MAHMUD ŞERMİNİ: “ MISIR HALKININ YAŞAMASINA İZİN VERİLDİ ANCAK HİÇBİR ZAMAN TAM MANADA GÜÇLÜ OLMASINA İZİN VERİLMEDİ.”
MISIR EL VASAT PARTİSİ GENEL SEKRETERİ MAHMUD ŞERBİNİ İLE SÖYLEŞİ
Müslüman Kardeşler Hareketi içerisinden ayrılanlar tarafından kurulan El Vasat (Orta Yol) Partisi, Mübarek döneminde yasal statüye sahip ender partilerden biri. 1996 yılında Müslüman Kardeşler Hareketi’nden bağımsız bir şekilde parti çalışmalarına başlayan bir grup Müslüman Kardeşler üyesi yasal izinleri 2009 yılında alarak partileşmiştir. 3 Temmuz darbesinin ardından başlayan siyasi kriz sürecinde El Vasat Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hatim Azzam, Genel Başkan Ebu Ala Madi ve Genel Başkan Yarcımsı Isam Sultan gibi pek çok üyesi tutuklanmıştır.
Darbe karşıtı koalisyon içerinde bulunan Mısır El Vasat Partisi nin Genel Sekreteri Mahmud Şerbini ile 3 Temmuz darbesini, Mısır ın geleceğini, darbe karşıtı koalisyonun amaçlarını ve çalışmalarını konuştuk.
Söyleşi ,
ORSAM: ORSAM’a hoş geldiniz. Öncelikle kendinizi okuyucularımıza tanıtabilir misiniz?
Mahmud Şerbini:
Adım Mahmud Şerbini, 27 yıldır avukatlık yapmaktayım. 1996’da İhvan-ı Müslimin’den ayrılan bir grup arkadaşımla beraberkurduğumuz Vasat Partisi’nin kurucu üyelerinden bir tanesiyim. El Vasat Partisi, 1996, 1998 ve 2004 tarihlerinde olmak üzere parti olarak kabul edilmesi için resmi makamlara başvuru yapılmasına rağmen 3 kez resmi olarak reddedilmiştir.
Ancak 2009 yılında yaptığımız başvurumuz olumlu bir netice alındı ve parti Mübarek gitmeden önce kabul görmüş resmi partilerden bir tanesi oldu.
El Vasat partisi Türkçede ‘orta yol partisi’ anlamını taşıyor. Köken olarak İhvan-ı Müslimin’den ayrılmış bir partidir. Mursi göreve geldikten belli bir süre sonra ben siyasi yapıyı takip etmek istedim ve bundan dolayı partideki kurucu üyelik ve genel sekreterlik görevlerimi resmi olarak dondurdum. İhvan-ı Müslimin’in bu süreci kaldırıp kaldıramayacağı, yeni bir hareketin ortaya çıkıp çıkmayacağı, ülkenin demokratikleşmesi için neler yapılabileceği ile ilgili konularda çalışmak amacıyla partimize bağlı araştırma merkezinde çalışmalara başladım. Partimizin cumhurbaşkanı adayı olan Muhammed Mansub liderliğinde araştırma merkezleriyle işbirliği içinde bir çalışma yaptık. Dimyat ve Kahire halen çalışmalarımız devam ediyor.
ORSAM: İhvan ile El Vasat Partisi arasındaki ilişkiyi anlatmanız mümkün müdür?
Mahmud Şerbini:
İhvan-ı Müslimin’le Vasat Partisi köken olarak, düşünce olarak bir olmasına rağmen ayrı partiler olarak yola çıktılar çünkü bazı düşüncelerde siyasi hayatın tam anlamıyla şekillenmesi, demokrasinin olgunlaşması için bazı farklı düşüncelerin olması gerektiğini düşündük.
Zaten partiden ayrılan kişiler de bu düşüncede olan kişilerdi. Yani partinin içinde daha yenilikçi olabilecek, yeni fikirler öne sürebilecek bir grup oluşturmayı hedeflemiştik.
Bu hedeflerle yola çıkmıştık. Oysaki dini bakımdan bakılırsa aramızda bir fark yok. Ancak o dönemde bizim mücadele ettiğimiz en önemli unsur da yine Mübarek döneminin zihniyetinin oluşturduğu siyasetçiler ve siyaset hayatında rol alan kişilerdi. Bugün Mısır’da olanlar şunu kanıtladı; bugün darbeye
destek veren, darbenin lehine konuşan herkes Mübarek zihniyetinin Mısır’da hala ne kadar sabit olduğunu kanıtlıyorlar. Dolayısıyla 25 Ocak devrimi tam anlamıyla gerçekleşmiş bir devrim değildir. Buradaki okuma İhvan açısından yanlış olmuş, öngörü açısından İhvan’ın ciddi bir eksiği olmuştur. Mübarek dönemi siyasi zihniyet hala mevcuttur ve buna karşı önlem alınamamıştır.
Burada uluslararası güçlerin veya bu konuda konuşan uzmanların yanlış anladığı çok önemli bir nokta var. O nokta da şu: biz bugün Mısır’da bir araya geliyorsak bu İhvancı olduğumuz için değil; darbeye karşı geldiğimiz içindir. Yani biz tam anlamıyla darbeye karşı olduğumuz için ordayız.
Çünkü buradaki fark şudur. Mübarek darbe temsili olarak orda idi fakat Mursi sivil bir toplumu temsil ediyordu ve Mursi’ye verdiğimiz desteğin nedeni İhvancı
olmasından kaynaklanmıyor. Mursi bize göre demokrasiyi ve sivil bir toplumu temsil ediyor.
Bizim askeri darbeye karşı koymamızdaki esasneden ile oldukça basit bir temele dayanıyor. 1952’de asker yönetime el koyduğundan beri tüm siyasi yaşam asker tarafından kontrol ediliyor. Bu yüzden de ülkemiz de ekonomi olarak, ilmi olarak hep geriye gitti. Bundan dolayı Mısır hep geri kalmış bir ülke olarak nitelendiriliyor. Örneğin Hindistan Mısır’dan daha sonra özgürlüğünü kazanmış olmasına rağmen gelişen ve büyüyen bir ülke, çünkü orada bağımsızlıktan sonra sivil bir yönetim iktidara geldi. Mısır ise askeri yönetim yüzünden geri kalmış ülkeler listesinde. Askerin amacı da ülkeyi geriye götürmek. Bu yüzden biz de askere karşıyız. Bugün meydanlarda olan halk, İhvancı olduğu için değil; darbeye karşı olduğu için eylem yapıyor. Darbenin bizi 60 yıl geriye götüreceğini bildiği için orada.
ORSAM: 3 Temmuz’da yaşanan darbe sonrası dönemi ve ülkedeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Mısır’ı gelecekte neler bekliyor?
Mahmud Şerbini: Mübarek döneminin askeri zihniyet Mısır’da hiçbir siyasi düşüncenin, siyasi figürün yaşamasına izin vermedi. Ancak İhvan’ın
her zaman kontrollü bir şekilde yaşamasına da izin verdiler. Halka şunu söylüyorlardı: “ülkede iki güç var; biri İhvan-ı Müslimin biri de asker
yani bizleriz. Biz batıyla hareket ediyoruz ve sizin ilerlemeniz, muasır medeniyetler seviyesine gelmeniz, gelişmeniz ve yaşam standartlarınızı yükseltmeniz için çalışıyor; batıyla ve dünyayla ilişkilerimizi bunun için geliştiriyoruz. Ancak İhvan-ı Müslimin ise siyasi bir ideolojiye sahip olduğu için yarın öbür gün onlar iktidara gelirse size pek çok şeyi yasaklayacaklar, standartlarınızı düşürecekler, dar bir alana sıkıştıracaklar.”
Böylece halka İhvan ve asker arasında tercih yapmaları gerektiğini söylediler. Mısır’daki asker sevgisi tam da bu noktada ortaya çıktı. Halk bu
şekilde kandırıldı. Halkın yaşamasına izin verildi ancak hiçbir zaman tam manada güçlü olmasına izin verilmedi.
25 Ocak devriminin önemli bir özelliği vardı: devrimin bir lideri yoktu. Halk sokaklara döküldüğünde asker ve derin devlet Tahrir meydanında
toplananların İhvancı olduğunu iddia etti. Bunu başaramayınca ve bütün halk orayadökülüp Mübarek karşıtı eylemler yapınca bu sefer fırsat vermek istediler.
Asker ve derin devletin o dönemdeki stratejisi ise şöyleydi: “halk Mübarek’in gitmesini istiyorsa Mübarek gidecek fakat zihniyet ve derin devlet devam edip çalışacak”.
Ancak asker ve derin devlet fırsatı eline geçirmek için tam bir senedir muazzam bir şekilde çalıştılar. Burada askerin bu bir senelik çalışmasının
asıl hedefi Mursi’yi göndermek veyaİhvanı göndermek değildi. Halkı önce parçalara ayırmak, ikinci olarak da halk tarafından yapılmış olan devrime darbe vurmaktı.
Bu darbenin faturasını da İhvana yıkmaktı. “İhvan bir senedir iktidarda ancak hiçbir gelişim gösterilmedi ve ülkede mevcut kaosun sebebi İhvan oldu” diyerek
İhvan ile parçalanmış halkı karşı karşıya getirmek istediler. Yani derin devletin bir sene boyunca yaptığı buydu. Hatta Mursi seçildikten sonra bir Amerikalı
istihbaratçıyla görüştük ve biz ona şunu sorduk: “siz Mısırı İhvancılara mı bıraktınız”. O, bize cevaben “İhvanı halka, halkı da İhvana bıraktık” dedi.
Sonra Tantavi’ye aynı soru soruldu o da buna cevap olarak “biz ihvanı halkın eline bıraktık” dedi. 25 Ocak devrimini yapan halktı, bu darbe de halka karşı yapıldı.
Faturası da İhvana kesilmiş oldu.
ORSAM: “Türkiye’de İhvan’ın oy oranı %15’lerde, darbe oturdu ve büyük kentler dışında gösteri kalmadı, bir süre sonra bu sokak
hareketleri tamamen biter” yönünde bir algıvar. Sizce bu algı ne kadar doğru?
Mahmud Şerbini:
Buna cevap vermeden önce derin devletin, Sisi’nin ve arkadaşlarının tahlilini yapmak gerekiyor. Mısır’daki derin devletin Mursi seçildikten bu yana benimsediği temel ideolojisi, ilk olarak halkın İhvana karşı nefret duymasını sağlamaya çalışmak, ikinci olarak da halkın İslami düşünceye sahip tüm gruplara karşı nefret duymasını sağlamaktır. Sisi ve arkadaşlarının Mursi seçildikten bu yana yaptıkları temel iki ideoloji budur.
Buna ilaveten siyasi ideoloji taşıyan bazı grupların ahmakça davranışları da koz vermiş oldu, buna tabi ki İhvan da dâhildi.
Mursi seçildikten hemen sonra basın, yargı, asker ve derin devlet bağlantılı, bilinçli ve projeli bir çalışmaya başladılar. Mısır’dan bahsederken belirtilmesi gereken şey, İhvan’ın İslamiyet’in temsilcisi olmadığıdır. İhvan ve İslamcılar ayrı kefelerde değerlendirilmelidir. Birçok farklı İslami grup olmasına rağmen Mısır denilince akla tek İhvan geliyor ve bütün İslamcıları temsil ettiği düşünülüyor. Bu çok yanlış bir değerlendirmedir.
Bahsettiğim dört ana unsurun çalışma planlarında nefretin İhvan’a yıkılması ardında da İslami argüman geliştiren tüm kişi ve örgütlere karşı, halkın nefret beslemesini sağlanması hedefleri bulunuyordu. Bizim İslamcı kesimde tecrübesiz lik mevcut. Bu yüzden İhvan, Mursi seçildikten sonra ciddi derecede ve birbirine benzeyen hatalar yaptı. Bunlar da dört ana unsurun eline ciddi kozlar verdi.
Bu dört unsur Mursi görevde iken onu kararlarında hataya zorlamaya çalıştılar. Buradaki amaçları İslamcılar ve karşı taraf olarak iki temel grubu karşı karşıya getirmek suretiyle Mısır’daki sokağı bölmek, tam manada bir ayrıştırma yapmaktı. Bu hareket İslam üzerinde bir parçalamadan ziyade İhvan’a yönelik bir parçalama hareketi olacaktı. Ama genel olarak ülkedeki bütün İslamcılar için geçerlidir.
Bu mevcut durumda Sisi ve derin devlet bu fırsatı iyi değerlendirdiler. Tüm temel argümanları tam anlamıyla darbe yapma düşüncesinden ziyade
Mursi’nin ve İhvan’ın gitmesine yönelikti. Tahrir Meydanına dökülen insanlar asker gelsin darbe yapsın amacıyla değil Mursi’nin ve onun temsil ettiği zihniyetin ne olursa olsun gitmesi için oradaydı. Ancak darbe gerçekleştirildikten ve tutuklamalar gerçekleştikten sonra halkın içerisinde askere karşı bir ateş yanmaya başladı ve bu gittikçe büyümeye devam ediyor. Buna karşı da asker kendi tedbirini çok sert bir şekilde, ateş açmak suretiyle aldı. Bu eylemleri öldürmeye ve bastırmaya yönelik olduğu kadar “aslında bizi bu noktaya sürükleyen İhvan” düşüncesini de gösterme mantığını da taşıyor. Ve bu şekilde de devam ediyorlar.
Şu nokta önemli olan husus ise askerin darbeden bu yana halka yönelik yaptıkları şiddetin Mısır tarihinde bir ilk olmasıdır. Ne modern Mısır dönemi
ne de önceki dönemde asla bu kadar ağır şiddet ve baskı yaşanmamıştır. Hiçbir kelime hiçbir dil Mısır’da yaşananları anlatamaz.
ORSAM: Peki, bugün gelinen noktada 3 Temmuz darbesinden geri dönüş mümkün mü? Yada diğer bir ifade ile darbe ülkede oturdu mu?
Mahmud Şerbini:
Benim görüşüme göre bazı başarılar sağladılar ancak tam anlamıyla darbe başarılı oldu diyemeyeceğim. Başarısındaki esas unsur da öldürmeler, ölüm olaylarıdır. Darbeye karşı İslamcı blok hala sokaklarda eylem yapıyor.
ORSAM: Darbeye karşı olarak örgütlenen cephenin strateji tam olarak nedir? Askeri nasıl geri adım attırmayı planlıyorsunuz ve talepleriniz nelerdir? Özellikle Vasat Partisininbu konudaki talepleri neler?
Mahmud Şerbini:
Açık söylemek gerekirse İslamcılar ciddi manada bir strateji planı yapmadı. Ancak şu an biz bir heyet oluşturduk ve bu şekilde görüşmeler yaparak gerçekleri anlatıp, oradaki durumu uluslararası boyuta taşımaya çalışıyoruz. Bu görüşme de bunun bir parçası.
ORSAM: Mısır’da bir iç savaş olasılığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye’deki gibi bir durum yaşanabilir mi? Şiddet neye dönüşür?
Mahmud Şerbini:
Mısır halkının tabiatına bakıldığında Suriye’deki gibi bir durumun oluşacağını tasavvur etmiyorum ancak Mısır’da çeşitli İslamcı cihat örgütleri var ve bu gruplar yeraltından tam anlamıyla çıkıp, eline silah alıp halka karşı değil, en kötü senaryo olarak askere karşı bir silahlı mücadeleye girebilir. Ancak ‘İhvan’a
karşı halk’ şeklinde bir çatışma olmasını hiçbir şekilde beklemiyorum.
ORSAM: Çeşitli medya kuruluşlarında bir Kıpti devleti kurulması olasılığı tartışılıyor. Mısır’ın parçalanması mümkün müdür?
Mahmud Şerbini:
Mısır’ı bölme hayali çok eski tarihlerden bu yana mevcut. Bu hayal, Batılı ülkeler tarafından sürdürülüyor. Özellikle ülkenin güneyinde Hıristiyan nüfusunun ağırlıkta yaşadığı bölgede -ki bu arada Hıristiyan nüfus Mısır’da %4’ü hiçbir şekilde geçemez- böyle bir senaryodan bahsediyorlar.
Ancak asıl tehlike dilleri, ırkları farklı olan Müslüman Nubi’ler konusunda mevcut. Bunlar Kıpti’lerden farklıdır. Özellikleri Mısır’ın güneyinde çoğunluktalar. Kendi dillerini ve ırksal faaliyetlerini sürdürüyorlar. Batı, projesini burada yürütüp, elinden geldiğince bu bölgeyi kaşıyor. Kabile şeklinde bir yapıları var ve Kuzey
Afrika ülkelerindeki Berberilere benziyorlar.
Bir diğer ayrılma projesi de Sina yarımadasıyla alakalı. Sisi Batı tarafından yetiştirilmiştir, eğitimini orada almıştır. Yani, Batının Sisi’nin
eliyle, Sina yarımadasını ayırıp oraya Filistinlileri yerleştirmeye çalıştıklarını biliyoruz. Rakamsal olarak Nubi’ler 50.000’i geçmez.
İslami gruplar ve tüm Mısır halkı bu yaşanan olaylarda çok büyük tecrübeler edindiler. Halk ve İslamcılar anladılar ki ülkenin aklıyla oynayan bir grup var ve bu akıl ülke için çok büyük bir tehlike. Mısır’daki bu değişimin adı şu oldu; Mısır halkı tabiatı gereği sakin, sabırlı ve isyankâr değildir ancak bu olaylardan sonra Mısır halkı kendi içerisinde bir devrim yarattı ve artık ölümden korkmuyor. Bu, Mısır halkındaki en büyük değişimdir. Bana göre bu değişim, Mısır’daki mevcut darbenin hedefine ulaşmasını engelleyecektir. Bu darbe geçici başarı sağlayabilecek bir darbedir. İki sene, üç sene sonra halkın içerisinde değişim ve özünde yeniden doğmuş olan ‘ölümden korkmama duygusu’ bu darbeyi bertaraf
edecektir. Ayrıca darbenin ülkeyi tehlikeye götürdüğü düşüncesi de yerleşiyor, darbe bu anlamda bir artçı deprem gibi sallanan bir darbedir, sağlam değildir.
Öldürülenlerin ekseriyeti gençlerdir. Öleceğini bile bile sokağa hem kadınlar hem erkekler çıkıyorlar. Bizde bu bahsettiğim duygu mevcut değildi, halk sakindi, isyankâr değildi, ses çıkartmazdı, ancak son olaylar sırasında birçok gençle görüştüm ve bana şunları söylediler: “ben dışarıya çıkacağım ve büyük ihtimalle öldürüleceğim, lütfen bana dua et.”
ORSAM: Sokaktaki şiddet bu şekilde devam eder mi? Mısır bu şiddet sarmalından nasıl çıkar?
Mahmud Şerbini:
Az önce bahsettiğim halk arasında yaşanan bu duygu, aslında o ülkedeki halkın darbe karşıtı tutumunun devam edeceğini gösteriyor.
Asker de zaten yapabileceklerini en üst seviyesine kadar yaptı. Halkı öldürdü, kötü şekilde darp etmeleri dünya kendi gözleri ile gördü.
Ancak eğer iç savaştan bahsediyorsak böyle bir ihtimal yani bir iç savaş söz konusu değildir.
Artan şiddetle ile ilgili en temel çalışmamız;özellikle Batı ülkelerindeki insan hakları savunucusu sivil toplum örgütlerinin kendi ülkelerinin karar mercilerini baskı altında tutup, darbeye karşı gelmeleri ve ülkedeki mevcut durumun bitmesine yönelik çaba sarf etmelerine yöneliktir. Bu belki süreci bitirmeye yardımcı olabilir. İkinci bir unsur, Sisi ve arkadaşları için düşünecek olursak, kendi gelecekleriyle alakalı olarak içlerinde şu an çok ciddi bir korku belirmiş durumdalar.
Bu korku onları büyük hatalara da sevk edebilir veya geri adım da attırabilir. Çünkü şu ana kadar yalnızca geri kalmış Arap ülkeleri onların
meşruiyetini kabul etti, geri kalan ülkeler onları tanımadı. Dolayısıyla bu şekilde devam etmeleri söz konusu olmayabilir. Bu anlamda biz insan
hakları konusunda çalışma yapan uluslararası sivil toplum örgütlerini olayın çözümü için kendi ülkelerine baskı yapmaları konusunda harekete geçirmek istiyoruz.
ORSAM: Uluslararası aktörler konusundaki stratejiyi konuştuk, peki içeride diğer sivil aktörlerle görüşmeler devam ediyor mu? Yani siyasal İslamcı olmayan diğer gençlik örgütleriyle ortaklık için bir çaba sarf ediliyor mu?
Mahmud Şerbini:
İki nedenden dolayı Mısır’da böyle bir çalışmadan bahsetmemiz söz konusu değil. İlk olarak Mısır’da kurulmuş olan sivil toplum örgütlerinin %90’ını solcu mantaliteyi taşıyan gruplar. İkinci olarak çoğu Batıcı ve Batıdan maddi destek alan ve Batının düşünceleri çerçevesinde hareket eden örgütler. Dolayısıyla
Mısır’da ses getirebilecek bir çalışma beklemediğimiz için dışarıdan faaliyetlerimizi sürdürmeye çalışıyoruz.
ORSAM: Son olarak Türkiye’den beklentileriniz nelerdir?
Mahmud Şerbini:
Buraya gelmeden önce dış ülkelerden ne isteyeceğimiz konusunda bu hareketin başkanıyla bir toplantı yaptık. Türkiye’yle ilgili olarak beklentimiz
de şu yönde. Özellikle AK Parti’yle birlikte Türkiye’nin kazandığı tecrübelerinden yararlanmak istiyoruz. Örneğin Türkiye Mavi Marmara konusunu uluslararası
arenaya taşıyıp istediklerini alabildi. Burada nasıl bir yol izlediğini ve nasıl başarılı olduğunu öğrenmek istiyoruz. Bu konudaki tecrübelerinizipaylaşmak istiyoruz.
Türkiye’den ayrıca dünyada hukuki anlamda çalışma yapan sivil toplum örgütleriyle ilişkiler kurabilmemizi, bir araya gelmemizi sağlayacak lojistik çalışmalar yapmasını bekliyoruz.
*Bu söyleşi 22 Ağustos 2013 tarihinde Ankara’da ORSAM’da gerçekleştirilmiştir.
***