26 Mart 2017 Pazar

BÜTÜN BOYUTLARIYLA! SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 9


BÜTÜN BOYUTLARIYLA! SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 9



6.2. Muhtemel Senaryolar ;

Suriye krizinin seyrine ilişkin dört muhtemel senaryodan bahsedilebilir. Birincisi Suriye’de kurulabilecek bir geçiş hükümeti ile krizin aşılmasıdır. İkincisi Esed rejiminin ağır silah sistemleriyle takviye edilecek Özgür Suriye Ordusu veya uluslararası bir müdahale ile devrilmesidir. Üçüncü muhtemel senaryo 
Suriye krizinin sürüncemede kalmaya devam etmesi ve ülkenin parçalanma sürecine girmesidir. Dördüncüsü ise iç çatışmaların devam etmesine rağmen 
Baas rejiminin mukavemetini sürdürmesi ve konumunu muhafaza etmesidir. 

Suriye krizindeki ilk muhtemel senaryo, ülkedeki çatışmalara son verebilecek bir geçiş hükümetinin kurulmasıdır. Suriye’de Esed rejimi içinden katliamlara 
doğrudan bulaşmamış Baas yöneticilerinin katılacağı, ülkedeki farklı etnik ve dini unsurların temsil edildiği bir geçiş hükümeti kurulabilir. Bu nitelikteki bir geçiş hükümeti ile Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. Geçiş hükümeti seçeneği Rusya’nın girişimiyle gündeme gelmiş, 30 
Haziran 2012 tarihinde İsviçre’nin Cenevre kentinde Suriye sorunu üzerine gerçekleştirilen toplantıda katılımcı devletler tarafından değerlendirilmiştir. 
BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin yanında Türkiye, Irak, Kuveyt ve Katar’ın katılımıyla gerçekleştirilen Cenevre toplantısında, Suriye’de kurulacak 
ulusal birlik hükümeti ile krizin çözüme kavuşturulabileceği kanaati öne çıkmıştır. 

Batılı devletler ve Rusya arasında Beşşar Esed’in iktidardaki konumu ile ilgili anlaşmazlık devam etse de geçiş hükümeti konusunda bir mutabakat ortaya 
çıktığı fark edilmiştir. Türkiye, Rusya’nın desteklediği bu çözümü onaylamıştır. Geçiş hükümeti seçeneğinin uygulanabilir bir öneri olduğunu kabul eden Türkiye, Cenevre’deki görüşmelerde geçiş hükümetinin oluşturulmasına dönük ortaya konan yol haritasının önemli olduğunu vurgulamıştır. Nitekim Suriye Ulusal Konseyi de geçiş hükümeti önerisine sıcak baktığını, katliamlara karışmamış Baas Partisi mensuplarının geçiş hükümetinde yer alabileceğini beyan etmiştir. 

Taraflar arasındaki mutabakata zarar vermeyecek başarılı bir geçiş hükümeti tesis edilebilirse Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. 
Başarılı bir geçiş hükümeti, Beşşar Esed ve yakınlarının iktidardan uzaklaştırıl ması ve insan hakları ihlallerine bulaşmamış Baas rejimi mensuplarının Suriye’de tesis edilecek çoğulcu sistemin bir parçası olarak kalmasıyla gerçekleştirilebilir. Ancak geçiş hükümeti seçeneği aynı zamanda bazı olumsuz sonuçlar doğura bilecek dinamikler ihtiva etmektedir. Geçiş hükümetinin muhalefetin yeterince temsil edilmediği, Baas yöneticilerinin ağırlıkta olduğu ve katliamlara iştirak etmiş isimlerin yer aldığı bir yapı arz etmesi ihtimali vardır. Bu ihtimalin gerçekleşmesi durumunda geçiş hükümeti otoriter eğilimlerini muhafaza eden Baas rejiminin ayakta kalmasına hizmet edebilir. Böylece geçiş sürecinde Suriye krizine son verebilecek ulusal uzlaşı akamete uğrayabilir ve taraflar arası çatışmalar tekrar başlayabilir. 

