27 Mart 2017 Pazartesi

TARİHÎ SÜREÇ İÇİNDE VE GÜNÜMÜZDE ORTA DOĞUNUN ÖNEMİ BÖLÜM 3


 TARİHÎ SÜREÇ İÇİNDE VE GÜNÜMÜZDE ORTA DOĞUNUN ÖNEMİ BÖLÜM 3



II. BÖLÜM 

A. Orta Doğu’nun Genel Tanımı 

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bilimsel çalışmalarda ve uluslararası siyasette giderek kullanımı yaygınlaşan "Orta Doğu" (Middle East; Moyen Orient; eş-Şarku'l-Evsat) kavramını ilk defa 1902 yılında Amerikan deniz tarihçisi ve stratejisti Alfred Thayer Mahan, National Review'de yayımlanan Basra Körfezi'nin önemini ele aldığı "The Persian Gulf and International Relations" başlıklı yazısında Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek için kullanmıştır.46 Yüzyılın başlarında, Basra Körfezi'nin stratejik önemi ve bu bölgede Alman İmparatorluğu, İngiltere ve Rusya'nın nüfuz mücadelelerini anlatmaya çalışan A. T. Mahan, jeostratejik bir konsept dâhilinde kullandığı “Orta Doğu" (Middle East) kavramı ile Süveyş'ten Singapur'a kadar uzanan deniz yolunun bir bölümünü koruyan ve kesin şekilde sınırlarını belirtmediği bir bölgeyi anlatmaktaydı.47 Mahan'ın ardından İngiliz gazetesi The Times'in dış politika editörü Valentine Chirol, Tahran muhabiri imzasıyla Basra Körfezi'nin stratejik önemini, Almanya'nın inşa etmeye çalıştığı Bağdat demir yolunun Basra'ya kadar uzatılmasının İngiltere'nin bölgede ve Asya'daki çıkarlarına vereceği zararları anlattığı birkaç yazısına, “Orta Doğu'nun Problemleri” başlığını koyarak kavramı Basra Körfezi bölgesini anlatmak için kullanmış ve kavramın benimsen mesine katkıda bulunmuştur.48 

Mahan ve Chirol'un İngiliz diline kazandırdığı "Orta Doğu" kavramı, asrın başlarında sözlüklere girerken kitap adlarında da görülmeye başlanmıştır. Angus Hamilton 1909 yılında Londra'da yayımladığı Problems of the Middle East adındaki kitabı ile kavramı bilim dünyasına taşıyarak Basra Körfezi bölgesinin İngiltere'nin uluslararası menfaatleri ve sömürgeci devletler arasındaki rekabet çerçevesindeki önemini anlatmaktaydı. Aynı yıllarda Hindistan'da Kral naibi olan Lord Curzon, ilk defa 1911'de Hindistan'a yakın yerleri ifade etmek için resmî konuşma ve belgelerde "Orta Doğu" kavramını kullanarak ona yarı resmî bir nitelik kazandırmıştır.49 

Esasen Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Orta Doğu kavramı resmiyet kazanmıştır. İngiltere hükûmetinde Sömürgeler Bakanlığı bünyesinde 

"Middle Eastern Department" adıyla bir idari teşkilatın oluşturulmasıyla söz konusu resmiyet gerçekleşmiş oldu. Nitekim Birinci Dünya Savaşı'nda 
Osmanlı Devleti'nden koparıldıktan sonra İngiliz manda yönetimine verilen ve Milletler Cemiyeti tarafından da onaylanan Filistin, Mavera-i Ürdün ve Irak 
yönetimleri bu teşkilata bağlanmıştır. Bu arada İngiltere'deki Coğrafi Adlar Daimî Komisyonu (Permenant Commission on Geographical Names) adlı 
kuruluş, "Yakın Doğu"yu sadece Balkanları ifade edecek şekilde yeniden tanımlarken "Orta Doğu" kavramını da Türkiye, Mısır, Arap Yarımadası, 
Körfez bölgesi, İran ve Irak'ı kapsamına alacak şekilde sınırlarını belirlemiştir. Böylece XX. yüzyılın başlarında İstanbul Boğazı'ndan 
Hindistan'ın doğu kıyılarına kadar uzanan bölge, "Orta Doğu" olarak isimlendirilmiş oldu.50 

İngilizce bir terkip olan Middle East'ın olduğu gibi tercümeleri, zaman içerisinde diğer dillere de yerleşmiş ve benimsenmiştir. Fransızca'da Yakın Doğu'nun yerine "Proche Orient" kullanılırken Orta Doğu'nun karşılığında " Moyen Orient" kullanılmaktadır. Arapçada Orta Doğu yerine kullanılan " Eş Şarku'l-Evsat", İngilizce'deki Middle East'ın kelime kelime çevirisinden ibarettir. Türkçede de benzer çevirinin yerleştiği gözlenmektedir. Önceleri "Orta Şark" kullanılırken, günümüzde "Orta Doğu" şeklindeki kullanım benimsenmiştir.51 

B. Bölgenin Kapsadığı Alan 

Orta Doğu için kesin bir coğrafi sınır çizmek olası değildir. Önceleri Avrupalı coğrafyacılar bu tanımlamayı kullanmışlarsa da İngilizler, Avrupa’dan Asya’ya kadar olan sömürgelerinin “komuta ve kontrol“unu bölgesel tanımlamalara gitmek yoluyla bölümlemiş ve böylece bir anlamda egemenliklerinin sınırlarını ortaya koymuşlardır.52 Kaba hatlarıyla Avrupa’dan Mezopotamya’nın batısına kadar olan uzaklık “Yakın Doğu” (Near East); buradan Sri-Lanka–Burma arasındaki uzaklığa “Orta Doğu” (Middle East); daha ötesine de ”Uzak Doğu” (Far East) denmiştir.53 

Genellikle insanlar, Türkiye, Mısır ve İran üçgeni arasında kalan bölgenin Orta Doğu olduğunu algılarlar. Onlara göre Kızıl Deniz ile Basra Körfezi’nin batısı ve doğusundaki ülkelerden başlayan İran, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, İsrail, Türkiye ve Mısır’ın içinde bulunduğu alan “Orta Doğu”dur. Bernard LEWİS’e göre “Orta Doğu tarihsel boyutlarına erişmiş ve coğrafi sınırları kuzeye doğru yer değiştirerek Rusya’ya uzanmıştır”.54 Oral SANDER’e göre bazı bilim adamları, Orta Doğu için “Beş Deniz Bölgesi” olan Karadeniz, Ege, Akdeniz, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ni; çoğu kez Ege yerine Hazar Denizi’ni, “Merkez Bölge” ya da “Doğu Akdeniz” kavramını yerleştirmeye çalışacaklardır. Ama Avrupalı jeopolitisyenlerin bu yaklaşımını kırmada başarılı olamayacaklardır.55 

Bölge, kuzey yarım küredeki devletler bakımından, özellikle Avrupa ve Rusya için dikeylemesine Boğaz ve Geçitlere ulaşmayı olası kılan üç kıtanın kesiştiği bir alanı çağrıştırırken Alman jeopolitisyenler tarafından bu tanımlamaya yatay genişlikte (Pakistan ve Afganistan’ı da içine alan) bir boyut eklenmiştir. ABD ise kendi stratejisini şu şekilde geliştirmiştir: Batıda Atlantik Okyanusu’ndan doğuda Orta Asya’ya kadar uzanan geniş bir alan, Pakistan ve Afganistan’ı da içine alarak kuzeyde Transkafkaslara yaslanmakta, güneyde ise Kızıldeniz ve Basra Körfezi’yle beraber Hint Okyanusu’nu kucaklamaktadır. 

Orta Doğu ile ilgili yapılan tanımlama, tam olarak ondan kastedilen coğrafi yeri anlatmaktan uzaktır. Bütün bu farklı kullanımlar ve kapsamın değişkenliği dikkate alınmak şartıyla bugün Orta Doğu kavramının dar anlamda, Türkiye, İran, Mezopotamya, Arap Yarımadası, Körfez ülkeleri ve Mısır'ı içine alacak şekilde kullanılmakta olduğunu söylemek mümkündür. Bu kavramın kapsamının daha da genişletilerek Libya, Sudan, Eritre, Cibuti ve Afganistan'ı da içerecek şekilde geniş anlamda kullanıldığı, bazı çalışmalarda ise kapsamın daha da genişletilerek Atlas Okyanusu’ndan Mısır'a kadar tüm Kuzey Afrika'yı içine alacak genişlikte kullanılmakta olduğu da görülmektedir. Hatta bazı çalışmalarda Orta Doğu kavramının kapsamına Kafkasların ve Orta Asya'nın da dâhil edilerek iyice genişletildiği de dikkat çekmektedir. 


C. Doğal Kaynaklar 

1. Petrol 

XIX. yüzyılın ortalarında petrolün sanayi içinde yer almasıyla başlayan gelişmelerden sonra petrol, gelişmiş ve gelişmekte olan 137 ülkenin gider 
faturalarında önemli bir yer almakta ve ani fiyat artışlarında bu ülkelerin ekonomileri ciddi zarar görmektedir.56 

Petrol havzalarına bakıldığında Basra Körfezi bölgesi, bugüne kadar keşfedilmiş dünya petrol rezervlerinin 2/3'sini barındırmaktadır. Yapılan araştırmalar yalnızca Suudi Arabistan'ın ispatlanmış 264,3 milyar varil rezervi olduğunu göstermektedir ki bu da dünya petrolünün %20,44'ü demektir. Dünya petrol rezervlerinin %10,25’i İran (132,5 milyar varil), %8,9’u Irak (115 milyar varil), %7,85’i Kuveyt (101,5 milyar varil), %7,56’sı Birleşik Arap Emirlikleri (97,8 milyar varil), %14,35’i diğer OPEC ülkelerine ve geri kalan %30,65’i de dünyanın diğer ülkelerine aittir.57 ABD Enerji Bakanlığı tarafından yapılan araştırmalar, Körfez bölgesinin petrol ihracatının 2000 ile 2020 yılları arasında %125 artacağını göstermektedir.58 Bu, tıpkı bugün olduğu gibi gelecekte de dünya enerji ihtiyacının büyük ölçüde Körfez'den sağlanacağı anlamına gelmektedir. Petrolün yanı sıra Orta Doğu'nun dünya gaz rezervinin yaklaşık %40'ına sahip olduğu gerçeğinin de göz ardı edilmemesi gerekir. Bunun %35'e yakını Körfez bölgesindedir.59 Öte yandan Cezayir, Libya ve diğer bazı Kuzey Afrika ülkelerinin toplam rezervleri ise dünya rezervlerinin %3,7'sidir. 

Hazar Denizi havzasında ise bugünkü piyasa değeri 4 trilyon dolar olan 200 milyar varile yakın petrolden söz ediliyor.6061 Uygun petrol boru hatları tamamlandığı takdirde 2010 itibarı ile Hazar Denizi’nden günde 3,9 milyon varil ham petrol çıkarılabileceği hesaplanmaktadır.62 Dünya Enerji Ajansının 2005 raporu, Azarbaycan’da ispatlanmış yedi milyar varil petrol olduğunu göstermektedir. 

1973 Ekiminde meydana gelen Arap-İsrail Savaşı’nda Arapların nispi bir başarı elde etmelerinin ardından, 1973 Kasımında yapılan Cezayir toplantısında alınan kararlar çerçevesinde Batı’ya petrol ambargosu uygulanmıştır. 1946’dan 1973’a kadar 1-3 dolar arasında seyreden fiyatlar birden 4 misli artarak 10 doların üstüne fırlamış ve 1978 yılı sonuna kadar 10-15 dolar arasında kalmıştır.63 Bu süre içinde Basra Körfezi’ndeki OPEC üyelerinin kasalarına, sanayileşmiş ülkelerden bir kaç yüz milyar dolar para transferi olmuştur. 

Bölgede oluşan küçük bir olayın dahi fiyatlara ne şekilde yansıdığı açıkça görülmektedir. Birinci Körfez bunalımının ilk işaretlerinin verildiği Temmuz 1990 ortalarından itibaren, 15 doların üzerine çıkan petrol fiyatları Ekim 1990’nın ilk haftası içinde 40 dolara kadar yükselmiş, sonraki siyasi gelişmeleri izleyerek Aralık 1990 sonlarında ortalama 25 dolar düzeyine inmiştir. Savaşın başladığı 17 Ocak 1991’den sonra 40 dolara kadar fırlayan fiyatlar, uluslararası koalisyon kuvvetlerinin cephelerde elde ettikleri sonuçlara paralel olarak 13 dolara kadar inmiş ve Şubat 1991 son haftası içinde 16 dolar civarında bir seyir takip etmiştir.64 2003’de ikinci Körfez bunalımında, ABD ve İngiltere’nin Irak’ın işgali ile petrolün varil fiyatı 80 doları zorlamaya başlamış ve hâlen 60 dolar civarında seyretmektedir. Bütün bunlar, ister bölge içinde ister bölge dışında olsun gelişen siyasi olayların petrol fiyatlarını ne şekilde etkilediğini göstermektedir. 

Dünyanın en büyük petrol tüketicisi ABD’dir. Bu ülke, tüketiminin ancak yarısını karşılayabilmektedir. Örneğin 1978 yılında günlük üretimi 8,2 milyon varil iken günlük tüketimi ise 18,4 milyon varildir. 1990’da günlük 8,6 milyon varil üretirken tüketimi artan petrol fiyatları nedeniyle günlük 17 milyon varil civarına gerilemiştir. 65 2006 yılına gelindiğinde ise günlük petrol üretimi 8,5 milyon varile düşerken, tüketimi yaklaşık 20 milyon varile çıkarak dünya toplam petrol tüketiminin % 25’inden fazla bir miktara ulaşmıştır. ABD’de yıllık ortalama % 2 petrol tüketim artışı vardır. 66 

Petrol, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerinin büyüme ve daralmasında doğrudan etkisi olan, çeşitli sanayi ürünlerinin üretim aşamasında önemli yeri bulunan bir enerji maddesidir. Ülkelerin petrole bağımlılıkları da giderek artmaktadır. Sanayileşmiş ülkeler petrole bağımlılığı azaltmak üzere sanayideki nükleer enerjinin payını yükseltmeye, kömür ve su kaynaklarından daha fazla yararlanma yollarını aramaya, güneş enerjisini kullanmaya yönelik çaba gösterseler de bu ham maddeye bağımlılıkları önemli ölçülerde devam edecektir.67 

1950 başında dünyadaki toplam enerji tüketiminin %28,9’ü petrolden sağlanırken bu oran 1960’ta %35,8’e, 1970’te %44,5’e 1980’de ise %47’ye 
yükselmiştir. Yani 1960’ların ikinci yarısından itibaren, toplam enerji tüketimi içinde en büyük paya sahip enerji kaynağı durumuna gelmiştir. Ancak artan 
petrol fiyatları ve doğal gazın enerji üretiminde yoğun olarak kullanılması nedeniyle, bu oran giderek azalmıştır. Dünya Enerji Ajansı 2003 Raporunda 
(2030 Dünya Enerji Tüketim Projeksiyonları Bölümü) bu oran %38 düşmüş ve ileriki yıllarda bu düşüşün devam edeceği ön görülmektedir. 

2. Doğal Gaz ve Diğer Kaynaklar 

Orta Doğu bölgesindeki doğal gaz rezervlerinin ömrü, petrolde olduğu gibi 100 yıldan fazladır. Bu maddenin önemi de petrolden farklı değildir.68 

Ayrıca Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri de doğal gaz ve petrol açısından oldukça zengin kaynaklara sahiptir. Örneğin Kazakistan'da, şu ana kadar tespit edilmiş petrol miktarının 10-17,6 milyar varil olduğu bildirilmektedir. Doğal gaz kapasitesi ise 53-83 trilyon küp olarak tahmin edilmektedir. Türkmenistan'ın doğal gaz yataklarındaki miktar ise 98-155 trilyon küp olarak hesaplanmaktadır ve Türkmenistan dünyanın dördüncü en büyük doğal gaz üreticisidir.69 İslam ülkelerinin bazıları da çok değerli maden yataklarına sahiptir. Örneğin Özbekistan ve Kırgızistan, altın üretiminde dünyanın önde gelen ülkelerindendir. Türkiye, önemi son yıllarda daha da iyi anlaşılmış olan bor madeni açısından dünyanın en zengin rezervlerinden birine sahiptir. Tacikistan dünyanın en büyük alüminyum işleme tesislerine sahiptir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder