Persler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Persler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mart 2017 Pazartesi

TARİHÎ SÜREÇ İÇİNDE VE GÜNÜMÜZDE ORTA DOĞUNUN ÖNEMİ BÖLÜM 4


 TARİHÎ SÜREÇ İÇİNDE VE GÜNÜMÜZDE ORTA DOĞUNUN ÖNEMİ BÖLÜM 4




3. Su 

Orta Doğu su yoksulu bir bölgedir.70 Mevcut kaynaklar, nüfus artışı, kentleşme, sanayileşme, çöldeki çorak arazilerin tarıma açılması ve 
bilinçsizce yapılan sulama yüzünden hızla daralmaktadır.71 

Orta Doğu’da yıllık toplam yağışın %80’i buharlaşarak kaybolmaktadır. Dünya Bankasına göre su arzının en pahalı olduğu yer Orta Doğu’dur. Yer 
altı kaynaklarının uzun süre kullanımdan dolayı tükenmeye yüz tutmasının bölgedeki birçok ülkeyi yakın gelecekte su yoksulu ülkeler safına sokacağı 
hesap edilmektedir.72 

Orta Doğu’da su sorunu, çok karmaşık bir yapı arz etmektedir. Taraflar uzlaşmaz görünen tutum ve tavırlar takınmakta ve çözümsüz davranışlar sergilemekte dirler. Çatışma olasılığı her zaman yakın bir seçenek gibi görülmekte ve değişik çevrelerce bu durumdan sıkça söz edilmektedir.73 
Bu konu salt teknik ve ekonomik olmayıp aynı zamanda siyasi bir anlam taşımaktadır. Buna bir de hızlı nüfus artışı eklendiğinde, zamanın gittikçe daraldığını anlamak kolaydır. Doğu ERGİL, Körfez Bunalımı adlı kitabında şu açıklamayı yapmaktadır: “Su ve nüfus Orta Doğu’nun ateş ve barutudur. Zaman ise bu bombanın fitilidir. Orta Doğu da fitil giderek kısalmaktadır.”74 

Ayrıca Orta Doğu’da tahıl üretimi hızla azalmaktadır. Ekim yapılabilen arazi (arazi sınıflandırması verimli olarak yapılmadığından) sayısı çok düşüktür. Sulama bilimsel yöntemlerle yapılmadığından aşırı tuzlanma ile karşılaşılmakta ve toprak verimsizleşmektedir.75 



D. Orta Doğu’nun Önemi (Çizelge-176) 

1. Ham Madde Paylaşımı 





Dünya enerji üretim ve tüketimine ait değerlere göre dünya nüfusunun yaklaşık %15’ine sahip gelişmiş ülkeler, dünya petrolünün %59’nu, doğal gazın da %74’nü tüketmektedirler. Nüfusun %15’ine sahip bu gelişmiş ve güçlü ülkeler, tüketimde %70 oranında ortalama paya sahipken rezervleri ise %11’i civarındadır. Enerji açıkları giderek artmaktadır. Bu ülkelerin hayati çıkarları, enerji kaynaklarında odaklanmaktadır. Bu nedenle öncelikle dünya nüfusunun %75’i, dünya GSHM'sinin %60’ı, dünya enerji kaynaklarının %75'ine sahip Avrasya coğrafyasındaki bir kısım ülkeler ve bölgeler için klasik anlamdaki askerî tehdit devam edecektir demektir.77 

2. Değerlendirme 

Dünya petrol rezervlerinin %65’inin sahip olan bölge ayrıca en önemli su yollarından olan Süveyş Kanalı, Atlantik ve Karadeniz’den gelen ticaret 
yollarını, Akdeniz üzerinden Hint ve Pasifik Okyanuslarına bağlar. Bu deniz yolu Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya ve Gürcistan’ı Akdeniz üzerinden dünya denizlerine bağlayan tek çıkış yoludur. Türk Boğazları Karadeniz’e ulaştığı Asya ve Doğu Avrupa iç kısımlarını, Kafkasya’yı dünya limanlarına bağlar. Hürmüz Boğazı bölgeden geçen tüm dünya deniz yollarını, Basra Körfezi üzerinden bölge ülkelerine ve dünyanın en zengin petrol rezervlerine bağlar. Orta Doğu’yu hedef hâline getiren stratejik olgu ise: 


a. Üç kıtayı birleştiren karayollarının düğüm noktası oluşu, 

b. Avrupa, Asya ve Afrika’ya uzanan demir yollarının Orta Doğu’dan geçmesi, 

c. Bütün güç merkezlerini ilgilendiren su yolu ve geçitlerin Orta Doğu’dan kontrol edilebilmesi, 

ç. Üç kıtayı birleştiren hava yolları üzerinde bulunması, 

d. En önemli stratejik ham madde olan dünya petrol rezervlerinin %65’inin ve doğal gazın (53-83 trilyon küpünün) bu bölgede olması, 

e. Petrol ve doğal gaz akışının en kısa yollardan boru hatları ile bu bölgeden sağlanması, 

f. Tarihin en önemli zengin kültür hazinelerine sahip olma özelliği ile yarattığı turizm potansiyeli, 

g. Tek Tanrılı üç büyük dinin bu bölgede çıkıp yayılması ve merkezlerinin Orta Doğu’da bulunması.78 şeklinde tanımlanabilir. 

Böylece, Orta Doğu dünya adasının güç merkezi olup, Orta Doğu’ya hâkim olanın dünya adasını kontrol edeceğinin ve bunu yapan gücün de 
bütün dünyayı kontrol edebileceğinin ileri sürülmesine neden olmuştur. Yakın çağda ve günümüzde, dünya hegemonik güçlerinin bölgeye olan ilgisi 
Körfez Harekâtı ve hâlen ABD ve İngiltere’nin bölgedeki fiili işgali ile İsrail’in saldırgan politikalarının yukarıdaki gerekçelere dayandığı değerlendirilmektedir. 

Sonuç 

Günümüzün Orta Doğu’su; Avrupa, Asya ve Afrika gibi üç büyük kıtayı birleştiren konumu, coğrafya bütünlüğü, tarihsel yakınlığı ve süper güçlerin 
çatışma alanı olması nedeniyle aşağıdaki tanımlamaya büyük oranda uyar. Orta Doğu’da, sömürgeci ve egemen güçler, tarihin akışı içerisinde buradaki 
tüm farklılıkları kaşıyarak kendi emperyalist sınırlarını çizmeye ve kabul ettirmeye çalışmışlardır. Belirli yerlerde sınır bölgeleri oluşturarak çatışma 
tohumlarını ekmiş ve yaşatmışlardır.79 Bundan en çok zarar görenlerin başında Türkler olmak üzere Araplar, Persler, Yahudiler, Ermeniler ve 
Kürtler gelmektedir.80 

Orta Doğu’nun jeopolitiği için kısaca şu sonuca varabiliriz; bölgede yer alan Arap devletleri, siyasal coğrafyalarının kendilerine sunduğu en önemli 
doğal kaynak olan petrole karşın, Nil deltası ile Fırat deltasının durağanlık ve sığlığından kurtulamamışlardır. Arap devletlerinin izlediği nüfus politikası da 
(İran-Irak savaşı öncesi örnek olarak verilebilir.) jeopolitik güç olarak bir anlam taşımamaktadır.81 Aksine bu nüfusun, eğitim, sağlık vb. konularda 
tersine gelişme doğurduğu bilinmektedir. Örneğin, yaklaşık sekiz yüz bin kişilik Irak ordusu, Çöl Fırtınası Operasyonu’nda ileri teknoloji ile dize 
getirilmiştir.82 

Oysa başta İsrail ve Türkiye siyasal coğrafyalarını vasıflı insan nüfusu, teknoloji ve sanayi yanında toplumsal, siyasi ve psikolojik öğelerle 
geliştirmek zorunda olduklarının bilincinde olarak yollarına devam etmektedirler. Öte yandan İran’ın son yıllarda gerek klasik silahlar ve 
gerekse nükleer çalışmalarında geldiği nokta dikkat çekicidir; bununla beraber Şii mezhebinin dinamiklerinden faydalanma ve rejimini ihraç etme 
stratejisini de kullanarak bölgesel bir güç olma hedefini zorlamaktadır. İran’ın hâlen gelişmiş ülkelerle sürtüşmesi sürerken bildiğimiz gibi bu ülkeye yönelik 
ABD ve İsrail tehditleri de devam etmektedir. 

2003’ün Mart ve Mayısında ABD ve İngiltere’nin tüm dünyanın muhalefetine, Fransa, Almanya ve Çin’in açıkça karşı çıkmasına rağmen 
1991 Birinci Körfez Savaşı’nda yarım bıraktıkları Irak konusunu tamamlamak için bu devleti işgal etmelerine dünya tanık oldu. Stratejisyenlerin bir süre 
dayanacağına ihtimal verdikleri Irak Ordusu ve özellikle Devrim Muhafızları, bir haftada işgalcilerin çizmelerine ülkelerini bırakarak her kesimi yanılttılar. 
Yanılgı bununla da kalmadı; tam bir teslimiyet olarak düşünülen Irak işgaline karşı mücadele üç yıldır yeraltına çekilerek (Kürt ve Şiilere rağmen) direnişini 
şiddetle devam ettirmektedir. Gelinen nokta ise hızla iç savaşa doğru sürüklenen ve parçalanması kaçınılmaz görünen bir ülkeden başka bir şey 
değildir. 

Orta Doğu’da mevcut olan kaynakların bölge halkları tarafından adil paylaşımı ile bölge ülkelerinin GSMH’ları mukayese edildiğinde meydana 
gelen veya gelecek sorunları görmek olasıdır. Bu tespite rağmen asıl sorun bu değildir. Yukarıda oranlarını verdiğimiz nüfus ve kaynak kullanımı açık 
olarak göstermektedir ki dünya devleri ve özellikle rakipsiz süper güç ABD, aslan payını alma gayretlerini devam ettirecek ve cebri gücünü daha fazla 
kullanmaktan geri durmayacaktır. Devlet ricalinin de sık sık gündeme taşıdığı gibi Türkiye bir bölge ülkesidir ve bu şansız coğrafyada meydana gelen 
hiçbir olaya duyarsız kalamayacaktır. Son 40 yıllık Cumhuriyet tarihinde, ilgisiz ve tarafsız kalınan Orta Doğu olaylarında veya devletin ali menfaatleri 
doğrultusunda yapılan ve tartışmaya açık tercihlerin doğurduğu sonuçlardan kaçınmak mümkün olmamıştır. 

Sonuç olarak NATO üyesi ve AB adayı konumundaki Türkiye’nin yıllardır Batı aleminin bir parçası olma gayretlerine rağmen Batı’nın 
Oryantalist bakış politikasının neresinde olduğu şüphe götürür bir realiteye dayanmıştır. Edward Said Oryantalizm Doktrinini, sosyolojik bir kuram veya 
bilimsel bir yaklaşım olarak görmez, yazara göre: “Oryanlatizm; coğrafi bir ayrım değildir, bir seri çıkarlar toplamı ve İngiltere ile Fransa’nın Doğu’ya 
karşı özel bir ortaklığıdır.”83 şeklindeki yorumu oldukça manidardır. Yıllarca Doğu Bloğu’na karşı Yeşil Kuşak olarak organize edilen ülkeler, komünizm 
tehlikesinin bertaraf edilmesinden sonra, ABD tarafından parçalanama riski ile karşı karşıya bırakılmışlardır. Doğu Bloğu’nun söndürülmesinin perde 
arkası ise bölge kaynaklarının Anglo-Saksonlar tarafından tüketilme amacına matuf bir hedef olarak yorumlanmaktadır. 

ABD’nin Büyük Orta Doğu projesini ve İsrail’in bölge ile ilgili hesaplarını zaman gösterecektir. Global dünyanın güç merkezlerinin 
mücadelesi Orta Doğu’da sürmekte ve yakın gelecekte de bu mücadelenin devam edeceği değerlendirilmektedir. 

İnsanlık ve medeniyet tarihinin en önemli dönemini yaşadığı Orta Doğu, saydığımız veya sayamadığımız nedenlerle sorun sahası olamaya 
devam edecek ve dünyanın kaderi belki de bu bölge nedeniyle değişecektir. 

Saygılarımla arz ederim. 


DİPNOTLAR;


1 Ali Rıza Şeyh Attar; Kürtler Bölgesel ve Bölge Dışı Güçler, Anka Yay., 2002, İstanbul, s.13. 
2 Mesut Elibüyük; Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, Orta Doğu’nun Coğrafi bakımdan adı, yeri, önemi makalesi, Fırat Üniversitesi Yay., Sayı 1, 2003, Elazığ, s. 129. 
3 Gamze Güngörmüş; Orta Doğu’nun Yeni Sınırları konulu maklesi, s. 1, 
“http:// www.ceterisparibus. net/ dunya/ makaleler. htm.” 
4 Mesut Elibüyük; Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, Orta Doğu’nun Coğrafi bakımdan adı, yeri, önemi makalesi, Fırat Üniversitesi Yay., Sayı 1, 2003, Elazığ, s. 130. 
5 Yaşar Ertürk; Batı Anadolu’nun Ege’ye Uzantısı Olan (Ege Denizi)’ne Ada, Adacık ve Kayalıklar, Kırıkkale Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2000, s. 37. 
6 Louis Frederic; Medeniyet Tarihi, Çev: Vahdet Gültekin, C. 1, İstanbul, 1974, s. 33-50. 
7 a.g.e; s. 8-10. 
8 Jim Marrs; Gizli Dünya İmparatorluğu, Dünyayı Yöneten Gizli Güçler, The Underground Bestseller, (Çev:Selim Yeniçeri), Truva Yay., İstanbul, 2005, s. 389. 
9 Pave Dolukhanov, Eski Orta Doğu’da Çevre ve Etnik Yapı, Çev: Suavi Aydın, İmge Kitapevi, Ankara, 1998, s. 398-402. 
10 Muzaffer Erendil; Çağdaş Orta Doğu Olayları, Gnkur.Yay., Ankara, 1992, s. 9. 
11 a.g.e.; s. 10. 
12 H.G. Wells; Kısa Dünya Tarihi, Çev: Ziya İhsan, Varlık Yay., 1972, İstanbul, s. 86-87. 
13 Erendil; s. 10. 
14 Elibüyük; s. 137. 
15 a.g.m.; s. 137. 
16 Bernard Lewis; Orta Doğu Hristiyanlığın Doğuşundan Günümüze Orta Doğu’nun 2000 Yıllıık Tarihi, Sabah Yay., İstanbul 1995, s. 17. 
17 Cevdet Eroğlu; İsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler, Sayfa Yay., İstanbul, 2003, s. 8-9. “Karen Armstrong, Holy War; s. 336. Francesco Gabrieli; Arab Historians of Crusades, Hallahmi, 
Original Sins, s. 217. 
18 J. C. Hurewitz; Orta Doğu Siyaseti Askerî Boyutları, Gnkur.Yay.,Ankara, 1980, s. 13 “Hurewitz’in Arabistan ve Fas’ta Alevi olarak tanımladığı 
Krallık ve Devletin Vahabiler olması gerekmektedir. Çünkü Alevilik ve Bektaşilik Anadolu’ya ait bir kültürdür.” 
19 Emine Çaykara; Tarihçilerin Kutbu “Halil İnancık Kitabı”, İş Bankası Yay., 2005, İstanbul, s. 226. 
20 Armaoğlu; XX. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, İş Bankası Kültür Yay., 1983, Ankara, s. 31. 
21 Noam Chomsky; Dünyanın Düzeni: Eskisi Yenisi, Çev: Ali Çakıroğlu-Tuncay Birkan, Metis Yayınları, İstanbul, 2000, s. 420-421. 
Ceyhun Demirkollu; Barış Sürecinde İsrail, Atatürk Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2002, s. 4. 
22 Noam Chomsky; Terör Ne? Terörist Kim? Avrupa Asya ve Orta Doğu, Noam Chomsky Önsözüyle, C. 1, Ütopya Yayınevi, Ankara, 1999, s. 254-262. 
Demirkollu; s. 4 alınmıştır. 
23 Jacq Chrıstian; Hiram ve Usta Süleyman Peygamber; Çev: Z. Zühre İlkgelen, Arıon Yayınevi, İstanbul, 2000, s. 49. 
24 Celal Tevfik Karasapan; Filistin ve Şark-ül-ürdün, C. 1, İstanbul, 1942, s. 81. 
25 “Temporary International Presence in the City of Hebron; nu: 1, October 99, s. 1-3”. Demirkollu; s. 4 alınmıştır. 
26 Pavel Dolukhanov; Eski Orta Doğu’da Çevre ve Etnik Yapı, Çev: Suavi Aydın, İmge Kitabevi, Ankara, 1998, s. 66. 
27 Dolukhanov; s. 75. 
28 Terence Prittie; Israel (Miracle In The Desert), Frederic A. Praeger, Inc, New York, s. 19-25. Demirkol; s. 8. 
29 Bernard Lewi; Orta Doğu’nun Çoklu Kimliği, Çev: Mehmet Harmancı, Sabah Yayınları, İstanbul, 1995, s. 17–21. 
30 Demirkollu; s. 9 
31 Malcom Dando; Savaşın Yeni Şekli, Öldürücü Olmayan Silahları Gündeme Yerleşmesi, Washinton, 2001, s.20-28. Demirkollu; s. 10 alınmıştır. 
32 Marisol Touraine; Altüst Olan Dünya 21. Yüzyılın Jeopolitiği, Çev: Turhan Ilgaz, Ümit Yayıncılık, Ankara,1997, s. 356. Demirkollu; s. 10, alınmıştır. 
33 Qystein Noreng; Petrol ve İslam, Çev: Dilek Başak, Sabah Kitapları, 1998, İstanbul: s. 59. Demirkollu; s. 10, alınmıştır. 
34 Soli Özel; 26 Ekim 2006 Sabah Gazetesi, s. 18. 
35 Gamze Güngörmüş; Orta Doğu’nun Yeni Sınırları konulu makalesi, s. 3, 
( http:// www. tusiad.org/ yayin/ gorus/ 55/ 6. pdf ). 
36 Mustafa ÖZTÜRK; Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, Orta Doğu Kavram-jeopolitik ve Sosyoekonomik durum makalesi, Fırat Üniversitesi Yay., 
Sayı1, 2003, Elazığ, s. 261. 
37 Ze’evi Dror; Kudüs XVII. yüzyılda bir Osmanlı Sancağında Toplum ve Ekonomi, Çev: Serpil Çağlayan, Numune Matbaacılık, İstanbul, 2000, s. 170-171. 
38 Halil İnalcık – Erol Manisalı; Türkler ve Balkanlar, OBİV Yay., Der: İsmail Soysal, İstanbul, 1993, s. 9-27. 
39 Hasan Berke Dilan; Atatürk Dönemi Türkiye’nin Dış Politikası, Alfa Yay., İstanbul, 1996, s. 34- 41. 
40“ Alain Gresh and Dominiqua Vidal; Orta Doğu, (Çev. Hamdi Türe), 1991, İstanbul, Alan Yay., Gamze Güngörmüş; Orta Doğu’nun Yeni Sınırları konulu makalesi, s. 4, 
(http://www.tusiad.org/yayin/gorus/55/6.pdf) alınmıştır. 
41 Nıcol M. Donald; Bizans’ın Son Yüzyılları 1261-1453, Çev: Bilge Umar, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih, Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 18-19. 
42 Rodrigue Aron; Türkiye Yahudilerinin Batılılaşması, Çev: İbrahim Yıldız, Ayraç Yayınevi, Ankara, 1997, s. 42-43. 
43 Gerald Messadie; Musa Ulus Yaratan Peygamber, Çev: Devrim Gülseren, Doğan Kitapçılık, 4. Baskı, İstanbul, 1999, s. 358-359. 
44 Arthur Koestler; On Üçünçü Kabile, Çev: Belkıs Çorakçı, Say Yayınları, İstanbul,1999, s. 69. Demirkollu; s. 10. 
45 İsmail Özçelik; Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler, 1993, Ankara, s. 11. 
46 Bernard Lewis; Orta Şarkın Tarihi Hüviyeti, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XII, 1964, s. 75. 
47 Bk. Marwan R. Buheiry; The Formation and Perception of the Modern Arab World, (The Darwin Press, Princeton, New Jersey, 1989), s. 160-162. 
Ayrıca bk. Peter Beaumont-Gerald H.Blake-J. Malcolm Wagstaff; The Middle East: A Geographical Study, New York-Toronto- Brisbane, John Wiley and Sons, 
1985, s. 1-3. Davut Dursun; Orta Doğu Neresi? Sübjektif Bir Kavramın Anlam Çerçevesi ve Tarihi isimli makalesi, 
( http: //www. stradigma. com/ turkce/ kasim2003/ makale_01. html ) alınmıştır. 
48 a.g.m. 
49 a.g.m. 
50 Roderic H. Davison; "Where Is The Middle East?", Foreign Affairs, Vol. 38, New York 1959- 1960, s. 669-671. DURSUN; Orta Doğu Neresi? 
Sübjektif Bir Kavramın Anlam Çerçevesi Ve Tarihi isimli makalesinden 
( http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html ) alınmıştır. 
51 a.g.m. 
52 W Höpker Wolfgang; Akdeniz Kesin Sonuçların Alınacağı Deniz “Politik ve stratejik bir etüd”, Gnkur.Yay., Ankara, 1970, s. 1-11. 
53 Oral Sander; Siyasi Tarih, (1918-1994), İmge Kitabevi, 7. Baskı, Ankara, 1998, s. 66. 
54 Bernard Lewis; Orta Doğu’nun Çoklu Kimliği, Sabah Yayınları, Çev: Mehmet Harmancı, İstanbul, 2000, s. 11-15. 
55 Ceyhun Demirkollu; Barış Sürecinde İsrail, Atatürk Üniversitesi, 2002,Yüksek Lisans Tezi, s.3. 
56 Kocaoğlu; Orta Doğu/Parçalanmak İstenen Topraklar ve İstismar Edilen İnsanlar, 1995, Ankara, s. 178. 
57 Dünya Enerji Ajansı 2005 Raporu; 
    (http://www.infoplease.com/ipa/A0872964.html). 
58 Anthony H. Cordesman; Arleigh A. Burke, The US Military and the Evolving Challenges in the Middle East, 9 Mart 2002, s. 3. 
59 a.g.e.; s. 4. 
60 Kürşat Akyol; Petrol Oyunundaki Kırmızı Şapklaı Kız Türkiye konulu makalesi, 
   (http:// www. tusiad. org. tr/yayin/gorus/32/pdf/sec7.pdf) alınmıştır. 
61 Dünya Enerji Ajansı 2005 Raporu, (http://www.infoplease.com/ipa/A0872964.html). 
62 Ender Şenkaya; Hazar: Paylaşılamayan Sular Isınıyor makalesi 
    (http:// www. suvakfi. org. tr/ sudosyalari/ uluslararasisu/ suproblemleri. htm). 
63 Daniel Yergın; Petrol Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü, Çev: Kamuran Tuncay,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. baskı, Ankara,1999, s. 675. 
64 Memduh Yaşa; Orta Doğu ve Geleceği, Sayı 16, SİSAV, İstanbul, 1992, s. 95–100. 
65 a.g.e; s. 105–108. 
66 Dünya Enerji Ajansı 2005 Raporu, (http://www.infoplease.com/ipa/A0872964.html). 
67 Kocaoğlu; s. 177. 
68 Yaşa; s. 110. 
69 Jim Nichol, Central Asia's New States, Congressional Research Service, s. 14. Demirkollu; s. 11 alınmıştır. 
70 Şehsuvaroğlu Lütfü, Su Barışı Türkiye ve Orta Doğu Su Politikaları, Gümüş Motif Yayınları, İnceleme 1, İstanbul, 1997, s.18 
71 Şehsuvaroğlu; s. 91. Kocaoğlu; s.182. 
72 Abdulkadir Akçin; Orta Doğu’daki Su Sorunun Türkiye’ye Bakan Yönü ve Türkiye’nin İzlemesi Gereken Jeostrateji, Gebze İleri Teknoloji Enstitüsü, 
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2001, Gebze, s.17 
73 Kocaoğlu; s.185. 
74 Ergil Doğu, Körfez Bunalımı, Gündoğan Yayınları, 2. Baskı, Ankara,1990, s.77 
75 Ergil; s.100. 
76 Münir Kutluata; Kafkaslar, Harp Akademileri Komutanlığının Orta Doğu ve Avrasya Perspektifinde Türkiye’nin Önemi Sempozyumu, 
“Kafkaslar, Orta Doğu ve Avrasya Boru Konulu Tebliği”, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1998, s. 314 
77 Halil Şimşek; Türkiye-AB İlişkileri, 2001, (http// www. belgenet. com/ arsiv/ ab/ simsek_110101. html). 
78 Orta Doğu Süreci ve Türkiye Üzerine Etkileri; Harp Akademileri Yay., Ankara, 1996, s. 5. 
79, Hamdi Ertuna, Necati Ökse; Tarihte Türk-İngiliz İlişkileri, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Ankara, 1975, s. 98. 
80 Mustafa Kocaoğlu; s. 7 
81 Dünün ve Bugünün Defterleri Dünya Sorunları, Orta Doğu Dosyası, Filistin Ayaklanması İsrail, İran ve Irak, Alan Yayıncılık, C. 1, Sayı 1, İstanbul, 1988, s. 23-27. 
82 Eric Laurent-Pierre Salinger, Körfez Savaşı 2, Çöl Fırtınası, Beyaz Saray’ın Savaş sırları, E Yayınları, İstanbul, 1991, s. 124-125. 
83 Edward Said; Oryantalizm (Doğubilimi) Sömürgeciliğin Keşif Kolu, Pınar Yay., 1982, İstanbul, s. 11-31. 

Kaynaklar; 

AKÇİN, Abdulkadir; Orta Doğu’daki Su Sorunun Türkiye’ye Bakan Yönü ve Türkiye’nin İzlemesi Gereken Jeostrateji, Gebze İleri Teknoloji 
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Gebze 2001. 
AKYOL Kürşat; Petrol Oyunundaki Kırmızı Şapkalı Kız Türkiye konulu makalesi. 
ALTUNIŞIK, Meliha Benli; Türkiye ve Orta Doğu Tarih Kimlik Güvenlik, Boyut Kitapları, İstanbul 1993. 
Anthony H. CORDESMAN, Arleigh A. BURKE; The US Military and the Evolving Challenges in the Middle East, 2002. 
ARMAOĞLU, Fahir; 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983. 
ARON, Rodrigue; Türkiye Yahudilerinin Batılılaşması, Çev: İbrahim Yıldız, Ayraç Yayınevi, Ankara, 1997. 
ATTAR, Ali Rıza Şeyh; KÜRTLER Bölgesel ve Bölge Dışı Güçler, Anka Yay., İstanbul, 2002.LEWİS Bernard; Orta Doğu’nun Çoklu Kimliği, 
Sabah Yayınları, Çev: Mehmet Harmancı, İstanbul, 2000. 
ÇAYKARA, Emine; Tarihçilerin Kutbu “Halil İnancık Kitabı”, İş Bankası Yay., İstanbul, 2005. 
CHOMSKY, Noam; Dünyanın Düzeni: Eskisi Yenisi, Çev: Ali 
Çakıroğlu-Tuncay Birkan, Metis Yayınları, İstanbul 2000. 
CHOMSKY, Noam; Terör Ne? Terörist Kim? Avrupa Asya ve Orta Doğu, Noam Chomsky Önsözüyle, c. 1, Ütopya Yayınevi, Ankara 1999. 
DEMİRKOL, Ceyhun; Orta Doğu Barış Sürecinde İsrail, Atatürk Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2002. 
Devlet Su İşleri; Güneydoğu Anadolu Projesi GAP, 97 nu. 1 Ocak 1997. 
DİLAN, Hasan Berke; Atatürk Dönemi Türkiye’nin Dış Politikası, Alfa Yay., İstanbul 1996. 
DOLUKHANOV, Pavel; Eski Orta Doğu’da Çevre ve Etnik Yapı, Çev: Suavi Aydın, İmge Kitapevi, Ankara, 1998. 
DONALD, M. Nicol; Bizans’ın Son Yüzyılları 1261-1453, Çev: Bilge Umar, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999. 
DURSUN, Davut; ORTA DOĞU NERESİ? SÜBJEKTİF BİR KAVRAMIN ANLAM ÇERÇEVESİ VE TARİHİ isimli makalesi, 
(www.stradigma.com./turkce/kasim2003/makale_01.html) 
Dünün ve Bugünün Defterleri Dünya Sorunları; Orta Doğu Dosyası, Filistin Ayaklanması İsrail, İran ve Irak, Alan Yayıncılık, c. 1, Sayı 1, İstanbul, 1988. 
Dünün ve Bugünün Defterleri Dünya Sorunları, Orta Doğu Dosyası; Filistin Ayaklanması İsrail, İran ve Irak, Alan Yayıncılık, Cilt:1, Sayı 1, 
İstanbul, 1998. 
Dünya Enerji Ajansı 2005 Raporu; (http: //www. infoplease. com/ ipa/ A0872964. html). 
ELİBÜYÜK, Mesut; Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, Orta Doğu’nun Coğrafi Bakımdan Adı, Yeri, Önemi, isimli makalesi, Fırat Üniversitesi Yay., 2003. 
ERENDİL, Muzaffer; Çağdaş Orta Doğu Olayları, Gnkur.Yay., Ankara, 1992. 
ERGİL, Doğu; 1990, Körfez Bunalımı, Gündoğan Yayınları, 2. Baskı, Ankara. 
Eric LAURENT-Pierre SALİNGER; Körfez Savaşı 2, Çöl Fırtınası, Beyaz Saray’ın Savaş Sırları, E Yayınları, İstanbul, 1991. 
EROĞLU, Cevdet; İsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler, Sayfa Yay., İstanbul, 2003. 
ERTÜRK, Yaşar; Batı Anadolu’nun Ege’ye Uzantısı Olan (Ege Denizi)’ne Ada, Adacık ve Kayalıklar, Kırıkkale Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2000. 
FREDERİC, Louis; Medeniyet Tarihi, Çev: Vahdet Gültekin, c. 1, 1974. 
GÜNGÖRMÜŞ, Gamze; Orta Doğu’nun Yeni Sınırları konulu makalesi (http://www.tusiad.org/yayin/gorus/55/6.pdf). 
Halil İNALCIK-EROL MANİSALI; Türkler ve Balkanlar, Balkanlar, OBİV Yayınları, Der: İsmail Soysal, İstanbul 1993. 
Hamdi ERTUNA-Necati ÖKSE; Tarihte Türk-İngiliz İlişkileri, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Ankara 1975. 
HÖPKER, Wolfgang; Akdeniz Kesin Sonuçların Alınacağı Deniz “Politik ve stratejik bir etüd”, Gnkur.Yay., 1970. 
HUNGTİNGTON, Samuel; Medeniyetler Çatışması, New York, 1993. 
HUREWİTZ, J.C.; Orta Doğu Siyaseti Askerî Boyutları, Gnkur.Yay., Ankara 1980. 
İLHAN, Suat; Jeopolitik Duyarlılık, TTK Yayınları, VII dizi, Ankara, 1998. 
JACQ, Christian;, Hiram ve Usta Süleyman Peygamber, Çev: Z. Zühre İlkgelen, Arıon Yayınevi, İstanbul, 2000. 
KARASAPAN, Celal Tevfik; Filistin ve Şark-ül-ürdün, c. 1, İstanbul, 1942. 
KOCAOĞLU, Mustafa; Orta Doğu / Parçalanmak İstenen Topraklar ve İstismar Edilen İnsanlar, Ankara 1995. 
Körfez Krizi, Orta Doğu ve Türkiye Konulu Makaleler; Harp Akd. Yay., 1991. 
KRAMER, Samuel Noah; Tarih Sümer’de Başlar, Çev: Hamide Koyukan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1998. 
KUTLUATA, Münir; Kafkaslar, Harp Akademileri Komutanlığının Orta Doğu ve Avrasya Perspektifinde Türkiye’nin Önemi Sempozyomu, Kafkaslar, 
Orta Doğu ve Avrasya Boru Konulu Tebliği, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul 1998. 
LEWİS, Bernard; Orta Doğu Hristiyanlığın Doğuşundan Günümüze Orta Doğu’nun 2000 Yıllık Tarihi, Sabah Yay., İstanbul, 1995. 
LEWİS, Bernard; Orta Şarkın Tarihi Hüviyeti, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi XII, 1976. 
MARRS, Jim; Gizli Dünya İmparatorluğu, The Underground Bestseller, (Çev:Selim Yeniçeri), İstanbul 2005. 
MESSADİE, Gerald; Musa Ulus Yaratan Peygamber, Çev: Devrim Gülseren, Doğan Kitapçılık, 4. Baskı, İstanbul 1999. 
MORGAN, Lewis Henry; Eski Toplum 1, Çev: Oskay Ünsal, Payel Yayınları, İstanbul 1994. 
Orta Doğu Süreci ve Türkiye Üzerine Etkileri; Harp Akademileri Yay., Ankara, 1996. 
ÖZÇELİK, İsmail; Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler, Ankara. 
ÖZDAĞ, Ümit; Türkiye Kuzey Irak ve PKK, Bir Gayri Nizami savaşın Anatomisi, ASAM Yayınları, Ankara, 1999. 
ÖZEL, Soli; Sabah Gazetesi, 26 Ekim 2006. 
ÖZTÜRK, Mustafa; ORTA DOĞU ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, Orta Doğu Kavram-jeopolitik ve Sosyo-Ekonomik Durum isimli makalesi, Fırat Üniversitesi Yay., 2003. 
PARLAR, Suat; Orta Doğu’da Yeni Dünya Düzeni, Yar Yayınları, İstanbul, 1999. 
SAİD, Edward; Oryantalizm (Doğubilimi) Sömürgeciliğin Keşif Kolu, Pınar Yay., İstanbul, 1982. 
SANDER, Oral; Siyasi Tarih, (1918-1994), İmge Kitabevi, 7. Baskı, Ankara, 1998. 
S. F. MAHMUT; İslam Tarihi, Çev: A. Kevenoğlu, Ayhan Sümer, Varlık Yayınevi, 2. Baskı, Ankara, 1973. 
Simon PERES-Arye NAOR; Yeni Orta Doğu ve Uzun Bir Yol, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1995. 
ŞEHSUVAROĞLU, Lütfü; Su Barışı Türkiye ve Orta Doğu Su Politikaları, Gümüş motif Yayınları, İnceleme 1, İstanbul 1997. 
ŞENKAYA, Ender; Hazar: Paylaşılamayan Sular Isınıyor makalesi 
(http://www.suvakfi.org.tr/sudosyalari/uluslararasisu/suproblemleri.htm). 
ŞİMŞEK, Halil; Türkiye-AB İlişkileri, 
(http //www. belgenet. com/ arsiv/ab/ simsek_110101.html) 2001. 
Türkiye Irak ilişkilerinin Dünü, Bugünü,Yarını; Harp Akdm. Yay., 1994. 
Türkiye İran ilişkilerinin Dünü, Bugünü,Yarını; Harp Akdm. Yay., 1994. 
Türkiye Suriye ilişkilerini Dünü, Bugünü, Yarını; Harp Akdm. Yay., 1994. 
WELLS, H. G.; Kısa Dünya Tarihi, Çev: Ziya İshan, Varlık Yayınevi, İstanbul 1993. 
YAŞA, Memduh; Orta Doğu ve Geleceği, Sayı 16, SİSAV, İstanbul 1992. 
YERASİMOS, Stefanos; Milliyetler ve Sınırlar, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1999. 
YERGIN, Daniel; Petrol Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü,1999 Çev: Kamuran Tuncay,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, Ankara. 
ZE’EVİ, Dror; Kudüs XVII. yüzyılda bir Osmanlı Sancağında Toplum ve Ekonomi, Çev: Serpil Çağlayan, Numune Matbaacılık, İstanbul, 2000. 


***

TARİHÎ SÜREÇ İÇİNDE VE GÜNÜMÜZDE ORTA DOĞUNUN ÖNEMİ BÖLÜM 3


 TARİHÎ SÜREÇ İÇİNDE VE GÜNÜMÜZDE ORTA DOĞUNUN ÖNEMİ BÖLÜM 3



II. BÖLÜM 

A. Orta Doğu’nun Genel Tanımı 

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bilimsel çalışmalarda ve uluslararası siyasette giderek kullanımı yaygınlaşan "Orta Doğu" (Middle East; Moyen Orient; eş-Şarku'l-Evsat) kavramını ilk defa 1902 yılında Amerikan deniz tarihçisi ve stratejisti Alfred Thayer Mahan, National Review'de yayımlanan Basra Körfezi'nin önemini ele aldığı "The Persian Gulf and International Relations" başlıklı yazısında Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek için kullanmıştır.46 Yüzyılın başlarında, Basra Körfezi'nin stratejik önemi ve bu bölgede Alman İmparatorluğu, İngiltere ve Rusya'nın nüfuz mücadelelerini anlatmaya çalışan A. T. Mahan, jeostratejik bir konsept dâhilinde kullandığı “Orta Doğu" (Middle East) kavramı ile Süveyş'ten Singapur'a kadar uzanan deniz yolunun bir bölümünü koruyan ve kesin şekilde sınırlarını belirtmediği bir bölgeyi anlatmaktaydı.47 Mahan'ın ardından İngiliz gazetesi The Times'in dış politika editörü Valentine Chirol, Tahran muhabiri imzasıyla Basra Körfezi'nin stratejik önemini, Almanya'nın inşa etmeye çalıştığı Bağdat demir yolunun Basra'ya kadar uzatılmasının İngiltere'nin bölgede ve Asya'daki çıkarlarına vereceği zararları anlattığı birkaç yazısına, “Orta Doğu'nun Problemleri” başlığını koyarak kavramı Basra Körfezi bölgesini anlatmak için kullanmış ve kavramın benimsen mesine katkıda bulunmuştur.48 

Mahan ve Chirol'un İngiliz diline kazandırdığı "Orta Doğu" kavramı, asrın başlarında sözlüklere girerken kitap adlarında da görülmeye başlanmıştır. Angus Hamilton 1909 yılında Londra'da yayımladığı Problems of the Middle East adındaki kitabı ile kavramı bilim dünyasına taşıyarak Basra Körfezi bölgesinin İngiltere'nin uluslararası menfaatleri ve sömürgeci devletler arasındaki rekabet çerçevesindeki önemini anlatmaktaydı. Aynı yıllarda Hindistan'da Kral naibi olan Lord Curzon, ilk defa 1911'de Hindistan'a yakın yerleri ifade etmek için resmî konuşma ve belgelerde "Orta Doğu" kavramını kullanarak ona yarı resmî bir nitelik kazandırmıştır.49 

Esasen Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Orta Doğu kavramı resmiyet kazanmıştır. İngiltere hükûmetinde Sömürgeler Bakanlığı bünyesinde 

"Middle Eastern Department" adıyla bir idari teşkilatın oluşturulmasıyla söz konusu resmiyet gerçekleşmiş oldu. Nitekim Birinci Dünya Savaşı'nda 
Osmanlı Devleti'nden koparıldıktan sonra İngiliz manda yönetimine verilen ve Milletler Cemiyeti tarafından da onaylanan Filistin, Mavera-i Ürdün ve Irak 
yönetimleri bu teşkilata bağlanmıştır. Bu arada İngiltere'deki Coğrafi Adlar Daimî Komisyonu (Permenant Commission on Geographical Names) adlı 
kuruluş, "Yakın Doğu"yu sadece Balkanları ifade edecek şekilde yeniden tanımlarken "Orta Doğu" kavramını da Türkiye, Mısır, Arap Yarımadası, 
Körfez bölgesi, İran ve Irak'ı kapsamına alacak şekilde sınırlarını belirlemiştir. Böylece XX. yüzyılın başlarında İstanbul Boğazı'ndan 
Hindistan'ın doğu kıyılarına kadar uzanan bölge, "Orta Doğu" olarak isimlendirilmiş oldu.50 

İngilizce bir terkip olan Middle East'ın olduğu gibi tercümeleri, zaman içerisinde diğer dillere de yerleşmiş ve benimsenmiştir. Fransızca'da Yakın Doğu'nun yerine "Proche Orient" kullanılırken Orta Doğu'nun karşılığında " Moyen Orient" kullanılmaktadır. Arapçada Orta Doğu yerine kullanılan " Eş Şarku'l-Evsat", İngilizce'deki Middle East'ın kelime kelime çevirisinden ibarettir. Türkçede de benzer çevirinin yerleştiği gözlenmektedir. Önceleri "Orta Şark" kullanılırken, günümüzde "Orta Doğu" şeklindeki kullanım benimsenmiştir.51 

B. Bölgenin Kapsadığı Alan 

Orta Doğu için kesin bir coğrafi sınır çizmek olası değildir. Önceleri Avrupalı coğrafyacılar bu tanımlamayı kullanmışlarsa da İngilizler, Avrupa’dan Asya’ya kadar olan sömürgelerinin “komuta ve kontrol“unu bölgesel tanımlamalara gitmek yoluyla bölümlemiş ve böylece bir anlamda egemenliklerinin sınırlarını ortaya koymuşlardır.52 Kaba hatlarıyla Avrupa’dan Mezopotamya’nın batısına kadar olan uzaklık “Yakın Doğu” (Near East); buradan Sri-Lanka–Burma arasındaki uzaklığa “Orta Doğu” (Middle East); daha ötesine de ”Uzak Doğu” (Far East) denmiştir.53 

Genellikle insanlar, Türkiye, Mısır ve İran üçgeni arasında kalan bölgenin Orta Doğu olduğunu algılarlar. Onlara göre Kızıl Deniz ile Basra Körfezi’nin batısı ve doğusundaki ülkelerden başlayan İran, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, İsrail, Türkiye ve Mısır’ın içinde bulunduğu alan “Orta Doğu”dur. Bernard LEWİS’e göre “Orta Doğu tarihsel boyutlarına erişmiş ve coğrafi sınırları kuzeye doğru yer değiştirerek Rusya’ya uzanmıştır”.54 Oral SANDER’e göre bazı bilim adamları, Orta Doğu için “Beş Deniz Bölgesi” olan Karadeniz, Ege, Akdeniz, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ni; çoğu kez Ege yerine Hazar Denizi’ni, “Merkez Bölge” ya da “Doğu Akdeniz” kavramını yerleştirmeye çalışacaklardır. Ama Avrupalı jeopolitisyenlerin bu yaklaşımını kırmada başarılı olamayacaklardır.55 

Bölge, kuzey yarım küredeki devletler bakımından, özellikle Avrupa ve Rusya için dikeylemesine Boğaz ve Geçitlere ulaşmayı olası kılan üç kıtanın kesiştiği bir alanı çağrıştırırken Alman jeopolitisyenler tarafından bu tanımlamaya yatay genişlikte (Pakistan ve Afganistan’ı da içine alan) bir boyut eklenmiştir. ABD ise kendi stratejisini şu şekilde geliştirmiştir: Batıda Atlantik Okyanusu’ndan doğuda Orta Asya’ya kadar uzanan geniş bir alan, Pakistan ve Afganistan’ı da içine alarak kuzeyde Transkafkaslara yaslanmakta, güneyde ise Kızıldeniz ve Basra Körfezi’yle beraber Hint Okyanusu’nu kucaklamaktadır. 

Orta Doğu ile ilgili yapılan tanımlama, tam olarak ondan kastedilen coğrafi yeri anlatmaktan uzaktır. Bütün bu farklı kullanımlar ve kapsamın değişkenliği dikkate alınmak şartıyla bugün Orta Doğu kavramının dar anlamda, Türkiye, İran, Mezopotamya, Arap Yarımadası, Körfez ülkeleri ve Mısır'ı içine alacak şekilde kullanılmakta olduğunu söylemek mümkündür. Bu kavramın kapsamının daha da genişletilerek Libya, Sudan, Eritre, Cibuti ve Afganistan'ı da içerecek şekilde geniş anlamda kullanıldığı, bazı çalışmalarda ise kapsamın daha da genişletilerek Atlas Okyanusu’ndan Mısır'a kadar tüm Kuzey Afrika'yı içine alacak genişlikte kullanılmakta olduğu da görülmektedir. Hatta bazı çalışmalarda Orta Doğu kavramının kapsamına Kafkasların ve Orta Asya'nın da dâhil edilerek iyice genişletildiği de dikkat çekmektedir. 


C. Doğal Kaynaklar 

1. Petrol 

XIX. yüzyılın ortalarında petrolün sanayi içinde yer almasıyla başlayan gelişmelerden sonra petrol, gelişmiş ve gelişmekte olan 137 ülkenin gider 
faturalarında önemli bir yer almakta ve ani fiyat artışlarında bu ülkelerin ekonomileri ciddi zarar görmektedir.56 

Petrol havzalarına bakıldığında Basra Körfezi bölgesi, bugüne kadar keşfedilmiş dünya petrol rezervlerinin 2/3'sini barındırmaktadır. Yapılan araştırmalar yalnızca Suudi Arabistan'ın ispatlanmış 264,3 milyar varil rezervi olduğunu göstermektedir ki bu da dünya petrolünün %20,44'ü demektir. Dünya petrol rezervlerinin %10,25’i İran (132,5 milyar varil), %8,9’u Irak (115 milyar varil), %7,85’i Kuveyt (101,5 milyar varil), %7,56’sı Birleşik Arap Emirlikleri (97,8 milyar varil), %14,35’i diğer OPEC ülkelerine ve geri kalan %30,65’i de dünyanın diğer ülkelerine aittir.57 ABD Enerji Bakanlığı tarafından yapılan araştırmalar, Körfez bölgesinin petrol ihracatının 2000 ile 2020 yılları arasında %125 artacağını göstermektedir.58 Bu, tıpkı bugün olduğu gibi gelecekte de dünya enerji ihtiyacının büyük ölçüde Körfez'den sağlanacağı anlamına gelmektedir. Petrolün yanı sıra Orta Doğu'nun dünya gaz rezervinin yaklaşık %40'ına sahip olduğu gerçeğinin de göz ardı edilmemesi gerekir. Bunun %35'e yakını Körfez bölgesindedir.59 Öte yandan Cezayir, Libya ve diğer bazı Kuzey Afrika ülkelerinin toplam rezervleri ise dünya rezervlerinin %3,7'sidir. 

Hazar Denizi havzasında ise bugünkü piyasa değeri 4 trilyon dolar olan 200 milyar varile yakın petrolden söz ediliyor.6061 Uygun petrol boru hatları tamamlandığı takdirde 2010 itibarı ile Hazar Denizi’nden günde 3,9 milyon varil ham petrol çıkarılabileceği hesaplanmaktadır.62 Dünya Enerji Ajansının 2005 raporu, Azarbaycan’da ispatlanmış yedi milyar varil petrol olduğunu göstermektedir. 

1973 Ekiminde meydana gelen Arap-İsrail Savaşı’nda Arapların nispi bir başarı elde etmelerinin ardından, 1973 Kasımında yapılan Cezayir toplantısında alınan kararlar çerçevesinde Batı’ya petrol ambargosu uygulanmıştır. 1946’dan 1973’a kadar 1-3 dolar arasında seyreden fiyatlar birden 4 misli artarak 10 doların üstüne fırlamış ve 1978 yılı sonuna kadar 10-15 dolar arasında kalmıştır.63 Bu süre içinde Basra Körfezi’ndeki OPEC üyelerinin kasalarına, sanayileşmiş ülkelerden bir kaç yüz milyar dolar para transferi olmuştur. 

Bölgede oluşan küçük bir olayın dahi fiyatlara ne şekilde yansıdığı açıkça görülmektedir. Birinci Körfez bunalımının ilk işaretlerinin verildiği Temmuz 1990 ortalarından itibaren, 15 doların üzerine çıkan petrol fiyatları Ekim 1990’nın ilk haftası içinde 40 dolara kadar yükselmiş, sonraki siyasi gelişmeleri izleyerek Aralık 1990 sonlarında ortalama 25 dolar düzeyine inmiştir. Savaşın başladığı 17 Ocak 1991’den sonra 40 dolara kadar fırlayan fiyatlar, uluslararası koalisyon kuvvetlerinin cephelerde elde ettikleri sonuçlara paralel olarak 13 dolara kadar inmiş ve Şubat 1991 son haftası içinde 16 dolar civarında bir seyir takip etmiştir.64 2003’de ikinci Körfez bunalımında, ABD ve İngiltere’nin Irak’ın işgali ile petrolün varil fiyatı 80 doları zorlamaya başlamış ve hâlen 60 dolar civarında seyretmektedir. Bütün bunlar, ister bölge içinde ister bölge dışında olsun gelişen siyasi olayların petrol fiyatlarını ne şekilde etkilediğini göstermektedir. 

Dünyanın en büyük petrol tüketicisi ABD’dir. Bu ülke, tüketiminin ancak yarısını karşılayabilmektedir. Örneğin 1978 yılında günlük üretimi 8,2 milyon varil iken günlük tüketimi ise 18,4 milyon varildir. 1990’da günlük 8,6 milyon varil üretirken tüketimi artan petrol fiyatları nedeniyle günlük 17 milyon varil civarına gerilemiştir. 65 2006 yılına gelindiğinde ise günlük petrol üretimi 8,5 milyon varile düşerken, tüketimi yaklaşık 20 milyon varile çıkarak dünya toplam petrol tüketiminin % 25’inden fazla bir miktara ulaşmıştır. ABD’de yıllık ortalama % 2 petrol tüketim artışı vardır. 66 

Petrol, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerinin büyüme ve daralmasında doğrudan etkisi olan, çeşitli sanayi ürünlerinin üretim aşamasında önemli yeri bulunan bir enerji maddesidir. Ülkelerin petrole bağımlılıkları da giderek artmaktadır. Sanayileşmiş ülkeler petrole bağımlılığı azaltmak üzere sanayideki nükleer enerjinin payını yükseltmeye, kömür ve su kaynaklarından daha fazla yararlanma yollarını aramaya, güneş enerjisini kullanmaya yönelik çaba gösterseler de bu ham maddeye bağımlılıkları önemli ölçülerde devam edecektir.67 

1950 başında dünyadaki toplam enerji tüketiminin %28,9’ü petrolden sağlanırken bu oran 1960’ta %35,8’e, 1970’te %44,5’e 1980’de ise %47’ye 
yükselmiştir. Yani 1960’ların ikinci yarısından itibaren, toplam enerji tüketimi içinde en büyük paya sahip enerji kaynağı durumuna gelmiştir. Ancak artan 
petrol fiyatları ve doğal gazın enerji üretiminde yoğun olarak kullanılması nedeniyle, bu oran giderek azalmıştır. Dünya Enerji Ajansı 2003 Raporunda 
(2030 Dünya Enerji Tüketim Projeksiyonları Bölümü) bu oran %38 düşmüş ve ileriki yıllarda bu düşüşün devam edeceği ön görülmektedir. 

2. Doğal Gaz ve Diğer Kaynaklar 

Orta Doğu bölgesindeki doğal gaz rezervlerinin ömrü, petrolde olduğu gibi 100 yıldan fazladır. Bu maddenin önemi de petrolden farklı değildir.68 

Ayrıca Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri de doğal gaz ve petrol açısından oldukça zengin kaynaklara sahiptir. Örneğin Kazakistan'da, şu ana kadar tespit edilmiş petrol miktarının 10-17,6 milyar varil olduğu bildirilmektedir. Doğal gaz kapasitesi ise 53-83 trilyon küp olarak tahmin edilmektedir. Türkmenistan'ın doğal gaz yataklarındaki miktar ise 98-155 trilyon küp olarak hesaplanmaktadır ve Türkmenistan dünyanın dördüncü en büyük doğal gaz üreticisidir.69 İslam ülkelerinin bazıları da çok değerli maden yataklarına sahiptir. Örneğin Özbekistan ve Kırgızistan, altın üretiminde dünyanın önde gelen ülkelerindendir. Türkiye, önemi son yıllarda daha da iyi anlaşılmış olan bor madeni açısından dünyanın en zengin rezervlerinden birine sahiptir. Tacikistan dünyanın en büyük alüminyum işleme tesislerine sahiptir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

TARİHÎ SÜREÇ İÇİNDE VE GÜNÜMÜZDE ORTA DOĞUNUN ÖNEMİ BÖLÜM 2


 TARİHÎ SÜREÇ İÇİNDE VE GÜNÜMÜZDE ORTA DOĞUNUN ÖNEMİ BÖLÜM 2


B. Orta Doğu’nun Coğrafik Özellikleri 

1. Yapı ve Arazi Şekilleri 

Orta Doğu’nun üst jeolojik yapısı, adeta onun jeolojik tarihini bize açıklamak tadır. Bölgenin merkezi daha yaşlıdır. Dolukhanov’a göre “Bu merkez alanın güney kıtasal düzlüğünü oluşturmuş olan Arkaikum çağının granit ve şistlerinin biçimlendirdiği Arap kalkanını içine alır. Bu eski oluşumlar, daha yakın döneme ait, Paleozoik, Jurasik, Kretasiye, Paleoienik ve Neojenik karakter kireçtaşı ve şist alanlarının oluşturduğu, ağırlıklı olarak denizel dolgularla örtülmüştür. 

Petrol ve gaz rezervleri, 0,5-1,2 km derinlikte bu oluşumlar içindedir. Büyük ölçüde Kuaterner çağda şekillenen geniş kum çöller, kumullar, özellikle güney ve doğuda büyük bir alanı işgal etmektedir.”26 

2. İklim ve Bitki Örtüsü 

Bilindiği gibi Mezopotamya ile ilgili yapılan araştırmalarda bölgenin insan ömrünü geçirebileceği en ideal alan olduğu iddia edilmektedir. Bu cümleden hareketle, tarihî kayıtların incelenmesi ve bölgede yapılan kazılar, ilk insanların yaşaması için gerekli olan su ve besin maddelerine duyulan gereksinimin bu coğrafyada olduğunu ortaya koymuştur. Bu nedenledir ki Ekvator kuşağından gelen ilk insanların Mezopotamya’dan batıya geçtikleri varsayılmaktadır. 

Dolukhanov’a göre: “Orta Doğu’da yazın hava dolaşımı, büyük ölçüde Hint alt kıtasını kaplayan ve İran ile Arabistan arasına sıkışan muson sistemi tarafın dan belirlenmektedir. Muson sistemi esas olarak güney Asya’daki yoğun ısınmadan kaynaklanmaktadır. Nemi emen kavurucu muson rüzgârı, Doğu Akdeniz’e varmadan önce, İran körfezi ve Kızıldeniz üzerinden, denizden karaya doğru eser. Kuzeydeki karasal kuru hava güney Rusya’da toplanır. İki hava kütlesinin karışması ise güney Karadeniz sahasında ve bazen de Hazar Denizi üzerinde gerçekleşmektedir”. 

Kışın yüksek basınç İran’a kadar uzanacak biçimde Asya’nın iç bölgesinde oluşmaktadır. Küçük alçak basınç alanları (çöküntüler) güney Akdeniz’de gelişir. Bu harekete geçmiş siklonlar dizisini oluşturur. Atlantik’te oluşan çöküntüler, Akdeniz yoluyla Ermenistan ve İran’a kadar ilerler. Yazın ve bahar aylarında Avrasya’nın içlerindeki soğuktan (Sibirya antisiklonundan) kaynaklanan soğuk hava dalgaları, İran ve Anadolu yaylalarını geçerek Akdeniz’e ulaşır. Yazları sıcaklık süreklidir. Temmuz aylarında gündüz sıcaklığı çöllerde 47 C0’ye kadar ulaşabilmekte, hava kararınca birden 11 C0’ye kadar düşmektedir. 

Orta Doğu’nun biyo-iklimsel yapısı arazi yapısı gibi çeşitliliklerle doludur. İklim koşulları genetik yapı bakımından burayı işgal edecek güce, eğitim ve donanım gereksinimini zorunlu kılar ve uzun zaman elde tutmayı zorlaştırır. Ancak kuraklık ileride daha da hissedilir bir başat sorun konumuna gelebilecektir.27 

C. Orta Doğu’nun Jeopolitiği 

Orta Doğu eski dünyanın ortası ve merkezi, Asya, Avrupa ve Afrika’nın turnikesi, göçlerin değişik yönlere açılan ara konaklama yeri, üç semavi dinin merkezi ve insanlığın geleceğine ışık veren uygarlıkların doğum yeri olma niteliğine sahip bir bölgedir.28 

Saul B. Cohen, Orta Doğu bölgesini “Shatterbelt” olarak tanımlamaktadır. Yine Cohen’e göre Orta Doğu üç ana jeopolitik bölgeye ayrılır: 

“a. Kuzey Dağlık Bölge (Türkiye-İran), b. Güney Göl Bölgesi ya da Kızıldeniz Bloğu (Suriye-Ürdün-Irak-Kuveyt), c. Orta Deniz Bölgesi (Libya- Mısır-Sudan-S.Arabistan-Yemen-Katar-B.A.E-Bahreyn-Umman). Ona göre Orta Doğu’nun siyasal coğrafyasına dinamizm katan, onu önemli kılan yaklaşım budur.”29 Nil ve Fırat deltalarına Türk Boğazları ile sahip bir ülke, bu siyasal coğrafyasını nitelikli insan gücü ve üstün ekonomik potansiyeli ile takviye eder ve bunu askerî/politik değerleriyle uygun zamanlarda ortaya sürerse dünya güç merkezlerinin dengelerini sarsacak türden bir jeopolitik tehdit olasılığı kaçınılmaz olacaktır. Bu varsayım, Orta Doğu jeopolitiğini anlatmaya yeterli bir örnek olmalıdır. 

Orta Doğu, soğuk savaş sonrası gelişmeler sonucu güç merkezi konumunu iyice yitirmiş görünse de petrolün stratejik özelliği ona büyük oranda jeopolitik bir koz sağlama olasılığı vermektedir. Eğer bu kaynak tükeninceye değin Orta Doğu’da barış ile yeni bir başlangıç yapılabilirse (sosyal, ekonomik, politik, askerî ve kültür değerlerinde) aydınlanma eşit oranda bölgeye taşınmış olacaktır. 

Orta Doğu jeopolitiğine yüklenen ağırlıklar tek bir ülkenin kaldıracağı türden oluşumlar olmayıp daha çok iş birliğini zorunlu kılan bir denkleme benzemekte dir. Bu yüzden Orta Doğu’yu bölgesel bir alt-sistem olarak incelemekte fayda ve zorunluluk vardır. Orta Doğu mozaiğini oluşturan kavramlar bakımından, coğrafi uzaklıkların çok olmaması, demografik homojenlik ve birbirlerini etkileme, Arap milliyetçiliği ve geleneksel düzene bağlılık, jeopolitik ilke, kavram ve kuramlara denk düşen ve göze çarpan olgulardır.30 

1. Milliyetçilik 

XIX. yüzyıldan başlayarak Osmanlılara karşı İngiliz ve Fransızların başlattığı Arap milliyetçiliği, bölgenin aşiret ve klan yapısı ile İslam’ın milliyetçiliği reddetmesin den dolayı genel bir yayılma gösterememiştir. Bölgede aşiret ve klan yapısının hâkimiyeti aşılamadığından, Arapların ulus ve Milliyetçik anlayışının sosyolojik altyapısının Mısır’da Nasır ile başladığı söylenebilir. 

Mısır, Arap milliyetçiliğini bir ideolojiden öte siyasi bir akıma dönüştürüp birleştirici unsur olarak değerlendirmek istemiştir. Son dönemde Irak eski devlet başkanı Saddam Hüseyin, buna anti-semitizm boyutunu da ekleyerek Arap dünyasının liderliğine soyunmuştur.31 Fakat Filistin lideri Yaser Arafat dışında Arap ülkelerini karşısında bulmuştur. Uluslararası platformda hem Irak halkının yoksulluğuna hem de Filistin davasının yalnızlığına neden olmuştur.32 

Nasırcı, Baasçı, Humeynici ve radikal akımlar, Batı ve Siyonizm karşısında ortak tutumlarını sürdürmüşlerdir.33 Arap Birliği; rejim farklılıkları, demokrasi eksikliği ve homojen olmayan yapıları yüzünden kendi aralarındaki çekişmelerle yapıcı uygulamalardan uzak bir kısır döngü içinde bulunmaktadır. 

Ayrıca Araplar bu konuda kavram arayışlarına girişmiş ve önceleri “Elşark El-Avsat” (Yakın ve Orta Doğu), ya da “El-Umma El-Arabiyya” (Arap milleti), günümüzde ise “Siyasal İslam” kavramını ortaya koymuşlardır. Ancak bölge giderek “Radikal İslam” çizgisine kaymaktadır. Soli Özel’in de köşesinde kaleme aldığı gibi “Hamid el Said ve Jane Harrigan’ın Middle East Journal dergisinin Yaz sayısında yazdıkları gibi ABD’nin küreselleşme anlayışı İslamlaşma hareketini güçlendiriyor. Amerikan tarzı küreselleşme devletlerin sosyal güvenlik alanından çekilmelerine yol açıyor. Ortaya çıkan sosyal güvenlik açığını kapatmak ve yoksullaşan kitlelerin taleplerine cevap vermek İslamcı hareketlere kalıyor.”34 

Toplumsal doku açısından incelendiğinde Orta Doğu devletlerinin çoğunda toplumlar, geleneksel ve muhafazakâr yapıdadır; bu toplumlar tamamen bölge içi ve bölgesel çekişmelere bulaşmış durumdadır, toplumsal sınıflar arasındaki uçurum çok büyüktür. Tüm bunların yanında Orta Doğu’da yaygın iki mezhep olan Sünnilik ve Şiilik, bölgede sorunlara yol açmaktadır. Yüksek doğum ve düşük okur-yazar oranı, toplumsal sorunların bir diğer kısmını oluşturmaktadır. Ayrıca Orta Doğu bölgesindeki petrol rezervlerinin dağılımı eşit oranda değildir; petrol bolluğu açısından körfez ülkeleri oldukça şanslı durumdayken bölgenin diğer kısmında yer alan devletler bu zenginlikten yoksundur.35 

2. Din 

Orta Doğu’ya damgasını vuran en önemli unsurun din olduğunu söylersek sanırım çok yanılmış olmayız. Zira tarihin tanıdığı bütün kitabi dinlerin menşei Orta Doğu’dur. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam buradan doğup dünyaya yayılmıştır. Bu dinlerin mensupları yoğun olarak bir arada yaşamaktadırlar. Bütün dinler buradan doğup dünyanın çeşitli bölgelerine dağıldılar.36 

Üstelik üç büyük tek tanrılı dinin buradaki kutsallığı, tartışmalarıkucaklamaktan öte bazı durumlarda çatışmaların temeline yataklık etmiştir.37 

İslamiyet’te özellikle dini temel alan kutuplaşmalar bu bölgede çok olağandır. Bu konuyu Bernard LEWİS “Orta Doğu’nun Çoklu Kimliği“ adlı kitabında şöyle açıklamaktadır: ”Modern laik Batı’da ve Batı yöntemlerini benimsemiş diğer yerlerde dünya, milletlere bölünmüştür ve milleler farklı dinî topluluklara bölünebilir. Müslüman görüşüne göre ise dünya dinlere bölünmüştür ve bunlar daha sonra milletlere ve devletlere bölünebilir.” 

İlke olarak İslamiyet’te ruhbanlık kurumu yoktur. Ancak teolojik açıdan buna cesaret edemeyen ulemalar zamanla toplumsal bir sınıf yaratmışlardır. 
Bu statüyü hiç bırakmamışlardır. Bu nedenle gruplaşmalar güç ve serveti de beraberinde getirmiştir.38 

İslamiyet’in monolitik olmayan yapısı Sünni - Şii farklılığını bize açıklamaktadır. Burada da bölünmeleri gözlemek olasıdır. Aleviler, Nusayriler, İsmailiye mezhebi, Zerdüştler, Zeytuniler vb. Ancak etnisite ile mezhepleri birbirine karıştırmamak gerekir.39 

Rastgele kurulmuş bulunan Orta Doğu devletlerindeki siyasal rejimler, dinî veya etnik ayrılığa ya da tek bir aileye dayalıdır. Örneğin, Lübnan’da Müslüman çoğunluk, Hristiyan Maruni azınlık tarafından, Filistin’de Arap çoğunluk Yahudi azınlık tarafından yönetilmektedir. Suud ailesi Suudi Arabistan’da, Haşimi ailesi Ürdün’de iktidardadır. Suriye’de Sünni çoğunluk Alevi azınlık yönetimi altındadır.40 

Doğaldır ki Hristiyanlarda da mezhep farklılıkları vardır ve sanılanın aksine Müslümanlardan çok daha fazla bölünmüşlük içerisindedirler. Katolik, 
Protestan ve Ortodokslar hem teolojik hem de kilise spektrumu bakımından ayrılmışlardır. Etnisite ve dinin iç içe geçmişliği bakımından örnek olarak 
Doğu kilisesinden olan Ortodokslara Rum denilmesi verilebilir.41 

Önemli dinlerden ayakta kalan üçüncüsü Musevilik olup bütün bu ülkelerde çeşitli topluluklar tarafından temsil edilmektedir.42 

Aynı durum Yahudiler için de geçerlidir. Aşkenaz ve Sefarad Yahudiliği daha çok kültürel bir istisnayı göstermekle beraber, orantısal bir çatışma sebebini de göz ardı etmemek gerekir.43 Ayrıca tarihte, Hazar devletinin bir dönem Musevi inancını Hristiyan ve Müslüman misyonerlerin baskılarından kaçmak amacıyla kabul ettiğini, etnisite örneği bakımından da vermemiz gerekiyor.44 

Semavi dinlerin kendi içindeki mezhep ayrımları Hristiyan ve Musevilerde çatışma olgusunu tamamlamasına rağmen Müslümanlarda mezhep çatışması hâlâ devam etmektedir. Orta Doğu‘da dinler ayrımından dolayı kanlı ve uzun mücadeleler meydana gelmiş, her üç din tarafından kutsal kabul edilen yer ve yapılara sahip olmak için derin çekişmeler yaşanmıştır. Tarih felsefi teorilerinden Teokratik Tarih Anlayışı45 perspektifi ile bir değerlendirme yapıldığında Orta Doğu’daki mücadelenin sebebinin tamamen dinler arası hegemonik kavga olduğu şeklinde bir yargıya ulaşmak olasıdır. Bu teoriye özellikler İslam dünyasından milyonlarca insan inanmaktadır. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***

TARİHÎ SÜREÇ İÇİNDE VE GÜNÜMÜZDE ORTA DOĞUNUN ÖNEMİ BÖLÜM 1



TARİHÎ SÜREÇ İÇİNDE VE GÜNÜMÜZDE ORTA DOĞUNUN ÖNEMİ BÖLÜM 1


Topçu Yarbay Yaşar ERTÜRK* 
* 1’inci Or. Gensek BEK A. Selimiye-İSTANBUL. 

Giriş 

Orta Doğu; 
Tarih boyunca kültürlerin buluşma yeri olma özelliği yanında, insanlık tarihinin her döneminde büyük devletlerin mücadelelerine 
sahne olmuştur. Dünyanın iki yakası, doğu ve batı hep burada karşı karşıya gelmiştir. “Eski Yunan- Pers, Sasani-Bizans, Osmanlı-Avrupa (Portekiz, 
Hollanda, İngiliz, Fransız, Alman)” hegemonik çatışmaları bu bölgede şekillenmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında harita üzerinde çizilen sınırlar 
ile parçalanmış bir resim veren bölge, İkinci Dünya Savaşından itibaren yeni görünüm almıştır. 

Orta Doğu'nun, XX. yüzyıl boyunca ve XXI. yüzyılın başlarında uluslararası siyaset açısından en önemli bunalım merkezi olduğu tüm siyasi analizcilerin ittifakla kabul ettikleri bir husustur. Her ne kadar iki dünya savaşı, Bolşevik Devrimi ve Soğuk Savaş kutuplaşması gibi diğer önemli olaylar Avrupa 
kıtasında yaşandıysa da emperyalizm karşıtı mücadelenin Asya'da ve Afrika'da verilmiş olması, bu iki kıtanın uzun bir süre boyunca önemli olayların merkezi 
hâline gelmesine sebep oldu.1 

Orta Doğu’nun adı, sınırları ve kapsamı konuya bakış açısına göre değiştiği gibi konuyu ele alan ülkelere ve dünya siyasetine göre de değişmektedir. Bu tanımlama, güçlü devletlerin genel dünya politikalarına uygun olarak değişkenlik göstermektedir. Birinci Dünya savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasındaki dönemde ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında Orta Doğu, dünyanın gelişmiş ülkelerinin ekonomik ve jeopolitik odağı hâline gelmiş ve buna bağlı olarak siyasi birimleri ve bunların sınırları da sık sık değişmiştir.2 

Son iki yüz yıldır dünya gündeminde olan bölge ve bölge ülkeleri; kısmen, Orta Doğu devletlerinin toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel kırılganlığı, kısmen de çok sayıda uluslararası gücü bölgeye çeken mevcut petrol rezervleri nedeniyle; Orta Doğu devletleri ve Orta Doğu bölgesi, uluslararası siyasal gündemin daima ilk sırasını işgal etmiş ve etmeye devam edecektir.3 

Bölge tarihinin insanlık tarihi ile anılması ve uygarlıkların beşiği olması nedeniyle bölgeye verilen adlar kronolojik olarak sıralandığında; Akdeniz Dünyası, Ön Asya, Ön Batı Asya, Batı Asya, Güneybatı Asya, Arap Asya’sı, Yakın Doğu, Orta Doğu’dur. Bu isimlere bakıldığında bugün de sınırlarının kesin olarak belirlenmiş olmasına rastlanmaz. Fakat adlar, bu sahalar için ilgisi olan farklı ülkeler tarafından kullanılır.4 

Bu tür tanımlamalardan anlaşılacağı gibi Orta Doğu sınırları konusunda uluslararası bir konsensüs yapılmış değildir. Bölgenin isimleri ve 
sınırları çağın şartlarına ve ilgili ülkelerin kendi stratejik öngörülerine göre değişmektedir. Konuyu iki bölüm hâlinde ele aldım, birinci bölümde; Orta Doğu’nun tarihi, coğrafyası ve jeopolitiği, ikinci bölümde; Orta Doğu’nun genel tanımı, kapsadığı alan, doğal kaynakları ve Orta Doğu’nun önemini arz edeceğim. 

I. BÖLÜM 

A. ORTA DOĞU’NUN TARİHÇESİ 

1. Orta Doğu ve Mezopotamya 

Anglo-Saksonların, ticari ve askerî nedenlerle adına Orta Doğu dedikleri bölge, Çin ve Hindistan medeniyetini ayrı tutarsak, eski çağlarda insanoğlu nun yarattığı medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Büyük Mısır medeniyeti, Sümerler, Gutiler, Babiller, Hititler, Asurlar, Fenikeliler, Persler, Yunanlılar ve İsrailler insanoğlunun ortak kültürünü bu bölgede yaratmışlardır.5 
Uygarlık basamaklarını oluşturan avcılık ve toplayıcılık döneminden kurtularak toprağa bağlanan ilk Orta Doğu kavimleri, Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı 
Mezopotamya ve Nil Nehri’nin hayat verdiği Mısır’da, toprağa bağlanmanın verdiği güçle siteler kurmuşlar ve uygarlığa önderlik etmişlerdir. 

Orta Doğu tarihi Mezopotamya ile başlar, dersek yanılmış olmayız. Mezopotamya klasik ve tarihî bir coğrafya adı olmakla birlikte gerçekte bu söylem Irak’ı büyük ölçüde kapsamaktadır. İnsanlık tarihi iki büyük dönüm noktasına bu topraklarda ulaşmıştır.6 Böylece nüfusta çok büyük bir artış sağlanarak uygarlıkların üzerinde yükseleceği temeller burada atılmıştır. Avcılık ve toplayıcılıktan kurtulan Mezopotamya halkları burada tarıma geçmişlerdir.7 

Sümerler ilk Site devletlerini burada kurmuşlar ve bu site civarlarında tarım yapmışlardır. Sümerlerle ilgili son zamanlarda farklı ve spekülasyon nitelikli yazanlardan biri olan Jim Marrs “Dünyanın en derin sırları, Mezopotamya’da, Dicle ve Fırat Nehirleri arasında, İran Körfezi’nin yakınında yaşamış, bilinen en eski uygarlık olan Sümerlere uzanmaktadır.” tespitinde bulunarak şöyle devam eder: “Sümer kültürü, altı bin yıl önce aniden var olmuş ve tuhaf bir şekilde ortadan kaybolmadan önce, doğuda Himalayalardan doğup Pakistan’dan geçerek Arap Denizi’ne dökülen İndus Nehrinin kıyılarına ve batıda daha sonra Mısır krallıklarına ait olan Nil Nehri’nin kıyılarına kadar her yerde yaşamı önemli şekilde etkilemiştir.”8 

Sümerlerden sonra sırasıyla Samiler ve Amurrular buraya egemen olmuşlar ve İran Gutileri İÖ 2500-3000 yıllarında sahneye çıkmışlardır. 

Bunlar, jeopolitik öngörü ile değil tamamen bölgenin zenginlik ve ihtişamını ele geçirmek için oluşmuştur.9 MÖ 1900-1600’lerde merkezi Babil (Güney 
Irak’ta) olan bir imparatorluk Mezopotamya’dan Anadolu’ya ve Akdeniz’de Kıbrıs’a kadar etkisini sürdürmüştü. Bu devletin krallarından Hammurabi, 
tarihte ilk yazılı yasanın sahibi olmakla ünlüdür. MÖ 1530’larda yine bir İran Yaylası kavimi olan Kasitlerin Babil üzerine saldırısını tarihler kaydeder. Bu 
gibi istilalar, bölgenin uygarlıktan doğan zenginliğine göz diken kavimlerin tutkularının bir sonucu idi.10 

Küçük Asya (Anadolu) ise aynı dönemde önemli bir olaya sahne olmuş ve Hititler adıyla tarih sahnesinde görülen kavim, MÖ 1400’lerde en geniş sınırlarına ulaşmakla Anadolu’da bir konfederasyon kurarak dağınıklığa son vermişti. 

Tarihi MÖ 3000’den daha eski kuruluşa sahip olan Mısır MÖ 1300’lerde Firavun Ramses dönemini yaşarken Nil vadisinden çevreye taşıp bir yandan Libya’ya uzanırken öte yandan Doğu Akdeniz kesimini ve Suriye’yi egemenliği altına alarak Anadolu’nun güneyine kadar sokulmak olanağını elde etmişti11 

Filistin ve İsrail coğrafyasıyla ilgili olarak H.G. WELLS “Kısa Dünya Tarihi” adlı eserinde “İÖ, 1600-1300 yıllarında, o sıralarda sahil, Ken’anlıların değil, Ege’den gelip oraları yeni işgal eden Filist’lerin elindeydi; bunların kurmuş oldukları Gazza, Gath Ashdod, Askalon ve Joppa şehirleri İbrahim oğullarının hücumlarına başarıyla karşı koydular”.12 demektedir. 

Akdeniz’in ilk gemici kavimleri olan Fenikeliler ise şehirlerini, limanlarını ve ticaret depolarını bu bölgede kurmuşlar ve Avrupa, Afrika ve Asya kıtaları arasında dolaşarak bağlantı sağlamışlardır. Doğu Akdeniz kıyılarını öz vatan edinen denizci Fenikeliler, Avrupa’ya bugünkü alfabeyi de öğreterek sosyoekonomik rolleri yanında dünya kültürüne de yararlı hizmetlerde bulunmuşlardı. 

Orta Doğu tarihinde iz bırakan devletlerden biri de Asurlulardır. MÖ 1100’lerde gücünü; Mezopotamya, İran yaylaları, Doğu Akdeniz, Anadolu ve Mısır’a kadar genişletmişti. Bu imparatorluk MÖ 721’de İsrail devletini ortadan kaldırmıştır. Asur İmparatorluğunun son çağlarında İran yaylasında Medler ile Anadolu’da da Lidyalılar tarih sahnesine çıktı. MÖ VII. yy’da İran Yaylasının egemeni olan Med tahtının, MÖ VI. yy’da ortalarında Pers kökenli hükümdarlara geçmesi Orta Doğu’nun yeni bir dönemini açtı. Pers İmparatorluğu, MÖ VI yy ile MÖ VI yy son yarısı arasında Orta Doğu’nun hemen hemen bütününü egemenliği altına aldı. İran, Mezopotamya, Anadolu, Doğu Akdeniz bu dönemde Pers İmparatorluğu’nu oluşturuyordu.13 

Daha sonra tarih sahnesine çıkan Büyük İskender’in doğuya doğru olan istila hareketi ile bugünkü Orta Doğu’nun büyük bir bölümü, bütünüyle  Makedonya lılar tarafından zaptedilmiştir. Bu İmparatorluğun sınırları, batıda Yunanistan’dan başlayarak Mısır’ın güneyine, doğuda Türkistan’a ve İndus Nehri’ne kadar genişlemiştir.14 

İskender’den sonra, Romalılar, İtalya ve Yunanistan’dan başlayarak doğuya doğru Anadolu, Mısır dışında Doğu Akdeniz kıyıları ile kuzeyde Karadeniz ile Hazar Denizi’nin batısına kadar olan saha ile güneyde Mezopotamya’ya kadar olan sahaları yönetimleri altına almışlardır. MS 395’de ise Roma ikiye ayrılmış ve Doğu Roma İmparatorluğu Bizans adını almıştır.15 

Bu tarihi dönemle ilgili olarak Bernard Lewis şu tespiti yapar: “Bölgenin hem dış görünüşü hem de temsil ettiği gerçekler açısından politik haritası bugünkünden çok farklıydı. Ülkelerin adları da kapladıkları toprakları da aynı değildi. Buralarda yaşayanların çoğu bugünkünden farklı diller konuşmaktaydı ve farklı dinleri benimsemişti.”16 

Orta Çağ’da İslam’ın ortaya çıkması ile bölgede yeniden ve köklü bir değişim meydana gelmiştir. Hz. Muhammed ve Dört halife döneminde, İslam misyonunu tebliğ ve fetih dinamiği neticesinde, Arapların hızlı ve kalıcı yayılması başlamıştır. Müteakiben, Emevilerin tüm Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı almaları ve sonrasında Cebelitarık boğazını geçerek Endülüs Emevi Devleti’ni kurmaları ile bölge hızla Müslümanlık dinine geçmiştir. 
Emevilerden sonra gelen Abbasiler, daha ziyade Orta Asya’ya doğru açılarak bölgede uzun süre hâkimiyet kurmuşlardı. 

Bölgede Araplardan sonra kalıcı etki bırakan Türkler olmuştur. Selçuklu Devleti’nin, Orta Doğu bölgesini kontrol etmesi sonrasında bölge, batılılar tarafından terk edilmiş, Haçlı Seferleri bu terk edişin karşı hamlesi olarak yorumlanmıştır. 1095’te başlayan Haçlı Seferleri ile bölge Hristiyan ve 

Müslüman çatışmasına sahne olmuş ve mücadele yaklaşık 90 yıl devam etmiştir. Selehattin Eyyubi’nin 1187’de Hıttin Savaşı’nda Haçlıları yenmesi ile Kudüs geri alınmış ve Hristiyanlar Küdüs’ten çıkarılmışlardır. Haçlılar, Selehattin Eyyubi’nin zaferinden sonra Filistin’de tamamen yok olmadılar. 

Hıttin’den kurtulan şövalyeler önce Sur kentinde toplandılar, sonra Akka kalesini ele geçirdiler ve Haçlı Krallığı, bir daha Küdüs’ü alamasa da bir yüzyıl daha Akka ve çevresinde yaşadı. Ancak bu umutsuz inat, 1291’de tamamen kırılacak ve tüm Haçlılar, bu kez genç Memlük Emiri el-Eşref Halil tarafından denize döküleceklerdir. Bu tarihî olayı Arap tarihçi Ebu el-Fida şöyle yazıyordu:
 “Bu fetihle şimdi tüm Filistin Müslüman oldu. Bu, bir zamanlar kimsenin beklemediği, hatta hayal bile edemediği bir sonuçtu. Şimdi tüm Suriye tüm kıyı bölgeleri, bir zamanlar Mısır’ı ve Şam’ı bile ele geçirmeyi düşünen Frenk’lerden tamamen temizlendi. Allah’a şükürler olsun.”17 Böylece bölge: Arap, Acem ve Türklerin egemenliği altına girmiştir. 

Orta Çağ ile Yakın Çağ arasındaki dönem ise Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Doğu’yu fetih ederek, Memlükleri ortadan kaldırması ve Halifeliği devralması olarak özetlenebilir. XVIII. yüzyıla gelindiğinde Orta Doğu’yu J.C. Huerwitz şöyle ifade eder: “XVIII. yy sona ererken Müslüman devletlerin halkı, Avrupa emperyalizminin tabi duruma getirici etkisinden hâlâ oldukça uzaktadır. Geniş olarak tanımlandığı üzere o zamanlar Orta Doğu bölgesi, Osmanlı (Türk), Safevi (İran), Moğol (Hindistan) İmparatorlukları ile Fas Alevi Krallığı olmak üzere dört büyük hanedan devleti kapsıyordu. Bunlara ilave olarak Arap Yarımadası ile Kuzey Afrika’da Osmanlı ve Alevi devletlerin etkisinin zayıflamış olduğu pek çok küçük kabile prenslikleri 
bulunurdu.”18 

Orta Doğu yaklaşık 400 yıl Osmanlı Devleti yönetimi altında kalmış, Osmanlının güçlü olduğu dönmede, İpek ve Baharat yollarından yapılan ticaretten alınan vergilerin artırılması neticesinde özellikle denizcilikte ilerlemiş, Portekizlileri ve denizci Avrupa devletlerini Uzak Doğu’ya yeni yollar bulmak zorunda bırakmıştır. Ümit Burnu’nun keşfi ile Osmanlı’nın zayıflaması paralellik arz etmektedir. 

Portekizliler, 1500’den başlayarak Hindistan-Orta Doğu ticaretini baltaladılar ve bu ticareti kendi tekelleri altına almak için mücadele ettiler. Bu ticaretin Yakın Doğu’ya iki büyük yolu vardı: Birincisi Basra Körfezi, öteki Kızıldenizdir. Vasco da Gama gelmeden önce bu ticaret, Orta Doğu’nun servet kaynağıydı. Avrupa, baharatı ve diğer Hint eşyalarını Kahire, İskenderiye, Beyrut, Tripoli gibi şehirlerden alırdı; bu şehirler çok gelişmişti. Mekke ve Medine’ye Hindistan’dan, Endonezya’dan, Sumatra’dan Müslüman hacılar geliyor; Portekizliler bu ticareti baltalamak için korkunç önlemlere başvuruyorlardı.19 Ümit Burnu rotasına rağmen ticari malların maliyetlerini düşüremeyen Avrupa, yaptığı keşiflerde, Kızıl Deniz ile Akdeniz’i bağlama projesini geliştirmiş ve 1869’da Fransızlar tarafından Süveyş kanalı açılarak ticari rotalar kısaltılmıştır. Petrolün bulunması, demir yolları ile bölge içlerine nüfuz etme çabalarını hızlandırmış, artık bölge ve bölgede yaşayan halkların Osmanlı Dönemi’nde yaşadığı huzur ve güven ortamı ortadan kalkmıştır. 

Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesi ile Orta Doğu, İngiliz ve Fransızların hegemonyası altında girdi. Bölgenin bu devletlerce paylaşılması tartışmaları yapılırken Wilson prensipleri ve King-Krane komisyonunun çabaları, Birinci Dünya Savaşı sonundaki barış düzenlemeleri sırasında Orta Doğu’nun haritasını şekillendirmede etkisiz kaldı ve İngiltere ile Fransa’nın bölge üzerindeki düzenlemelerine adeta seyirci kalındı. 

Aslında Osmanlı yönetimi altında bulunan Arap bölgelerinin Self Determinasyon yolu ile Arap milliyetçiliğine uygun olarak yapılandırılması olası iken İngiliz ve Fransız politikalarının Amerikan görüşlerine zıt yönde “Mandater” bir biçim alması, bugünkü olayların başlangıcı ve tetikleyicisi olmuş ve zamanımıza dek taşınmıştır.20 

Özellikle İngiltere’nin “manda” yönetimindeki Ürdün’ün batısı 1948’de Yahudi yurdu olurken aynı zamanda Filistinlilerin de siyasal ve ekonomik hakları nın koruyuculuğuna soyunması, kaçınılmaz olan çelişkileri çatışmaya dönüştürmüş tür. Orta Doğu’nun 1948 sonrası tarihine deyinmedik. Çünkü gerek tebliğ arz süresinin sınırlı olması ve gerekse 1948 sonrası Orta Doğu’nun tarihinin ve bölgedeki siyasal gelişmelerin ayrı bir çalışma gerektirmesi dolayısıyla bölge tarihini 1948’de bitirdik. Fakat XX. yüzyıl ve XXI. yüzyıl dünya ve Orta Doğu gelişmelerini kısaca sıralarsak Arap-İsrail Savaşları ve Camp David Anlaşması, İran-Irak Savaşı, Varşova Paktının dağılması ile soğuk savaşın sona ermesi, Avrupa Birliği’nin genişleme hedefleri ve NATO ile ABD’den bağımsız davranma gayretleri ve NATO’nun yeni kimlik arayışı, Çin’in artarak devam eden askerî ve ekonomik gücü, borsalarda meydana gelen krizler, 11 Eylül’de ABD’ye saldırı, ABD ve NATO’nun Afganistan’a müdahalesi, ABD ve İngiltere’nin Irak’ı işgali, 
silahlarda yapılan indirimler, Balkanlar (Bosna, Makedonya), Kafkaslar (Ermeni-Azeri) ve Orta Doğu’da (İsrail-Filistin) meydana gelen karışıklıklar 
olarak özetlemek mümkündür. 

a. Kudüs 

Müslümanların dilinde Kudüs, günümüz dünyasında Jerusalem, Arapların lisanında El-Beyt’ül-Mukaddes, eski ismiyle İliya ve İbranice Yirusalem (Jerusalem) veya Oruşelem denilen şehir, çok önemli rollere sahiptir. 450 yıl kadar Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde bulunan, bütün din mensupları nın bir arada yaşadıkları Kudüs‘ün genel özellikleri şöyledir: 21 

Kudüs, gerek Müslümanlar gerek İseviler ve Museviler için kutsal bir belde olduğundan dolayı her dönemde olduğu gibi Osmanlı döneminde de 
dünyanın her tarafından ziyaretçilerin hücumuna uğramış ve yalnızca ziyaretçilerden alınan şehre giriş bedeli ve bunlardan elde edilen turizm 
gelirleri ile ekonomik hayatını sürdürmüştür.22 

Kudüs’ün kimler tarafından ve ne zaman inşa edildiği tam olarak bilinmemekle birlikte eskiden beri İsrailoğullarının Salim şehrinin aynısı olduğu ifade edilmektedir. Ken’anilerin buraları ele geçirip şehrin üst tarafında yer alan Sahyun tepesinde Yabus ismiyle bir kasaba kurdukları bilinmektedir. Hz. Davud İÖ 1049’da saltanatı ele geçirince, Ken’anileri Yabus’dan atmış ve burayı surlarla çevirmiştir.23 Hz. Süleyman asıl Beyt-i Mukaddes denilen ünlü mabedi ve kendine ait bir saray inşa ederek Kudüs’ü büyütmüştür.24 Artık şehre mukaddes anlamında Kadişe denmiştir. Asuriler, Filistin’e hâkim olduklarında Beyt-i Mukaddes’i tahrip etmişlerse de sonradan burası onarılmıştır. Büyük İskender’in İsrailoğullarına önemli imtiyazlar verdiği de bilinmektedir. İS 70’te Kudüs’ün Romalılar tarafından tamamen tahrip edilmesiyle Kudüs’teki Yahudi hâkimiyeti sona ermiştir. Artık Bizans imparatorları, İliya adı ile şehri ve içindeki mabetleri Hristiyanlık adına imara başlamışlardır. 

Hicri XVI. yüzyılda Halife Ömer tarafından ele geçirilen Kudüs, bütün dinlere açılmakla beraber tam bir İslam şehri hâline getirilmiştir. Eski mabedin yeri, Mescid-i Aksa’nın yeri ve mihrabı bizzat Halife Ömer tarafından tespit ve tayin olunmuştur. Sonra da Emevi Halifesi Abdülmelik bin Mervan tarafından şimdiki büyük mescit inşa olunmuştur. Haçlı orduları Kudüs’ü işgal ettiklerinde Mescid-i Aksa’yı kiliseye çevirmişler; ama 1187’de Kudüs Selahhaddin-i Eyyubi tarafından yeniden Müslümanların hâkimiyeti altına girmiştir. Kudüs’ü çevreleyen Sur’un temeli, Haçlılar tarafından atılmış ise de tamamlanması ve düzenlenmesi Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılmıştır. Osmanlı Devleti zamanında uzun yıllar Şam Eyaletine bağlı sancak merkezi olarak idare edilen Kudüs, son zamanlarda Müstakil Kudüs Mutasarrıflığı hâline getirilmiştir. 

Bilindiği üzere Kudüs Yahudilerin birinci kutsal şehridir. Hebron (El- Halil) ise Hz. İbrahim’in eşi Sara’nın mezarının bulunması sebebiyle ikinci kutsal şehirleri özelliğini taşır. Bu yüzden bugün burada 400 Yahudi yerleşimcibulunmaktadır.25 Hristiyanlar için de İsa’nın Betlehem köyünde doğduğu mağaranın bulunması sebebiyle buraya karşı duyarlılık vardır. 

Müslümanların Mekke ve Medine’den sonra üçüncü kutsal şehri Kudüs olurken dördüncü kutsal şehirleri El-Halil’dir. El-Halil’de Norveç önderliğinde asker ve sivilden oluşan uluslararası tarafsız bir gözlemci heyeti bulunmaktadır. 

Son çatışmalardan ve sonuçsuz bir şekilde yıllardır yürütülen diplomatik çabalardan anlaşılmaktadır ki bu hâliyle Kudüs problemine çözüm bulmak zaman alacaktır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***