.1924’te kurulan İnceleme Komisyonu Fethi Bey’i de dinledi. Türk hükûmetinin yetkilileri ile daha sonraki tarihlerde de görüştü. Komisyon, 27 Ocak 1925’te Musul’a gelip incelemelerde de bulundu. Komisyon üyeleri ile Musul’da yürüyüş yapan Cevat Paşa’yı destekleyen, alkışlayan büyük bir kalabalık oluşmuştu. İngiltere, propaganda mahiyetindeki bu olayı bahane ederek Cevat Paşa’nın özgürlüklerini kısıtladı. Bu arada Musul’da buna benzer başka olaylar da ortaya çıktı. Komisyon ise Musul’da çalışmalarına devam ediyordu. Nihayet, 20.04.1925’te Komisyon, raporunu bitirdi. 86 sayfalık raporda, Musul’da plebisit yapılmasına olanak olmadığı, Türk nüfusunun sayıca çok az olduğu, başta Kürtler olmak üzere vilayet halkının Türklerle birleşmek isteğini duymadığı, ekonomik ve stratejik etkenlerin Musul ve Irak’ın birleştirilmesini gerektirdiği yer almaktaydı.46 Bu kararın bu şekilde çıkması olağandı. Çünkü Musul, İngiliz işgali altında idi. Doğal olarak İngiltere, Araplar ve Kürtler üzerinde etkili oldu. Ayrıca Birleşmiş Milletlerin üyesi olan İngiltere’nin buradaki üyeleri etkilemesi de kaçınılmaz bir husus olarak görülmektedir. 

İngiltere, sorunu Türkiye ile anlaşarak çözmek istiyordu. 1926 Ocak ayında Ankara’da yapılan toplantıda, Tevfik Rüştü Bey, Ronald Charles Lindsay’a Türkiye’nin kaygılarını petrol ve Kürtler olarak açıkladı. Güneydeki Kürtler Türkiye için tehdit oluşturabilirdi. Ayrıca İngiltere’nin Hakkari üzerinde 
de istekleri vardı. Anlaşmaya varılamadı. Pazarlık süreçlerinden sonra 05.06.1924’te iki devlet arasında anlaşma imzalandı. Irak hissesinden Musul 
petrollerinin o/o 10’luk hissesi 25 yıl için Türkiye’ye ödenecekti. Bugünkü sınır da çizilmiş oldu. Türk hükûmeti o tarihlerde, petrole ihtiyaç duyulmadığından, petrolün çıkarılması güç olduğundan; ayrıca Musul’daki halkın çoğunluğunun Arap ve Kürtlerden oluşmasından, zaten Musul’un beş senedir İngiltere’nin işgalinde bulunmasından, kesinlikle buradan vazgeçmek istememesinden ve Birleşmiş Milletlerin bu yönde karar vermesinden, İtalya ve Fransa’nın da Türkiye’yi anlaşma yapmaya zorlamasından dolayı Ankara Anlaşması’nı yapmak zorunda kalmıştır. 

Fransa, daha önce de belirttiğimiz üzere çıkarları nedeni ile Orta Doğu meselesine İngiltere’den sonra büyük ilgi gösteren bir devlettir. Hatay bölgesi 
nedeni ile Birinci Dünya Savaşı sonrası Fransa ile ilişkilerimiz değişik bir seyir izlemiştir. Bazı yazarlar, XVI. yüzyılda Antakya’da yaşayan halkın tamamının Müslüman olduğunu ve gayrimüslim bulunmadığını belirtirken.47 bölgede gezen bir seyyah da Hatay yöresinde az da olsa Yahudi nüfusunun olduğunu öne sürmekteydi.48 Antakya’da İngiltere 1876’da iki okul açtığı gibi Fransızlar da 1911’de bir okul açtılar. Fransa; Suriye, Lübnan ve Hatay bölgesini eline geçirmek istiyordu. 

XIX. yüzyılda Antakya nüfusu İslam, Hristiyan ve Yahudi dinlerine mensup kişilerden oluşuyordu. Etnik olarak da Türk, Arap, Rum ve Ermenilerden müteşekkildi. Son zamanlarda gayr-i Müslim nüfus bakımından Antakya, İskenderun ve Belen’de olmuştur. Antakya, özellikle Hristiyanlar için dinsel bakımdan önemliydi. Hristiyanlar da Arapça konuşmaktaydı. Müslüman ve Hristiyan halk iç içe yaşamaktaydı49. 

İngiltere, Orta Doğu üzerindeki emelleri nedeni ile Suriye’de Fransa ile mücadele ediyordu. 

XX. yüzyılın başlarında bölgede petrol varlığının ortaya çıkması da bölgenin stratejik ve askerî açıdan önemini artırmıştı. 

İngiltere, Suriye ve Orta Doğu’daki emellerini, Arapları kullanarak gerçekleş tirmek istedi. Osmanlı sultanı dışında, bir Arap halifesi olursa onu kendi nüfuzu altına alır, Suriye ve Arap topraklarında etkili olabilirdi. Bu amaç doğrultusunda misyoner okulları açtı, bölgede kendine göre haritalar düzenleyerek sınırlar tespit etti. 

İngiltere, gerçekte kendi çıkarına uygun bir Arap birliği ve bağımsızlığını istemekteydi. Gizli anlaşmalarda da bunu gündeme getirmişti. 
Fransa’ya aslında Suriye’yi kesinlikle vermek istemiyordu. İngiltere’nin,  Suriye’de Fransızları istemediklerini Lawrence, 18 Mart 1915’te Hogart’a 
yazdığı bir mektupta bizzat belirtmişti.50 İngiliz Savaş Bakanı, 9 Aralık 1918’de hazırladığı raporda da Suriye için “... 

Bizim muhafazamız altında siyasi bakımdan ise serbest bir Suriye” gereklidir demekteydi.51 

Gizli anlaşmalardan Sykes-Picot ile Musul, Fransa’ya bırakılmıştı. Lord Curzon, Musul’dan vazgeçmesi hâlinde Suriye-Filistin sınırında düzeltme yapılacağını Fransa’ya bildirdi. Daha sonra Suriye, İngilizlerin desteklemesi şartı ile Fransa’ya bırakılmıştı. 

Arap yazarlarından Muhammed Nureddin, 10 Haziran 1916’ya kadar Arapların isyan etmediğini, Osmanlı Devleti’nin “Arap memleketlerinin baskı altında olmayacağını ve devletin, Suriyelilerin istedikleri ademimerkeziyet idaresini kendilerine verme sözünü tutmak suretiyle onlara iyilik yapmakta bir sakıncanın olmadığını” kabul etmesi durumunda İngiliz ve Fransızlara Şerif Hüseyin liderliğinde savaş açacaklarını; ancak 1916 yazının başında Sadrazam Halim Paşa ve Enver Paşaların “Beyan ettiğiniz gerek Arapların (özerkliği) ve gerekse harp gibi konularda söz söylemek sizin haklarınızdan değildir.” ibaresi üzerine kendilerine savaş sonunda bağımsızlık verileceği ümidiyle ayaklandıklarını belirtir.52 Araştırıcı, bu konuda yanılmaktadır. 

Araplar ikili oynamayı tercih etmişlerdir. Suriye ve çevresi bu tarihlerde Osmanlı toprağıdır. Osmanlı Devleti topraklarının elinden çıkmasını kesinlikle istemez. Araplara bu şekilde söz verildiğine dair bir belge yoktur. Nureddin’in belirttiği gibi bu isteklerinin tam tersi olan bir belge vardır. 

Arapların bağımsızlık iddiaları bu tarihten çok önce, 1876’dan beri mevcuttur. Ama devlet, buralarda reform yapma kararını da almıştır. Ayrıca Araplara 
pek çok para yardımı da yapmıştır. Araplar da sözde Osmanlı Devleti’ne yardım edeceklerdi. Suriye’nin kabile toplumundan bugünkü hâline 
gelmesinde Osmanlı Devleti’nin rolü inkâr edilemez. 

Şerif Hüseyin her ne kadar Osmanlı taraftarı gibi görünse de oğlu Faysal ile Osmanlı Devleti aleyhinde çalışmalar yapıyordu. Şerif Hüseyin oğlu Faysal’ı Şam’a gönderdiğinde Faysal burada Arapların gizli cemiyetleri ile görüşerek İngilizlerin önerilerini inceledi. O, 23 Mayıs 1915’te Şam’da gizlice cemiyet üyeleri ile yaptığı görüşmede bir de protokol hazırladı. Daha sonra Suriyeli ve Lübnanlı liderlerin, İngiltere’ye sundukları bu protokolde Birecik, Urfa, Mardin, Midyat, Cezire-i İbn Ömer’e, doğuda Basra Körfezinden İran sınırına, batıda Kızıldeniz ve Akdeniz’den Mersin’e kadar yerlerin kendilerine ait olması isteniyordu. Ayrıca İngiltere ile bağımsız Arap devleti arasında ittifak anlaşması olacak, iktisadi alanda İngiltere tercih edilecekti. İngiliz Yüksek Komiseri Mc Mahon’a bu protokol verilmiş, 30 Ağustos 1915’te Mahon, Arap bağımsızlığını onaylamış; ancak, sınırlar için olumlu ifade kullanmamıştı. Temmuz 1915’ten 1916 Martına kadar Şerif Hüseyin ile Mc Mahon arasında yazışmalar sürmüş ve Arap-İngiliz iş birliğinin temeli atılmıştı.53 Osmanlı Devleti bu sıralarda İtilaf Devletleri ile savaşı sürdürüyor, Çanakkale’de de başarılı sonuçlar alıyordu. İşte bu sıralarda, Suriye’de Arap topluluğu Türkiye’ye karşı komplo kurmuştur. Üstelik de Osmanlı Devleti’ne ait bu topraklarda Osmanlı taraftarıymışlar gibi 
bir hava yaratmışlardır. 

5 Kasım 1915’te, Suriye’de Şerif Hüseyin Mc Mahon’a gönderdiği mektupta, Mersin ve Adana’yı istemediklerini, Şam, Hama, Humus ve Halep’in batısındaki toprakların tamamen Arap olmaları nedeni ile sınırlarının içinde olmasını, İskenderun’un Arap devletinin dışında bırakılmasını istemişti. Bunlar gerçekleşirse Arap isyanı da başlayacaktı. 

Mektuplaşmalar bu şekilde sürüp gitmektedir. 1916 Martında, İngiltere’den isyan için 50.000 sterlin ile silah ve cephane gönderilmesi istenmiş, Mc Mahon da Şerif’e bu isteklerinin yerine getirileceğini iletmişti. Görüldüğü üzere Suriyeli Arapların bu tarihlerde bile İskenderun hakkında istekleri yoktur. Tersine İskenderun’u istememektedirler. Şerif Hüseyin, görüldüğü üzere bu tarihlerde ikili oynamaktadır. Osmanlı Devleti yanında gibi görünüp İngiltere ile ortak hareket etmektedir. Şerif Hüseyin191 isyan planını 1916 Ağustosu olarak hesaplamıştı. Ancak bir Türk birliğinin gelme olasılığı düşünülerek isyan öne alındı ve 5-10 Haziran 1916’da başlatıldı. İsyan ile ilgili yalanlardan ibaret bir beyanname yayınlayıp halkı Osmanlı’ya karşı cephe almak için aldattı. 10 maddelik bildiride, İttihat ve Terakkinin kötü idaresi, hükûmetin Mekke, Medine ve Şam’daki askerlerin oruç tutmaya mecbur olmadıkları (savaş sırasında aç açına savaş edilemeyeceği için) hakkında fetva çıkarması, padişah ve halifenin yetkilerinin sınırlandırılması, bunların din düşmanı olduğu gibi sudan nedenler yer almaktaydı.54 Araplar, Türk askerlerinden daha fazla para aldıkları hâlde, gene de Osmanlı aleyhine hareket etmişlerdir. İngiltere ve Fransa savaş sırasında Araplara ve Şerif Hüseyin’e, Osmanlı Devleti’nden daha fazla para vermişlerdir. Yalnızca Lawrence, Akabe’nin düşmesinden sonra dağıtmak için 200.000 İngiliz sterlini değerinde altın almıştır. Daha sonra bu rakam 500.000’e çıkarılmıştır. 1916 Mart-Temmuz’u arasında Şerif Hüseyin’e 258.000 sterlin ödenmiştir. 

Bu miktar 1918-1919’da 2.475.000 sterline yükselmiştir. Ayrıca, İngiltere ve Fransa, Şerif Hüseyin’e askerî yardımlarda da bulunmuştur.55 İngiltere’nin 
maddi yardımı çok daha fazla olmuştur. Bunlardan dolayı aslında Suriyeliler, Fransız mandası yerine İngiliz mandasına daha taraftardırlar. Aslında onlar 
İngiliz himayesi altında bağımsızlıklarını elde edebilecekleri gibi saf bir düşüncenin hülyası içindedirler. Bunun boş olduğunu, yanlış yolda olduklarını anladıkları anda da iş işten geçmiş olacaktır. 

Fransa, Suriye ve Lübnan’da manda idaresi kurmak istiyordu. 17 Haziran 1919’da yapılan Suriye Konferansı’nda, Emir Faysal, Suriye’nin tam 
bağımsızlığını ve Arap birliğini dile getirmişti. Eğer mutlaka manda yönetimi olacaksa bunun Amerikan mandası olması gerektiğini, bu kabul edilmezse 
İngiltere’nin mandaterliğinin daha uygun olduğunu belirtmişti. Zaten Fransa mandaterliği çoğunluk tarafından reddedilmişti. Ancak Fransa’nın, 
İngiltere’ye itirazı sonunda iki devlet anlaşmak zorunda kaldı. Suriye ve Lübnan Fransa mandaterliğine devredildi. Bu zaten Sykes-Picot anlaşmasının bir uygulamasından ibarettir. 

Kral Faysal, Fransa’yı istemediğini birçok kez İngiltere’ye beyan etmiş ise de bu, bir işe yaramamıştır. Aslında esas istediği bağımsızlıktı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Fransa, İngiltere’nin yardımı ile Suriye’yi işgal etmişti. Birinci Londra Konferansı’nda(29 Ocak 1917) Suriye’nin Fransa’ya verilmesi kabul edilmişti. Daha sonra Kral Faysal tarafından istenen bağımsızlık istekleri reddedilmiş, Fransa Kral Faysal ile geçici bir anlaşma yapmış; ama, bu anlaşma da Faysal’a destek veren İngiltere tarafından kabul edilmediğinden Suriye’de uygulanacak manda meselesi San-Remo Konferansı’na kalmıştı.56 24-26 Nisan 1920’de San-Remo’da, Lübnan ve Suriye, Fransa’nın mandaterliğine bırakıldı. Bu, Arapları şaşırttı. Protestolar bir işe yaramadı. Fransa’nın tam mandaterliği aslında 24 Temmuz 1922’de gerçekleşmiştir. İngiltere ise daha sonraları da Fransa’ya karşı nüfuz mücadelesinde Kral Faysal’ı desteklemeye devam etti.57 Ama olumlu sonuç alamadı; Faysal’ın uluslararası alanda yaptığı çalışmalar da bir işe yaramadı. 

Suriye ve Hatay sorunu ile Türkiye de ilgilenmekteydi. 24 Nisan 1920’deki Türkiye Büyük Millet Meclisindeki gizli oturumda, Mustafa Kemal Paşa yaptığı konuşmada, Arapların hatalarını anladıklarını, Suriye’deki olağanüstü Fransız delegesi Picot’un Sivas’a gelip kendisiyle görüştüğünü, Fransa’nın Türkiye’ye karşı harekâtını kendisinin de doğru bulmadığını söylediğini; ama açıkça Fransa’nın Suriye’yi sömürge yapmak istediğini ifade ettiğini açıklamıştı.58 Mustafa Kemal Paşa, aynı konuşmada Arapların tuttuğu yanlış siyaseti de şöyle ifade etmiştir: “Suriye halkı ve Irak halkı yani Arabistan, 1914 tarihinden evvel aynı hudut dâhilinde bulunduğumuz zamanlarda cümlemizce malumdu.” dedikten sonra, onların bağımsızlık için kuvvetlerinin yeterli olmadığını gördüklerini, düşmanlarla ortak çalışmalar yaptıklarını, hayallerini gerçekleştirmek için onların eteklerine sarıldıklarını, 
sonra bir kısmının hata yaptığını anladıklarını, bağımsız; ama Osmanlı toplumu içinde yaşamayı düşündüklerini açıkladı. Bir kısmı da daha ileri 
giderek “Bize hiçbir şekil ve surette istiklalin lüzumu yoktur. Biz halifemiz ve padişahımıza merbut olarak Camia-i Osmaniye dâhilinde bulunacağız 
dediler. Suriye’de böyle muhtelif cereyanlar mevcut idi.” diyerek açıklamış, sonra kendilerinin millî bir devlet olduğunu “Biz bi’t-tabi bir selâhiyet-i 
resmîyyeye ve ilmiyeye malik olmadığımız için efrâd-ı milletten bir heyet-i millîye olduğumuz için bu cereyanın müvellid-i hakikisi (gerçeği ortaya 
koyan) olan yine milletler vasıtasıyla temas etmiş oluruz.” hükmünü ortaya koymuş, Türkiye’nin kendi sınırları dışındaki olaylara karışmayacağını, 
Suriye’nin kendi sınırları içinde bağımsız olarak yaşayabileceğini, Fransızları kovmak için Türkiye’den para ve vasıta isteklerine bu şekilde cevap verdiklerini, 
Irak’tan gelen isteği aynı şekilde cevaplandırdıklarını, bunların bağımsız devlet olma isteklerinin iyi karşılandığını, kendi bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, 
kendileri ile birleşebileceklerini, kalben Suriye ve Irak ile beraber olduklarını söylemiştir.59 

Mustafa Kemal Paşa’nın Mecliste anlattıkları gerçekleri yansıtmaktadır. Suriye Birinci Dünya Harbi sırasında Türkiye’nin önemli merkezlerinden biriydi. Hicaz’da oluşturulan ve Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal kumandasına verilen Arap kuvvetleri, İngiltere’nin desteği ile 1918 Kasımında Suriye’yi ele geçirmişti. Savaş bittiğinde Faysal, 1920 Martında Filistin’i de içeren Suriye Krallığının başına geçirilmişti. Ama, bir ay sonra İngiltere ve Fransa, Araplara verdikleri sözü yok sayıp Filistin’in İngiliz; Suriye ve Lübnan’ın da Fransız yönetimine girdiğini ilan ettiler. İşte, Faysal’ın Türkiye’den yardım istemesinin nedeni budur. 

1 Mayıs 1920 Cumartesi günü, Meclisteki üçüncü gizli oturumda, Mustafa Kemal Paşa, Arabistan hakkında bir soru sorulması üzerine, Emir Faysal’ın kendileri ile anlaşmak için başvuruda bulunduğunu yinelemiştir. 

Faysal, Türkiye ile anlaşarak Fransızların Suriye’den kovulmasını arzu ediyor. Ancak henüz görüşmelerin gerçekleşmediği anlaşılıyor. Mustafa Kemal Paşa, bu konuşmasında konuyu şu şekilde açıklamıştı: “Suriyeliler muhtelif merkezlerden bizimle öteden beri anlaşmak istediklerini ve bazılarının da anlaştıklarını (Daha evvelki konuşmamda arz etmiştim.), bu miyanda (arada) Emir Faysal da vardı. Bizzat, yani hükûmet namına bizimle anlaşmak isteyen Emir Faysal bizimle daha evvel temasa gelmeden evvel Hükûmet-i Merkeziyye ile Suriye sultanı olan zatın o zaman gönderdikleri bir murahhas vardı. O murah hasla görüşmüştük. Emir Faysal, hükûmeti ve kendisi tarafından tasdik edildikten sonra tekrar buraya gelmesini söyledik (anlaşma esasları kaleme alınmış fakat) imza vaz olunmamış. Ne’van-ma (Bir suretle) bir müsvedde yapılmıştı. Evvelki gün Mardin’den verilen bir telgrafta o zat Iraklı Sıtkı Bey namında bir zat tekrar buraya gelmek üzere hareket etti.”60 
Görüldüğü üzere Arap dünyası ihanetin bedelini ağır  ödemektedir. 

Fransa, 20 temmuz 1920’de Suriye’yi işgal ederek Şam merkezli bir idare kurdu. Fransızların yol yapımı ve bazı hizmetlerine karşın Fransız halkı gene de Fransa’dan hoşlanmadı. Fransızlara karşı mücadeleye başladı. 

Fransa, güney Anadolu’dan çekilirken silahlarını Türkiye’ye vermiş ve Ankara İtilafnamesi’ne göre bir gümrük anlaşması yapılmasını istemişti. 15 
Haziran 1922 tarihli 55. gizli oturumda, Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey, gümrük anlaşması şartının zaten anlaşmada bulunduğunu ve yapılması gerektiğini açıkladıktan sonra gümrük anlaşmasının bize zararı olan maddelerini de açıklamış ve iptalini sağlamıştı.61 Bizi esas ilgilendiren husus İskenderun bölgesi idi. 15 Haziran 1922 tarihli gizli oturumda, Hüseyin Rauf Bey, Suriye hakkında fazla bilgi veremeyeceğini, Fransızlar ile sert tartışmaların olduğunu izahtan sonra, Antakya hakkındaki görüşlerini şöyle dile getirmişti: “Arkadaşlar, Antakyalı kardeşlerimiz için bizim de kalbimiz kanıyor. Tabii, istikametini, mesaisini sizin emelinize tevhit etmek (birleşmek) isteyen ve şüphesiz sizin fikrinizde olan murahhaslarımız düşünüyor. Fakat çok rica ederim, aleni celsede bu mesele suallerle, takrirlerle mütemadiyen (sürekli) karıştırılacak olursa hüsn-ü netice (iyi sonuç) vermeyeceği kanaatindeyim.”62 Hüseyin Rauf Bey, 28 Ocak 1923’te gizli toplantıda yaptığı konuşmada da Poincar ile mülakatında gazeteler de İskenderun’da Fransız zulmünün yer aldığını, buna engel olunması gerektiğini, İskenderun’da Ankara İtilafnamesi’ne göre kurulacak özel idarenin gerçekleşip gerçekleşmediğini sorduktan sonra, Fransa’nın İngiltere’nin iltifatlarına kapılarak sulhu ertelediğine de işaret etmişti.63 

5 Mart 1923’te İskenderun meselesi gizli oturumda gene gündeme gelmiştir. Tevfik Rüştü Bey Misakımillî’yi tehlikeye düşürecek bir hareket yapmadığını izahtan sonra, “Mesela, vaktiyle Ankara İtilafnamesi’nde ben hiçbir zaman İskenderun’un bizden ayrılmasını imza etmedim. Yani kâni olmadım ve onu hiçbir zaman muahede diye kabul etmedim.” Demişti.64 Aynı gün söz alan Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey, Fransa’nın İskenderun ve Antakya konusunda verdiği sözü tutmadığını ifade etmiş ve Fransızları suçlamıştır.65 6 Mart 1923’te ise Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, Antakya, İskenderun halkının Ermeni zulmünde inlediğine işaret etmiştir: “Antakya, İskenderun o havali hep Müslüman Türk’türler arkadaşlar. Ne Araptırlar ne Kürt’türler. Arkadaşlar, bunlar ağlıyorlar, sızlıyorlar; Fransa satır altında değil, Fransa’nın mukadderatına musallat ettiği ezeli Ermenilerin satırı altında feryat ediyorlar. Bu feryatlarını biz işitmiyoruz, kulağımızı tıkamışız. Çünkü siyaset yapıyoruz arkadaşlar siyaset böyle değildir.”66 Ancak İskenderun , Antakya yani Hatay bölgesi için bu tarihlerde Mecliste yapılan ateşli konuşmalar bir sonuca ulaşamamıştır. 

Fransa, bundan sonra bölgeye daha fazla hâkim olmak için Suriye’de Türk düşmanlığını körüklemiştir. Okullardaki kitaplarda sivil ve askerlere Türk 
düşmanlığı ve Türklerin Arapları geri bıraktırdığı tezi işlenmiştir. Fransa bu politikasını 20 Temmuz 1920’den itibaren on altı yıl sürdürmüştür.67 

Ancak Hatay meselesi Fransa’yı meşgul eden ilk ve en önemli problemlerdendi. Fransa, 1936 Eylülünde Suriye’de iki askerî üs ile dış politikada ve ekonomik 
önceliklere sahip olmak şartı ile Suriye’nin bağımsızlığını tanıdı. Böylece Suriye’de manda idaresi son buldu. Suriye tam bağımsızlığa 1946’da kavuştu.68 Fransa bu durumda Hatay konusunda tutumunu değiştirdi. İskenderun sancağının ayrı bir yönetime kavuşturulmasını onayladı. Daha sonra Hatay Devleti 1939’da Türkiye Cumhuriyeti’ne katıldı. Ancak Suriye bunu bir türlü kabullenemedi. Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmasında, Devlet Başkanı Tayfur Sökmenin büyük yararları olmuştur.69 Suriye’de Vatani adlı cemiyet ve Kominist Fırkası Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kesinlikle kabul etmemiş, gösteriler yapmışlarsa da Suriye Parlamentosu Başkanı kararı kabul etmekten başka çarelerinin olmadığını söylemek zorunda kalmıştır.70 

Sonuç 

İngiltere ve Fransa, Orta Doğu’daki politikalarını XIX. yüzyılda belirlemişti. ABD ise XX. yüzyılın başlarında belirledi. Bu üç devletin ortak hedefi petroldü. 1844’teki Lübnan olaylarına Fransa ve İngiltere katılarak bu tarihlerde Orta Doğu’ya ayak basmışlardı. II. Abdülhamit, İngiltere’nin Orta- Doğu’daki hedeflerini ve çalışmalarını sürekli olarak dile getiriyordu. XIX. yüzyılın sonlarında Kürt ve Ermeni sorununun ortaya atılması, San-Remo ve 
Sevres’de Osmanlı topraklarında Kürt ve Ermeni devletlerinin kurulmasının yer almasının nedeni zayıf bir Osmanlı Devleti ile Orta Doğu’da İtilaf devletlerinin arasında tampon devletler oluşturmak amacından kaynaklanmaktadır. Bu düşünceler Türkiye Devleti kurulduktan sonra da devam etmiş olup hâlen devam etmektedir. Ancak kuvvetli bir Türk Devleti bu düşünceye her zaman set çekecektir. 

DİPNOTLAR;

1 Hocaoğlu; Mehmed; II. Abdülhamid’in Muhtıraları, İstanbul 1998, s. 56-57. 
2 A.g.e; s. 126. 
3 Ali Fuat Cebesoy;1907’de Misak-ı Millî, (Hazırlayan Faruk Sükan-Cemal Kutay), İstanbul 1989, s. 46. 
4 Hocaoğlu; II. Abdülhamid’in Muhtıraları, İstanbul 1998, s. 54-55. 
5 İhsan Şerif Kaymaz; Musul Sorunu, İstanbul 2003, s. 92-101. 
6 A.g. e.; s. 132-136. 
7 Aygün Aytar; Yeni Belgeler Eşliğinde II. Dünya Savaşı Sırasında Türk- Sovyet İlişkilerinde “İran Gerginliği”, Fırat Üniversitesi Orta-Doğu Araştırmaları 
   Dergisi, C. 3, Sayı 2, Elazığ 2004, s 137-141. 
8 Ahmet Hurşit Tolon; Birinci Dünya Savaşı Sırasında Taksim Anlaşmaları ve Sevr’e Giden Yol, Ankara, 2004, s. 240. 
9 Evans Laurence; Türkiye’nin Paylaşılması “1914-1918” (Çeviren: Tevfik Altınay), İstanbul 1972, s 46-50. 
10 Çağrı Erhan; ABD’nin Orta Doğu Siyasetinin Muhtemel Sonuçları, Ankara 2001, IX. Askerî Tarih Semineri, C. 1, s. 74-76. 
11 Kaymaz; s. 43-46 
12 Mehmet Özdemir; Birinci Dünya Savaşı’nda Irak Cephesinde Propaganda ve Casusluğa Karşı Alınan Tedbirler; Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı:4, 
    Ankara 2004, s. 58-59. Orhan Ak; Irak’ta Türk Ordusu 1914, Ankara 2004, s. 193-198. 
13 Rathmann; Berlin-Bağdat :Alman Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi (Haz: Ragıp Zarakolu), İstanbul 1982, s. 24-26. 
14 Kılıç, Sezen: Türk-Alman İlişkileri ve Türkiyedeki Alman Okulları, Ankara 2005, s.41 
15 Earle, Edward Mead: Bağdat Demiryolu Savaşı( Türkçesi: Kasım Yargıcı), İstanbul 1972, s. 27-28 
16 Kılıç, Sezen;a.g.e., s.46 
17 Hatipoğlu, Süleyman: Türk-Fransız Mücadelesi, Ankara 2001, s35-36 
18 Hatipoğlu; s. 40-41. 
19 İzzet Öztoprak; Kurtuluş Savaşı’nda Türk Basını, Ankara 1981, s. 159. 
20 Selçuk Ural; Mondros Mütarekesi Sonrası İngilizlerin Irak Cephesinde Gerçekleştirdiği İşgaller, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı 4, Ankara 2004, s. 34-40. 
21 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 2, Ankara 1977, s. 12, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını. 
22 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 2, Ankara 1977, s. 75. 
23 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri; C. 3, s. 69. 
24 Kaymaz; s. 251-262. 
25 Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları; C. 3, Ankara 1985 s. 1172. 
26 Kaymaz; s. 285. 
27 Türkiye büyük Millet Meclisi, Gizli Celse Zabıtları; C. 3, Ankara 1985, s. 1220-1224. 
28 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Gizli Celse Zabıtları; C. 3, s. 1238-1239. 
29 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri; C. 3, s. 59. 
30 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Gizli Celse Zabıtları; C. 3, Ankara 1985, s. 1305-1306. 
31 a.g.y.; s. 1309. 
32 a.g.y; s. 1310. 
33 a.g.y; s. 1311-1312. 
34 a.g.y.; s. 1312-1314. 
35 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Gizli Celse Zabıtları; C. 3, s 1317-1318. 
36 a.g.y.; s. 1319. 
37 a.g.y.; C. 4, s. 80. 
38 a.g.y.; C. 4, s. 99-103. 
39 a.g.y.; C. 4, s. 88. 
40 a.g.y.; C. 4, s. 93. 
41 A.g.y; C. 4, s. 112. 
42 a.g.y.; C. 4, s.131-140. 
43 a.g.y.; C. 4, s. 161-163. 
44 a.g.y.; C. 4, s. 173. 
45 a.g.y.; C. 4, s. 181-181. 
46 Kaymaz; s. 454-455. 
47 Halil Sahillioğlu; Antakya, İslam Ansiklopedisi ( Diyanet Vakfı Yayını), C. 2, İstanbul 1993, s. 231. 
48 Hans Derschuarn; İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü ( Cev: Yaşar Önen), Ankara, 1987, s. 112-148. 
49 Adem Kara; 19. Yüzyılda Bir Osmanlı Şehri: Antakya, İstanbul 2005, s. 63-66. 
50 Philip Knightley - Colin Simpson; Lawrens’in Hayatı (Çeviren: Cüneyt Emiroğlu) İstanbul 1975, s. 75. 
51 Ömer Kürkçüoğlu; Osmanlı Devleti’ne Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi (1908-1918), s. 162- 167. 
52 Muhammed Nureddin; Arap-Türkiye İlişkilerinin Bugünü ve Geleceği, Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, C. 3, Sayı 1, Elazığ 2005, s. 172. 
53 Ömer Osman Umar; Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye (1908-1938), Ankara 2004, s. 182-226. 
54 A.g.e; s. 227-237. 
55 A.g.e; s. 243-246. 
56 William L.A. Cleveland; History of tha Modern Middle East, Oxford 1999, s. 161-165. 
57 Umar; s. 370-375. 
58 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Gizli Celse Zabıtları; Ankara 1985, C. 1, s. 5. 
59 Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları; C. 1, 2-3. Mustafa Albayrak; Türkiye’nin Orta Doğu Politikaları (1920-1960), Elazığ 2005, 
     Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, C. 3, Sayı 2, s. 4-6 
60 Türkiye Büyük Millet Meclisi , Gizli Celse Zabıtları; Ankara 1985, C. 1, s. 24. 
61 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Gizli Celse Zabıtları, s. 414-434. 
62 a.g.y.; C. 3, s. 151. 
63 a.g.y. 
64 a.g.y.; C. 4, s. 127. 
65 a.g.y.; C. 4, s. 133. 
66 a.g.y.; C. 4, s. 164. 
67 Mehmet Saray; Türkiye ve Yakın Komşuları, Ankara 2006, s. 80-81. 
68 Patrıck Seule; Asad of Syria. The Struggle for the Middle East, London 1986, s. 15-22. 
69 Konu ile ilgili geniş bilgi için bk. Tayfur Sökmen; Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, İstanbul 1999. Abdurrahman Melek; Hatay Nasıl Kurtuldu, İstanbul 1999. 
    Umar; s. 506-508. 
70 Cumhuriyet; 15 Temmuz 1937, 16 Temmuz 1937, 17 Temmuz 1937, 18 Temmuz 1937. 



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder