Humeyni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Humeyni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2019 Cumartesi

1979-1995 ARASI İRAN-ABD İLİŞKİLERİ

1979-1995 ARASI İRAN-ABD İLİŞKİLERİ 


Alican EKREN* 

*Bursa Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası Ekonomi Politikası Yüksek Lisans Öğrencisi, 
ekrenalican@gmail.com

Özet; 

İran 20.yy’ın başından itibaren Amerika Birleşik Devletleri’nin önemli kalelerinden biri olarak değerlendirilirdi. İslam devrimi ile birlikte bu kalenin kaybedilmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin Soğuk Savaş hedeflerini ve bu savaştaki konumunu tahrip edici olmuştur. İran devrimi Ortadoğu’daki dinamikleri büyük ölçü de değiştirmiştir. 
Devrimin zaferiyle birlikte Humeyni, önceki hükümetin kararlarını, anlaşmalarını yok saymıştır. Bu da ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkilerin son bulması anlamına gelmekteydi. Devrim sonrası dönem sadece İran dış politikası için değil aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nin doğu politikası için de önemli olmuştur.1979 yılında meydana gelen devrim, İran’ın sadece monarşi geleneğini değil aynı zamanda iç ve dış politikalarını da değiştirmiştir. Devrim öncesi, bölgede Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük müttefiklerinden olan İran, 1979 sonrası tam karşıt bir konuma yerleşmiştir. Bu çalışmada 1979 devrimi ile birlikte kurulan İran İslam Cumhuriyetiyle birlikte ülke içi ve dışı politikalarda Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkilerin nasıl bir değişime uğradığını, savaşlar ve bölgesel politikalar perspektifinden 1995 yılına kadar olan süreçte incelenecektir. 

Giriş 

Orta Doğu bölgesi üç dinin merkezi olması, yeraltı kaynakları bakımından zengin olması ve bu kaynakların dünya siyaseti için önemli konumda olmasından dolayı, uluslararası politikanın ilgisinin en üst düzeyde olduğu ülkelerin başında gelmektedir. Bu bölgenin en önemli ülkelerinden birisi olan İran, dünyadaki tek Şii teokratik yönetime sahip olmakla beraber, kendine has kültürel ve tarihi yapısı ile Ortadoğu bölgesinde farklılaşmıştır. Orta Asya, Hazar Havzası ve Orta Doğu üçgenin merkezinde bulunması ise önemini daha da arttırmıştır. 

Şubat 1979’da gerçekleştirilen İslam Devrimi sonrasında İran tarihinde yeni bir yola girilmiştir. Devrim, İran’ın bölgedeki konumunu ciddi bir şekilde değiştirmiştir. 
Elde edilen zafer ile Humeyni, Şah döneminin anlaşmalarını ve hükümlerini geçersiz kılmıştır. Bu devrim ile birlikte ABD ittifakından tamamen kopmuştur. Bu kopuşla beraber İran, dünya siyasetinde ABD karşıtı politikaların değişmez tarafı haline gelmiştir. Rıza Şah Pehlevi’nin ülkeyi terk edişi ve akabinde Humeyni’nin İran’a dönüşü ile birlikte, Orta Doğuda dengeleri köklü bir biçimde değiştiren süreç başlamıştır. Bu süreç sadece İran’ı değil, Orta Asya, Hindistan ve Cezayir’e kadar uzanan coğrafyayı etkisi altına almıştır. 

Devrime baktığımızda bunun İslami bir kalkışmadan çok, Şah rejimine karşı topyekûn bir mücadele olduğu görülür. 
Devrim destekçisi gruplar içerisinde ılımlı İslamcılardan liberallere, aşırı İslamcılardan komünistlere kadar birçok grup vardı. Fakat Humeyni’nin de yeteneği ile birlikte, devrim sonrası yönetimi ele geçiren taraf radikal İslamcılar olmuştur. Humeyni elde ettiği bu zafer ile eski yönetimin tüm izlerini silmiş, yaptığı anlaşmaları ve hükümleri yok saymıştır. Özellikle devrim öncesi en büyük dostlarından olan ABD’nin ülkedeki söz hakkını ortadan kaldırmak için büyük çaba göstermiştir. ABD, Humeyni’nin bu davranışlarını hem kendine hem de bölgedeki en büyük müttefiki konumunda olan İsrail için tehdit olarak algılamış ve eski dostun kısa süre içerisinde en büyük halef konumuna gelmesi, kendisinin Ortadoğu için gelecek hedefleri ve politikalarında büyük değişimler yapmak zorunda bırakmıştır. 

1. Rehineler Krizi 

Devrim sonrası İran ABD arasındaki ilk gerilim Rehineler Krizi ile başlamıştır (Yeşil, 2014: 6). İran Şahının tedavi amacı ile ABD’ye gitmesini protesto eden bir grup öğrenci 04.11.1979 tarihinde Amerikan Elçiliğini basarak 52 elçilik personelini 444 gün süreyle rehin almışlardır. Öncelikle Şahın İran’a iadesini ve İran’ın Devrim sonrası Amerika tarafından dondurulan mal varlıklarının serbest bırakılmasını istemişler, isteklerinin yerine getirileceği zamana kadar da rehineleri serbest bırakmayacaklarını söylemişlerdir (Yurdakurban, 2007: 21). 

Rehin alma olayı, “Viyana Komisyonu’nun yabancı misyonun güvenliği ilkesine ters düşmesine rağmen, Humeyni tarafından destek görmüş ve kendi planları çerçevesinde başarı ile kullanmıştır. 

1980 yılında Nisan ayının sonlarına doğru ABD, rehineleri kurtarmak üzere operasyon yapılmasına karar vermiştir. 24 Nisanı 25 Nisana bağlayan gece Tebes Çölüne askeri çıkarma yapıldı. ABD yönetimi bu harekâtın devrim yandaşları için bir mesaj olabileceğini düşünüyordu. Fars körfezinde bulunan ABD güçleri de bu çıkarmayı tam kapasite desteklemeye hazır durumdaydılar. Fakat tüm bu hazırlıklara rağmen ABD’nin rehineleri kurtarma operasyonu tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştır (Aliyev, 2007: 78). 

Düzenlenen operasyonun tam bir başarısızlık ile sonuçlanması, ABD ordusunun dünyadaki imajını neredeyse yerle bir etmiştir (Gündoğan, 2011: 68) 

Yaşanan rehineler krizi İran için uluslararası sonuçları da beraberinde getirmiştir. 22 Mayıs 1980 günü Avrupa İktisadi Birliği üyeleri, ABD baskısı ile İran’a ekonomik boykot uygulamaya başladılar. Bu boykota diğer ülkeler ve Japonya, Kanada’nın yanı sıra Avustralya da katıldı. ABD ile ilişkilerin tekrar rayına oturması için tek bir şey gerekiyordu. O da rehinelerin serbest  bırakılmasıydı (Aliyev, 2007: 79). Irak’la başlayan savaş ve Amerika’nın İran’ın dondurduğu mal varlığını serbest bırakacağı üzerine yaptığı açıklamalardan sonra, 444 gün süren rehine krizi son bulmuş ve 52 rehine İran’ı terk etmişlerdir. Carter, İran’da yaşanan olaylarda başarısız olmasından dolayı, Başkanlık seçimlerinden mağlubiyet ile ayrılmış ve rehinelerin bırakılmasının aynı günü Amerika Birleşik Devletleri’nde Ronald Reagan Başkanlık görevine başlamıştır (Yurdakurban, 2007: 21). Rehinelerin bırakılmasından sonra İran, ABD’den kendi iç işlerine karışmamasını ve uyguladığı yaptırımlardan vazgeçmesi hakkında adımlar atmasını beklemiştir (Aliyev, 2007: 81) 

Fakat Reagen bu isteklere kayıtsız kalıp İran aleyhine olan çalışmalarını daha da 
güçlendirmiştir ve sonra gelen Başkanlar döneminde de bu değişmeden devam etmiştir. 

Rehine krizi İran’ın diğer ülkelere karşı “İdealist Devrim” politikasının daha ön plana çıkmasını sağlamıştır. İran bu politika ile Uluslararası düzende kendi bağımsızlığını korumaya çalışmıştır. Fakat bu “İdealist Devrimci” politikaları İran’ı bilinen diplomatik ilişkilerinden uzaklaştırmıştır. 

Yaşanan bu kriz süresince Humeyni’nin endişesi Velayet-i Fakih (†) düşüncesinin gelişmesinin önüne geçeceğiydi (Halhalli, 2014: 83). 

(†) Din hukuku konusunda bilgin anlamına gelen fakihin vesayet ve yönetim yetkisidir. 

2. İran – Irak Savaşı 


1980 yılının Eylül ayında başlayan İran ve Irak arasındaki savaşa başlamadan önce, 1980'lerin ortalarındaki durumu on yılın perspektifine oturtmak önemlidir. ABD'nin Körfez güvenlik sistemine yönelik duruşunun kökleri, savaş öncesi döneme kadar uzanmaktadır. İran'daki Şah rejiminin çöküşü resmi çarpıcı bir biçimde değiştirdi. Ayetullah Humeyni'nin yeni rejimi Birleşik Devletlerde şüpheyle karşılandı. İran devrimi ABD için iki sorun oluşturdu. Birisi Körfez'deki Arap ülkelerinde benzer sosyal ve politik karışıklık tehdidiydi. Diğeri, Körfez boyunca doğrudan İran saldırıları yapma olasılığıydı. (Naff, 1985: 62). 

İran, yaşadığı devrim sonrasında, başta ABD ve İsrail olmak üzere birçok ülke ile problemler yaşayarak uluslararası camiada yalnız kaldığı bir duruma sokulmuştu. Bunu bir fırsat olarak gören Saddam Hüseyin, 1980’de İran’a saldırarak sekiz yıl sürecek savaşın fitilini ateşledi (Yurdakurban, 2007: 23). Saddam İran’da meydana gelen devrimin kendi topraklarına da sıçramasın dan korktuğundan, İran’daki Şii devriminin hızını kesmek istiyordu. 

1980-1988 arası sekiz yıl süren İran – Irak savaşında ABD’nin Irak’a verdiği destek, sonrasında uyguladığı ekonomik, politik yaptırımlar ve ambargolar İran’ın benliğinde önemli izler bırakmıştır. 1979 devrimi sonrasında İran bağımsız bir dış politika izlemeye başlayınca, ABD için bir tehdit haline gelmiş ve İran’ı “terörü desteklen ülkeler” listesine almıştır. Diğer taraftan Afganistan ve Irak’ı işgaliyle birlikte onu hem doğudan hem de batıdan kuşatması, Basra Körfezinde silahlı güç bulundurması, bölgede İran’ı önlem almaya itmiştir (Doster, 2012: 46). Uygulanan ambargolar sonrasında İran, alternatifler aramaya başlamış, Asya ve Avrupa’ya yönelmiştir. Soğuk Savaş sonrası ABD’nin işgaller yoluyla Ortadoğu’ya yerleşmesinden ve Rusya’nın ağırlığının azalmasından rahatsız olan İran, son zamanlarda Rusya’nın etkinliğinin artmasından memnun olduğunu bilinmektedir. 

Sekiz yıl süren bu savaşta 1 milyon civarında insan hayatını kaybetmiştir. İnsan kaybının yanı sıra ekonomik olarak da büyük sonuçları olmuş ve 150 milyar dolar civarında maddi kayıp meydana gelmiştir. Irak batıdan alenen destek görmesine karşın bu savaşın galibi olamamıştır (Akbaş ve Baş, 2013: 27). Savaş sonrası dönemde Tahran yönetimi pragmatist bir politika izlemiştir. Sekiz yıl 
süren savaşın akabinde İran ekonomisi acilen yapılandırılması kaçınılmazdı. Rafsancani’nin planı ise dışarıdan mali yardım almak ve yabancı yatırımcıyı teşvik etme temellerine dayanıyordu ( Efegil, 2012: 66). 

ABD’nin Irak politikasına baktığımızda bu çıkarlar bazında değişiklik göstermiştir. 1979 yılında Humeyni’nin ortaya çıkışından önce Irak’ı terör listesine alan ABD, Ayetullah Humeyni ile beraber, özellikle ABD ve İsrail üzerindeki radikal görüşleri nedeniyle Irak hakkındaki görüşlerini bir süre rafa kaldırmasına neden olmuştur. 

1979 devrimi ile birlikte Humeyni’nin iktidara gelmesinin ardından başlayan İran – Irak savaşında ABD’nin Saddam Hüseyin’in İran’a saldırmasına olumlu baktığı bir dış politika benimsemiş ve ABD’nin bu tutumu, ikili ilişkileri adeta kopma noktasına getirmiştir (Akbaş ve Baş, 2013: 25). ABD iki amaçla Irak’a destek vermiştir; birincisi İran’ı kaybetmenin ve 444 gün süren rehine krizinin intikamını almak, ikincisi ise İran’da devrim sonrası kurulan Şia yönetiminin zayıflamasıyla beraber, İran’ın İslam ülkelerini birleştirme hayalinin bu savaş yoluyla yıkılmasını sağlamak (Semiz ve Akgün, 2005: 165). İran bu süreçte temel prensiplerden taviz vermeden, ülke içi özgürlükleri arttırma yolunda çabalarken, dış ülkeler ile de ekonomik ve siyasi ilişkilerini geliştirme gayreti içinde olmuştur (Semiz ve Akgün, 2005: 167). 

3. Hazar - Orta Asya Siyaseti 

İki ülke arasındaki çatışmaların en büyüklerinden biri de Hazar ve Orta Asya siyasetinde meydana gelmiştir. İran’ın etkin olmak istediği bu bölgedeki Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan, petrol ve stratejik olarak oldukça önemli bir bölgedir (Semiz ve Akgün, 2005: 167). 
Hazar ve Orta Asya bölgelerindeki bağımsızlığını kazanan devletler denize kıyısı olmadığından, petrol ve gaz ihracatlarını sınır dışı devletlerden geçen boru hatları ile yapmaktadır. Bu boru hatları Sovyetler zamanından kalma eski ve 
artık işlevini yerine getiremez durumda hatlar olduğundan yenilenmesi gerekmektedir. Amerika Birleşik Devletleri bölgede Rusya etkisini kırmak için, Rusya ve İran’ı bypass eden boru hatlarını desteklemiştir (Gökçegöz, 2007: 157). 
Bu amacını gerçekleştirmek için ABD, Avrasya enerji koridor üzerinden Akdeniz’e ulaşan bir boru hattı planlamıştır. Bu bölgede İran’ın önemli bir konuma sahip olması ve ABD’nin yaptığı bir açıklamada Afganistan ve Irak’tan sonra sıranın İran’a geleceği söylemi, İran’ı bölgede açıkça ABD karşıtı hareket etmeye itmiştir. 

İran’ı rahatsız eden bir diğer husus ise ABD Savunma Bakanı’nın Bakû ziyareti olmuştur. Savunma bakanı Rumsfeld’in askeri işbirliği konularını görüşmek üzere yaptığı bu ziyaretten hemen önce NATO Başkomutanı ABD’nin “Hazar Havzası Koruma Programı” kapsamında üsler kurmak istediğini açıklamıştır (İdiz, 2005). Bu program İran’ın güvenlik çıkarlarını tehdit edeceği açıktır. 

Bu yüzden İran bu durma kati bir şekilde karşı gelmiştir. 

İran’ın bölgedeki bilinen hedefi, açık denizlere kıyısı olmayan Orta Asya devletlerinin gaz ve petrollerini güvenli bir şekilde dünya pazarına ulaştırılmasında köprü görevi üstlenmekti. 
Esas gizli hedefi ise Türk cumhuriyetleriyle ilgili olmakla beraber, bölgede nüfuzunu arttırıp, etkili olmaya çalışan ABD’yi ve bölgede etkin olmaya çalışan ABD destekli Arap devletlerini bölgeden uzak tutmaktı (Semiz ve Akgün, 2005: 169). 

İran aynı zamanda Hazar Denizinin statü tartışmalarına dâhil olan kıyıdaş bir ülkedir. Tahran yönetimi Hazar’ı sınır göl olarak tanımlıyor ve 5 kıyıdaş ülke arasında %20’lik paylaştırılmasını veya ortak kullanılmasını savunuyor (Kuzey Haber Ajansı, 2016). 

4. Orta Doğu Politikası 

Ortadoğu, zengin enerji kaynaklarının bulunmasıyla, 20.yy itibariyle bölgedeki enerji kaynaklarına bağımlı tüm uluslar için, ekonomi politikalarını ve güvenlik lerini etkileyen bir bölge halini almıştır. 
ABD’nin Ortadoğu bölgesine olan ilgisi, I. Dünya savaşı ile birlikte petrolün temel enerji kaynağı olması ile beraber artmıştır (Akbaş, 2011: 2). İran ise bir Ortadoğu ülkesi olmasıyla beraber, jeopolitik bakımdan çok önemli bir noktada yer alıp bölge politikaları açısından vazgeçilmezdir. 

Devrim sonrası iki ülkenin de bölge politikaları etkilenmiştir. İran devrimi ile birlikte Ortadoğu üzerindeki dengelerde önemli değişimler olmuştur. Soğuk Savaş öncesinde ABD’nin yakın müttefiki bir ülkede iktidar değilmiş ve tamamen ABD karşıtı bir çizgi benimsemiştir (Gündoğan, 2011: 68). Devrim ile birlikte İran’ın körfez ülkelerindeki Arap liderler başta olmak üzere, Ortadoğu’da bulunan Arap devletleri ile olan ilişkileri kırılmaya uğramıştır. 

Devrimin dini ve ideolojik yönü, İran’ın Ortadoğu’ya genişletilmiş bir politika uygulamasına neden olmuş ve İslam devrimi çoğu Arap milletinin İslami hareketlerini güçlendirmiş ve harekete geçirmiştir (Halhallı, 2014: 85). 

Jeopolitik olarak İran, ABD’nin Ortadoğu’daki hedeflerinin tam merkezinde yer almaktadır. ABD hem kendisinin hem de bölgedeki en önemli müttefiklerinden olan İsrail’in çıkarlarının tehlikeye girmemesi için İran ile hep yakın ilişkiler içerisinde olmuştur. 
Bu amaç dâhilinde Nixon, “twin pillars” denen stratejiyi hem körfezde hem de bölgede uygulamaya başlamıştır (Kenneth 2004: 101). 

Irak’ın 1990 yılında Kuveyti işgali bölgedeki tüm dengeleri değiştirmiştir. Özellikle, Sovyetler Birliği’nden kurtulan ABD için büyük fırsatlar ortaya çıkmıştır. Bunun en başında ABD’nin Körfez’e yerleşerek, “Devrimci İran’ın Kuşatılması,” “Petrol bölgelerinin kontrol altına alınması,” “Suudi Arabistan dâhil tüm körfez monarşilerinin bağımlılıklarının arttırılması ve bu yolla bir çeşit protektora statüsüne indirgenmeleri” gelmektedir (Gündoğan, 2011: 71). Mevcut durumda ABD’nin bölgedeki askeri varlığı oldukça yüksek boyutlardadır. Bu da, ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarının nihai amacı olan petrol ve İsrail’in güvenliği konusunda elini güçlendirmektedir. 

5. Nükleer Politika 

Nükleer enerji üreten ülkelerde istenildiği takdirde nükleer silah da üretilebilmesi gerçeği, uluslararası hukukta bu enerjinin kullanımı ile ilgili bir kısıtlama getirilmemesi durumunu beraberinde getirmiştir. Uluslararası Adalet Divanı’nın da görüşüne göre nükleer silahlarla ilgili kesin bir yasaklama getiren uluslararası bir belgenin olması gerekmektedir. Bu da demek oluyor ki, devletlerin nükleer silah üretimini yasaklayan hukuki anlamda mutlak bir sistem yoktur (Dalar, 2008: 297). 

İran Nükleer Programı Şah Rıza Pehlevi dönemine dayanmaktadır. Pehlevi döneminde İran – ABD ilişkileri oldukça ileri seviyedeydi. Soğuk savaş döneminde ABD’nin SSCB’ye üstünlük kurma yolunda, İran’ın konumu oldukça önemli olmuştur. 
İran bir nevi SSCB’ye karşı tampon görevi görmüştür (Yeşil, 2014: 3). Bu dönemde ABD çevreleme politikasından dolayı İran’ı silahlandırmaya başlamıştır. Nükleer enerji alanındaki ilk gelişmeler de Şah döneminde ABD tarafından başlatılmıştır. 1957 yılında, İran ile ABD nükleer işbirliği antlaşması imzalamış ve 1967 yılında ABD desteği ile Tahran Üniversitesi’nde ilk nükleer araştırma reaktörü açılmıştır (Köse, 2008: 20). Bunların devamında ise İran, 1968 yılında “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nı” imzalamıştır. 1970 yılında ise İran, nükleer çalışmalarına hız vermiştir. 

1979 sonrası İran’ın nükleer politikası tamamen değişmeye uğramıştır. İki ülke devrim sonrası düşman olunca, ABD İran’ın bölgede daha fazla güçlenmesini istemedi. ABD’nin desteği ile başlatılan nükleer çalışmalar, devrim ile birlikte nükleer silah olarak önce ABD’ye, daha sonra ise diğer müttefiklere doğru çevrilmiştir (Yeşil, 2014: 

4). Devrim olduğunda Buşehr’deki iki reaktörün inşasında önemli mesafe kat edilmiş durumdaydı. Hatta bir tanesinin inşası bitmiş durumdaydı. Fakat devrim lideri Ayetullah Humeyni yönetimi yabancı bağımlılığın olmaması için nükleer 
çalışmaların devam etmesine sıcak bakmamıştır. Buşehr nükleer santralinin inşaatına geciken ödenekler ve 1 yıl sonra başlayan İran – Irak savaşı nedeniyle çalışmalarını durdurmuştur (Dalar, 2008: 280). 

1980’li yılların sonlarına doğru nükleer enerji konusu İran’ın gündemine tekrar gelmeye başladı. İran 1990’lı yılların başında Çin ve Rusya ile nükleer reaktör inşası üzerine anlaşmaya varmıştı. İran’ın yaptığı bu anlaşmaları ABD baskı ile bozmaya çalışmıştır. 1991 yılında İran, Çin ile Qinshan santraline benzer biçimde 300 MW’lık bir nükleer santral inşası için anlaşma sağlanmış ve bu anlaşma 1993 yılında onaylanmış olsa da, ABD’nin Çin üzerine kurduğu baskı sonucunda uygulamaya konmamıştır. Daha sonra 1994 yılında Rusya Atom Enerjisi Bakanlığı ve İran Atam Enerjisi Örgütü ile Buşehr Nükleer Santral 1. Ünitesinin 
inşaatının tamamlanması için anlaşma yapılmış ve sözleşme 1995 yılında imzalanmıştır. Rusya’nın İran’a daha fazla nükleer santral kurma çabalarına tepki göstermiş, bu ülkeye daha fazla teknoloji transferi yapmasını engellemek için girişimlerde bulunmuştur (Dalar, 2008: 281). 

Sonuç 

Öncelikle devrim öncesi ve sonrası İran dış politikasına baktığımızda birbirine tamamen zıt iki şablon ortaya çıkmaktadır. Batı tarafından bakıldığında oldukça şaşırtıcı ve imkânsız gibi gelse de aslında o kadar da şaşırtıcı değildir. Devrim öncesi oldukça dostane ilişkiler içerisinde olan iki müttefik devlet, İslam devrimi sonrası tam karşıt pozisyona yerleşmişlerdir. 1979 İslam devrimin ardından İran, hem iç hem de dış dinamiklerde önemli değişimler yaşamıştır. 

İran’ın kendine has olarak nitelendirilebilecek dış politikası iç politikada nevi şahsına münhasır aidiyetten kaynaklanmaktadır. Bu yüzden, İran’ın dış politika haritasının ülke içindeki Şiiliğin protest yapısından bağımsız olduğu 
düşünülemez. 

Şah döneminde İran dış politikasında egemen olan Batıcı/Amerikancı ve laik sistemin bir anda bu kadar ani bir şekilde terkedilmesinin asıl nedeni İran halkı tarafından benimsenmemiş, özümsen-memiş olmasındandır. Devrim sonrası İran dış politikasında egemen olan düşünce, devrim ile beraber gelen rejimin güvenliğini ve ülke güvenliğini sağlamak, sonra da mevcut rejimin korunması ve ihracı çabası olmuştur. 

Nükleer faaliyetler tarafından bakarsak İran’ın çizgisinde bir kayma olmamıştır. Devrim öncesi yürüttüğü faaliyetleri sonrasında da çalkantılı da olsa devam ettirme gayretinde olmuştur. Devrim ile beraber nükleer faaliyetlerin yavaşlaması iktidardaki görüş farklılıklarından ziyade, izolasyon ve ekonomik sıkıntıların sonucudur. Fakat ABD tarafından İran’ın nükleer faaliyetlere bakışın keskin bir biçimde değiştiğini söyleyebiliriz. Özellikle, devrim öncesi kendisi tarafından başlatılan nükleer çalışmalar, sonrasında kendisinin hedef olduğu bir risk durumuna dönüşmüştür. Devrimden 1995 yılında kadar İran’da ki nükleer santral inşasını engelleyecek baskılar ve ekonomik ambargolar uygulamıştır. 

79-95 arası dönemde ABD-İran ilişkilerinde yaşananlar, hem ABD hem de İran için dış politikalarının ana unsurlarını oluşturmuştur. ABD için bölgede en büyük müttefiklerinden olan İran tarafından bir anda “Büyük Şeytan” olarak nitelendirdiği bir konuma gelmesi ABD’yi Ortadoğu politikasında değişime gitmesine neden olmuştur. Devrim sonrası ABD-İran ilişkileri tüm alanlarda olumsuz yöne doğru seyir almıştır. Fakat yaşanan rehine krizi ikili ilişkilerin tamamen kopmasına, diplomatik ilişkilerin tamamen kesilmesine neden olmuştur. 

İslam devrimi sonrası ilişkiler ne kadar kopmuş olsa da iki ülke aralarında ki ilişkiyi karşılıklı çıkar temellerinde devam ettirme gayreti içerisinde olmuşlardır. Bu tarihler arasında özellikle iki ülke arasındaki petrol ve petrol ürünleri ticareti, diğer taraftan gıda ve askeri malzeme ticareti önemli yer kaplamıştır. Uygulanan bu politikanın amacı İran’ın bulunduğu zor durumdan kurtulmak istemesi, ABD’nin kaybettiği mevzilerin en azından bir bölümünü tekrar geri kazanma amacında olmasıdır. 

Kaynakça 

Akbaş, Zafer; BAŞ, Adem (2013). “İran’ın Nükleer Enerji Politikası ve Yansımaları”. History Studies, 21-44. 

Akbaş, Zafer (2011). “ABD’nin Ortadoğu Politikalarının Sürdürülebilirliği ve Ortadoğu’da Güç Mücadelesi”. History 
Studies, ABD ve Büyük Ortadoğu İlişkileri Özel Sayısı: 1-18. 

Aliyev, Vasib (2007). “Devrim Sonrası İran - ABD İlişkileri (1979 – 1991)”. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi 

Akgün, Birol; Yurdakurban, İsmail. “Devrim Sonrası İran Dış Politikası” (1979-2005). Yüksek Lisans Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi. 

Çelik, Kadir Ertaç (2016). “İslam Devrimi Sonrası İran’da Kimlik ve Dış Politika: Konstrüktivist Bir Bakış”. Bölgesel Çalışmalar Dergisi. 

Dalar, Mehmet (2008). “İran’ın Nükleer Programı: Uluslararası Hukuk Bağlamında Bir Analiz”. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi: 24.24. 

Doster, Barış (2012). “Bir Bölgesel Güç Olarak İran’ın Ortadoğu Politikası”. Ortadoğu Analiz, 44-51. 

Efegil, Ertan (2012). İran’ın Dış Politika Yapım Sürecini Etkileyen Unsurlar. Ortadoğu Analiz, 48. 

Gökçesöz, Selim (2007). “Orta Asya ile Hazar Bölgesinde Mevcut ve Planlanan Yeni Boru Hatlarının Türkiye'nin Enerji Koridoru 
Olmasına Etkileri.” Güvenlik Stratejileri Dergisi, 

Gündoğan, Ünal (2011). 1979 “İran İslam Devrimi’nin Ortadoğu Dengelerine Etkisi”. Orta Doğu Analiz Dergisi, Ankara: Eflal Matbaacılık, 67-73. 

Hallallı, Bekir (2014) “Humeyni Dönemi İran Dış Politikası (1979-1989)”. Birey ve Toplum Sosyal Bilimler Dergisi, 75-96. 

İdiz, Semih (2015). “Hazar Havzasındaki Stratejik Manevralar” Milliyet, 

Katzman, Kenneth (2000). "Iran: US Policy and Options." Library Of Congress Washington DC Congressional” Research Service: 

Köse, Talha (2008). “İran Nükleer Programı ve Ortadoğu Siyaseti: Güç Dengeleri ve Diplomasinin İmkanları”. SETAV. 

Naff, Thomas. Gulf (1985). “Security and the Iran-Iraq war”. NATIONAL DEFENSE UNIV WASHINGTON DC, 

Pollack, Kenneth M (2004). The Persian Puzzle. The Conflict between Iran and America, 

Yeşil, Caner (2014). “Nükleer Kriz Üzerinden Devrim Sonrası ABD – İran İlişkileri.” Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 

Semiz, Yaşar; Akgün, Birol (2005). “Büyük Orta Doğu Jeopolitiğinde İran-ABD İlişkileri.” Selçuk Üniversitesi İİBF Sosyal ve 
Ekonomik Araştırmalar Dergisi: 9. 


***

27 Mart 2017 Pazartesi

DOĞUŞUNDAN GÜNÜMÜZE VEHHABİLİK, BÖLÜM 4


DOĞUŞUNDAN GÜNÜMÜZE VEHHABİLİK, 
BÖLÜM 4




S. Arabistan, Vehhabiliği yaymak için de Sovyet Rusya’nın yıkılışından sonra hemen harekete geçmişti. Ancak Suudi Arabistan, Rusya ve Orta Asya Cumhuriyetleri’yle ilişkilerini geliştirmek için devletler arası görüşmeler yoluna çok az başvurmuştu. Suudilerin Orta Asya Cumhuriyetlerinin başkentlerin de büyükelçilikler açmaları da neredeyse dört yıl alacaktı. Bunun yerine Suudiler, Orta Asya’ya milyonlarca Kur’an göndermeyi, hacca ve umreye gelen Orta Asyalı Müslümanlara kaynak sağlamayı ve Suudi Arabistan’da araştırma yapmak isteyen mollalara (Vehhabiliği yayma özlemiyle) burs vermeyi tercih etmişlerdi.47 

Orta Asya ve Kafkasya’daki Türk Cumhuriyet ve topraklarına Vehhabi öğretisi verilirken şüphesiz ki laik Türkiye Cumhuriyeti ve ATATÜRK düşmanlığının da öğretildiği bir gerçektir. 

S. Arabistan Müslüman ülkeleri kendi mezhepleri doğrultusunda etkilemek ve dünyanın her tarafında İran ve Şii mezhebine karşı mücadele etmek için elindeki tüm olanakları pervasızca kullandı. Özellikle S. Arabistan, kutsal yerlerin denetiminin kendisine kazandırdığı meşruiyetten güç alarak petrol dolarlar sayesinde siyasal iktidarını sorgulamaktan kaçınan sıkı sıkıya fundamentalist dinsel bir propaganda geliştirmeye girişti. 1962’den beri Rabıta, Kur’an ve din kitapları basar ve bütün dünyada camileri ve İslam Enstitülerini finanse eder. Örneğin; Avrupadaki cami imamlarının çoğunun maaşlarını öder. S. Arabistan böylece yayınlar, burslar, kollokyum ve seminer organizasyonları ile İslamcı üretimi muhafazakâr bir yöne kaydırmaya çalışmaktadır.48 

80’li yıllarda Suudilerle Arap Müslüman Kardeşler arasında bir tür ortak yatırım kuruldu. S. Arabistan bu örgüte parasal destek sağlayacak, örgüt de S. Arabistan’da faaliyette bulunmayacaktı.49 Bu ittifak sayesinde Güney Asya’daki “Cemaati İslam” Pakistan’daki “Ehli Hadis” ve Çin’deki “İhvan” gibi kuruluşları Vehhabi çizgiye çekildi. S. Arabistan Afganistan’da savaşan Afgan Arapların Sovyetlere karşı mücadelede Suudi istihbarat Şefi Prens Türkî, Pakistan İstihbarat Teşkilatı ile organize edecekler ve bu savaşta Şiilerin güçlenmemesi için de yoğun olarak Sünni grupları destekleyeceklerdir. Ayrıca Ürdün Müslüman Kardeşler Örgütünü, Cezayir’de FIS’i finanse etti.50 S. Arabistan salt stratejik nedenlerle Yemen’deki reform için toparlanan hareketi de destekleyecetir. 

Ayrıca Vehhabi mezhebini benimsemiş ülke ve örgütlerin doktrinel olarak halkı Müslüman olan laik bir ülke ile sıcak ilişkiler kurmasını beklemek doğru değildir. Çünkü mezhebi buna izin vermemektedir. 

Vehhabilik Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında önemli bir etken olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Yüce ATATÜRK’ün yaptığı devrimler sonucunda; günümüzde, laik ve demokratik düzene sahip, halkı Müslüman olan tek devlettir. Bugün ülkemiz siyasal İslamcılığın tehdidi altındadır. Bu tehditle mücadele etmenin en önemli yolu ilim ve aklı rehber edinerek ATATÜRK ve onun ilke ve inkılaplarını öğrenmek ve yaşamak; ayrıca bu akım hakkında toplumu bilgilendirmektir. 

DİPNOTLAR ;

1 Bülent Baloğlu; İslam ve Demokrasi, s. 237. 
2 Josep Kostiner; Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri. s. 238. 
3 Fulya Atacan; Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, s. 238. 
4 Jerichow Anders; The Saudi Files St. Martins Press, s. 10. 
5 a.g.e.; s. 24. 
6 İsmail Hakkı Uzunçarşılı; Mekke-i Mükerreme Emirleri, s. 17. 
7 Ahmet Vehbi Ecer; Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri, s. 115. 
8 Ecer; s. 115. 
9 (*) Fransız subaylardan ( Fransa’nın Bağdat Konsolosu ) Jean Raymand’un Fransa Dış İlişkiler Bakanına sunulmak üzere hazırladığı Vehhabilerle ilgili 10 Temmuz 1806 tarihli muhtırasında 
(A. Ecer S.56) Suud ile Muhammed B. Abdulvehhab arasındaki ilişkilerini açıklamıştır. 
‘’Muhammed B. Abdülvehab ve Muhammed B. Suud yeni toplumun başında bulundular. İktidarı aralarında paylaştılar. Muhammed B. Abdülvehab dinî liderliği, ötekide devlet işlerini ele aldılar. Karşılıklı olarak bu görev taksiminin kendilerinden sonra ailelerine geçmesinde ve devamında anlaştılar. Ayrıca Der’iye şehrinin oluşacak imparatorluğun başkenti olmasında da anlaştılar. 
(J.Raymand, Les Wahabys, Le Caire 1925, 7-8) 
10 R. Hair Dökmeciyan; Islam in Revolution, Fundemantalism in the Arab World, (Türkçesi: Arap Dünyasında Köktencilik). 
11 Lee David Cooper; Vehhabi Hareketi. 
12 Necdet Sakaoğlu; Bedevilikten Vehhabi – Suudi İmparatorluğu’na Makalesi. 
13 Rıfat Uçarol; Harp Akademileri Yayınları Siyasi Tarih. s. 126. 
14 Nâci Kâşif Kıcıman; Medine Müdafaası Hicaz Bizden Nasıl Ayrıldı?, s. 135. 
15 a.g.e; s. 42. 
16 Fulya Atacan; Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, s. 224. 
17 Philby; Arabia Of The Wahhabis London 1928, s. 23, , Mehmet Ali Büyükkara Suudi Arabistan ve Vehhabilik, s. 48. 
18 a.g.e.; s. 23-24. 
19 Kemal H. Karpat; İslam’ın Siyasallaşması, s. 454. 
20 Alexendar Bligh; From Prince Two King. 
21 Qystein Noreng; Oil and Islam. England, (Türkçe’si: Petrol ve İslam. Çev. Dilek Başak) s. 302. 
22 a.g.e.; s. 302. 
23 R. Hair Dökmeciyan; Islam in Revolution, Fundemantalism in the Arab World, 1985 (Türkçesi: Arap Dünyasında Köktencilik.) s. 156. 
24 Ecer; s. 3. 
25 Al-Azmeh Aziz; Islams and Modernities. (Türkçe’si: İslamlar ve Moderniteler. Çev. Elçin Gen.) s. 224. 
26 Fazlul RAHMAN; İslam. s. 252. 
27 Karpat; s. 29. 
28 Ecer; s. 247. 
29 Mehmet Ali Büyükkara; Suudi Arabistan ve Vehhabilik. s. 12. 
30 Muhammed Esed; The Road to Mecca. (Türkçesi: Mekke’ye Giden Yol. Çev. Cahit Koytak.) s. 230. 
31 Dökmeciyan; s. 166. 
32 Pakistanlı gazeteci. Evsaf gazetesi yazarı Hamid Mir’in yaptığı bir röportajda (7 Kasım 2001) 
33 Atacan; s. 243. 
34 Stratejik Araştırma Analiz Formu İnternet Sitesi; 03.12.2006. 
35 Golberg; Saudi Arabia, s. 159 
36 İsmail Zengin; İran Devrimi ve Ortadoğu’ya Etkileri. Milliyet Yayınları, s.97 
37 Stratejik Araştırma Analiz Formu İnternet Sitesi; El-Cezire Televizyonu. 
38 Selim Dilek Bahadır; Cumhuriyet Strateji s. 112. 
39 Peter Mansfield; The Successors of the Ottoman Empire. (Türkçe’si: Osmanlı Sonrası Türkiye Ve Arap Dünyası Çev. Nuran Ülke.) s. 59. 
40 Türkiye’nin Parçalanması ve İngiliz Politikası (1900- 1920); İngiliz Devlet Arşivi Gizli Belgeleri, Belge nu. 278 s. 228 
41 a.g.e. s. 93. 
42 Suud İmparatorluğu’nun muhalifi olan son bölgeler de Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen birkaç yıl içinde İmparatorluğa ilhak edilmişti. 
Daha sonra, 1922 yılında İngiliz Yüksek Temsilcisi İbni Suud Kuvvet Emiri yüzünden çıkan anlaşmazlıklara öfkelenerek eline kırmızı bir kalem alıp bizzat kendisi 
harita üzerinde bu iki ülke arasındaki hudutları çizip ediyordu. Ayrıca İbni Suud’un hudutları boyunca biri Kuveyt’le diğeri de Irak’la paylaşılan iki ayrı 
“Tarafsız Bölge” tayin etti. (Yergin; Petrol, s. 328.) 
43 Ecer; s. 247. 
44 Bernard Levis; The Crisis Of Islam. Toronto, 2003. (Türkçe’si: İslam’ın Krizi. Çev. Abdullah Yılmaz.) s. 113. 
45 a.g.e. s. 113. 
46 Gözde Kılıç Yaşin; Makedonya Terör Kıskacında, Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi, Balkan Araştırmaları Masası. 
47 Ahmed. Taliban Raşid; Islam, Oil and the New Great Game in Central Asia. s. 333. 
48 Olivier Roy; L’Echec de İslam politique Editions du Seuil, 1992. (Türkçesi: Siyasal İslam’ın İflası. Çev. Cüneyt Akalın s. 156. 
49 a.g.e. s. 157. 
50 Roy; s. 161. 


Kaynaklar 

Akademik Orta Doğu; C. 1, Sayı 1. 
AKYOL, Taha. Medine’den Lozan’a 8. Baskı. İstanbul, 2004. 
ARI, Tayyar; Basra Körfezi ve Orta Doğu’da Güç Dengesi 1978-1996. 3. Baskı. İstanbul, 1998. 
ATACAN, Fulya; Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu 1. Baskı, İstanbul, 2004. 
Avrasya Dosyası Arap Dünyası Özel; c. 6, Sayı 1. 
AZİZ, Al-Azmeh; Islams and Modernities. (Türkçesi: İslamlar ve Moderniteler. Çev. Elçin Gen, 1. Baskı. İstanbul, 2003) 

BADİP, Sait; Suudi Arabistan İran İlişkileri 1926 – 1982 İran ve Arabistan Araştırma Merkezi London. 
BALOĞLU, Bülent; İslam ve Demokrasi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara. 1999. 
BLİGH, Alexendar; From Prince Two King, Newyork University Press, 1984 
BOZDAĞ, İsmet; Abdülhamit’in Hatıra Defteri, 2. Baskı, İstanbul, 1975. 
BULUT, Faik; Tarikat Sermayesinin Yükselişi. 2. Baskı, Ankara, 1997. 
BULUT Faik ve Mehmet FARAÇ; Kod Adı: Hizbullah, 2. Baskı, İstanbul, 1999. 
BURKE, Jason; El Qaeda Casting a Shadow of Terror, 2003 (Türkçesi: El Kaide Terörün Gölgesi. Çev. Ebru Kılıç, 1. Baskı, İstanbul, 2004). 
BÜYÜKKARA, Mehmet Ali; Suudi Arabistan ve Vehhabilik. İstanbul, 2004. 

COOPER, Lee David; Vehhabi Hareketi, 1991, İslami İmam Muhammet Bin Suud Üniversitesi. 

DAVİŞA, Adid; Arab Nationalism In The Twentieth Century, 2003 (Türkçesi: Arap Milliyetçiliği-Zaferden Umutsuzluğa. Çev. Lütfi Yalçın, 1. Baskı, 2004). 
DÖKMECİYAN, R. Hair; Islam in Revolution, Fundemantalism in the Arab World, 1985 (Türkçe’si: Arap Dünyasında Köktencilik. 1.Baskı. İstanbul, 1992). 

EARLE, Edward Mead; Bağdat Demir ve Petrol Yolu Savaşı (1903- 1923) (Türkçesi K. Yargıcı ve N. Uğurlu, 1. Baskı. İstanbul, 2003). 
ECER, Ahmet Vehbi; Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri, Ankara, 2001. 
ESED, Muhammed; The Road to Mecca (Türkçesi: Mekke’ye Giden Yol. Çev. Cahit Koytak. 9. Baskı. İstanbul, 2003). 
ER-REYYİS, Riyad N.; Osmanlı’nın Çöküş Döneminde Arap Casusları, İstanbul, 2006. 
Eyüb Sabri Paşa; Tarih-i Vehhabiyan (Vehhâbîler Tarihi), İstanbul, 1992. 

FAROQHİ, Suraiya; Herrscher über Mekka. Münih, 1994 (Türkçesi Hacılar ve Sultanlar 1517-1638, Çev. Gül Çağalı Güven, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995). 
FELDMAN, Noah; Cihat’tan Sonra Amerika ve İslami Demokrasi Mücadelesi. 

GÜLSOY, Ufuk; Hicaz Demir Yolu, İstanbul, 1994. 
GÜNALTAY, Şemseddin; İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, 1. Baskı, Ankara, 1997. 

İBRAHİM Ferhad ve Heidi WEDEL; Probleme der Zivilgesellschaft im Vorderen Orient 
(Türkçesi Orta Doğu’da Sivil Toplumun Sorunları, Çev. Erol Özbek, 1. Baskı, İstanbul, 1997 ). 

JERİCHOW, Anders; The Saudi File, New York, 1998. 

KOSTİNER, Josep; Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri. 
KARPAT, Kemal H; İslam’ın Siyasallaşması, 1. Baskı, İstanbul, 2004. 
KICIMAN, Nâci Kâşif; Medine Müdafaası Hicaz Bizden Nasıl Ayrıldı? 3. Baskı, İstanbul, 1994. 
Kral Abdullah; Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik, Tercüme Halit Özkan, 1. Baskı, İstanbul, 2006. 

LEVİS, Bernard; The Crisis Of Islam, Toronto, 2003 (Türkçesi İslam’ın Krizi. Çev. Abdullah Yılmaz, 2. Baskı İstanbul, 2003). 
MACİT, Nadim; Küresel Güç Politikaları Türkiye ve İslam, 1. Baskı, Ankara, 2006. 
MANAZ, Abdullah; Siyasal İslamcılık, 1. Baskı, Ankara, 2005. 
MANSFİELD, Peter; The Successors of the Ottoman Empire (Türkçesi Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası Çev. Nuran Ülken, 1. Baskı, İstanbul, 1975). 

NEBHÂNÎ, Yûsüf; Şevâhidü’l - Hakk’dan Vehhâbîlere Cevaplar. 
NORENG, Qystein; Oil and Islam, England, 1997 (Türkçesi Petrol ve İslam. Çev. Dilek Başak, Sabah Yayınları, İstanbul, 1998). 

ÖKE Mim Kemal, M. Lütfullah KARAMAN, Emir TURAM, Mithat BAYDUR ve Orhan KOLOĞLU; Kutsal Topraklarda Casuslar Savaşı, İstanbul, 1995. 

RAŞİD, Ahmed Taliban; Islam, Oil and the New Great Game in Central Asia, Londra, 2000 (Türkçesi Taliban: İslamiyet, Petrol ve Orta 
Asya’da Yeni Büyük Oyun, Çev. Osman Akınhay, 1. Baskı. İstanbul, 2001). 

ROY, Olivier. L’Echec de I’İslam politique Editions du Seuil, 1992. (Türkçesi Siyasal İslam’ın İflası. Çev. Cüneyt AKALIN, 2. Baskı, İstanbul, 1995). 

SAKAOĞLU, Necdet; Bedevilikten Vehhabi Suudi İmparatorluğuna Makalesi. 
SIRMA, İhsan Süreyya; Osmanlı Devletinin Yıkılışında Yemen İsyanları, 3. Baskı. İstanbul, 1996. 

ŞİMŞEK, Erdal; Türkiye’nin Orta Doğu Politikası, İstanbul, 2005. 

TURAN, Ömer; İslam ve Demokrasi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1999. 
Türkiye’nin Parçalanması ve İngiliz Politikası (1900- 1920); İngiliz Devlet Arşivi Gizli Belgeleri, 1. Baskı, İstanbul, 2005. 

UÇAROL, Rıfat; Harp Akademileri Yayınları, Siyasi Tarih, İstanbul. 
ULUĞBAY, Hikmet; İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, 1. Baskı, Ankara, 2003. 

USAMEN, Abdurrahman Salih; Suudi Arabistan Krallığı Tarihi c. 1 Melik Kral Suud Üniversitesi 1997. 
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; Mekke-i Mükerreme Emirleri, 2. Baskı, Ankara, 1984. 

WİNSTONE, H. V. F; The Illicit Adventure (Türkçesi Orta Doğu’nun Serüveni, Tercüme Fuad Davudoğlu, İstanbul, 1999). 

YERGİN, Daniel; Petrol (Türkçesi Petrol Çev. Kamuran Tuncay, 2. Baskı, Kültür Yayınları, İstanbul, 1999). 

ZENGİN, İsmail; İran Devrimi ve Orta Doğu’ya Etkileri, Milliyet Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1991. 


Terimler Sözlüğü: 

aşura: Şiilerce kutsal yas günü, Hüseyin’in şehadet yıl dönümü (10 Muharrem). 
ayetullah: “Allah’ın işareti”, Şii dinî payesi. 
bid’at: Kabul edilmiş inançlara aykırı doktrin ya da uygulama. 
davet: İnancın duyurulması; dinî propaganda. 
ehlibeyt: Peygamberin ailesi. 
ehlikitab: Kitab ehli Hristiyanlar ve Yahudiler, ayrıca zımmi de der. 
hadis: Peygamberin söz ve davranışı. 
halife: Peygamberin takipçisi. 
harici: Havaric; Peygamberin kabilesinin hilafeti zaptetmelerine 
muhalefet eden ve herhangi bir dindar Müslüman’ın halife olma hakkına 
sahip olduğunu savunan, Ali’nin katilleri. 
hurafe: Batıl inanç. 
ibadi: Umman’da egemen Harici mezhep; Abadiyye olarak da bilinir. 
ihvan: Dinî cemiyet kardeşliği. 
Kureyş: Peygamberin kabilesi. 
küffar: İnanmayanlar, kâfirler. 
küfr: İnançsızlık, inkâr. 
meclis’üş şüra: Danışma meclisi. 
mezhep: Fıkhi düşünce okulu. 
müvahhidin: Birleyeciler; Abdulvahhab’ın takipçileri, Vehhabi olarak da biliniyorlar. 
selef: Dindar atalar. 
selefiyye: Abduh ve Rıza önderliğinde bir İslami diriliş hareketi. 
sünnet: Peygamber’in sonradan gelenler için bağlayıcı söz ve 
uygulamaları; Ortodoks Müslümanların töreleri. 
tevhit: Allah’ın birliğine inanma, Allah’a ortak koşmama, şirkin karşıtı. 
ulema: İslam bilginleri. 
zahir: Açık. 

Not: Terimler; R. Hrair Dökmeciyan, Arap Dünyasında Köktencilik kitabından alınmıştır. 

DOĞUŞUNDAN GÜNÜMÜZE VEHHABİLİK, BÖLÜM 3

DOĞUŞUNDAN GÜNÜMÜZE VEHHABİLİK, 
BÖLÜM 3



Bugün S. Arabistan’daki muhalefeti, geniş bir tabana yayılmış olan ve El Kaide’ye gönülden ve ideolojik olarak bağlı, İhvan’ın sürekliliği görüntüsünü veren köktenci Selefiler ile daha liberal bir siyaset izlenmesini isteyen gurplar oluşturmaktadır. 1990’larda başlayan muhalefet, Irak’ın Kuveyt’i işgali sırasında yönetimin koalisyon güçlerinin ülkede konuşlanmasına izin vermesi ile seslerini duyurmaya başlamışlardır. 

Mekke’de üniversite dekanı olan Dr. El-Havali, ABD askerlerinin konuşlanmasına izin veren ulemayı eleştirerek Batı’ya yeteri kadar direnmemekle suçlamak tadır.33 1990’da bir grup kadın, kadın haklarını savunan gösteri yürüyüşü düzenlemiş, liberaller de bu gelişmeyi desteklemişlerdir. Ülkede 1993’ten beri Meşru Haklar Savunma Komitesi ile İslami Reform Hareketi muhalefete devam etmektedir. Bu gruplar bazen ülke içinde bazen de ülke dışında eylemlerini sürdürmektedir. Suudi Arabistan İçişleri Bakanlığı, güvenlik güçlerinin 2006’nın son üç ay içerisinde El Kaide örgütüne üye oldukları şüphesiyle çoğu Suudi Arabistan vatandaşı olan 1000’e yakın kişiyi tutuklayıp sorguladığı basın yayın organlarında yer almıştır.34 

Ç. Vehhabi - Şii İlişkileri 

Suudi Arabistan’da Şiiler, ülkenin en zengin petrol yatakları ve rafineri tesislerinin bulunduğu doğu bölgesindeki El Ahsa, Katif, Dahran gibi 
şehirlerde yaşamaktadır. Takriben ülke nüfusunun %6-%8’i kadardır. Abdülvahab ilkelerinin başında şirk olarak kabul ettiği Şiiliğin yok edilmesi 
gelmektedir. Aziz Al-Azmah’e göre; Vehhabilik, tarihi boyunca ve S. Arabistan’ın kurulmasına kadar Şiiler, hem ideolojik ve hem de askerî açıdan Vehhabi mezaliminin başat hedefi olmuştur. Vehhabiliğin Şiilere ilk saldırısı 1802’de Kerbala’nın yağmalanması ve 2000’den fazla Şiinin öldürülmesi ile son bulmuştur. Bu tarihten sonra aralarında zaman zaman bazı küçük çatışmalar olmuşsa da Vehhabi-Suud Devletinin Şiilere karşı ilk resmî tavrı İhvanın İbn’i Suud’a karşı ayaklanması sonucunda ortaya çıkmıştır. Vehhabiler, İbn Suud’u, ülkedeki Şiilere ses çıkarmaması ve onları Vehhabi mezhebine uymaya zorlamadığı için eleştirmiştir. Kral Abdulaziz, İhvanın, Şiilerin “1927’de “Kerbela ve Necef gibi şehirleri” ziyaret etmelerinin engellenmesi ve “bid’atlarını ikame etmek için imar edilen mescitlerinin” yıkılması ve bu durumu kabul etmeyenlerin de “Müslümanların beldesinden sürülmesi” gibi isteklerinden sadece Aşura merasimlerinin engellenmesini yürürlüğe koydu. Öte yandan Medine-i Münevvere’deki Baki Mezarlığında Şiiler tarafından kutsal görülen mezarları yıktılar. 

1979’da Cuheyman’ın Kabe’deki isyanından sekiz gün sonra Irak ve İran Şiilerinin bir parçası olan doğudaki Şiiler İran’daki Humeyni devriminden 
etkilenerek isyan etmişlerdir. Aslında Şiiler 1913’te Abdülaziz’in doğu bölgesini işgalinden sonra Vehhabi mezhebinin Şiiler üzerindeki baskılarının azaltılması, mezhepsel faaliyet ve ibadetlerine izin verilmesi, vatandaşlık haklarından eşit olarak faydalanılması, bölgenin ekonomik olarak kalkındırılması nedenleriyle zaman zaman taleplerini dile getirmek için ayaklandılar. 1979-80 ayaklanma larında ayrıca İran’ın bölgeye devrim ihraç etme ve bölge insanını tahrik etmesi ile bölgenin petrol ve sanayi tesislerine sahip olmasından dolayı işçilerin çokluğu ve örgütlü olmaları önemli etkenler olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca son dönemlerdeki Şii ayaklanmalarının sebeblerinden en önemlisi de İran ve Suudi Arabistan’ın bölgedeki çıkar çatışmaları ve iki ülkenin İslam dünyasındaki liderlik mücadelesi olarak görülmektedir. İran’daki devrimden sonra İran yönetimi devrimi bölgeye ihraç etmek için hemen faaliyetlere başladı. Bu maksatla Şii Ayetullahlar görevlendirildi; bölgeye bildiri ve teyp kasetleri gizlice sokuldu, İran 
radyolarında Arapça Humeyni ve Devrim Ayetullahlarının vaaz ve demeçlerini yayınlamaya başladılar. Ağustos 1979’da Bahreyn’de İran Devrimi yanlısı iki Ayetullah’ın tutuklanması, bölgede geniş çaplı protestolara ve gösterilere yol açtı. 1979 hac mevsimine denk gelen ekim ayında ise İranlı hacılar Mekke’de devrimi destekleyen gösteriler yaptılar, bildiriler dağıttılar.35 Bu olaylardan Suudi Arabistan’ın doğu bölgesi de etkilendi. O yıl Aşura’yı serbestçe kutlamak için gösterilere başladılar. Göstericiler, Kerbela ve Hz. Hüseyin ile ilgili sloganların yanı sıra Suudiler aleyhine, İran devrimi ve Humeyni lehine sloganlar atmaları ve pankartlar taşımaları üzerine bölgeye Millî Muhafız Birliği sevk edilerek bölge kontrol altına alındı. 1980’de de benzer bir ayaklanma kanlı bir şekilde bastırılmıştır. 

1979 İran devriminden sonra S. Arabistan; İran ve Şiiliğe karşı her türlü tedbiri alacaktır. S. Arabistan’ın can alıcı petrol tesisleri ve terminallerinin Basra Körfezi tarafındaki kıyıda bulunması, petrol endüstirisinin İran Hava Kuvvetlerinin on beş dakikalık menzilde bulunması, bu bölgede Şii nüfusunun yoğun olması ve petrol ihracaatının büyük kısmının Hürmüz Boğazı’ndan yapılması S. Arabistan’ın İran’a karşı sürekli tedbir geliştirmesine neden olmuştur.36 Ayrıca S. Arabistan Dünya Radikal İslamcılığını da İran’a kaptırmamak için 1980’den itibaren esas olarak Arap olmayan ülkelere ve Avrupa’daki göçmenlere yönelik Sünni oluşum lara büyük destek sağlamıştır. Hatta Kral Fahd 1986’dan itibaren Kutsal Yerlerin Koruyucusu unvanını kullanmaya başlamış ve 1982’de Körfez İş birliği Konseyinin kuruculuğunu da üstlenmiştir. 

Bu isyanların sonucunda Şiiler bazı haklar elde etmişse de sorunların çoğu devam etmektedir. Her ne kadar Suud yönetimi bazı iyileştirme önlemleri alsa da Vehhabilik Şiilerin bölgeden yok olmasını istediği için yeterli hak ve dinî özgürlükler verilememektedir. ABD’nin yıllık olarak yayımladığı ve kongre üyelerine sunduğu 2006’daki din özgürlükleri konusundaki raporu, Şiilerin dinî özgürlüklerinin kısıtlandığına ve bu çerçevede Şii yetkililerin isteklerine yer vermiştir. 

Şii nüfusun yer aldığı Suudi Arabistan’ın doğu bölgesi ve Şii nüfus her zaman için Suud yönetiminin hassas bölgesi, yumuşak karnı olmuştur. 

Bugün de Lübnan ve Irak’ın hâlihazırdaki durumundan en çok etkilenen ve rahatsız olan ülkelerin başında gelmektedir. Irak’ın bölünmesi bölgede 
hâlihazırda mevcut olan Irak’ın güneyindeki Şii oluşumun meşruiyet kazanması Suudi Arabistan’ı çok rahatsız etmektedir. Aynı şekilde Lübnan’daki Hizbullah’ın da varlığı Suudi yetkilileri zor duruma sokmaktadır. Zira Irak’ın güneyindeki oluşumla İran’dan başlayan Lübnan üzerinden Akdeniz’e kadar uzanan bir Şii kuşağı oluşmuş durumdadır. Ayrıca Körfez ülkelerindeki Şiiler (Kuveyt’in %20’si, Bahreyn’in %80’i, Katar’ın %10’u, Birleşik Arap Emirlikleri’nin %30’u, Umman’ın %80’i İbadidir.) ile Suriye yönetimini de hesaba katacak olursak İran, bölgede Suudi Arabistan’a karşı çok kuvvetli mevziiler elde etmiş durumdadır. Suudi Arabistan her ne kadar Irak’taki Sünnilere destek verse de bu yeterli olmamaktadır. Bu yüzden ülke içindeki radikal Vehhabilere ve İslam dünyasındaki faaliyetlerine ters gelse de bölgede İsrail ve ABD ile hareket etmek zorundadır. Nitekim tanımamış olmasına rağmen Suudi yetkililerin İsraillilerle gizlice görüştüğü yayın organlarında yer almaktadır (Suudi Arabistan Millî Güvenlik Kurulu Başkanı Bender Bin Sultan’ın İsrail’e yaptığı iki ziyaret Filistin El- Menar gazetesinde yer almıştır.). Ayrıca yine basında İsrail Başbakanının Suudi Arabistan’ın Lübnan politikasını övücü sözleri yer almıştır.37 Bazı Türk yayın organlarında da Suudi Kralının Türkiye ziyareti Irak politikasında kendisine müttefik arayışı olarak değerlendirilmiştir.38 Ülke içinde Hizbullah ve Irak Şiilerine sempati duyanlar yönetimin politikalarına rağmen zaman zaman gösteri yapmaktadırlar. İsrail-Lübnan savaşında Suudi Arabistan yönetimi resmî olarak Hizbullah’ı suçlarken Suudi Arabistan’da yaşayan Şiiler, Hizbullah’a destek gösterisi yaptı. 

Bu arada Suudili bazı ulemadan din adamları ile üniversitelerden bir grup da Hizbullah’ı kınayan bildiler yayınladı, gazetelere demeçler verdiler. 
Görünen o ki Suudi Arabistan Irak ve Lübnan politikalarında içindeki durumu da dikkate almak zorundadır. 

Sonuçlar 

Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir: Abdulvehab’ın veya mezhebin bazı önderlerinin ileri sürdüğü gibi Arabistan’da Vehhabilik, Türkler İslama aykırı işler yaptığı için ortaya çıkmamıştır. Vehhabiliğin ana kaynağı, Hanbeli mezhebi ve daha sonra ortaya çıkan Teymiyyecilikteki radikal unsurlardır. Ancak XVIII’inci yüzyıldan itibaren Vehhabilik, Türk düşmanlığı üzerine oturtularak İbn Suud tarafından siyasi olarak kullanılmıştır. 

Vehhabilik, ortaya ilk çıktığı 1744 tarihinden itibaren Osmanlı’nın dinî bütünlüğünü bozan, çıkardığı kargaşa ortamlarıyla büyük devletlere ödünler verilmesine sebep olan ve Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandıran bir akımdır. Birinci Dünya Savaşı’nda padişahın cihat çağrısına uymayıp İngilizler’le iş birliği yapmaları Osmanlı Devleti’ni bu bölgede zor duruma sokmuştur. 

Arapların, Türklerin yenilmesinde ki katkısı büyük olmuştur; ne var ki tek başlarına bunu asla gerçekleştiremezlerdi.39 Emir Faysal’ın 11 Ağustos 
1919’da İngiliz Dışişleri Bakanlığına yazdığı mektup konuyu çok açık bir şekilde dile getirmektedir: 
Bütün Arap Müslümanlarının gözü İngiltere’ye dikilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında asıl kuvvet olan Araplar, şimdi ödüllerinin ne olacağını bilmek istiyorlar. Babam İngilizlerin sözüne güvenerek Türklere karşı savaş açtı. Açıkça İngilizlerin bir olduğumuzu ve İngilizlerin kutsal yerlerimizin koruyucusu olduklarını ilan ediyoruz.”40 

Araplar, kısa zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla neler yitirdiklerini acı bir biçimde öğrendiler.41 Çünkü İngilizler, Yahudilerin Filistin’e göç etmesine 
ve Yahudi Devleti’nin kurulmasına Fransızlar da Lübnan’a yeni yerleşim alanları kurmaya, Vehhabi isyanları zamanında karar verdiler. Bunların ötesinde bugünkü Orta Doğu haritasının çizimini kendi istekleri doğrultusunda masa başında yaptılar.42 

Vehhabi hareketi, Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hızlandıran ve Arap Yarımadası’ nda dini siyasete alet eden yalnız bir hareket olarak kalmadı, Arapça konuşan diğer bölge halklarının Türklerden uzaklaşmasını da hızlandırdı. 

Vehhabi hareketi Türk düşmanlığından hızını alan bir Arap milliyetçiliğinin doğuşunda, modernist İslamcıların ortaya çıkmalarında etkili oldu. Dinde nasların düz anlamlarına (zahirlerine) fazlaca bağlı kalmak, akla yer vermemek, fikir hürriyeti tanımamak, hoşgörüden uzak bir bağnazlık içinde bulunmak ve bunları dindarlık sanmak özelliklerinden dolayı Vehhabilik, gerici akımların da kaynağı olmuştur. Zengin petrol kaynaklarından sağladıkları imkânlarını hâlâ Selefilik, Müslüman Kardeşlik gibi isimler altında propagandaya yöneltmekte dirler. Laik ve modern devlet düzenine karşı olan Vehhabiler ve onların devleti S. Arabistan, bir dikta rejimi ile yönetilmelerine rağmen, düzenlerinin şeriat yönetimi olduğuna dünyayı inandırmak istemekte, şeriat devleti çığırtkan lıklarına maddi ve manevi yönden destek olmaya devam etmektedirler. Akıldan, günün kültür düzeyinden uzak olan, kültür ve medeniyeti yok edilmesi gerekli bid’at sayan, medeni hayat gereklerine gözünü kapayan bu gerici akımın Türkiye’de mevcut, demokratik, millî, laik ve sosyal devlet düzeninin sağlığına zararlı olabileceği tartışma kabul etmez bir gerçektir.43 

Dışarıya petrol ve içeriye para akışı Suudi Krallığının iç yapılanması ve hayat tarzında, hem petrol üreticisi ülkeler hem de genelde İslam dünyası üzerindeki rolü ve nüfuzunda muazzam değişimleri de beraberinde getirdi. En önemli değişim, Vehhabiliğin etkisi ve onun öncü rolünde oldu. Vehhabilik artık bütün İslam dünyasının en nüfuzlu devletlerinden birinin –İslam’ın iki kutsal şehrinin hamisi, dünyanın dört bir yanından dua ve ibadet için her yıl hacca gelen milyonlarca Müslüman’ın ev sahibi olan bir devletin- resmî, devlet destekli öğretisiydi. Aynı zamanda, Vehhabiliğin öğretmenleri ve vaizlerinin elinde artık İslam’ın bu kendilerine özgü mezhebini geliştirmek ve yaymak için kullanabilecekleri muazzam mali imkânları vardı. Kamusal eğitim sistemlerinin iyi olduğu Avrupa ve Amerika’daki Batı ülkelerinde bile Vehhabi öğretilerini yayma merkezleri, belki de dine yeni yeni kazandırılanların çocuklarının miras aldıkları kendi dinsel ve kültürel gelenekleri temelinde eğitmek isteyenMüslüman anne ve babalara açık tek İslami eğitim biçimidir. Bu öğreti yayma faaliyeti özel okullarda, dinî toplantılarda, cami kurslarında, tatil kamplarında ve giderek artan oranda hapishanelerde yürütülmektedir.44 

Avrupa ve Amerika’daki okullarda ve başka yerlerde İslam’ın öğretilmesi genelde yetkililerin tamamen denetimi dışındadır. Bu durum kuşkusuz en az vicdani kaygısı, en güçlü inancı ve en çok parası olanların işine geliyor.45 Bu durumdan da etkilenen en çok Türkiye ve Türkler olmaktadır. Özellikle Avrupa’da Türk vatandaşlarımızın yaşadığı göz önünde bulundurulacak olursa Vehhabilikten bu nüfusun etkilenmediğini söylemek pek gerçekçi olamaz. Ayrıca son on on beş yıldır Almanya’da kurulup Türkiye’de faaliyetlerini yayan tarikatlar, örgütler ve İslamcı terörler hatırlanacak olursa bunların etkileri açıkça görülür. Çünkü bu ülkelerde Vehhabiler tarafından finanse edilen kurum, kuruluş, kurs, seminer ve camilerdeki dinî eğitim ve öğretim 

Vehhabi ilke ve uygulamalarının tesiri altındadır. 

Bunun en güzel örneği Almanya’da yaşayan Müslümaların (Türklerin) büyük çoğunluğu Ramazan ve Kurban Bayramını Suudi Arabistan’a göre yapmaktadır. 
Türkiye’de hâlâ oruç devam ederken Almanyadakiler bayram yapmakta bu yıl da olduğu gibi Suudlar erken Kurban Bayramı yapmışlardır. 

Vehhabilik İslam dışı saydıklarıyla savaşı meşru hatta farz görüyor, cihat emri veriyor; bu nedenle de terörü bir diplomasi yolu olarak kullanmayı tercih edenlerce bu akım kendi amaçlarına ulaşmak için kullanılabiliyor. El Kaide’nin, Usame Bin Ladin’in, Taliban’ın Vehhabi olması ve Orta Doğu’da Vehhabiliği benimsemiş birçok radikal İslami terör örgütünün faaliyette bulunması, Vehhabiliği terör ile aynı kefeye taşıyor.46 

Bir Vehhabi olan Usame Bin Ladin ve diğer kökten dincilerin ABD, Avrupa ve Türkiye’de yaptıkları kanlı eylemler Türkiye’nin de aleyhine sonuçlar doğurmuştur. Avrupa ülkelerinde ve Türkiye’de yapılan terör eylemleri, batı ülkelerinde Müslüman imajına zarar vermiştir. 

Bu da Türkiye’nin AB’ye girme sürecinde, Avrupa’daki Türkiye karşıtlarının, Türkiye’nin AB’ye girmemesi konusunda ellerini güçlendirmiş ve Türkiye 
aleyhtarlığını artırmıştır. Konuyu bazı platformlarda Hristiyan - Müslüman tartışmasına taşımıştır. Türk vatandaşları hac ve umre için Suudi Arabistan’a 
kutsal yerlere gitmektedir. Özellikle umre için gidilen o bölgede kalan Türk vatandaşları yoğun Vehhabi propagandasına maruz kalmaktadır. 
Söz konusu vatandaşlar orada gördükleri Vehhabi ve Arap gelenek-göreneklerini İslam diye algılamaktadır. 
Bu da Türkiye’deki İslamcı gruplara taban oluşturmaktadır. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***