27 Mart 2017 Pazartesi

DOĞUŞUNDAN GÜNÜMÜZE VEHHABİLİK, BÖLÜM 3

DOĞUŞUNDAN GÜNÜMÜZE VEHHABİLİK, 
BÖLÜM 3



Bugün S. Arabistan’daki muhalefeti, geniş bir tabana yayılmış olan ve El Kaide’ye gönülden ve ideolojik olarak bağlı, İhvan’ın sürekliliği görüntüsünü veren köktenci Selefiler ile daha liberal bir siyaset izlenmesini isteyen gurplar oluşturmaktadır. 1990’larda başlayan muhalefet, Irak’ın Kuveyt’i işgali sırasında yönetimin koalisyon güçlerinin ülkede konuşlanmasına izin vermesi ile seslerini duyurmaya başlamışlardır. 

Mekke’de üniversite dekanı olan Dr. El-Havali, ABD askerlerinin konuşlanmasına izin veren ulemayı eleştirerek Batı’ya yeteri kadar direnmemekle suçlamak tadır.33 1990’da bir grup kadın, kadın haklarını savunan gösteri yürüyüşü düzenlemiş, liberaller de bu gelişmeyi desteklemişlerdir. Ülkede 1993’ten beri Meşru Haklar Savunma Komitesi ile İslami Reform Hareketi muhalefete devam etmektedir. Bu gruplar bazen ülke içinde bazen de ülke dışında eylemlerini sürdürmektedir. Suudi Arabistan İçişleri Bakanlığı, güvenlik güçlerinin 2006’nın son üç ay içerisinde El Kaide örgütüne üye oldukları şüphesiyle çoğu Suudi Arabistan vatandaşı olan 1000’e yakın kişiyi tutuklayıp sorguladığı basın yayın organlarında yer almıştır.34 

Ç. Vehhabi - Şii İlişkileri 

Suudi Arabistan’da Şiiler, ülkenin en zengin petrol yatakları ve rafineri tesislerinin bulunduğu doğu bölgesindeki El Ahsa, Katif, Dahran gibi 
şehirlerde yaşamaktadır. Takriben ülke nüfusunun %6-%8’i kadardır. Abdülvahab ilkelerinin başında şirk olarak kabul ettiği Şiiliğin yok edilmesi 
gelmektedir. Aziz Al-Azmah’e göre; Vehhabilik, tarihi boyunca ve S. Arabistan’ın kurulmasına kadar Şiiler, hem ideolojik ve hem de askerî açıdan Vehhabi mezaliminin başat hedefi olmuştur. Vehhabiliğin Şiilere ilk saldırısı 1802’de Kerbala’nın yağmalanması ve 2000’den fazla Şiinin öldürülmesi ile son bulmuştur. Bu tarihten sonra aralarında zaman zaman bazı küçük çatışmalar olmuşsa da Vehhabi-Suud Devletinin Şiilere karşı ilk resmî tavrı İhvanın İbn’i Suud’a karşı ayaklanması sonucunda ortaya çıkmıştır. Vehhabiler, İbn Suud’u, ülkedeki Şiilere ses çıkarmaması ve onları Vehhabi mezhebine uymaya zorlamadığı için eleştirmiştir. Kral Abdulaziz, İhvanın, Şiilerin “1927’de “Kerbela ve Necef gibi şehirleri” ziyaret etmelerinin engellenmesi ve “bid’atlarını ikame etmek için imar edilen mescitlerinin” yıkılması ve bu durumu kabul etmeyenlerin de “Müslümanların beldesinden sürülmesi” gibi isteklerinden sadece Aşura merasimlerinin engellenmesini yürürlüğe koydu. Öte yandan Medine-i Münevvere’deki Baki Mezarlığında Şiiler tarafından kutsal görülen mezarları yıktılar. 

1979’da Cuheyman’ın Kabe’deki isyanından sekiz gün sonra Irak ve İran Şiilerinin bir parçası olan doğudaki Şiiler İran’daki Humeyni devriminden 
etkilenerek isyan etmişlerdir. Aslında Şiiler 1913’te Abdülaziz’in doğu bölgesini işgalinden sonra Vehhabi mezhebinin Şiiler üzerindeki baskılarının azaltılması, mezhepsel faaliyet ve ibadetlerine izin verilmesi, vatandaşlık haklarından eşit olarak faydalanılması, bölgenin ekonomik olarak kalkındırılması nedenleriyle zaman zaman taleplerini dile getirmek için ayaklandılar. 1979-80 ayaklanma larında ayrıca İran’ın bölgeye devrim ihraç etme ve bölge insanını tahrik etmesi ile bölgenin petrol ve sanayi tesislerine sahip olmasından dolayı işçilerin çokluğu ve örgütlü olmaları önemli etkenler olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca son dönemlerdeki Şii ayaklanmalarının sebeblerinden en önemlisi de İran ve Suudi Arabistan’ın bölgedeki çıkar çatışmaları ve iki ülkenin İslam dünyasındaki liderlik mücadelesi olarak görülmektedir. İran’daki devrimden sonra İran yönetimi devrimi bölgeye ihraç etmek için hemen faaliyetlere başladı. Bu maksatla Şii Ayetullahlar görevlendirildi; bölgeye bildiri ve teyp kasetleri gizlice sokuldu, İran 
radyolarında Arapça Humeyni ve Devrim Ayetullahlarının vaaz ve demeçlerini yayınlamaya başladılar. Ağustos 1979’da Bahreyn’de İran Devrimi yanlısı iki Ayetullah’ın tutuklanması, bölgede geniş çaplı protestolara ve gösterilere yol açtı. 1979 hac mevsimine denk gelen ekim ayında ise İranlı hacılar Mekke’de devrimi destekleyen gösteriler yaptılar, bildiriler dağıttılar.35 Bu olaylardan Suudi Arabistan’ın doğu bölgesi de etkilendi. O yıl Aşura’yı serbestçe kutlamak için gösterilere başladılar. Göstericiler, Kerbela ve Hz. Hüseyin ile ilgili sloganların yanı sıra Suudiler aleyhine, İran devrimi ve Humeyni lehine sloganlar atmaları ve pankartlar taşımaları üzerine bölgeye Millî Muhafız Birliği sevk edilerek bölge kontrol altına alındı. 1980’de de benzer bir ayaklanma kanlı bir şekilde bastırılmıştır. 

1979 İran devriminden sonra S. Arabistan; İran ve Şiiliğe karşı her türlü tedbiri alacaktır. S. Arabistan’ın can alıcı petrol tesisleri ve terminallerinin Basra Körfezi tarafındaki kıyıda bulunması, petrol endüstirisinin İran Hava Kuvvetlerinin on beş dakikalık menzilde bulunması, bu bölgede Şii nüfusunun yoğun olması ve petrol ihracaatının büyük kısmının Hürmüz Boğazı’ndan yapılması S. Arabistan’ın İran’a karşı sürekli tedbir geliştirmesine neden olmuştur.36 Ayrıca S. Arabistan Dünya Radikal İslamcılığını da İran’a kaptırmamak için 1980’den itibaren esas olarak Arap olmayan ülkelere ve Avrupa’daki göçmenlere yönelik Sünni oluşum lara büyük destek sağlamıştır. Hatta Kral Fahd 1986’dan itibaren Kutsal Yerlerin Koruyucusu unvanını kullanmaya başlamış ve 1982’de Körfez İş birliği Konseyinin kuruculuğunu da üstlenmiştir. 

Bu isyanların sonucunda Şiiler bazı haklar elde etmişse de sorunların çoğu devam etmektedir. Her ne kadar Suud yönetimi bazı iyileştirme önlemleri alsa da Vehhabilik Şiilerin bölgeden yok olmasını istediği için yeterli hak ve dinî özgürlükler verilememektedir. ABD’nin yıllık olarak yayımladığı ve kongre üyelerine sunduğu 2006’daki din özgürlükleri konusundaki raporu, Şiilerin dinî özgürlüklerinin kısıtlandığına ve bu çerçevede Şii yetkililerin isteklerine yer vermiştir. 

Şii nüfusun yer aldığı Suudi Arabistan’ın doğu bölgesi ve Şii nüfus her zaman için Suud yönetiminin hassas bölgesi, yumuşak karnı olmuştur. 

Bugün de Lübnan ve Irak’ın hâlihazırdaki durumundan en çok etkilenen ve rahatsız olan ülkelerin başında gelmektedir. Irak’ın bölünmesi bölgede 
hâlihazırda mevcut olan Irak’ın güneyindeki Şii oluşumun meşruiyet kazanması Suudi Arabistan’ı çok rahatsız etmektedir. Aynı şekilde Lübnan’daki Hizbullah’ın da varlığı Suudi yetkilileri zor duruma sokmaktadır. Zira Irak’ın güneyindeki oluşumla İran’dan başlayan Lübnan üzerinden Akdeniz’e kadar uzanan bir Şii kuşağı oluşmuş durumdadır. Ayrıca Körfez ülkelerindeki Şiiler (Kuveyt’in %20’si, Bahreyn’in %80’i, Katar’ın %10’u, Birleşik Arap Emirlikleri’nin %30’u, Umman’ın %80’i İbadidir.) ile Suriye yönetimini de hesaba katacak olursak İran, bölgede Suudi Arabistan’a karşı çok kuvvetli mevziiler elde etmiş durumdadır. Suudi Arabistan her ne kadar Irak’taki Sünnilere destek verse de bu yeterli olmamaktadır. Bu yüzden ülke içindeki radikal Vehhabilere ve İslam dünyasındaki faaliyetlerine ters gelse de bölgede İsrail ve ABD ile hareket etmek zorundadır. Nitekim tanımamış olmasına rağmen Suudi yetkililerin İsraillilerle gizlice görüştüğü yayın organlarında yer almaktadır (Suudi Arabistan Millî Güvenlik Kurulu Başkanı Bender Bin Sultan’ın İsrail’e yaptığı iki ziyaret Filistin El- Menar gazetesinde yer almıştır.). Ayrıca yine basında İsrail Başbakanının Suudi Arabistan’ın Lübnan politikasını övücü sözleri yer almıştır.37 Bazı Türk yayın organlarında da Suudi Kralının Türkiye ziyareti Irak politikasında kendisine müttefik arayışı olarak değerlendirilmiştir.38 Ülke içinde Hizbullah ve Irak Şiilerine sempati duyanlar yönetimin politikalarına rağmen zaman zaman gösteri yapmaktadırlar. İsrail-Lübnan savaşında Suudi Arabistan yönetimi resmî olarak Hizbullah’ı suçlarken Suudi Arabistan’da yaşayan Şiiler, Hizbullah’a destek gösterisi yaptı. 

Bu arada Suudili bazı ulemadan din adamları ile üniversitelerden bir grup da Hizbullah’ı kınayan bildiler yayınladı, gazetelere demeçler verdiler. 
Görünen o ki Suudi Arabistan Irak ve Lübnan politikalarında içindeki durumu da dikkate almak zorundadır. 

Sonuçlar 

Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir: Abdulvehab’ın veya mezhebin bazı önderlerinin ileri sürdüğü gibi Arabistan’da Vehhabilik, Türkler İslama aykırı işler yaptığı için ortaya çıkmamıştır. Vehhabiliğin ana kaynağı, Hanbeli mezhebi ve daha sonra ortaya çıkan Teymiyyecilikteki radikal unsurlardır. Ancak XVIII’inci yüzyıldan itibaren Vehhabilik, Türk düşmanlığı üzerine oturtularak İbn Suud tarafından siyasi olarak kullanılmıştır. 

Vehhabilik, ortaya ilk çıktığı 1744 tarihinden itibaren Osmanlı’nın dinî bütünlüğünü bozan, çıkardığı kargaşa ortamlarıyla büyük devletlere ödünler verilmesine sebep olan ve Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandıran bir akımdır. Birinci Dünya Savaşı’nda padişahın cihat çağrısına uymayıp İngilizler’le iş birliği yapmaları Osmanlı Devleti’ni bu bölgede zor duruma sokmuştur. 

Arapların, Türklerin yenilmesinde ki katkısı büyük olmuştur; ne var ki tek başlarına bunu asla gerçekleştiremezlerdi.39 Emir Faysal’ın 11 Ağustos 
1919’da İngiliz Dışişleri Bakanlığına yazdığı mektup konuyu çok açık bir şekilde dile getirmektedir: 
Bütün Arap Müslümanlarının gözü İngiltere’ye dikilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında asıl kuvvet olan Araplar, şimdi ödüllerinin ne olacağını bilmek istiyorlar. Babam İngilizlerin sözüne güvenerek Türklere karşı savaş açtı. Açıkça İngilizlerin bir olduğumuzu ve İngilizlerin kutsal yerlerimizin koruyucusu olduklarını ilan ediyoruz.”40 

Araplar, kısa zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla neler yitirdiklerini acı bir biçimde öğrendiler.41 Çünkü İngilizler, Yahudilerin Filistin’e göç etmesine 
ve Yahudi Devleti’nin kurulmasına Fransızlar da Lübnan’a yeni yerleşim alanları kurmaya, Vehhabi isyanları zamanında karar verdiler. Bunların ötesinde bugünkü Orta Doğu haritasının çizimini kendi istekleri doğrultusunda masa başında yaptılar.42 

Vehhabi hareketi, Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hızlandıran ve Arap Yarımadası’ nda dini siyasete alet eden yalnız bir hareket olarak kalmadı, Arapça konuşan diğer bölge halklarının Türklerden uzaklaşmasını da hızlandırdı. 

Vehhabi hareketi Türk düşmanlığından hızını alan bir Arap milliyetçiliğinin doğuşunda, modernist İslamcıların ortaya çıkmalarında etkili oldu. Dinde nasların düz anlamlarına (zahirlerine) fazlaca bağlı kalmak, akla yer vermemek, fikir hürriyeti tanımamak, hoşgörüden uzak bir bağnazlık içinde bulunmak ve bunları dindarlık sanmak özelliklerinden dolayı Vehhabilik, gerici akımların da kaynağı olmuştur. Zengin petrol kaynaklarından sağladıkları imkânlarını hâlâ Selefilik, Müslüman Kardeşlik gibi isimler altında propagandaya yöneltmekte dirler. Laik ve modern devlet düzenine karşı olan Vehhabiler ve onların devleti S. Arabistan, bir dikta rejimi ile yönetilmelerine rağmen, düzenlerinin şeriat yönetimi olduğuna dünyayı inandırmak istemekte, şeriat devleti çığırtkan lıklarına maddi ve manevi yönden destek olmaya devam etmektedirler. Akıldan, günün kültür düzeyinden uzak olan, kültür ve medeniyeti yok edilmesi gerekli bid’at sayan, medeni hayat gereklerine gözünü kapayan bu gerici akımın Türkiye’de mevcut, demokratik, millî, laik ve sosyal devlet düzeninin sağlığına zararlı olabileceği tartışma kabul etmez bir gerçektir.43 

Dışarıya petrol ve içeriye para akışı Suudi Krallığının iç yapılanması ve hayat tarzında, hem petrol üreticisi ülkeler hem de genelde İslam dünyası üzerindeki rolü ve nüfuzunda muazzam değişimleri de beraberinde getirdi. En önemli değişim, Vehhabiliğin etkisi ve onun öncü rolünde oldu. Vehhabilik artık bütün İslam dünyasının en nüfuzlu devletlerinden birinin –İslam’ın iki kutsal şehrinin hamisi, dünyanın dört bir yanından dua ve ibadet için her yıl hacca gelen milyonlarca Müslüman’ın ev sahibi olan bir devletin- resmî, devlet destekli öğretisiydi. Aynı zamanda, Vehhabiliğin öğretmenleri ve vaizlerinin elinde artık İslam’ın bu kendilerine özgü mezhebini geliştirmek ve yaymak için kullanabilecekleri muazzam mali imkânları vardı. Kamusal eğitim sistemlerinin iyi olduğu Avrupa ve Amerika’daki Batı ülkelerinde bile Vehhabi öğretilerini yayma merkezleri, belki de dine yeni yeni kazandırılanların çocuklarının miras aldıkları kendi dinsel ve kültürel gelenekleri temelinde eğitmek isteyenMüslüman anne ve babalara açık tek İslami eğitim biçimidir. Bu öğreti yayma faaliyeti özel okullarda, dinî toplantılarda, cami kurslarında, tatil kamplarında ve giderek artan oranda hapishanelerde yürütülmektedir.44 

Avrupa ve Amerika’daki okullarda ve başka yerlerde İslam’ın öğretilmesi genelde yetkililerin tamamen denetimi dışındadır. Bu durum kuşkusuz en az vicdani kaygısı, en güçlü inancı ve en çok parası olanların işine geliyor.45 Bu durumdan da etkilenen en çok Türkiye ve Türkler olmaktadır. Özellikle Avrupa’da Türk vatandaşlarımızın yaşadığı göz önünde bulundurulacak olursa Vehhabilikten bu nüfusun etkilenmediğini söylemek pek gerçekçi olamaz. Ayrıca son on on beş yıldır Almanya’da kurulup Türkiye’de faaliyetlerini yayan tarikatlar, örgütler ve İslamcı terörler hatırlanacak olursa bunların etkileri açıkça görülür. Çünkü bu ülkelerde Vehhabiler tarafından finanse edilen kurum, kuruluş, kurs, seminer ve camilerdeki dinî eğitim ve öğretim 

Vehhabi ilke ve uygulamalarının tesiri altındadır. 

Bunun en güzel örneği Almanya’da yaşayan Müslümaların (Türklerin) büyük çoğunluğu Ramazan ve Kurban Bayramını Suudi Arabistan’a göre yapmaktadır. 
Türkiye’de hâlâ oruç devam ederken Almanyadakiler bayram yapmakta bu yıl da olduğu gibi Suudlar erken Kurban Bayramı yapmışlardır. 

Vehhabilik İslam dışı saydıklarıyla savaşı meşru hatta farz görüyor, cihat emri veriyor; bu nedenle de terörü bir diplomasi yolu olarak kullanmayı tercih edenlerce bu akım kendi amaçlarına ulaşmak için kullanılabiliyor. El Kaide’nin, Usame Bin Ladin’in, Taliban’ın Vehhabi olması ve Orta Doğu’da Vehhabiliği benimsemiş birçok radikal İslami terör örgütünün faaliyette bulunması, Vehhabiliği terör ile aynı kefeye taşıyor.46 

Bir Vehhabi olan Usame Bin Ladin ve diğer kökten dincilerin ABD, Avrupa ve Türkiye’de yaptıkları kanlı eylemler Türkiye’nin de aleyhine sonuçlar doğurmuştur. Avrupa ülkelerinde ve Türkiye’de yapılan terör eylemleri, batı ülkelerinde Müslüman imajına zarar vermiştir. 

Bu da Türkiye’nin AB’ye girme sürecinde, Avrupa’daki Türkiye karşıtlarının, Türkiye’nin AB’ye girmemesi konusunda ellerini güçlendirmiş ve Türkiye 
aleyhtarlığını artırmıştır. Konuyu bazı platformlarda Hristiyan - Müslüman tartışmasına taşımıştır. Türk vatandaşları hac ve umre için Suudi Arabistan’a 
kutsal yerlere gitmektedir. Özellikle umre için gidilen o bölgede kalan Türk vatandaşları yoğun Vehhabi propagandasına maruz kalmaktadır. 
Söz konusu vatandaşlar orada gördükleri Vehhabi ve Arap gelenek-göreneklerini İslam diye algılamaktadır. 
Bu da Türkiye’deki İslamcı gruplara taban oluşturmaktadır. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder