Müslüman Kardeşler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müslüman Kardeşler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2017 Perşembe

MISIR HALKININ YAŞAMASINA İZİN VERİLDİ ANCAK



MAHMUD ŞERMİNİ: “ MISIR HALKININ YAŞAMASINA İZİN VERİLDİ ANCAK HİÇBİR ZAMAN TAM MANADA GÜÇLÜ OLMASINA İZİN VERİLMEDİ.” 

MISIR EL VASAT PARTİSİ GENEL SEKRETERİ MAHMUD ŞERBİNİ İLE SÖYLEŞİ 











Müslüman Kardeşler Hareketi içerisinden ayrılanlar tarafından kurulan El Vasat (Orta Yol) Partisi, Mübarek döneminde yasal statüye sahip ender partilerden biri. 1996 yılında Müslüman Kardeşler Hareketi’nden bağımsız bir şekilde parti çalışmalarına başlayan bir grup Müslüman Kardeşler üyesi yasal izinleri 2009 yılında alarak partileşmiştir. 3 Temmuz darbesinin ardından başlayan siyasi kriz sürecinde El Vasat Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hatim Azzam, Genel Başkan Ebu Ala Madi ve Genel Başkan Yarcımsı Isam Sultan gibi pek çok üyesi tutuklanmıştır. 

Darbe karşıtı koalisyon içerinde bulunan Mısır El Vasat Partisi nin Genel Sekreteri Mahmud Şerbini ile 3 Temmuz darbesini, Mısır ın geleceğini, darbe karşıtı koalisyonun amaçlarını ve çalışmalarını konuştuk. 


Söyleşi ,

ORSAM: ORSAM’a hoş geldiniz. Öncelikle  kendinizi okuyucularımıza tanıtabilir misiniz? 


Mahmud Şerbini: 

Adım Mahmud Şerbini, 27 yıldır avukatlık yapmaktayım. 1996’da İhvan-ı Müslimin’den ayrılan bir grup arkadaşımla beraberkurduğumuz Vasat Partisi’nin kurucu üyelerinden bir tanesiyim. El Vasat Partisi, 1996, 1998 ve 2004 tarihlerinde olmak üzere parti olarak kabul edilmesi için resmi makamlara başvuru yapılmasına rağmen 3 kez resmi olarak reddedilmiştir. 

Ancak 2009 yılında yaptığımız başvurumuz olumlu bir netice alındı ve parti Mübarek gitmeden önce kabul görmüş resmi partilerden bir tanesi oldu. 

El Vasat partisi Türkçede ‘orta yol partisi’ anlamını taşıyor. Köken olarak İhvan-ı Müslimin’den ayrılmış bir partidir. Mursi göreve geldikten belli bir süre sonra ben siyasi yapıyı takip etmek istedim ve bundan dolayı partideki kurucu üyelik ve genel sekreterlik görevlerimi resmi olarak dondurdum. İhvan-ı Müslimin’in bu süreci kaldırıp kaldıramayacağı, yeni bir hareketin ortaya çıkıp çıkmayacağı, ülkenin demokratikleşmesi için neler yapılabileceği ile ilgili konularda çalışmak amacıyla partimize bağlı araştırma merkezinde çalışmalara başladım. Partimizin cumhurbaşkanı adayı olan Muhammed Mansub liderliğinde araştırma merkezleriyle işbirliği içinde bir çalışma yaptık. Dimyat ve Kahire halen çalışmalarımız devam ediyor. 

ORSAM: İhvan ile El Vasat Partisi arasındaki ilişkiyi anlatmanız mümkün müdür? 

Mahmud Şerbini: 

İhvan-ı Müslimin’le Vasat Partisi köken olarak, düşünce olarak bir olmasına rağmen ayrı partiler olarak yola çıktılar çünkü bazı düşüncelerde siyasi hayatın tam anlamıyla şekillenmesi, demokrasinin olgunlaşması için bazı farklı düşüncelerin olması gerektiğini düşündük. 
Zaten partiden ayrılan kişiler de bu düşüncede olan kişilerdi. Yani partinin içinde daha yenilikçi olabilecek, yeni fikirler öne sürebilecek bir grup oluşturmayı hedeflemiştik. 
Bu hedeflerle yola çıkmıştık. Oysaki dini bakımdan bakılırsa aramızda bir fark yok. Ancak o dönemde bizim mücadele ettiğimiz en önemli unsur da yine Mübarek döneminin zihniyetinin oluşturduğu siyasetçiler ve siyaset hayatında rol alan kişilerdi. Bugün Mısır’da olanlar şunu kanıtladı; bugün darbeye 
destek veren, darbenin lehine konuşan herkes Mübarek zihniyetinin Mısır’da hala ne kadar sabit olduğunu kanıtlıyorlar. Dolayısıyla 25 Ocak devrimi tam anlamıyla gerçekleşmiş bir devrim değildir. Buradaki okuma İhvan açısından yanlış olmuş, öngörü açısından İhvan’ın ciddi bir eksiği olmuştur. Mübarek dönemi siyasi zihniyet hala mevcuttur ve buna karşı önlem alınamamıştır. 

Burada uluslararası güçlerin veya bu konuda konuşan uzmanların yanlış anladığı çok önemli bir nokta var. O nokta da şu: biz bugün Mısır’da bir araya geliyorsak bu İhvancı olduğumuz için değil; darbeye karşı geldiğimiz içindir. Yani biz tam anlamıyla darbeye karşı olduğumuz için ordayız. 

Çünkü buradaki fark şudur. Mübarek darbe temsili olarak orda idi fakat Mursi sivil bir toplumu temsil ediyordu ve Mursi’ye verdiğimiz desteğin nedeni İhvancı 
olmasından kaynaklanmıyor. Mursi bize göre demokrasiyi ve sivil bir toplumu temsil ediyor. 

Bizim askeri darbeye karşı koymamızdaki esasneden ile oldukça basit bir temele dayanıyor. 1952’de asker yönetime el koyduğundan beri tüm siyasi yaşam asker tarafından kontrol ediliyor. Bu yüzden de ülkemiz de ekonomi olarak, ilmi olarak hep geriye gitti. Bundan dolayı Mısır hep geri kalmış bir ülke olarak nitelendiriliyor. Örneğin Hindistan Mısır’dan daha sonra özgürlüğünü kazanmış olmasına rağmen gelişen ve büyüyen bir ülke, çünkü orada bağımsızlıktan sonra sivil bir yönetim iktidara geldi. Mısır ise askeri yönetim yüzünden geri kalmış ülkeler listesinde. Askerin amacı da ülkeyi geriye götürmek. Bu yüzden biz de askere karşıyız. Bugün meydanlarda olan halk, İhvancı olduğu için değil; darbeye karşı olduğu için eylem yapıyor. Darbenin bizi 60 yıl geriye götüreceğini bildiği için orada. 

ORSAM: 3 Temmuz’da yaşanan darbe sonrası dönemi ve ülkedeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Mısır’ı gelecekte neler bekliyor? 

Mahmud Şerbini: Mübarek döneminin askeri zihniyet Mısır’da hiçbir siyasi düşüncenin, siyasi figürün yaşamasına izin vermedi. Ancak İhvan’ın 
her zaman kontrollü bir şekilde yaşamasına da izin verdiler. Halka şunu söylüyorlardı: “ülkede iki güç var; biri İhvan-ı Müslimin biri de asker 
yani bizleriz. Biz batıyla hareket ediyoruz ve sizin ilerlemeniz, muasır medeniyetler seviyesine gelmeniz, gelişmeniz ve yaşam standartlarınızı yükseltmeniz için çalışıyor; batıyla ve dünyayla ilişkilerimizi bunun için geliştiriyoruz. Ancak İhvan-ı Müslimin ise siyasi bir ideolojiye sahip olduğu için yarın öbür gün onlar iktidara gelirse size pek çok şeyi yasaklayacaklar, standartlarınızı düşürecekler, dar bir alana sıkıştıracaklar.” 

Böylece halka İhvan ve asker arasında tercih yapmaları gerektiğini söylediler. Mısır’daki asker sevgisi tam da bu noktada ortaya çıktı. Halk bu 
şekilde kandırıldı. Halkın yaşamasına izin verildi ancak hiçbir zaman tam manada güçlü olmasına izin verilmedi.

25 Ocak devriminin önemli bir özelliği vardı: devrimin bir lideri yoktu. Halk sokaklara döküldüğünde asker ve derin devlet Tahrir meydanında 
toplananların İhvancı olduğunu iddia etti. Bunu başaramayınca ve bütün halk orayadökülüp Mübarek karşıtı eylemler yapınca bu sefer fırsat vermek istediler. 
Asker ve derin devletin o dönemdeki stratejisi ise şöyleydi: “halk Mübarek’in gitmesini istiyorsa Mübarek gidecek fakat zihniyet ve derin devlet devam edip çalışacak”. 
Ancak asker ve derin devlet fırsatı eline geçirmek için tam bir senedir muazzam bir şekilde çalıştılar. Burada askerin bu bir senelik çalışmasının 
asıl hedefi Mursi’yi göndermek veyaİhvanı göndermek değildi. Halkı önce parçalara ayırmak, ikinci olarak da halk tarafından yapılmış olan devrime darbe vurmaktı. 
Bu darbenin faturasını da İhvana yıkmaktı. “İhvan bir senedir iktidarda ancak hiçbir gelişim gösterilmedi ve ülkede mevcut kaosun sebebi İhvan oldu” diyerek 
İhvan ile parçalanmış halkı karşı karşıya getirmek istediler. Yani derin devletin bir sene boyunca yaptığı buydu. Hatta Mursi seçildikten sonra bir Amerikalı 
istihbaratçıyla görüştük ve biz ona şunu sorduk: “siz Mısırı İhvancılara mı bıraktınız”. O, bize cevaben “İhvanı halka, halkı da İhvana bıraktık” dedi. 

Sonra Tantavi’ye aynı soru soruldu o da buna cevap olarak “biz ihvanı halkın eline bıraktık” dedi. 25 Ocak devrimini yapan halktı, bu darbe de halka karşı yapıldı. 

Faturası da İhvana kesilmiş oldu. 

ORSAM: “Türkiye’de İhvan’ın oy oranı %15’lerde, darbe oturdu ve büyük kentler dışında gösteri kalmadı, bir süre sonra bu sokak 
hareketleri tamamen biter” yönünde bir algıvar. Sizce bu algı ne kadar doğru? 

Mahmud Şerbini: 
Buna cevap vermeden önce derin devletin, Sisi’nin ve arkadaşlarının tahlilini yapmak gerekiyor. Mısır’daki derin devletin Mursi seçildikten bu yana benimsediği temel ideolojisi, ilk olarak halkın İhvana karşı nefret duymasını sağlamaya çalışmak, ikinci olarak da halkın İslami düşünceye sahip tüm gruplara karşı nefret duymasını sağlamaktır. Sisi ve arkadaşlarının Mursi seçildikten bu yana yaptıkları temel iki ideoloji budur. 
Buna ilaveten siyasi ideoloji taşıyan bazı grupların ahmakça davranışları da koz vermiş oldu, buna tabi ki İhvan da dâhildi. 

Mursi seçildikten hemen sonra basın, yargı, asker ve derin devlet bağlantılı, bilinçli ve projeli bir çalışmaya başladılar. Mısır’dan bahsederken belirtilmesi gereken şey, İhvan’ın İslamiyet’in temsilcisi olmadığıdır. İhvan ve İslamcılar ayrı kefelerde değerlendirilmelidir. Birçok farklı İslami grup olmasına rağmen Mısır denilince akla tek İhvan geliyor ve bütün İslamcıları temsil ettiği düşünülüyor. Bu çok yanlış bir değerlendirmedir. 
Bahsettiğim dört ana unsurun çalışma planlarında nefretin İhvan’a yıkılması ardında da İslami argüman geliştiren tüm kişi ve örgütlere karşı, halkın nefret beslemesini sağlanması hedefleri bulunuyordu. Bizim İslamcı kesimde tecrübesiz lik mevcut. Bu yüzden İhvan, Mursi seçildikten sonra ciddi derecede ve birbirine benzeyen hatalar yaptı. Bunlar da dört ana unsurun eline ciddi kozlar verdi. 

Bu dört unsur Mursi görevde iken onu kararlarında hataya zorlamaya çalıştılar. Buradaki amaçları İslamcılar ve karşı taraf olarak iki temel grubu karşı karşıya getirmek suretiyle Mısır’daki sokağı bölmek, tam manada bir ayrıştırma yapmaktı. Bu hareket İslam üzerinde bir parçalamadan ziyade İhvan’a yönelik bir parçalama hareketi olacaktı. Ama genel olarak ülkedeki bütün İslamcılar için geçerlidir. 

Bu mevcut durumda Sisi ve derin devlet bu fırsatı iyi değerlendirdiler. Tüm temel argümanları tam anlamıyla darbe yapma düşüncesinden ziyade 
Mursi’nin ve İhvan’ın gitmesine yönelikti. Tahrir Meydanına dökülen insanlar asker gelsin darbe yapsın amacıyla değil Mursi’nin ve onun temsil ettiği zihniyetin ne olursa olsun gitmesi için oradaydı. Ancak darbe gerçekleştirildikten ve tutuklamalar gerçekleştikten sonra halkın içerisinde askere karşı bir ateş yanmaya başladı ve bu gittikçe büyümeye devam ediyor. Buna karşı da asker kendi tedbirini çok sert bir şekilde, ateş açmak suretiyle aldı. Bu eylemleri öldürmeye ve bastırmaya yönelik olduğu kadar “aslında bizi bu noktaya sürükleyen İhvan” düşüncesini de gösterme mantığını da taşıyor. Ve bu şekilde de devam ediyorlar. 

Şu nokta önemli olan husus ise askerin darbeden bu yana halka yönelik yaptıkları şiddetin Mısır tarihinde bir ilk olmasıdır. Ne modern Mısır dönemi 
ne de önceki dönemde asla bu kadar ağır şiddet ve baskı yaşanmamıştır. Hiçbir kelime hiçbir dil Mısır’da yaşananları anlatamaz. 

ORSAM: Peki, bugün gelinen noktada 3 Temmuz darbesinden geri dönüş mümkün mü? Yada diğer bir ifade ile darbe ülkede oturdu mu? 

Mahmud Şerbini: 

Benim görüşüme göre bazı başarılar sağladılar ancak tam anlamıyla darbe başarılı oldu diyemeyeceğim. Başarısındaki esas unsur da öldürmeler, ölüm olaylarıdır. Darbeye karşı İslamcı blok hala sokaklarda eylem yapıyor. 

ORSAM: Darbeye karşı olarak örgütlenen cephenin strateji tam olarak nedir? Askeri nasıl geri adım attırmayı planlıyorsunuz ve talepleriniz nelerdir? Özellikle Vasat Partisininbu konudaki talepleri neler? 

Mahmud Şerbini: 

Açık söylemek gerekirse İslamcılar ciddi manada bir strateji planı yapmadı. Ancak şu an biz bir heyet oluşturduk ve bu şekilde görüşmeler yaparak gerçekleri anlatıp, oradaki durumu uluslararası boyuta taşımaya çalışıyoruz. Bu görüşme de bunun bir parçası. 

ORSAM: Mısır’da bir iç savaş olasılığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye’deki gibi bir durum yaşanabilir mi? Şiddet neye dönüşür? 

Mahmud Şerbini: 

Mısır halkının tabiatına bakıldığında Suriye’deki gibi bir durumun oluşacağını tasavvur etmiyorum ancak Mısır’da çeşitli İslamcı cihat örgütleri var ve bu gruplar yeraltından tam anlamıyla çıkıp, eline silah alıp halka karşı değil, en kötü senaryo olarak askere karşı bir silahlı mücadeleye girebilir. Ancak ‘İhvan’a 
karşı halk’ şeklinde bir çatışma olmasını hiçbir şekilde beklemiyorum. 

ORSAM: Çeşitli medya kuruluşlarında bir Kıpti devleti kurulması olasılığı tartışılıyor. Mısır’ın parçalanması mümkün müdür? 

Mahmud Şerbini: 

Mısır’ı bölme hayali çok eski tarihlerden bu yana mevcut. Bu hayal, Batılı ülkeler tarafından sürdürülüyor. Özellikle ülkenin güneyinde Hıristiyan nüfusunun ağırlıkta yaşadığı bölgede -ki bu arada Hıristiyan nüfus Mısır’da %4’ü hiçbir şekilde geçemez- böyle bir senaryodan bahsediyorlar. 

Ancak asıl tehlike dilleri, ırkları farklı olan Müslüman Nubi’ler konusunda mevcut. Bunlar Kıpti’lerden farklıdır. Özellikleri Mısır’ın güneyinde çoğunluktalar. Kendi dillerini ve ırksal faaliyetlerini sürdürüyorlar. Batı, projesini burada yürütüp, elinden geldiğince bu bölgeyi kaşıyor. Kabile şeklinde bir yapıları var ve Kuzey 
Afrika ülkelerindeki Berberilere benziyorlar. 

Bir diğer ayrılma projesi de Sina yarımadasıyla alakalı. Sisi Batı tarafından yetiştirilmiştir, eğitimini orada almıştır. Yani, Batının Sisi’nin 
eliyle, Sina yarımadasını ayırıp oraya Filistinlileri yerleştirmeye çalıştıklarını biliyoruz. Rakamsal olarak Nubi’ler 50.000’i geçmez. 

İslami gruplar ve tüm Mısır halkı bu yaşanan olaylarda çok büyük tecrübeler edindiler. Halk ve İslamcılar anladılar ki ülkenin aklıyla oynayan bir grup var ve bu akıl ülke için çok büyük bir tehlike. Mısır’daki bu değişimin adı şu oldu; Mısır halkı tabiatı gereği sakin, sabırlı ve isyankâr değildir ancak bu olaylardan sonra Mısır halkı kendi içerisinde bir devrim yarattı ve artık ölümden korkmuyor. Bu, Mısır halkındaki en büyük değişimdir. Bana göre bu değişim, Mısır’daki mevcut darbenin hedefine ulaşmasını engelleyecektir. Bu darbe geçici başarı sağlayabilecek bir darbedir. İki sene, üç sene sonra halkın içerisinde değişim ve özünde yeniden doğmuş olan ‘ölümden korkmama duygusu’ bu darbeyi bertaraf 
edecektir. Ayrıca darbenin ülkeyi tehlikeye götürdüğü düşüncesi de yerleşiyor, darbe bu anlamda bir artçı deprem gibi sallanan bir darbedir, sağlam değildir. 

Öldürülenlerin ekseriyeti gençlerdir. Öleceğini bile bile sokağa hem kadınlar hem erkekler çıkıyorlar. Bizde bu bahsettiğim duygu mevcut değildi, halk sakindi, isyankâr değildi, ses çıkartmazdı, ancak son olaylar sırasında birçok gençle görüştüm ve bana şunları söylediler: “ben dışarıya çıkacağım ve büyük ihtimalle öldürüleceğim, lütfen bana dua et.” 

ORSAM: Sokaktaki şiddet bu şekilde devam eder mi? Mısır bu şiddet sarmalından nasıl çıkar? 

Mahmud Şerbini: 

Az önce bahsettiğim halk arasında yaşanan bu duygu, aslında o ülkedeki halkın darbe karşıtı tutumunun devam edeceğini gösteriyor. 
Asker de zaten yapabileceklerini en üst seviyesine kadar yaptı. Halkı öldürdü, kötü şekilde darp etmeleri dünya kendi gözleri ile gördü. 
Ancak eğer iç savaştan bahsediyorsak böyle bir ihtimal yani bir iç savaş söz konusu değildir. 

Artan şiddetle ile ilgili en temel çalışmamız;özellikle Batı ülkelerindeki insan hakları savunucusu sivil toplum örgütlerinin kendi ülkelerinin karar mercilerini baskı altında tutup, darbeye karşı gelmeleri ve ülkedeki mevcut durumun bitmesine yönelik çaba sarf etmelerine yöneliktir. Bu belki süreci bitirmeye yardımcı olabilir. İkinci bir unsur, Sisi ve arkadaşları için düşünecek olursak, kendi gelecekleriyle alakalı olarak içlerinde şu an çok ciddi bir korku belirmiş durumdalar. 
Bu korku onları büyük hatalara da sevk edebilir veya geri adım da attırabilir. Çünkü şu ana kadar yalnızca geri kalmış Arap ülkeleri onların 
meşruiyetini kabul etti, geri kalan ülkeler onları tanımadı. Dolayısıyla bu şekilde devam etmeleri söz konusu olmayabilir. Bu anlamda biz insan 
hakları konusunda çalışma yapan uluslararası sivil toplum örgütlerini olayın çözümü için kendi ülkelerine baskı yapmaları konusunda harekete geçirmek istiyoruz. 

ORSAM: Uluslararası aktörler konusundaki stratejiyi konuştuk, peki içeride diğer sivil aktörlerle görüşmeler devam ediyor mu? Yani siyasal İslamcı olmayan diğer gençlik örgütleriyle ortaklık için bir çaba sarf ediliyor mu? 

Mahmud Şerbini: 

İki nedenden dolayı Mısır’da böyle bir çalışmadan bahsetmemiz söz konusu değil. İlk olarak Mısır’da kurulmuş olan sivil toplum örgütlerinin %90’ını solcu mantaliteyi taşıyan gruplar. İkinci olarak çoğu Batıcı ve Batıdan maddi destek alan ve Batının düşünceleri çerçevesinde hareket eden örgütler. Dolayısıyla 
Mısır’da ses getirebilecek bir çalışma beklemediğimiz için dışarıdan faaliyetlerimizi sürdürmeye çalışıyoruz. 

ORSAM: Son olarak Türkiye’den beklentileriniz nelerdir? 

Mahmud Şerbini: 

Buraya gelmeden önce dış ülkelerden ne isteyeceğimiz konusunda bu hareketin başkanıyla bir toplantı yaptık. Türkiye’yle ilgili olarak beklentimiz 
de şu yönde. Özellikle AK Parti’yle birlikte Türkiye’nin kazandığı tecrübelerinden yararlanmak istiyoruz. Örneğin Türkiye Mavi Marmara konusunu uluslararası 
arenaya taşıyıp istediklerini alabildi. Burada nasıl bir yol izlediğini ve nasıl başarılı olduğunu öğrenmek istiyoruz. Bu konudaki tecrübelerinizipaylaşmak istiyoruz. 
Türkiye’den ayrıca dünyada hukuki anlamda çalışma yapan sivil toplum örgütleriyle ilişkiler kurabilmemizi, bir araya gelmemizi sağlayacak lojistik çalışmalar yapmasını bekliyoruz. 


*Bu söyleşi 22 Ağustos 2013 tarihinde Ankara’da ORSAM’da gerçekleştirilmiştir. 


***

14 Temmuz 2017 Cuma

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 4


  28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 4


- Nitekim Milli Eğitim Bakanı'nın YÖK Başkanlığı döneminde Mısır'daki El-Ezher üniversitesi başta olmak üzere çeşitli ülkelerdeki islam üniversitelerine yüzlerce 
öğrencinin gönderildiği, bugünkü YÖK Başkanı Kemal Gürüz tarafından dile getirilmiştir. Ayrıca son öğretmen atamalarında El-Ezher üniversitesi mezunu 
4 ilahiyatçı, Milli Eğitim Bakanlığınca öğretmen olarak atanmış, bu kapsamda 18 kişinin daha atanma beklediği öğrenilmiştir. 

- Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam'ın YÖK Başkanlığı döneminde, özellikle Refah ideolojisini benimseyen öğrencilerin mastır ve doktora amacıyla yurtdışına gönderilmiş olduğu gerçeğinin bugünkü YÖK Başkanı Kemal Gürüz tarafından ortaya çıkarılması; gerek Refah Partisi ve gerekse Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam tarafından kabullenilememiş ve bu kesim tarafından, "YÖK Başkanının Cumhurbaşkanı tarafından atanması kararının müşterek kararnameye dönüştürülerek sadece başbakan ve başbakan yardımcısının mutabakatı ile atanması şeklinde yeniden düzenlenmesini ve YÖK Genel Kurulunun 24 kişiden 15 kişiye indirilmesini" öngören yeni bir YÖK tasarısı gündeme getirilmiştir. 

- Bu yeni yasa tasarısı ile insiyatifin Cumhurbaşkanından alınarak hükümete verilmesinin ve YÖK Başkanlığı görevini yürüten Kemal Gürüz'ün biran önce 
görevden uzaklaştırılmasının amaçlandığı görülmektedir. 

- Yurtdışındaki islami üniversitelere eğitim maksadıyla gönderilecek öğrenciler, genellikle imam hatip mezunu olan, ancak üniversite 2 nci basamak sınavını 
kazanamamış, doğu ve güneydoğu Anadolu'lu gençler arasından bizzat refah partisince seçilmekte, öğrencilere bu üniversitelerde müfredatın ağırlık noktasını 
şeriat ve hukuk derslerinin oluşturduğu ilahiyat, ekonomi ve Arapça dersleri verilmekte, derslerden arta kalan zamanda o ülkedeki islami örgütler tarafından 
(örnek : Pakistan Cemaati İslam örgütü) silahlı eğitime tabi tutularak cihad'a hazırlanmaktadır. Eğitimini tamamlayan öğrenciler, yurda dönmelerine müteakip milli görüş camiasının şemsiyesi altında görev almaktadır. bu eğitimler öğrencileri öylesine etkilemektedir ki bazıları bulundukları ülkede Arapça isimler 
almak için ilgili makamlara başvuruda bulunmaktadır. 

- Bu bağlamda başbakan Erbakan Ağustos 1996 tarihinde Pakistan'a yaptığı ziyarette bayan Butto'ya Pakistan'daki islam üniversitesine daha fazla Türk öğrenci alınması teklifinde bulunmuş, ancak teklif Bayan Butto tarafından duymazlıktan gelinmiştir. 

- Halihazırda başta İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Trakya Üniversitesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi, Kırıkkale Üniversitesi, Ankara Gazi 
Üniversitesi, Harran Üniversitesi, Konya Selçuk Üniversitesi olmak üzere bir çok üniversitede yönetim ve öğretim kadrosuyla öğrenciler refah partisi yandaşları 
tarafından kontrol edilir hale gelmiştir. 19 Mayıs Üniversitesi de belirtilen üniversiteler arasına girmek üzeredir. 

- Büyük iller başta olmak üzere ülke genelindeki yerel yönetimlerin % 40'ını elinde bulunduran refah partisi belediye imkanlarından azami ölçüde istifade ederek, bir taraftan kendi yandaşlarına önemli menfaatler temin ederken, diğer taraftan icraatları ile kendine müzahir kitle oluşturma gayretlerini sürdürmektedir. 

- Refah Partisi, nihai amaçta gerçekleştireceği şeriat sistemine geçişi kolaylaştırmak ve gerekli alt zemini oluşturmak maksadıyla; şeriat yönetiminin ana erki'ni oluşturan şura sistemi uygulamalarını, öncelikle sahip olduğu yerel yönetimlerde hayata geçirmeye başlamış bulunmaktadır. Bu konudaki en güzel örneğini, Ankara'nın Sincan Belediyesi oluşturmaktadır. 

- RP'li Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız; demokratik yollarla başkan seçildiği ilçede, halkın sorunlarını çözmek ve hizmet getirmek için, mevcut rejimin 
sağladığı bütün olanakları kullanmak yerine, islamiyetin ilk dönemlerinde uygulanan "islam şurası" sistemi ile belediye hizmetlerini ve sosyal hayatı düzenleme gayretleri göstermektedir. Bu doğrultuda her hafta cuma günleri sabah namazından sonra sözde şura üyeleri ile toplantılar düzenleyerek yaptıklarını anlatmakta ve alenen "bunlar şeriatçılıksa, ben şeriatçıyım" diyebilmektedir. 

-Refah'lı belediyeler kendi kontrolünde faaliyet göstermekte olan yurt, pansiyon ve bir kısım vakıf imkanlarını en verimli şekilde kullanmak suretiyle şehir 
varoşlarında oturan fakir ailelere gıda, yakacak ve parasal yardım yapmakta, bu ailelerin çocuklarının eğitim masraflarını üstlenmekte, böylece bu bölgelerde 
kendi ideolojisine hizmet edecek taban kazanma faaliyetlerini yürütmektedir. 

- RP'li büyük şehir belediyeleri tarafından yüksek öğrenim gençliğine karşılıksız burs verilmekte ve bu yaklaşımla bir taraftan üniversite öğrencilerinin kendi 
ideolojilerine yakınlaşması sağlanırken, diğer taraftan Refah Partisi'ne gerektiğinde hizmet edecek " Paralı Askerlerin " temini gerçekleştirilmektedir. 
Bu maksatlar için sadece Ankara Büyükşehir Belediyesince ayrılan fon miktarı 5 trilyon lira civarındadır. son dönem içinde birçok üniversitede meydana 
gelen olayların taraflarından birinin sağ görüşlü öğrenci kesimi olduğu anımsandığında, bahsekonu paraların ne maksatla ve niçin verilmekte olduğu 
konusu açıklık kazanmaktadır. 

- Tüm belediye kadroları refah partisi yanlıları ve diğer irticai kesimlere üye kişilerce doldurulmakta ve bunlar vasıtasıyla belediye imkanları, kendileri gibi 
düşünmesi istenen hedef kitleye yönlendirilmektedir. 

- Sahip oldukları belediye imkanlarından yararlanarak, diğer irticai unsurlar için de önemli olan kuran kursu, pansiyon ve vakıflar gibi girişimlere kolaylık 
sağlamakta, böylece bu kesimleri siyasi yaklaşımları içerisine çekmeye çalışmaktadır. 

- RP'li belediyeler, düzenledikleri kermes, gece, hayır çarşısı, mevlüt ve toplantı gibi etkinliklerle mahalle ve semt bazında organize olmakta ve kendi 
ideolojilerini bu insanlara iletme fırsatı bulmaktadır. Tesettürlü bayanlar için toplu evlenme ve nikah törenleri tertiplenmekte ve irticai kesimin ileri 
gelenlerinin bu etkinliklere iştiraki sağlanarak olay propaganda gösterisine dönüştürülmektedir. 

- Topluma hizmet veren ve kendilerince kontrol edilen dinlenme yerleri, gazino, kahve ve benzeri mekanlara çağdaş yaşam kıyafeti taşımayan insanların 
girmesine müsaade ederek bir taraftan bu kesime motivasyon kazandırmakta, diğer taraftan da kendileri gibi olmayanları etkilemeyi ve soyutlamayı 
hedeflemektedir. 

- Yerel yönetim yasasında değişiklik öngören refah partisi yapılacak değişiklik ile camilere arazi tahsisi yanında, ilk kez belediye bütçelerinin %1'nin cami 
yapımında kullanılmasına imkan verecek yasal düzenlemeyi hayata geçirmeyi planlamaktadır. halihazırda Türkiye'de 898 kişiye bir cami düşmekte olduğu 
dikkate alındığında bu uygulama ile neyin amaçlandığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 

- Bugüne kadar Silahlı Kuvvetlerden YAŞ kararı ile ayrılan 216 subay ve astsubayın büyük bir kısmına Refah'lı belediyelerde önemli görevler verilmek suretiyle kamuoyuna bu insanların sahipsiz olmadıkları mesajı verilmeye çalışılmaktadır. 

-RP'li yerel yönetimlerin yukarıda arz edilen uygulamalarına yönelik tüm faaliyetleri Avrupa Milli Görüş Teşkilatına bağlı müfettişlerce; il, ilçe ve belde bazında belirli bir plan ve program çerçevesinde denetlemeye tabi tutulmakta, denetleme sonrasında tespit edilen aksaklıkların giderilmesi ve yeni başlatılacak 
uygulamalara yönelik esasların tespiti yönünde çalışmalar yapılmaktadır. bu teşkilat tarafından denetlenen en son belediyenin gölcük belediyesi olduğu 
tespit edilmiştir. 

- Toplumdaki ekonomik dengelerin halk çoğunluğu aleyhine bozulmuş olması ve bu tablonun giderek kötüleşmesi Refah Partisi’ne ideolojilerini tabana 
yayma açısından arzu ettikleri ortamı kendiliğinden getirmektedir. 

- Refah Partisi gerek yurtiçinde ve gerekse uzantıları vasıtasıyla yurtdışında her türlü fırsatta halktan fitre, zekat, bağış toplamakta organizasyonlar 
olanlardan ise aidat şeklinde sürekli gelir elde etmektedir. 

- İrticai kesime ait vakıflardan sadece Akyazı Vakfının kurban derilerinden 1,5 trilyon lira gelir elde ettiği göz önüne alınınca, irticai kesimin biraz önce 
ifade edilen yöntemlerle tahmin edilemeyecek miktarlarda maddi gelir temin etmekte olduğu kolaylıkla değerlendirilebilecektir. 

- Diğer taraftan Refah Partisinin en önemli gelir kaynaklarından birisini de RP'li belediyelerce kendilerine aktarılan yardımlar oluşturmaktadır. 

- Refah Partisi ve irticai kesim, gıda, tekstil ve yayın sektörlerinde yurtiçinde ve yurtdışında kurdukları toplam 509 ticari şirket vasıtasıyla önemli gelirler 
sağlamakta ve bu gelirleri, biraz önce ifade edilen gelir kaynakları ile birlikte fakir aile ve semtlere gıda yardımında, fakir öğrencilere harçlık ve malzeme 
dağıtımında kullanmak suretiyle sempatizan kazanmaktadır. 

- Ayrıca Refah Partisi Türkiye'deki rejimin değişmesini isteyen ve/veya Türkiye'nin bölünmesinde fayda gören ülkelerden destek sağlamakta, hatta silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yolu ile gelir elde ettiğine dair duyumlar alınmaktadır. bahsekonu destek; 

+ S.Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt'in destekledikleri  " Müslüman Kardeşler " örgütü, 
+ S.Arabistan'ın desteklediği "Rabıta" örgütü, 
+ Libya'nın kurduğu, Suriye, İran ve Cezayir'deki İslami Selamet Cephesi"nin de destekleyip finansa ettiği "İslama Çağrı Cemiyeti
+ Türkiye genelinde bankacılık ve finans sektöründe faaliyet gösteren "Faysal Finans”, "Al Baraka Türk" ve "Asya Finans" gibi banka ve finans kurumları, 
+ İran rejimini Türkiye'ye ihraç etmek maksadıyla İran tarafından kurdurulan şirket ve dernekler gibi islami terör örgütleri ve legal ticari kurumlar aracılığı ile 
sağlanmaktadır. 

Belirtilen bu gelir kaynakları, ülkede şeriatçı özlemin artması, varolan özlemin güçlendirilmesi ve kendi ideolojilerine hizmet edecek ümmetçi bir toplumun 
yaratılması maksadıyla; refah partisi tarafından, ülkeye şeriat düzeninin getirilmesine yardımcı olacak kişilerin ve çeşitli mekanizmaların ele geçirilmesi 
için sarfedilmektedir. 

- İrticai kesimin nihai amaçlarına ulaşmada takip ettikleri stratejilerinin üçüncü aşamasını cihad oluşturmaktadır. Diğer bir ifade ile şayet demokratik yol 
ile siyasi iktidar ele geçirilemez ise oluşturacakları silahlı kitle ile devlet güçlerinin tasfiye edilmesi suretiyle teokratik rejimin gerçekleştirilmesi sağlanacaktır. 

- Milli Gençlik Vakfı genel başkanlığına getirilen Mustafa Genç; "gürül gürül akan nehirler durdurulamaz, cihad'ın önünü kesmeyin, artık şartlar değişmiştir, içeriğin fiiliyata dökülmesinin zamanı gelmiştir, cihad, bir insanın tüm gücünü Allah'ın emir ve yasaklarına göre programlamaktır, cihad yolları kesildiğinde patlama olacaktır. 
Biz peygamberin söylediği gibi savaşı istemiyoruz ama gerektiğinde savaştan da kaçmıyoruz" 
şeklindeki ifadeleri ile yandaşlarının nihai amaçlarına ulaşmadaki 
gayretlerini hızlandırmayı ve güçlendirmeyi istemektedir. 

- Bu maksatla TSK başta olmak üzere devletin diğer silahlı güçlerinin ele geçirilmesi Refah Partisi'nin en önemli hedefini oluşturmaktadır. 

- Refah Partisi ve diğer irticai kesim belirtilen hedefin tahakkuku amacıyla, bir taraftan imam hatip okulu mezunlarının harp okullarına girmesi yönünde yasa 
tasarısı dahil çeşitli alanlarda mücadele verirken, diğer taraftan öncelikle TSK bünyesinde askeri eğitimi belirli ölçüde almış olan kitlelere, yani askeri lise ve 
harp okullarına veya bu eğitimi yeni almaya başlayan üniversitelerdeki askeri öğrencilere, astsubaylara ve uzman erbaşlara el atmaktadır. 

- Yine aynı şekilde irticai kesim küçük rütbeli asker kişilere öncelikle ulaşmak istemekle, bir taraftan yıllar sonra kendisinin arzuladığı şeriat devletinin silahlı 
kuvvetlerine komuta edecek ordu mensuplarını elde etmeyi, diğer taraftan da nihai amacına ulaşmadaki en büyük engeli oluşturan Atatürkçü ve laik TSK.ni 
ortadan kaldırmayı düşlemektedir. 

- Refah Partisi bu girişimlerine ilaveten TSK bünyesinde bulunan muhafazakar yapıdaki ve/veya başta ekonomik olmak üzere çeşitli problemlere sahip değişik 
rütbelerdeki askeri personele yaklaşarak, bunları Nurcu, Fethullahçı, Nakşibendici ve kürtçü-islamcı subaylar ve astsubaylar olarak bölmek suretiyle tarikatlar bazında ele geçirerek kendi saflarına katılmaları yönünde yoğun girişimlerde bulunmakta, böylece TSK’ni içerden parçalayarak birlik ve beraberliğini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. 

- Ayrıca; refah partisi, askeri lojman, garnizon ve bu yerleşim kesimlerine yakın mahallerdeki ilkokul, ortaokul ve liselere, tesettürlü öğretmenler atamak 
suretiyle, bu okullardaki subay ve astsubay çocuklarını kendi düşünceleri ve kıyafet şekilleri doğrultusunda etkilemek ve böylece TSK’ne mensup ailelerin 
çağdaş yaşam bütünlüğünü parçalamayı hedeflemektedir. 

- Nitekim; 16 Aralık 1996 tarihinde Gnkur.Bşk.lığı Gölbaşı/Ankara'da bulunan Bayrak Garnizonuna sadece gözlerinin görülebildiği tesettürlü kıyafetle 
müracaatta bulunan bir bayan; bu garnizondaki ilkokula öğretmen olarak atandığını belirterek giriş için müsaade istemiştir. yapılan araştırmada bu öğretmen bayanın gölbaşı ilçe milli eğitim müdürlüğünün haberi olmaksızın, doğrudan Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğünce atandığı tespit edilmiştir. 

- Sızmayı amaçladıkları TSK’nden irticai faaliyetlerinden dolayı askeri şura kararları ile atılan subay ve astsubaylara; Refah'lı belediyelerde ve diğer 
kurumlarda yeni kadrolar tahsisi suretiyle, TSK’ndeki sempatizanlarına destek verilmekte ve onlara bulundukları görevlerinden atılsalar bile aç ve susuz 
kalmayacakları mesajı iletilmektedir. Dolayısıyla bu tip kişilerin faaliyetlerini daha etkin ve açık yapmalarına zemin hazırlanmaktadır. 

- YAŞ kararı ile TSK’den ayrılanların çoğunluğu; İhlas Holding, TGRT, Refahlı belediyeler, irticai görüş sahibi şahısların özel işyerlerinde iş bulmaktadır. 

- Refah Partisi, yaş kararları nedeniyle ordudan ayrılan subayların mağduriyetinin önlenmesi için yukarıda arz edilen tedbirlere ilaveten, bu personelin devletin bir kurumu olan TSK’nden ilişiği kesildikten sonra yine devletin diğer bir kurumunda yeniden görevlendirilebilmesi yönünde yöntem geliştirme gayretleri sergilemektedir. bu çerçevede en son yaş kararı ile TSK’nden ayrılan iki Yzb.nın, Adalet Bakanlığında görevlendirilmesi maksadıyla bizzat Adalet Bakanı Şevket Kazan imzasıyla bu kişilere ait sicil özetlerinin gönderilmesi Gnkur.Bşk.lığından talep edilmiştir. 

- İrticai kesim, TSK’den YAŞ kararı ile atılan personele dışarıda mutlaka sahip çıkarak, TSK bünyesinde kalan yandaşlarının yüreklendirilmesinin şart olduğunu, bu tutumun kararsızları kendi saflarına çekmede yardımcı olacağını, dolayısı ile yaş kararlarına üzülmemek gerektiğini, bu kararların şeriat düzeni geldiğinde birer gurur belgesine dönüşeceğini ifade ederek, yaş kararlarından dolayı TSK bünyesindeki yandaşlarının müşterek ideallerinden vazgeçmemelerini amaçlamaktadır. 

- Diğer taraftan TSK’nin; yer aldığı devlet karar organları içindeki etkinliğinin azaltılması maksadıyla, Gnkur.Bşk.lığının MSB.lığına bağlanması gerektiği, 
MGK’nun kaldırılmasının şart olduğu ve yüksek askeri şura kararlarının yargı denetimine açılması zorunluğunun bulunduğu, sürekli gündemde tutularak bu 
konularda yasa tasarıları hazırlama böylelikle TSK’nin pasifize edilmesi ve TSK’den taraftar kazanılması amaçlanmaktadır. 

- Refah Partisi, amaçlarına ulaşmada tek engel olarak gördüğü TSK’ni, dinsiz bir kuruluş olarak göstermeye yönelik girişimlerini sinsi bir şekilde aralıksız 
devam ettirmekte ve böylelikle halk ile TSK’nin karşı karşıya gelmesine neden olacak ortamı yaratmayı amaçlamaktadır. 

- Nitekim şeriatçı kesimin ve Refah Partisi'nin güdümündeki irticai medya grubu; iktidar ortamının kendilerine sağladığı imkanları mevcut yasalar hilafına azami 
ölçüde kullanarak, ülkede rejimin en önemli teminatı olan TSK.ni tahrik edici ve yıpratıcı yayınlarına fütursuzca ve her geçen gün artan bir dozda devam 
etmek suretiyle, milletin gözbebeği silahlı kuvvetlerin etkinliğini ve güvenirliğini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Diğer bir vahim boyut ise irticai basının 
bu gayretlerine, diğer hür medyanın bazı organlarının da varolan dinci okuyucu potansiyelini elde ederek tirajlarını arttırmak, amacıyla zaman zaman katkıda 
bulunması ve bu yaklaşımlarını müteakip süreç içerisinde irticai medya grubu gibi sürekliliğe dönüştürmesi ihtimalidir. refah partisi ayrıca, bazı bakanlıklardan 
milli güvenlik akademisi bünyesinde açılan kursa göndereceği üst düzey bürokratları, özellikle kendi düşüncesine yakın dinci ve kürtçü kişilerden 
seçmekte ve bu yolla sadece belirli kişilerin vakıf olması gereken bilgileri ele geçirmeyi hedeflemektedir. 


***

23 Mart 2017 Perşembe

DEVRİMDEN SONRAKİ MISIR BÖLÜM 2


   DEVRİMDEN SONRAKİ MISIR  BÖLÜM 2





   İktidarının birinci yılı olan 30 Haziran’a giden süreçte, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi karşıtı hareketlerin liderlerinin sokağa çıkma amacı, bir demokrasi mücadelesinden daha çok planlı bir şekilde gerginliği tırmandırarak bir şiddet sarmalını üretmekti. Böylece, Mursi istifaya zorlanacak ve askeri vesayet için uygun bir ortam sağlanacaktı. Nitekim hem muhalif grupların izlemiş olduğu planlı eylemler hem de ordunun bir muhtıra yayınlayarak siyasi alana müdahalesi bu planlı kalkışmayı açıkça ifşa etti. Darbeye giden süreçte, ortamın müsait hale gelebilmesi için önce Mursi karşıtları Tahrir başta olmak üzere birçok meydanda kimi zaman şiddet de içeren büyük gösteriler düzenlemişlerdir. Ardından da Müslüman Kardeşlere ait ofisler ateşe verilmiş, buralarda bulunan Mursi taraftarlarından bazıları öldürülmüştür.13 En sonunda da çatışmalar meydanlara sıçrayarak askerin müdahalesi için uygun ortam yaratılmıştır. 

Asker bu süreçte yaptığı açıklamalarla, toplumsal çatışmanın önünü açmış ve şiddet sarmalının yaşanması için bilinçli bir siyaset izlemiştir. Olaylar 
başlamadan yapılan açıklama ile gösterilere müdahale edilmeyeceği söylenip, sadece devlet daireleri ve stratejik yerlerin korunacağının duyurulması 
göstericilerin şiddete meylini artırmıştır. 

En baştan beri polisin kendi yanlarında olacağı göstericilerce bilindiğinden ordunun bu açıklamasını hükümeti düşürmek için bir işaret olarak 
da yorumlanmıştır. Güvenliği sağlaması gereken kurumların göstericileri cesaretlendiren bu yaklaşımı, ordunun askeri vesayeti gerçekleştirmek 
için uygun ortamı yaratmaya çalıştığının bir göstergesidir. 

Bu planın hazırlık aşamasında, halkı mobilize edebilmek ve sokaklara çıkarabilmek için yoğun çaba sarf edilmiş, Mübarek rejiminin zenginleştirdiği 
işadamları bu planlamanın finans ayağını sağlarken, askeri ve bürokratik yapı eski rejim taraftarlarını sokağa çıkmak için cesaretlendirmiştir. 
Büyük kesimi eski rejim taraftarı olan medya ise Mursi’nin yönetimsel hatalarını, “İslamcı bir ajanda” söylemiyle etiketleyerek başta Hıristiyanlar olmak üzere liberal, seküler, sol ve sosyalistleri de Mursi’ye karşı mobilize etmişlerdir. 

Özellikle, Mursi’nin dış politika alanında geliştirmiş olduğu yeni dış politika açılımı ve söyleminden rahatsız olan ABD, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan Mursi’nin iktidardan düşürülüp askerin etkin olduğu bir “vesayet demokrasisi”nin yönetime gelmesini, İhvan yönetimine tercih etmekteydi. Dolayısıyla Mısır’da yaşanan karşı devrim mücadelesi ve ardından yaşanan askeri muhtıra birçok yapının ve aktörün planlı bir senaryonun uygulanışına işaret etmektedir.14 

Planın uygulama aşaması ise aslında toplumsal alanda daha devrimin hemen ardından eski rejimin siyasi, askeri, bürokratik elitleri ile medya ve iş çevrelerindeki aktörleri tarafından yürürlüğe konmuştur. Mübarek rejimine karşı ortaklaşarak, demokrasi söylemi etrafında devrimi gerçekleştiren toplumsal kimlik grupları, önce İslamcı ve diğerleri (liberaller, Hıristiyanlar ve Sosyalistler vb.) diye birbirinden ötekileştirilerek ayrıştırıldı. 

Ardından da İslamcı gruplar da kendi içerisinde farklılaştırılarak Mursi iktidarı yalnız bırakıldı. Mısır tarihinin korkularının yeniden gündeme getirilerek toplumsal kimlik gruplarının kutuplaştırılmasının neticesinde üretilen çatışmacı söylem, devrim etrafında birleşen grupları ayrıştırarak birbirlerine yönelik karşılıklı güvensizliklerin üretilmesine neden oldu. Mursi hükümetinin uygulamış olduğu bazı siyasal çıktılar bu güvensizlikleri gittikçe pekiştirdi ve böylece bir güvenlik açığı oluşturuldu. Böylece eski rejim aktörlerinin toplumsal kimlik gruplarının güvenlik ikilemleri üzerinden siyaset üretmeleri çok daha kolay hale geldi. 

Mursi’nin iktidara gelmesinin ardından “muktedir olmak için” ortaya koyduğu siyasetin, yargı ve ordu bürokrasisinin direnci ile sürekli kırılmaya çalışılması bir yana, Haziran ayının son haftalarında sokakta yaşanalar bile bu planı açık etmektedir. Gerginliği tırmandırmak için medyada, Mursi’nin istifadan başka bir çıkar yolu olmadığı, yurtdışına kaçıp sığınma talep etmezse eski suçlarına binaen hapse atılacağı, yine Mursi yönetiminden birçok üst düzey bakanın yolsuzluğa bulaştığı ve suç işlediği gibi iddialar ve söylemler hükümete karşı bir korku ve panik havasının oluşturulması için kullanılmıştır. Sokakta dolaşıma sokulan söylemler ise, muhalif grupların silahlandığı, Mursi’nin direnmesi halinde 
Müslüman Kardeşlerin bürolarının basılacağı, İhvana yakın iş yerlerinin yağmalanacağı şeklindeydi. Dolayısıyla gösteriler başlamadan önce, yıllarca devlet iktidarı tarafından dışlanan hapislere atılan ve ikinci sınıf muamelesi gören kesimlere karşı bir korku politikası oluşturmak amaçlanmıştı. 

Bu korku politikasının neticesinde gösterilerin ilk günlerinde Mursi taraftarları sadece toplandıkları meydanlarda seslerini yükseltebilmişler ve kendi binalarının yağmalanmasına, ateşe verilmesine ve saflarından birçok insanın öldürülmesine rağmen şiddeti önceleyen bir tavır almaktan özenle kaçınmışlardır. Mısır’ın tek sahibinin kendileri olduğunu varsayan “beyaz Mısırlılar” ve eski düzen yanlıları, binalara, araba camlarına, işyerlerine ve evlerinin balkonlarına Mursi karşıtı afişler asmışlar ve sokaklarda insanların ellerinde muhalefeti temsil eden bir emare görmediklerinde “bizden değil misiniz” diye sora-bilmişlerdir. Bu süreçte, özellikle polis araçlarına Mursi karşıtı afişler asılarak bu korku politikası 
pekiştirilmeye çalışılırken, metro istasyonlarında marşlar çalınarak İhvan yanlıları sindirilmeye çalışılmıştır. Yine üst sınıf Mısırlıların gittiği ve çoğunun adının da Batı’dan seçildiği mekânlar, bir hafta önce yabancı müzikler çalarken, gösterilerle birlikte bayraklarla donatılmış ve milliyetçi marşlar çalmaya başlamıştır. Sonuç olarak tüm bu simgesel sindirme politikası, askerin tarafını tamamen belli etmesiyle birlikte, Mursi taraftarlarını da yoğun bir şekilde meydanlara itmiştir. Bununla birlikte, Mursi taraftarları bu korku politikasını tam tersine çevirebilmek için, Türkiye’de simgesel anlamını artık herkesin bildiği, “kefen siyaseti” söylemini devreye sokmuşlardır. 

Ezher ulemasının bir kısmı ve birçok Mursi taraftarı kefene benzer beyaz elbiseleri ile meydanlara yürürken canlarını feda etmekten çekinmeyecek lerini açıklamışlardır. 

Darbenin ardından İhvan hareketi kendilerine uygulanan baskı politikalarına demokratik bir strateji izleyerek cevap vermeyi tercih etmiş ve barışçıl gösteriler düzenlemiştir. Nasr City bölgesindeki Rabiaa Adeviye ve Kahire Üniversitesi girişindeki Nahda Meydanı’nda milyonlarca Mısırlı kamplar kurarak “Darbeye Hayır” teması altında askeri yönetimi protesto etmişlerdir. Bu barışçıl protestolar içeride ve dışarıdaki darbeci aktörlere yerinde bir cevap teşkil etmektedir. Ancak askeri yönetim Cumhuriyet Muhafızları Alayı önünde düzenlediği saldırı da 50’den fazla Mursi taraftarı protestocuyu katletmiş,15 İhvan yönetimini şiddet sarmalı içerisine çekmeye çalışmıştır. Müslüman Kardeşler yönetimi ise bu 
tuzağa düşmeyerek barışçıl gösterilere devam etmiştir. Uzun vadede Mısır’daki İslami hareketlerin iktidar arayışında bu sürecin olumlu bir geri dönüşü olacaktır. Ancak bu darbeci aktörler İhvan’ı veya Selefi hareketi siyasal alanın dışında tutmaya çalışması iktidar mücadelesinin daha çetin geçmesine, İslami hareketlerin daha farklı metotlar uygulamasına neden de olabilir. 

Darbeye Dış Etkiler ve Tepkiler 

Darbe sürecinde en şaşırtıcı tepki(sizlik) Batı ülkelerinden gelmiştir. Washington, Londra ve diğer AB başkentleri Mısır’da gerçekleşen askeri 
müdahaleyi darbe olarak tanımlamamış ve demokratik tepkilerinin ne kadar değişken olduğunu göstermişlerdir.16 Batı’nın tepkisizliğinin başlıca 
sebepleri arasında özelde Mısır’da genelde de Ortadoğu’da Siyasal İslam’ın politik kurumlarının meşru bir siyasal aktör olması geliyor. Yani 
seçim kazanan, taban desteği olan, demokratik yöntemlerle siyasette yer alarak daha öncekimarjinallikten kurtularak meşru aktörlüğe terfi 
eden siyasal İslam’ın temsilcilerinin varlığı bölgede kurulu düzenin Batı’dan hiçte hoşlaşmayan aktörlerle sorgulanacağı anlamına gelmekteydi.


 < Kahire ve İskenderiye gibi büyük şehirlerde kentli nüfusunun demografik ve sosyal yapısının da bir sonucu olarak İhvan karşıtı hareketlerin daha fazla olması etkin olmuştur. Nitekim eğitimli, liberal ve diğer kesimlere göre daha varlıklı olan bu kitleler İslami hareketin ülke siyasetinde etkin olmasını istememektedirler. >

 Mısır’dan ikinci bir Türkiye çıkması olasılığı gerek Washington’da gerekse de diğer Avrupa başkentlerinde ve özellikle İsrail’de bölgeye dair birçok politikaların revize edilmesi anlamına geliyordu. 

Yani ekonomik olarak ayakları üzerinde durabilen, bağımsız bir dış politika yürütmekte ısrarcı olan ve her şeyden önemlisi bölgesindeki kurulu düzeni sorgulayan bir Mısır, Batı için bir kabus anlamına gelecektir. Batı’nın yeniden belirleyeceği siyasette ise kendi çıkarları önemli ölçüde tehlikeye girecekti. Bu yüzden demokrasi söylemini dilinden düşürmeyen Batılı aktörler çıkarları tehlikeye düştüğünde hiç çekinmeden darbeyi destekleyebilmiştir. Bunu Mısır’da siyasal aktörlük bile iddia edemeyecek bir azınlıkta olan seküler ve liberal kitleleri kullanarak yapması ise bu darbeye yüklenilen önemi göstermektedir. 


Aslında bu darbe sadece Mısır’da değil bölgede yaşanan tüm demokratikleşme hareketlerini de sekteye uğratacak bir gelişmedir. Çünkü Mısır’ın başarısı bir taraftan bölgede devrimi gerçekleştiren grupları demokratikleşme yönünden cesaretlendirirken, aynı zamanda Körfez ülkelerindeki Monarşi yapılarını da sarsabilecek bir etkiye sahipti.17 Ancak darbenin gerçekleşmesi, bir taraftan Arap baharının başarısızlığı olarak gösterilecek ve İslam ve demokrasi sorgulamasını yeniden üretecek; diğer taraftan da bölgede diğer ülkelerdeki yaşanabilecek yeni halk hareketlerinin önünü kesecektir. Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’de en canlı biçimiyle yaşanan Arap Uyanışı’nın bölgeye getireceği dönüşüm potansiyeline vurulmuş bir darbedir aslında Mısır’da gerçekleşen.18 Arap Uyanışı sürecinde Libya’ya yapılan müdahale ile kısmen başlayan “dış” müdahale Suriye’de zaten güçlükle sürdürülen mücadelenin bir proksi savaşı halinde cereyan etmesiyle canlı kalmış, Mısır’daki darbede ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin müdahil olması ile de Arap Uyanışı’nın temel dinamiklerinden olan “dış müdahale karşıtlığına” 
büyük zarar vermiştir. Bu darbe ayrıca Mısır’ın demokratikleşmesinde sivil siyaset sürecinin kesintiye uğramasına ve bu anlamda da ülkede yaşanan rejim değişikliğinin başarıya ulaşmasına olumsuz etki yapmıştır. 

Mısır’daki darbenin İhvan yönetiminden desteklerini esirgemeyen Türkiye ve Katar açısından da önemi büyüktür. Özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Mısır’daki darbede önemli bir rol oynadıkları düşünüldüğünde Türkiye ve Katar’ın ortak siyasal duruşlarını değiştirmeleri mantıklı olmayacaktır. Katar’ın da Müslüman Kardeşlere desteği yine Kahire’deki cunta yönetimini rahatsız edecektir. Bununla birlikte bölgesel bloklaşmalar özellikle böyle bir süreçte yeniden şekillenme potansiyeline de sahiptir. Ankara halihazırda kendisine yakın olabilecek Katar ve Libya gibi bölge aktörlerinin bu pozisyonlarını sağlamlaştıracak adımlar atması bugüne kadar sürdürdüğü dış politikanın tutarlılığı açısından önemlidir. Türkiye’yi bölge siyasetinde daha zor durumda bırakan konu Suriye çıkmazıdır. Ankara’nın haklı olarak Suriye halk hareketi ne verdiği destek, beklenmeyen faktörlerin devreye girmesi ile Erdoğan hükümeti nin elini zora sokmuştur. 

Darbeye karşı Türkiye’den gelen tepkilerin bazıları da şaşırtıcı olmuştur. Yıllarca Türkiye’de askeri vesayetin devamı için akla gelmedik anti demokratik süreçleri canı pahasına savunan darbe heveslisi aydınımsıların, bugünlerde Mısır’da yaşananlar için “Arab’ın demokrasisi bu kadar olur” şeklinde sosyal medyada küçümseyici bir şekilde yazdıkları, Mısır’da yaşananların daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir. Yine Türkiye’de 28 Şubat sürecinde askeri-sivil bürokrasi, medya ve işadamlarının siyasal alan karşısındaki statükocu konumunu göz önünde bulundurduğumuzda bugün benzer bir sürecin Mısır’da da yaşandığını kestirmek zor değildir. Her ne kadar Mursi’nin bazı hatalarından bahsedilebilecekse de, yaşananlar, Mursi ile karşıtları arasında cereyan eden bir demokrasi mücadelesinden daha çok, eski rejimle yeni rejim arasındaki bir 
hesaplaşmadır. Genelde Ortadoğu’da özelde de Mısır’da yaşanan Arap baharını baştan küçümseyen ve hala Mısır’daki eski rejim zihniyetini savunan Türkiye’deki bazı yazarların göremediği de budur. Mursi yönetimimuktedir olamamanın, acemiliklerinin ya da kendi ajandasının bir yansıması olarak siyasi hatalar yapmıştır. Bu yüzden Mursi’nin bu uygulamalarına demokratik gerekçelerle tepki duyan önemli bir grubun varlığı normal karşılanabilir. Ancak, 3 Temmuz akşamı gerçekleşen askeri darbeye giden süreçte yaşananlar, demokrasi mücadelesinin ötesinde eski rejimin domine ettiği bir vesayet arayışıydı. Bu askeri ve bürokratik vesayet arayışını sürdüren aktörler bir plan çerçevesinde kendi koalisyonunu genişleterek istedikleri sonuca şimdilik ulaşmışlardır. 

Sonuç 

Bundan sonraki süreçte Mısır siyasetinde uzun süre askeri vesayet devam edeceği öngörülebilir. Ordu teknokratlardan ve eski rejim yanlılarından 
oluşan bir geçiş hükümeti kurarak, kendi konumunu pekiştirmeyi planlamaktadır. Bu anlamda önce yasal düzenlemelerle kendi yerini sağlamlaştıracak, ardından da kurumsal mekanizmalarla konumunu güçlendirmeyi deneyecektir. Böyle yaparak da siyasal alana müdahalenin kapısını açık tutup, siyasetçilerin manevra alanını mümkün olduğunca daraltmayı hedeflemektedir. Böyle bir gidişatın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği Mursi taraftarlarının ordunun darbe kararına yönelik kararı karşısında vereceği tepki belirleyici olacaktır. Öyle ya da böyle Mısır’ın demokratikleşme 
serüvenini zorlu ve uzun bir süreç beklemektedir. 


Darbe süreci göstermiştir ki Mısır siyasetindeki seküler ve liberal aktörler ve eski rejim kalıntıları ile Washington ve Tel-Aviv gibi uluslararası aktörler sosyal tabanı geniş hareketlerin siyaset sahnesinde meşru bir biçimde yer alabilmesini bir süre daha engellemek istiyorlar. Her ne kadar söylem düzeyinde bunu inkar etseler de başlı başına darbenin planlı bir şekilde uygulamaya geçirilmesi bile bunun bir göstergesidir. İhvan ve Selefi hareket de buna karşı uzun vadeli planlar yaparak, toplumun daha geniş kesimlerinin güvenini ve olurunu kazanmak suretiyle bu iktidar mücadelesinden başarılı çıkmanın yollarını arayacaktır. Ancak darbe sonrası iktidara gelen aktörlerin planı yoğun baskı politikaları güderek 
İslami hareketlerin siyasal süreçlerden daha uzun süreli dışlanması gibi bir amaçları varsa, bu durumda başka çaresi kalmayan bu hareketlerin silahlı mücadele yoluna girmeyi düşünmesi de muhtemeldir. Ancak kesin olan bir husus var ki, bu da bölgede artık her ne pahasına olursa olsun eski siyasal sistemlerin ve bölge üzerinde yürütülen uluslararası politikaların hiç bir şekilde yürütülemeyeceğidir. Çünkü bu değişim dalgası kendi siyasal gelişimini de sürdürecektir. Bugün dünyada militarist yönetimlerin modası geçtiği düşünüldüğünde Mısır’daki darbeci zihniyetin de çok geçmeden demokratik idealler tarafından mahkum edilebileceği öngörülebilir. 

DİPNOTLAR 

1 Emad Mekay, “Exclusive: US Bankrolled Anti-Morsi Activists”, Al Jazeera, 10 July 2013. 
2 İsmail Numan Telci, “Devrim Sancısı: Mısır’da Siyasal ve Ekonomik Kriz”, Ortadoğu Analiz, Temmuz 2013, Cilt:5, Sayı:55, s.49-57 
3 Ahmet Uysal, “Mısır’da Neden Başa Dönüldü ve Çözüm Ne?”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 5 Temmuz 2013. 
4 “Mısır’daki Meydanlarda “Baltacı” Şiddeti”, Anadolu Ajansı, 3 Temmuz 2013; “Mısır’da “Baltacı”lar Yine Devrede mi?, BBC, 16 July 2013. 
5 “Qatar’s Emir Leaves $2 Billion ‘Deposit’ to Egypt After Meeting President Morsi”, Ahram Online, 11 August 2012; 
Dina Ezzat, “Getting Closer to Qatar”, Al Ahram Weekly, 9 January 2013; Nevine El-Aref, “Egypt won’t Rent Pyramids 
to Foreign Firms, Says Antiquities Ministry”, Ahram Online, 27 February 2013; “Suez Canal Revenues Reach $398.5 Million”, Daily News Egypt, 21 April 2013. 
6 Ben Hubbard and David D. Kirkpatrick, “Sudden Improvements in Egypt Suggest a Campaign to Undermine 
Morsi”, New York Times, 10 July 2013. 
7 Alastair Beach, “A Joke Too Far - Top Satirist Bassem Youssef Arrested Over Insults to President Morsi”, 
Independent, 31 March 2013; Patrick Burke, “Egyptian Comedian Likens Muslim Brotherhood to the 
Nazis”, CBC News, 15 April 2013; Abeer Heider and Zenobia Azeem, “Why Bassem Youssef Can Make 
Egyptians Uncomfortable”, Al-Monitor, 19 May 2013. 
8 “Egypt Crisis: Mass Protests Over Morsi Grip Cities”, BBC, 1 July 2013; Muhammad Al-Khouli, “Millions Take to 
the Streets: Leave, Mursi”, Al-Akhbar, 1 July 2013; “Anti-Morsi Protests Planned for Sunday”, Ahram Online, 7 July 2013. 
9 Nebi Miş ve İsmail Numan Telci, “Devrime Darbe: Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi”, Star, 6 Temmuz 2013. 
10 Bu müdahalenin darbe olarak isimlendirilmesi tartışmaları bağlamında şu makale faydalı olacaktır: Khalil Al-Anani, 
“The Fall of Democracy in Egypt”, Ahram Online, 13 July 2013. 
11 Omar Ashour, “Egypt’s New Revolution Puts Democracy in Danger”, Guardian, 7 July 2013. 
12 İsmail Numan Telci, “Devrim Sonrası Mısır’da Güç Mücadelesi: “İslamcı İktidar vs. Seküler Muhalefet”, Ortadoğu Analiz, Ocak 2013, Cilt:5, Sayı:49, s.79-89. 
13 “At Least 35 Injured in Clashes at Brotherhood’s Cairo Headquarters”, Ahram Online, 1 July 2013; Patrick Kingsley, 
“Egypt Faces More Bloodshed as Muslim Brotherhood Offices Torched”, Guardian, 1 July 2013; “Muslim Brotherhood 
Vows Action After Cairo Headquarters Attacked”, Al Arabiya, 1 July 2013. 
14 Tariq Ramadan, “Egypt: Coup D’etat, Act II”, www.tariqramadan.com, 9 July 2013, 
15 Ian Black and Patrick Kingsley, “Muslim Brotherhood Decries Killing of Morsi Supporters in Cairo ‘Massacre’”, 
Guardian, 8 July 2013; Kim Sengupta and Alistair Beach, “Cairo Massacre Eyewitness Report: At Least 51 Dead 
and More Than 440 Injured as Army Hits Back at Muslim Brotherhood Supporters”, Independent, 9 July 2013. 
16 “Why the U.S. doesn’t Call Egypt Military’s Ouster of Morsi a Coup”, Reuters, 4 July 2013; Andrew Reitann, “EU Reaction 
to Egypt Coup: ‘Awkward. Disturbing’”, EU Observer, 4 July 2013; Elise Labott, “U.S. Avoids Calling Egypt’s 
Uprising a Coup”, CNN, 8 July 2013; Shari Ryness, “EU Leaders Express ‘Deep Concern’ About Military Intervention 
in Egypt, as Turkey Protests at Western Silence Over ‘Coup’”, European Jewish Press, 17 July 2013. 
17 Burhanettin Duran, “Mısır’daki Darbe ve İlk Günahın Yükü”, Star, 13 Temmuz 2013. 
18 Nuh Yılmaz, “Mısır’a Değil Bölgesel Düzene Darbe”, Star, 13 Temmuz 2013. 

***




26 Şubat 2017 Pazar

DİN VE DEVLET İLİŞKİLERİNDE ÜRDÜN ÖRNEĞİ



 DİN VE DEVLET İLİŞKİLERİNDE ÜRDÜN ÖRNEĞİ 


Baransel Mızrak 

Özet 

Ürdün Krallığı nın diğer Ortadoğu ülkelerine nazaran dinî gruplarla göreceli olarak ilginç bir ilişkisinin olduğunu söylemek mümkündür. Haşimi Krallığı ve dinî gruplar arasındaki münasebetler her zaman daha sakin bir hüviyete sahip olmuş ve birçok Ortadoğu ülkesinde müzmin bir sorun haline dönüşen çatışmacı ilişki, Ürdün yönetimi ve dinî gruplar arasında pek görülmemiştir. Din ve devlet ilişkileri bağlamında Ürdün de göze çarpan en önemli hareket Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketidir. 

Özellikle bir zamanlar İhvan la Ürdün ün iyi olan ilişkilerinin son dönemlerde neden kötüleşmeye yüz tuttuğunu ise incelemek gerekmektedir. İhvan ın yanında bazı Selefi gruplar da Ürdün deki devlet-din ilişkileri bağlamında bahsedilmesi ve ele alınması gereken önemli topluluklardandır. Ürdün deki gruplardan birçok açıdan ayrılan Selefiler, şüphesiz ülkedeki faal durumlarıyla da incelenmesi zaruri olan gruplardandır. Anahtar Kelimeler: Ortadoğu, Ürdün, Haşimi Krallığı, Müslüman Kardeşler, İhvan, Selefi Gruplar 

    Toplumsal Olarak Ürdün ve Din Devlet İlişkilerine Genel Bir Bakış Ürdün, bilindiği gibi sınırları Avrupa devletlerince çizilen ve komşuları ile doğal korunaklı çizgilere/ yapılara sahip olmayan bir ülkedir. Topraklarının büyük bir bölümü çöllerden müteşekkildir ve ekonomik olarak zayıf bir ülkedir. Ürdün de iki önemli topluluk yaşamaktadır. Bunlar Filistinliler ve Doğu Şeria da yaşamlarını sürdüren Ürdünlülerdir. Filistinlilerin nüfusu Ürdünlülerin nüfusunun yarısından fazladır ve Ürdün yönetimi Filistinlilere vatandaşlık hakkı tanımıştır. Ancak etnik köken, dil ve din açısından ortak bir yapıda olsalar da Filistinlilerin Ürdün de ayrımcı bir muameleye tabi tutulduğu herkesin malumudur. Yani Filistinliler devlet kademelerinde Ürdünlülerin sahip olduğu haklardan istifade edememekte ve yüksek pozisyonlara atamaları yapılmamaktadır. Ürdünlüler daha çok resmî kurumlarda, yönetimde, kamuya ait sanayi kuruluşlarında ve askeriyede görevler üstlenirken, Filistinlilerin ise genellikle özel sektörde faal oldukları bilinmektedir. Bu uygulamanın Filistinlilerin Ürdün e fazla entegre olarak Filistin ile bağlarının kopmasını engellemek için yapıldığı yorumları da bulunmaktadır. 1 Ürdün ün resmî dini İslam dır. Ülkede ne kadar Müslüman veya Hristiyan olduğu konusunda kesin rakamlar bulunmamaktadır. Ancak nüfusun yaklaşık olarak %92 sinin Sünni Müslüman, %6 sının da Hristiyan olduğu belirtilmektedir. Bunların yanında nüfusun %2 sinden fazlasının da Şii, Dürzi ve Bahai olduğu tahmin edilmektedir. 2 

Ülkede, kamu düzeni ve ahlakını bozmadıkça diğer din mensuplarına da dinî özgürlüklerini yaşama hakkı verilmektedir. Anayasada kralın Müslüman olması, hükümetin de İslam hukukuna uygun hareket etmesi gerektiği belirtilmektedir. Belirlenmiş bu kurallara karşın ülkede hükümetin bazı uygulamalarının din özgürlüğünü engellediği yönünde iddialar söz konusudur. Buna örnek olarak da Müslümanların Hristiyanlığa geçişlerinin yasaklanmış olması gösterilmektedir. Ancak Ürdün de Müslümanlar ile Hristiyanlar huzur içinde yaşamakta ve çoğu kez birlikte hareket etmektedir. 3 

ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından 2014 yılında yayımlanan Uluslararası Din Özgürlüğü Raporu nda Ürdün de Müslüman ve Hristiyanların barış içerisinde yaşadıkları ancak resmî olarak tanınmayan dinlerin inanç sahipleri ile Müslümanlıktan diğer dinlere geçen insanların toplum ve devlet tarafından baskıya ve psikolojik şiddete uğradığı iddia edilmektedir. 4 Ürdün hükümeti ülkedeki Hristiyanların dinî inançlarını özgürce yaşadıklarını ifade etmektedir. Gerçekten de Ürdün deki Hristiyanlar yargı, yasama ve yürütme erkleri yanı sıra emniyette, orduda ve burada sayamadığımız başka birçok kurumda Müslümanlarla yan yana rahatlıkla çalışabilmekte; üniversitelerde iyi pozisyonlara gelebilmektedirler. Dürzilik ve Bahailik Ürdün de din olarak tanınmamakla birlikte nüfus olarak küçük bir grubu oluşturan bu kişilerin de dinî inançlarını yaşamasına karışılmamaktadır. Bu bağlamda Dürzilerin devlet kademelerinde ayrımcılığa maruz kalmakla birlikte toplumsal alanda ayrımcılıkla ilgili bir şikâyetlerinin olmadığı ifade edilmektedir. Bahailik inancına sahip olanların ise hem devlet hem de toplum tarafından rahatsız edici bir biçimde ayrımcılığa maruz kaldıkları söylenmektedir. Örneğin bu iki inanç mensuplarına verilen kimlik kartlarında dinî inanç kısmının boş bırakılmasının bu kişilerde rahatsızlığa neden olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, Dürzi ve Bahai inancına sahip insanlara ait mahkemelerin olmadığı, bu yüzden de ailevi konular ve aile meseleleri ile ilgili kararların alınamadığı, bu tür davaların şeriat mahkemelerinde görüldüğü ifade edilmektedir. Bunun yanında bu inanç sahipleri Müslüman dinî liderlerin kendileri hakkındaki bazı söylemlerinden de büyük rahatsızlık duyduklarını, bu tür söylemlerin toplumsal hayatta kendilerine genel olarak tehdit veya hakaret olarak döndüğünü belirtmektedirler. Farklı din mensupları arasındaki evlilikler ne devletçe ne de toplumca hoş görülmekte ve onaylanmaktadır. Bu çiftler yaşadıkları baskı dolayısıyla yurt dışına göç etmektedir. 

Öte yandan Ürdün de, ateistler ve resmî olarak tanınmayan dinler haricinde, tüm din mensuplarının kendi mahkemeleri bulunmakta ve davaları bu mahkemelerde görülmektedir. Ayrıca Müslümanlar ve diğer inanç sahiplerinin dâhil olduğu davalara da şeriat mahkemeleri bakabilmektedir. 5 Camilerin yönetiminde söz sahibi olan devlet, kendisine karşı meydana gelebilecek muhalif hareketleri de bu sayede engelleyebilmektedir. Örneğin Mısır da camiler daha özerk bir yapıda hareket ederken Ürdün de tamamen devlet kontrolündedir. Vaiz, imam ve tüm din çalışanlarının memuriyete alınma süreçleri, tayinleri ve cuma hutbeleri, devletin kontrol ve denetimi altındadır. Bu önlemler şüphesiz din hizmetlerinde devletin etkin yönetimini ve bu gruplar arasında yönetime karşı oluşabilecek tehlikeleri bertaraf etme amacını taşımaktadır. 6 Ürdün ve Müslüman Kardeşlerin (İhvan) Altın Çağı Ürdün de devlet ve İhvan arasındaki ilişkiler çoğunlukla çatışmadan uzak bir seyir izlemiştir. 

Kral I. Abdullah ın 1945 yılında İhvan ın ofisinin açılışına katıldığı ve kendilerini tebrik ettiği bilinmektedir. Suriye ve Mısır daki durumun aksine Ürdün, şiddeti savunmayan bu tür barışçı grupları destekleyen vatandaşlarına izin vermiştir. Bölgedeki diğer İslami grupların aksine İhvan ın askerî bir kanadı yoktur ve Ürdün rejimine karşı olan şiddet hareketlerine de hiçbir zaman destek vermemiştir. Hatta 1970 lerde Filistin Kurtuluş Örgütü ve Haşimi Krallığı arasında vuku bulan ve Kara Eylül olarak anılan olayda dahi Filistinlilere karşı alınan sert önlemlerde İhvan, Ürdün rejiminin yanında durmuş ve rejimin devrilmesi için oluşturulan militan örgütlere katılım sağlamamıştır yıllarında İhvan ve devlet arasında çok sağlıklı ve karşılıklı çıkar temelinde kurulmuş bir ilişki görülmektedir. 

Hatta rejim, İhvan ın güvenilir bir müttefik olduğunu ve diğer gruplar gibi ülkenin güvenliği ve istikrarını zedeleyecek bir girişim içinde olmadığını açıklamıştır Arap-İsrail Savaşı Ürdün İhvanı için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu tarihten sonra İhvan ın siyasete katılma konusundaki eğiliminin arttığı, ayrıca Yahudi güçlerine karşı gönüllü birlikler oluşturarak mücadele ettiği gözlenmiştir. Mısır da 1952 Temmuz Devrimi sonrasında milliyetçi ve sol hareketlerin güç kazanmasının etkileri bir yıl sonra, 1953 yılında, Ürdün İhvan hareketini de yeni bir dönemece getirmiştir. Ürdün İhvanı bu süreçte farklı bir yapılanmaya gitmiş ve Mısır daki İhvan örneğini takip etmiştir. Ürdün İhvanı bu dönemde siyasal, ekonomik ve kültürel hayatta daha aktif bir şekilde yer alma kararı almıştır. Bu yeni anlayışa uygun olarak da Ürdün hükümetine başvurarak sadece hayırsever bir kuruluşu olarak değil aynı zamanda Genel İslami Meclisi olarak da kayıt başvurusunda bulunmuştur. 

İhvan ın bu talebi Ürdün hükümeti tarafından kabul edilmiştir. Önceki dönemlere nazaran siyasi hayatta daha aktif bir çizgi izlemeye başlayan İhvan, 1956 yılında parlamento seçimlerine katılmış ve ilk kez bir hareket olarak parlamentoda dört koltuk kazanmıştır. Bu dönemde rejim ve İhvan arasındaki ilişkiler iyi olmasına rağmen, bazı çevreler İhvan ın rejime karşı tehdit oluşturduğu değerlendirmelerinde bulunmuştur. Çünkü İhvan ideolojisi bir yandan tümüyle Batı ya karşı çıkarken bir yandan da şeriatı devletin tek meşru yasal dayanağı olarak kabul etmektedir. Gerçekten de İhvan, rejimi İslami değerler sisteminden ve ahlaki değerlerden uzaklaşmakla itham etmekten çekinmemiş ve Britanya ile olan özel ilişkileri şiddetle eleştirmiştir. Bunun yanında 1955 Bağdat Paktı nı ve Ürdün ün bu pakta katılma ihtimalini de onaylamayarak eleştirel bir tutum sergilemiş, Britanya nın bıraktığı boşluğu ABD nin doldurma çabası olarak gördüğü Eisenhower projesine de karşı çıkmıştır. Tüm bunlara rağmen İhvan ile rejimin ilişkileri karşılıklı çıkar temelinde ilerlemiş ve 1950 ler ve 1960 larda olduğu gibi İhvan, zor zamanlarında hep rejimin yanında olmuştur. Buna mukabil, Mısır başta olmak üzere diğer Arap rejimlerinde baskı ve şiddete uğradığı dönemlerde Ürdün deki rejim de İhvan için önemli bir sığınma merkezi olmuştur. Burada bilhassa belirtmek gerekir ki İhvan, diğer partiler gibi bu dönemde siyaseten yasaklı olmayışından istifade ederek kazanım sağlamaya çalışmamış, çabalarını daha çok sosyal hayattaki etkisini geliştirmek ve çalışmalarını hayır işleri yapmak üzerine inşa etmiştir Arap-İsrail Savaşı nda da Cihat adlı birlikler kurarak işgalci İsrail güçlerine karşı büyük bir askerî direniş sergilemiştir. 

Ancak cihat deneyimi Filistinli direniş güçlerinin ülkeden çekilmesi ile sona ermiştir. Hareket, çabalarını yine öğrenci birlikleri, İslami hastaneler ve okullar inşa ederek sürdürmeye çalışmıştır yılında Ürdün de yaşanan büyük ekonomik buhran sırasında geniş çaplı sokak gösterileri olmuş ve Kral Hüseyin bu krizi parlamentoyu revize etme ve sivil reformlar yapma sözüyle yatıştırabilmiştir. İhvan kriz esnasında sokak gösterilerine katılım sağlamasa da mevcut ortam kendi siyasi gündemini ortaya koyma fırsatı vermiştir yılına gelindiğinde ise İhvan ın bir kolu olan Hamas ortaya çıkmıştır. 


Yukarıda da belirtildiği gibi Ürdün İhvanı ideolojik temelini ve organizasyon yapısını Mısır daki muadilinden almış ve Hasan el-benna nın öğretileri etrafında toplanmıştır. Seyyid el-kutub ise harekette birçok değişiklik ve düzenleme yapmak istemiş Allah ın hükümeti, 8 Cihat ve İslam ın Devrimci Karakteri gibi temalar üzerinden görüşlerini şekillendirmiştir. 9 Ancak hareket içerisinde iki farklı grup ortaya çıkmış ve el-benna taraftarı olan reformistlerle Kutub taraftarı olan radikaller arasında tartışmalar baş göstermiştir. Mısır daki bu tartışmalara tepkisiz kalmayan Ürdün İhvan ı da göreceli olarak rahat koşullarda olmasına rağmen bu tartışmalarda taraf olmuştur. 10 Ürdün de İhvan-devlet ilişkisi, Mısır daki İhvandevlet ilişkisinin aksine çok daha yakın olmuştur. Ürdün de İhvan ve devlet ortak çıkar alanı bulmuş ve Arap milliyetçiliği ve radikal İslam gibi tehditlere karşı Haşimi Krallığı ile birlikte hareket etmiştir. Bazı yazarlar ılımlı İslamcıların demokratik bir tutum sergileyerek daha fazla özgürlük kazandığını ve bunun onları baskıdan kurtardığını yazmıştır. 

Öte yandan bu durumun rejimin çıkarlarına aykırı olduğunu söyleyenler de olmuştur. Haşimi Krallığı ile İsrail arasındaki yakınlaşmadan sonra, devletin İhvan ile ilişkilerini yakın tutarak bu duruma sert tepki verebilecek diğer İslami grupların etkilerini hafifletmek istemiş olabileceğini savunlar da vardır. Ürdün de mevcut İslami hareketler arasında bir bütünlüğün olmadığı öteden beri bilinmektedir. Özellikle Filistin meselesinde bu ayrılık daha da fazla açığa çıkmaktadır. İhvan, benimsediği demokratik tutum sayesinde siyaset alanında geniş çaplı bir muhalefet etme imkânı bulmuştur. Bugün gelinen noktada İhvan ın siyasi olarak etkisinin azaltılmasının bu grubun radikalleşmesine yol açabileceğini söyleyenler de az değildir. 11 Bu konuda Wiktorowicz, Ürdün İhvanı nın monarşi içerisinde sadık muhalif pozisyonunu koruyarak gücünü artırdığını ve Haşimi Krallığı nın da muhalefeti yönlendirmede ve kendisine fazlaca eleştirel bir tutum takınan muhalif grupları marjinalleştirmede İhvan ı önemli bir araç olarak kullandığını ifade etmiştir. 

Bu sayede İhvan ın amaç ve organizasyonlarına katkı sağlayan yönetim, bunun karşılığında Haşimi Krallığı na karşı vuku bulacak karşı muhalefeti engelleyebilmek için İhvan desteğini elde etmiştir. 12 Haşimi Krallığı ile Ürdün İhvanı nın Bozulmaya Başlayan İlişkileri ve Bunun Olası Etkileri Haşimi Krallığı ve İhvan arasındaki ilişkilerin tamamen gerginleşmesi, Müslüman Kardeşlerin bir mensubu olan Mısır Devlet Başkanı Mursi nin darbe ile iktidardan düşürülmesi sonrasında Ürdün de de yönetimin İslamcılara karşı baskısını artmasıyla başlamıştır. Kral Abdullah, İslami hareketlere karşı olan antipatisi bir yana, İhvan a karşı yükselen genel baskıcı akıma ayak uydurmuştur. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen Haşimi Kralı, bu sayede ülkesindeki muhalefetin önemli bir ayağını oluşturan İhvan ı dize getirmek istemiştir. Bunun yanında Amman ın son dönemde ortaya çıkan yeni İhvan ile kendisine yakın eski İhvan ayrımını suistimal ederek bundan bir kazanım sağlama çabasında olduğu da dile getirilen görüşlerdendir. 13 Ancak İhvan a karşı bu kadar sert bir tutum içine girmiş olmasının Haşimi Kralı nı sıkıntıya sokması da ihtimaller arasındadır. Çünkü The New York Times ın bir haberine göre 6 milyonluk nüfusun yaklaşık %25-30 u İhvan ı desteklemektedir. İhvan, yönetimde Kral ın atadığı başbakanı değil halk tarafından seçilmiş bir başbakanı görmeyi arzu etmektedir. Bu arada 1989 yılında gayet şeffaf bir şekilde yönetildiği ifade 4

5 edilen parlamento seçimlerinde İhvan ın büyük bir başarı sağlayarak neredeyse parlamentodaki koltukların üçte birini kazandığını da belirtmek gerekmektedir. Bu tablonun ortaya çıkmasından sonra hükümet, seçim yasasını değiştirerek İslamcıların siyasi gücünü azaltacak önlemler almaya başlamıştır. Aradan geçen sürede İhvan bu duruma tepki olarak 2010 ve 2013 seçimlerini boykot etmiştir. İhvan ın faaliyetlerini engellemenin bu grubu daha da hırçınlaştırabileceği ve radikalizmi artırabileceği yönündeki endişeler ise bu süreçteki bir diğer risk unsurudur. 

Bilhassa DAEŞ ile mücadelede başka bir İslami grubun -ki bu grup toplumun önemli bir kesimi tarafından destekleniyorsa- ötekileştirilmesi, yeni bir radikal grubun ortaya çıkmasına ve Ürdün devletinin başına bela olmasına sebebiyet verebilir. 14 Keza hükümet yetkilileri yaklaşık Ürdünlünün DAEŞ saflarında savaştığını ve bu kişilerin geri dönerek Ürdün de saldırılar düzenlemesinden büyük endişe duyulduğunu ifade etmektedir. Bu arada yapılan başka bir araştırmaya göre Ürdün nüfusunun %10 u DAEŞ terör örgütüne olumlu bakmaktadır. 15 Dolayısıyla böyle bir risk varken kendi varlığına büyük bir tehdit oluşturmayan ve yeri geldiğinde Haşimi Krallığı ile birlikte hareket edebilen İhvan ın ötekileştirilmesi ve dışlanması pek de akıllıca görünmemektedir. Bunun yanında Ürdün ün İhvan a karşı takınacağı sert tavrın uluslararası alanda da çeşitli yansımaları olabilecektir. Böylesi bir durumda Ürdün ün de Mısır gibi insan hakları örgütlerinin yakın markajına girmesi ve baskıya uğraması ihtimal dâhilindedir. Yukarıda da ifade edildiği gibi İhvan, Haşimi Krallığı na bir tehdit oluşturmamaktadır. Zira genç işsizlik oranının %28 in üstüne çıktığı, misafir ettiği büyük bir Suriyeli mülteci nüfusun getirdiği zorluklar ve büyük dış borç yükü altındaki Ürdün de, öncelikli gündem maddesi İhvan değil ekonomi olmalıdır. Ancak ne var ki tüm bu risklere rağmen Ürdün rejimi İhvan ı tehdit olarak görmekte ve ona karşı baskıcı politikalarından vazgeçmemektedir. 16 Ürdün deki Selefi Hareket Selefi hareket, diğer grupların aksine mantıki tartışma ve akıl yürütme metodunu tercih etmemekte ve akidenin esaslarının sadece Kur an ve sünnetten hareketle tayin ve tespit edilebileceğini savunmaktadır. Yani inanç esaslarının kaynağı naslar olmalı ve bunların delilleri de oradan çıkarılmalıdır. Bundan ötürü Selefiler Kur an ve sünnette yani nasta Allah ın sıfatları ve fiilleri ile alakalı hususları, mecazi anlamlarına bakmadan olduğu haliyle benimserler. 17 Günümüzde Selefilik, İhvan da görüldüğü gibi fikir ve eylem açısından homojen bir yapıda değildir. 

Bu nedenle kendi aralarında belli kriterler doğrultusunda tasnifinin yapılması zor görünmektedir. Esasen bakıldığında savundukları inanç ilkeleri ve kültürel atmosferin benzerlikler barındırdığı, ancak sosyal ve siyasal alanda bazı farklılıkları bulunduğu görülmektedir. Selefi akımları dört ana kategoride değerlendirmek mümkündür. 1. İlim ve daveti düstur edinmiş olanlar. Bu grup, insanları kendi ilkeleri doğrultusunda hareket etmeye davet eder ve dinî eğitim verir. Ayrıca her türlü siyasi katılıma da uzak durur. Akaid 18 üzerine yoğunlaşan Selefiler, akaid esaslarını bidat ve hurafelerden arındırır ve Mutezile, Haricilik ve Şiilik gibi inançları sapkın olarak kabul ederler. Tasavvufi akımlara karşı da mesafeli duran Selefiliğin bu kolu Suudi Arabistan bölgesinde yaygın olup Abdulaziz b. Baz ile Nasıruddin el-bani gibi isimlerin fikirleri etrafında vücut bulmuştur. 2. Siyasete ve siyasi partilere uzak duranlar. Bu Selefiler, yöneticilere itaat etmeyi kendilerine ilke edinmiştir. 

Ancak siyasete karşı sert ve uzak duruşlarının yanında, iktidara talip olan İslamcılara karşı iktidar ile saf tutarlar. Daha çok Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde varlık gösteren bu grubun etkisi Arap devrimleriyle azalmaya başlamıştır. 3. Bu Selefi grup daha çok cihatçı olarak anılmakta ve Arap dünyasındaki rejimleri alaşağı etmek için şiddet eylemlerine başvurmaktadır. Günümüzde bu Selefi grupları İslam dünyasındaki birçok eylemden sorumlu tutulmaktadır. 4. Daha ıslahatçı bir duruş sergileyenler. 

Bu gruptakiler sosyal ve siyasal meselelere daha yakın ve ılımlı bir yaklaşım sergilemekte ve Selefi 5

6 inanç ve ilkelerinin hayatın her alanında aktif bir biçimde savunulması gerektiğini düşünmektedirler. Bilhassa toplumsal ve siyasal değişimin tedrici ve barışçı bir biçimde olması gerektiğine inanırlar. Bu Selefi grubu Arap devrimleri öncesinde çok aktif olmamakla birlikte devrimler sonrasında birçok Arap ülkesinde siyasi partilere aktif bir biçimde katılmıştır. 19 Günümüzde Ürdün deki Selefi hareketin de yükseldiği görülmektedir. Bugün ülkenin hemen hemen bütün şehrinde Selefilere ait kitapçılar, derslikler ve faaliyetlerde artışlar gözlenmektedir. Ürdün deki Selefiler de İslamiyet in özünden gelen uygulamalara tabii olduklarını, doğrudan Peygamber in değiştirilmemiş uygulamalarını benimsediklerini ifade etmektedirler. Onların düşüncesine göre hayatın tüm alanı Kur an, sünnet ve hadisler etrafında şekillendirilmelidir. Ürdün deki Selefiler diğer İslami grupların aksine daha informal ağlarla hareket etmekte ve amaçlarına ulaşmada bu yöntemi kullanmaktadırlar. Selefilerin İhvan a karşı yaklaşımlarının nasıl olduğu ise herkes tarafından bilinmektedir. İhvan Selefilere nazaran Ürdün de akademik, sosyal ve siyasal alanda daha aktif bir profil sergilemektedir. Selefilerin artan etkinliğine rağmen İslam dünyasında öne çıkan ve birçok araştırmaya konu olan yapı İhvan dır. Ancak Selefilerin Ürdün de ulemada baskın bir rol oynadığını da belirtmek gerekmektedir. İslami öğretilerin toplumda yayılmasında talebeler ve İslam âlimleri önemli rol oynamakta, bu sayede birçok ağ kurularak İhvan ve diğer İslami grupların aksine propaganda yapılmaktadır. Selefiler kurdukları çalışma grupları, evlerde yaptıkları özel dersler ve diğer dinî aktivitelerle kendi düşüncelerinin yayılması için çalışmaktadır. İhvan ve diğer gruplar faaliyetlerini resmî yapılar üzerinden yürütürken Selefiler daha çok kişisel bağlarla kurdukları resmî olmayan yöntemlerle kendilerini anlatmaktadırlar. Bu durumun rejime tehdit oluşturup oluşturmadığı bir yana, bunlar sadece Ürdün de değil kurdukları sosyal bağlarla tüm Ortadoğu da birçok toplumu şekillendirmektedir. Selefilerin, kurdukları bu gayriresmî bağlarla, Ürdün yönetiminin baskı ve denetimlerini savuşturabilecekleri ve aktivizmlerini büyük ölçüde koruyabilecekleri düşünülmektedir. Ancak Ürdün, bu grupların oluşturabileceği tehdidi dikkate alarak Selefilerin faaliyetlerini olabildiğince engellemeye çalışmaktadır. 20 Ürdün deki Selefi grupların sayısı 1970 lerde Mısır, Lübnan ve Suriye gibi ülkelerde eğitim almaya giden Ürdünlülerin geri dönüşü ile birlikte gözle görülür bir biçimde artış göstermiştir da genç talebeler arasında hızla yayılan Selefilik hareketi Ürdün de önemli bir güç elde etmiştir. 

Özellikle Suriye de eğitim gördükten sonra Ürdün e dönen Muhammed Nasır el-din el-bani nin öğretileri bu hareketin gelişmesi ve yayılmasında oldukça etkili olmuştur yılında Afganistan savaşından dönen Selefi gruplar da Ürdün deki siyasi sisteme ve rejime karşı sert ve şiddet eğilimi yüksek bir yaklaşım içerisinde olmuşlardır. Bu gruplar savaşa katılarak sadece savaş deneyimi elde etmemiş, aynı zamanda Selefi düşüncesini de yayma fırsatı bulmuştur. Kendilerini cihatçı olarak niteleyen bu gruplar yeraltında örgütlenerek rejime karşı mücadele başlatmıştır. Ayrıca, Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan ın yabancı askerleri ülkesine kabul etmesi, Selefilerin büyük tepkisini çekmiş, Selefiler bu dönemde çok sayıda eylem gerçekleştirmiştir. Ürdünlü birçok yetkiliye suikast düzenlenmiş, Batı etkisini barındıran her şey Selefiler tarafından hedef alınmıştır. Arap dünyasında pek çok kişiyi etkileyen bu gruplar, peş peşe eylemler gerçekleştirmiştir. 21 Selefi gruplar içerisinde İbn-i Teymiye nin öğretileri etrafında toplanan cihatçı bir grup bulunmaktadır. Bu gruba göre İslami olmayan politikalar güden kâfir yöneticilere karşı cihat ilan edilmesi gerekmektedir. Bu düşünceye sahip Ürdünlü cihatçı gruplar da liberal politikaları ve İsrail ile barışı desteklemesinden ötürü Haşimi Krallığı nı inançsız ve kâfir olarak nitelendirmektedir. Bu bağlamda İslamiyet e uygun davranışlarda bulunmadığını ilan ettikleri Kral Hüseyin ve Haşimilere karşı şiddete başvurmak ve cihat etmek gerektiğini savunmaktadırlar. Öte yandan bu düşüncedeki Selefilere rağmen şiddete başvurmayan reformist Selefi guruplar, harekette daha etkin bir durumdadır. Ancak son dönemde cihatçı Selefilerin popülaritelerinin arttığı gözlenmektedir. Özellikle Ürdün de cihatçı yayınların 1990 lar boyunca yaygınlaştığı dikkat çekmekte- 6

7 dir. Ürdün de bu yayınları dağıtan birçok Selefi, terörizm şüphesiyle tutuklanmıştır. Selefi militan gruplara katılım az olsa da cihatçı kişilerin sayısının artan bir seyir izlediği belirtilmektedir. Bu arada birçok Selefi grup İhvan ı örnek vererek rejim ile bağ kuran ve rejimle beraber bir siyasete dâhil olan yapıların o sistemin kölesi olduğunu, hiçbir zaman İslamiyet e hizmet edemeyeceklerini ve zamanla zayıflamaya mahkûm olduklarını belirtilmektedir. Özellikle cihatçı perspektife sahip Selefiler kendilerini sistemden tamamen soyutlamaktadır. Bilhassa 1989 yılı itibarıyla başlayan Ürdün demokratikleşmesinde dahi -İhvan ın aksine- Selefi gruplar resmî yapılar kurmaya sıcak bakmamışlardır. 22 Selefi grup üyesi birçok kişi rejim tarafından tutuklanmış, bu gruplara üye olanlar istihbarat servislerince sindirilmiştir. Bu uygulamalar sonuncunda Selefi gruplara üye pek çok kişinin bu yapılardan ayrılması sağlanmış, bu gruplara yeni katılımların önü bu şekilde alınmaya çalışılmıştır. Selefiliğin toplumda yayılmasında öğretmen-öğrenci ilişkisinin önemli rol oynadığının da ayrıca belirtilmesi gerekmektedir. Bu ikili ilişkiler hareketin yükselmesinde katalizör işlevi görmüş, Selefiler ideolojilerini ve öğretilerini bu yolla yayma imkânı bulmuştur. Her ne kadar ideolojilerinin yayılmasında ve Selefiliğin toplum içerisinde güçlenmesinde önemli bir yol kat etmiş olsalar da bu durum aynı zamanda birtakım yorum farklılıklarına ve kişisel rekabetlere yol açmış ve harekette bazı bölünmeler yaşanmıştır. 

Bugün Selefi düşüncenin yayılması için resmî olmayan yollarla camiler başta olmak üzere birçok yerde seminerler, konferanslar ve yayınlar yapılmaktadır. Bu bağlamda Selefiler, önemli propaganda merkezlerinden biri haline gelen camilerde, imkânları el verdikçe dinî eğitimlerle faaliyetlerine devam etmektedirler. Özellikle Suudi Arabistan ile bağları olan Selefiler, Ürdün dışındaki konferans ve seminerlere de katılım sağlamaktadır. Bu tür organizasyonalar Selefilerin kendi aralarında kurmuş oldukları bağlara uluslararası bir boyut katmaktadır. 23 Sonuç Ürdün, birçok Ortadoğu ülkesinde olduğu gibi, din ve devlet ilişkileri bağlamında münhasır bir yere sahiptir. Ülkenin sosyokültürel ve siyasi hayatında İhvan ve Selefi grupların önemli bir varlığının bulunması, Ürdün ülkesini daha iyi anlamak için bizleri bu grupları ayrıca incelemeye yönlendirmektedir. 

Örneğin günümüze kadar uzanan süreçte İhvan ın Ürdün yönetimi ile kurmuş olduğu yakınlığın yarattığı güç, bugün artık yavaş yavaş Haşimi Krallığı nda rahatsızlığa yol açmaktadır. Gün geçtikçe gerginleşen ilişkiler, özellikle Mısır da kısa süren İhvan yönetiminin darbeyle yıkılmasından sonra baskıya dönüşmüştür. Bu durum, bölgede İhvan a karşı oluşan baskıcı yönelimden Ürdün ün de faydalanmaya çalıştığını düşündürmektedir. Kaldı ki Ürdün İhvanı nın çatışmacı veya şiddet içeren eylemlerde bulunmadığı da herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bu durumda İhvan ın hızlı yükselişine dur demek isteyen yönetimin -hele ki Suriye krizinin yarattığı istikrarsızlık ortamında- aşırı tepki vermesi, bu grup içerisinden de radikal hareketlerin ortaya çıkmasına sebep olabilecek bir tehlikeyi barındırmaktadır. Dolayısıyla hâlihazırdaki siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı daha da derinleştirecek ve ülkenin uğraştığı mülteci ve DAEŞ sorununa yeni bir sorun ekleyecek bu türden yaklaşımlar, Ürdün ü ciddi anlamda zor durumda bırakabilecek özelliktedir. Bu istikrarsızlık ortamında İhvan a karşı kısıtlayıcı inisiyatifler alsa da Ürdün ün kendisini -en azından şu süreçte- İhvan dan soyutlaması pek mantıklı bir seçenek gibi görünmemektedir. Hatta İhvan ile ilişkilerin iyileştirilmesi çok daha iyi bir alternatif olabilir. Ayrıca, Selefi grupların -İhvan dan farklı olarak- kendilerini çok ön planda tutmayışı ve faaliyetlerini genellikle perde arkasından yürütmeye çalışmaları da yönetim açısından önemli bir diğer çıkmazdır. Bu anlamda Selefilerin İhvan dan çok daha katı bir tutuma sahip olmaları ve yönetime karşı yaklaşımlarının da çok olumsuz olması, Haşimi Krallığı açısından oldukça ciddi bir sorundur. Ürdün deki toplumun radikal hareketlere sempatisinin her geçen gün daha da arttığı dikkate alındığında, bu tür toplulukların sayılarının artmaması için yönetimin bir girişimde bulunma olasılığı gayet yüksek görünmektedir. Kısaca, ülkedeki siyasi dengelerin ve tercihlerin İhvan ve Selefiler gibi dinî gruplar üzerinden büyük ölçüde değişkenlik gösterdiğini ve göstermeye devam edeceğini ileriki dönemler için de öngörmek çok zor değildir. 

Son Notlar 
1 Ertan Efegil, Mısır ve Ürdün ün Dış Politikalarını Şekillendiren Unsurlar, Cilt 5, Sayı 51, 2013, s World Directory of Minorities and Indigenous Peoples, Jordan, ( ). 

3 Jordan s Christians and Muslims March Together, The Tablet, 26 Ağustos 2014, news/1107/0/jordan-s-christians-and-muslims-march-together- ( ). 

4 Jordan, U.S. Secretary of State, documents/organization/ pdf ( ). 

5 Mohammed Abu-Nimer, Amal I. Khoury, Emily Welty, Unity in Diversity: Interfaith Dialogue in the Middle East, Washington D.C, United States Institute Of Peace Press, 2007, s Quintan Wiktorowicz, The Management of Islamic Activism: Salafis, the Muslim Brotherhood, and State Power in Jordan, Book Review, by Nader Sohrabi, Albany: State University of New York Press, Aaron Magid, The King and the Islamists-Jordan Cracks Down on the Muslim Brotherhoods, Foreign Affairs, May 3, 2016, jordan/ /king-and-islamist ( ). 

8 Hassan Abu Hanieh, From the perspective of Islamic Movements in Jordan, Friedrich-Ebert-Stiftung, 2008, Ürdün, s Müslüman Kardeşler ve Seyyid Kutup, Timetürk, , ( ). 

10 Hanieh, From the perspective..., s Ralf Hammerstein, Deliberalization in Jordan: The Roles of islamist and U.S.-EU Assistance in Stalled Democratization, Carola Hartmann Miles-Verlag Berlin, 2011, s Wiktorowicz, The Management of..., s Aaron Magid, ( ). 14 King Moves to Widen Outreach in Jordan, New York Times, Feb. 3, 2011, world/middleeast/04jordan.html?_r=3 ( ). 15 How Jordan Got Pulled Into the Fight Against ISIS, TIME, Feb. 26, 2015, ( ). 16 Aaron Magid, ( ). 17 Vecihi Sönmez, Selef Düşüncesinin Tarihi Arkaplanı ve Selefilik, Araşan Sosyal Bilimler Enstitüsü İlmi Dergisi 9-10, Bişkek 2010, s Yüce İslam dininde kesinlikle inanılan, tasdik edilen hususlar, konular ve esaslar manalarına gelmektedir. 19 Ramazan Yıldırım, Cemaatten Partiye Dönüşen Selefilik, SETA Analiz, Aralık 2013, Sayı 73, s Quintan Wiktorowicz, The Salafi Movement in Jordan, International Journal of Middle East Studies, Vol. 32, No. 2, May, 2000, s Wiktorowicz, The Salafi Movement in Jordan, s Wiktorowicz, The Salafi Movement in Jordan, s Wiktorowicz, The Salafi Movement in Jordan, 

 Kaynakça 

Abu-Nimer, Mohammed, Amal I. Khoury, Emily Welty. Unity in Diversity: Interfaith Dialogue in the Middle East, United States Institute Of Peace Press, Washington D.C, Abu Hanieh, Hassan. From the perspective of Islamic Movements in Jordan, Friedrich-Ebert-Stiftung, 2008, Ürdün. Efegil, Ertan. Mısır ve Ürdün ün Dış Politikalarını Şekillendiren Unsurlar, Cilt 5, Sayı 51, Hammerstein, Ralf. Deliberalization in Jordan: The Roles of Islamist and U.S.-EU Assistance in Stalled Democratization, Carola Hartmann Miles-Verlag Berlin, How Jordan Got Pulled Into the Fight Against ISIS, TIME, Feb. 26, Jordan s Christians and Muslims March Together, August 26, 2014, The Tablet. JORDAN, U.S. Secretary of State, documents/organization/ pdf King Moves to Widen Outreach in Jordan, New York Times, Feb. 3, Magid, Aaron. The King and the Islamists-Jordan Cracks Down on the Muslim Brotherhoods, Foreign Affairs, May 3, Müslüman Kardeşler ve Seyyid Kutup, TIMETURK, Magid, Aaron. Sönmez, Vecihi. Selef Düşüncesinin Tarihi Arkaplanı ve Selefilik, Araşan Sosyal Bilimler Enstitüsü İlmi Dergisi 9-10, Bişkek, Wiktorowicz, Quintan. The Salafi Movement in Jordan, International Journal of Middle East Studies, Vol. 32, No: 2, May, The Management of Islamic Activism: Salafis, the Muslim Brother-hood, and State Power in Jordan, Albany: State University of New York Press, The Management of Islamic Activism: Salafis, the Muslim Brotherhood, and State Power in Jordan, Book Review, by Nader Sohrabi, Albany: State University of New York Press, World Directory of Minorities and Indigenous Peoples, Jordan, Yıldırım, Ramazan. Cemaatten Partiye Dönüşen Selefilik, SETA Analiz, Aralık 2013, Sayı 73. 9

http://docplayer.biz.tr/40201796-Din-ve-devlet-iliskilerinde-urdun-ornegi.html