3 Mart 2017 Cuma

ORTADOĞUDA NÜKLEER ENERJİ VE NÜKLEER SİLAHLANMA, BÖLÜM 3




 ORTADOĞUDA NÜKLEER  ENERJİ  VE NÜKLEER SİLAHLANMA, BÖLÜM 3






11. Suudi Arabistan gibi petrol veya Rusya gibi doğalgaz zenginliğinde önde gelen ülkelerin enerji piyasasının kurallarını belirlediklerini görmekteyiz. Nükleer santrallerde zenginleştirilmiş yakıt çubukları kullanılmaktadır. Dünyada nükleer santrallerin yakıt çubukları konusunda da bir kartel var mı? Eğer varsa, Türkiye nükleer santral sahibi olsa bile bu piyasayı kontrol eden ülkelere bağımlı olma durumunda mı kalacak? Türkiye petrol ve doğalgazda dışa bağımlıyken nükleer enerji alanında da mı dışa bağımlı hale gelecek? Böyle bir durum ne kadar gerçekçi? Doğruysa alınacak tedbirler neler olabilir? 

Türkiye üç nükleer reaktör ile başlatmış olduğu bu yeni enerji tedariki sürecinde, Akkuyu’daki ilk reaktörün operasyonel hale gelmesi aşamasında gerekli yakıtı Rusya Federasyonu’ndan alacak. Bu konuda pek çok eleştiri duyuyoruz. Eleştirilerin kaynağında, ‘‘doğalgaz ve petrol tedariki konusunda nasıl Rusya Federasyonu’na bağımlıysak, acaba nükleer reaktör yakıt temininde de gene Moskova’ya bağımlı mı olacağız?” sorusu hâkim. Oysa Türkiye’nin nükleer enerji konusunda gerçekleştirmiş olduğu bu yeni girişimi uzun soluklu değerlendirmek lazım. Şuanda, önceden de belirttiğimiz gibi Türkiye NPT’nin 4. maddesinden kaynaklanan nükleer yakıtı kendi topraklarında üretme hakkından vazgeçmiş 
değil. Ankara hükümeti bugünün koşullarında nükleer enerji konusunda reaktör tedarikinde, ekonomik ve teknolojik olarak en uygun (feasible) olan seçeneklere odaklanmıştır. Zaten nükleer enerji meselesi ciddi bir “know how” teknolojisi de gerektiren bir süreç. 

Bence burada en önemli konu, Türkiye’nin bu süreci başlatmak suretiyle nükleer teknolojide uzun zamandır ihtiyaç duyduğu uzman ve teknik konulardaki eksiklerini telafi etmek üzere yola çıkmış olması. Burada belki yaklaşık 10-15 senelik bir süreçten bahsediyoruz ama geri dönüşüm sürecindeki artılar göz önünde bulundurulduğunda reddedilmesi mümkün olmayan bir nükleer yolculuktan söz etmekteyiz. Gelecekte, Türkiye’nin nükleer serüven sonucunda sağlayacağı kazanımlar oldukça yüksek olabilir, örneğin Türkiye ileride kendi 
nükleer reaktörünü bile üretebilir. Keza Güney Kore nükleer güç santrali geliştirilmesinde işe %2’lik bir yerli katkı ile başlamıştır bugün ise bu katkı %98’e ulaşmıştır. Bütün bunlar teknoloji tedarik serüveninde yaşanacak bazı zorlanmalar sonucunda varılabilecek olası kazanımlar. Bir ülkenin nükleer yakıt konusundaki bağımlılığını kırabilmesi için yaklaşık 8 ünite bir nükleer santral kapasiteye sahip olması gerekiyor. Ondan sonra kendiniz nükleer yakıtınızı kendi topraklarınızda üretebilir hale gelebiliyorsunuz. Nükleer enerji sürecinde 
istenilen hedefe varmak için belirli bir zaman ve emek harcamak gerekiyor ama ümitlenmek için de yeterince sebep var. 

Türkiye gelişen ekonomisi ve sanayisi nedeniyle enerji talebi hızla artan ve bunu karşılamakta zaman zaman belirli zorluklar yaşayan bir ülke. Bu bağlamda, nükleer enerji konusunda oldukça geç kalınmış. Eğer bir ülke enerji talebinin yalnızca %26’sını karşılayıp geri kalanını ithal etmek durumunda kalıyorsa o zaman nükleer de dâhil olmak üzere diğer alternatif enerji kaynakları konusunda ciddi tedbirler almak zorundadır. 

12.Türkiye’nin nükleer enerji teknolojisi alanındaki çalışmalarının geçmişinden ve günümüze kadar yaşanan süreçten kısaca bahsedebilir misiniz? 

Türkiye’nin nükleer enerji konusundaki girişimleri 1970’lerde başlıyor fakat ortaya çıkan bazı iktisadi ve siyasi problemler yüzünden başarılı olunamıyor. Bunun dışında 1980’lerde ve 1990’larda da bu yönde bazı teşebbüsler var ama sonuç başarısız olmuş. Bu konudaki en son girişimlere 2008 ve 2010 senelerinde rastlanıyor. Tabi nükleer enerji mevzusu belirli bir zaman ve emek istiyor şöyle ki; örneğin Türkiye’de kurulması planlanan Akkuyu nükleer reaktörünün inşa süreci, işletilmesi vs. hepsiyle beraber ancak 2019 senesinde sonuçlanması 
bekleniyor. Gelecekte, diğer iki reaktörün servise girmesiyle birlikte Türkiye enerji tedarik sepetinin %10’nunu nükleer enerjiden karşılamayı planlamakta. Türkiye nükleer enerji ile birlikte diğer alternatif enerji kaynaklarını çeşitlendirmek yoluyla 2023’lerde enerji arz güvenliğini istikrara kavuşturmak için şimdiden ön hazırlık yapmakta. Bu bağlamda, nükleer enerji seçeneğini de diğer alternatif enerji kaynaklarıyla birlikte ele almakta ve bu yöndeki gerekli girişimleri hayata geçirmekte. 

Aslında, Türkiye’de nükleer enerji konusunda biraz geç kalındı. Hâlbuki Türkiye’de nükleer teknolojiye erişim sağlandıktan sonra ülkenin sadece elektrik üretim ihtiyacı karşılanmış olmayacak, aynı zamanda nükleer santrallerin inşası sürecinde- bu santrallerin işletilmesi, operasyonel hale gelmesi vb. gibi aşamalarda- ilgili diğer sektörlerle de irtibat kurulacağından 
ülke sathında yelpazesi geniş bir alanda yeni istihdam imkânları yaratılacaktır. En önemlisi de bu süreç zarfında Türkiye’nin nükleer teknoloji alanında son kertede kaydedeceği ivme olacaktır. Akkuyu nükleer reaktörü’yle başlayan bu yeni süreçte pek çok mühendisimiz Rusya Federasyonu’na eğitime gönderildi. Bu öğrencilerin yaklaşık 8-9 sene Rusya’da nükleer enerji konusunda eğitim alması söz konusu. Kısaca, Türkiye bu teknoloji için gerekli, yetişmiş insan gücü de dahil olmak üzere, pek çok konuda şimdiden inisiyatif almak suretiyle gerekli adımları atmış oluyor. 

13. Türkiye’de de nükleer enerji teknolojisinin gelişmesini engellemeye çalışan lobiler olduğunu söyleyebilir miyiz? 

Türkiye NPT’ye taraf olduğu zaman nükleer silah geliştirmeyeceğinin de teminatını vermiş oldu. Hatırlarsak, Türkiye 1952 yılında NATO’ya İttifak’ın nükleer olmayan bir üyesi olarak dâhil oldu. Elbette Ankara, o tarihte İttifak’ın nükleer caydırıcılık teminatı altına girmek suretiyle günün koşullarından kaynaklanan güvenlik endişelerini de bertaraf etmişti. 

Geçmişte, Ankara’nın nükleer enerji talebi bahis konusu olunca Türkiye’nin Pakistan ile olan yakın ilişkisinden dolayı Batı dünyasında “acaba mı?” diye kuşkular oluşuyordu. Hatta bir süre Türkiye’nin nükleer silah geliştirmek isteyip istemeyeceği üzerinde bile tartışıldı. Bugün hala bazı Anglo-Saxon menşeli makalelerde İran’ın nükleer bir devlet olması halinde Suudi Arabistan ve Mısır gibi Türkiye’nin de nükleer silah edinmek isteyeceği iddia edilmekte. Ben böyle bir olasılığın neden mümkün olmadığının sebeplerini Aralık 2012 tarihli Contemporary Security Policy dergisindeki ‘‘Turkish Security after Iranian Nuclearization’’ makalemde açıkladım. Türkiye’nin nükleer enerji tedariki ile ilgili yeni girişimlerini yanlış okuyanlar veya yorumlayanlar maalesef bugün hala mevcut. Bu kesimler Ankara’nın nükleer enerji konusundaki girişiminin yersiz olduğunu savunuyorlar. Bu yorumu neden yaptıklarını anlamak mümkün değil. 

Fukişima’dan sonra öne çıkmış olan nükleer reaktörlerin güvenliği ile ilgili tartışmalar aslında önceden de vardı. Teknoloji ilerledikçe nükleer reaktör konusunda pek çok yeni güvenlik önlemi devreye giriyor. Uluslararası toplum bu konuda çok hassas ve bu konuda ciddi çalışmalar var. Dolayısıyla, nükleer reaktör talebiyle ortaya çıkan ülkeler bu yeni normlara uyum göstermek mecburiyetinde kalıyorlar. Fukuşima sonrası uluslararası toplumun nükleer reaktör konusunda belirli güvenlik artırıcı normları devreye sokmak suretiyle 
amaçladığı şey nükleer enerji konusunun günümüzde risksiz bir hale gelmesi. 

Bugün Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında varılan anlaşma gereği Mersin-Akkuyu’da yapılacak nükleer reaktör konusunda olumlu haberlerin yanı sıra oldukça olumsuz haberlere de rastlıyoruz. Üstelik Türkiye açısından oldukça kazançlı bir anlaşma gerçekleştirilmiş olmasına rağmen… Türkiye’ye bu kadar avantaj sağlayan bu anlaşma tabii ki Rusya’daki siyasi iradenin konuya ağırlığını koyması sonucu gerçekleşti. Bu durum maalesef Türk kamuoyuna anlatılamadı. Bu bağlamda, Rusya’dan temin edilecek reaktörün daha ziyade olumsuz yanları tartışıldı. Hâlbuki Ankara bu girişimi neticelendirmeden önce bütün ihale seçeneklerini tek tek inceledi. Üstelik olaya sadece Türkiye açısından da bakmamak lazım, Rusya nükleer teknolojisini sadece Türkiye’ye değil pek çok ülkeye satıyor. Bunlar arasında Avrupa ülkeleri gibi, Ukrayna ve Çin gibi ülkeler de mevcut. Bunun belgeleri her yerde var ve ulaşılabilir durumda. 


Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) vasıtasıyla ithal edeceği nükleer santralleri AB’nin uyguladığı stres testine gönüllü olarak tabii tutacağını ilan etti. Dolayısıyla bana göre endişelenilecek bir durum yok. Bu tür abartmalara itibar etmemeliyiz. 

Bugün, nükleer enerji güvenliğinin nasıl iyileştirilebileceği konusunda, yeni uluslararası normların oluşmakta olduğunu söyledik, dolayısıyla konuyu sadece Türkiye’nin Rusya’dan edineceği VVR-1200 nükleer santrali ve bu santralin kendine mahsus özellikleriyle sınırlı bir alanda tartışmak mantıklı ve doğru değil. Ne yazık ki Türkiye’de bazı kesimler Ankara’nın yalnızca nükleer reaktör tedarikiyle ilintili meselesini tartışmak ve eleştirmek suretiyle, Türkiye’nin nükleer enerji teknolojisi geliştirme çabalarına karşı önleyici bir lobi 
faaliyeti yapıyorlar. Bu hiç de tasvip edilecek bir tutum değil. 

14. Akkuyu nükleer santralının inşaatının 2014’de başlaması öngörülüyor. İkinci nükleer santral için de Japonya ile anlaşma Mayıs 2013’te imzalandı ve Başbakan Erdoğan üçüncü nükleer santral hedefinden bahsederek onun inşasının yerli olabileceğini vurguladı. Türkiye böylece 2023’e kadar enerji arzında nükleer enerjinin payını %10’a ulaştırmayı hedefliyor. Bu hedef ulaşılabilir bir hedef midir? 

Bence ulaşılabilir, neden olmasın, nitekim ilk nükleer santral için Rusya Federasyonu ile iyi bir başlangıç yapıldı. İkinci santral için de Japonya ile yeni bir anlaşma imzalandı. Aynı Güney Kore örneğinde olduğu gibi bir müddet sonra Türkiye’de nükleer reaktör ithal eden ülke konumundan ihraç eden ülke konumuna gelebilir. Nükleer reaktör konusunda belirli alanlarda belirli ülkelerin avantaj ve dezavantajları var. Ülkeler arasında imzalanan nükleer işbirliği anlaşmaları sonucu taraflar transfer ettikleri nükleer teknolojiyle bu konudaki açıklarını kapatmaya ve mevcut konumlarını mükemmelleştirmeye çalışıyorlar. 

Örneğin nükleer güç reaktörlerinde belirli alanlarda, Rusya’nın ileri olduğu noktalar var. Diğer bazı nükleer enerji konularında da ABD’nin avantajları var. İki ülke 2011 senesinde nükleer enerji transferinin önünü açan önemli bir anlaşma imzaladı. Böylece, ABD Rusya’nın nükleer reaktörler konusundaki bir takım avantajlarından faydalanmaya karar verdi. Bu durum Rusya’nın ürettiği nükleer reaktörlerdeki konumunu uluslararası piyasalarda meşrulaştırmış oldu. Yani olay sadece bir nükleer reaktörün Çin’den mi, yoksa Güney Kore’den mi yoksa bir başka ülkeden mi tedarik edildiği meselesinin ötesinde. Burada önemli olan teknoloji transferinin gerçekleştirilmiş olması. Menşeinin neresi olduğu o kadar önemli değil. 

15. Türkiye’de nükleer enerjiden bahsedilince hemen tehlikelerinden söz açılıp alternatif ve yenilenebilir enerji kaynaklarından faydalanılması gerektiği ileri sürülüyor. Türkiye açısından düşünürsek, yenilenebilir enerji kaynakları Türkiye’nin giderek artan enerji ihtiyacını karşılamakta ne kadar yeterli olabilir? 


Türkiye enerji tedarik stratejisinde kendisini sadece nükleer enerjiyle kısıtlı tutmuyor, yenilenebilir enerjiye de gereken azami önemi veriyor. Nitekim 2020’lerde elektrik üretiminin önemli bir kısmının yenilenebilirlerden sağlanması bekleniyor. Ama bu tür enerji kaynaklarıyla ilgili en temel sorun sürdürülebilirlik. Bu tipte enerji kaynakları bildiğimiz gibi dış etkenlere karşı açık ve oldukça da değişken bir yapıya sahipler. Hâlbuki nükleer reaktör aracılığıyla sağlanacak enerjinin sürdürülebilirliği garanti. 

16. Barışçıl amaçlı nükleer teknolojiye ulaşmış bir Türkiye bundan ekonomik avantajlar dışında ne gibi siyasi getiriler elde edebilir? 

Bence Türkiye bu gidişatın gerisinde kalmamalı. Bölgede herkes nükleer enerji geliştiriyorsa Türkiye’nin de bu eğilimin dışında kalmaması gerekir. Bir ülke nükleer enerji edinmekle sadece enerji ihtiyaçlarının önemli bir kısmını garantilemekle kalmıyor, aynı zamanda yüksek bir teknolojiyi de yakalamış oluyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bir konuşmasında enerji bağımlılığının Türkiye’nin yumuşak karnı olduğunu söylemişti. Gerçekten de Türkiye enerji bağımlılığını sonlandırdığı an enerji tedarik ettiği bölge ülkeleriyle olan ilişkilerin de hem iktisadi hem de siyasi yükten de kurtulmuş olacak. Bu sayede, dış politika alanında daha rahat hareket edebilen Türkiye’nin sınaî ve endüstri alanındaki büyümesinin önü daha da açılacaktır. 

-Vakit Ayırdığınız için Teşekkür ederiz. 

-Ben Teşekkür ederim. 





***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder