BEŞAR ESAD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BEŞAR ESAD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2017 Pazar

SURİYEDE HAFIZ ESAD REJİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI

SURİYEDE HAFIZ ESAD REJİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI,

SURİYE’DE HAFIZ ESAD REJİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI  ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME 


Muhalif hiçbir odağın ortaya çıkmasına izin vermeyen Esad, 1946-1963 yılları arasındaki istikrarsız, fakat demokratik sistemin yerine istikrarlı fakat otoriter bir rejim inşa etmeyi tercih etmiştir. Bu istikrarın sigortası ise yüzyıllar sonra ilk kez siyasal sistemin merkezine taşınan, ordu ve güvenlik güçlerinin kilit noktalarına yerleştirilen Nusayriler olmuştur. 

Nuri SALIK 
Arş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 

2010 yılının sonunda başlayan ve Ortadoğu’da tarihsel bir kırılma noktası olan Arap Baharı sürecinin duraklamasında ve gerilemesinde Suriye tecrübesi nin önemli bir yeri bulunmaktadır. Tunus, Mısır ve Libya halklarının diktatörlüklere karşı verdiği mücadeleden esinlenerek demokrasi ve özgürlük hedefiyle 
15 Mart 2011 tarihinde barışçıl gösterilerle başlayan Suriye devrimi, rejimin gerçekleştirdiği katliamlar sonucu kısa sürede kanlı bir iç savaşa evrildi. Arap 
Baharı’nın bölgede estirdiği rejim değişikliği rüzgârının aksine Beşar Esad, bölgesel ve küresel ittifaklarına dayanarak iktidarını hala korumaktadır. Esad’ın geniş halk kesimlerinin muhalefetine ve ülkenin büyük bir kısmında kontrolü kaybetmesine rağmen koltuğunu korumasında babası Hafız Esad’dan tevarüs ettiği Baas rejiminin önemli bir rolü bulunmaktadır. 

Bu yazıda, Suriye’de Hafız Esad rejiminin nasıl ortaya çıktığı ele alınacaktır. 
Esad rejimin ortaya çıkış sürecinin incelenmesi, günümüzde yaşanan krizin sağlıklı bir biçimde analiz edilebilmesi için tarihsel ve sosyolojik bir perspektif sağlayacaktır. 

Modern Suriye’nin Doğuşu 

Modern Suriye devletinin günümüzdeki sınırları Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’dan çekilişinin ardından emperyalist devletler 
tarafından çizildi. İngiltere ve Fransa arasında gerçekleştirilen toprak paylaşımları sonucunda Suriye, Osmanlı’nın Bilad üş-Şam adını verdiği ve günümüz Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail ve Filistin topraklarını kapsayan 
coğrafyanın parçalanmasıyla yapay bir devlet olarak kuruldu. Suriye, 1946 yılında modern bir ulus-devlet olarak bağımsızlığını kazandığında, toplumun kendisini özdeşleştirdiği Arap kimliği ile emperyalist ülkelerin 
dayattığı sınırlar arasında bir gerilim bulunmaktaydı. 

Bağımsızlık sonrası dönemde Suriye’nin yaşadığı kimlik bunalımı, Arap devletleri arasında siyasal birliğin tesis edilmesini hedefleyen pan-Arap milliyetçiliğinin ülkede güç kazanmasını sağladı. 

Suriye toplumu bir yandan ulusal kimliğin gelişimini engelleyen pan-Arap milliyetçiliğine bağlılığını korurken, diğer yandan çeşitli toplumsal gruplar devlet 
altı etnik, mezhep ve kabile kimliklerine sadakat beslemeye devam ediyordu. Nüfus kompozisyonu açısından tam bir mozaik görünümüne sahip olan 
Suriye’de çoğunluğu Sünni Araplar oluşturmaktaydı. Sünni Arapların yanı sıra ülkede Nusayriler, Hıristiyanlar, Kürtler, Dürziler ve İsmaililer gibi pek çok 
etnik ve dini azınlık grubu bulunuyordu. Bu denli karmaşık bir nüfus yapısına sahip olan Suriye toplumunu bir arada tutacak ortak bir kimlik bulunmamasının 
yanı sıra, kentli Sünni elitler ile kırsal tabanlı heterodoks azınlıklar arasında ciddi sınıfsal farklılıklar bulunmaktaydı. 

Bağımsızlık sonrası Suriye siyasetinde başat güç, Osmanlı Devleti’nden itibaren siyasal sistemin merkezinde bulunan toprak sahibi kentli Sünni sınıftı. 
Ayan ve eşraf ailelerin oluşturduğu bu geleneksel sınıfın sosyo-ekonomik ve siyasal gücü tam bir feodal görünüm arz eden toprak sistemi üzerindeki hâkimiyetine dayanmaktaydı. Bu sınıfa karşılık heterodoks dini azınlıklar olarak tanımlanan Nusayri, Dürzi ve İsmaililer büyük arazilere sahip Sünni ailelerin topraklarında çalışan köylü sınıfını oluşturuyordu. Asimetrik ekonomik ilişkilerin yanı sıra Nusayrilerin ortodoks İslam’dan ciddi anlamda farklılaşan inançları dolayısıyla Sünniler tarafından “heretik” kabul edilmesi onların mezhep asabiyelerinin güçlenmesine yol açtı. Dolayısıyla hem kimliksel hem de sınıfsal ilişkiler bağlamında Sünniler ile Nusayriler arasında düşmanlık 
hislerinin ortaya çıkması kaçınılmazdı. 

Baas Partisi’nin Kuruluşu ve Gelişimi 

1946 sonrası dönemde Suriye siyasetini, Şamlı elitlerin kurduğu Ulusal Parti ile Halepli elitlerin liderliğini yaptığı Halk Partisi arasındaki rekabet şekillen diriyordu. Bu iki parti her ne kadar Arap milliyetçisi bir söyleme sahip olsa da, Sünnilerin bu partilerdeki ağırlığı, azınlıkların bu partilerle arasına mesafe koymasına neden oldu. Bu iki ana partinin dışında manda döneminde ortaya çıkmaya başlayan Baas Partisi modern Suriye tarihinde çok önemli bir rol oynayacaktı. Rum Ortodoks Mişel Eflak ile Sünni Müslüman Salah Bitar’ın resmi olarak 1947 yılında kurduğu Baas Partisi’nin seküler Arap milliyetçiliği ve toprak sistemini değiştirmeyi hedefleyen sosyalist ideolojisi partinin kısa zamanda özellikle kentli orta sınıf Sünniler ve kırsal tabanlı heterodoks dini azınlıklar için bir cazibe merkezine dönüşmesine yol açtı. Özellikle Nusayriler bir yandan seküler-milliyetçi Baas Partisi’ne üye olurken, diğer yandan daha 1920’lerden itibaren Fransızların teşvikleriyle orduya girmeye başlamıştı. 

Bu durum, özellikle askeri bürokraside Sünnilerin hegemonyasını kıracak bir toplumsal mobilizasyonun fitilini ateşleyecek ve 1963 yılında kentli Sünni 
elitlerin Suriye siyasetinden tasfiyesine yol açacaktı. 

Suriye’de ordunun siyasete müdahale ederek 1949 yılında Ortadoğu’nun ilk askeri darbesini yapması, kentli orta sınıf ve kırsal sınıfın geleneksel aileler karşısında güçlenmesinin önünü açtı. Kentli Sünni elitlerin liberal ekonomi politikalarına karşı bu sınıflar toplumsal yeniden bölüşüm, toprak reformu ve devlet odaklı ekonomik kalkınma gibi taleplerde bulunuyordu. 

Baas Partisi, kısa sürede heterodoks kırsal sınıf ile kentli orta sınıfın ittifak yaptığı ve geleneksel Sünni elitlere karşı geliştirdikleri radikal söylemlerin taşıyıcı gücüne dönüştü. Baas Partisi girdiği ilk seçimlerde pek bir varlık gösteremese de 1954 seçimlerinde parlamentoda 22 sandalye kazanarak siyasal rüştünü 

ispat etti. Parti, Suriye ile Mısır’ın birleşerek 1958’de modern Ortadoğu tarihinin ilk birleşik Arap devletini kurmasında katalizör rolü oynadı. 

1958 yılında Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC)’nin kurulması her ne kadar Baas’ın geleneksel liderliğini oluşturan Eflak-Bitar kanadı için büyük bir başarı gibi 
görünse de, Nâsır’ın Baas Partisi’ni Suriye siyasetinden tasfiye etmesi parti liderliğine yönelik yeni bir dip dalganın ortaya çıkmasına yol açtı. Eflak ve Bitar’ın pragmatik politikalarını eleştiren ve “bölgeciler” olarak adlandırılan hizbin yanı sıra, bazı alt düzey Baasçılar parti içinde radikal Marksist bir söylem geliştirdiler. 

Yine bu dönemde, üç Nusayri askeri Baasçı HafızEsad, Salah Cedid ve Muhammed Ümran’ın kurduğu Askeri Komite, parti içerisinde gücünü hissettirmeye başladı. 1961 yılında BAC’ın askeri bir darbe ile sona 
ermesi sadece Suriye siyasetini değil, orduyu da bir açmaza sürükledi. Nâsır’ın pan-Arap çağında ilk birleşik Arap devletini sonlandıran ayrılıkçı siyasetçiler ve 
ordu mensupları politika geliştirmekte zorlanıyordu. 

1961 sonrasında ordu içindeki hizipsel mücadele o denli şiddetlenmişti ki hiçbir hizip doğrudan yönetimi üstlenmeye cesaret edemiyordu. Ordunun bu bölünmüşlüğü, 1963 yılına kadar geleneksel Sünni elitler liderliğinde sivil siyasetinin yaşamasını kolaylaştırdı. 1961-1963 yılları arasında Mısır ile yeniden birleşme ya da birleşmeme parantezine sıkışan Suriye siyaseti tam anlamıyla felç olmuştu. Bu ortamda, özellikle Şamlı ve Şamlı olmayan Sünni subaylar arasındaki rekabet nedeniyle orduda gerçekleştirilen tasfiye hareketleri, 
heterodoks azınlıkların, özellikle Nusayrilerin orduda güçlenmesine ve kritik noktaları ele geçirmesine neden oldu. 1920’lerde orduya girmeye başlayan 
ve 1950’lerin kaotik siyasal ortamında kendini yıpratmayan kırsal sınıfa mensup azınlık gruplar iktidarı ele geçirmek için uygun ortamı bu dönemde yakaladı. 

1961 sonrasında yaşanan siyasal kargaşa sadece ordu ve siyaset kurumuna değil, aynı zamanda Baas Partisi’ne de yansımıştı. Nâsır’a ve BAC’ın yeniden 
kurulmasına yönelik Baas içerisinde farklı sesler yükselmekteydi. Eflak-Bitar liderliği birlikten yana iradelerini koysa da, radikal askeri ve sivil kanadın gücü 
partide belirginleşmeye başlamıştı. 8 Mart 1963 yılında Askeri Komite’nin başını çektiği Baasçı subaylar bir askeri darbe gerçekleştirdi. Darbe, geleneksel Sünni 
elitleri Suriye siyasetinden tasfiye ederken, özellikle kırsal tabanlı Nusayri azınlığın ülke siyasetindeki önlenemez yükselişini simgeliyordu. 1946-1963 yılları arasında Suriye’de kimlik ve sınıf aidiyetleri etrafında yaşanan politik mücadele ve istikrarsızlık hiçbir zaman mezhepsel bir savaşa dönüşmedi. Suriye toplumunun mezhep temelli bölünmesi, kırsal tabanlı heterodoks 
inançlara sahip askeri Baasçıların ordu ve bürokrasi içerisinde mezhepçi politikalar izlemesi sonucunda ortaya çıktı. 1963-1970 yılları arasında Baas Partisi içerisinde yaşanan hizipsel mücadeleler ve partinin 
dönüşümü Hafız Esad’ı iktidara taşıyacaktı. 

8 Mart darbesinden sonra bölge, kabile ve mezhep bağları, Suriye siyasetini şekillendiren en önemli dinamik haline geldi. Darbenin arkasındaki asıl güç olan 
Askeri Komite’nin üç üyesinden Salah Cedid Genelkurmay Başkanı, Hafız Esad Hava Kuvvetleri Komutanı,Muhammed Ümran ise 70. Zırhlı Tugay’ın Komutanı 
oldu. Tasfiye edilen Sünni subayların yerine kırsal sınıfa mensup heterodoks azınlıkların getirilmesi, ordunun genetiğinin değişmesine yol açtı. Kasım 1963 tarihinde gerçekleştirilen Baas Kongresi’nde Askeri Komite ve genç radikal entelektüellerin Marksist-Leninist ideolojileri Baas doktrinine enjekte edildi. Bu gelişme, partinin yükselişini sağlayan kentli orta sınıf-kırsal sınıf koalisyonu arasında yaşanacak olan hizipsel çatışmanın habercisiydi. 8 Mart darbesi sonrasında Askeri Komite’nin iki önemli üyesi Sünni Emin el-Hafız ve Nusayri Salah Cedid arasında yaşanan güç mücadelesi beklenen çatışmanın fitilini ateşledi. Parti’nin geleneksel liderleri Eflak ve Bitar’ın el-Hafız’ı desteklemesiyle, kentli orta sınıf-kırsal sınıf çatışması artık su yüzüne çıkmıştı. 
Salah Cedid ve Hafız Esad’ın başını çektiği hizip, kendilerini gerçek Baasçı olarak tanımlıyor, geleneksel liderliği ‘sağcı’ olmakla suçluyordu. 23 Şubat 1966 tarihinde Salah Cedid’in öncülüğünde gerçekleştirilen kanlı darbe ile hizipsel mücadeleyi Nusayrilerin başını çektiği Askeri Komite kazandı. 

1966 darbesi, Nusayrilerin Baas Partisi ve Suriye siyaseti üzerinde tamamen hâkimiyet kurması ile sonuçlandı. Darbe sonrası Hafız Esad yeni kabinede 
Savunma Bakanlığı görevini üstlenirken, Cedid perde arkasında kalmayı tercih etti. Avraham Ben-Tzur’un kavramsallaştırmasıyla ifade edecek olursak 1966 darbesinden sonra Baas Partisi tam anlamıyla “neo-Baas” partisine dönüştü. Nusayrilerin mutlak kontrolündeki parti, katı bir devletçilik ve Maoculuktan esinleniyordu. Nitekim neo-Baas darbesi sonrası Suriye’yi terk etmek zorunda kalan Mişel Eflak “partimi tanıyamıyorum!” açıklamasını yaparken, Salah Bitar “Suriye’de Baasçı politikaların sona erdiğini” ifade etmiştir. Kentli 
Sünni elitlerin, Eflak-Bitar liderliğinin ve Sünni 

Suriye toplumunun mezhep temelli bölünmesi, kırsal tabanlı heterodoks inançlara sahip askeri Baasçıların ordu ve bürokrasi içerisinde mezhepçi politikalar izlemesi sonucunda ortaya çıktı. 

Baasçıların tasfiyesinden sonra iki yoldaş Salah Cedid ile Hafız Esad arasında Suriye tarihinin son hizipsel mücadelesi yaşandı. Cedid’in 1966’dan sonra izlediği radikal sol politikalar ve maceracı dış politika, Esad ile arasında soğuk rüzgârlar esmesine yol açmıştı. Cedid, Baas’ın sivil kanadı üzerindeki etkisini artırırken; Esad, askeri kanat üzerindeki hâkimiyetini pekiştirdi. İki Nusayri Baasçı arasında yaşanan son mücadele, Esad’ın 13 Kasım 1970 tarihinde modern Suriye tarihinin son askeri darbesini yaparak eski yoldaşlarını 
tasfiye etmesi ve iktidarı tamamen ele geçirmesi ile sonuçlandı. 

Hafız Esad Rejimi 




Hafız Esad rejimi, Suriye’nin kendi özgül koşulları içerisinde doğmuştur. Bu yapının ortaya çıkışını anlayabilmek için Suriye toplumunun kimlik-sınıf ekseninde bölünmesinin ve Baas Partisi’nin geçirdiği dönüşüm süreçlerinin analiz edilmesi elzemdir. Esad’ın kurumsallaştırdığı rejimi, “ortodoks” Baas’tan ziyade “neo”Baas’ın bir devamı olarak görmek daha doğru olacaktır. Esad, her ne kadar iktidarının ilk dönemlerinde alt sınıftan gelen bazı Sünnileri ve Şam burjuvazisini sisteme entegre etse de Nusayrilerin 1963 darbesiyle başlattığı iktidar 
yürüyüşünü sonuca ulaştırmıştır. Muhalif hiçbir odağın ortaya çıkmasına izin vermeyen Esad, 1946-1963 yılları arasındaki istikrarsız, fakat demokratik sistemin yerine istikrarlı fakat otoriter bir rejim inşa etmeyi tercih etmiştir. 
Bu istikrarın sigortası ise yüzyıllar sonra ilk kez siyasal sistemin merkezine taşınan, ordu ve güvenlik güçlerinin kilit noktalarına yerleştirilen Nusayriler olmuştur. Esad’ın kişi kültüne ve Nusayri hegemonyasına muhalefet etme cesareti gösteren bütün gruplar, rejim tarafından bastırılmıştır. Beşar Esad’ın Arap Baharı sürecinde uyguladığı politikalarını rejimin kodlarıyla okumak 
Suriye Krizi’ni anlamamızı kolaylaştıracaktır. 


Arş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 




***

3 Ocak 2017 Salı

SURİYE İNSAN HAKLARI SAVUNUCUSU



SURİYE İNSAN HAKLARI SAVUNUCUSU


Suriyeli İnsan Hakları Savunucusu Emel Atasi ile Söyleşi 
29 Haziran 2011 
2011 SURİYE SÖYLEŞİLERİ 
0RTADOGU  ANALİZİ,
ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 



Suriye’nin Humus Vilayeti kökenli Atasi ailesi Suriye siyasal yaşamında geçmişten günümüze önemli roller üstlenmiştir. Atasi ailesi içinden 1966-1970 yılları arasında Devlet Başkanlığı yapmış Nurettin Atasi ve Baas Partisi’nin önde gelen isimlerinden ve bakanlık yapmış Cemal Atasi gibi siyasi figürler çıkmıştır. Günümüzde de Atasi ailesi önemli roller üstlenmeye devam ediyor. Suriye muhalefetinin önemli gruplarından biri özellikle insan hakları alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleridir. Örneğin Suhair Atasi tarafından oluşturulan “ Cemal Atasi Forumu ” faaliyetlerinin yasaklanmasının ardından internet üzerinden rejim muhalifi çalışmalarına devam etmektedir. Bir diğer muhalif Atasi ailesi mensubu ise Fransa’da yaşayan insan hakları savunucusu Emel Atasi’dir. Fransa’da etkin konumda bulunan ve Fransız karar alıcıları etkileme potansiyeline sahip Emel Atasi ile Antalya Konferansı sırasında mülakat gerçekleştirdik. Atasi, ORSAM ile liberal kesimin Suriye’deki halk ayaklanmasına bakışını ve Beşar Esad sonrası döneme ilişkin beklentilerini paylaştı. 

ORSAM: Suriye rejimi tamamen gayrı meşru bir yönetim midir yoksa Suriye toplumu içinde belli bir oranda da olsa meşruiyete sahip olduğunu söyleyebilir miyiz? 



Emel Atasi: Suriye rejimini Arap Alevi rejimi olarak tanımlamak doğru değildir. Suriye’yi yönetenler ve ekonomik kaynaklarını toplayanlar toplamda 200 kişiyi geçmemektedir. Rejimi de Esad ailesi olarak tanımlamak daha doğrudur. Arap Alevi rejimi olarak değil. Esad ve çevresindekiler Arap Alevi kökenlidir ancak Arap Alevi düşüncesi ile hareket edilmemektedir. Esasen bizler Arap Alevi, Hıristiyan şeklinde konuşmaktan da hoşlanmıyoruz. Burada Antalya’da bütün bu gruplardan insanlar bir aradadır. 

ORSAM: Bahsettiğiniz 200 kişilik yönetim kadrosunun pozisyonları nedir? 

Emel Atasi: Bunların büyük çoğunluğu yüksek askeri pozisyonlarda bulunmakta dır. Bunun yanı sıra Beşar Esad’ın kuzeni Rami Maluf ülke ekonomisini kontrol etmektedir. Bütün ülke gelirleri bu aileye gitmektedir. Bu merkezdeki yapının çevresinde para ile çıkar ilişkileri ile kendilerine bağladıkları gruplar bulunmakta dır. Örneğin Şam’da 3 kattan yüksek bina inşa edilememektedir. Şimdi bu insanlara izinler verilerek Şam ve Halep’in zengin insanları bağlanmaya çalışılmaktadır. Şu anda sokaklarda olanlar fakir insanlardır. 
Örneğin benim ailem Humus’ludur. Atasi ailesi bu şehirdendir. Önde gelen bir aile olmakla birlikte sokaktaki göstericilerle birlikte yer almaktadır. Yönetim, Kürtleri de satın almaya çalışmaktadır ancak vatandaşlık vererek de onları kendi tarafına çekemeyecektir. 

ORSAM: Suriyeli Kürtlere daha fazla hak verilmesi durumunda rejim destekçisi cepheye geçmeleri mümkün müdür? 


Emel Atasi: Bu çok zor bir durumdur. Hatta imkansızdır. Çünkü Kürt halkının psikolojisi Şam’da yaşayanlar ya da Arap Bedevilerden 
farklıdır. Kürtleri satın alamazlar. Kürtler geçmişi unutmamaktadır, daha fazla hak istemektedir. Sizin ilk sorunuza yanıt olarak rejimi sadece para ile satın alınmış fakir insanların desteklediğini söyleyebilirim. Dini ayrımlar hakkında konuşmaktan hoşlanmıyorum. 
Çünkü bu bizi bütünleştirmiyor bölüyor. Suriye’de çok fazla sayıda insanın desteğe ve paraya ihtiyacı bulunmaktadır ve rejimin destekçi bulması da kolaydır. Mesela Şam’da düzenlenen rejim yanlısı gösteriler için okullara gidilerek gösteriye katılmaları konusunda baskı yapıldığını biliyoruz. Katılmak dışında başka seçenekleri bulunmayan insanlardan söz ediyoruz. İnsanlar rejimden korkmaktadır. Baskı, işkence uygulanmaktadır. Eğer isteklerine uymazsan hapse gitme olasılığı bulunmaktadır. 

Sonuç olarak Suriye toplumunun en fazla %20 ile %30’u arasında bir kesimin rejimi desteklediğini söyleyebiliriz. Esasen buna çıkar ilişkisi olduğu için tam bir destek olarak nitelemek doğru da olmayacaktır. Suriyelilerin yaklaşık %17’si ülke dışında yaşamaktadır. Bunları da rejim karşıtı olarak saymak gerekmekte dir. 

ORSAM: Rejimin yıkılması durumunda ülkede Irak benzeri bir iç savaş yaşanması olasılığı var mıdır? 

Emel Atasi: Suriye, Irak ve Libya’dan farklı özelliklere sahiptir. Biz burada Antalya’da farklı düşünen gruplar diyalog kurmaya çalışıyoruz. 
İslamcı, komünist veya diğer farklı görüşlere sahip kişilerle görüşüyorum ve ortak bir nokta bulmaya çalışıyoruz. Olumsuz tarafları bir kenara bırakıyoruz. Suriyeli farklı kesimler birbirini tanımadığı için birbirinden korkuyordu. Ancak şimdi birbirimizi tanımaya başladık. Ben Avrupa’da yaşıyorum ve İslamcılardan korkmuyorum. Ama onları da çok yakından tanımıyorum. Burada onlarla  konuştuğumda son derece açık fikirli olduklarını görüyorum. Demokrasiden, güçler ayrılığından bahsediyorlar. 

ORSAM: Ancak Ortadoğu’nun gerçeklerinden biri de etnik ve mezhepsel tanımlamaların siyaset üzerindeki etkisidir. Örneğin Mısır’da Mübarek gittikten sonra Hıristiyanlara yönelik bazı saldırılar oldu. Suriye’de böyle bir ihtimal var mıdır? 

Emel Atasi: Suriye tamamen farklıdır, böyle bir şey Suriye’de yaşanmayacaktır. Suriye’de halk Baas Partisi ve Esad ailesinden nefret etmektedir. Ancak Arap Alevilerden nefret etmemektedir. Arap Aleviler burada bizimle birliktedir. Suriye Devrimi’nin önde gelen kesimlerinden biri Suriyeli gençlerdir. Olgunluk son derece önemlidir ve Suriye’nin olgunluğundan gurur duyuyorum. Suriye’de istikrarsızlık olmaması için burada çalışıyoruz. 

ORSAM: Yani Suriyeli kimliğinin daha güçlü olduğunu ve barışçıl bir geçiş dönemi mi yaşanacağını söylüyorsunuz? 

Emel Atasi: Bence böyle olacaktır. Rejim düşerse bu sürecin diğer ülkeler  dekinden daha hızlı olacağını düşünüyorum, öyle umuyorum. 
Ancak daha yapmamız gereken çok fazla şey var. Bizler Suriye dışında yaşayan %17’lik kesim olarak yüksek eğitimli ve entelektüel bir geçmişe sahibiz. Bizlerin daha fazla çalışması gerekmektedir. 

ORSAM: Peki, Suriye dışında yaşayan bu kesimin ülkede bulunmadığı için rejim değişikliğini nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz? 


Emel Atasi: Eğer rejim düşerse Suriye’ye verecek çok şeyimiz olduğuna inanıyoruz. Örneğin Fransa’da yaşayan Tunuslular devrim sonrası geçiş sürecine büyük katkı sağladılar. Ekonomi ve insan hakları alanlarında katkı sundular. Buna benzer olarak bizim bu örgütlenmemiz de yeni bir anayasa konusunda çalışabilir. Çok fazla yapmamız gereken şey olduğunu biliyoruz ve biz buna hazırız. 

ORSAM: Libya benzeri bir uluslararası müdahaleye nasıl bakıyorsunuz? 

Emel Atasi: Bu Suriye için imkansızdır. Biz Suriye ordusunun rejime verdiği desteği keserek bizim yanımızda yer almasını bekliyoruz. 

ORSAM: Böyle bir ihtimal var mı? 

Emel Atasi: Olabilir. Şu an için zor gözüküyor ancak olasılık dahilindedir. 

ORSAM: Eğer uluslararası müdahaleyi imkansız görüyorsanız rejim değişikliği için tek koşul ordunun saf değiştirmesi mi oluyor? 

Emel Atasi: Suriye’de Arap Alevilerin tamamı Esad’ı desteklemiyor. Bazı önde gelen Arap Alevi din adamları da Esad’ı iktidarı bırakması konusunda zorlayabilir. Çünkü onlar rejim dışından tüm Suriye halkının bir ve bütün olduğunu daha iyi görmektedirler. 
Aynı zamanda Arap Alevi aydınların da bu gerçeği gördüğünü düşünüyorum. Bu rejim değişikliği için diğer bir olasılıktır. Diğer bir olasılık, bizler Batı’da çalışan insanlarız. Örneğin ben Fransa’da çalışıyorum. Yurt dışında etkin konumda bulunan Suriyeliler bulundukları ülke yönetimleri, BM üzerinde baskı uygulayarak bir çözüm bulunmasına yardımcı olabilir. Fransa ve diğer bazı Avrupa ülkeleri 
Suriye’ye siyasi olarak baskı uygulamaktadır. Hiçbirimiz Esad rejimi ile beraber yaşamak istememektedir. Ve yönetim masum insanları öldürmeye devam ederse uluslararası müdahale bizim istemediğimiz bir durum olsa da dünyanın kararı olacaktır. Suriye halkı yalnız değildir. İnsan haklarının korunması tüm insanlığın sorumluluğundadır. Dünya genç yaştaki Hamza gibilerin öldürülmesine sesiz kalamaz. 

ORSAM: Antalya Konferansından bulunan grupların Suriye içinde etkili olduklarını söyleyebilir miyiz? 

Emel Atasi: Bazıları Suriye’den gelmektedir ve etkinlikleri vardır. Suriye Devrimi, İslam ya da herhangi bir partiye dayanmamaktadır. 
Zaten Suriye’de siyasal partiler zayıftır çünkü bir siyasal yaşam söz konusu değildir. Dolayısıyla Suriye’de devrimi gerçekleştirenler partiler değil sıradan halktır, gençlerdir. Buradaki toplantıda da birçok sıradan genç yer almaktadır. 

ORSAM: Rejimin yıkılması durumunda hangi siyasi gücün iktidara yakın olduğunu düşünüyorsunuz? Müslüman Kardeşler Hareketinin başa geçmesi olasılığı sizi kaygılandırıyor mu? 

Emel Atasi: Önemli olan demokratik bir siyasi yapının inşa edilecek olmasıdır. Örneğin Tunus’ta devrimin ardından birçok siyasal parti kuruldu. Belki Suriye’de böyle olacaktır. Bu bir seçenektir. 

ORSAM: Rejimin yıkılması durumunda nasıl bir Suriye düşünüyorsunuz? 

Emel Atasi: Biz Türkiye modelinin uygulanmasını istiyoruz. Türkiye modelinin İslami demokrasi olduğunu da düşünmüyorum. Suriye halkının Türkiye’ye güvendiğini ve Başbakan Erdoğan’ı beğendiğini biliyorum. Suriye halkı Batı’ya açılmak istiyor. İnsanlar Türkiye gibi olmanın hayalini kuruyor. 

ORSAM: Türkiye Suriye muhalefetini desteklemek adına neler yapabilir? 

Emel Atasi: Türkiye bize yardım edebilir. Türkiye bizi anlayabilir. Biz her türlü Batı müdahalesini reddediyoruz. Ancak Türkiye ve Fransa’yı tercih ediyoruz. Çünkü bizim Türkiye ile bir geçmişimiz var. Birbirimizi tanıyoruz. Özellikle Türk dizi ve filmlerinin Ortadoğu’da yaygınlaşmasıyla bu tanımayı daha da arttı. Suriye halkı İsrail’e ve Batı’ya güvenmemektedir. Türkiye, Suriye rejimine baskı uygulamak ve Batı üzerindeki etkisini kullanarak muhalif harekete destek verebilir. 

Türkiye’nin Obama yönetimi üzerinde bir etkinliği var, Batı ile yakınlar. Örneğin şu aşamada Türkiye Şam Büyükelçisini geri çekebilir. 
Ben aynı zamanda bir Fransız vatandaşı olarak Fransa’nın Şam Büyükelçisini geri çekmesi yönünde çaba sarf ediyorum. Bunun yanı sıra Türkiye’nin Halep şehri ile ekonomik ilişkileri vardır. Halep şehri ve işadamları ticari çıkarları nedeniyle protestoları desteklememektedir. 
Rejimin yanında yer almaktalar. Türkiye’nin buradaki ticaret üzerinde etkisi vardır. Bu gücünü kullanarak Halep’in bizim tarafımıza geçmesi sağlanabilir. 

ORSAM: Halep’te bazı azınlık gruplarının da rejimi desteklediğini söyleyebilir miyiz? 

Emel Atasi: Evet, Halep’te örneğin Ermeniler yaşamaktadır. Fransa’da da çok sayıda Ermeniler bulunmaktadır. Onlara bu toplantılara katılmalarını söylediğimde reddettiler. Kürtler de Halep’te sesizdir. Halep Üniversitesi’nde 500 kişilik bir gösteri oldu ancak bu sayı azdır. 

ORSAM: Suriyeli Kürtler, Araplarla aralarında eşitlik olmasını savunmaktadırlar. Araplar eşitlik ilkesini kabul etmekte midir? 

Emel Atasi: Kürtler Araplara güvenmemektedir. Ben bunu anlayabiliyorum. Ancak yeni Suriye’de demokrasi olacaktır. Kendi hayatlarını yaşama haklarına kavuşacaklar. Kürt dilini konuşabileceklerdir. Resmi dil ve eğitim dili Arapça olacaktır ancak okullarda Kürtçe ikinci dil olacaktır. Eğer geleneklerine saygı duyar ve siyasal örgütlenmelerine izin verilir, tüm Suriyelilerle aynı haklar tanınırsa sorun kalmayacağını düşünüyorum. 

ORSAM: Bazı Suriyeli Kürt partiler Irak benzeri bir otonom yapı talep etmektedirler. Siz ve Konferans bu taleplere nasıl yaklaşmaktadır? 

Emel Atasi: Biz Kürtlerin bizimle birlikte yaşamak istediklerine inanıyoruz. Kardeşlerimiz olarak kalacaklarına inanıyoruz. Fransa’da Korsika sorunu var, İspanya’da Bask var, Türkiye’de de benzer sorunlar yaşıyorsunuz. 
Kürtlerle oturup konuşulur. Diyalog olursa birbirimizi daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum. 
Bence bu sorun liberal değerler ve özgürlük ile çözülebilir. İyimser olmalı ve en iyi çözümü bulmalıyız. 

ORSAM: Antalya’daki muhaliflerin rejim değişikliğini sağlayacak potansiyele sahip olduğunu düşünüyor musunuz? 

Emel Atasi: Biz tek başımıza rejimi değiştiremeyiz. Biz burada Suriye Devrimi’ni desteklemek için bulunuyoruz. Sadece Suriye halkı 
devrimi gerçekleştirebilir. Bizim de yapmamız gereken birçok şey vardır. Biz buradayız çünkü Suriye halkı bunu istemektedir. 

ORSAM: Son olarak bu konferanstan beklentilerinizi anlatabilir misiniz? 

Emel Atasi: Muhalefet ve bazı işadamları bu konferansı organize etmektedir. Bu konferans farklı grupların birbirini keşfetmesi için bir 
fırsattır. Ben Suriye Devriminin başarıya ulaşacağına inanıyorum. Birçok grup ve insanın aynı hedefi söz konusudur. Konferans da bu 
sürece katkı sağlayacaktır. 

ORSAM: Sayın Atasi çok teşekkür ediyoruz. 


* Bu Söyleşi 1 Haziran 2011 tarihinde ORSAM Ortadoğu Danışmanı Doç. Dr. Veysel Ayhan ve ORSAM Ortadoğu Uzmanı Oytun Orhan tarafından Antalya’da düzenlenen 
“Suriye’de Değişim Konferansı” sırasında gerçekleştirilmiştir. 




SURİYE MÜSLÜMAN KARDEŞLER CEMAATİ,



SURİYE MÜSLÜMAN KARDEŞLER CEMAATİ,


Suriye Müslüman Kardeşler Cemaatinin Şura Meclisi Üyesi ve Eski Genel Sekreteri Ali Sadrettin El-Bayanuni ile Söyleşi 

21 Haziran 2011 
2011 SURİYE SÖYLEŞİLERİ 
0RTADOGU  ANALİZİ,
ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 



Suriye Müslüman Kardeşler Cemaati, Suriye’nin bağımsızlığını kazandığı tarihten bu yana Suriye siyasal yaşamında bir şekilde yer almış son derece önemli bir siyasal harekettir. İlk başlarda Suriye’de demokratik sürecin içinde yer alan ancak Baas Partisi’nin iktidara gelmesi ile dışlanan Hareket sistem dışı mücadele ye yönelmiştir. 

1982 yılında Hama Katliamı olarak bilinen olay neticesinde Suriye içinde örgütsel gücünü kaybetmiştir. Ancak düşünsel ve halk desteği anlamında etkisini 
günümüze kadar korumuştur. Suriye’de rejimi değiştirme potansiyeline sahip muhalif halk hareketlerinin yaşandığı şu günlerde üzerinde tartışılan konuların başında Beşar Esad yönetiminin alternatifinin ne olduğu gelmektedir. Suriye Müslüman Kardeşler hareketi bu soruya “demokratik, sivil, otoritesini halkın 
iradesinden alan bir yönetim” şeklinde yanıt vermektedir. Gerçek bir demokratik yapının kurulması durumunda Suriye siyasal yaşamının yakın geleceğinin en önemli aktörlerinden biri Müslüman Kardeşler olacaktır. 

ORSAM: Öncelikle kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz? 



Bayanuni: Ben avukat Ali Sadrettin Bayanuni. 1938 yılında Suriye’nin Halep şehrinde doğdum. 2010 yılına kadar 14 yıl boyunca Suriye Müslüman Kardeşler Cemaatinin genel sekreterliği görevini yürüttüm. Halen Cemaatin Şura Meclisi üyeliği görevini yürütmekteyim. 


ORSAM: Suriye Müslüman Kardeşleri, örgütlenme açısından Suriye’de zayıf olsa da tabanda en güçlü hareketlerden biri olduğu düşünülüyor. Suriye Müslüman Kardeşler örgütünün Suriye’deki ayaklanma hareketinde doğrudan bir rolü var mıdır ve serbest bir seçim olsa Suriye toplumunun ne kadarının sizi destekleyeceğini düşünüyorsunuz? 


Bayanuni: Suriye’de yaşanan ayaklanma hareketini bütün kriterleri dikkate alarak değerlendirdiğimizde bir milli direniş hareketi olarak nitelendirmek doğru olacaktır. Bu direnişe değişik siyasal ve toplumsal bağlılıkları olan tüm vatan evlatları katılmaktadır. Hiç kimse bu devrimi kendine mal edemez. Suriye toplumunda varlığımız insanların bu düşünceye inançları ve cemaatin insanlarına olan güvenlerine dayanmaktadır. Suriye toplumundaki mevcudiyetim iz Allah’ın bahşettiği Suriye’nin tüm şehir, kasaba ve köylerine yayılmış vaziyettedir. Bize destek verenler diğer vatandaşlarla birlikte toplumsal harekete katılıyor. Hiç kimse direk olarak bir talimat almıyor. Biz halk hareketi ile iç içe olduğumuzu ve bu hareketi desteklediğimizi ilan ettik. Hiçbir ulusal üstünlük ya da güç gösterisinde bulunmayı düşünmüyoruz. Bundan dolayıdır ki biz kendimiz için bir sosyal oran belirlemeye uğraşmıyoruz. 

ORSAM: Suriye’deki ayaklanma hareketi neticesinde Beşar Esad’ın artık yönetimi kesinlikle bırakması gerektiğini mi yoksa bazı reformlar yapılarak Beşar Esad ile yola devam edilebileceğini mi düşünüyorsunuz? 

Bayanuni: Suriye devletinin gerçek bir demokratik rejime kavuşması için modern esaslara göre yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardır. 
Bu da kısmi veya şeklen reformlarla gerçekleşemez. İhtiyaç olan şey Suriye’de yeni, uygar, demokratik, çok partili, iktidar değişiminin yaşanabildiği, hukukun üstünlüğünün yer aldığı bir yapı inşa etmektir. Bunu şeffaf bir ortamda yapmamız gerekmektedir. Konular bu şekilde ele alınır, sorunlar bu ortamda tartışılırsa kişisel konular büyük ölçüde ikinci planda kalacaktır. Bazıları rejimin gerekli değişiklikleri direk olarak yapmasını umuyordu. Şimdi biz vaatlerin hiçbir yararının olmayacağı aşamadayız. Çok acil somut icraatlara ihtiyaç bulunmakta dır. 
Ancak adımlar tersi yönde atılmaktadır. 

ORSAM: Beşar Esad rejiminin yıkılması durumunda Müslüman Kardeşler örgütü olarak nasıl bir siyasi yapı öngörüyorsunuz? 

Bayanuni: Osmanlı Devleti 20. Yüzyıl başında yıkıldığı zaman Suriyeliler genel Suriye Kongresi’ne katılacaklarını ilan ettiler. Sykes Picot Anlaşması ve Fransız işgali gerçekleşmeden Kongre’de yeni devletlerinin esaslarını inşa ettiler. Birçok taraf, Suriye’de rejimin alternatifi olmadığı iddiası ile korku yaymaya çalışmaktadır. Biz yeni bir devlete geçişin kolay olacağını söylemiyoruz. Çünkü dikta rejimi sivil toplumun üzerinde durduğu birçok temelleri yok etti. Ancak bu geçiş hiçbir zaman korkunç olmayacaktır. İslami akımın geçmişte Genel Suriye Kongresi’nde aktif bir varlığı olmuştur. Lübnanlı Şeyh Reşit Rıza bir aşamada Kongre’nin başkanlığını üstlenmiştir. 
Ayrıca Müslüman Kardeşler Cemaati, Suriye’nin demokratik süreçlerinde aktif olarak yer almıştır. Dr. Mustafa El Sebci Millet 

Meclisi Başkan Yardımcılığı’nı üstlenmiştir. Biz gerçek bir ulusal ortaklıktan başka bir şeye özenmiyoruz. Bu ortaklık içinde Cemaatimizin de aktif rolü olsun istiyoruz. 

ORSAM: Antalya’da geçen haftalar içinde gerçekleşen ve Suriyeli muhalif grupların bir araya geldiği “Suriye’de Değişim Konferansı”nın yayınlanan 
sonuç bildirgesinde diğer muhaliflerin isteğine rağmen Müslüman Kardeşler’in etkisiyle “laiklik” ilkesinin konmadığı haberleri basında yer aldı. “Laiklik” ilkesine 
bakışınızı özetleyebilir misiniz? 

Bayanuni: Biz terimler savaşına girmek istemiyoruz. Laiklik, Hıristiyan Avrupa tarihinde kilise ile saray arasındaki husumet ilişkilerinden doğan bir olgudur. Teokratik dini devlet, tarihi olarak ve ayrıca Müslümanlar tarafından da kabul edilmeyen bir olgudur. 
Medeni hukuk hocalarının üzerinde toplu olarak mutabık kaldıkları üzere İslam şeriatı (hukuku)’nın özü sivil ve uygar bir şeriat (hukuk)’tır. Yönetenler ile yönetilenler arasındaki sözleşmeden başlamak üzere tüm medeni sözleşmeler rızaya dayalı sivil sözleşmelerdir. 
Tüm şeriat alimlerinin bütününün mutabakatına göre millet (ümmet) otoritenin (yasama, yürütme, yargı) kaynağıdır. Yöneten ise otoritesini kendisini özgür ve toplumsal bir iradeyle biat eden halk (ümmet)’ten alır. İşte bu bizim talep ettiğimiz medeni devletin özüdür. Ahlaki boyutu devletten ayırmak, dünyayı mali ve kişisel yolsuzluk durumuna sevk etti. Buna rağmen Suriye muhalefetini 
seçim sandığı sonrası çatışmalarına sürüklemenin uygun olmadığına inanıyoruz. Suriye halkı seçenekler arasından istediğine göre karar verme hakkına sahip olacaktır. 

ORSAM: Suriye Müslüman Kardeşler örgütünün daha çok Suriyeli Sünni Araplar tarafından desteklendiği biliniyor. Ancak Suriye’de Arap Aleviler, Dürziler, Hıristi
yanlar gibi diğer dinsel gruplar da bulunuyor. Bu gruplara bakışınız ve ilişkiniz nasıldır. Öngördüğünüz siyasi ve toplumsal yapıda bu azınlık gruplarının yeri ne olacaktır? 

Bayanuni: Biz Suriye’de Sünni Arap teriminin kullanılmasını sevmiyoruz. Suriye halkının açık bir kimliği vardır. Suriye toplumu evlatlarının ezici bir çoğunluğu Müslüman ve Arap’tır. Yine de biz vatandaşlık devletinin kurulması için çalışıyoruz. Buna göre vatandaşlar vatana bağlılıkları açısından eşittir ve vatandaşlık konusu tek başına hak ve yükümlüklerin esasıdır. Böylece halkın eşit olduğu devleti kurabiliriz. Bu devlet içinde Müslüman, Hıristiyan, Arap, Kürt, Sünni, Alevi ve Dürzi toplulukların hepsi hukukun egemenliği ve sivil devletin gölgesi altında eşit olurlar. Suriye oluşumunun renk çeşitliliği bu vatanın varlığının tarihi ile paraleldir. Bu çeşitlilik ülkemiz için bir zenginlik olmuş ve hiçbir zaman zulüm, bölünme veya bölmek için faktör oluşturmamıştır. 

ORSAM: Suriye muhalif grupları liberaller, İslami akımlar ve azınlıklar gibi farklı kesimler ve farklı görüşe sahip gruplardan oluşuyor. Bu grupların ortak hedefi rejimi değiştirmek gibi gözükmektedir. Suriye’de bir rejim değişikliği olması durumunda bu grupların barışçıl bir değişim dönemi gerçekleştirebileceğine ve demokratik bir yapı içinde barış içinde bir arada yaşayabileceğine inanıyor musunuz? 

Bayanuni: Bahsettiğiniz topluluklar ve gruplar tarih boyunca beraberce yaşamışlardır. Halkın eşit olduğu devlet tek bir ulusal olgu içinde tüm bu farklılıkları eriten bir pota olur. O zaman tüm vatandaşlar aynı hakları kullanmaya, üzerlerine düşen her şeyi yapmaya ve her şeye aynı seviyede ortak olma hakkına sahip olurlar. 

ORSAM: Suriye’deki muhalif gruplar arasında Kürtler de bulunuyor. Birçok farklı Kürt muhalif parti olduğunu biliyoruz. Bunların vatandaşlık haklarını almaktan özerklik isteklerine varan farklı boyutlarda talepleri söz konusu. Suriyeli Kürtlerin hangi taleplerinin karşılanabilir hangilerinin karşılanamaz olduğunu düşünüyorsunuz? Güçlü bir merkezi otorite mi yoksa gevşek federal bir yapıdan mı yanasınız? 

Bayanuni: Biz tüm Suriyeli vatandaşların halkla ilgili adil taleplerinin yanındayız. Tüm oluşumlar için bu hakları destekliyoruz. Çünkü bu haklar milli taleplerin bir parçasıdır. Biz bir bildiri yayınlayarak Kürt meselesi konusunda tutumumuzu belirledik. Biz güçlü merkezi yapı ile yerel faaliyetleri destekleyen ademi merkezi anlayış arasında bir yol çizmek istiyoruz. O zaman hedeflerimizi gerçekleştirecek olan ulusal denkleme mizi kurmuş olabiliriz. 

ORSAM: Suriye’deki muhalif halk hareketine ilişkin Türkiye’nin uyguladığı politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Bayanuni: Türkiye ve Suriye ilişkileri dini, tarihi, kültürel ve coğrafi boyutlara sahiptir. Türkler ister halk seviyesinde ister devlet olarak Suriye halkına karşı büyük bir yakınlık gösterdiler. Ancak Suriye’deki durumun ilerlemesi sadece duygusal değil daha çok pratiğe yönelik somut tutumları gerektirmektedir. Biz özellikle seçimlerden sonra Türkiye’yi yönetenlerden Suriye’de durumun gelişmesi ile daha fazla bağdaşan tutumlar almasını beklemekteyiz. 

ORSAM: Türkiye’nin şu an uygulamakta olduğu politikadan daha fazla neler yapabileceğini düşünüyorsunuz? 

Bayanuni: Biz Türkiye’nin Suriye halkını savunmak üzere uluslararası ve bölgesel bir tutumun lideri olmaya doğru yöneldiğine inanıyoruz. 
Türkler bir yandan sisteme daha çok baskı yapmaya çalışacak, diğer yandan da vatandaşları desteklemeye çalışacaktır. 

ORSAM: Sayın Bayanuni, değerli bilgilerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz. 

* Bu söyleşi 11 Haziran 2011 tarihinde ORSAM Ortadoğu Danışmanı Doç. Dr. Veysel Ayhan ve ORSAM Ortadoğu Uzmanı Oytun 
Orhan tarafından Londra’da ikamet eden Ali Sadrettin El Bayanuni ile internet üzerinden gerçekleştirilmiştir. 


SURİYEDE İNSAN HAKLARI





SURİYEDE İNSAN HAKLARI



İnsan Hakları Avukatı Suriyeli Eylemci Yaser Tabbara ile Söyleşi 

16 Haziran 2011 
2011 SURİYE SÖYLEŞİLERİ 
0RTADOGU  ANALİZİ,
ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 





Antalya’da düzenlenen “ Suriye’de Değişim Konferansı ”na Suriye içinden katılanların yanı sıra çoğunluğu Avrupa, ABD ve Arap ülkelerinde yaşamak durumunda kalan muhalifler katılmıştır. ABD’de yaşayan, “ CAIR-Chiago ” isimli insan hakları örgütü üyeliği görevini yürüten ve aynı zamanda ABD’de kendi bürosunda insan hakları avukatlığı yapmakta olan Suriyeli eylemci Yaser Tabbara ile Antalya’da Konferans ve Suriye’nin geleceği üzerine konuştuk. ABD ve Avrupa’da yaşayan eylemcilerin Suriye içindeki etkinlikleri sınırlı olsa da dünya kamuoyunun ilgisini Suriye’ye çekme ve Esad rejimi üzerinde uluslararası baskının sağlanması yönünde önemli noktalarda bulunmaktadırlar. 

ORSAM: Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? 



Yaser Tabbara: İsmim Yaser Tabbara. Suriye kökenli Amerikalı avukatım. Chicago’da on yıldan bu yana hukuk alanında çalışıyorum. 
Suriye kökenliyim, Chicago’da doğdum, Şam’da büyüdüm ve daha sonra tekrar ABD’ye döndüm. Siyaset Bilimi ve Hukuk öğrenimi gördüm. İlgi alanım İnsan Hakları ve Bireysel Haklar konusudur. Chicago’da faaliyet gösteren “CAIR-Chicago” isimli bir örgütün üyesiyim. Bu örgütün amacı ABD’de yaşayan Arap ve Müslüman kökenli halkların haklarının korunmasıdır. Halen Chicago’da bir avukatlık bürom bulunmaktadır. 

ORSAM: Antalya’daki Muhalefet toplantısındaki konumunuz nedir? 

Yaser Tabbara: Ben toplantıyı muhalefet toplantısı olarak nitelendirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Toplantı bütün dünyaya bu hareketin ana güç olduğunu, marjinal bir hareket olmadığını göstermiştir. Biliyorsunuz Suriye muhalefeti hep organize olamamakla, parçalı olmakla, zayıf olmakla ve Suriye’de yaşamıyor olmakla suçlanıyordu. Dünya tarafından Suriye muhalefetinin algılanışı bu şekildeydi. Bağımsız olan, herhangi bir siyasi harekete üye olmayan veya siyasi gündemi olmayan birçok özgür düşünen Suriyeli bulunmaktaydı. 
Şimdi burada bütün bu insanlar bir araya gelerek bütün dünyaya çok güçlü bir mesaj gönderiyorlar. Bu mesaj da “ Suriye’de devrimi destekliyoruz ” mesajıdır. Bu konferansın en büyük başarısı bu olmuştur. 

ORSAM: Konferans sonunda bir Komite kurulacak ve burada Müslüman Kardeşler’den Kürt gruplara kadar değişik kesimlere pay verilecek. Bu Komite hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Yaser Tabbara: Bence bu konferans hakkındaki yanlış algılamalardan biri de Libya örneğinde olduğu gibi bir Geçici Konsey oluşturulacağıdır. Bu doğru değil. Bu konferansın düzenlenmesinin tek bir amacı vardır ve o da Suriye Devrimi’ni desteklemektir. Esasen burada kurulacak olan bir Konsey değil Komite olacaktır ve bahsettiğim amaca dönük olarak çalışacaktır. Bu doğrultuda dünyanın dört bir yanındaki Suriyeli eylemcileri bir araya getir-meye çalışacaktır. ABD, Avrupa, Arap ülkeleri ve dünyanın geri kalan bölgelerinde yaşayan Suriyeliler tarafından bu yönde birçok çaba gerçekleşmişti. Ancak bu çabalar çok da koordineli bir şekilde yürümüyordu. Bu konferans, bütün eylemciler arasında bir uyum, işbirliği sağlama çabasının ürünüdür. Böylece yapılan işin etkisini artırmak amacındayız. Bu nedenle konferansın sonucu işbirliğinin sürekliliğinin sağlanması olacaktır. İşbirliğini sağlayacak bir organa ihtiyaç duymaktayız. İşte bu organ kurulacak Komite’dir. Bu Komiteyi oluşturmak için farklı yöntemler söz konusu ancak en fazla kabul gören seçim yapılması. 

Oylama yoluyla Müslüman Kardeşler, Kürtler ve herkesin temsil edilmesini sağlamaya çalışıyoruz. Böylece gerçek temsil gücü olan bir Komite olacaktır. 

ORSAM: Konferansta gruplar arasında herhangi bir sorun yaşanıyor mu? Farklı muhalif gruplar ortak bir zeminde buluşabildiler mi? 

Yaser Tabbara: Konferansa ilk geldiğimde beklentim çok düşük seviyedeydi. Birkaç nedenden ötürü olumlu anlamda şaşırdığımı söyleyebilirim. Ayrımın boyutunu görünce, sorunları görünce, farklı vizyonları görünce açıkçası konferansın başarısız olacağını düşünmüştüm. Sadece sloganlar atılarak, marşlar söylenerek tamamlanacağını düşünmüştüm. Ancak böyle olmadı. Konferans şaşırtıcı derecede medeni bir havada geçti. Şaşırtıcı derecede verimli oldu. Evet, egolar vardı, başkaları ile çalışmayı sevmeyen klasik lider karakterleri 
vardı. Ancak benim görüşüme bu unsurlar burada hiçbir siyasi gündemi olmadan bulunan Suriyeli gençlerin varlığının gölgesinde kaldı. Bu gençlerin aklında tek bir düşünce vardı ki o da çalışmak ve sonuç almak. 

Burada başarılan bir diğer konu çalıştayların, komitelerin oluşturulması oldu. Bunlar işbirliğinin nasıl sağlanacağı, kanıtların korunması gibi konularda uzun tartışmalar gerçekleştirdiler. Kanıtların korunması yasal süreçlerin yürütülmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra medya alanında nasıl organize olabileceğimizi konuştuk. Aynı anda dünyanın farklı yerlerinde aynı mesajı verecek ve yüz binlerce Suriyelinin katıldığı Suriye Devrimi’ne destek verme amaçlı toplu protesto gösterilerinin nasıl organize edileceği konusunda tartıştık. Yani çok önemli konularda ilerleme sağlandı. Bu da konferanstan memnun kalmamı sağlayan ikinci unsurdu. 

ORSAM: Ancak buradaki gruplar arasında çok fazla görüş farklılığı olduğunu düşünmüyor musunuz? Bu farklılık devrimin başarını engelleyebilir mi? 

Yaser Tabbara: Şunu fark etmemiz gerekir ki bu konferans modern Suriye tarihinde ilk kez farklı geçmişlere sahip grupların bir araya geldiği bir toplantıdır. Suriye toplumu tam bir mozaiktir. Dini, etnik, siyasi olarak farklı kesimler bulunmaktadır. Beşar Esad rejimi tarafından sürekli olarak mezhepsel korkulara maruz bırakıldık. Yani rejim kendi alternatifi olarak hep istikrarsızlık ve çatışmayı sundu. 

Böylece ne umudumuz ne de geleceğimiz oldu. Ancak bu konferans gösterdi ki aramızdaki bütün farklara rağmen bir araya gelebiliyoruz. Bir araya gelerek ortaya bir şeyler koyuyoruz, çalıştaylar düzenliyoruz ve ortak hareket yönünde adımlar atıyoruz. Bazı çalıştaylara katılmanızı çok isterdim. İzleyiciler daha çok konferansın siyasi sürecine dahil oldu ve takip etti. Siyasi kısımlar hep tartışmalı olur. Bu nedenle sanki tartışmalar, görüş farklılıkları çok fazlaymış gibi görülmüş olabilir. Siyasi kısımlar her zaman tartışmalı olur. Bu süreç pazarlıkların olduğu, her grubun daha fazla temsil hakkı kazanma çabası içinde olduğu süreçlerdir. Bence bu da sağlıklı bir süreçtir. Suriyeliler ilk kez demokratik bir 
süreçte bir araya geliyorlar. Bazı tartışmaların olması çok doğaldır ancak çok olumsuz bir durum oluşmamıştır. Herhangi bir kişi ya da grup konferansı terk etmemiştir. Kimse “ben bunu ummuyordum” dememiştir. Açıkçası ben bu tarz sorunlar bekliyordum gelmeden önce. Dolayısıyla bence çok başarılı bir konferans ve beklentilerimin üzerinde gerçekleştiğini söyleyebilirim. 

ORSAM: Türk halkı ve hükümetine ne mesaj vermek istersiniz? 

Yaser Tabbara: Bu konferanstaki herkes aynı mesajı sürekli olarak veriyor. Herkes Türk halkına bizi misafir ettiği, bizi kabul ettiği, bizim durumumuzu anladığı, davamızı desteklediği, ülkelerini bize açtıkları için minnettar. Bu son derece hassas bir siyasi konu. Bu durumun Türk halkı ve hükümeti açısından çok da kolay ve memnuniyet verici bir durum olmadığını biliyoruz. Bunu takdir ediyoruz. Konferansın ilk gününde Suriye rejiminin siyasi tutuklulara af çıkardığına ilişkin haber geldi. Verdiğimiz ilk tepki hemen bir gösteri 
düzenlemek oldu. Gösterinin sonunda herkes “ Şükran Şükran Türkiye ” (Teşekkürler Teşekkürler Türkiye) şeklinde bağırıyordu. Herkes tek bir ağızdan bunu söylüyordu. Bu slogan buradaki insanların duygularını yansıtmaktadır. Siyasi boyutta ise Türk hükümetinden Beşar Esad yönetimine karşı daha sert tavır almasını bekliyoruz. Türk hükümetinin şu ana kadar yapmış oldukları da inanılmaz. Ancak bir adım ileri gidilmesi gerekmektedir. Bu adım da Beşar Esad rejiminin tartışmasız bir şekilde meşru olmayan bir yönetim olduğunu 
açıklaması ve Beşar Esad’a şiddet kullanmaya son vererek demokratik sürecin önünü açması çağrısında bulunmasıdır. 

ORSAM: Sayın Tabbara, değerli fikirlerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. 

* Bu Söyleşi 1 Haziran 2011 tarihinde ORSAM Ortadoğu Danışmanı Doç. Dr. Veysel Ayhan ve ORSAM Ortadoğu Uzmanı Oytun 
Orhan tarafından Antalya’da düzenlenen “Suriye’de Değişim Konferansı” sırasında gerçekleştirilmiştir. 
ORSAM 


***