Hüsnü Mübarek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüsnü Mübarek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2020 Çarşamba

MISIR’DA DARBE: İÇERİYE VE DIŞ DÜNYAYA ETKİLERİ

MISIR’DA DARBE: İÇERİYE VE DIŞ DÜNYAYA ETKİLERİ


Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
05.07.2013 


Mısır, Osmanlı İmparatorluğuna bağlı kendine özgü yönetimi olan bir bölgeydi. Ondan önceki dönemde ilk çağlardan itibaren insanlık tarihi bakımından çok önemli gelişmelerin olduğu bir mekandı. 

Asya’da İndus (Hindistan), Mezopotamya’da Dicle-Fırat neyse Kuzey Afrika için Nil odur. Bu üç bölge asker devletlerin yaşam buldukları bölge olmuşlardır. İndus ve Dicle/Fırat’ta yaşam bulan asker devletler bir şekilde ortadan kalktıysa da Mısır, eski çağlardan bazı kesintiler olsa bile asker devlet özelliklerini taşımaya devam etmektedir. İkinci Dünya savaşından sonra sömürge ülkelerde gelişen bağımsızlık hareketlerinden ilk etkilenen ülke Mısır olmuştur. Başlangıçta İngiltere’ye bağlı bir krallık olan Mısır’da soğuk savaşın getirdiği bloklaşmalardan ve özellikle İsrail’in kurulmasından sonra Mısır’da Nasır önderliğinde yapılan askeri darbe ile Sovyet yanlısı bir çizgi izlenmiştir. Türkiye’de bazı ulusalcılar “Mısır darbesinden bir Nasır çıkacak”  diye düşünenler fena halde yanıldıklarını kısa bir süre sonra anlayacaklar. Darbeyi ilk selamlayanın Suudi Arabistan olduğu dikkate alındığında bunun gizli selamlayıcıları arasında ABD ve İsrail’i gördükleri zaman yanıldıklarını açıkça görecekler.

Soğuk savaşın kendine özgü niteliğinin bir sonucu olarak Mısır’da yaşam alanı bulan Müslüman Kardeşler temel olarak bağımsız bir çizgiye sahip olsa da Sovyet karşıtı kampta yer almıştır. Müslüman Kardeşlerin Anti-Sovyet çizgide oluşu onu direkt olarak Batı Emperyalistlerinin yanında yer aldığı şeklinde yorumlanmamalı dır. Ancak batı bu çelişkiden yararlanmıştır. Müslüman Kardeşler örgütünü başta Mısır olmak üzere diğer Arap Ülkelerinde desteklemekten geri durmamıştır. Müslüman kardeşler, İslam’a getirdikleri yeni yorumla Dünya’daki Müslümanlar üzerinde etkili olmuşlardır. Bu dönemin etkin ideologları Müslüman Kardeşlerin içinden çıkmıştır. Nasır’ın liderliğindeki Mısır’ın İsrail karşısında yaşadığı bozgundan sonra iktidarı ele geçiren Enver Sedat’ın ilk işi İsrail’in işgal ettiği Mısır topraklarındaki işgale son verme karşılığında İsrail ve ABD ile iyi ilişkiler geliştirilmiş tir. Arapların kırmızı çizgisi olan İsrail’i kabul etmeme politikası böylece Arap Dünyasının en önemli gücü Mısır tarafından görmezlikten gelinişi, İsrail’le ilişkilerin başlaması İsrail’in tanınması anlamına geldiği için Müslüman Kardeşlerini, Anti-Sovyetik bir çizgiye gelmiş olmasına rağmen Enver Sedat’a karşı koydu. Nasır’la başlayan Müslüman kardeşler karşıtlığı böylece Enver Sedat ondan sonrasında Hüsnü Mübarek’le devam etti.

25 Ocak 2011’de Mübarek karşıtlığında bir araya gelen göstericilerin hedefinde Mübarek vardı. O dönemde herkes Mısır Ordusunun göstericilerin aleyhine Mübarek’in yanında duracağını tahmin ediyordu. Ancak öyle olmadı. Ordu göstericilerin üzerine gitmedi. Mübarek’i devirmeyi tercih etti. Aslında bu da bir anlamda darbeydi. İster seçimle gelsin ister diktatör olsun mevcut yönetim asker tarafından devrilip asker yönetime el koyuyorsa bu da darbedir. Hatta darbeciyi, darbe ile devirip yönetimi ele geçiren de darbecidir. Bu anlamda bakıldığında Mısır’da iki buçuk yıl önce yapılan da bir darbeydi. Mursi’ye karşı yapılan darbe o günkü darbenin devam eden halidir. Çünkü Mübarek devrildikten sonra Askeri Yüksek Konsey oluşturuldu. Bu konsey bir şekilde Yasam/Yürütme/Yargı erklerini ele aldı. Parlamento seçimleri onların gözetiminde yapıldı bir yıl önce yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bazı adayların girmesini veto etti. Mursi, askeri Yüksek Konsey tarafından adaylığı onaylanan biriydi. Müslüman kardeşler örgütünün etkin liderlerinin önü kapatıldı. Bu kapatılma diğer adaylarda da kendisini gösterdi. Askeri Konsey daha çok Mübarek döneminin İstihbarat şefi Ahmet Şefik’in seçilmesini istiyordu. 

Tıpkı 12 Eylülden sonra Türkiye’de normalleşmeye geçiş sürecinde olduğu gibi o dönemin darbecileri Sunalp’in seçilmesini istiyorlardı. Ancak Özal seçildi. Mursi’nin seçilmesi Özal’ın seçilmesine benziyordu. Ancak 12 Eylül’ün oluşturduğu anayasa Özal’ı her yönden sınırlıyordu. Özal sistemi zorladıkça, statükoyu oynatacak hamleler yaptıkça nasıl ki tasfiye edildiyse Mursi de öyle tasfiye edildi. Mursi’nin tasfiye edilmesi, Müslüman kardeşler örgütünün tasfiye edilmesi anlamına gelmez. Tersine Müslüman kardeşler, Mursi’nin darbe ile devrilmesinden bazı dersler çıkarıp yeni döneme daha hazırlıklı hale gelebilirler. Nasıl ki, Türkiye’de Ordunun ve diğer vesayet güçleri Siyasi İslam’ı geriletmek için çabaları bir süre sonrasında yetersiz hale geldiyse aynı durum Mısır’da da yaşanabilir. Uzun süre yasadışı yaşamak zorunda kalan örgütün birden bire legal hale gelişinde yaşanan sancılar ve yetersizlikler de bu örgütün askeri darbe karşısında duruş göstermesinde sınırlama getirmiştir. Karşı bloğun politikleşmesi, toplumsallık yakalaması da dikkate alındığında ülkenin iç savaşa girme riski de Müslüman Kardeşlerin direnç gösterme eğilimini azaltmıştır. Müslüman kardeşlerin daha çok şehirlerde, orta sınıf içinde etkili oluşu da dikkate alındığında oluşabilecek bir iç savaşın en çok orta sınıfı vuracağı da dikkate alındığında Müslüman kardeşlerin neden büyük bir direnç göstermediğini anlamak gerekiyor. Mursi’nin kendi taraftarlarına şiddete başvurmadan karşı çıkışa çağrısı iç savaşın çıkışından duydukları kaygıyla ilgilidir. Ancak ne olursa olsun Mısır’da iç savaş riski her zamandan daha fazladır. Ordunun darbeden sonra ilk iş olarak Müslüman Kardeşler örgütünü yasadışı ilan edip tutuklama yoluna gitmesi ileriki aşamalarda seçim olması durumunda bu siyasal hareketin seçimlere fiilen girişinin engellenmesi anlamına geleceğinden dolayı iç savaş fitilinin bizzat ordu tarafından ateşlenmesi anlamına geliyor.

Siyasal iktidara bağlı bir ordu tarafları anlaşmaya varmaları için uyarı yapıyorsa o ordunun orada gerçek iktidar olduğu anlamına geliyor. Kendisinde o gücü göremeyen hiçbir güç başka birilerine ültimatom veremez. Ordunun darbeden iki gün önce ültimatom vermiş olması aslında fiilen yaşanan darbenin olduğu anlamına geliyordu. Mursi de bunu anlamıştı ancak iş işten geçmişti. 

Direnç gösterseydi o anda direnç göstermesi gerekiyordu.

Olaya bütünsel olarak bakacak olursak İlk Tahrir'de ordu Mübarek’i, ikinci Tahrirde Mursi’yi devirdi. 

Ordunun Mursi’yi devirmesi uzun süre iktidarı elinde bulunduracağı anlamına geliyor. Çünkü bu kez çok önemli bir gücü etkisizleştirmekle kalmadı arkasında önemli bir toplumsal destek de buldu. Bundan sonraki süreçte seçimlere gidilse bile seçilecek iktidarın orduyla ilişkileri iyi olacak bir iktidar gibi görünüyor. Ordu, şimdilik elde ettiği üstünlüğü kullanarak Müslüman Kardeşleri yeniden yasadışı ilan etme yoluna da gidebilir. Bazı liderlerinin tutuklanması bazıları için de yakalama kararlarının çıkmış olması bu örgütü yasadışı ilan etmeye başladığı anlamına geliyor. Bu yasa dışılığı sürekli hale getirebilmek için ordu daha fazla başta kalabilir. Mısır’da darbe yapabilecek başka bir ordu olmadığına göre ordunun gidişi de kolay olmaz. Böylece, sınırlı olarak başlayan demokrasi bundan sonra sınırlı demokrasi bile olamayacak durumda. Zaten, Mursi’nin seçilme sürecinde seçime girmesi askeri konseyce uygun görülen bir adaydı. Müslüman Kardeşlerin önemli liderlerinin önü kapatılmıştı.Bu da sınırlı demokrasi için kötü bir final ve kötü bir gidişattır.  

Darbenin Suriye’de Esad’a, Türkiye’de Erdoğan’ı nasıl etkileyeceği tartışmaları başlamıştır. Esad’a karşı Müslüman Kardeşler muhalefeti gözlüğünden bakıldığında Mısır darbesinin Esad için iyi geldiği görülebilir. Ancak şunu da unutmamak gerekiyor ki, Uluslar arası güçler, Mısır’daki darbecileri Esad aleyhine dönüştürme gücüne her zaman sahiptir. Suriye’de Müslüman kardeşler veya başkaca radikal İslamcıların iktidara gelmesi yerine yeni tip muhalefet oluşturma çabası da dikkate alındığında Mısır darbesinin ileriki aşamalarda Esad’ın aleyhine dönüşebilme potansiyeline sahiptir.

Türkiye açısından bakıldığında ise Suriye’den sonra ikinci dış politika başarısızlığıdır. Türkiye’nin kendisini bir nevi Yeni-Osmanlı sayarak bölgeyi kontrol istemi ikinci kez hüsranla sonuçlanmıştır. Dışişleri Bakanı ve başbakanın dış politika danışmanı Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinliği” “Stratejik Sığlığa” dönmüş durumdadır. AKP basın yayın organlarını yanına alarak bunu gizleme yoluna gitse bile iç politikaya etkisi de er geç kendisini gösterecektir.
19 Temmuz’da birinci yılını dolduracak Rojava devrimi ise Türkiye’nin bölgede etkinliğinin azalmasıyla birlikte daha da etkili olma şansını yakalamıştır. Daha önce Suriye’deki muhalefet güçlerini destekleyen Türkiye bu etkinliğini kullanarak Suriye muhalefetinin görüşlerini de etkileyerek Kürtlerin kazanımlarını ve Suriye muhalefeti tarafından tanınması engelleniyordu. 
Bu aşamadan sonra ne  Suriye muhalefetinin Türkiye’ye güveni kalmıştır ne de Suriye muhalefeti eski gücüne sahiptir. 

Bu da Suriye’de Kürtlerin haklarında daha duyarlı olacak bir muhalefetin etkili olacağı anlamına geliyor. 
 

***

12 Ekim 2017 Perşembe

MISIR HALKININ YAŞAMASINA İZİN VERİLDİ ANCAK



MAHMUD ŞERMİNİ: “ MISIR HALKININ YAŞAMASINA İZİN VERİLDİ ANCAK HİÇBİR ZAMAN TAM MANADA GÜÇLÜ OLMASINA İZİN VERİLMEDİ.” 

MISIR EL VASAT PARTİSİ GENEL SEKRETERİ MAHMUD ŞERBİNİ İLE SÖYLEŞİ 











Müslüman Kardeşler Hareketi içerisinden ayrılanlar tarafından kurulan El Vasat (Orta Yol) Partisi, Mübarek döneminde yasal statüye sahip ender partilerden biri. 1996 yılında Müslüman Kardeşler Hareketi’nden bağımsız bir şekilde parti çalışmalarına başlayan bir grup Müslüman Kardeşler üyesi yasal izinleri 2009 yılında alarak partileşmiştir. 3 Temmuz darbesinin ardından başlayan siyasi kriz sürecinde El Vasat Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hatim Azzam, Genel Başkan Ebu Ala Madi ve Genel Başkan Yarcımsı Isam Sultan gibi pek çok üyesi tutuklanmıştır. 

Darbe karşıtı koalisyon içerinde bulunan Mısır El Vasat Partisi nin Genel Sekreteri Mahmud Şerbini ile 3 Temmuz darbesini, Mısır ın geleceğini, darbe karşıtı koalisyonun amaçlarını ve çalışmalarını konuştuk. 


Söyleşi ,

ORSAM: ORSAM’a hoş geldiniz. Öncelikle  kendinizi okuyucularımıza tanıtabilir misiniz? 


Mahmud Şerbini: 

Adım Mahmud Şerbini, 27 yıldır avukatlık yapmaktayım. 1996’da İhvan-ı Müslimin’den ayrılan bir grup arkadaşımla beraberkurduğumuz Vasat Partisi’nin kurucu üyelerinden bir tanesiyim. El Vasat Partisi, 1996, 1998 ve 2004 tarihlerinde olmak üzere parti olarak kabul edilmesi için resmi makamlara başvuru yapılmasına rağmen 3 kez resmi olarak reddedilmiştir. 

Ancak 2009 yılında yaptığımız başvurumuz olumlu bir netice alındı ve parti Mübarek gitmeden önce kabul görmüş resmi partilerden bir tanesi oldu. 

El Vasat partisi Türkçede ‘orta yol partisi’ anlamını taşıyor. Köken olarak İhvan-ı Müslimin’den ayrılmış bir partidir. Mursi göreve geldikten belli bir süre sonra ben siyasi yapıyı takip etmek istedim ve bundan dolayı partideki kurucu üyelik ve genel sekreterlik görevlerimi resmi olarak dondurdum. İhvan-ı Müslimin’in bu süreci kaldırıp kaldıramayacağı, yeni bir hareketin ortaya çıkıp çıkmayacağı, ülkenin demokratikleşmesi için neler yapılabileceği ile ilgili konularda çalışmak amacıyla partimize bağlı araştırma merkezinde çalışmalara başladım. Partimizin cumhurbaşkanı adayı olan Muhammed Mansub liderliğinde araştırma merkezleriyle işbirliği içinde bir çalışma yaptık. Dimyat ve Kahire halen çalışmalarımız devam ediyor. 

ORSAM: İhvan ile El Vasat Partisi arasındaki ilişkiyi anlatmanız mümkün müdür? 

Mahmud Şerbini: 

İhvan-ı Müslimin’le Vasat Partisi köken olarak, düşünce olarak bir olmasına rağmen ayrı partiler olarak yola çıktılar çünkü bazı düşüncelerde siyasi hayatın tam anlamıyla şekillenmesi, demokrasinin olgunlaşması için bazı farklı düşüncelerin olması gerektiğini düşündük. 
Zaten partiden ayrılan kişiler de bu düşüncede olan kişilerdi. Yani partinin içinde daha yenilikçi olabilecek, yeni fikirler öne sürebilecek bir grup oluşturmayı hedeflemiştik. 
Bu hedeflerle yola çıkmıştık. Oysaki dini bakımdan bakılırsa aramızda bir fark yok. Ancak o dönemde bizim mücadele ettiğimiz en önemli unsur da yine Mübarek döneminin zihniyetinin oluşturduğu siyasetçiler ve siyaset hayatında rol alan kişilerdi. Bugün Mısır’da olanlar şunu kanıtladı; bugün darbeye 
destek veren, darbenin lehine konuşan herkes Mübarek zihniyetinin Mısır’da hala ne kadar sabit olduğunu kanıtlıyorlar. Dolayısıyla 25 Ocak devrimi tam anlamıyla gerçekleşmiş bir devrim değildir. Buradaki okuma İhvan açısından yanlış olmuş, öngörü açısından İhvan’ın ciddi bir eksiği olmuştur. Mübarek dönemi siyasi zihniyet hala mevcuttur ve buna karşı önlem alınamamıştır. 

Burada uluslararası güçlerin veya bu konuda konuşan uzmanların yanlış anladığı çok önemli bir nokta var. O nokta da şu: biz bugün Mısır’da bir araya geliyorsak bu İhvancı olduğumuz için değil; darbeye karşı geldiğimiz içindir. Yani biz tam anlamıyla darbeye karşı olduğumuz için ordayız. 

Çünkü buradaki fark şudur. Mübarek darbe temsili olarak orda idi fakat Mursi sivil bir toplumu temsil ediyordu ve Mursi’ye verdiğimiz desteğin nedeni İhvancı 
olmasından kaynaklanmıyor. Mursi bize göre demokrasiyi ve sivil bir toplumu temsil ediyor. 

Bizim askeri darbeye karşı koymamızdaki esasneden ile oldukça basit bir temele dayanıyor. 1952’de asker yönetime el koyduğundan beri tüm siyasi yaşam asker tarafından kontrol ediliyor. Bu yüzden de ülkemiz de ekonomi olarak, ilmi olarak hep geriye gitti. Bundan dolayı Mısır hep geri kalmış bir ülke olarak nitelendiriliyor. Örneğin Hindistan Mısır’dan daha sonra özgürlüğünü kazanmış olmasına rağmen gelişen ve büyüyen bir ülke, çünkü orada bağımsızlıktan sonra sivil bir yönetim iktidara geldi. Mısır ise askeri yönetim yüzünden geri kalmış ülkeler listesinde. Askerin amacı da ülkeyi geriye götürmek. Bu yüzden biz de askere karşıyız. Bugün meydanlarda olan halk, İhvancı olduğu için değil; darbeye karşı olduğu için eylem yapıyor. Darbenin bizi 60 yıl geriye götüreceğini bildiği için orada. 

ORSAM: 3 Temmuz’da yaşanan darbe sonrası dönemi ve ülkedeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Mısır’ı gelecekte neler bekliyor? 

Mahmud Şerbini: Mübarek döneminin askeri zihniyet Mısır’da hiçbir siyasi düşüncenin, siyasi figürün yaşamasına izin vermedi. Ancak İhvan’ın 
her zaman kontrollü bir şekilde yaşamasına da izin verdiler. Halka şunu söylüyorlardı: “ülkede iki güç var; biri İhvan-ı Müslimin biri de asker 
yani bizleriz. Biz batıyla hareket ediyoruz ve sizin ilerlemeniz, muasır medeniyetler seviyesine gelmeniz, gelişmeniz ve yaşam standartlarınızı yükseltmeniz için çalışıyor; batıyla ve dünyayla ilişkilerimizi bunun için geliştiriyoruz. Ancak İhvan-ı Müslimin ise siyasi bir ideolojiye sahip olduğu için yarın öbür gün onlar iktidara gelirse size pek çok şeyi yasaklayacaklar, standartlarınızı düşürecekler, dar bir alana sıkıştıracaklar.” 

Böylece halka İhvan ve asker arasında tercih yapmaları gerektiğini söylediler. Mısır’daki asker sevgisi tam da bu noktada ortaya çıktı. Halk bu 
şekilde kandırıldı. Halkın yaşamasına izin verildi ancak hiçbir zaman tam manada güçlü olmasına izin verilmedi.

25 Ocak devriminin önemli bir özelliği vardı: devrimin bir lideri yoktu. Halk sokaklara döküldüğünde asker ve derin devlet Tahrir meydanında 
toplananların İhvancı olduğunu iddia etti. Bunu başaramayınca ve bütün halk orayadökülüp Mübarek karşıtı eylemler yapınca bu sefer fırsat vermek istediler. 
Asker ve derin devletin o dönemdeki stratejisi ise şöyleydi: “halk Mübarek’in gitmesini istiyorsa Mübarek gidecek fakat zihniyet ve derin devlet devam edip çalışacak”. 
Ancak asker ve derin devlet fırsatı eline geçirmek için tam bir senedir muazzam bir şekilde çalıştılar. Burada askerin bu bir senelik çalışmasının 
asıl hedefi Mursi’yi göndermek veyaİhvanı göndermek değildi. Halkı önce parçalara ayırmak, ikinci olarak da halk tarafından yapılmış olan devrime darbe vurmaktı. 
Bu darbenin faturasını da İhvana yıkmaktı. “İhvan bir senedir iktidarda ancak hiçbir gelişim gösterilmedi ve ülkede mevcut kaosun sebebi İhvan oldu” diyerek 
İhvan ile parçalanmış halkı karşı karşıya getirmek istediler. Yani derin devletin bir sene boyunca yaptığı buydu. Hatta Mursi seçildikten sonra bir Amerikalı 
istihbaratçıyla görüştük ve biz ona şunu sorduk: “siz Mısırı İhvancılara mı bıraktınız”. O, bize cevaben “İhvanı halka, halkı da İhvana bıraktık” dedi. 

Sonra Tantavi’ye aynı soru soruldu o da buna cevap olarak “biz ihvanı halkın eline bıraktık” dedi. 25 Ocak devrimini yapan halktı, bu darbe de halka karşı yapıldı. 

Faturası da İhvana kesilmiş oldu. 

ORSAM: “Türkiye’de İhvan’ın oy oranı %15’lerde, darbe oturdu ve büyük kentler dışında gösteri kalmadı, bir süre sonra bu sokak 
hareketleri tamamen biter” yönünde bir algıvar. Sizce bu algı ne kadar doğru? 

Mahmud Şerbini: 
Buna cevap vermeden önce derin devletin, Sisi’nin ve arkadaşlarının tahlilini yapmak gerekiyor. Mısır’daki derin devletin Mursi seçildikten bu yana benimsediği temel ideolojisi, ilk olarak halkın İhvana karşı nefret duymasını sağlamaya çalışmak, ikinci olarak da halkın İslami düşünceye sahip tüm gruplara karşı nefret duymasını sağlamaktır. Sisi ve arkadaşlarının Mursi seçildikten bu yana yaptıkları temel iki ideoloji budur. 
Buna ilaveten siyasi ideoloji taşıyan bazı grupların ahmakça davranışları da koz vermiş oldu, buna tabi ki İhvan da dâhildi. 

Mursi seçildikten hemen sonra basın, yargı, asker ve derin devlet bağlantılı, bilinçli ve projeli bir çalışmaya başladılar. Mısır’dan bahsederken belirtilmesi gereken şey, İhvan’ın İslamiyet’in temsilcisi olmadığıdır. İhvan ve İslamcılar ayrı kefelerde değerlendirilmelidir. Birçok farklı İslami grup olmasına rağmen Mısır denilince akla tek İhvan geliyor ve bütün İslamcıları temsil ettiği düşünülüyor. Bu çok yanlış bir değerlendirmedir. 
Bahsettiğim dört ana unsurun çalışma planlarında nefretin İhvan’a yıkılması ardında da İslami argüman geliştiren tüm kişi ve örgütlere karşı, halkın nefret beslemesini sağlanması hedefleri bulunuyordu. Bizim İslamcı kesimde tecrübesiz lik mevcut. Bu yüzden İhvan, Mursi seçildikten sonra ciddi derecede ve birbirine benzeyen hatalar yaptı. Bunlar da dört ana unsurun eline ciddi kozlar verdi. 

Bu dört unsur Mursi görevde iken onu kararlarında hataya zorlamaya çalıştılar. Buradaki amaçları İslamcılar ve karşı taraf olarak iki temel grubu karşı karşıya getirmek suretiyle Mısır’daki sokağı bölmek, tam manada bir ayrıştırma yapmaktı. Bu hareket İslam üzerinde bir parçalamadan ziyade İhvan’a yönelik bir parçalama hareketi olacaktı. Ama genel olarak ülkedeki bütün İslamcılar için geçerlidir. 

Bu mevcut durumda Sisi ve derin devlet bu fırsatı iyi değerlendirdiler. Tüm temel argümanları tam anlamıyla darbe yapma düşüncesinden ziyade 
Mursi’nin ve İhvan’ın gitmesine yönelikti. Tahrir Meydanına dökülen insanlar asker gelsin darbe yapsın amacıyla değil Mursi’nin ve onun temsil ettiği zihniyetin ne olursa olsun gitmesi için oradaydı. Ancak darbe gerçekleştirildikten ve tutuklamalar gerçekleştikten sonra halkın içerisinde askere karşı bir ateş yanmaya başladı ve bu gittikçe büyümeye devam ediyor. Buna karşı da asker kendi tedbirini çok sert bir şekilde, ateş açmak suretiyle aldı. Bu eylemleri öldürmeye ve bastırmaya yönelik olduğu kadar “aslında bizi bu noktaya sürükleyen İhvan” düşüncesini de gösterme mantığını da taşıyor. Ve bu şekilde de devam ediyorlar. 

Şu nokta önemli olan husus ise askerin darbeden bu yana halka yönelik yaptıkları şiddetin Mısır tarihinde bir ilk olmasıdır. Ne modern Mısır dönemi 
ne de önceki dönemde asla bu kadar ağır şiddet ve baskı yaşanmamıştır. Hiçbir kelime hiçbir dil Mısır’da yaşananları anlatamaz. 

ORSAM: Peki, bugün gelinen noktada 3 Temmuz darbesinden geri dönüş mümkün mü? Yada diğer bir ifade ile darbe ülkede oturdu mu? 

Mahmud Şerbini: 

Benim görüşüme göre bazı başarılar sağladılar ancak tam anlamıyla darbe başarılı oldu diyemeyeceğim. Başarısındaki esas unsur da öldürmeler, ölüm olaylarıdır. Darbeye karşı İslamcı blok hala sokaklarda eylem yapıyor. 

ORSAM: Darbeye karşı olarak örgütlenen cephenin strateji tam olarak nedir? Askeri nasıl geri adım attırmayı planlıyorsunuz ve talepleriniz nelerdir? Özellikle Vasat Partisininbu konudaki talepleri neler? 

Mahmud Şerbini: 

Açık söylemek gerekirse İslamcılar ciddi manada bir strateji planı yapmadı. Ancak şu an biz bir heyet oluşturduk ve bu şekilde görüşmeler yaparak gerçekleri anlatıp, oradaki durumu uluslararası boyuta taşımaya çalışıyoruz. Bu görüşme de bunun bir parçası. 

ORSAM: Mısır’da bir iç savaş olasılığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye’deki gibi bir durum yaşanabilir mi? Şiddet neye dönüşür? 

Mahmud Şerbini: 

Mısır halkının tabiatına bakıldığında Suriye’deki gibi bir durumun oluşacağını tasavvur etmiyorum ancak Mısır’da çeşitli İslamcı cihat örgütleri var ve bu gruplar yeraltından tam anlamıyla çıkıp, eline silah alıp halka karşı değil, en kötü senaryo olarak askere karşı bir silahlı mücadeleye girebilir. Ancak ‘İhvan’a 
karşı halk’ şeklinde bir çatışma olmasını hiçbir şekilde beklemiyorum. 

ORSAM: Çeşitli medya kuruluşlarında bir Kıpti devleti kurulması olasılığı tartışılıyor. Mısır’ın parçalanması mümkün müdür? 

Mahmud Şerbini: 

Mısır’ı bölme hayali çok eski tarihlerden bu yana mevcut. Bu hayal, Batılı ülkeler tarafından sürdürülüyor. Özellikle ülkenin güneyinde Hıristiyan nüfusunun ağırlıkta yaşadığı bölgede -ki bu arada Hıristiyan nüfus Mısır’da %4’ü hiçbir şekilde geçemez- böyle bir senaryodan bahsediyorlar. 

Ancak asıl tehlike dilleri, ırkları farklı olan Müslüman Nubi’ler konusunda mevcut. Bunlar Kıpti’lerden farklıdır. Özellikleri Mısır’ın güneyinde çoğunluktalar. Kendi dillerini ve ırksal faaliyetlerini sürdürüyorlar. Batı, projesini burada yürütüp, elinden geldiğince bu bölgeyi kaşıyor. Kabile şeklinde bir yapıları var ve Kuzey 
Afrika ülkelerindeki Berberilere benziyorlar. 

Bir diğer ayrılma projesi de Sina yarımadasıyla alakalı. Sisi Batı tarafından yetiştirilmiştir, eğitimini orada almıştır. Yani, Batının Sisi’nin 
eliyle, Sina yarımadasını ayırıp oraya Filistinlileri yerleştirmeye çalıştıklarını biliyoruz. Rakamsal olarak Nubi’ler 50.000’i geçmez. 

İslami gruplar ve tüm Mısır halkı bu yaşanan olaylarda çok büyük tecrübeler edindiler. Halk ve İslamcılar anladılar ki ülkenin aklıyla oynayan bir grup var ve bu akıl ülke için çok büyük bir tehlike. Mısır’daki bu değişimin adı şu oldu; Mısır halkı tabiatı gereği sakin, sabırlı ve isyankâr değildir ancak bu olaylardan sonra Mısır halkı kendi içerisinde bir devrim yarattı ve artık ölümden korkmuyor. Bu, Mısır halkındaki en büyük değişimdir. Bana göre bu değişim, Mısır’daki mevcut darbenin hedefine ulaşmasını engelleyecektir. Bu darbe geçici başarı sağlayabilecek bir darbedir. İki sene, üç sene sonra halkın içerisinde değişim ve özünde yeniden doğmuş olan ‘ölümden korkmama duygusu’ bu darbeyi bertaraf 
edecektir. Ayrıca darbenin ülkeyi tehlikeye götürdüğü düşüncesi de yerleşiyor, darbe bu anlamda bir artçı deprem gibi sallanan bir darbedir, sağlam değildir. 

Öldürülenlerin ekseriyeti gençlerdir. Öleceğini bile bile sokağa hem kadınlar hem erkekler çıkıyorlar. Bizde bu bahsettiğim duygu mevcut değildi, halk sakindi, isyankâr değildi, ses çıkartmazdı, ancak son olaylar sırasında birçok gençle görüştüm ve bana şunları söylediler: “ben dışarıya çıkacağım ve büyük ihtimalle öldürüleceğim, lütfen bana dua et.” 

ORSAM: Sokaktaki şiddet bu şekilde devam eder mi? Mısır bu şiddet sarmalından nasıl çıkar? 

Mahmud Şerbini: 

Az önce bahsettiğim halk arasında yaşanan bu duygu, aslında o ülkedeki halkın darbe karşıtı tutumunun devam edeceğini gösteriyor. 
Asker de zaten yapabileceklerini en üst seviyesine kadar yaptı. Halkı öldürdü, kötü şekilde darp etmeleri dünya kendi gözleri ile gördü. 
Ancak eğer iç savaştan bahsediyorsak böyle bir ihtimal yani bir iç savaş söz konusu değildir. 

Artan şiddetle ile ilgili en temel çalışmamız;özellikle Batı ülkelerindeki insan hakları savunucusu sivil toplum örgütlerinin kendi ülkelerinin karar mercilerini baskı altında tutup, darbeye karşı gelmeleri ve ülkedeki mevcut durumun bitmesine yönelik çaba sarf etmelerine yöneliktir. Bu belki süreci bitirmeye yardımcı olabilir. İkinci bir unsur, Sisi ve arkadaşları için düşünecek olursak, kendi gelecekleriyle alakalı olarak içlerinde şu an çok ciddi bir korku belirmiş durumdalar. 
Bu korku onları büyük hatalara da sevk edebilir veya geri adım da attırabilir. Çünkü şu ana kadar yalnızca geri kalmış Arap ülkeleri onların 
meşruiyetini kabul etti, geri kalan ülkeler onları tanımadı. Dolayısıyla bu şekilde devam etmeleri söz konusu olmayabilir. Bu anlamda biz insan 
hakları konusunda çalışma yapan uluslararası sivil toplum örgütlerini olayın çözümü için kendi ülkelerine baskı yapmaları konusunda harekete geçirmek istiyoruz. 

ORSAM: Uluslararası aktörler konusundaki stratejiyi konuştuk, peki içeride diğer sivil aktörlerle görüşmeler devam ediyor mu? Yani siyasal İslamcı olmayan diğer gençlik örgütleriyle ortaklık için bir çaba sarf ediliyor mu? 

Mahmud Şerbini: 

İki nedenden dolayı Mısır’da böyle bir çalışmadan bahsetmemiz söz konusu değil. İlk olarak Mısır’da kurulmuş olan sivil toplum örgütlerinin %90’ını solcu mantaliteyi taşıyan gruplar. İkinci olarak çoğu Batıcı ve Batıdan maddi destek alan ve Batının düşünceleri çerçevesinde hareket eden örgütler. Dolayısıyla 
Mısır’da ses getirebilecek bir çalışma beklemediğimiz için dışarıdan faaliyetlerimizi sürdürmeye çalışıyoruz. 

ORSAM: Son olarak Türkiye’den beklentileriniz nelerdir? 

Mahmud Şerbini: 

Buraya gelmeden önce dış ülkelerden ne isteyeceğimiz konusunda bu hareketin başkanıyla bir toplantı yaptık. Türkiye’yle ilgili olarak beklentimiz 
de şu yönde. Özellikle AK Parti’yle birlikte Türkiye’nin kazandığı tecrübelerinden yararlanmak istiyoruz. Örneğin Türkiye Mavi Marmara konusunu uluslararası 
arenaya taşıyıp istediklerini alabildi. Burada nasıl bir yol izlediğini ve nasıl başarılı olduğunu öğrenmek istiyoruz. Bu konudaki tecrübelerinizipaylaşmak istiyoruz. 
Türkiye’den ayrıca dünyada hukuki anlamda çalışma yapan sivil toplum örgütleriyle ilişkiler kurabilmemizi, bir araya gelmemizi sağlayacak lojistik çalışmalar yapmasını bekliyoruz. 


*Bu söyleşi 22 Ağustos 2013 tarihinde Ankara’da ORSAM’da gerçekleştirilmiştir. 


***

23 Mart 2017 Perşembe

DEVRİMDEN SONRAKİ MISIR BÖLÜM 2


   DEVRİMDEN SONRAKİ MISIR  BÖLÜM 2





   İktidarının birinci yılı olan 30 Haziran’a giden süreçte, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi karşıtı hareketlerin liderlerinin sokağa çıkma amacı, bir demokrasi mücadelesinden daha çok planlı bir şekilde gerginliği tırmandırarak bir şiddet sarmalını üretmekti. Böylece, Mursi istifaya zorlanacak ve askeri vesayet için uygun bir ortam sağlanacaktı. Nitekim hem muhalif grupların izlemiş olduğu planlı eylemler hem de ordunun bir muhtıra yayınlayarak siyasi alana müdahalesi bu planlı kalkışmayı açıkça ifşa etti. Darbeye giden süreçte, ortamın müsait hale gelebilmesi için önce Mursi karşıtları Tahrir başta olmak üzere birçok meydanda kimi zaman şiddet de içeren büyük gösteriler düzenlemişlerdir. Ardından da Müslüman Kardeşlere ait ofisler ateşe verilmiş, buralarda bulunan Mursi taraftarlarından bazıları öldürülmüştür.13 En sonunda da çatışmalar meydanlara sıçrayarak askerin müdahalesi için uygun ortam yaratılmıştır. 

Asker bu süreçte yaptığı açıklamalarla, toplumsal çatışmanın önünü açmış ve şiddet sarmalının yaşanması için bilinçli bir siyaset izlemiştir. Olaylar 
başlamadan yapılan açıklama ile gösterilere müdahale edilmeyeceği söylenip, sadece devlet daireleri ve stratejik yerlerin korunacağının duyurulması 
göstericilerin şiddete meylini artırmıştır. 

En baştan beri polisin kendi yanlarında olacağı göstericilerce bilindiğinden ordunun bu açıklamasını hükümeti düşürmek için bir işaret olarak 
da yorumlanmıştır. Güvenliği sağlaması gereken kurumların göstericileri cesaretlendiren bu yaklaşımı, ordunun askeri vesayeti gerçekleştirmek 
için uygun ortamı yaratmaya çalıştığının bir göstergesidir. 

Bu planın hazırlık aşamasında, halkı mobilize edebilmek ve sokaklara çıkarabilmek için yoğun çaba sarf edilmiş, Mübarek rejiminin zenginleştirdiği 
işadamları bu planlamanın finans ayağını sağlarken, askeri ve bürokratik yapı eski rejim taraftarlarını sokağa çıkmak için cesaretlendirmiştir. 
Büyük kesimi eski rejim taraftarı olan medya ise Mursi’nin yönetimsel hatalarını, “İslamcı bir ajanda” söylemiyle etiketleyerek başta Hıristiyanlar olmak üzere liberal, seküler, sol ve sosyalistleri de Mursi’ye karşı mobilize etmişlerdir. 

Özellikle, Mursi’nin dış politika alanında geliştirmiş olduğu yeni dış politika açılımı ve söyleminden rahatsız olan ABD, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan Mursi’nin iktidardan düşürülüp askerin etkin olduğu bir “vesayet demokrasisi”nin yönetime gelmesini, İhvan yönetimine tercih etmekteydi. Dolayısıyla Mısır’da yaşanan karşı devrim mücadelesi ve ardından yaşanan askeri muhtıra birçok yapının ve aktörün planlı bir senaryonun uygulanışına işaret etmektedir.14 

Planın uygulama aşaması ise aslında toplumsal alanda daha devrimin hemen ardından eski rejimin siyasi, askeri, bürokratik elitleri ile medya ve iş çevrelerindeki aktörleri tarafından yürürlüğe konmuştur. Mübarek rejimine karşı ortaklaşarak, demokrasi söylemi etrafında devrimi gerçekleştiren toplumsal kimlik grupları, önce İslamcı ve diğerleri (liberaller, Hıristiyanlar ve Sosyalistler vb.) diye birbirinden ötekileştirilerek ayrıştırıldı. 

Ardından da İslamcı gruplar da kendi içerisinde farklılaştırılarak Mursi iktidarı yalnız bırakıldı. Mısır tarihinin korkularının yeniden gündeme getirilerek toplumsal kimlik gruplarının kutuplaştırılmasının neticesinde üretilen çatışmacı söylem, devrim etrafında birleşen grupları ayrıştırarak birbirlerine yönelik karşılıklı güvensizliklerin üretilmesine neden oldu. Mursi hükümetinin uygulamış olduğu bazı siyasal çıktılar bu güvensizlikleri gittikçe pekiştirdi ve böylece bir güvenlik açığı oluşturuldu. Böylece eski rejim aktörlerinin toplumsal kimlik gruplarının güvenlik ikilemleri üzerinden siyaset üretmeleri çok daha kolay hale geldi. 

Mursi’nin iktidara gelmesinin ardından “muktedir olmak için” ortaya koyduğu siyasetin, yargı ve ordu bürokrasisinin direnci ile sürekli kırılmaya çalışılması bir yana, Haziran ayının son haftalarında sokakta yaşanalar bile bu planı açık etmektedir. Gerginliği tırmandırmak için medyada, Mursi’nin istifadan başka bir çıkar yolu olmadığı, yurtdışına kaçıp sığınma talep etmezse eski suçlarına binaen hapse atılacağı, yine Mursi yönetiminden birçok üst düzey bakanın yolsuzluğa bulaştığı ve suç işlediği gibi iddialar ve söylemler hükümete karşı bir korku ve panik havasının oluşturulması için kullanılmıştır. Sokakta dolaşıma sokulan söylemler ise, muhalif grupların silahlandığı, Mursi’nin direnmesi halinde 
Müslüman Kardeşlerin bürolarının basılacağı, İhvana yakın iş yerlerinin yağmalanacağı şeklindeydi. Dolayısıyla gösteriler başlamadan önce, yıllarca devlet iktidarı tarafından dışlanan hapislere atılan ve ikinci sınıf muamelesi gören kesimlere karşı bir korku politikası oluşturmak amaçlanmıştı. 

Bu korku politikasının neticesinde gösterilerin ilk günlerinde Mursi taraftarları sadece toplandıkları meydanlarda seslerini yükseltebilmişler ve kendi binalarının yağmalanmasına, ateşe verilmesine ve saflarından birçok insanın öldürülmesine rağmen şiddeti önceleyen bir tavır almaktan özenle kaçınmışlardır. Mısır’ın tek sahibinin kendileri olduğunu varsayan “beyaz Mısırlılar” ve eski düzen yanlıları, binalara, araba camlarına, işyerlerine ve evlerinin balkonlarına Mursi karşıtı afişler asmışlar ve sokaklarda insanların ellerinde muhalefeti temsil eden bir emare görmediklerinde “bizden değil misiniz” diye sora-bilmişlerdir. Bu süreçte, özellikle polis araçlarına Mursi karşıtı afişler asılarak bu korku politikası 
pekiştirilmeye çalışılırken, metro istasyonlarında marşlar çalınarak İhvan yanlıları sindirilmeye çalışılmıştır. Yine üst sınıf Mısırlıların gittiği ve çoğunun adının da Batı’dan seçildiği mekânlar, bir hafta önce yabancı müzikler çalarken, gösterilerle birlikte bayraklarla donatılmış ve milliyetçi marşlar çalmaya başlamıştır. Sonuç olarak tüm bu simgesel sindirme politikası, askerin tarafını tamamen belli etmesiyle birlikte, Mursi taraftarlarını da yoğun bir şekilde meydanlara itmiştir. Bununla birlikte, Mursi taraftarları bu korku politikasını tam tersine çevirebilmek için, Türkiye’de simgesel anlamını artık herkesin bildiği, “kefen siyaseti” söylemini devreye sokmuşlardır. 

Ezher ulemasının bir kısmı ve birçok Mursi taraftarı kefene benzer beyaz elbiseleri ile meydanlara yürürken canlarını feda etmekten çekinmeyecek lerini açıklamışlardır. 

Darbenin ardından İhvan hareketi kendilerine uygulanan baskı politikalarına demokratik bir strateji izleyerek cevap vermeyi tercih etmiş ve barışçıl gösteriler düzenlemiştir. Nasr City bölgesindeki Rabiaa Adeviye ve Kahire Üniversitesi girişindeki Nahda Meydanı’nda milyonlarca Mısırlı kamplar kurarak “Darbeye Hayır” teması altında askeri yönetimi protesto etmişlerdir. Bu barışçıl protestolar içeride ve dışarıdaki darbeci aktörlere yerinde bir cevap teşkil etmektedir. Ancak askeri yönetim Cumhuriyet Muhafızları Alayı önünde düzenlediği saldırı da 50’den fazla Mursi taraftarı protestocuyu katletmiş,15 İhvan yönetimini şiddet sarmalı içerisine çekmeye çalışmıştır. Müslüman Kardeşler yönetimi ise bu 
tuzağa düşmeyerek barışçıl gösterilere devam etmiştir. Uzun vadede Mısır’daki İslami hareketlerin iktidar arayışında bu sürecin olumlu bir geri dönüşü olacaktır. Ancak bu darbeci aktörler İhvan’ı veya Selefi hareketi siyasal alanın dışında tutmaya çalışması iktidar mücadelesinin daha çetin geçmesine, İslami hareketlerin daha farklı metotlar uygulamasına neden de olabilir. 

Darbeye Dış Etkiler ve Tepkiler 

Darbe sürecinde en şaşırtıcı tepki(sizlik) Batı ülkelerinden gelmiştir. Washington, Londra ve diğer AB başkentleri Mısır’da gerçekleşen askeri 
müdahaleyi darbe olarak tanımlamamış ve demokratik tepkilerinin ne kadar değişken olduğunu göstermişlerdir.16 Batı’nın tepkisizliğinin başlıca 
sebepleri arasında özelde Mısır’da genelde de Ortadoğu’da Siyasal İslam’ın politik kurumlarının meşru bir siyasal aktör olması geliyor. Yani 
seçim kazanan, taban desteği olan, demokratik yöntemlerle siyasette yer alarak daha öncekimarjinallikten kurtularak meşru aktörlüğe terfi 
eden siyasal İslam’ın temsilcilerinin varlığı bölgede kurulu düzenin Batı’dan hiçte hoşlaşmayan aktörlerle sorgulanacağı anlamına gelmekteydi.


 < Kahire ve İskenderiye gibi büyük şehirlerde kentli nüfusunun demografik ve sosyal yapısının da bir sonucu olarak İhvan karşıtı hareketlerin daha fazla olması etkin olmuştur. Nitekim eğitimli, liberal ve diğer kesimlere göre daha varlıklı olan bu kitleler İslami hareketin ülke siyasetinde etkin olmasını istememektedirler. >

 Mısır’dan ikinci bir Türkiye çıkması olasılığı gerek Washington’da gerekse de diğer Avrupa başkentlerinde ve özellikle İsrail’de bölgeye dair birçok politikaların revize edilmesi anlamına geliyordu. 

Yani ekonomik olarak ayakları üzerinde durabilen, bağımsız bir dış politika yürütmekte ısrarcı olan ve her şeyden önemlisi bölgesindeki kurulu düzeni sorgulayan bir Mısır, Batı için bir kabus anlamına gelecektir. Batı’nın yeniden belirleyeceği siyasette ise kendi çıkarları önemli ölçüde tehlikeye girecekti. Bu yüzden demokrasi söylemini dilinden düşürmeyen Batılı aktörler çıkarları tehlikeye düştüğünde hiç çekinmeden darbeyi destekleyebilmiştir. Bunu Mısır’da siyasal aktörlük bile iddia edemeyecek bir azınlıkta olan seküler ve liberal kitleleri kullanarak yapması ise bu darbeye yüklenilen önemi göstermektedir. 


Aslında bu darbe sadece Mısır’da değil bölgede yaşanan tüm demokratikleşme hareketlerini de sekteye uğratacak bir gelişmedir. Çünkü Mısır’ın başarısı bir taraftan bölgede devrimi gerçekleştiren grupları demokratikleşme yönünden cesaretlendirirken, aynı zamanda Körfez ülkelerindeki Monarşi yapılarını da sarsabilecek bir etkiye sahipti.17 Ancak darbenin gerçekleşmesi, bir taraftan Arap baharının başarısızlığı olarak gösterilecek ve İslam ve demokrasi sorgulamasını yeniden üretecek; diğer taraftan da bölgede diğer ülkelerdeki yaşanabilecek yeni halk hareketlerinin önünü kesecektir. Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’de en canlı biçimiyle yaşanan Arap Uyanışı’nın bölgeye getireceği dönüşüm potansiyeline vurulmuş bir darbedir aslında Mısır’da gerçekleşen.18 Arap Uyanışı sürecinde Libya’ya yapılan müdahale ile kısmen başlayan “dış” müdahale Suriye’de zaten güçlükle sürdürülen mücadelenin bir proksi savaşı halinde cereyan etmesiyle canlı kalmış, Mısır’daki darbede ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin müdahil olması ile de Arap Uyanışı’nın temel dinamiklerinden olan “dış müdahale karşıtlığına” 
büyük zarar vermiştir. Bu darbe ayrıca Mısır’ın demokratikleşmesinde sivil siyaset sürecinin kesintiye uğramasına ve bu anlamda da ülkede yaşanan rejim değişikliğinin başarıya ulaşmasına olumsuz etki yapmıştır. 

Mısır’daki darbenin İhvan yönetiminden desteklerini esirgemeyen Türkiye ve Katar açısından da önemi büyüktür. Özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Mısır’daki darbede önemli bir rol oynadıkları düşünüldüğünde Türkiye ve Katar’ın ortak siyasal duruşlarını değiştirmeleri mantıklı olmayacaktır. Katar’ın da Müslüman Kardeşlere desteği yine Kahire’deki cunta yönetimini rahatsız edecektir. Bununla birlikte bölgesel bloklaşmalar özellikle böyle bir süreçte yeniden şekillenme potansiyeline de sahiptir. Ankara halihazırda kendisine yakın olabilecek Katar ve Libya gibi bölge aktörlerinin bu pozisyonlarını sağlamlaştıracak adımlar atması bugüne kadar sürdürdüğü dış politikanın tutarlılığı açısından önemlidir. Türkiye’yi bölge siyasetinde daha zor durumda bırakan konu Suriye çıkmazıdır. Ankara’nın haklı olarak Suriye halk hareketi ne verdiği destek, beklenmeyen faktörlerin devreye girmesi ile Erdoğan hükümeti nin elini zora sokmuştur. 

Darbeye karşı Türkiye’den gelen tepkilerin bazıları da şaşırtıcı olmuştur. Yıllarca Türkiye’de askeri vesayetin devamı için akla gelmedik anti demokratik süreçleri canı pahasına savunan darbe heveslisi aydınımsıların, bugünlerde Mısır’da yaşananlar için “Arab’ın demokrasisi bu kadar olur” şeklinde sosyal medyada küçümseyici bir şekilde yazdıkları, Mısır’da yaşananların daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir. Yine Türkiye’de 28 Şubat sürecinde askeri-sivil bürokrasi, medya ve işadamlarının siyasal alan karşısındaki statükocu konumunu göz önünde bulundurduğumuzda bugün benzer bir sürecin Mısır’da da yaşandığını kestirmek zor değildir. Her ne kadar Mursi’nin bazı hatalarından bahsedilebilecekse de, yaşananlar, Mursi ile karşıtları arasında cereyan eden bir demokrasi mücadelesinden daha çok, eski rejimle yeni rejim arasındaki bir 
hesaplaşmadır. Genelde Ortadoğu’da özelde de Mısır’da yaşanan Arap baharını baştan küçümseyen ve hala Mısır’daki eski rejim zihniyetini savunan Türkiye’deki bazı yazarların göremediği de budur. Mursi yönetimimuktedir olamamanın, acemiliklerinin ya da kendi ajandasının bir yansıması olarak siyasi hatalar yapmıştır. Bu yüzden Mursi’nin bu uygulamalarına demokratik gerekçelerle tepki duyan önemli bir grubun varlığı normal karşılanabilir. Ancak, 3 Temmuz akşamı gerçekleşen askeri darbeye giden süreçte yaşananlar, demokrasi mücadelesinin ötesinde eski rejimin domine ettiği bir vesayet arayışıydı. Bu askeri ve bürokratik vesayet arayışını sürdüren aktörler bir plan çerçevesinde kendi koalisyonunu genişleterek istedikleri sonuca şimdilik ulaşmışlardır. 

Sonuç 

Bundan sonraki süreçte Mısır siyasetinde uzun süre askeri vesayet devam edeceği öngörülebilir. Ordu teknokratlardan ve eski rejim yanlılarından 
oluşan bir geçiş hükümeti kurarak, kendi konumunu pekiştirmeyi planlamaktadır. Bu anlamda önce yasal düzenlemelerle kendi yerini sağlamlaştıracak, ardından da kurumsal mekanizmalarla konumunu güçlendirmeyi deneyecektir. Böyle yaparak da siyasal alana müdahalenin kapısını açık tutup, siyasetçilerin manevra alanını mümkün olduğunca daraltmayı hedeflemektedir. Böyle bir gidişatın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği Mursi taraftarlarının ordunun darbe kararına yönelik kararı karşısında vereceği tepki belirleyici olacaktır. Öyle ya da böyle Mısır’ın demokratikleşme 
serüvenini zorlu ve uzun bir süreç beklemektedir. 


Darbe süreci göstermiştir ki Mısır siyasetindeki seküler ve liberal aktörler ve eski rejim kalıntıları ile Washington ve Tel-Aviv gibi uluslararası aktörler sosyal tabanı geniş hareketlerin siyaset sahnesinde meşru bir biçimde yer alabilmesini bir süre daha engellemek istiyorlar. Her ne kadar söylem düzeyinde bunu inkar etseler de başlı başına darbenin planlı bir şekilde uygulamaya geçirilmesi bile bunun bir göstergesidir. İhvan ve Selefi hareket de buna karşı uzun vadeli planlar yaparak, toplumun daha geniş kesimlerinin güvenini ve olurunu kazanmak suretiyle bu iktidar mücadelesinden başarılı çıkmanın yollarını arayacaktır. Ancak darbe sonrası iktidara gelen aktörlerin planı yoğun baskı politikaları güderek 
İslami hareketlerin siyasal süreçlerden daha uzun süreli dışlanması gibi bir amaçları varsa, bu durumda başka çaresi kalmayan bu hareketlerin silahlı mücadele yoluna girmeyi düşünmesi de muhtemeldir. Ancak kesin olan bir husus var ki, bu da bölgede artık her ne pahasına olursa olsun eski siyasal sistemlerin ve bölge üzerinde yürütülen uluslararası politikaların hiç bir şekilde yürütülemeyeceğidir. Çünkü bu değişim dalgası kendi siyasal gelişimini de sürdürecektir. Bugün dünyada militarist yönetimlerin modası geçtiği düşünüldüğünde Mısır’daki darbeci zihniyetin de çok geçmeden demokratik idealler tarafından mahkum edilebileceği öngörülebilir. 

DİPNOTLAR 

1 Emad Mekay, “Exclusive: US Bankrolled Anti-Morsi Activists”, Al Jazeera, 10 July 2013. 
2 İsmail Numan Telci, “Devrim Sancısı: Mısır’da Siyasal ve Ekonomik Kriz”, Ortadoğu Analiz, Temmuz 2013, Cilt:5, Sayı:55, s.49-57 
3 Ahmet Uysal, “Mısır’da Neden Başa Dönüldü ve Çözüm Ne?”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 5 Temmuz 2013. 
4 “Mısır’daki Meydanlarda “Baltacı” Şiddeti”, Anadolu Ajansı, 3 Temmuz 2013; “Mısır’da “Baltacı”lar Yine Devrede mi?, BBC, 16 July 2013. 
5 “Qatar’s Emir Leaves $2 Billion ‘Deposit’ to Egypt After Meeting President Morsi”, Ahram Online, 11 August 2012; 
Dina Ezzat, “Getting Closer to Qatar”, Al Ahram Weekly, 9 January 2013; Nevine El-Aref, “Egypt won’t Rent Pyramids 
to Foreign Firms, Says Antiquities Ministry”, Ahram Online, 27 February 2013; “Suez Canal Revenues Reach $398.5 Million”, Daily News Egypt, 21 April 2013. 
6 Ben Hubbard and David D. Kirkpatrick, “Sudden Improvements in Egypt Suggest a Campaign to Undermine 
Morsi”, New York Times, 10 July 2013. 
7 Alastair Beach, “A Joke Too Far - Top Satirist Bassem Youssef Arrested Over Insults to President Morsi”, 
Independent, 31 March 2013; Patrick Burke, “Egyptian Comedian Likens Muslim Brotherhood to the 
Nazis”, CBC News, 15 April 2013; Abeer Heider and Zenobia Azeem, “Why Bassem Youssef Can Make 
Egyptians Uncomfortable”, Al-Monitor, 19 May 2013. 
8 “Egypt Crisis: Mass Protests Over Morsi Grip Cities”, BBC, 1 July 2013; Muhammad Al-Khouli, “Millions Take to 
the Streets: Leave, Mursi”, Al-Akhbar, 1 July 2013; “Anti-Morsi Protests Planned for Sunday”, Ahram Online, 7 July 2013. 
9 Nebi Miş ve İsmail Numan Telci, “Devrime Darbe: Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi”, Star, 6 Temmuz 2013. 
10 Bu müdahalenin darbe olarak isimlendirilmesi tartışmaları bağlamında şu makale faydalı olacaktır: Khalil Al-Anani, 
“The Fall of Democracy in Egypt”, Ahram Online, 13 July 2013. 
11 Omar Ashour, “Egypt’s New Revolution Puts Democracy in Danger”, Guardian, 7 July 2013. 
12 İsmail Numan Telci, “Devrim Sonrası Mısır’da Güç Mücadelesi: “İslamcı İktidar vs. Seküler Muhalefet”, Ortadoğu Analiz, Ocak 2013, Cilt:5, Sayı:49, s.79-89. 
13 “At Least 35 Injured in Clashes at Brotherhood’s Cairo Headquarters”, Ahram Online, 1 July 2013; Patrick Kingsley, 
“Egypt Faces More Bloodshed as Muslim Brotherhood Offices Torched”, Guardian, 1 July 2013; “Muslim Brotherhood 
Vows Action After Cairo Headquarters Attacked”, Al Arabiya, 1 July 2013. 
14 Tariq Ramadan, “Egypt: Coup D’etat, Act II”, www.tariqramadan.com, 9 July 2013, 
15 Ian Black and Patrick Kingsley, “Muslim Brotherhood Decries Killing of Morsi Supporters in Cairo ‘Massacre’”, 
Guardian, 8 July 2013; Kim Sengupta and Alistair Beach, “Cairo Massacre Eyewitness Report: At Least 51 Dead 
and More Than 440 Injured as Army Hits Back at Muslim Brotherhood Supporters”, Independent, 9 July 2013. 
16 “Why the U.S. doesn’t Call Egypt Military’s Ouster of Morsi a Coup”, Reuters, 4 July 2013; Andrew Reitann, “EU Reaction 
to Egypt Coup: ‘Awkward. Disturbing’”, EU Observer, 4 July 2013; Elise Labott, “U.S. Avoids Calling Egypt’s 
Uprising a Coup”, CNN, 8 July 2013; Shari Ryness, “EU Leaders Express ‘Deep Concern’ About Military Intervention 
in Egypt, as Turkey Protests at Western Silence Over ‘Coup’”, European Jewish Press, 17 July 2013. 
17 Burhanettin Duran, “Mısır’daki Darbe ve İlk Günahın Yükü”, Star, 13 Temmuz 2013. 
18 Nuh Yılmaz, “Mısır’a Değil Bölgesel Düzene Darbe”, Star, 13 Temmuz 2013. 

***




3 Mart 2017 Cuma

Mısır ve Ürdün’ün Dış Politikalarını Şekillendiren Unsurlar


Mısır ve Ürdün’ün Dış Politikalarını Şekillendiren Unsurlar;


Ertan EFEGİL

Özet




Uzun zamandır dış politikalarla yönetildiği için, Mısır’da güçlü bir milliyetçilik ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Nasır, rejimini sağlamlaştırmak
ve Mısır’ı bölgesel bir güç hâline getirmek adına milliyetçiliği araç olarak kullanmıştır. Ama Cumhurbaşkanı Sedat ve Mübarek, Mısır’ın
içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi zorluklar sebebiyle dış politikalarında ulusalcılığa öncelik vermeyi tercih etmemişlerdir. Bugünlerde Cumhurbaşkanı
Mursi, konuşmalarında kapsamlı ulusalcı söylemlere yer vermemektedir. Mısır’ın jeopolitik konumu, Cumhurbaşkanlarını bölgesel hegemonya politikaları izlemeye teşvik etmiştir. Ancak Mısır daima İsrail için bir tehdit olarak algılanmıştır. Mısır’ın ulusal kimliği Arapçılık ile bir olmasa da, Arap-İslam kimliği Mısır’ın dış politika planlamasında çok belirleyici bir rol oynamıştır. Otoriter yönetim biçiminden dolayı Mısır’ın dış politikası büyük oranda cumhurbaşkanlarının kişiliklerine göre şekillenmektedir. Cumhurbaşkanı Mursi daha serbest
politikalar izleme niyetinde olmasına rağmen, iç ve dış kısıtlamalar doğrultusunda hareket etmek durumundadır. Önceki rejimlerle aşağı yukarı
benzer politikalar izlemek mecburiyetindedir. Küçük bir ülke olan Ürdün’ün ABD ile ilişkileri oldukça yakındır ve Batı dünyası ile ilişkilerini ulusal güvenlik ve istikrar açısından elzem olarak tanımlamaktadır. Ürdün, dış politikasında arabulucu bir rol öngörmüştür.

MISIR

7. yüzyılda İslam ordularının Mısır’ı ilhak etmesiyle birlikte, Mısır halkı, kısa sürede Araplaştırıldı ve İslam dinini benimsedi. Mısır’ın yüzyıllarca yabancı güçlerin yönetimi altında kalması ve İngiliz İmparatorluğu’na karşı uzun yıllar bağımsızlık mücadelesi vermesi, Mısır’da çok güçlü bir milliyetçiliğin yeşermesine neden oldu. Örneğin, söylemlerinde ve politikalarında, Arap milliyetçiliğine aşırı vurgu yapan Devlet Başkanı Nasır, kendi rejimini sağlamlaştırmak, Batı hegemonyasına karşı koymak ve Mısır’ı bölgesel güç haline getirmek için milliyetçi söylemlerden faydalanmıştır. Diğer taraftan Devlet Başkanları Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek, ekonomik ve siyasi sıkıntılardan kurtulabilmek amacıyla Mısır’ın dış politikasında milliyetçi tutkulara yer vermemeye özel gayret gösterdiler. Günümüzde Devlet Başkanı Mursi, dış politikasında aşırı milliyetçi söylemlere yer vermemektedir.



Coğrafi Konum

Mısır, coğrafi açıdan çok önemli bir ülkedir.Çünkü coğrafi konumu, Mısır’a, Afrika ile OrtaDoğu ülkeleri arasında bir geçiş kapısı olma fırsatı vermektedir. Diğer bir ifadeyle, Mısır, iki kıta arasında (Afrika ve Asya) bir kara köprüsü ve ikitemel deniz yollarını (Akdeniz ile Hint Okyanusu) birbirine bağlayan bir hat olarak stratejik bir konumu işgal etmektedir. Süveyş Kanalı, petrolsevkiyatı açısından temel güzer gâhı oluşturmaktadır.
Afrika, Arap, İslam ve diğer kalkınmakta olan ülkelerin liderliğini yapan Mısır, Arap-İsrail sorununda, savaşa başvurmada veya barışın oluşturulmasın da temel aktör olarak rol oynamıştır.Mısır, bölgenin seçkin medeniyet merkezidir.Mısır, kalabalık bir nüfusa ve güçlü askeri yapıya sahiptir. Bu özelliklerinden ötürü, Mısır,bölgenin doğal lideri olarak ortaya çıkmaktadır.Coğrafi konumundan ötürü Mısır, tarih boyunca büyük devletlerin hedefi haline gelmiştir. Bunedenle Mısır halkı, şu görüşü savunmaktadır:Mısır, ya kendi bölgesel çerçevesinde lider ya da
büyük devletlerin kurbanı olacaktır. Bu düşünceden ötürü, Mısırlı yöneticiler, geleneksel olarak,Sudan, Suriye ve Arap Dünyasında güç gösterisinde
bulunmaya çalışmıştır. 1940 ve 1950’ler de,Mısır, kendi ülkesindeki İngiliz üslerini kaldırmak için Arap Birliği’ni bölgesel baskı aracı olarak
kullanmıştır.

1952 yılındaki askeri darbe sonrası dönemde,Mısır’ın jeo-stratejik konumu, liderlerin ihtiraslarını şekillendirmiştir. Devlet Başkanı Nasır, Mısır’ın, Afrika, Arap ve İslam Dünyasının merkezinde yer aldığına inanmaktaydı. Mısır’ı, özel/çekirdek Arap devleti olarak gören Nasır, Arap Dünyası’nı,  Mısır’ın doğal etki alanı olarak nitelendirmekteydi.
Bu nedenle, Batılı ülkeler tarafından bölgenin kontrol altında tutulmasına karşı sert politikalar izledi.
İsrail’den algıladığı tehdit, Mısır’ın güvenlik politikasının en temel belirleyici unsurunu oluşturuyordu. 

ABD tarafından desteklenen İsrail,Mısır’ın sınırının hemen ötesindeydi ve bu ülkenin Doğu’daki Arap ülkelerine ulaşmasını engelliyordu. Böylece 1950 ve 1960’larda, Arap dünyasında siyasi ve askeri imkânların dan dolayı hegemon güç olabilecek ve İsrail’i caydırabilecek yegâne ülke Mısır idi. Son olarak, 1952 Devrimindensonra, Mısır, Bağlantısız ülkelerin liderlerinden birisi haline geldi.

Kimlik ve İç Siyaset
Mısır’ın Arap-İslam kimliği, dış politikasını şekillendirmiştir.

Mısır’ın ulusal kimliği, hiçbir zaman Arapçılık/Arap Birliği (Arabism) anlayışıyla bütünleştiril memiştir. İslam öncesi mirası ve etnik homojenliği ile bütünleşmiş, 
kısmen soyutlanmış Nil Vadisi merkezli medeniyeti, Mısır’a, diğer Orta Doğu ülkelerinden farklı, kendisine özgü bir kimlik edinmesinde yardımcı olmuştur.
Mısırlı entellektüel ler, kendi ülkelerini, Akdenizli olarak da görmektedir. Aynı zamanda Mısır, İslam Medeniyetinin merkezinde de yer almaktadır.

Her şeye rağmen Mısır’ın popüler kültürü, İslam’dır. Bu nedenle Mısır halkı, kolayca İslami refleksler sergileyebilmektedir.
Diğer Arap ülkeleri gibi, Mısır da, aynı emperyalist ve Siyonist düşmanlar ile tarihi boyunca yüzleşmek zorunda kalmıştır. Bu nedenle, Devlet Başkanı Nasır’ın Pan-Arap mesajı, Arap coşkunluğuna neden olmuştur. Böylece Nasır’ın rejimi, sistematik olarak Mısır’da Arap kimliğinin propagandasını yapmıştır. Yine de Mısır’daki Arapçılık (Arabism) anlayışı, göreceli olarak üstünkörü bir şekilde muhafaza edilmiştir. Çok sayıda Mısır vatandaşı ve entelektüeli, çok sığ bir şekilde diğer Arap devletleri ile birlikteliğe (Arapçılığa) duygusal olarak bağlı kalmıştır.
Çoğu Mısırlı için, Mısır kimliğinin temel unsuru, Arap-İslami’dir. Mısırlılar, Arapça konuşmaktadır ve nüfusun yaklaşık yüzde 90’nı Müslüman’dır.

Yine de Devlet Başkanı Nasır, bölge halkını, kendilerini, Arap dünyasının bir parçası olarak düşünmeleri yönünde teşvik etmiştir. Böylece Nasır, bölgedeki halk için, Arap ulusunun yeniden canlanmasını temsil ediyordu. Devlet Başkanı Nasır da kendisini Arap dünyasının lideri olarak görüyordu. Ancak Devlet Başkanı Enver Sedat, Pan-Arap söylemlerden/yaklaşımlardan kendisini uzakta tutmaya gayret etmiş ve daha çok Mısır merkezli kimliği  teşvik emiştir.

Güvenlik, Emperyalizm-Karşıtlığı ve Ekonomi

Emperyalizm-karşıtlığı görüşleri ile ekonomik yetersizliği, Mısır’ın ikilemli/paradoksal dış politika gütmesine neden olmaktadır. Uzun yıllar
yabancı güçlerin yönetimi altında kalması nedeniyle, Mısır’da oldukça güçlü milliyetçilik duyguları bulunmaktadır. Mısır’ın ulusal ideali, hem
Doğu’dan hem de Batı’dan bağımsız hareket edebilmektir.

Zaten şimdiki Devlet Başkanı Mursi de sürekli olarak bu noktayı vurgulamaktadır. Diğer taraftan fakir ülke olmasından ötürü, kalabalık
nüfus, sınırlı kaynaklar ve sürekli oluşan ödemeler dengesindeki negatif durum arasındaki yapısal dengesizlik, Mısır dış politikasını doğrudan etkilemektedir. Böylece Mısır, dış yardımlara ve kredilere bağımlı hale gelmiştir. Bu sebeple, Mısır, çok yüksek derecede dış pazarlara ve kaynaklara bağımlıdır.

Böylece Mısır, iç istikrarını ve dış güvenliğini muhafaza edebilmek ve ekonomik kalkınmasını sağlayabilmek amacıyla, dış finansal ve askeri yardımları kesintisiz alabilecek şekilde dış politikasını belirlemek zorunda kalmıştır. Bu nedenle Mısır, dış politika alanında, birbirine zıt iki hedefin
meydan okuması ile karşı karşıya kalmıştır:

a. Ülkenin özerkliğini ve güvenliğini koruma ve

b. Kalkınma için ekonomik kaynakları harekete geçirme.

Jeo-politik merkeziliği ve Arap Dünyasındaki ağırlığı, Mısır’ı, Arap Dünyasının merkezine oturtacak güç kaynaklarına yatırım yapmaya teşvik etmiştir. Böylece Mısır, kendisini, bölgesel ve uluslararası sistemler arasında bir köprü olarak sunmuştur. Fakat Mısır’ın ekonomik kaynaklar açısından yetersizliği, bu ülkenin, diğer devletleri kendi etki alanının içerisine almasını engellemiştir.

Jeostratejik konumundan ötürü, Devlet Başkanı Nasır, dış politikayı, ulusal kazanımlar ve ekonomik kalkınma ile birleştirmek için kullanmıştır.
Nasır’ın Arap milliyetçiliği söylemi, Mısır’ın, süper güçlerden ekonomik yardım elde etmesine olanak sağlamıştır. Fakat güvenlik ihtiyaçları ve
Nasır’ın ihtirasları, Mısır’ın elde ettiği ekonomik kazanımları kısa sürede tüketmiştir.

Devlet Yapısı

Dış politikanın planlamasında, Devlet Başkanı ayrıcalıklı bir konuma sahiptir ve otoriter devletin Anayasası1, Devlet Başkanı’na bu bakımdan uygun yetkiler vermektedir: Devlet Başkanı, Başkomutandır.

Savaş ilan etme yetkisine sahiptir. Uluslararası antlaşmalar imzalayabilir. Devlet Başkanı, eğer kendi kişilik özellikleri izin verirse, dış politika yapım 
sürecinde elitlere ve dış politika uzmanlarına danışabilmek tedir. Bu elitlerin ve uzmanların dış politikayı etkileme güçleri ise, devlet başkanıyla olan 
kişisel ilişkilerine bağlıdır.

Göreve geldiği ilk yıllarda, Devlet Başkanı Nasır, diğer Devrim Konseyi üyelerine danışarak dış politikasını belirliyordu. Bu nedenle Nasır, o dönemde elitler arasında görüş birliğini sağlamaya özel gayret gösteriyordu. Ancak zamanla Devlet Başkanı’nın mutlak kontrolü altında olan, askeri elitler tarafından liderlik yapılan tek partili otoriter- bürokratik bir rejim inşa eden Nasır, parlamento, basın ve yargıyı, otoriter rejimin emrinde yapılar haline getirmiştir. Nasır’ın karizmatik liderliği, rejime geniş halk kitlelerinin desteğini sağlamıştır. Yine de ordu, bürokrasi, orta sınıf ve halk arasında bir koalisyon ortaya çıkmıştır.

Bu güçlü rejim, iç sınırlamalardan özerk kalmayı tercih etmiştir.

Devlet Başkanı Enver Sedat döneminde, siyasal sistem temel olarak otoriter karakterini muhafaza etmiştir. Başkan Sedat, dış politikada yegâne otorite olarak hareket ediyordu. Hatta Sedat, tek taraflı olarak dış politika kararlarını belirleme yetkisini kendi tekelinde tuttu. Bu tutumundan ötürü, İsrail ile antlaşmayı kimseye danışmadan imzaladı. Ancak 1973 yılında İsrail’e savaş ilan ederken, askeri ve siyasi elitler ile istişarede bulunmuştu.
Fakat zamanla diğer elitler karşısında gücünü pekiştiren Sedat, savaş sonrası dönemde barış görüşmelerini tek başına sürdürmeyi tercih etti. 

Devlet Başkanı’nın hâkim konumuna rağmen, yine de Mısır’ın dış politika bürokrasisi, Arap dünyasında en fazla kurumsallaşmış etkili bir kurumdur.

Devlet Başkanı Mübarek ise, kararlarını alırken, kendisine yakın danışmanlarıyla istişarelerde bulunmuştur.

Nasır, Sedat ve Mübarek, yine de üç temel konuda benzerlik sergilemektedir: 

a) Her üçünün rejimi, askeri elitler ile ittifak ilişkileri içerisindeydi,
b) İstihbaratın etkisi çok fazlaydı ve c) demokrasiye karşı nefret besliyorlardı.

Ordu, Mısır toplumunun temel köşe taşlarından birisiydi. İstihbarat birimi de, Mısır toplumunun kontrol altında tutulması için hayati rol oynamaktaydı.
Devlet Başkanı, devletin başıdır. Ulusal Parlamento, yasama yetkisini elinde tutmaktadır.

Devlet Başkanı, Parlamento tarafından kabul edilen yasaları veto etme ve Başkan Yardımcısını, Başbakanı ve Bakanları atama yetkisine sahiptir.
Başkomutan olan Devlet Başkanı’nın kararları, kanun hükmünde kabul edilmektedir.

Mısır’daki Pan-Arap milliyetçilik, güçlü İslami motiflere sahiptir. Bu milliyetçilik anlayışı, Müslüman Kardeşlerin İslam Birliği’ne köprü olarakhareket etmekteydi. Hıristiyanlara karşı ciddi bir ayrımcılık yapılıyordu. Mısır’a hâkim olan anlayış, Nasır’ın Arap sosyalizmi ve militan siyasalİslam’ı içermekteydi.

Sonuç olarak Mısır dış politikası, farklı değerler, devlet başkanlarının algılamaları/ihtirasları ve çevresel koşullar tarafından esaslı bir şekilde belirlenmiştir.
Dış Politikasının İşleyişi Devlet Başkanı Nasır, Mısır’ın gerçek anlamda bağımsızlığı üzerine güçlü duygulara sahipti. Nasır, Mısır’ın uzun yıllardır Batı emperyalizminin siyasi olarak doğrudan kontrolü altında kalmasını sona erdirmeyi, Arap-İslam kimliğini yeniden inşa etmeyi ve bağımsız ulusal ekonomik yapının kurulmasını savunmuştur. 

Arap devlet sisteminde Batı’nın üstünlüğünü ortadan kaldırmaya gayret etmiştir. Bu düşüncesinden ötürü, Bağdat Paktı’na karşı çıkan Nasır, Bağlantısızlık
Hareketi’nin bir üyesi oldu ve Arap devletleri arasında müşterek güvenlik arayışlarını destekledi.

Başkan Nasır, Bağdat Paktı’nı, Arap bağımsızlığına ve özerkliğine karşı bir tehdit olarak görüyordu.

İsrail’in Gazze’ye saldırısı üzerine, Sovyetler Birliği ile ilişkilerini geliştirdi.
Nasır’a göre Batılı devletler ve İsrail, Arap ülkeleri arasındaki ayrılıkları derinleştirerek, bölge üzerindeki hâkimiyetlerini pekiştirmeye gayret
etmektedir ve bu nedenle bu durumu engellemenin yegâne yolu Mısır’ın liderliği altında Arap dünyasının birlikteliği idi. Arap-İslam kimliğinevurgu yapan Nasır’ın Arap Birliği politikasını, İsrail’in saldırıları daha fazla pekiştirmiştir.

Başkan Nasır, bu tür politikalar sayesinde Mısır’ın Arap liderliğinin pekiştiğini düşünüyordu ve bu sayede dünya siyasetinde ülkesinin stratejik ağırlığının
arttığını hissediyordu. Bu politikaları için, Nasır, her iki süper güç ile ilişkilerini geliştirdi ve her ikisinden de arzu ettiği askeri ve mali yardımları
sağlamaya çalıştı. Ancak Nasır’ın politikaları,

Batı yanlısı Arap ülkeleri (Suudi Arabistan gibi) tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Fakat 1967 Savaşı, Mısır’ın kişisel ihtiraslarını bir kenara koymasına neden oldu. 1979 yılında, İsrail ile Camp David Antlaşması imzalayan Mısır, antlaşmanın ardından Arap dünyasında yalnızlaştırılmıştır.
Başkan Sedat, 1967 Savaşında kaybedilen toprakları geri almak için sadece Amerikan yönetiminin İsrail üzerinde zorlayıcı tedbirler alabileceğini
düşünüyordu. ABD aynı zamanda Mısır’a ihtiyaç duyduğu ekonomik yardımı sağlayabilirdi.

Sedat göreve geldiği zaman, ABD’nin desteğinde barışı sağlamaya ve İsrail’in işgal ettiği topraklardan geri çekilmesi için çözüm bulmaya hazır idi.
Sedat, Suudi Arabistan’ın liderliğindeki muhafazakâr Arap devletleri ile yakın ittifak ilişkileri kurdu. Suudiler, Sovyetler Birliği’ne bağımlılığını azaltmak için Mısır’a petrol yardımında bulundu. Pan-Arap politikaları terk eden Sedat, bölge devletleri üzerinde hâkimiyet kurmak yerine, bu devletler ile işbirliği arayışı içerisinde oldu. 1973 yılında Sedat, kaybettiği toprakları geri kazanabilmek için sınırlı bir savaş başlattı. Fakat başarısız oldu. Bunun üzerine ABD’nin önerilerini kabul etmek zorunda kaldı.

Devlet Başkanı Mübarek, Mısır’ı, Arap dünyasına yeniden entegre etmeye gayret etti. Petrol zengini Arap ülkeleri de İran karşısındaki korkuları ve bölgeye yayılan köktendinci hareketler üzerine, Mısır’ı bölgede dengeleyici güç olarak görüyorlardı. 1989 yılında Mısır, yeniden Arap Birliği’nin toplantılarına katılmaya başladı. Irak, Yemen ve Ürdün ile birlikte, Mısır, Arap İşbirliği Konseyi’ni kurdu. Mübarek, Mısır’ı, Arap Dünyasının moderatörü ve dengeleyici unsuru olarak lanse etti.

Mübarek, bütün Arap rejimleri ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Muhtemel tehditler olan İsrail ve İran’a karşı caydırıcı unsur olan ve iyi silahlanmış
askeri yapısını daha fazla güçlendirdi.

Mübarek’e göre, ABD ile stratejik ittifak içerisinde olunması, Mısır’ın uluslararası sistem ile bağlantı kurmasına yardımcı olan unsurdur.
ABD’nin ekonomik, askeri ve güvenlik yardımlarına karşılık olarak, Mısır, ABD’nin Arap Dünyasına dâhil olmasında en önemli aracı devlet rolü oynamıştır. Washington’ın yanı sıra, Mübarek, Batı Avrupa ve Sovyetler Birliği ile de ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Irak’a yaptırımlar konusunda, ABD’nin sert çizgisinden Mısır’ı uzak tuttu. 

Devlet Başkanı Mübarek, Arap-İsrail çatışmasında, görüşmeler yoluyla çözüm bulunmasını desteklemiştir. İsrail ile yapılan barış antlaşmasınasadık kalan Mübarek, ABD ile yakınlaştı, Arap devletleriyle ilişkilerini geliştirerek, Arap dünyasındaki yalnızlığını sona erdirmeye çalışmıştır.Ilımlı Arap devletleriyle ilişkilerini geliştirme konusunda başarılı olmuştur.

 Mısırdaki pan - Arap Milliyetçilik, Güçlü islami motiflere sahiptir, Bu milliyetçilik anlayışı, Müslüman Kardeşlerin İslam birliğine köprü olarak 
hareket etmekteydi. Hiristiyanlara karşı ciddi bir ayırımcılık yapılıyordu., Mısıra hakim olan anlayış, Nasırın Arap Sosyalizmi ve Militan siyasal islam'ı 
İçermekteydi 

Devlet Başkanı Muhammed Mursi, dış ilişkilerinde Mısır’ın özgür iradesini yansıtmasını ve böylece daha bağımsız dış politika izlenmesini istemektedir. Hatta bu bağlamda İran’daki Zirve sırasında, Mursi, ABD ve Batılı ülkeleri dışlayan, İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde SuriyeTemas Grubu’nun kurulmasını önermiştir. Diğer devletler ile dostane ilişkilerin geliştirilmesini savunan Mursi, Çin ve İran’ı ziyaret etmiştir.

Arap Dünyası ile İslam âlemine, işbirliğine dayalı ilişkilerin geliştirilmesi için katkı yapmaya hazır olan Mısır, İslam devletleri ile diğer devletlerarasında
karşılıklı anlayışın gelişmesini savunan Medeniyetler Arası Diyalog girişimlerine destek vermektedir. Mısır’ın Arap Dünyası ile Afrika ülkeleri
arasında işbirliği merkezi haline gelmesini arzulayan Mursi, Afrika’da ekonomik gelişmenin güçlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Körfez ülkeleri ile dengeli ilişkilerin kurulmasını, Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılmasını ve Birleşmiş Milletler’de reform çabalarını
destekleyen Mursi, Amerikan yönetimi ile ilişkilerin geliştirilmesi taraftarıdır. Bunun da iki nedeni vardır. Birincisi, bu ikili ilişkiler sayesinde,
bölgede demokratikleşmenin ve istikrarın geliştirilmesi için yoğun çaba harcamayı düşünmektedir.

Zaten Mursi, bölgedeki demokratikleşme taleplerini desteklemektedir. İkincisi ise, Mısır, ciddi düzeyde mali yardımlara ve dış yatırımlaraihtiyaç duymaktadır. Amerikalı, Türk, Katar ve Suudi firmalar, Mısır’a yatırım yapma sözü vermişlerdir.

ABD, 450 milyon dolar mali yardım sağlama sözü vermiştir. IMF’nin de 6 milyar dolar kredi vermesi beklenmektedir. Fakat yine de
Mısır halkı, Amerika karşıtı duygular beslemektedir. Demokratik, modern ve sivil bir devletin kurulmasını düşünen Mısır yönetimi, hukukun üstünlüğünü,
demokrasiyi ve insan haklarına saygıyı devletin temel ilkeleri olarak görmektedir. Devletlerarası ilişkilerde karşılıklı saygıyı ve eşitliği
benimseyen Mursi, ülkesinin ulusal güvenliğinin niçerisine, Afrika, Arap Dünyası, İslam alemi ve diğer bölgeleri de dahil etmektedir.
İsrail-Filistin sorununda, tarafların müzakereler yoluyla soruna çözüm bulması gerektiğini düşünen Mursi, el Fetih ve Hamas arasında arabulucu
rolü oynamaya hazırdır. Başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını isteyen Mursi, Suriye’de insanlık dramının bulunduğunu
belirterek, çatışmaların bir an önce bitirilmesini arzu etmektedir. Sorunun çözümü konusunda ortaya konulan çabaları destekleyen Mursi, Suriye’ye 
dışarından askeri müdahaleye karşıdır.

***