Araştırma Görevlisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Araştırma Görevlisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2017 Çarşamba

İran Dış Politikası



İran Dış Politikası 




Dr. Bayram Sinkaya* 
*ORSAM Ortadoğu Danışmanı ODTÜ/Atatürk Üniversitesi Araştırma Görevlisi 




Ben size İran’ın Dış Politikasını Anlatacağım. 


İran’ın dış Politikası bizim için oldukça önemli. Çünkü İran oldukça önemli bir stratejik bölgede konuşlanmış. 

Önemli petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip, büyük bir nüfusu var, bulunduğu çevrede etkili bir ülke ve son olarak da siyasal İslam’ın devrimle iktidara 
geldiği tek örnek olarak siyasal İslam’ın performansının iktidardaki performansını izlenmesi açısından İran’ın izlenmesi, İran’ın çalışılması İran’ın dış politikasının anlaşılması oldukça önemli. İran’ın dış politikasına bakarken birçok tartışma görüyoruz. Bu tartışmaların büyük bir çoğunluğu da 

İran’ın İstisnacılığı üzerine yoğunlaşıyor. 

İran sanki normal devlet değilmiş gibi İran’ın farklılıkları olağanüstüymüş gibi yani İran, bütün dünya devletleri bir tarafa İran bir tarafa, İran istisna, İran her şeyden istisna dış politika yapımında istisna yapılar vardır. Dış politika çıkar tanımlanmasında ulusal çıkar tanımlanmasında farklılıkları olduğ gibi İran’ın farklı bir kategorileşmesi yapılıyor. Tamam, İran’ın kendine özgü tarafları var. İran’ın devrimden kaynaklanan, devrim sonrası oluşturulan yeni siyasi yapıdan kaynaklanan kendine özgülükleri var. Ancak bu İran’ın diğerlerinden tamamen farklı olduğu anlamına gelmiyor. Şimdi zaten İran’ın dış politikasına biraz daha detaylı bakmaya başladığımız zaman İran’ın diğer devletlerden pek de farklı olmadığını göreceyiz. Yani İran yerine başka bir devlet x devletini de koysak Türkiye, Irak, Suriye’yi de koysak belirli açılardan baktığımızda bazı ortak şeylerini göreceyiz. Nihayetinde İran devrimin bir ürünü olmasına rağmen, İran’daki mevcut rejimin 1979 da İslam devriminden sonra kurulmasına rağmen İran modern bir devlet. Modern bir Anayasayla yönetiliyor ve bugün ki çağın koşullarına göre yönetiliyor. Belki tam anlamıyla ulus devlet olarak tanımlamak İran’ı zor olabilir ama İran modern devlet olduğunu gerçeğinde gizleye meyiz. Modern devlet olmamasının yansımalarını mesela dış politika yapımındaki etkili aktörlerde görüyoruz. Bütün modern devletlerde olduğu gibi İran’ da da dış politika yapımında en etkili faktörlerden birisi Dışişleri Bakanlığıdır. Dışişleri bakanlığı direk karar alma mercii olmamasına rağmen, daha çok dış politikanın rutin günlük işleyişiyle ilgilidir. Ama büyükelçilikler ve dış temsilcilikler arascılığı ile topladığı bilgiler, bu bilgilerin ön değerlendirmesinin yapılması ve bunların karar verici daha üst mercilere intikali nedeniyle Dışişleri bakanlığının karar alma aşamasında önemli bir yeri var. 

İran’ın dış politikasında etkili bir başka kurum İran’ın ulusal yüksek güvenlik konseyidir. Türkiye’de ve birçok ülkede de yüksek güvenlik konseyi var ve 
güvenlik konseyi güvenlikle ilgili dış politika kararlarının alınmasında etkili oluyor, zaten dış politika güvenliğinde sağlanmasının da önemli unsurlardan 
birisi yani dış politika ile güvenliğin örtüştüğü birçok alan vardır ve bunları birbirinden ayırmak neredeyse imkansızdır. Çoğu zaman dış politikayla güvenlik 
politikaları aynı başlık altında incelenir. Dolayısıyla yüksek güvenlik konseyi de İran’ın güvenlik algılamalarının tehdit algılamalarını değerlendirilmesi bu tehdit algılamalarına karşı İran’ın savunma stratejilerinin geliştirilmesi ve bu savunma stratejisinin tamamlayıcı dış politika karalarının alınması ve uygulanmasında bu kararların uygulanmasın İran’ın içindeki diğer bürokratik kurumlar arsındaki koordinasyonun da yüksek güvenlik konseyinin önemli bir rolü var. Yüksek güvenlik konseyi kimlerden oluşur peki yüksek güvenlik konseyi bütün dünyadaki muadilleri gibi yine Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanıyor. İran Cumhurbaşkanı aynı zamanda yüksek güvenlik konseyinin de başkanı. 

Dışişleri bakanı, savunma bakanı, askeri kurumların başkanları İran’da iki tane askeri yapı var, iki ordu vardır. Hem düzenli bir ordu vardır, hem de geleneksel 
bir ordu vardır. Kendine özgü bir yanlı hususlardan biriside ordudaki ikili yapı gibi siyasette ikili bir yapı sözkonusu. Devrim muhafızları isminde bildiğimiz orduya oldukça paralel yakın örgütlenmiş bir ordu var, bir diğer ordudan farkı bir diğer ordudan farkı belki de daha ideolojik olarak örgütlenmiş olmasıdır. 

İdeolojinin bu ordunun işleyişine daha etkili olması ve görev tanımlamaları itibariyle farklar vardır. Sonuç itibariyle İran’da iki tane askeri yapı var. İki ordu var ve bunların ikisi de üst düzey komutanları iki ordunun da üst düzey komutanları yüksek güvenlik konseyinde temsil ediliyor. Ve İran siyasal sistemini kendine özgülüklerinin bir yansıması olarak yine yüksek güvenlik konseyinde tevellümü başkanı diyorum yani İran meclisinin başkanı temsil ediliyor. İran’ın yargı erkinin başkanı temsil ediliyor yani birçok ülke de bunu görmüyoruz meclisin ve yargının yüksek güvenlik konseyinde uygulamasına pek rastlamıyoruz ama İran da bunları görüyoruz. Yüksek güvenlik konseyi az önce belirttiğim gibi çok önemli hayati stratejik konularda tehdit değerlendirmelerinde ve bunlara yönelik savunma politikalarının belirlenmesinde karar alıyor yalnız bu kararlar uygulamaya 

tam olarak geçmiyor. Bunlar daha ziyade danışma mahiyetinde kararlar çünkü yüksek güvenlik konseyi aslında bir danışma kurulu karar alıcı bir organ değil. Güvenlik konseyini aldığı kararlar İran’ın rehberliğine sunuluyor, rehberler bu kararları onayladıktan sonra ancak bu kararlar uygulamaya geçiyor ve icra gücü kazanıyor. Cumhurbaşkanının dış politikanın işleyişinde önemli bir rolü olmakla beraber İran siyasetindeki fren-denge sistemi çeken balans nedeniyle cumhurbaşkanı çok etkili ve güçlü aktör, fakat dış politika aktörü değildir. Fiiliyatta bu durum zaman zaman cumhurbaşkanının kim olduğuna göre cumhurbaşkanının kişiliğine değişiyor. Kurumların işleyişi kurumsallaşmış yapılarında tamam iyi çalışıyor ama kurumsallaşmamış yapılarda özellikle devrimlerden sonra kurumsallaşmak zordur. Kurumsallaşmamış yapılarda tam olarak kurumsallaşmamış ülkelerde iktidar kişilerin bulundukları makamlar oldukça önemli makamlardan ziyade o makamlarda oturan kişiler daha etkili oluyor. Mesela İran da meclisi İran meclis başkanı genellikle dış politikayla ilgisi olmamasına rağmen, yetkileri sınırlı olmasına rağmen, meclis başkanı çok güçlü bir adamsa önemli bir dış politika yaptırımı haline gelebiliyor. 

Keza cumhurbaşkanı politikanın uygulanmasında en önemli makamlardan birisin de yer alırken eğer zayıf bir cumhurbaşkanıyla karşı karşıyaysak cumhurbaşkanı nın dış politikaya ilişkin karalardaki rolleri ve etkisi azalıyor. İran da meclisinde dış politikaya etkisi iki türlü var. 

Birincisi meclisin izleme denetleme yetkisi kapsamında yani uluslararası anlaşmalar denetleniyor ve meclisin onayından sonra ancak uygulamaya geçiyor. 

İkincisi de meclisin bazı komisyonları dış işleri komisyonu, savunma konusundaki komisyonlar kara alma mekanizmasının politika verilenmesinde 
nihai karar verici değiller. Ama yetkili unsurlar. Son olarak rehber, rehberden bahsetmemiz gerekir. Rehber siyasal sistemin en tepesindeki kişi ve İran ana-
yasasına göre de önemli dış politika kararları hatta ülkenin genel siyasetinin belirlenmesi yetkisi rehberin otorotitesindedir. Rehber, ancak önemli politika 
değişiklikleri yapabilir ve genel politikayı rehber belirler diğer bütün kurumlar rehberin belirlediği genel politika çerçevesinde politikalar alt politikalar 
üretir ve onları uygular. Dolayısıyla az önce dediğimiz gibi makamlarda ziyade kişiler daha öne çıkıyor mesela rehberler. İran’da bu zamana kadar iki tane 
rehberimiz oldu. Birinci Ayetullah Humeyni idi. Ayetullah Humeyni’nin ölümünden den sonra Ayetullah Seyid Ali Hamaney rehber oldu. 

Ama Hamaneyin rehberliği dönemi mesela zayıf bir dönemdir. Zayıf bir dönem olduğu için kişi olarak en etkili makamda oturmasına rağmen kişi zayıf olduğu için dış politikada fazla etkili olamıyor. O zaman Cumhurbaşkanı daha ön plana çıkıyor güçlü bir Cumhurbaşkanı var o yüzden makamları dikkate alacağız. Ama makamları dikkate alırken de o makamlarda kimlerin oturduğu oldukça önemli burada dikkat etmeliyiz. Son olarak İran’daki siyasal hiziflerden belki kısaca bahsetmek gerekir. İran dışarıdan baktığımızda belki tek monolotif bir yapıymış gibi görünse de bütün herkes, sanki İran’da aynı düşünüyormuş gibi görünse, kendi içinde aslında bir ölçüde sınırsız değil bir ölçüde çoğulcu bir ülke. İran’da da siyasal partiler değil belki ama siyasal gruplar var ve bu siyasal grupların ekonomiye dış politikaya iç siyasete ilişkin farklı pozisyonları var. Ve bu siyasal gruplar özellikle mecliste ve cumhurbaşkanlığında, dışişleri bakanlığında etkili olabiliyorlar. Dolayısıyla hangi hizvin daha güçlü olduğu hangi siyasal gurubun hangi makamda etkili olduğu da İran dış politikasının anlaşılması açısından önemli ve bu siyasal gurupların pozisyonlarının ayrıca incelenmesi gerekir. Bunun da yanında tabi 


İran’da basında oldukça etkili İran da birçok diktatörlüklerdeki olduğu gibi sanki basın tamamen devlet kontrolündeymiş gibi her yazılan devletin onayıyla 
yazılıyormuş gibi bir hava var. Türkiye’de de öyle bir izlenim var. İran’da basın sansür altında bu doğru ama İran’da muhalif basın da var bunu da dikkate almak gerekir. Basın hem gündem oluşturma açısından dolayısıyla siyasilere baskı yapma açısından dış politikada etkili olabiliyor. Peki, İran dış politikasında etkili olan faktörler nelerdir. Faktörleri kısaca gözden geçirelim.Etkili olan faktörler tarih oldukça önemli bir faktör, ideoloji oldukça önemli bir faktör, kimlik önemli bir faktör ama ben bunların kısaca iki başlık altında sınıflıyorum. Birincisi jeopolitik faktörler, diğeri de ideolojik faktörler. Jeopolitik faktörler İran’ın coğrafyasında girişte bahsettik zaten şu soldaki haritada da görüyorsunuz İran Asya ile Afrika’yı Ortadoğu’yu birbirine bağlıyor. Hint okyanusunu, Hazara, Karadeniz’e kadar uzanıyor. Yine Basra körfeziyle Hazar arasında çok önemli bir stratejik kavşakta bu stratejik kavşakta olması İran’a hem avantajlar sağlıyor hem dezavantajlar sağlıyor. Bu merkezi konumu kilit konumu nedeniyle zaman zaman işgallere uğramış tarih boyunca ve hala da bazı dış güçlerin müdahalesine açık hale geliyor. Ama bu stratejik konum nedeniyle uluslararası siyasette ve bölgesel politikada önemli bir yer ediniyor. Fiziki coğrafyanın İran’ın fiziki coğrafyasının bir diğer yansıması da doğal kaynaklarına ilişkin. İran’da biliyoruz zengin petrol ve doğalgaz kaynakları var. Dünyanın ispatlanmış petrol rezervleri açısından dünyada üçüncü sırada ve doğalgaz rezervleri açısında ikinci sıradadır. Dolayısıyla bu fiziki imkânlar da İran’ın dış politikasının belirlenmesine yani bu kaynaklar İran’a Allah vergisi karşılıksız önemli bir avantaj sağlıyor. Petrol ve doğalgaz ve bundan elde edilen rant ve İran’ın dış politikada karar almasını kolaylaştırıyor açıkçası daha rahat hareket edebiliyor. 

Ekonomik kaygılarını ikinci plana atabiliyor ama yine petrolün ihracatının yapılması gerekir, doğalgazın ihracatının ve satılmasının dolayısıyla bunların güvenlik altına alınması gerekir bu şekilde de dış politika kararlarını etkiliyor ve yönlendiriyor bu fiziki coğrafya. 

Beşeri coğrafyası İran’ın keza oldukça önemli ve dış politikasını etkiliyor. Beşeri coğrafyasından kastım insan yapısı nüfus yapısı öncelikle İran Ortadoğu’nun 
Mısır ve Türkiye ile birlikte en kalabalık nüfuslu ülkelerinden birisi 75 milyona yakın bir nüfusu var. Ve bu nüfus genç bir nüfus, nüfusun yüzde yetmişi 30 yaşının altında. Ve İran politikacıları karar alırken bu nüfusun taleplerini ve ihtiyaçlarını göz önüne almak zorundalar. Zaten bir on yıl sonra İran dış politikasının yapımında bütün İran siyasetinin belirlenmesinde bu yeni nesil yeni genç nüfus daha etkili olacak. Nüfusun başka bir yansıması da İran’ın etnik kompozisyonu ile ilgili İran etnik açıdan homojen bir ulus değil bunu hepiniz duymuşsunuzdur biliyorsunuzdur. İran’da birçok etnik azınlıklar var Kürtler, Azeriler, Türkmenler, Belluçlar, Araplar. 

Bu etnik azınlıklar en önemli özelliği bulundukları yerde yoğun halde yaşamaları. Mesela Türkmenistan sınırına yakın yerde İran Türkmenleri, Azerbaycan sınırına yakın yerlerde İran Azerileri, Türkiye ve Irak sınırının kuzeyine yakın yerlerde İran Kürtleri, İran’ın güneyinde İran Arapları, İran’ın güneydoğusunda ise Belluçlar yaşıyor. Bu etnik azınlıklar özellikle Kürtler, Türkmenler ve Belluçlar aynı zamanda dini azınlıklar. Çünkü İran’ın nüfusunun büyük çoğunluğu şiidir. Ama Belluçlar, Türkmenler ve Kürtlerin büyük çoğunluğu sünnidir. Dolayısıyla bu guruplar hemen sının diğer tarafında akraba topluluklarının da olması nedeniyle İran için zayıf noktalar olarak görülmekte. Hem sınır komşuları ve Atlantik ötesindeki ülkelerin bu azınlıkları kullanma ihtimali var hem de bu azınlıkların sınırın öte yakasındaki akraba topluluklarıyla ilişkilerinin neticesinde talep değişiklikleri tehdit algılamasında önemli unsur. Son olarak jeopolitik çevrede dönüşümden bahsedeceğim. Jeopolitik çevreden kastımız beşeri coğrafyayı ve fiziki coğrafyayı dikkate alarak komşuları belirlemektir. İran’ın hemen doğusunda nükleer silaha sahip olan Pakistan var. Pakistan siyasi açıdan istikrarı yakalayamamış zayıf bir devlet. Pakistan’ın hemen kuzeyinde Afganistan bulunmakta. Afganistan uzun yıllar Sovyet işgali altında kalmış, Sovyet işgalinden sonra iç savaşla çalkalanmış. 

İran’ın daha kuzeyinde istikrarlı bir yapıda Türkmenistan var. Hazar Denizi’nin statüsü ve kıyıdaş devletler arasında bölünmesi sorunu 20 yıldır çözülemedi. Kuzey Batı’da az önce bahsettiğimiz beşeri faktörden dolayı tehdit oluşturan Azerbaycan var. Ayrıca İran Ermenistan’la da komşu. Kuzey ülkeleri 
(Ermenistan, Azerbaycan, Türkmenistan) 1991’e kadar olmayan ülkeler. O zaman kadar İran sadece Sovyetler birliğiyle muhatap. Bu ülkeler Sovyetler 
birliğinin yıkılmasıyla oluşuyor. Böylece karşılıklı tehdit algılamaları ve güvenlik algılamaları değişiyor. İran’ın batısında aynı Afganistan gibi Irak var. Irak uzun yıllar İran için en önelmiş tehdit unsuruydu. 

Çünkü 1980 yılında Irak İran’a saldırdı. Bu saldırı sonucunda 8 yıl süren bir savaş yaşandı. Ve bu saldırıyı yapan Saddam Hüseyin rejimi 2003 yılına kadar güçlü bir pozisyonla iktidardaydı. Saddam rejiminin devrilmesinden sonra Irak’taki siyasal iktidarsızlık ve İran’ın güvenlik arayışları, İran politikasını etkilemekte. İran’ın kuzeyinde ise Basra Körfezi var. Basra Körfezi’ndeki yapı 1970’lerden beri sabit. Burada ABD ile iyi ilişkilere sahip küçük şeyhlikler ve Suudi Arabistan var. İran’ın devrim sonrasındaki ABD karşıtlığı dikkate alınırsa hoş bir tablo ortaya çıkmıyor. Diğer taraftan tarihsel bir perspektifle bakılırsa, bu bölgeler İran’ın eski kültürel havzaları olarak görülür. İran’da kurulan devletler en geniş ve güçlü oldukları dönemde Azerbaycan’da, Suriye’de, Irak’ta hakim olmuşlardı. 


Dolayısıyla bu bölgelerde İran kültürünün bazı unsurları da görülür. Bu durumda dış politika oluşturulurken hesaba katılan bir unsurdur. Daha da önemlisi 1991’  de Sovyetlerin yıkılmasında sonra Fars dilli bir coğrafyanın ortaya çıkmış olması. O tarihe kadar dünyada Farsçayı konuşan tek ülke İran idi. 

Ama Sovyetlerin yıkılmasıyla Tacikistan ortaya çıktı. Tacikler Farsçanın bir diyalektiğini konuşuyorlar ve İran’la kültürel bir akrabalıkları var. Afganistan’da 
da Fars dilinin farklı bir diyalektiği konuşuluyor. Dolayısıyla Afganistan’da İran’la etkileşim içerisinde. Ama bu jeopolitik tek başına bir anlam ifade etmiyor. Eğer tek başına anlam ifade etseydi önemli dış politika değişiklikleri yaşamazdık. Hatta İran’da devrim sonrasında bile dış politikada önemli değişiklikler yaşanmıştır. Bence İran dış politikasının en önemli unsuru, ideoloji. Bu devrimci bir ideoloji. Devrimci ideoloji biraz radikal, uluslararası sisteme meydan okuyan, revizyonist, statüko karşıtı bir yaklaşım. Ve bu yaklaşım özellikle Şii inancıyla birleştirilmiş durumdadır. Devrimci ideolojinin en önemli unsuru İran’ın eski kültürel geleneğinin de mirası olarak iyi ve kötü arasındaki sonsuz savaş. Daha güncele gelecek olursak emperyalizmle ezilenler savaş halindedir. Ve bu savaş ilelebet devam edecektir. 

Ancak Şii inancına göre İmam Mehdi geri dönecektir ve yeni, adil bir rejim kuracaktır. İyi ve kötü sürekli savaş halinde olacağına göre herkesin savaşa 
hazır olması gerekir. Bu açıdan İran rejimi hem sürekli seferberlik halinde olması açısından dikkat edilmelidir hem de diğer devletlerin İran’a bakış açısından 
da önemli bir tehdit kaynağıdır. Devrim sonrasında İran dış politikasında bazı süreklilikler olmakla beraber farklılıklarda var. İdeoloji 1978’da olduğu kadar yoğun değil. Ama devrimci rejim kurulurken bu ideolojik yapıya göre kurulmuş. Yine bu ideolojik yapıya göre güvenlik yapılanmaları oluşturulmuş. 

Belki 1980’lerde halkın çoğunluğu böyle bir ideolojiye inanıyordu ve bunu destekliyordu. Ancak bir süre sonra insanlar ideolojiden uzaklaşmaya başladıkları halde, ideoloji dış politikada etkin olmaya devam ediyor. Çünkü bütün siyasi rejim bu ideoloji üzerine kurulmuş. Eğer ideoloji revize edilecek olursa, bu ideolojinin ürünü olan dış politika revize edilecek olursa, devrim sonrası kurulan siyasal rejim artık yeni bir rejim olur. Ayrıca bu ideoloji doğrultusunda kurulan yeni güvenlik yapıları sistemin değişmesini zorlaştırmaktadır. Başlangıçta halkın devrim heyecanıyla kurulmasına onay 
verdiği bu ideolojik yapı bir süre sonra insanları esir almaya başlıyor. Son olarak bence İran’ın dış siyaseti için önemli bir faktör olmasa da ekonomiden 
bahsedebiliriz. Az önce söylediğim gibi İran petrol ve doğalgaz rantı üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla petrol ve gaz sattığı sürece belirli düzeyde bir geliri 
garanti etmiş durumda. Zaten İran milli gelirinin %70-80’i petrol ve doğalgaz satışlarına dayanmakta. Bu nedenle İran dış politikasında ekonominin 
belirleyici bir faktör olmadığını görüyoruz. Mesela Türkiye 1980’lerden sonra ihracat ağılıklı bir dış politika benimsedi. Çünkü içeride insanların refah 
düzeyi sağlansın diye daha fazla ihracat yapıp gelir elde etmeye çalıştı. Ama İran’ın böyle bir kaygısı yok. Ama 1980’lerin sonunda petrol fiyatları olağan 
üstü düştüğünde ekonomi önemli bir faktör olmuştu. Nitekim İran’da devrimci ideolojinin yansımasının da sonucudur bu. İran anayasasında açık bir 
biçimde ifadede edilmiştir. Devrim bazı ekonomik ihtiyaçların karşılanması için yapılmamıştır. Ekonomi sadece bir araçtır, nihai hedef değildir. Öncelik 
insanın manevi olgunlaşmasıdır ve bu olgunlaşma içerisinde maddi ihtiyaçları en alt seviyede karşılansa da olur. Peki, İran dış politikasının hedefleri 
neler? Öncelikle tüm modern devletler gibi kendi toprak bütünlüğünü sağlamak. Zaten dış politika ve güvenlik politikalarının iç içe olduğunu söylemiştik. 

Keza İran’da devrimci rejimin devamının sağlanması İran güvenlik politikasının en önemli unsurlarından biridir. Herhangi bir ülkenin dış politikasının amaçlarından birisi de o ülkede tanımlanan milli çıkarları ileriye taşımaktır. 

Bugün Türkiye’de de Dış Politika Ulusal çıkarlarla Özdeşleştiriliyor. 

Ama İran’da bu çıkarlar daha çok ideolojik arka plana göre şekilleniyor ve ideolojik arka plan ileriye taşınmaya çalışılıyor. Rejim güvenliği kaygısına 
paralel olarak ABD tehdidi ya da İsrail tehdidi de sözkonusudur. İran kendi rejiminin varoluşuna ABD’den ve İsrail’den ciddi tehditler algılıyor. Gerçektende 
bu iki ülkenin İran’da rejim değişikliği siyaseti var. Dolayısıyla İran milli çıkarlarını tanımlarken, bu ülkelerin İran’ın etrafındaki tüm hamlelerini 
etkisizleştirecek bir strateji belirliyor. Yani tamamen çatışma ve gerilim üzerine kurulu bir milli çıkar stratejisi var. Diğer taraftan da kendi İslami ideolojisini 
olabildiği kadar etrafına yaymaya çalışıyor. 

Zaten İran sisteminin kendine özgülüğünün yansımalarından birisi de İran dış politikasındaki evrensellik arayışıdır. İran’daki devrim milli bir devrim 
değildir, evrensel amaçları vardır. Bu devrimin iki amacı vardır. Birincisi İran’da kapitalizme ve komünizme alternatif, insanın manevi olgunlaşmasını sağlayacak, adaletli ve eşitlik üzerine bina edilmiş bir model oluşturmak. İkincisi ise İslam ümmetinin birliğini sağlamak, bu anayasayla tanımlanmış bir görevdir. Peki, pratikte İran dış politikası nasıl seyrediyor? 

Devrim sonrası İran dış politikasını 4 döneme ayırabiliriz. İlk dönem devrimin zafere ulaşmasından Cumhurbaşkanı Ebulhasan Beni Sadr’ın görevden alınmasına kadar geçen ılımlı geçiş dönemidir. 

Bu geçiş döneminde İran’da farklı siyasi gruplar etkililer. İran devrimi bir koalisyonun (İslamcılar, Liberaller ve Solcular tarafından kurulan) ürünü. Zaten bu koalisyon olmasaydı devrimin başarıya ulaşması çok zordu. Devrim başarıya ulaştıktan sonra bu koalisyon parçalanıyor ve her grup devrimi kendisi temsil etmek istiyor. Siyasal sistemde kendi gücünü maksimize ederek iktidararayışına 
giriyorlar. Bu iktidar arayışı içerisinde iktidar, tüm grupların geçici rızasıyla geçici olarak ılımlılara devrediliyor. Mehdi Bazargan’ın temsil ettiği ılımlılar iktidarda pek başarılı olamıyorlar. Çünkü devrim sonrası karmaşa ve önceki rejimden devralınan zayıf idari ve ekonomik yapı onların etkili politikalar geliştirmelerine 
engel oluyor. Böylece ılımlılar ve radikaller arasında sorunlar başlıyor. Bu dönemde İran dış politikasının üç önemli söylemi var; bağımsızlık, bağlantısızlık ve anti emperyalizm. Büyük devrimlerin çoğunda bir dış düşman vardır. İran’ın da dış düşmanı ABD idi. ABD’nin Şah dolayısıyla uzun yıllar İran’da etkili olması nedeniyle, Şah’a karşı yapılan devrim, ABD’ye yapılmış bir devrim olarak 
algılanıyor ve ABD’nin temsil ettiği batı emperyalizmi İran’da, Ortadoğu’da hatta tüm dünyadaki kötülüklerin baş sorumlusu olarak görülüyor. Bu nedenle 
Şah’a karşı olan tüm devrimci grupların en önemli amaçlarından biri bağımsızlık oluyor. 

Bağımsızlıktan kasıt, yabancı güçlerin ve ABD’nin etkisinin kırılması. Nitekim devrimden sonra ABD’yle yapılan anlaşmalar feshediliyor ve bir süre sonra tüm diplomatik ilişkiler kesiliyor. Diğer unsur bağlantısızlık. Devrimin olduğu dönemde dünya doğu ve batı bloku olarak ikiye ayrılmıştı. İran devrimi ne doğu ne de batı diyerek alternatif bir model ileri sürüyor. Bunun yanı sıra doğu batı 
kamplarından bağımsız 1955 yılında şekillenmiş olan bağlantısızlık kampına katılıyor. O zamana kadar batı blokunun aktif bir üyesiyken taraf değiştiriyor. 
Ve az önce bahsettiğim batı etkisine tepki olarak dış politika söylemine anti emperyalizmi yerleştiriyor. Tüm bu gelişmeler ve devrimin giderek radikalleş- mesi, İran’ın ABD’yle ilişkilerinin gerilemesine neden oluyor. Özellikle Şah’ın birkaç ülke gezdikten sonra ABD’ye sığınması İran devrimcilerindeki 
ABD karşıtlığını iyice körüklüyor. Bunun neticesinde 4 Kasım 1979’da İranlı bir grup öğrenci Amerika Büyükelçiliği’ni işgal ediyor. Bu hem İran siyasetinin hem de Amerika-İran ilişkilerinin önemli dönüm noktası. Bu tarihten sonra ABD ve İran’ın diplomatik ilişkileri tamamen kesiliyor ve düşmanca bir hal alıyor. 

Ilımlıların yapabileceği bir şey kalmayınca İran siyaseti radikallerin kontrolüne giriyor. Sonuç olarak ılımlılar bu savaşı kaybettiler ve radikaller kendi iktidarlarını güçlendirdiler. Radikal dönemde tabi ki dış politika da oldukça radikalleşti. Tamamen az önce bahsedilen ideolojinin hakimiyetine girdi. 

Her ne kadar İslamcı radikaller kendi iktidarlarını kurup pekiştirmiş olsalar da bir süre sonra ekonomi ve dış politikaya bakış açısından farklılaşmaya başladılar. Bunlar devrimci idealistler ve devrimci realistler olarak ayrılabiliyor. Devrimci idealistler tamamen ideolojik bir dış politika izlenmesini söylerken, devrimci realistler biraz daha pragmatik bir yaklaşımı savunuyorlardı. Bu dönemde de en önemli dış politika söylemi anti emperyalizm ve İsrail karşıtlığı idi. Buna karşın üçüncü dünyayla ilişkilere önem veriliyor. Devrimci dış politikanın en önemli unsuru, devrim ihracı. Devrim ihracı bir önceki dönemde de başlamıştı fakat bazı radikal grupların çabası olarak görülüyordu. Tam olarak devletin resmi politikası olarak adlandırmak zordu. Ilımlılar döneminde “devrim İran için mi İslam için mi?” yapıldı sorusu en önemli tartışma konularından birisiydi. Ilımlılar devrimin İran için, İran halkının çıkarları için yapıldığını savunurken; İslamcı radikaller devrimin İslam için yapıldığını ve bunun bir başlangıç olduğunu, tüm ezilmiş milletlere yayılması gerektiğini savunmaya başladılar. 

İran’ın revizyonist yaklaşımının sonucu olarak devrim ihracı, öncelikle kendisine halkları hedef aldı. İran’ın bu statükocu rejimleri, meşru olarak görmedikleri 
yönetimleri değil halkları muhatap aldı. Yeraltı örgütlenmeleri vasıtasıyla devrim ihracı faaliyetleri yapılıyor. Bu faaliyetler öncelikle ideolojik eğitim şeklinde yapılırken daha örgütlü gruplar İran’da lojistik ve askeri destek alıyorlar. Kendi ülkelerine döndüklerinde ise sözde devrimci faaliyette bulunuyorlar. Devrimci dış politikanın bir sonucu ve bir yansıması devrimci savaş. İran’ın devrimci savaşı Irak’la oluyor. Irak, İran’ın devrim sonrası sarsılan ordusunu, siyasetini ve istikrarsızlığını değerlendirmek istedi. Bunun yanı sıra İran’ın devrim ihracının en önemli noktası Irak’tı. Çünkü Irak, İran’ın en yakın komşusuydu, %60’ı şiilerden oluşuyordu ve İran’ın devrim mesajları Irak’ta yankı buluyordu. Böyle olunca İran devrimi ve rejim ihracı faaliyetleri Irak’ta tehdit olarak algılandı ve İran-Irak savaşının patlamasına neden oldu. 8 yıl süren bu savaş “kazananı olmayan bir savaş” olarak tarihe geçti. 

Tüm bu revizyonist yaklaşımın bir sonucu olarak İran, dış politikada giderek yalnızlaştı. 1980’lerin ortalarında ne rejim ihracı faaliyetlerinden ne de uluslar arası sistemde yeni dostlar bulabildi. İran önceleri bunu “İzolasyon iyi bir şeydir. Bağımsız olabilmek için dış dünyayla ilişkilerimizi kesmeliyiz. 

On yıl boyunca tüm ilişkilerimizi kesip daha güçlü bir hal alacağız” diyerek bunu meşrulaştırdılar. Ama 1980’lerde petrol fiyatlarının düşmesi, İran-Irak savaş 
maliyetlerinin artması ve devrim ihracı faaliyetlerinin cevap vermemesi yalnızlığı artık çekilemez hale getirdi. Hem uluslararası platformlarda hem de iç siyasetinde zor durumlar yaşanmaya başlandı. Bundan dolayı 1980’lerin ortalarından itibaren İran dış politikasında yavaş yavaş değişimler yaşanmaya 
başladı. Geçici bir ılımlılaşma, batıyla paylaşım, pragmatizm dönemi başladı. Bu dönem 1990’lar boyunca devam etti. İran’da 1989 yılında Ayetullah Humeyni’nin ölmesi yeni bir dönemi başlattı. Radikallerin giderek güç kaybettiği bu döneme termitoryal dönem deniyor. Bu dönem artık politikanın ideolojiden uzaklaştığı ve daha rasyonel bir hale geldiği anlamını taşıyor. İdeoloji artık 1980’lerdeki gibi kitleleri peşinden sürükleyemiyor. Ve rejim giderek daha statükocu bir hal almaya başlıyor. Bu dönem İran dış politikasında pragmatistler hakim oluyor. Ancak ideolojik dış politikayı savunan taraf etkileri azalsa bile varlıklarını sürdürmeye devam ettiler. Muhafazakarlar ve radikaller ideolojik dış politikayı savunmaya devam ettiler. Dolayısıyla 1990’larda İran dış politikasında batıya açılım, yumuşama ve dönüşüm görülse de önünde iç siyasi dengelerden kaynaklanan handikaplar var. Az önce bahsedilen ideolojik tuzak devreye giriyor. Siyasal rejimler tam olarak ideolojik hareket etmese de siyasal sistemler ideolojik temelli kurulduğu için ideolojiden kurtulamıyorlar. 

Diğer taraftan İran’daki denge sistemi nedeniyle hiçbir siyasi grup aynı zamanda tüm siyasi araçlara hakim olamıyor. Yani iktidar İran’da paylaşılıyor. Her ne kadar resmi dış politika ve devlet pragmatistlerin ve reformcuların kontrolünde olsa da muhafazakarların ve radikallerin elinde istihbarat örgütü ve devrim muhafızları gibi önemli araçlar vardı. Bir taraftan batıya zeytin dalı uzatılırken bir taraftan da bu araçlar vasıtasıyla batıdaki rejim muhalifleri öldürüldü. Devletin bir yani İran rejiminden kaçanları içeri çekmeye çalışırken diğer yanı radikal yaklaşımı sürdürdü ve suikastlar düzenledi. Nitekim İran dış politikası bu 
gerilimler nedeniyle ideolojiden uzaklaşma açısından mesafe kat edemedi. Ancak bölgesel yaklaşımı değişmeye başladı. 1980’lerde bölgedeki rejimleri değiştirme ye çalışan İran artık bu rejimlerin meşruluğunu tanıdı ve onlarla iyi ilişkiler kurmaya başladı. İran devrimci ideolojisi İslam ve küfür kaçınılmaz bir çatışma öngörüyordu. Dolayısıyla bu dönemde ortaya çıkan medeniyetler çatışması tezleriyle dünya yaşanması zor bir yere gidiyordu. Hatemi önemli bir slogan ortaya attı; “Medeniyetler arasında diyalog”. Hem İslam’ın hem de İran’ın batıyla çatışmaya girmeden diyalog kurabileceğini savunmaya başladı. Ancak medeniyet ler  arası diyalog ve batıya açılım politikası muhafazakarlar ve radikaller nedeniyle bloke edildi ve son olarak neoradikal dönem. 

Neo radikal diyoruz çünkü devrimci ideolojiye faaliyete geçirme vaadiyle aynı radikal üsluba sahip yeni bir siyasal grup ortaya çıktı ve iktidarda önemli 
bir yer elde etti. Hatta Cumhurbaşkanı Ahmedinejad bu grubun sözcülüğünü üstlendi. Ancak bu defa da neoradikaller hem muhafazakarlarla hem de reformcularla çatışma içine girdiler. Ne kadar ideolojik bir politika izlenmesini savunsalar da muhafazakarların daha ılımlı yaklaşımı ve reformcuların karşı çıkışları etkili oldu. Neoradikaller iktidarda olmasına rağmen, İran dış politikası 1980’lerdekine benzer bir şekilde radikalleşmiyor. Söylemde bir radikallik var, ABD ve İsrail karşıtlığı su yüzünde ama eskisi kadar çatışmacı değil. Bölgeyle ilişkiye girmeyi önceleyen yaklaşım hala devam ediyor. Eskisi gibi halklara seslenip rejimlerle çatışmıyor. Dış politikanın yeniden radikalleşmesinin yansıması olarak İran’ın bu defa doğuya doğru açılımını görüyoruz. 

Çin, Rusya ve Afrika’yla iyi ilişkiler kurmaya çalışıyor. Bunun nedeni uluslararası sistemdeki gücünü arttırmak. Neo radikal dönemin en önemli dış politika konularından birisi de İran’ın nükleer politikası. İran’ın nükleer politikası aslında Hatemi’nin Cumhurbaşkanlığı’nın ikinci döneminde önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmıştı. Ama Hatemi hükümetinin ve reformcuların uzlaşmacı ve müzakereci yaklaşımı nedeniyle bu sorunun üstesinden gelinebileceği düşünülüyor du. Nitekim Hatemi ile İngiltere, Almanya ve Amerika üç yıl boyunca müzakere edildi. Hatemi hükümeti nükleer programı geçici olarak durdurmayı taahhüt etti. Ancak İran’da iktidar değişince Hatemi’nin batıya karşı yaydığı bu uzlaşmacı sinyaller, İran tarafından kaldırıldı. 

Müzakereler askıya alındı ve nükleer program yeniden başlatıldı. İran’da neo radikal grubun iktidara gelmesi ve nükleer programın hızlanması, batıyla çatışmayı güçlendirdi. Ahmedi Nejat’ın İsrail’le karşı söylemlerinin yoğunlaşması, batının devrimci İran’ın saldırgan tutumu fobisini depreştirdi. 

Sonuç olarak İran’ın nükleer sorunu içinden çıkılmaz bir hal aldı. 

Teşekkür ederim. 

**

İran’da Siyasal Sistem ve İç Dinamikler BÖLÜM 2



 İran’da Siyasal Sistem ve İç Dinamikler  BÖLÜM 2



     İran siyasi sisteminde yasama organı olarak işlev gören meclis ya da İslami Şura Meclisi bir nevi halka dayalı meşruiyetin kullanıldığı organlardan biri çünkü İran anayasasına göre seçimler yoluyla meclis üyeleri belirleniyor ve seçimler doğrudan ve gizli oyla halk tarafından yapılıyor. Her dört yılda bir meclis seçimleri yenileniyor. Mecliste azınlıkların temsil hakkı var, bu İran için özel bir şey diyebiliriz. Beş vekil ile azınlıklar temsil ediliyor. 

Bunlardan Zerdüştler ve Museviler birer temsilci, Süryani ve Keldani Hıristiyanlar birlikte bir temsilci, güneydeki ve kuzeydeki Ermenilerde birer temsilci ile 
mecliste temsil ediliyorlar. Meclis İslam’a ve anayasaya aykırı olmamak koşuluyla her sorun için kanun koymaya yetkili. Bu konudaki denetim yetkisi 
daha önce de belirttiğim gibi Koruyucular Şurası’na aittir. Meclisin yaptığı her kanun Koruyucular Şurası’na gidiyor, Koruyucular Şura’sı kanunların anayasa ya ve şeriat’a uygunluğunu denetledikten sonra kabul eder ise meclise geri gönderiyor ve yasa işleme konmuş oluyor. Kabul edilmezse tekrar görüşülmesi 
için yine meclise iade ediyor ve nihai veto hakkı da Koruyucular Konseyi’ne ait. Meclis, ülkenin bütün işleri için araştırma ve soruşturma hakkına sahip. 

Milletlerarası antlaşma, sözleşme ve muvafakat belgeleri devlet tarafından borç alıp verme, ödünç alıp verme, karşılıksız yardımlar vs. hepsi mecliste kabul edilip onaylanıyor. Savaş ve olağanüstü şartlarda bazı hak ve hürriyetlerde zorunlu sınırlamalar getirmesi için hükümet, meclisin onayını almak zorunda. Ayrıca güvenoyu, soru sorma ve gensoru yöneltme yollarıyla yürütme icraatlarını da meclis denetliyor. İran siyasal sisteminde yürütme gücünü kullanan kurum ise cumhurbaşkanlığı kurumudur. Cumhurbaşkanlığı da dört yıl için ve halkoyuyla seçilir. Cumhurbaşkanı rehberden sonraki en yüksek makamı diyebiliriz. Bir cumhurbaşkanı üst üste en fazla iki defa seçilebiliyor. Tekrar 
aday olmak istediğinde aradan bir dönem geçmiş olması gerekiyor. Daha önce söylemiştim, rehberin İran asıllı olması gerekmiyor ancak cumhurbaşkanının 
İran asıllı olması gerekiyor, İran vatandaşı olmalı, tedbirli ve idareci, iyi geçmişli, güvenilir ve takva sahibi olmalı, Caferi mezhebi mensubu olmalı ve İslam cumhuriyetinin temel prensiplerine inanmalı. Bu özellikleri cumhurbaşkanı adayının sahip olup olmadığını denetleyen daha önce de söylediğim gibi 

Koruyucular Konseyi’dir. Adaylarda, eğer bu özelliklerde bir eksiklik bulursa adaylıklarını reddediyor. Cumhurbaşkanı seçime katılanların salt çoğunluğu 
ile seçiliyor. Eğer adaylardan hiçbiri bu salt çoğunluğu sağlayamazsa seçim en fazla oyu alan iki aday arasında bir sonraki haftanın Cuma günü tekrarlanıyor 
ki bu İran seçimlerinde sık sık olan bir şeydir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Koruyucu Şura nezaret ediyor. Ancak cumhurbaşkanı mazbatasını rehberden alıyor. Yani cumhurbaşkanını yürütme yetkisiyle görevlendiren kişi nihayetinde rehber oluyor. Yeni cumhurbaşkanı İslami Şura Meclisi’nde yemin ederek görevine başlıyor. Cumhurbaşkanının görevleri arasında milli planlama ve 
bütçeden sorumlu olmak var, büyükelçilerin atamasını yapıyor, yabancı büyükelçilerin itimatnamelerini kabul ediyor, Yüksek Güvenlik Konseyi’nin de 
başkanlığını yürütüyor. Yargı kurumu İran’daki yasama-yürütme ve yargı, üçlü yönetim İran’da da mevcut. Yargı üçüncü ayak olarak göze çarpıyor. 

Yargı gücü İslami ölçülere uygun olarak kurulmaları gereken adli mahkemeler aracılığıyla kullanılıyor. 

Yargının görevi davaların çözüme bağlanması, kamu hukukunun korunması, adaletin icrası ve yayılması ile şer’i cezaların uygulanmasıdır. Bir yüksek 
yargı erk’i başkanı mevcuttur. Yüksek yargı erk’i başkanını rehber seçiyor. Müşteyitler arasından beş yıl süre ile seçiliyor. Bu yüksek yargı erk’i başkanı, 
hakimleri işe almaktan, atamaktan ve özel bir işle görevlendirmekten sorumludur. Bir de İdari Adalet Divanı kurulmuş durumdadır. İdari Adalet Divanı; halkın, memurlar, devlete bağlı hükümetin birimleri veya tüzükler dolayısıyla olan şikayet ve itirazlarını inceliyor. Ayrıca İhtisas mahkemeleri de mevcut. Asker, jandarma, polis ve devrim muhafızların görevlerini ilişkin suçların soruşturulması için askeri mahkemeler kurulmuş durumda. Devrim mahkeme leri yine ülkenin iç ve dış güvenliğine yapılan bütün saldırılar, rejimin kurucusu Humeyni ve rehber hakkında kötü söz ve iftiralar, rejimin güvenliğine yönelik tehditleri ele almak için yetkilidir. Bir de doğrudan rehbere bağlı özel ulema mahkemesi var ki bu mahkeme din adamlarının ve medrese öğrencilerinin 
sorunlarını çözmekle yükümlüdür. 

Anayasal Kurumların sonuncusu Danışma Kurullarıdır. 

Bu kurullar iki tanedir. Birincisi düzenin yararına teşhis heyeti ikincisi yüksek güvenlik konseyidir. Düzenin yararına teşhis heyeti İslami şura meclisi ile yani parlamento ile koruyucular şurası yani yasaları denetlediğini söylediğim şura arasındaki anlaşmazlıkları çözmek üzere kurulmuştur. Tabi bu kurum esasın da 1980’lerin sonlarına doğru gerçekten yasa yapılma konusunda meclis ile koruyucular konseyi arasındaki ciddi çatışmaların çıkması sonucu pratik nedenlerden ötürü kurulmuş bir kurumdur ve bugünde hala işlemektedir. Bu kurum ülkenin genel siyasetinin belirlemesinde danışma kurulu vazifesini görüyor. Meclis ile koruyucular şurası arasında yasaların İslami ve anayasaya uygunluk hususunda anlaşmazlıklar sık sık ortaya çıkabiliyor. 

Bu durumda anlaşmazlık çözülemediği takdirde eğer rehber isterse bu heyeti yani düzenin yararına teşhis heyetini toplayıp konuyu çözüme kavuştura 
biliyor. Bu heyetin bütün üyeleri belirli bir süre için doğrudan rehber tarafından atanıyorlar ve kararları ancak rehberin onayından sonra icra edilebiliyor. 
Yüksek Güvenlik Konseyi bir diğer danışma kuruludur. Yasama, yürütme ve yargı başkanları, Genel Kurmay Başkanı, plan ve bütçe sorumlusu rehberin 
seçtiği iki temsilci dışişleri, içişleri ve istihbarat bakanları gerektiği zaman ilgili bakan, ordu ve devrim muhafızları en üst dereceli komutanlarından oluşan 
büyük bir kurumdur. Daha doğrusu fazla üyeli bir kurumdur. Amacı ve görevleri Milli çıkarları sağlamak, İslam devriminin ve ülkenin toprak bütünlüğünü 
korumak bu amaç ile Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan bir kurumdur. 

Rehberin tayin ettiği genel siyaset çerçevesinde ülkenin güvenlik ve savunma politikasını belirlemekle siyasi, toplumsal, kültürel, ve ekonomik faaliyetlerin genel güvenlik ve savunma tedbirleriyle uyumlu hale getirilmesinin sağlamak görevleri de bulunuyor. Yine Yüksek Güvenlik Konseyinin kararları ancak rehberin onayından geçtikten sonra icra edilebiliyor. Bu teknik kısmı bitirdikten sonra 1979 İran devrimi sonrası siyasi gelişmelere göz atmak gerekirse. “79 İran devrimi” sonrasını ilk önce Humeyni dönemi ile başlatmak uygundur. Çünkü Humeyni karizmatik kişiliğiyle devrimde oynadığı lider rolle rehber seçildikten 
sonra hayatta kaldığı 1989’a kadar bütün siyasi sorunlarda meselelerde kararlarda en önemli rol oynamış kişiliktir. Bu dönemi de ikiye ayırmak  mümkün dür.  79- 81 yılları arasındaki ılımlı dönem ve 81 -89 yılları arasındaki radikal dönem. Ilımlı dönem, ülke içerisinde devletin şeklinin belirlendiği, anayasanın yapıldığı, rejimin niteliklerinin belirlendiği dönemdir. Ancak, devrimin niteliğinden dolayı devrime pek çok kesimden insanların katılmasından 
dolayı bu dönemde bu grupların söz söyleme hakkı bulunuyordu ve henüz radikal İslamcılar iktidarı tamamen ele geçirmiş değillerdi. Ancak, 
81’in sonlarına doğru radikal İslamcıların iktidarı ele geçirmeleriyle ve ülkedeki solcu, milliyetçi ve liberal grupların siyaset sahnesi dışına itilmeleriyle ılımlı 
olarak adlandırdığım dönem aslında son derece katı politikaların yerleştiği bir dönem oldu ve daha sonraki radikal siyasete zemin hazırlayan dönem 
oldu. Humeyni döneminde devrimci gruplar arasında iki temel düşünsel eğilim göze çarpmakta. 

Bunlar elitist ve halkçı eğilimlerdir. Elitist eğilim daha çok muhafazakar ve ya geleneksel sağ olarak adlandırılan kesim tarafından benimsenen eğilimdir. 
Bu gruplar nihai egemenliği Allah’a ait olduğunu ve dini esasları en iyi bilen kişiler olarak ulemanın kutsal yasaları uygulamakta tek yetkili olduğunu 
savunanlardır. Sosyal ve kültürel alanda şeriatın katı yorumunun uygulanmasını savunuyorlardı. Ekonomik alanda ise özel mülkiyeti savunuyorlardı. 

Çünkü, özel mülkiyetin çok çalışmayla elde edildiğini dinde kutsal olduğunu dolayısıyla Devletin özel mülkiyete müdahale etmemesi gerektiğini düşünüyorlar dı. Bu nedenle de ağır vergilere sanayi ve ticaretin devletleştirilmesi ne karşı çıktılar. İkinci eğilim olan halkçı eğilim ise İslam devletinin temelinin vatandaşlar ile devlet arasındaki anlaşmaya dayalı olduğunu savunuyordu. Buna göre, vatandaşlar egemenlik haklarını yasaları yapacak olan seçilmiş temsilcilere devredeceklerdi. Bu grubu radikaller olarak adlandırmak mümkün Humeyni döneminde. Halkçı grupta anayasal cumhuriyet vurgusu oldukça belirgindir. 

Zenginliğin ve fakirliğin uç derecelerinin toplum için kötü olarak görüyorlar ve bu nedenle devletin zenginliği yiyecek ve petrol sülvasyonları parasız eğitim, sağlık hizmetleri, aşamalı vergilendirme gibi yollarla halka eşit olarak dağıtması 
gerektiğini savunuyorlar. Sosyal ve kültürel konularda ise muhafazakarlardan daha ılımlı bir bakış açıları var. Ancak bu iki eğilim arasındaki temel fark aslında İslam hukukunun iki farklı yorumundan ortaya çıkıyor. Muhafazakar grup, elitist 
eğilimi olan grup, İslam’ın Kuran ve sünnet gibi geleneksel kaynaklarının temel kabul edildiği ve yeni yorumlara kapalı olan bir hukuksal anlayışı benimsiyor. 
Halkçı grup ise İslam’ın kaynakları üzerinde zamanın gereklerine ve ihtiyaçlara göre ve yeni durumlara göre ikincil hükümlerin verilebileceği daha dinamik bir hukuk anlayışını savunuyor. Aslında ikisinin farkı burada ortaya çıkıyor. Elitist 
grup, muhafazakar ikincil hükümlere karşı doğrudan kurallı ve sünnetin uygulanmasını isteyen grup, halkçı grup ise yeni durumlara yeni gerekliliklere 
göre yeni şerri hükümler yeni şerri kararlar verilmesi gibi verilmesi gerektiğini savunan ve bu anlamda modern durumlara uyum sağlamak çabasında olan 
gruptur. Bu iki grubun yanında devrimin ilk 10 yılında önemli rol oynamış diğer bir grup daha vardır bu aslında Humeyni’nin ölümünden sonra siyasette 
rol kazanmıştır. Bu da dönemin meclis sözcüsü Ali Ekber Haşemi Rafsancani etrafında toplanan gruptur. 


Savundukları karma bir ekonomik anlayış mevcuttur. Bir taraftan zenginin halka yeniden dağıtılmasını savunurlarken diğer taraftan özel mülkiyetin korunması gerektiğini düşünüyorlar. Sosyal ve kültürel alanda ise daha nispeten ilerlemeci bir tavırları vardı. Dediğim gibi Humeyni devrimin ilk lideri, rehber ve karizmatik kişiliğiyle dini bilgisiyle bütün bu gruplar arasında dengeleyici bir rol oynamıştır 
ve bu nedenle de bütün bu gruplar hepsi iddialarını Humeyni’nin fetvalarına dayandırma çabasına girdiler. Hepsi meşruiyetini bir anlamada Humeyni’nin 
düşüncesinden aldılar. Bu dönemde aktif olan muhafazakar grupların bazıları militan din adamları derneği, İslami birleştirme topluluğu ve Kum Havzası 
Müderrisleri Derneği olarak sayılabilir. 

Ancak 1988’e gelindiğinde militan din adamları derneği arasında fikir ayrılıkları ortaya çıktı. Ruhaniyat diyeceğimiz bu grup arasında solcu eğilimli din adamları 
dernekten ayrılarak Ruhanuyu’yu militan din adamları heyetini kurdular. Bu dönemdeki radikal gruplar ise yani halkçı eğilime sahip guruplar ise İslam 
devrimi mücahitleri ki devrim öncesinde Şah’a karşı silahlı mücadelesinin gerekliliğini savunan grupların birleşmesiyle kurulmuştu. İslam cumhuriyeti 
partisi olarak göze çarpmaktadır. İslam Cumhuriyeti Partisi dönemin siyasetinde önemli rol oynamıştı. Hem muhafazakar hem radikal unsurları içerisinde barındırıyordu. Ancak bu unsurların bir arada olması zamanla fikir çatışmalarına ve ayrılıklara yol açtı. Bu parti içerisindeki temel çatışma bugünde adını belki duymuş olabileceğiniz Hücretiyecilerle Mektebiyeler arasında yaşanmıştı. Hücretiyeciler muhafazakar kanadı oluşturuyorlardı ve nihai egemenliği kayıp İmam Methi’ye 12. imama ait olduğunu savunuyorlardı. Yani biraz daha geleneksel Şii yönetim anlayışına yakın bir tavırları vardı. Dolayısıyla velayeti fakih kurumunu ve bu kurumun siyasete müdahalesini sorgulamaya devam etmişlerdi. Radikal grubu oluşturan mektebiyeler ise dinamik hukuk anlayışını benimsemişlerdi. Dinamik hukuk anlayışının ortaya çıkardığı velayeti fakih 
yorumunu sonuna kadar desteliyorlardı. Bu iki grup arasındaki görüş ayrılığının yol açtığı çatışmalarla İran İslam cumhuriyetinin ilk ve tek partisi olan 
İslam Cumhuriyeti Partisi 1987 yılında Humeyni’nin izniyle kapatıldı. Bundan sonra da siyasi parti kurulmasına izin verilmedi. Şu anda İran da hiçbir siyasi parti bulunmamaktadır. Sadece bazı dernekler siyasette etkin olmaya çalışmaktadır. Yine Humeyni döneminin yeniliklerinden biri de devlet  yönetimin de maslahat zaruret doktrinin uygulanması oldu. Maslahat çıkar demek, zarurette gereklilik demek. Bu doktrin İslam toplumunun çıkarlarını korumak söz konusu olduğunda veya olağanüstü gereklilik halinde İslam hukukçularının şeriat hükümlerini ihlal etmemek koşuluğuyla yeni fetvalar verebileceği anlayışını ortaya çıkardı. Bu yine devletin pratik ihtiyaçlarından kaynaklanan doktrindir. 
Çünkü karşılaşılan yeni meselelerin eğer şeriat hukukunda yeri yoksa ya da hakkında bir fetva yoksa çözülememesi gibi bir durum olmuştu Humeyni 
döneminde dolayısıyla çözmek için yeni fetvalar verilmesini sağlamak için bu doktrin uygulanmaya başlandı. 

Humeyni döneminin önemli olayları da bilindiği üzere 1981’de Irak’la İran savaşmaya başlamıştı. 1988 Ağustos’unda savaş ateşkes ile sona erdi. 

Yani aradan geçen sekiz yıllık sürede İran Irak’la bir fiil savaş halindeydi ve bu savaş durumu da ülkedeki siyasi gelişmeleri ya da ülkedeki siyasi tartışmaların 
üzerine örten bir durum olmuştu ve yine 1989’da Humeyni’nin isteğiyle başlayan çalışmalar sonucu anayasa da yapılan değişikliklerde bu dönemin önemli 
gelişmeleri arasındadır. Humeyni 3 Haziran 1989’da vefat etti. Bunun ardından İran siyasetinde yeni bir dönem başladı. 

Humeyni’nin vefatından yaklaşık 1 ay sonra anayasa değişiklikleri onaylandı ve aynı gün Haşimi Rafsancani cumhurbaşkanı seçildi. 

Anayasa değişikliğinin Humeyni’den sonra yerine gelecek rehberin önemli bir ayrıntısı vardı. Eski anayasaya göre rehberin Ayetullah olması gerekiyordu 
ve merce-i taklit olması gerekiyordu. Yeni anayasada da yine rehber Ayetullah olmalı ancak merce-i taklit olma şartı ortadan kaldırıldı. Çünkü Humeyni’nin yerine İran’daki mevcut siyasi yapı bugünkü rehber Hamenei’nin şeçilmesini istedi. Hamenie ise merce-i taklit konumunda değildi yani Şii hukukunda fetva vermeye yetkili en yüksek kişi konumunda değildi. Dolayısıyla anayasadaki değişiklikleriyle bu şart ortadan kaldırıldı ve yine o dönemde rütbesi Hücretul İslam olan Hamenie çok kısa sürede Ayetullahlığa yükseltilerek mederese tarafından yeni rehber olarak İran devletinin başına getirildi rehberde ilan edildi. Rafsancani dönemine gelirsek 1989’da cumhurbaşkanlığına seçildi ve 97 yılına kadar iki dönem cumhurbaşkanlığı yaptı. Bu dönem İran’ın savaş sonrası dönemine denk geliyor. Savaşta son derece yıpranmış olan ülke hem ekonomik 
olarak hem alt yapısal olarak savaştan çok büyük bir zararla çıkmıştı. Rafsancani ise bu dönemin savaşın hasarlarını tamir etmek ve ülkeyi yeniden yapılandırmak amacıyla uyguladığı politikalarla yürüttü. 

Beş yıllık kalkınma planları yaptı örneğin ve ekonomik gelişmeye öncelik verdi. Tabi kalkınmaya yapılan vurgu yönetimde teknokratların ağırlığın artmasına yol açtı. Rafsancani döneminde İran siyasetine hakim olan siyasi görüşler biraz daha yelpaze olarak genişledi diyebiliriz. Geleneksel sağdan söz etmek mümkün bu dönemde, geleneksel sağ velayet-i fakih sistemde her şeyin üstünde tutan görüş, geleneksel İslam hukukunu savunan görüş ekonomik alanda devlet müdahalesinin olmadığı serbest pazar ekonomisini savunan görüş yani bir anlamda Humeyni döneminde anlattığımız geleneksel muhafazakar görüşün devamı diyebiliriz. Ancak Rafsancani döneminde geleneksel sağ kültürel ve 
sosyal alanda biraz daha sertleşerek batıyı İran’a kültürel saldırı yapmakla suçlamaya başladılar ve İran’ın kendi yerel değerlerini koruması gerektiğini 
savunamaya başladılar. Dolayısıyla toplumun batının kültürel etkisine karşı savaşması gerektiğine dair katı bir tutum içerisine girdiler. Modern sağ ise 
Rafsancani’nin de temsil ettiği kanadı oluşturmaktı aslında. Bunlar kendilerine yeniden yapılandırmanın uygulayıcıları adını vermişlerdi. 1996 yılında 
geleneksel sağdan tamamen ayrıldılar. 

Amaçları Rafsancani’nin başlattığı savaş sonrası yapılandırma çalışmalarının devamı ve İran’ın ekonomik ve siyasal kalkınmasını sağlamaktı. Bu grubun anahtar kelimeleri kalkınmaydı her şeyi kalkınmak için yaptıklarını düşünüyor lardı. Kültürel alanda biraz daha modernizme açıklardı. Ancak ekonomik alanda her ne kadar devlet desteğini benimseseler de nihayette serbest Pazar ekonomisinin yerleşmesi gerektiğini düşünüyorlardı. 3. grup ise radikaller diye bileceğimiz bir grup. Radikaller daha önce bahsettiğimiz 1988’de muhafazakarlar arasında bir fikir ayrılığı oldu. Radikaller bu fikir ayrılığı sonucu ruhaniyattan 
ayrılan militan din adamları derneğinin ve İslam devrim mücahitlerinin birde birliği güçlendirme ofisinin ki bir öğrenci teşkilatıdır ve bu örgütlerin 
oluşturduğu görüş olarak ön plana çıkmakta. Radikaller İslam hukukunun dinamik yorumunu savunuyor güçlü, merkezi ve zenginliği halka yeniden 
dağıtan devlet istiyorlardı. Ancak ekonomik ve sosyal kültürel politikalarda liberal bir duruş sergiledikleri için Rafsancani öncesi radikal düşünceden biraz ayrıldılar. Yani Humeyni dönemi radikallerinden ayrıydılar. Kültürel ve ekonomik alanda daha liberal duruşa sahiptiler. Bu grubu sağdan ve muhafazakarlardan 
ayıran temel fark velayet-i fakih yorumunu değil kutsal halkçı yorumunu savunmalarıydı. Bu yoruma göre velayet-i fakihin temsilcisi rehber mutlak güce ve despotizme yol açabilirdi. Çünkü yetkileri mutlak olduğu zaman her türlü kararı hiçbir anayasal kuruma danışmadan kendi başına alabilirdi bu da despotizme yani Şah’a karşı mücadelelerine despotizme karşı mücadele olarak tanımlamış bir ülkede mutlak velayet-i fakih yorumu yine aynı despotizme yol açabileceği için radikaller tarafından bu yoruma karşı çıkıldı. Buna karşın, İran 
rejiminin dini yani kutsal meşruiyeti olduğu kadar halka dayanan meşruiyeti de vardır ve ikisi birlikte gözetilmelidir görüşü bu grup içinde hakimdir. Ekonomik 
görüşleri devrimci, devletin temel amacının zenginliği eşit olarak dağıtması gerektiğini savunan bir görüştü ve radikallere göre devlet sosyal adaleti 
sağlamalıydı. Soysal ve kültürel görüşlerinde daha özgürlükçüydü ler. Rafsancani’nin iki dönem yaptığı cumhurbaşkanlığından sonra yeni seçilen 
cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi oldu 1997 yılında ve 2005 yılına kadar iki dönem cumhurbaşkanlığında bulundu. Hatemi dönemi de yine İran 
siyasetinde yeni gelişmelerin öncüsü olmuş bir dönemdir. 

Hatemi’nin seçilmesi başlı başına önemli bir süreçtir. Çünkü Hatemi dönemi yerleşik kurumlar tarafından yani rehber tarafından desteklenmeyen bir adaydı. Her ne kadar din adamı olsa da ve koruyucular şurası tarafından adaylığı kabul edilse de seçilmesine çok az şans verilen bir adamdı. Ancak Hatemi seçim söyleminde İran siyasetine çoktandır halkın beklediği yeni kavramları soktu ki 
bunlar insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokratikleşme gibi söylemlerdi. Dolayısıyla seçimlere katılım % 88 gibi bir seviyeye ulaştı ve oyların % 69 
alarak iş başına geldi. Bunda söylenen şudur, kadınların ve gençlerin Hatemi’ye verdiği destek çok büyük rol oynamıştır. Hatemi’nin liderliğinde başlayan 
bu hareket İran da reform hareketi olarak adlandırılıyor. 

Reform hareketin amacı sivil toplumun yaratılması, ifade özgürlüğü, hukuk devletinin tesisi ve şeffaf yönetimin sağlanmasıydı. İran da rejim yapısıyla 
ilgili entelektüel tartışmalarda yine bu dönemde zirveye çıktı. Çünkü Hatemi’nin özgürlükçü bakış açısı altında pek çok grup ve görüş kendini ifade etme şansı buldu. Bu dönemde yine dini entelektüeller adıyla adlandırılan en ünlüsü Abdulkerim Şuruş’tur. Bu aydınlar görüşlerini ifade etmeye başladılar ve toplumdan destek alamaya başladılar. Bütün gruplar velahit-i fakih’i kabul eden asla karşı çıkmayan gruplardır. Çünkü hepsi bu sistem içerisinde çalışan gruplar ancak velahit-i fakih’e bakış açılarında farklılıklar var. Bu dönemde sosyal ve kültürel alanda büyük bir özgürleşme yaşanıyor. Gazetelerin üstündeki sıkı denetim ortadan kaldırılıyor ve pek çok yayın, yayın hayatına başlıyor ve fikirler 
kendini ifade etmeye başlıyor. Bu dönemde olan önemli olaylardan birkaçı Kasım 1998’de İran’da nasıl ve kimin tarafından yapıldığı belli olmayan bir seri cinayet işlendi bu cinayette gazeteciler ve aydınlar öldürüldüler. Bunların en ünlüsü İran’ın milliyetçi partisi liderlerinin öldürülmesiydi. Tabi ki de bu cinayetlerin olması toplumda büyük korku yarattı. Çünkü cinayetlerin kim tarafından ve neden işlendiği belli değildi. Toplumda yaygın olan görüş cinayetlerin gizli servisler tarafından işlendiğiydi. Hatemi bu cinayetleri soruşturmak üzere parlamentoyu görevlendirdi. Hatemi’nin bu soruşturmayı yapması aslında mevcut yapıya bir anlamda meydan okumasıydı. Çünkü bu gizli cinayetleri aydınlatması demek Hatemi’nin toplum için popülaritesini daha da artırması anlamına geliyordu. Nitekim belirli bir noktaya kadar başarı kazandı. Çünkü 
1999 yılında İstihbarat Bakanı, bu cinayetlerin bakanlıktan kişilerin işlemiş olabileceği şeklinde bir açıklamada bulundu ve bir süre sonra istihbarat bakanı 
görevinden istifa etti. Ancak Hatemi bu cinayetleri tam anlamıyla aydınlatmayı başaramadı. Nitekim cinayetlerden en çok sorun tutulan kişide hapishanede esrarengiz bir şekilde ölü olarak bulundu ve hiçbir zaman da ortaya çıkamadı. 

Bu dönemde yine Hatemi, hükümetiyle mevcut kurumsal yapı arasında ikinci bir gerilim unsuru da 8 Temmuz 1999 ‘da patlak veren öğrenci olaylarıydı. 

Hatemi’nin seçilmesinden sonra 1997’den sonra basın alanında geniş özgürlükler verilmeye başlandı gazeteler yayınlanmaya, fikirler söylenmeye başlandı. 
Ancak tabi ki de bu muhafazakarların büyük tepkisine neden oldu ve bu gazetelerin teker teker kapatılması gündeme geldi. Kapatılan gazeteler tekrar 
başka bir adla yeniden yayın hayatına başlıyordu. Ancak 1999 yılına gelindiğinde muhafazakarlar yeni bir basın yasası çıkardılar ve ifade özgürlüğüne 
ciddi bir kısıtlama getirdiler ve bunun arkasından da büyük, önemli bir reformcu gazeteyi kapattılar. Öğrenciler bu durumu protesto etmek için sokağa döküldü ler.  

8 Temmuz 1999 da Tahran’da altı gün süren öğrenci olayları yaşandı. Bu olayları bastırmak için güvenlik güçleri öğrenci yurtlarına girdiler ve olaylarda bir kişi öldü. Ancak Hatemi olayları bastırmak için öğrencilere karşı desteğini geri çekmek zorunda kaldı bu da mevcut yapıyla reformcular arasındaki çatışmanın e n büyük örneklerinden birisidir. Hatta Hatemi, bu öğrencilerin dış güçler tarafından yönlendirildiğini söylemek zorunda bile kaldı. Hatemi’nin mevcut yapıyla çatışmaya girdiği bir diğer yapıda meclisten geçirmek istediği ikili bir yasa tasarısı olmuştur. Bu yasa tasarısını 2002 yılında meclise vermişti, seçim yasasında reform yapmak ve koruyucular şurasının seçime girecek adayların denetlenmesinde bazı kısıtlamalar getirmek istedi. 

Reformcu politikalarını uygulaya bilmek adına Cumhurbaşkanı yetkilerini arttırmak istedi. Tabi ki de bu yasa defalarca koyucular şuurası ve meclis arasında gitti geldi ve iki yıl sonra Hatemi yasayı geri çekmek zorunda kaldı. Hatemi döneminde devrimin ilk yıllarında Allah’ın savaşçıları olarak kurulmuş 
gruplar ortaya çıktılar. Hatemi döneminde hem özgürlükler oldukça genişledi ancak bu mevcut rejimin tepkisini çektiği ölçüde toplumda sorunlar yaşanmaya başlandı toplumda sertlik yanlısı taraflar çoğalmaya başladı. Hatemi çok büyük ideallerle gelmiş olmasına rağmen rejimde Cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlı olması ve nihayette kurumlar tarafından kısıtlanmasından dolayı reformcu politikasını uygulayamadı ve başarısız olarak görüldü. Bir anlamda da İran halkının umutlarının sönmesi demek oldu. Nitekim arakasından da 2005 yılında Ahmedinejad Cumhurbaşkanı seçildi. 

Ahmedinejad ile birlikte neo-radikal diye bileceğimiz yeni bir dönem başladı. Bu dönemde neo-radikaller hem muhafazakarlara hem de reformculara karşı bir tavır takındılar. İran siyasetini ve toplumunu yeniden İslamileştirme politikası gütmeye başladılar. Ahmedinejad’ın seçilmesinde devrim muhafızlarının desteği olduğu iddiaların ortaya atılmıştı. Tabi ki de doğruluk payı yüksekti. Devrim muhafızları devrimden sonra kurulan ve devrimin ideallerini korumakta hükümlü düzenli ordunun yanında ikinci bir orduydu. Bugünde hala siyasette etkindir. Devrim muhafızlarının hem askeri gücü vardır hem de siyasete katılabilirler. Siyasete katılmak için görevlerinden istifa etmeleri gerekir ama gene de siyasete katılabilirler. 

Ekonomik Güçleri vardır. 


Ahmedinejad’ın seçilmesin de desteğinin çok büyük olması İran siyasetinin askerileşiyor mu sorusunu da beraberinde getirdi. Ahmedinejad döneminde 
ekonomik olarak izlenen politikalar daha çok ö-zelleştirme ile ilgilidir. 

Ahmedinejad’ın ilk dönemi böyle geçti ikinci dönemi ise 2009 seçimlerinde yine 
reformcularla neo-radikaller ve muhafazakarlar arasında büyük bir çatışma oldu. 2009 seçimlerinde % 60’a yakın bir oy alarak seçildi. Ancak aynı seçime 
katılan Musavi ve Kerrubi liderliğindeki ve daha sonra yeşil dalga adıyla anılacak olan hareket bu seçim sonuçlarına itiraz ettiler. Bugüne gelindiğinde 
İran iç siyasetinde oldukça baskıcı bir tavır söz konusu, ifade özgürlüğü yok denecek kadar az, basın özgürlüğü yok denecek kadar az ve rejim kendini 
korumak çabasında kendini korumak için de zaman zaman baskıcı tedbirlere başvuruyor. Nitekim bugün yeşil dalganın liderleri göz hapsindeler. 


***