İran Dış Politikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İran Dış Politikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2019 Cumartesi

1979-1995 ARASI İRAN-ABD İLİŞKİLERİ

1979-1995 ARASI İRAN-ABD İLİŞKİLERİ 


Alican EKREN* 

*Bursa Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası Ekonomi Politikası Yüksek Lisans Öğrencisi, 
ekrenalican@gmail.com

Özet; 

İran 20.yy’ın başından itibaren Amerika Birleşik Devletleri’nin önemli kalelerinden biri olarak değerlendirilirdi. İslam devrimi ile birlikte bu kalenin kaybedilmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin Soğuk Savaş hedeflerini ve bu savaştaki konumunu tahrip edici olmuştur. İran devrimi Ortadoğu’daki dinamikleri büyük ölçü de değiştirmiştir. 
Devrimin zaferiyle birlikte Humeyni, önceki hükümetin kararlarını, anlaşmalarını yok saymıştır. Bu da ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkilerin son bulması anlamına gelmekteydi. Devrim sonrası dönem sadece İran dış politikası için değil aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nin doğu politikası için de önemli olmuştur.1979 yılında meydana gelen devrim, İran’ın sadece monarşi geleneğini değil aynı zamanda iç ve dış politikalarını da değiştirmiştir. Devrim öncesi, bölgede Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük müttefiklerinden olan İran, 1979 sonrası tam karşıt bir konuma yerleşmiştir. Bu çalışmada 1979 devrimi ile birlikte kurulan İran İslam Cumhuriyetiyle birlikte ülke içi ve dışı politikalarda Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkilerin nasıl bir değişime uğradığını, savaşlar ve bölgesel politikalar perspektifinden 1995 yılına kadar olan süreçte incelenecektir. 

Giriş 

Orta Doğu bölgesi üç dinin merkezi olması, yeraltı kaynakları bakımından zengin olması ve bu kaynakların dünya siyaseti için önemli konumda olmasından dolayı, uluslararası politikanın ilgisinin en üst düzeyde olduğu ülkelerin başında gelmektedir. Bu bölgenin en önemli ülkelerinden birisi olan İran, dünyadaki tek Şii teokratik yönetime sahip olmakla beraber, kendine has kültürel ve tarihi yapısı ile Ortadoğu bölgesinde farklılaşmıştır. Orta Asya, Hazar Havzası ve Orta Doğu üçgenin merkezinde bulunması ise önemini daha da arttırmıştır. 

Şubat 1979’da gerçekleştirilen İslam Devrimi sonrasında İran tarihinde yeni bir yola girilmiştir. Devrim, İran’ın bölgedeki konumunu ciddi bir şekilde değiştirmiştir. 
Elde edilen zafer ile Humeyni, Şah döneminin anlaşmalarını ve hükümlerini geçersiz kılmıştır. Bu devrim ile birlikte ABD ittifakından tamamen kopmuştur. Bu kopuşla beraber İran, dünya siyasetinde ABD karşıtı politikaların değişmez tarafı haline gelmiştir. Rıza Şah Pehlevi’nin ülkeyi terk edişi ve akabinde Humeyni’nin İran’a dönüşü ile birlikte, Orta Doğuda dengeleri köklü bir biçimde değiştiren süreç başlamıştır. Bu süreç sadece İran’ı değil, Orta Asya, Hindistan ve Cezayir’e kadar uzanan coğrafyayı etkisi altına almıştır. 

Devrime baktığımızda bunun İslami bir kalkışmadan çok, Şah rejimine karşı topyekûn bir mücadele olduğu görülür. 
Devrim destekçisi gruplar içerisinde ılımlı İslamcılardan liberallere, aşırı İslamcılardan komünistlere kadar birçok grup vardı. Fakat Humeyni’nin de yeteneği ile birlikte, devrim sonrası yönetimi ele geçiren taraf radikal İslamcılar olmuştur. Humeyni elde ettiği bu zafer ile eski yönetimin tüm izlerini silmiş, yaptığı anlaşmaları ve hükümleri yok saymıştır. Özellikle devrim öncesi en büyük dostlarından olan ABD’nin ülkedeki söz hakkını ortadan kaldırmak için büyük çaba göstermiştir. ABD, Humeyni’nin bu davranışlarını hem kendine hem de bölgedeki en büyük müttefiki konumunda olan İsrail için tehdit olarak algılamış ve eski dostun kısa süre içerisinde en büyük halef konumuna gelmesi, kendisinin Ortadoğu için gelecek hedefleri ve politikalarında büyük değişimler yapmak zorunda bırakmıştır. 

1. Rehineler Krizi 

Devrim sonrası İran ABD arasındaki ilk gerilim Rehineler Krizi ile başlamıştır (Yeşil, 2014: 6). İran Şahının tedavi amacı ile ABD’ye gitmesini protesto eden bir grup öğrenci 04.11.1979 tarihinde Amerikan Elçiliğini basarak 52 elçilik personelini 444 gün süreyle rehin almışlardır. Öncelikle Şahın İran’a iadesini ve İran’ın Devrim sonrası Amerika tarafından dondurulan mal varlıklarının serbest bırakılmasını istemişler, isteklerinin yerine getirileceği zamana kadar da rehineleri serbest bırakmayacaklarını söylemişlerdir (Yurdakurban, 2007: 21). 

Rehin alma olayı, “Viyana Komisyonu’nun yabancı misyonun güvenliği ilkesine ters düşmesine rağmen, Humeyni tarafından destek görmüş ve kendi planları çerçevesinde başarı ile kullanmıştır. 

1980 yılında Nisan ayının sonlarına doğru ABD, rehineleri kurtarmak üzere operasyon yapılmasına karar vermiştir. 24 Nisanı 25 Nisana bağlayan gece Tebes Çölüne askeri çıkarma yapıldı. ABD yönetimi bu harekâtın devrim yandaşları için bir mesaj olabileceğini düşünüyordu. Fars körfezinde bulunan ABD güçleri de bu çıkarmayı tam kapasite desteklemeye hazır durumdaydılar. Fakat tüm bu hazırlıklara rağmen ABD’nin rehineleri kurtarma operasyonu tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştır (Aliyev, 2007: 78). 

Düzenlenen operasyonun tam bir başarısızlık ile sonuçlanması, ABD ordusunun dünyadaki imajını neredeyse yerle bir etmiştir (Gündoğan, 2011: 68) 

Yaşanan rehineler krizi İran için uluslararası sonuçları da beraberinde getirmiştir. 22 Mayıs 1980 günü Avrupa İktisadi Birliği üyeleri, ABD baskısı ile İran’a ekonomik boykot uygulamaya başladılar. Bu boykota diğer ülkeler ve Japonya, Kanada’nın yanı sıra Avustralya da katıldı. ABD ile ilişkilerin tekrar rayına oturması için tek bir şey gerekiyordu. O da rehinelerin serbest  bırakılmasıydı (Aliyev, 2007: 79). Irak’la başlayan savaş ve Amerika’nın İran’ın dondurduğu mal varlığını serbest bırakacağı üzerine yaptığı açıklamalardan sonra, 444 gün süren rehine krizi son bulmuş ve 52 rehine İran’ı terk etmişlerdir. Carter, İran’da yaşanan olaylarda başarısız olmasından dolayı, Başkanlık seçimlerinden mağlubiyet ile ayrılmış ve rehinelerin bırakılmasının aynı günü Amerika Birleşik Devletleri’nde Ronald Reagan Başkanlık görevine başlamıştır (Yurdakurban, 2007: 21). Rehinelerin bırakılmasından sonra İran, ABD’den kendi iç işlerine karışmamasını ve uyguladığı yaptırımlardan vazgeçmesi hakkında adımlar atmasını beklemiştir (Aliyev, 2007: 81) 

Fakat Reagen bu isteklere kayıtsız kalıp İran aleyhine olan çalışmalarını daha da 
güçlendirmiştir ve sonra gelen Başkanlar döneminde de bu değişmeden devam etmiştir. 

Rehine krizi İran’ın diğer ülkelere karşı “İdealist Devrim” politikasının daha ön plana çıkmasını sağlamıştır. İran bu politika ile Uluslararası düzende kendi bağımsızlığını korumaya çalışmıştır. Fakat bu “İdealist Devrimci” politikaları İran’ı bilinen diplomatik ilişkilerinden uzaklaştırmıştır. 

Yaşanan bu kriz süresince Humeyni’nin endişesi Velayet-i Fakih (†) düşüncesinin gelişmesinin önüne geçeceğiydi (Halhalli, 2014: 83). 

(†) Din hukuku konusunda bilgin anlamına gelen fakihin vesayet ve yönetim yetkisidir. 

2. İran – Irak Savaşı 


1980 yılının Eylül ayında başlayan İran ve Irak arasındaki savaşa başlamadan önce, 1980'lerin ortalarındaki durumu on yılın perspektifine oturtmak önemlidir. ABD'nin Körfez güvenlik sistemine yönelik duruşunun kökleri, savaş öncesi döneme kadar uzanmaktadır. İran'daki Şah rejiminin çöküşü resmi çarpıcı bir biçimde değiştirdi. Ayetullah Humeyni'nin yeni rejimi Birleşik Devletlerde şüpheyle karşılandı. İran devrimi ABD için iki sorun oluşturdu. Birisi Körfez'deki Arap ülkelerinde benzer sosyal ve politik karışıklık tehdidiydi. Diğeri, Körfez boyunca doğrudan İran saldırıları yapma olasılığıydı. (Naff, 1985: 62). 

İran, yaşadığı devrim sonrasında, başta ABD ve İsrail olmak üzere birçok ülke ile problemler yaşayarak uluslararası camiada yalnız kaldığı bir duruma sokulmuştu. Bunu bir fırsat olarak gören Saddam Hüseyin, 1980’de İran’a saldırarak sekiz yıl sürecek savaşın fitilini ateşledi (Yurdakurban, 2007: 23). Saddam İran’da meydana gelen devrimin kendi topraklarına da sıçramasın dan korktuğundan, İran’daki Şii devriminin hızını kesmek istiyordu. 

1980-1988 arası sekiz yıl süren İran – Irak savaşında ABD’nin Irak’a verdiği destek, sonrasında uyguladığı ekonomik, politik yaptırımlar ve ambargolar İran’ın benliğinde önemli izler bırakmıştır. 1979 devrimi sonrasında İran bağımsız bir dış politika izlemeye başlayınca, ABD için bir tehdit haline gelmiş ve İran’ı “terörü desteklen ülkeler” listesine almıştır. Diğer taraftan Afganistan ve Irak’ı işgaliyle birlikte onu hem doğudan hem de batıdan kuşatması, Basra Körfezinde silahlı güç bulundurması, bölgede İran’ı önlem almaya itmiştir (Doster, 2012: 46). Uygulanan ambargolar sonrasında İran, alternatifler aramaya başlamış, Asya ve Avrupa’ya yönelmiştir. Soğuk Savaş sonrası ABD’nin işgaller yoluyla Ortadoğu’ya yerleşmesinden ve Rusya’nın ağırlığının azalmasından rahatsız olan İran, son zamanlarda Rusya’nın etkinliğinin artmasından memnun olduğunu bilinmektedir. 

Sekiz yıl süren bu savaşta 1 milyon civarında insan hayatını kaybetmiştir. İnsan kaybının yanı sıra ekonomik olarak da büyük sonuçları olmuş ve 150 milyar dolar civarında maddi kayıp meydana gelmiştir. Irak batıdan alenen destek görmesine karşın bu savaşın galibi olamamıştır (Akbaş ve Baş, 2013: 27). Savaş sonrası dönemde Tahran yönetimi pragmatist bir politika izlemiştir. Sekiz yıl 
süren savaşın akabinde İran ekonomisi acilen yapılandırılması kaçınılmazdı. Rafsancani’nin planı ise dışarıdan mali yardım almak ve yabancı yatırımcıyı teşvik etme temellerine dayanıyordu ( Efegil, 2012: 66). 

ABD’nin Irak politikasına baktığımızda bu çıkarlar bazında değişiklik göstermiştir. 1979 yılında Humeyni’nin ortaya çıkışından önce Irak’ı terör listesine alan ABD, Ayetullah Humeyni ile beraber, özellikle ABD ve İsrail üzerindeki radikal görüşleri nedeniyle Irak hakkındaki görüşlerini bir süre rafa kaldırmasına neden olmuştur. 

1979 devrimi ile birlikte Humeyni’nin iktidara gelmesinin ardından başlayan İran – Irak savaşında ABD’nin Saddam Hüseyin’in İran’a saldırmasına olumlu baktığı bir dış politika benimsemiş ve ABD’nin bu tutumu, ikili ilişkileri adeta kopma noktasına getirmiştir (Akbaş ve Baş, 2013: 25). ABD iki amaçla Irak’a destek vermiştir; birincisi İran’ı kaybetmenin ve 444 gün süren rehine krizinin intikamını almak, ikincisi ise İran’da devrim sonrası kurulan Şia yönetiminin zayıflamasıyla beraber, İran’ın İslam ülkelerini birleştirme hayalinin bu savaş yoluyla yıkılmasını sağlamak (Semiz ve Akgün, 2005: 165). İran bu süreçte temel prensiplerden taviz vermeden, ülke içi özgürlükleri arttırma yolunda çabalarken, dış ülkeler ile de ekonomik ve siyasi ilişkilerini geliştirme gayreti içinde olmuştur (Semiz ve Akgün, 2005: 167). 

3. Hazar - Orta Asya Siyaseti 

İki ülke arasındaki çatışmaların en büyüklerinden biri de Hazar ve Orta Asya siyasetinde meydana gelmiştir. İran’ın etkin olmak istediği bu bölgedeki Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan, petrol ve stratejik olarak oldukça önemli bir bölgedir (Semiz ve Akgün, 2005: 167). 
Hazar ve Orta Asya bölgelerindeki bağımsızlığını kazanan devletler denize kıyısı olmadığından, petrol ve gaz ihracatlarını sınır dışı devletlerden geçen boru hatları ile yapmaktadır. Bu boru hatları Sovyetler zamanından kalma eski ve 
artık işlevini yerine getiremez durumda hatlar olduğundan yenilenmesi gerekmektedir. Amerika Birleşik Devletleri bölgede Rusya etkisini kırmak için, Rusya ve İran’ı bypass eden boru hatlarını desteklemiştir (Gökçegöz, 2007: 157). 
Bu amacını gerçekleştirmek için ABD, Avrasya enerji koridor üzerinden Akdeniz’e ulaşan bir boru hattı planlamıştır. Bu bölgede İran’ın önemli bir konuma sahip olması ve ABD’nin yaptığı bir açıklamada Afganistan ve Irak’tan sonra sıranın İran’a geleceği söylemi, İran’ı bölgede açıkça ABD karşıtı hareket etmeye itmiştir. 

İran’ı rahatsız eden bir diğer husus ise ABD Savunma Bakanı’nın Bakû ziyareti olmuştur. Savunma bakanı Rumsfeld’in askeri işbirliği konularını görüşmek üzere yaptığı bu ziyaretten hemen önce NATO Başkomutanı ABD’nin “Hazar Havzası Koruma Programı” kapsamında üsler kurmak istediğini açıklamıştır (İdiz, 2005). Bu program İran’ın güvenlik çıkarlarını tehdit edeceği açıktır. 

Bu yüzden İran bu durma kati bir şekilde karşı gelmiştir. 

İran’ın bölgedeki bilinen hedefi, açık denizlere kıyısı olmayan Orta Asya devletlerinin gaz ve petrollerini güvenli bir şekilde dünya pazarına ulaştırılmasında köprü görevi üstlenmekti. 
Esas gizli hedefi ise Türk cumhuriyetleriyle ilgili olmakla beraber, bölgede nüfuzunu arttırıp, etkili olmaya çalışan ABD’yi ve bölgede etkin olmaya çalışan ABD destekli Arap devletlerini bölgeden uzak tutmaktı (Semiz ve Akgün, 2005: 169). 

İran aynı zamanda Hazar Denizinin statü tartışmalarına dâhil olan kıyıdaş bir ülkedir. Tahran yönetimi Hazar’ı sınır göl olarak tanımlıyor ve 5 kıyıdaş ülke arasında %20’lik paylaştırılmasını veya ortak kullanılmasını savunuyor (Kuzey Haber Ajansı, 2016). 

4. Orta Doğu Politikası 

Ortadoğu, zengin enerji kaynaklarının bulunmasıyla, 20.yy itibariyle bölgedeki enerji kaynaklarına bağımlı tüm uluslar için, ekonomi politikalarını ve güvenlik lerini etkileyen bir bölge halini almıştır. 
ABD’nin Ortadoğu bölgesine olan ilgisi, I. Dünya savaşı ile birlikte petrolün temel enerji kaynağı olması ile beraber artmıştır (Akbaş, 2011: 2). İran ise bir Ortadoğu ülkesi olmasıyla beraber, jeopolitik bakımdan çok önemli bir noktada yer alıp bölge politikaları açısından vazgeçilmezdir. 

Devrim sonrası iki ülkenin de bölge politikaları etkilenmiştir. İran devrimi ile birlikte Ortadoğu üzerindeki dengelerde önemli değişimler olmuştur. Soğuk Savaş öncesinde ABD’nin yakın müttefiki bir ülkede iktidar değilmiş ve tamamen ABD karşıtı bir çizgi benimsemiştir (Gündoğan, 2011: 68). Devrim ile birlikte İran’ın körfez ülkelerindeki Arap liderler başta olmak üzere, Ortadoğu’da bulunan Arap devletleri ile olan ilişkileri kırılmaya uğramıştır. 

Devrimin dini ve ideolojik yönü, İran’ın Ortadoğu’ya genişletilmiş bir politika uygulamasına neden olmuş ve İslam devrimi çoğu Arap milletinin İslami hareketlerini güçlendirmiş ve harekete geçirmiştir (Halhallı, 2014: 85). 

Jeopolitik olarak İran, ABD’nin Ortadoğu’daki hedeflerinin tam merkezinde yer almaktadır. ABD hem kendisinin hem de bölgedeki en önemli müttefiklerinden olan İsrail’in çıkarlarının tehlikeye girmemesi için İran ile hep yakın ilişkiler içerisinde olmuştur. 
Bu amaç dâhilinde Nixon, “twin pillars” denen stratejiyi hem körfezde hem de bölgede uygulamaya başlamıştır (Kenneth 2004: 101). 

Irak’ın 1990 yılında Kuveyti işgali bölgedeki tüm dengeleri değiştirmiştir. Özellikle, Sovyetler Birliği’nden kurtulan ABD için büyük fırsatlar ortaya çıkmıştır. Bunun en başında ABD’nin Körfez’e yerleşerek, “Devrimci İran’ın Kuşatılması,” “Petrol bölgelerinin kontrol altına alınması,” “Suudi Arabistan dâhil tüm körfez monarşilerinin bağımlılıklarının arttırılması ve bu yolla bir çeşit protektora statüsüne indirgenmeleri” gelmektedir (Gündoğan, 2011: 71). Mevcut durumda ABD’nin bölgedeki askeri varlığı oldukça yüksek boyutlardadır. Bu da, ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarının nihai amacı olan petrol ve İsrail’in güvenliği konusunda elini güçlendirmektedir. 

5. Nükleer Politika 

Nükleer enerji üreten ülkelerde istenildiği takdirde nükleer silah da üretilebilmesi gerçeği, uluslararası hukukta bu enerjinin kullanımı ile ilgili bir kısıtlama getirilmemesi durumunu beraberinde getirmiştir. Uluslararası Adalet Divanı’nın da görüşüne göre nükleer silahlarla ilgili kesin bir yasaklama getiren uluslararası bir belgenin olması gerekmektedir. Bu da demek oluyor ki, devletlerin nükleer silah üretimini yasaklayan hukuki anlamda mutlak bir sistem yoktur (Dalar, 2008: 297). 

İran Nükleer Programı Şah Rıza Pehlevi dönemine dayanmaktadır. Pehlevi döneminde İran – ABD ilişkileri oldukça ileri seviyedeydi. Soğuk savaş döneminde ABD’nin SSCB’ye üstünlük kurma yolunda, İran’ın konumu oldukça önemli olmuştur. 
İran bir nevi SSCB’ye karşı tampon görevi görmüştür (Yeşil, 2014: 3). Bu dönemde ABD çevreleme politikasından dolayı İran’ı silahlandırmaya başlamıştır. Nükleer enerji alanındaki ilk gelişmeler de Şah döneminde ABD tarafından başlatılmıştır. 1957 yılında, İran ile ABD nükleer işbirliği antlaşması imzalamış ve 1967 yılında ABD desteği ile Tahran Üniversitesi’nde ilk nükleer araştırma reaktörü açılmıştır (Köse, 2008: 20). Bunların devamında ise İran, 1968 yılında “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nı” imzalamıştır. 1970 yılında ise İran, nükleer çalışmalarına hız vermiştir. 

1979 sonrası İran’ın nükleer politikası tamamen değişmeye uğramıştır. İki ülke devrim sonrası düşman olunca, ABD İran’ın bölgede daha fazla güçlenmesini istemedi. ABD’nin desteği ile başlatılan nükleer çalışmalar, devrim ile birlikte nükleer silah olarak önce ABD’ye, daha sonra ise diğer müttefiklere doğru çevrilmiştir (Yeşil, 2014: 

4). Devrim olduğunda Buşehr’deki iki reaktörün inşasında önemli mesafe kat edilmiş durumdaydı. Hatta bir tanesinin inşası bitmiş durumdaydı. Fakat devrim lideri Ayetullah Humeyni yönetimi yabancı bağımlılığın olmaması için nükleer 
çalışmaların devam etmesine sıcak bakmamıştır. Buşehr nükleer santralinin inşaatına geciken ödenekler ve 1 yıl sonra başlayan İran – Irak savaşı nedeniyle çalışmalarını durdurmuştur (Dalar, 2008: 280). 

1980’li yılların sonlarına doğru nükleer enerji konusu İran’ın gündemine tekrar gelmeye başladı. İran 1990’lı yılların başında Çin ve Rusya ile nükleer reaktör inşası üzerine anlaşmaya varmıştı. İran’ın yaptığı bu anlaşmaları ABD baskı ile bozmaya çalışmıştır. 1991 yılında İran, Çin ile Qinshan santraline benzer biçimde 300 MW’lık bir nükleer santral inşası için anlaşma sağlanmış ve bu anlaşma 1993 yılında onaylanmış olsa da, ABD’nin Çin üzerine kurduğu baskı sonucunda uygulamaya konmamıştır. Daha sonra 1994 yılında Rusya Atom Enerjisi Bakanlığı ve İran Atam Enerjisi Örgütü ile Buşehr Nükleer Santral 1. Ünitesinin 
inşaatının tamamlanması için anlaşma yapılmış ve sözleşme 1995 yılında imzalanmıştır. Rusya’nın İran’a daha fazla nükleer santral kurma çabalarına tepki göstermiş, bu ülkeye daha fazla teknoloji transferi yapmasını engellemek için girişimlerde bulunmuştur (Dalar, 2008: 281). 

Sonuç 

Öncelikle devrim öncesi ve sonrası İran dış politikasına baktığımızda birbirine tamamen zıt iki şablon ortaya çıkmaktadır. Batı tarafından bakıldığında oldukça şaşırtıcı ve imkânsız gibi gelse de aslında o kadar da şaşırtıcı değildir. Devrim öncesi oldukça dostane ilişkiler içerisinde olan iki müttefik devlet, İslam devrimi sonrası tam karşıt pozisyona yerleşmişlerdir. 1979 İslam devrimin ardından İran, hem iç hem de dış dinamiklerde önemli değişimler yaşamıştır. 

İran’ın kendine has olarak nitelendirilebilecek dış politikası iç politikada nevi şahsına münhasır aidiyetten kaynaklanmaktadır. Bu yüzden, İran’ın dış politika haritasının ülke içindeki Şiiliğin protest yapısından bağımsız olduğu 
düşünülemez. 

Şah döneminde İran dış politikasında egemen olan Batıcı/Amerikancı ve laik sistemin bir anda bu kadar ani bir şekilde terkedilmesinin asıl nedeni İran halkı tarafından benimsenmemiş, özümsen-memiş olmasındandır. Devrim sonrası İran dış politikasında egemen olan düşünce, devrim ile beraber gelen rejimin güvenliğini ve ülke güvenliğini sağlamak, sonra da mevcut rejimin korunması ve ihracı çabası olmuştur. 

Nükleer faaliyetler tarafından bakarsak İran’ın çizgisinde bir kayma olmamıştır. Devrim öncesi yürüttüğü faaliyetleri sonrasında da çalkantılı da olsa devam ettirme gayretinde olmuştur. Devrim ile beraber nükleer faaliyetlerin yavaşlaması iktidardaki görüş farklılıklarından ziyade, izolasyon ve ekonomik sıkıntıların sonucudur. Fakat ABD tarafından İran’ın nükleer faaliyetlere bakışın keskin bir biçimde değiştiğini söyleyebiliriz. Özellikle, devrim öncesi kendisi tarafından başlatılan nükleer çalışmalar, sonrasında kendisinin hedef olduğu bir risk durumuna dönüşmüştür. Devrimden 1995 yılında kadar İran’da ki nükleer santral inşasını engelleyecek baskılar ve ekonomik ambargolar uygulamıştır. 

79-95 arası dönemde ABD-İran ilişkilerinde yaşananlar, hem ABD hem de İran için dış politikalarının ana unsurlarını oluşturmuştur. ABD için bölgede en büyük müttefiklerinden olan İran tarafından bir anda “Büyük Şeytan” olarak nitelendirdiği bir konuma gelmesi ABD’yi Ortadoğu politikasında değişime gitmesine neden olmuştur. Devrim sonrası ABD-İran ilişkileri tüm alanlarda olumsuz yöne doğru seyir almıştır. Fakat yaşanan rehine krizi ikili ilişkilerin tamamen kopmasına, diplomatik ilişkilerin tamamen kesilmesine neden olmuştur. 

İslam devrimi sonrası ilişkiler ne kadar kopmuş olsa da iki ülke aralarında ki ilişkiyi karşılıklı çıkar temellerinde devam ettirme gayreti içerisinde olmuşlardır. Bu tarihler arasında özellikle iki ülke arasındaki petrol ve petrol ürünleri ticareti, diğer taraftan gıda ve askeri malzeme ticareti önemli yer kaplamıştır. Uygulanan bu politikanın amacı İran’ın bulunduğu zor durumdan kurtulmak istemesi, ABD’nin kaybettiği mevzilerin en azından bir bölümünü tekrar geri kazanma amacında olmasıdır. 

Kaynakça 

Akbaş, Zafer; BAŞ, Adem (2013). “İran’ın Nükleer Enerji Politikası ve Yansımaları”. History Studies, 21-44. 

Akbaş, Zafer (2011). “ABD’nin Ortadoğu Politikalarının Sürdürülebilirliği ve Ortadoğu’da Güç Mücadelesi”. History 
Studies, ABD ve Büyük Ortadoğu İlişkileri Özel Sayısı: 1-18. 

Aliyev, Vasib (2007). “Devrim Sonrası İran - ABD İlişkileri (1979 – 1991)”. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi 

Akgün, Birol; Yurdakurban, İsmail. “Devrim Sonrası İran Dış Politikası” (1979-2005). Yüksek Lisans Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi. 

Çelik, Kadir Ertaç (2016). “İslam Devrimi Sonrası İran’da Kimlik ve Dış Politika: Konstrüktivist Bir Bakış”. Bölgesel Çalışmalar Dergisi. 

Dalar, Mehmet (2008). “İran’ın Nükleer Programı: Uluslararası Hukuk Bağlamında Bir Analiz”. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi: 24.24. 

Doster, Barış (2012). “Bir Bölgesel Güç Olarak İran’ın Ortadoğu Politikası”. Ortadoğu Analiz, 44-51. 

Efegil, Ertan (2012). İran’ın Dış Politika Yapım Sürecini Etkileyen Unsurlar. Ortadoğu Analiz, 48. 

Gökçesöz, Selim (2007). “Orta Asya ile Hazar Bölgesinde Mevcut ve Planlanan Yeni Boru Hatlarının Türkiye'nin Enerji Koridoru 
Olmasına Etkileri.” Güvenlik Stratejileri Dergisi, 

Gündoğan, Ünal (2011). 1979 “İran İslam Devrimi’nin Ortadoğu Dengelerine Etkisi”. Orta Doğu Analiz Dergisi, Ankara: Eflal Matbaacılık, 67-73. 

Hallallı, Bekir (2014) “Humeyni Dönemi İran Dış Politikası (1979-1989)”. Birey ve Toplum Sosyal Bilimler Dergisi, 75-96. 

İdiz, Semih (2015). “Hazar Havzasındaki Stratejik Manevralar” Milliyet, 

Katzman, Kenneth (2000). "Iran: US Policy and Options." Library Of Congress Washington DC Congressional” Research Service: 

Köse, Talha (2008). “İran Nükleer Programı ve Ortadoğu Siyaseti: Güç Dengeleri ve Diplomasinin İmkanları”. SETAV. 

Naff, Thomas. Gulf (1985). “Security and the Iran-Iraq war”. NATIONAL DEFENSE UNIV WASHINGTON DC, 

Pollack, Kenneth M (2004). The Persian Puzzle. The Conflict between Iran and America, 

Yeşil, Caner (2014). “Nükleer Kriz Üzerinden Devrim Sonrası ABD – İran İlişkileri.” Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 

Semiz, Yaşar; Akgün, Birol (2005). “Büyük Orta Doğu Jeopolitiğinde İran-ABD İlişkileri.” Selçuk Üniversitesi İİBF Sosyal ve 
Ekonomik Araştırmalar Dergisi: 9. 


***

4 Kasım 2017 Cumartesi

Yeni Bir Krize Doğru; Füze Kalkanı Gölgesinde Türkiye – İran İlişkileri

Yeni Bir Krize Doğru; Füze Kalkanı Gölgesinde Türkiye – İran İlişkileri 


Hakan Boz
Güney Kafkasya-İran-Pakistan Araştırmaları Merkezi
bozhakanboz@hotmail.com
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 
İran 05 Ekim 2011 Çarşamba
                         


Türkiye'nin NATO konseptinde aldığı yükümlülük gereği füze savunma sistemin önemli unsurlarından biri olan radar sistemlerinin Malatya-Kürecik'e kurulması 
için geçtiğimiz Eylül ayının 14'ündeTürkiye adına Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve ABD adına da Büyükelçi Francis Ricciardone arasında 
protokol zaptı imzalanmıştı. Sistemi tamamlayacak bir diğer unsur olan avcıfüzelerinin de Romanya'ya konuşlandırılması için gerekli mutabakat eş zamanlı olarak ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile Rumen mevkidaşı Teodor Bakonski tarafından Washington'da imzalanan anlaşma ile gerçekleştirildi.

Bölgede yeni bir silahlanma yarışına ve askeri kamplaşmaya sebep olabileceği iddia edilen füze savunma sistemine beklenen en büyük tepki İran'dan geldi. 
Tahran, radar sistemlerini kendisi için askeri bir tehdit olarak yorumlayarak, Türkiye'ye yönelik sert mesajlar verdi.

ABD Savunma Bakanlığı'nın Avrupa ve NATO politikasından sorumlu üst düzey yetkilisi Jim Townsend'ın "Balistik füze tehditlerinin nereden gelebileceğine 
baktığımızda, bize göre Türkiye en ön cephelerde yer alıyor. Dolayısıyla coğrafi açıdan, Türkiye, füze savunma sisteminin bazı bölümlerine ev sahipliği yapmada 
iyi bir yer olabilir"[1] şeklindeki açıklaması İran'dan gelebilecek uluslararası füze tehdidine karşılık Türkiye'nin ileri karakol olarak tanımlaması açısından 
oldukça dikkat çekici bir nitelik taşımaktadır.

Uluslararası Füze Savunma Sistemi Nedir?

Son yıllarda Füze Kalkanı olarak da ifade edilen Uluslararası Füze Savunma Sistemi, esas itibariyle 1980'li yıllarda başlayan ve Yıldız Savaşları adı ile 
bilinen bir ABD projesidir. Soğuk Savaşın sona ermesiyle gündemden düşen bu proje, 2000'li yılların ortalarına doğru, ABD'nin tehditleri karşılama strateji 
çerçevesinde Füze Savunma Stratejisi olarak yeniden gündeme gelmiştir. Tehdidin karşılanmasındaki ana strateji, Soğuk Savaş döneminde de olduğu üzere, tehdidi ABD ana kıtasından uzakta önlemektir.[2]

Esas itibariyle İran ve Kuzey Kore'den gelebilecek füze tehdidine karşı planlanan Küresel Balistik Füze Savunma Sistemi için İran'a en yakın NATO 
müttefiki olan Türkiye'nin konumu, birinci safhaya uygun bir pozisyon olarak değerlendirilmiştir. İkinci safha ise orta menzili ifade edilmektedir. Bu 
safhanın bir parçası olan orta menzilli radar sisteminin Çek Cumhuriyeti'ne, avcı füzelerinin de Polonya 'ya kurulması öngörülmüştür.

Öte yandan Rusya, füze kalkanı projesinin kendisine yönelik politik bir hamle olarak algılamış ve Devlet Başkanı Putin'in konuyla ilgili yaptığı açıklama 
sonrasında radar ve avcı füzelerin konumunda değişikliğe gidilmek zorunda kalınmıştır. Bu yönüyle Putin'in sözleri tehdidin kaynağını açıklaması 
bakımından yeterli seviyededir:

"Eğer tehdidin kaynağı İran ise bu kalkan projesini Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ne yerleştirmenizin bir mantığı yoktur. Zira buraya yerleştirilen 
bir sistem doğrudan Moskova'yı hedef alır. Eğer siz gerçekten de İran'a karşı bir sistem kurmak istiyorsanız gidin müttefikiniz olan Türkiye'ye kurun. Zira 
Türkiye hem sizin müttefikiniz ve hem de İran'ın yanıbaşındadır."[3]

Türkiye'nin Füze Tehdit Algılaması ve İran

Türkiye'nin füze tehdit algılamasıyla ilgili en çarpıcı değerlendirmeyi, "Füze Savunma Kalkanı Kimi, Neden Savunacaktır, Bu Sistemin İç Politika Boyutları 
Nelerdir?" başlıklı makalesinde Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu şöyle ifade etmektedir: "Füze savunma sistemleri uzun vadeli stratejik silah sistemleri 
tedarik programı kapsamında olarak, TSK envanterinde bulunması elzem olarak belirlenen gereksinimlerden olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle, "şimdi buna ne gerek var" sorusunun, Türkiye'ye her an Rusya ve İran üzerinden bu füzelerin gerektiğinde kullanılacağı tehdidi ile tarafımızdan uygun karşılanmayan bir takım taleplerin gelebileceği durumunda savunma için ne kadar hazır olabileceğimizin düşünülerek cevap aranması gerektiği değerlendirilmektedir".[4]

Tahran, NATO müttefiki olan Ankara'ya mesafeli bir güven duymaktadır. Türkiye'nin NATO ile birlikte hareket etmesi durumunda İran'ın reaksiyon 
göstermesi kaçınılmaz olacaktır. Nitekim bugünlerde tekrar gündeme gelen füze kalkanı konusunda Türkiye, İranlı siyasilerin eleştiri oklarının hedefi 
olmaktadır.

Füze savunma sistemi hakkında rahatsızlığını dile getiren en üst düzey yetkili, Ahmedinejad olmuştur. İran Cumhurbaşkanlığı'nın internet sitesinde yayımlanan bir röportajda Ahmedinejat "Türkiye'yi kardeş ülke ve yakın dost olarak biliriz. Ancak düşman ülkeler oraya füze kalkanı yerleştirdiğinde ve bu önlemin İran'a karşı alındığı açıklandığında birilerinin tetikte olması gerekiyor"[5] ifadeleriyle Türkiye için duyduğu mesafeli güvenin altını çizereküstü kapalı bir 
uyarıda bulunmuştu.

Tahran adına en sert açıklamayı yapan siyasetçi İslami Şura Meclisi Başkanlık Divanı üyesi Muhammed Dehgani ise konuyla ilgili olarak: "Türkiye'nin geçmişte 
sürekli "korsan İsrail" ile uzlaşma sağlanması için çaba harcadığını; NATO füze kalkanı sisteminin Türkiye ve bölge halkının zararına olacağını[6] ifade 
etmiştir.

Türkiye'ye yönelik eleştirilerden biri de İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ramin Mihmanperest'den gelmişti. Mihmanperets, Türkiye'nin topraklarına NATO füze 
savunma kalkanı radarlarının yerleştirilmesine izin verme kararının bölgede gerilime yol açtığını söylerken[7], Devrim Muhafızları Ordusuna bağlı Besic 
milislerinin komutanı Tuğgeneral Muhammed Rıza Nagdi, Besic'in resmi internet sitesine verdiği demeçte, Ankara'nın son dönemdeki tutumunu 'İkili oyun ve 
çelişkili davranış' olarak nitelendirmiştir.[8]

ABD'nin Ortadoğu'da İran modeline karşı Türkiye modeline verdiği siyasi destek, İran cephesinde de eleştirilen konulardan biri oldu. Özellikle Arap Baharı ile 
yaşanan gelişmeler sonrasında Tayip Erdoğan'ın Mısır'da laiklik mesajları verdiği günlerde Tahran'da eş zamanlı olarak düzenlenen "Uluslararası İslami 
Uyanış Konferansı," bölgedeki Türkiye - İran rekabetinin devam edeceğini göstermektedir. Erdoğan'ın laiklik mesajlarına cevap İran dini lideri Hamaney 
tarafından seslendirilerek; "Geleceğinizin kurallarını sizin yerine düşmanlarınızın yazmasına izin vermeyin. İslami kuralları kısa vadeli 
çıkarlarınıza kurban etmeyin. Asıl işiniz kendi sisteminizi kurmak. Bu zor ve karışık bir iş. Ancak laik, Batılı, liberal ya da aşırı milliyetçi modellerin 
sizi etkilemesine izin vermeyin"[9] çağrısında bulunulmuştu.

Aynı konuda paralel bir açıklama da İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu üyesi Muhammed Kerim Abidi tarafından dillendirilmişti. 
"NATO'nun Türkiye'de konuşlandıracağı füze kalkanının bölge milletleri ve hatta Türk halkına yönelik büyük bir tehdit oluşturduğunu; Türkiye'nin şimdiki 
politikalarının, "Amerikan İslamı"na[10] doğru kaydığını söylemiştir.

Yeni Bir "Sıfır Soruna" Doğru; Türkiye-İran İlişkileri Nereye?

İkili ilişkilerdeki sorunların en önemli kısmı ise Türkiye ve İran'ın bölgeye yönelik bakışlarındaki köklü siyasal ve ideolojik farklılıklardan 
kaynaklanmaktadır. Türkiye ile İran'ın bölgesel rekabeti, bu farklılıkları şiddetlendirmektedir. Bir dönem, İran'dan Türkiye'ye rejim ihraç edileceği 
yönündeki görüş yerini, batılı değerlerin hâkim olduğu laik devlet modelini, Türkiye üzerinden Ortadoğu coğrafyasına ihraç edilebileceği yönündeki yeni 
görüşe bırakıyor. Bölgede, İran gibi küresel sistem tarafından izole edilmiş, radikal bir tehdidin Türkiye ile dengelenmeye çalışıldığı düşünülmektedir.

Dış politikada,sıfır sorun diyalektiği gereği İran'ın nükleer faaliyetlerinde batılı müttefiklere karşı enerji takas anlaşmasıyla Tahran'a jest yapan Türkiye, 
bugün İran'ın doğrudan tehdit olarak algılandığı füze savunma sistemlerinin ortağı olarak İran'la karşı karşıya geliyor. Yeni dönemde ise Türkiye – İran 
ilişkileri bu konu üzerinde atılacak adımlara göre değişiklik gösterecek.


"[1]ABD: Füze kalkanı için Türkiye iyi bir yer", Radikal, 13.10.2010, Çevrimiçi: 
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1023549&Date=12.09.2011&CategoryID=77 
(Erişim: 01.10.2011)

[2] Armağan Kuloğlu, "Füze Savunma Sistemi Projesi ve Türkiye", Ortadoğu Analiz, 
Kasım 2010, Cilt 2, sayı 23, s.58

[3] Sinan Ogan, "Füze Savunma Kalkanı Kimi, Neden Savunacaktır, Bu Sistemin İç 
Politika Boyutları Nelerdir?", 19 Kasım 2010, Çevrimiçi: 
http://www.turksam.org/tr/yazdir2250.html (Erişim: 01.10.2010)

[4] Armağan Kuloğlu, a.g.m., s.61

[5] "Ahmedinejad'dan Türkiye'ye füze kalkanı tepkisi", Hürriyet, 09.09.2011, 
Çevrimiçi: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=18690729 
(Erişim: 01.10.2010)

[6] "Türkiye NATO füze kalkanına katılmakla saflığını gösterdi" 07.09.2011, 
Çevrimiçi: http://turkish.farsnews.com/newstext.aspx?nn=9006150211 (Erişim: 
01.10.2010)

[7]" İran: Türkiye gerileme yol açıyor", Radikal, 08.09.2011, Çevrimiçi: 
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Detay&VersionID=7690&Date=18.06.2008&ArticleID=1062696 
(Erişim: 01.10.2010)

[8] "İran'dan Türkiye'ye İsrail Tepkisi", Vatan, 12.09.2011, Çevrimiçi: 
http://haber.gazetevatan.com/irandan-turkiyeye-israil-tepkisi/399282/1/Haber 
(Erişim: 01.10.2010)

[9] "Hamaney'den Laiklikten uzak durun çağrısı", Vatan, 18.09.2011, Çevrimiçi: 
http://haber.gazetevatan.com/hamaneyden-laiklikten-uzak-durun-cagrisi/400524/1/Haber 
(Erişim: 01.10.2010)

[10] "Türkiye bölgede ABD piyonu olma peşinde mi?", 15.09.2011, Çevrimiçi: 
http://turkish.farsnews.com/newstext.aspx?nn=9006230078 (Erişim: 01.10.2010)

Uzman Hakkında
Hakan Boz
Güney Kafkasya-İran-Pakistan Araştırmaları Merkezi
bozhakanboz@hotmail.com


İran Dış politikası, Pakistan dış politikası, Türkiye,İran, Türkiye-Azerbaycan, 
İran-Azerbaycan ilişkileri,


Uzmanın Diğer Yazıları

  ABD-İran Uzlaşısı, İsrail-S.Arabistan Eksenine Rağmen Sağlanabilir mi? 
  Yavuz Sultan Selim/Şah İsmail Mücadelesinin Şifreleri: Mezhep Çatışması mı?  
  İran ve “Değişim” 
  İran'ın Suriye'deki Askeri Varlığı 
  Taliban Hangi Bölgelerde Etkili? Türk Şirketleri Hangi Bölgelere Dikkat 
  Etmeli? 
  İran’ın Yeni Dönem Stratejilerinde Kim Kimdir? Yeni Dönem Politikalarında 
  İran’ı Neler Bekliyor? 
  ABD’nin Düğümlenen Terörle Müzakeresi, Suikast ya da Darbeyle Sonuçlanır mı? 
  ABD’nin Terörle Müzakeresi: Amerikan Tarihinin En uzun Savaşına Dönüşen 
  Taliban’la Görüşmeler 
  İran’da Seçmen, Yeni Cumhurbaşkanını; Rejim, Yeni Dönem Stratejisini Belirledi 
  İran Seçimleri, Kutsal İktidarın Cumhurbaşkanını Değil, Kaderini Belirleyecek 
  Türk Dünyası Çalışmalarının 22 Yıllık Muhasebesi Amasya’da Yapıldı 
  Pakistan’da Kaplanlar Kükredi, Seçimleri PML-N Kazandı 
  Bölgesel Güvenliğin Sağlanmasında Atlantik Merkezli NATO ve Avrasya      Merkezli  AGİT 
  III. Safranbolu Kongresi İzlenimleri 
  Türkiye’nin AFPAK Politikaları Kaçırılan Türkleri Kurtarır mı? 
  İsrail, Türkiye’den Özür Diledi; İran Neden Rahatsız Oldu? 
  AFPAK Stratejisi Taliban’ı Siyasallaştırıyor mu? 
  ABD’yi Endişelendiren İttifak: İran-Pakistan 
  İran’ın Yeni Muhafazakârları Kutsal İktidara Ortak Olabilir mi? 
  Pakistan’da Hükümet-Yargı Krizi Nerede Bitecek? 
  Turan Soylu Kavimlerin Kadim Yurdu: İran 
  İran Savaş Hazırlığı mı Yapıyor? 
  İran Turanı ve Unutulan İran Türkleri 
  Belucistan’da Artan Siyasal Tedirginlik 
  Nükleer Korku, Savaşın Kıvılcımı Olabilir mi? 
  Suriye Krizinde İran’ın B Planı Ne Olacak? 
  NATO-Taliban Savaşında Namlunun Ucundaki Ülke: Pakistan 
  İran İstihbarat Örgütünün Azerbaycan’a Yönelik Operasyonları 
  Hür Dünya’nın Esir Türkleri: Kanayan Yara Karabağ 
  Nükleer Müzakereleri Kim Kazanır? Suriye’de Kim Kaybeder? 
  İran'ın Derin Stratejisinde Suriye Nerede? 
  İsrail’in “Beka Stratejisi” ve Azerbaycan 
  İran’da Yeni Muhafazakarlığın “Derin Devleti” ile İmtihanı 
  İran - Türkiye İlişkilerinde Kriz Kapıda mı? 
  İran’ın Nükleer Krizden Çıkış Yolu: Eskimeyen “Hürmüz Kartı” 
  Pakistan’daki Asker-Sivil Krizi Nerede Başlar, Nerede Biter? 
  İran- ABD Soğuk Savaşı, Sıcak Çatışma Bölgelerini Nasıl Etkileyecek? 
  Suikast Planları, Casuslar ve Yaptırımların Gölgesinde İran 
  Türkiye-Fransa Geriliminde Azerbaycan’ın Tutumu ne Olacak? 
  Arap Dünyası’nın Domino Taşları, Hazar Kıyılarına Ulaşır mı? 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Kurumumuz 
tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan 
yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir.

Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 

..

25 Ocak 2017 Çarşamba

İran Dış Politikası



İran Dış Politikası 




Dr. Bayram Sinkaya* 
*ORSAM Ortadoğu Danışmanı ODTÜ/Atatürk Üniversitesi Araştırma Görevlisi 




Ben size İran’ın Dış Politikasını Anlatacağım. 


İran’ın dış Politikası bizim için oldukça önemli. Çünkü İran oldukça önemli bir stratejik bölgede konuşlanmış. 

Önemli petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip, büyük bir nüfusu var, bulunduğu çevrede etkili bir ülke ve son olarak da siyasal İslam’ın devrimle iktidara 
geldiği tek örnek olarak siyasal İslam’ın performansının iktidardaki performansını izlenmesi açısından İran’ın izlenmesi, İran’ın çalışılması İran’ın dış politikasının anlaşılması oldukça önemli. İran’ın dış politikasına bakarken birçok tartışma görüyoruz. Bu tartışmaların büyük bir çoğunluğu da 

İran’ın İstisnacılığı üzerine yoğunlaşıyor. 

İran sanki normal devlet değilmiş gibi İran’ın farklılıkları olağanüstüymüş gibi yani İran, bütün dünya devletleri bir tarafa İran bir tarafa, İran istisna, İran her şeyden istisna dış politika yapımında istisna yapılar vardır. Dış politika çıkar tanımlanmasında ulusal çıkar tanımlanmasında farklılıkları olduğ gibi İran’ın farklı bir kategorileşmesi yapılıyor. Tamam, İran’ın kendine özgü tarafları var. İran’ın devrimden kaynaklanan, devrim sonrası oluşturulan yeni siyasi yapıdan kaynaklanan kendine özgülükleri var. Ancak bu İran’ın diğerlerinden tamamen farklı olduğu anlamına gelmiyor. Şimdi zaten İran’ın dış politikasına biraz daha detaylı bakmaya başladığımız zaman İran’ın diğer devletlerden pek de farklı olmadığını göreceyiz. Yani İran yerine başka bir devlet x devletini de koysak Türkiye, Irak, Suriye’yi de koysak belirli açılardan baktığımızda bazı ortak şeylerini göreceyiz. Nihayetinde İran devrimin bir ürünü olmasına rağmen, İran’daki mevcut rejimin 1979 da İslam devriminden sonra kurulmasına rağmen İran modern bir devlet. Modern bir Anayasayla yönetiliyor ve bugün ki çağın koşullarına göre yönetiliyor. Belki tam anlamıyla ulus devlet olarak tanımlamak İran’ı zor olabilir ama İran modern devlet olduğunu gerçeğinde gizleye meyiz. Modern devlet olmamasının yansımalarını mesela dış politika yapımındaki etkili aktörlerde görüyoruz. Bütün modern devletlerde olduğu gibi İran’ da da dış politika yapımında en etkili faktörlerden birisi Dışişleri Bakanlığıdır. Dışişleri bakanlığı direk karar alma mercii olmamasına rağmen, daha çok dış politikanın rutin günlük işleyişiyle ilgilidir. Ama büyükelçilikler ve dış temsilcilikler arascılığı ile topladığı bilgiler, bu bilgilerin ön değerlendirmesinin yapılması ve bunların karar verici daha üst mercilere intikali nedeniyle Dışişleri bakanlığının karar alma aşamasında önemli bir yeri var. 

İran’ın dış politikasında etkili bir başka kurum İran’ın ulusal yüksek güvenlik konseyidir. Türkiye’de ve birçok ülkede de yüksek güvenlik konseyi var ve 
güvenlik konseyi güvenlikle ilgili dış politika kararlarının alınmasında etkili oluyor, zaten dış politika güvenliğinde sağlanmasının da önemli unsurlardan 
birisi yani dış politika ile güvenliğin örtüştüğü birçok alan vardır ve bunları birbirinden ayırmak neredeyse imkansızdır. Çoğu zaman dış politikayla güvenlik 
politikaları aynı başlık altında incelenir. Dolayısıyla yüksek güvenlik konseyi de İran’ın güvenlik algılamalarının tehdit algılamalarını değerlendirilmesi bu tehdit algılamalarına karşı İran’ın savunma stratejilerinin geliştirilmesi ve bu savunma stratejisinin tamamlayıcı dış politika karalarının alınması ve uygulanmasında bu kararların uygulanmasın İran’ın içindeki diğer bürokratik kurumlar arsındaki koordinasyonun da yüksek güvenlik konseyinin önemli bir rolü var. Yüksek güvenlik konseyi kimlerden oluşur peki yüksek güvenlik konseyi bütün dünyadaki muadilleri gibi yine Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanıyor. İran Cumhurbaşkanı aynı zamanda yüksek güvenlik konseyinin de başkanı. 

Dışişleri bakanı, savunma bakanı, askeri kurumların başkanları İran’da iki tane askeri yapı var, iki ordu vardır. Hem düzenli bir ordu vardır, hem de geleneksel 
bir ordu vardır. Kendine özgü bir yanlı hususlardan biriside ordudaki ikili yapı gibi siyasette ikili bir yapı sözkonusu. Devrim muhafızları isminde bildiğimiz orduya oldukça paralel yakın örgütlenmiş bir ordu var, bir diğer ordudan farkı bir diğer ordudan farkı belki de daha ideolojik olarak örgütlenmiş olmasıdır. 

İdeolojinin bu ordunun işleyişine daha etkili olması ve görev tanımlamaları itibariyle farklar vardır. Sonuç itibariyle İran’da iki tane askeri yapı var. İki ordu var ve bunların ikisi de üst düzey komutanları iki ordunun da üst düzey komutanları yüksek güvenlik konseyinde temsil ediliyor. Ve İran siyasal sistemini kendine özgülüklerinin bir yansıması olarak yine yüksek güvenlik konseyinde tevellümü başkanı diyorum yani İran meclisinin başkanı temsil ediliyor. İran’ın yargı erkinin başkanı temsil ediliyor yani birçok ülke de bunu görmüyoruz meclisin ve yargının yüksek güvenlik konseyinde uygulamasına pek rastlamıyoruz ama İran da bunları görüyoruz. Yüksek güvenlik konseyi az önce belirttiğim gibi çok önemli hayati stratejik konularda tehdit değerlendirmelerinde ve bunlara yönelik savunma politikalarının belirlenmesinde karar alıyor yalnız bu kararlar uygulamaya 

tam olarak geçmiyor. Bunlar daha ziyade danışma mahiyetinde kararlar çünkü yüksek güvenlik konseyi aslında bir danışma kurulu karar alıcı bir organ değil. Güvenlik konseyini aldığı kararlar İran’ın rehberliğine sunuluyor, rehberler bu kararları onayladıktan sonra ancak bu kararlar uygulamaya geçiyor ve icra gücü kazanıyor. Cumhurbaşkanının dış politikanın işleyişinde önemli bir rolü olmakla beraber İran siyasetindeki fren-denge sistemi çeken balans nedeniyle cumhurbaşkanı çok etkili ve güçlü aktör, fakat dış politika aktörü değildir. Fiiliyatta bu durum zaman zaman cumhurbaşkanının kim olduğuna göre cumhurbaşkanının kişiliğine değişiyor. Kurumların işleyişi kurumsallaşmış yapılarında tamam iyi çalışıyor ama kurumsallaşmamış yapılarda özellikle devrimlerden sonra kurumsallaşmak zordur. Kurumsallaşmamış yapılarda tam olarak kurumsallaşmamış ülkelerde iktidar kişilerin bulundukları makamlar oldukça önemli makamlardan ziyade o makamlarda oturan kişiler daha etkili oluyor. Mesela İran da meclisi İran meclis başkanı genellikle dış politikayla ilgisi olmamasına rağmen, yetkileri sınırlı olmasına rağmen, meclis başkanı çok güçlü bir adamsa önemli bir dış politika yaptırımı haline gelebiliyor. 

Keza cumhurbaşkanı politikanın uygulanmasında en önemli makamlardan birisin de yer alırken eğer zayıf bir cumhurbaşkanıyla karşı karşıyaysak cumhurbaşkanı nın dış politikaya ilişkin karalardaki rolleri ve etkisi azalıyor. İran da meclisinde dış politikaya etkisi iki türlü var. 

Birincisi meclisin izleme denetleme yetkisi kapsamında yani uluslararası anlaşmalar denetleniyor ve meclisin onayından sonra ancak uygulamaya geçiyor. 

İkincisi de meclisin bazı komisyonları dış işleri komisyonu, savunma konusundaki komisyonlar kara alma mekanizmasının politika verilenmesinde 
nihai karar verici değiller. Ama yetkili unsurlar. Son olarak rehber, rehberden bahsetmemiz gerekir. Rehber siyasal sistemin en tepesindeki kişi ve İran ana-
yasasına göre de önemli dış politika kararları hatta ülkenin genel siyasetinin belirlenmesi yetkisi rehberin otorotitesindedir. Rehber, ancak önemli politika 
değişiklikleri yapabilir ve genel politikayı rehber belirler diğer bütün kurumlar rehberin belirlediği genel politika çerçevesinde politikalar alt politikalar 
üretir ve onları uygular. Dolayısıyla az önce dediğimiz gibi makamlarda ziyade kişiler daha öne çıkıyor mesela rehberler. İran’da bu zamana kadar iki tane 
rehberimiz oldu. Birinci Ayetullah Humeyni idi. Ayetullah Humeyni’nin ölümünden den sonra Ayetullah Seyid Ali Hamaney rehber oldu. 

Ama Hamaneyin rehberliği dönemi mesela zayıf bir dönemdir. Zayıf bir dönem olduğu için kişi olarak en etkili makamda oturmasına rağmen kişi zayıf olduğu için dış politikada fazla etkili olamıyor. O zaman Cumhurbaşkanı daha ön plana çıkıyor güçlü bir Cumhurbaşkanı var o yüzden makamları dikkate alacağız. Ama makamları dikkate alırken de o makamlarda kimlerin oturduğu oldukça önemli burada dikkat etmeliyiz. Son olarak İran’daki siyasal hiziflerden belki kısaca bahsetmek gerekir. İran dışarıdan baktığımızda belki tek monolotif bir yapıymış gibi görünse de bütün herkes, sanki İran’da aynı düşünüyormuş gibi görünse, kendi içinde aslında bir ölçüde sınırsız değil bir ölçüde çoğulcu bir ülke. İran’da da siyasal partiler değil belki ama siyasal gruplar var ve bu siyasal grupların ekonomiye dış politikaya iç siyasete ilişkin farklı pozisyonları var. Ve bu siyasal gruplar özellikle mecliste ve cumhurbaşkanlığında, dışişleri bakanlığında etkili olabiliyorlar. Dolayısıyla hangi hizvin daha güçlü olduğu hangi siyasal gurubun hangi makamda etkili olduğu da İran dış politikasının anlaşılması açısından önemli ve bu siyasal gurupların pozisyonlarının ayrıca incelenmesi gerekir. Bunun da yanında tabi 


İran’da basında oldukça etkili İran da birçok diktatörlüklerdeki olduğu gibi sanki basın tamamen devlet kontrolündeymiş gibi her yazılan devletin onayıyla 
yazılıyormuş gibi bir hava var. Türkiye’de de öyle bir izlenim var. İran’da basın sansür altında bu doğru ama İran’da muhalif basın da var bunu da dikkate almak gerekir. Basın hem gündem oluşturma açısından dolayısıyla siyasilere baskı yapma açısından dış politikada etkili olabiliyor. Peki, İran dış politikasında etkili olan faktörler nelerdir. Faktörleri kısaca gözden geçirelim.Etkili olan faktörler tarih oldukça önemli bir faktör, ideoloji oldukça önemli bir faktör, kimlik önemli bir faktör ama ben bunların kısaca iki başlık altında sınıflıyorum. Birincisi jeopolitik faktörler, diğeri de ideolojik faktörler. Jeopolitik faktörler İran’ın coğrafyasında girişte bahsettik zaten şu soldaki haritada da görüyorsunuz İran Asya ile Afrika’yı Ortadoğu’yu birbirine bağlıyor. Hint okyanusunu, Hazara, Karadeniz’e kadar uzanıyor. Yine Basra körfeziyle Hazar arasında çok önemli bir stratejik kavşakta bu stratejik kavşakta olması İran’a hem avantajlar sağlıyor hem dezavantajlar sağlıyor. Bu merkezi konumu kilit konumu nedeniyle zaman zaman işgallere uğramış tarih boyunca ve hala da bazı dış güçlerin müdahalesine açık hale geliyor. Ama bu stratejik konum nedeniyle uluslararası siyasette ve bölgesel politikada önemli bir yer ediniyor. Fiziki coğrafyanın İran’ın fiziki coğrafyasının bir diğer yansıması da doğal kaynaklarına ilişkin. İran’da biliyoruz zengin petrol ve doğalgaz kaynakları var. Dünyanın ispatlanmış petrol rezervleri açısından dünyada üçüncü sırada ve doğalgaz rezervleri açısında ikinci sıradadır. Dolayısıyla bu fiziki imkânlar da İran’ın dış politikasının belirlenmesine yani bu kaynaklar İran’a Allah vergisi karşılıksız önemli bir avantaj sağlıyor. Petrol ve doğalgaz ve bundan elde edilen rant ve İran’ın dış politikada karar almasını kolaylaştırıyor açıkçası daha rahat hareket edebiliyor. 

Ekonomik kaygılarını ikinci plana atabiliyor ama yine petrolün ihracatının yapılması gerekir, doğalgazın ihracatının ve satılmasının dolayısıyla bunların güvenlik altına alınması gerekir bu şekilde de dış politika kararlarını etkiliyor ve yönlendiriyor bu fiziki coğrafya. 

Beşeri coğrafyası İran’ın keza oldukça önemli ve dış politikasını etkiliyor. Beşeri coğrafyasından kastım insan yapısı nüfus yapısı öncelikle İran Ortadoğu’nun 
Mısır ve Türkiye ile birlikte en kalabalık nüfuslu ülkelerinden birisi 75 milyona yakın bir nüfusu var. Ve bu nüfus genç bir nüfus, nüfusun yüzde yetmişi 30 yaşının altında. Ve İran politikacıları karar alırken bu nüfusun taleplerini ve ihtiyaçlarını göz önüne almak zorundalar. Zaten bir on yıl sonra İran dış politikasının yapımında bütün İran siyasetinin belirlenmesinde bu yeni nesil yeni genç nüfus daha etkili olacak. Nüfusun başka bir yansıması da İran’ın etnik kompozisyonu ile ilgili İran etnik açıdan homojen bir ulus değil bunu hepiniz duymuşsunuzdur biliyorsunuzdur. İran’da birçok etnik azınlıklar var Kürtler, Azeriler, Türkmenler, Belluçlar, Araplar. 

Bu etnik azınlıklar en önemli özelliği bulundukları yerde yoğun halde yaşamaları. Mesela Türkmenistan sınırına yakın yerde İran Türkmenleri, Azerbaycan sınırına yakın yerlerde İran Azerileri, Türkiye ve Irak sınırının kuzeyine yakın yerlerde İran Kürtleri, İran’ın güneyinde İran Arapları, İran’ın güneydoğusunda ise Belluçlar yaşıyor. Bu etnik azınlıklar özellikle Kürtler, Türkmenler ve Belluçlar aynı zamanda dini azınlıklar. Çünkü İran’ın nüfusunun büyük çoğunluğu şiidir. Ama Belluçlar, Türkmenler ve Kürtlerin büyük çoğunluğu sünnidir. Dolayısıyla bu guruplar hemen sının diğer tarafında akraba topluluklarının da olması nedeniyle İran için zayıf noktalar olarak görülmekte. Hem sınır komşuları ve Atlantik ötesindeki ülkelerin bu azınlıkları kullanma ihtimali var hem de bu azınlıkların sınırın öte yakasındaki akraba topluluklarıyla ilişkilerinin neticesinde talep değişiklikleri tehdit algılamasında önemli unsur. Son olarak jeopolitik çevrede dönüşümden bahsedeceğim. Jeopolitik çevreden kastımız beşeri coğrafyayı ve fiziki coğrafyayı dikkate alarak komşuları belirlemektir. İran’ın hemen doğusunda nükleer silaha sahip olan Pakistan var. Pakistan siyasi açıdan istikrarı yakalayamamış zayıf bir devlet. Pakistan’ın hemen kuzeyinde Afganistan bulunmakta. Afganistan uzun yıllar Sovyet işgali altında kalmış, Sovyet işgalinden sonra iç savaşla çalkalanmış. 

İran’ın daha kuzeyinde istikrarlı bir yapıda Türkmenistan var. Hazar Denizi’nin statüsü ve kıyıdaş devletler arasında bölünmesi sorunu 20 yıldır çözülemedi. Kuzey Batı’da az önce bahsettiğimiz beşeri faktörden dolayı tehdit oluşturan Azerbaycan var. Ayrıca İran Ermenistan’la da komşu. Kuzey ülkeleri 
(Ermenistan, Azerbaycan, Türkmenistan) 1991’e kadar olmayan ülkeler. O zaman kadar İran sadece Sovyetler birliğiyle muhatap. Bu ülkeler Sovyetler 
birliğinin yıkılmasıyla oluşuyor. Böylece karşılıklı tehdit algılamaları ve güvenlik algılamaları değişiyor. İran’ın batısında aynı Afganistan gibi Irak var. Irak uzun yıllar İran için en önelmiş tehdit unsuruydu. 

Çünkü 1980 yılında Irak İran’a saldırdı. Bu saldırı sonucunda 8 yıl süren bir savaş yaşandı. Ve bu saldırıyı yapan Saddam Hüseyin rejimi 2003 yılına kadar güçlü bir pozisyonla iktidardaydı. Saddam rejiminin devrilmesinden sonra Irak’taki siyasal iktidarsızlık ve İran’ın güvenlik arayışları, İran politikasını etkilemekte. İran’ın kuzeyinde ise Basra Körfezi var. Basra Körfezi’ndeki yapı 1970’lerden beri sabit. Burada ABD ile iyi ilişkilere sahip küçük şeyhlikler ve Suudi Arabistan var. İran’ın devrim sonrasındaki ABD karşıtlığı dikkate alınırsa hoş bir tablo ortaya çıkmıyor. Diğer taraftan tarihsel bir perspektifle bakılırsa, bu bölgeler İran’ın eski kültürel havzaları olarak görülür. İran’da kurulan devletler en geniş ve güçlü oldukları dönemde Azerbaycan’da, Suriye’de, Irak’ta hakim olmuşlardı. 


Dolayısıyla bu bölgelerde İran kültürünün bazı unsurları da görülür. Bu durumda dış politika oluşturulurken hesaba katılan bir unsurdur. Daha da önemlisi 1991’  de Sovyetlerin yıkılmasında sonra Fars dilli bir coğrafyanın ortaya çıkmış olması. O tarihe kadar dünyada Farsçayı konuşan tek ülke İran idi. 

Ama Sovyetlerin yıkılmasıyla Tacikistan ortaya çıktı. Tacikler Farsçanın bir diyalektiğini konuşuyorlar ve İran’la kültürel bir akrabalıkları var. Afganistan’da 
da Fars dilinin farklı bir diyalektiği konuşuluyor. Dolayısıyla Afganistan’da İran’la etkileşim içerisinde. Ama bu jeopolitik tek başına bir anlam ifade etmiyor. Eğer tek başına anlam ifade etseydi önemli dış politika değişiklikleri yaşamazdık. Hatta İran’da devrim sonrasında bile dış politikada önemli değişiklikler yaşanmıştır. Bence İran dış politikasının en önemli unsuru, ideoloji. Bu devrimci bir ideoloji. Devrimci ideoloji biraz radikal, uluslararası sisteme meydan okuyan, revizyonist, statüko karşıtı bir yaklaşım. Ve bu yaklaşım özellikle Şii inancıyla birleştirilmiş durumdadır. Devrimci ideolojinin en önemli unsuru İran’ın eski kültürel geleneğinin de mirası olarak iyi ve kötü arasındaki sonsuz savaş. Daha güncele gelecek olursak emperyalizmle ezilenler savaş halindedir. Ve bu savaş ilelebet devam edecektir. 

Ancak Şii inancına göre İmam Mehdi geri dönecektir ve yeni, adil bir rejim kuracaktır. İyi ve kötü sürekli savaş halinde olacağına göre herkesin savaşa 
hazır olması gerekir. Bu açıdan İran rejimi hem sürekli seferberlik halinde olması açısından dikkat edilmelidir hem de diğer devletlerin İran’a bakış açısından 
da önemli bir tehdit kaynağıdır. Devrim sonrasında İran dış politikasında bazı süreklilikler olmakla beraber farklılıklarda var. İdeoloji 1978’da olduğu kadar yoğun değil. Ama devrimci rejim kurulurken bu ideolojik yapıya göre kurulmuş. Yine bu ideolojik yapıya göre güvenlik yapılanmaları oluşturulmuş. 

Belki 1980’lerde halkın çoğunluğu böyle bir ideolojiye inanıyordu ve bunu destekliyordu. Ancak bir süre sonra insanlar ideolojiden uzaklaşmaya başladıkları halde, ideoloji dış politikada etkin olmaya devam ediyor. Çünkü bütün siyasi rejim bu ideoloji üzerine kurulmuş. Eğer ideoloji revize edilecek olursa, bu ideolojinin ürünü olan dış politika revize edilecek olursa, devrim sonrası kurulan siyasal rejim artık yeni bir rejim olur. Ayrıca bu ideoloji doğrultusunda kurulan yeni güvenlik yapıları sistemin değişmesini zorlaştırmaktadır. Başlangıçta halkın devrim heyecanıyla kurulmasına onay 
verdiği bu ideolojik yapı bir süre sonra insanları esir almaya başlıyor. Son olarak bence İran’ın dış siyaseti için önemli bir faktör olmasa da ekonomiden 
bahsedebiliriz. Az önce söylediğim gibi İran petrol ve doğalgaz rantı üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla petrol ve gaz sattığı sürece belirli düzeyde bir geliri 
garanti etmiş durumda. Zaten İran milli gelirinin %70-80’i petrol ve doğalgaz satışlarına dayanmakta. Bu nedenle İran dış politikasında ekonominin 
belirleyici bir faktör olmadığını görüyoruz. Mesela Türkiye 1980’lerden sonra ihracat ağılıklı bir dış politika benimsedi. Çünkü içeride insanların refah 
düzeyi sağlansın diye daha fazla ihracat yapıp gelir elde etmeye çalıştı. Ama İran’ın böyle bir kaygısı yok. Ama 1980’lerin sonunda petrol fiyatları olağan 
üstü düştüğünde ekonomi önemli bir faktör olmuştu. Nitekim İran’da devrimci ideolojinin yansımasının da sonucudur bu. İran anayasasında açık bir 
biçimde ifadede edilmiştir. Devrim bazı ekonomik ihtiyaçların karşılanması için yapılmamıştır. Ekonomi sadece bir araçtır, nihai hedef değildir. Öncelik 
insanın manevi olgunlaşmasıdır ve bu olgunlaşma içerisinde maddi ihtiyaçları en alt seviyede karşılansa da olur. Peki, İran dış politikasının hedefleri 
neler? Öncelikle tüm modern devletler gibi kendi toprak bütünlüğünü sağlamak. Zaten dış politika ve güvenlik politikalarının iç içe olduğunu söylemiştik. 

Keza İran’da devrimci rejimin devamının sağlanması İran güvenlik politikasının en önemli unsurlarından biridir. Herhangi bir ülkenin dış politikasının amaçlarından birisi de o ülkede tanımlanan milli çıkarları ileriye taşımaktır. 

Bugün Türkiye’de de Dış Politika Ulusal çıkarlarla Özdeşleştiriliyor. 

Ama İran’da bu çıkarlar daha çok ideolojik arka plana göre şekilleniyor ve ideolojik arka plan ileriye taşınmaya çalışılıyor. Rejim güvenliği kaygısına 
paralel olarak ABD tehdidi ya da İsrail tehdidi de sözkonusudur. İran kendi rejiminin varoluşuna ABD’den ve İsrail’den ciddi tehditler algılıyor. Gerçektende 
bu iki ülkenin İran’da rejim değişikliği siyaseti var. Dolayısıyla İran milli çıkarlarını tanımlarken, bu ülkelerin İran’ın etrafındaki tüm hamlelerini 
etkisizleştirecek bir strateji belirliyor. Yani tamamen çatışma ve gerilim üzerine kurulu bir milli çıkar stratejisi var. Diğer taraftan da kendi İslami ideolojisini 
olabildiği kadar etrafına yaymaya çalışıyor. 

Zaten İran sisteminin kendine özgülüğünün yansımalarından birisi de İran dış politikasındaki evrensellik arayışıdır. İran’daki devrim milli bir devrim 
değildir, evrensel amaçları vardır. Bu devrimin iki amacı vardır. Birincisi İran’da kapitalizme ve komünizme alternatif, insanın manevi olgunlaşmasını sağlayacak, adaletli ve eşitlik üzerine bina edilmiş bir model oluşturmak. İkincisi ise İslam ümmetinin birliğini sağlamak, bu anayasayla tanımlanmış bir görevdir. Peki, pratikte İran dış politikası nasıl seyrediyor? 

Devrim sonrası İran dış politikasını 4 döneme ayırabiliriz. İlk dönem devrimin zafere ulaşmasından Cumhurbaşkanı Ebulhasan Beni Sadr’ın görevden alınmasına kadar geçen ılımlı geçiş dönemidir. 

Bu geçiş döneminde İran’da farklı siyasi gruplar etkililer. İran devrimi bir koalisyonun (İslamcılar, Liberaller ve Solcular tarafından kurulan) ürünü. Zaten bu koalisyon olmasaydı devrimin başarıya ulaşması çok zordu. Devrim başarıya ulaştıktan sonra bu koalisyon parçalanıyor ve her grup devrimi kendisi temsil etmek istiyor. Siyasal sistemde kendi gücünü maksimize ederek iktidararayışına 
giriyorlar. Bu iktidar arayışı içerisinde iktidar, tüm grupların geçici rızasıyla geçici olarak ılımlılara devrediliyor. Mehdi Bazargan’ın temsil ettiği ılımlılar iktidarda pek başarılı olamıyorlar. Çünkü devrim sonrası karmaşa ve önceki rejimden devralınan zayıf idari ve ekonomik yapı onların etkili politikalar geliştirmelerine 
engel oluyor. Böylece ılımlılar ve radikaller arasında sorunlar başlıyor. Bu dönemde İran dış politikasının üç önemli söylemi var; bağımsızlık, bağlantısızlık ve anti emperyalizm. Büyük devrimlerin çoğunda bir dış düşman vardır. İran’ın da dış düşmanı ABD idi. ABD’nin Şah dolayısıyla uzun yıllar İran’da etkili olması nedeniyle, Şah’a karşı yapılan devrim, ABD’ye yapılmış bir devrim olarak 
algılanıyor ve ABD’nin temsil ettiği batı emperyalizmi İran’da, Ortadoğu’da hatta tüm dünyadaki kötülüklerin baş sorumlusu olarak görülüyor. Bu nedenle 
Şah’a karşı olan tüm devrimci grupların en önemli amaçlarından biri bağımsızlık oluyor. 

Bağımsızlıktan kasıt, yabancı güçlerin ve ABD’nin etkisinin kırılması. Nitekim devrimden sonra ABD’yle yapılan anlaşmalar feshediliyor ve bir süre sonra tüm diplomatik ilişkiler kesiliyor. Diğer unsur bağlantısızlık. Devrimin olduğu dönemde dünya doğu ve batı bloku olarak ikiye ayrılmıştı. İran devrimi ne doğu ne de batı diyerek alternatif bir model ileri sürüyor. Bunun yanı sıra doğu batı 
kamplarından bağımsız 1955 yılında şekillenmiş olan bağlantısızlık kampına katılıyor. O zamana kadar batı blokunun aktif bir üyesiyken taraf değiştiriyor. 
Ve az önce bahsettiğim batı etkisine tepki olarak dış politika söylemine anti emperyalizmi yerleştiriyor. Tüm bu gelişmeler ve devrimin giderek radikalleş- mesi, İran’ın ABD’yle ilişkilerinin gerilemesine neden oluyor. Özellikle Şah’ın birkaç ülke gezdikten sonra ABD’ye sığınması İran devrimcilerindeki 
ABD karşıtlığını iyice körüklüyor. Bunun neticesinde 4 Kasım 1979’da İranlı bir grup öğrenci Amerika Büyükelçiliği’ni işgal ediyor. Bu hem İran siyasetinin hem de Amerika-İran ilişkilerinin önemli dönüm noktası. Bu tarihten sonra ABD ve İran’ın diplomatik ilişkileri tamamen kesiliyor ve düşmanca bir hal alıyor. 

Ilımlıların yapabileceği bir şey kalmayınca İran siyaseti radikallerin kontrolüne giriyor. Sonuç olarak ılımlılar bu savaşı kaybettiler ve radikaller kendi iktidarlarını güçlendirdiler. Radikal dönemde tabi ki dış politika da oldukça radikalleşti. Tamamen az önce bahsedilen ideolojinin hakimiyetine girdi. 

Her ne kadar İslamcı radikaller kendi iktidarlarını kurup pekiştirmiş olsalar da bir süre sonra ekonomi ve dış politikaya bakış açısından farklılaşmaya başladılar. Bunlar devrimci idealistler ve devrimci realistler olarak ayrılabiliyor. Devrimci idealistler tamamen ideolojik bir dış politika izlenmesini söylerken, devrimci realistler biraz daha pragmatik bir yaklaşımı savunuyorlardı. Bu dönemde de en önemli dış politika söylemi anti emperyalizm ve İsrail karşıtlığı idi. Buna karşın üçüncü dünyayla ilişkilere önem veriliyor. Devrimci dış politikanın en önemli unsuru, devrim ihracı. Devrim ihracı bir önceki dönemde de başlamıştı fakat bazı radikal grupların çabası olarak görülüyordu. Tam olarak devletin resmi politikası olarak adlandırmak zordu. Ilımlılar döneminde “devrim İran için mi İslam için mi?” yapıldı sorusu en önemli tartışma konularından birisiydi. Ilımlılar devrimin İran için, İran halkının çıkarları için yapıldığını savunurken; İslamcı radikaller devrimin İslam için yapıldığını ve bunun bir başlangıç olduğunu, tüm ezilmiş milletlere yayılması gerektiğini savunmaya başladılar. 

İran’ın revizyonist yaklaşımının sonucu olarak devrim ihracı, öncelikle kendisine halkları hedef aldı. İran’ın bu statükocu rejimleri, meşru olarak görmedikleri 
yönetimleri değil halkları muhatap aldı. Yeraltı örgütlenmeleri vasıtasıyla devrim ihracı faaliyetleri yapılıyor. Bu faaliyetler öncelikle ideolojik eğitim şeklinde yapılırken daha örgütlü gruplar İran’da lojistik ve askeri destek alıyorlar. Kendi ülkelerine döndüklerinde ise sözde devrimci faaliyette bulunuyorlar. Devrimci dış politikanın bir sonucu ve bir yansıması devrimci savaş. İran’ın devrimci savaşı Irak’la oluyor. Irak, İran’ın devrim sonrası sarsılan ordusunu, siyasetini ve istikrarsızlığını değerlendirmek istedi. Bunun yanı sıra İran’ın devrim ihracının en önemli noktası Irak’tı. Çünkü Irak, İran’ın en yakın komşusuydu, %60’ı şiilerden oluşuyordu ve İran’ın devrim mesajları Irak’ta yankı buluyordu. Böyle olunca İran devrimi ve rejim ihracı faaliyetleri Irak’ta tehdit olarak algılandı ve İran-Irak savaşının patlamasına neden oldu. 8 yıl süren bu savaş “kazananı olmayan bir savaş” olarak tarihe geçti. 

Tüm bu revizyonist yaklaşımın bir sonucu olarak İran, dış politikada giderek yalnızlaştı. 1980’lerin ortalarında ne rejim ihracı faaliyetlerinden ne de uluslar arası sistemde yeni dostlar bulabildi. İran önceleri bunu “İzolasyon iyi bir şeydir. Bağımsız olabilmek için dış dünyayla ilişkilerimizi kesmeliyiz. 

On yıl boyunca tüm ilişkilerimizi kesip daha güçlü bir hal alacağız” diyerek bunu meşrulaştırdılar. Ama 1980’lerde petrol fiyatlarının düşmesi, İran-Irak savaş 
maliyetlerinin artması ve devrim ihracı faaliyetlerinin cevap vermemesi yalnızlığı artık çekilemez hale getirdi. Hem uluslararası platformlarda hem de iç siyasetinde zor durumlar yaşanmaya başlandı. Bundan dolayı 1980’lerin ortalarından itibaren İran dış politikasında yavaş yavaş değişimler yaşanmaya 
başladı. Geçici bir ılımlılaşma, batıyla paylaşım, pragmatizm dönemi başladı. Bu dönem 1990’lar boyunca devam etti. İran’da 1989 yılında Ayetullah Humeyni’nin ölmesi yeni bir dönemi başlattı. Radikallerin giderek güç kaybettiği bu döneme termitoryal dönem deniyor. Bu dönem artık politikanın ideolojiden uzaklaştığı ve daha rasyonel bir hale geldiği anlamını taşıyor. İdeoloji artık 1980’lerdeki gibi kitleleri peşinden sürükleyemiyor. Ve rejim giderek daha statükocu bir hal almaya başlıyor. Bu dönem İran dış politikasında pragmatistler hakim oluyor. Ancak ideolojik dış politikayı savunan taraf etkileri azalsa bile varlıklarını sürdürmeye devam ettiler. Muhafazakarlar ve radikaller ideolojik dış politikayı savunmaya devam ettiler. Dolayısıyla 1990’larda İran dış politikasında batıya açılım, yumuşama ve dönüşüm görülse de önünde iç siyasi dengelerden kaynaklanan handikaplar var. Az önce bahsedilen ideolojik tuzak devreye giriyor. Siyasal rejimler tam olarak ideolojik hareket etmese de siyasal sistemler ideolojik temelli kurulduğu için ideolojiden kurtulamıyorlar. 

Diğer taraftan İran’daki denge sistemi nedeniyle hiçbir siyasi grup aynı zamanda tüm siyasi araçlara hakim olamıyor. Yani iktidar İran’da paylaşılıyor. Her ne kadar resmi dış politika ve devlet pragmatistlerin ve reformcuların kontrolünde olsa da muhafazakarların ve radikallerin elinde istihbarat örgütü ve devrim muhafızları gibi önemli araçlar vardı. Bir taraftan batıya zeytin dalı uzatılırken bir taraftan da bu araçlar vasıtasıyla batıdaki rejim muhalifleri öldürüldü. Devletin bir yani İran rejiminden kaçanları içeri çekmeye çalışırken diğer yanı radikal yaklaşımı sürdürdü ve suikastlar düzenledi. Nitekim İran dış politikası bu 
gerilimler nedeniyle ideolojiden uzaklaşma açısından mesafe kat edemedi. Ancak bölgesel yaklaşımı değişmeye başladı. 1980’lerde bölgedeki rejimleri değiştirme ye çalışan İran artık bu rejimlerin meşruluğunu tanıdı ve onlarla iyi ilişkiler kurmaya başladı. İran devrimci ideolojisi İslam ve küfür kaçınılmaz bir çatışma öngörüyordu. Dolayısıyla bu dönemde ortaya çıkan medeniyetler çatışması tezleriyle dünya yaşanması zor bir yere gidiyordu. Hatemi önemli bir slogan ortaya attı; “Medeniyetler arasında diyalog”. Hem İslam’ın hem de İran’ın batıyla çatışmaya girmeden diyalog kurabileceğini savunmaya başladı. Ancak medeniyet ler  arası diyalog ve batıya açılım politikası muhafazakarlar ve radikaller nedeniyle bloke edildi ve son olarak neoradikal dönem. 

Neo radikal diyoruz çünkü devrimci ideolojiye faaliyete geçirme vaadiyle aynı radikal üsluba sahip yeni bir siyasal grup ortaya çıktı ve iktidarda önemli 
bir yer elde etti. Hatta Cumhurbaşkanı Ahmedinejad bu grubun sözcülüğünü üstlendi. Ancak bu defa da neoradikaller hem muhafazakarlarla hem de reformcularla çatışma içine girdiler. Ne kadar ideolojik bir politika izlenmesini savunsalar da muhafazakarların daha ılımlı yaklaşımı ve reformcuların karşı çıkışları etkili oldu. Neoradikaller iktidarda olmasına rağmen, İran dış politikası 1980’lerdekine benzer bir şekilde radikalleşmiyor. Söylemde bir radikallik var, ABD ve İsrail karşıtlığı su yüzünde ama eskisi kadar çatışmacı değil. Bölgeyle ilişkiye girmeyi önceleyen yaklaşım hala devam ediyor. Eskisi gibi halklara seslenip rejimlerle çatışmıyor. Dış politikanın yeniden radikalleşmesinin yansıması olarak İran’ın bu defa doğuya doğru açılımını görüyoruz. 

Çin, Rusya ve Afrika’yla iyi ilişkiler kurmaya çalışıyor. Bunun nedeni uluslararası sistemdeki gücünü arttırmak. Neo radikal dönemin en önemli dış politika konularından birisi de İran’ın nükleer politikası. İran’ın nükleer politikası aslında Hatemi’nin Cumhurbaşkanlığı’nın ikinci döneminde önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmıştı. Ama Hatemi hükümetinin ve reformcuların uzlaşmacı ve müzakereci yaklaşımı nedeniyle bu sorunun üstesinden gelinebileceği düşünülüyor du. Nitekim Hatemi ile İngiltere, Almanya ve Amerika üç yıl boyunca müzakere edildi. Hatemi hükümeti nükleer programı geçici olarak durdurmayı taahhüt etti. Ancak İran’da iktidar değişince Hatemi’nin batıya karşı yaydığı bu uzlaşmacı sinyaller, İran tarafından kaldırıldı. 

Müzakereler askıya alındı ve nükleer program yeniden başlatıldı. İran’da neo radikal grubun iktidara gelmesi ve nükleer programın hızlanması, batıyla çatışmayı güçlendirdi. Ahmedi Nejat’ın İsrail’le karşı söylemlerinin yoğunlaşması, batının devrimci İran’ın saldırgan tutumu fobisini depreştirdi. 

Sonuç olarak İran’ın nükleer sorunu içinden çıkılmaz bir hal aldı. 

Teşekkür ederim. 

**