Başlangıçta Rusya’nın tutumu nedeniyle ön plana çıkan, Türkiye ve Suriye Ulusal Konseyi tarafından da uygulanabilir olarak değerlendirilen geçiş hükümeti senaryosunun gerçekleşme ihtimali Suriyeli muhaliflerin Doha Kongresi’nde aldığı kararlarla zayıflamıştır. Bu senaryo, Doha Kongresi’nin ardından Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Esed rejimiyle hiçbir şekilde diyaloga girilmeyeceği ve müzakere edilmeyeceği yönündeki açıklamalarıyla gündemdeki önceliğini yitirmiştir. 

Suriye krizinde ikinci muhtemel senaryo, Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesidir. Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ise iki farklı şekilde 
gerçekleşebileceği beklenmektedir. Birincisi ülkede devam eden iç savaşta Esed rejiminin daha iyi teşkilatlanmış bir Suriye muhalefeti ve daha güçlü bir Özgür Suriye Ordusu tarafından iktidardan uzaklaştırılmasıdır. Artan dış yardımlarla Özgür Suriye Ordusu’nun Baas rejimine bağlı güvenlik güçlerini dengeleyebilecek ölçüde desteklenmesi ile böyle bir netice sağlanabilir. Esed rejimi, Suriye’ye doğrudan bir dış müdahale olmadan ağır silah sistemlerine sahip Özgür Suriye Ordusu tarafından devrilebilir. 

Baas rejiminin, askeri donanımı daha güçlü muhalif unsurlarca devrilmesi Esed sonrası Suriye’nin istikrarını zedeleyebilecek gelişmelere yol açabilir. 

Suriye’ye sokulacak ağır silah sistemlerinin denetimi ve takibindeki zorluklar, bu silahların kullanımıyla ilgili sorunlar doğurabilir. Suriye genelinde Baas 
rejimine karşı Özgür Suriye Ordusu’na bağlı faaliyet gösteren silahlı gruplar daha fazla silahlandırılırsa Esed’in devrilmesinden sonra birbiriyle mücadeleye 
girişebilir. Muhalif silahlı gruplar arasında iktidara nüfuz etme noktasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar ülkede iç çatışmalara neden olabilir. 

İç çatışmaların İsrail’e tehdit oluşturabilecek şekle dönüşmesi durumunda ise Batılı devletlerin Suriye’deki yeniden yapılanma sürecine verdiği destek kesilebilir. 

Esed rejiminin daha fazla silahlandırılmış bir Özgür Suriye Ordusu tarafından devrilmesi aynı zamanda Suriye’deki devlet sisteminin çökmesi anlamına gelecektir. 

Rejimin devrilmesi bir süre daha devam edecek çatışmalar sonucunda gerçekleşebilecek, Suriye’nin kamu idaresi, kamu hizmetleri ve güvenlik 
altyapısı tahrip edilmiş olacaktır. Muhalif silahlı grupların silahsızlandırılması Suriye’deki yeni iktidarın önünde ciddi bir problem olarak kalacak, devlet 
sisteminin yeniden tesisi, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması uzun süre alacaktır. Muhalefetin artırılan dış yardımlarla ve daha fazla silahlandırılmasıyla 
Esed rejimini bertaraf edebilecek düzeyde güçlendirilmesi neticede Suriye’nin geleceğini olumsuz etkileyebilecektir. 

Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ikinci şekli ise Özgür Suriye Ordusu daha fazla silahlandırılmadan uluslararası bir dış müdahale yapılmasıdır. 

Suriye’de Esed rejimini devirebilecek dış müdahale BM kararıyla ya da Kosova’da olduğu gibi katliamı engelleme hedefiyle oluşturulan uluslararası koalisyon kuvvetlerince icra edilebilir. Müdahale, oluşturulacak uluslararası koalisyon kuvvetlerinin Suriye’de bir kara harekâtına girişmeden Esed rejimine 
bağlı hava unsurlarını, füze sistemlerini ve zırhlı birliklerini etkisiz hale getirmesi şeklinde yürütülebilir. Libya’dakine benzer biçimde tasarlanabilecek Suriye’ye müdahale görevi sonucunda Esed iktidarına bağlı güvenlik güçleri büyük ölçüde tahrip edilecek, psikolojik üstünlüğü elde eden Özgür Suriye Ordusu Baas rejimini devirebilecektir. 

Kapsamlı bir hava harekâtı niteliğinde icra edilecek müdahale ile Suriye’deki kriz daha az can kaybı ile nihayete erecek, muhalif grupların ağır silahlarla teçhiz edilmesine gerek kalmaksızın krizin çözümü istikametinde mesafe alınabilecektir. Bu nitelikteki bir dış müdahalenin muhalif silahlı grupların silahlandırılmasından daha az maliyetli olabileceği ve daha kısa sürede sonuca gidilmesini sağlayacağı da değerlendirilebilir. Nitekim hava kuvvetleri ve savunma sistemleri yok edilen Esed rejimi karşısında Özgür Suriye Ordusu kısa zamanda üstünlüğü ele geçirebilecektir. Özgür Suriye Ordusu’nun daha fazla silahlandırılmasına gerek kalmadan Baas rejiminin devrilmesi ise Esed sonrası Suriye’de istikrarın teminini kolaylaştıracaktır. 

Baas rejiminin dış müdahale neticesinde devrilmesi, Esed sonrası Suriye’deki yeni iktidarı mutedil hareket etmeye teşvik edecektir. Uluslararası sistemin 
desteğiyle iktidara gelen unsurlar, Suriye’de azınlık konumundaki unsurların temsilinde demokratik normların işletilmesi yönünde irade gösterecektir. 

Suriye krizinde üçüncü muhtemel senaryo, iç savaştaki tarafların birbirine üstünlük sağlayamaması ve krizin uzamasıdır. Krizin uzaması, Suriye’de fiili 
parçalanma sürecini hazırlayabilecek şartları ortaya çıkarabilir. Suriye, Sünni çoğunluğun dâhil olduğu ayrı bir yönetim, kuzeyde Kürt yönetimi ve batıda 
Lazkiye merkezli bir Nusayri yönetimi olmak üzere üç bölgeye parçalanma riskiyle karşı karşıya kalabilir. Sünni çoğunluğun idaresinde kalacak bölgede 
Müslüman Kardeşler ve Selefi unsurların iktidarda yer alabileceği tahmin edilmektedir. Mısır’ın desteklediği Müslüman Kardeşler’le Suudi Arabistan’ın 
desteklediği Selefi unsurlar arasında iktidar mücadelesi de yaşanabilir. 

Nusayri azınlığın batıda kuracağı devlette Nusayri-Hristiyan birlikteliği oluşması beklenebilir. Ancak böyle bir devletin Sünni çoğunlukla mücadele etmek 
durumunda kalacağı, uluslararası düzeyde tanınma sorunu yaşayabileceği ve uzun vadede ayakta kalma olasılığının düşük olduğu değerlendirilmektedir. 
Suriye’nin parçalanması ile kuzeyde ise Kamışlı merkezli bir Kürt bölgesinin ortaya çıkma ihtimali vardır. PKK terör örgütü ve PYD ekseninde kurulabilecek 
bir Kürt yönetimi Türkiye’ye tehdit teşkil edebilir. Suriye’nin kuzeyi ikinci Kandil konumuna gelebilir ve Türkiye hem Irak hem de Suriye sınırında aynı anda terörle mücadele etmek mecburiyetinde kalabilir. Kuzeyde böyle bir devletleşme süreci Talabani, Barzani ve PKK terör örgütü arasında da Suriye Kürtleri üzerinde nüfuz mücadelesine yol açabilir. 

Dördüncü muhtemel senaryo uzayan çatışmalara rağmen Baas rejiminin varlığını sürdürmesidir. Baas rejimi bölgesel ölçekte İran, Irak ve Hizbullah’tan, küresel ölçekte ise Rusya ve Çin’den aldığı destekle ayakta kalabilir. Özgür Suriye Ordusu’na gerekli donanım ve silah sistemleri sağlanmazsa ve uluslar arası  müdahale seçeneği uygulamaya dönüşmezse bu ihtimal gerçekleşebilir. Esed rejiminin ayakta kalması durumunda Türkiye-Suriye ilişkilerininoldukça problemli bir sürece girebileceği değerlendirilebilir. Tahran-Şam-Bağdat-Hizbullah eksenindeki Şii bloğu belirginleşebilir ve bölgede Sünni-Şii gerilimi temayüz edebilir. 

Bütün senaryolar dikkate alındığında Türkiye için en uygun hareket tarzı Batılı müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmektir. Esed rejimine bağlı hareket 
eden güvenlik güçlerine karşı uluslararası bir hava harekâtının icrası durumunda Türkiye sıcak çatışmaya girmeden harekâta lojistik destek sağlamakla yetinmelidir.  Türk diplomasisinin sıklet merkezi Suriye halkına ulaştırılacak insani yardım olmalıdır. Türkiye daha çok Suriye’nin yeniden yapılandırılması 
alanında ön plana çıkmalıdır. 


Krizin geleceğine ilişkin dört muhtemel senaryo arasında Türkiye açısından en olumsuz sonucu doğurabilecek süreçler Suriye’nin parçalanması şeklinde 
öngörülen üçüncü senaryo ve Baas rejiminin ayakta kalması olarak değerlendirilen dördüncü senaryodur. Üçüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi Orta Doğu’da Kürt meselesini bölgeselleştirebilir. Türkiye, Kürt meselesi ve PKK terör örgütüyle mücadelede teyakkuzda kalmalı, örgütün Suriye’nin kuzeyine yerleşmesini engelleyecek tedbirleri almalıdır. Gerek üçüncü gerekse dördüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi ise Orta Doğu’da Sünni-Şii gerilimine zemin hazırlayabilir. İran liderliğindeki Şii blok karşısında Suudi Arabistan ve Katar öncülüğünde bir Sünni blok belirebilir. Türkiye böyle bir 
durumda Sünni-Şii geriliminde taraf olmaktan kaçınmalı, Sünni blok içinde Şii bloğa karşı bir duruş sergilemekten uzak durmalıdır. 


7. SONUÇ 


Arap uyanışı sürecinde Türkiye’nin güney sınırında ortaya çıkan Suriye kriziyle ilgilenmesi doğaldır. Başta sığınmacılar meselesi olmak üzere krizin 
doğurduğu sonuçlar Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. Ankara’nın krizin çözümüne yönelik irade göstermesi ve Arap devletleriyle 
birlikte diplomatik girişimlerde bulunması makul bir hareket tarzıdır. Ancak Suriye krizinin başladığı dönemden bu yana geçen zaman içinde Türkiye 
söylem ve eylemleriyle çözüm sürecinin değil sorunun tarafı haline gelmiştir. Orta Doğu’da krizle birlikte belirginleşen Şii-Sünni geriliminde Türkiye’nin 
Sünni blokta yer aldığı yönünde bir izlenim ortaya çıkmıştır. Türk karar mercileri Suriye krizinin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini 
öngörememiş, Esed rejiminin güçlü bir dış destek alarak mukavemet gösterebileceğini değerlendirememiştir. 

Suriye krizi Suriye ile sınırlı kalmamış, bölgesel ve küresel düzeyde bir mücadeleye yol açmıştır. Ulusal ölçekte iç savaş halini alan kriz, Orta Doğu’da 
İran liderliğindeki Şii unsurlarla Körfez ülkelerinin öncülüğündeki Arap devletleri arasında rekabete yol açarken, küresel ölçekte demokratikleşme hareketlerini 
destekleyen Batılı aktörlerle Rusya ve Çin gibi otoriter yönetimleri müdafaa eden devletler arasında anlaşmazlığa dönüşmüştür. Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla başlatılan çözüm girişimleri sonuçsuz kalmış, Suriye’ye uygulanan yaptırımlara karşı Esed rejimi Rusya, Çin, İran, Irak ve Hizbullah’ın desteğini alarak direnç göstermiştir. 

Türkiye, Suriye krizini değerlendirirken krizin sadece Suriye ile sınırlı bir mesele olmadığını dikkate almalıdır. Türkiye, krize yönelik politika geliştirirken 
ve uygularken Suriye üzerindeki 6 temel parametreyi göz önünde bulundurmalıdır. Birinci parametre Türkiye/Suriye eksenindedir. Türkiye/Suriye 
ekseninde iki ülkenin tarihi ve akrabalık bağları, komşuluk münasebetleri, ekonomik ilişkileri ve PKK-PYD sorunu hesaba katılmalıdır. İkinci parametre 
Türkiye/Suriye/ABD-İsrail eksenindeki siyasi ve askeri boyuttur. ABD’nin Orta Doğu politikasında İsrail’in güvenliğinin oldukça önemli olduğu hatırda tutulmalı dır. Üçüncü parametre Türkiye/Suriye/NATO-ABD-Fransa eksenindedir ve siyasidir. Türkiye krizde Batılı müttefikleri ve NATO ile eşgüdüm sağlamalıdır. Dördüncü parametre Türkiye/Suriye/Rusya hattındadır. Bu parametrenin siyasi ve güvenlik boyutları vardır. Beşinci parametre Türkiye/Suriye/Birleşmiş Milletler (Rusya ve Çin) ekseninde siyasidir. Altıncı parametre Türkiye/Suriye/İran hattındadır ve siyasi, güvenlik ve ekonomik boyutlar ihtiva etmektedir. 

Türkiye Suriye krizindeki konumunu bu altı parametreyi dikkate alarak belirlemelidir. Türkiye, mevcut yeteneklerinin üzerinde sorumluluk almaktan 
çekinmeli, krizin yönetiminde Batılı müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmelidir. Suriye ile sıcak bir savaşa girmekten uzak durulmalıdır. Esed rejiminin devrilmesine yönelik bir dış müdahale durumunda ise Türkiye harekâta sadece lojistik destek ve insani yardım konusunda destek vermelidir. 

Türkiye’deki sığınmacı sayısının artışını yavaşlatabilmek amacıyla, Suriye toprakları içinde oluşturulacak kamplarda barınma imkânları oluşturulabilmesi 
için BM’nin harekete geçirilmesine yönelik girişimler sürdürülmelidir. Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar ile Türkiye’nin orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki hassasiyet dikkate alınarak Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilmesi ve Türkiye’de konuşlandırılma sı gerekmektedir. 

Türkiye’deki sığınmacıların kaldığı konteynerkent ve çadırkentlerde güvenlik denetimi sıkı tutulmalı, kamplarda sürekli asayiş sağlanmalıdır. Türkiye, sığınmacıların bulunduğu illerin sınırlarındaki denetimi artırmalı, Esed rejimine bağlı istihbarat unsurlarının kamplara girmesini engellemeye yönelik tedbirler 
almalıdır. 

Türkiye, PKK terör örgütü ve PYD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki faaliyetlerini teyakkuzla takip etmeli ancak Suriyeli Kürtleri karşısına almamalıdır. 
Ankara Suriye’nin toprak bütünlüğü yanında Suriyeli Kürtlerin demokratik hak ve özgürlük taleplerini ve muhalefette temsilini desteklemelidir. Türkiye, 
Suriyeli Kürtler ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır. 

Türkiye, Suriye muhalefetinin birleştirilmesine yönelik girişimleri desteklemeli, Doha Kongresi’nde kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal 
Koalisyonu’nun diplomatik etkinliğine katkıda bulunmalıdır. Türkiye, kriz sürecinde altyapı sistemleri ve kamu kurumları tahrip olan Suriye’nin yeniden 
inşasına odaklanmalı, enerjisini bu doğrultuda sarf etmelidir. 

10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder