Nuri SALIK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nuri SALIK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2017 Perşembe

ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 12


ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 12


İKTİDARININ OLUŞUMU SURİYE’DE 1970 DARBESİ VE ESED 




Muhammed Hüseyin MERCAN 
Arş. Gör., Erciyes Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü 


Hafız Esed’in kurguladığı siyasi yapıda, inşa ettiği rejimin güvenliği ve sürekliliği esas unsur haline geldi. Anayasa üzerinden şekillendirdiği yeni sistem, Baas Partisi’ni toplumun ve devletin hâkim partisi haline getirirken (8. md) öte yandan da orduya geniş yetkiler tanımakta ve devlet başkanını da devletin tam sahibi haline getirmekteydi. 

1946’da kazanılan bağımsızlıktan Hafız Esed’in iktidarına kadar geçen süreçteki Suriye tarihi bir bakıma darbeler tarihi şeklinde anılabilir. 1949 yılında 
Hüsnü el-Zaim öncülüğünde gerçekleşen askeri darbe, bir yandan modern Orta Doğu tarihinde ordunun siyasete ilk toplu müdahalesi olurken, öte yandan aynı yıl içinde gerçekleşen iki darbeyle de Suriye’deki istikrarsızlık döneminin kapısını araladı. Fransız Manda yönetiminin ardından kısa bir süre demokrasi ya da bir başka deyişle sivil yönetim tecrübesi yaşayan Suriye toplumu, 1949’dan itibaren ordunun siyaseti dizayn ettiği ve devleti tüm kurumlarıyla şekillendirdiği bir ülkeye tanık olmaya başladılar. 

1950’li yılların Suriye’si, siyasi buhranlara tanık olan, anayasal tartışmaların sürekli gündemde ve iktisadi sorunların had safhada olduğu, kısacası istikrarsızlığın istikrar haline geldiği bir yapıya büründü. Ülkenin bu ortamından istifade eden Baas ideolojisine mensup sivil ve askeri kanat 8 Mart 1963 tarihinde gerçekleştirdikleri darbe ile ülke tarihin önemli kırılma noktalarından birine imza attılar. Bu darbe ülkede Baas Partisi ve ideolojisinin hâkimiyetini tesis etme yolunda büyük bir adım olsa da, ülkenin siyasi gerilim ve tartışmaları bu sefer de parti içine tevarüs ederek, darbeyi gerçekleştirenler arasında ayrılıkların baş göstermesine neden oldu. 

Uzun süredir ordu içinde etkin konumlarda yer almaya başlayan Nusayri kökenli öncü isimlerin ordudaki Sünni subayları tasfiyesiyle ordunun iç dinamikleri tamamen değişmeye başladı. Bunun sonucunda ordu içinde güçlenen Nusayri general ve subaylar Salah Cedid, Muhammed Umran ve Hafız Esed öncülüğünde 1966’da gerçekleştirdikleri parti içi darbeyle ülke yönetimine el koydular. Salah Cedid’in iktidarın başında yer aldığı ve Hafız Esed’in Milli Savunma Bakanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı olduğu bu yeni süreçte, iki isim darbe sürecinde birlikte hareket ettikleri Muhammed Umran’ı tasfiye edip, kendi aralarında iktidar çatışması içine girdiler. 

1967 Haziran’ındaki Arap-İsrail savaşında alınan büyük hezimet tüm Arap dünyasında derin bir travmaya sebep olurken, Suriye’de de bu yenilgi Salah 
Cedid iktidarını zayıflatmak arzusundaki Hafız Esed için önemli bir koz oldu. Ülkede iktidarın asıl odağı olması hasebiyle Cedid’in hezimetin birinci dereceden 
sorumlusu olduğu yönünde güçlü bir propaganda yürüten Esed, ordu içinde kendine yakın subayları etkin pozisyonlara yerleştirerek ülke siyasetindeki gücünü önemli ölçüde artırdı. Benzer şekilde Baas Partisi’nin şube yönetimlerini de ordu içindeki mevkiini kullanarak kendine yakın kişilerden oluşturmayı başaran Esed, 13 Kasım 1970 tarihinde parti içi yeni bir darbeyle Salah Cedid’i etkisiz bırakıp, ülke yönetimine el koydu. 

Bağımsızlıktan itibaren iktidarın sürekli el değiştirdiği ülkede, Esed’in öncelikli hedefi kendisi merkezli güçlü bir iktidar yapısı meydana getirmekti. Bu çerçevede iktidarının ilk dönemlerinde toplumsal meşruiyetine halel getirecek adımlardan kaçınan Esed, İsrail karşıtı söylemlerle ve Arap milliyetçiliğini ve 
birliğini yücelten ifadelerle halkı nezdinde itibarını artırmaya çalıştı. Anayasa’ya “Devlet başkanının dini İslam’dır ve İslam hukuku yasamanın ana kaynağıdır” 
(Md. 3) ibaresinin konması ya da “Suriye topraklarının Arap coğrafyasının bir parçası olduğu ve tüm Suriye halkının tam bir Arap birliğinin gerçekleşmesi 
için gayret etmesinin en büyük ödevleri olduğu” (Md. 1) şeklindeki madde, toplum nezdinde elini güçlendirecek hamleler oldu. Ayrıca ülke ekonomisinin can damarı konumundaki Sünni burjuvazi ile herhangi bir çatışma içine girmeden, Baas Partisi çatısı altında onları yanına çekmeye çalışan Esed, ülkedeki muhalif İslamcılara yönelik derinden ve sessiz bir politika izledi. 


Hafız Esed

Baas içindeki muhalif unsurları ortadan kaldırmayı başaran Esed, 1973 yılında hazırlattığı yeni anayasa ile Suriye’de mutlak hâkimiyetini ilan etti. Bu andan 
itibaren ülkenin tüm idari kurumlarını yeniden şe-killendiren Esed, şahsıyla bütünleşen bir devlet yapısıalgısını topluma dayatmaya çalıştı. Özellikle 1976 yılında İslamcı muhaliflere yönelik başlattığı sistematik katliam ve sindirme politikası sayesinde, toplumdaki tüm muhalif unsurları ortadan kaldırdı ve tek adam merkezli iktidarını daha da kuvvetlendirdi. Hafız Esed’in kurguladığı siyasi yapıda, inşa ettiği rejimin güvenliği ve sürekliliği esas unsur haline geldi. 
Anayasa üzerinden şekillendirdiği yeni sistem, Baas Partisi’ni toplumun ve devletin hâkim partisi haline getirirken (8. md) öte yandan da orduya geniş yetkiler tanımakta ve devlet başkanını da devletin tam sahibi haline getirmekteydi. Siyasi sistemin bu şekilde yeniden yapılandırılmasıyla, Hafız Esed Suriye halkının ya da ülkenin menfaatlerinden ziyade rejimin geleceğini ve emniyetini önceleyen politikaları devletin ana gündemi haline getirdi. Böylece Suriye’nin kendi sınırları içinde halkına yönelik uygulamalarında ya da küresel siyasette izlediği adımlarda ulusun çıkarı yerine rejimin çıkarı anlayışı ikame edilmiş oldu. 

Esed’in Arap milliyetçiliği söylemi, İsrail karşıtlığı, Filistin davasına verdiği destek gibi hususlar Arap dünyasına yönelik etkinliği artırma manevralarıydı. 
Bunun yanı sıra Sovyetler Birliği ve ABD arasında her iki tarafın güdümüne girmeksizin izlediği siyaset, kendisine geniş hareket alanı sağladı. Küresel siyasetin her iki büyük gücünün de farkında olduğu mutlak gerçek, bölgede İslamcı dalganın yükselmemesi adına Esed ve rejiminin emniyet sübabı konumunda olmasıydı. 
Bunun bilinciyle hareket eden Esed, iktidarı boyunca rejimine karşı tehdit olarak algıladığı her türlü İslamcı hareketi bitirmeye çalışırken, tüm dünyaya da verdiği 
mesajla, inşa ettiği otoriter rejimin devamının bölgesel denklem bazında hayati işleve sahip olduğunu göstermiştir. 

1970’deki darbeyle ülke siyasetini şekillendirmeye başlayan Esed, Nusayri azınlığın etkin olduğu ve Baas ideolojisi mensuplarının yer aldığı bu yeni sisteminde, toplumdaki her türlü muhalif sesin süratle kısıldığı ve rejimin çıkarının ve sürekliliğinin her şeyin üstünde tutulduğu bir yapı meydana getirdi. Gerek rejimin küresel bağlantıları gerek içeride inşa ettiği derin yapılanma, Suriye’de günümüzde yaşanan krizin yıllardır niçin devam ettiğinin anlaşılmasında önemli ipuçları taşımaktadır. Esed’in tek adam merkezli yapısından tevarüs eden hususlar ve politikalar, Suriye rejiminin halk ayaklanması sürecinde nasıl hala ayakta kalabildiğini ve Rusya ile İran’ın doğrudan desteğine ek olarak ABD başta tüm batılı güçler ve İsrail’in zımni desteğinin anlaşılmasında hayati konumdadır. 

Bu yönüyle 1970 darbesi sadece bir ülkenin siyasetine bir askerin şekil vermesi değil, aksine sistemin yeni baştan kurgulanarak bölgesel denklem içinde yeni rejimin hâkim güçlerin çıkarlarının devamında vazgeçilmez unsur haline gelmesini sağlayan önemli bir olaydır. 

Muhammed Hüseyin MERCAN 
Arş. Gör., Erciyes Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü 

***

SURİYE TARİHİNİN DÖNÜM NOKTASI: 8 MART 1963 DARBESİ 




Nuri SALIK 
Arş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 

1946-1963 yılları arasında Suriye siyasetini şekillendiren Halepli ve Şamlı kentli Sünni elitlerin Halk Partisi ve Vatan Partisi’nin yanı sıra, kırsal sınıf ve orta-sınıf 
taleplerinin taşıyıcısı olan Baas Partisi, Suriye Sosyal Nasyonalist Partisi (SSNP) ve Suriye Komünist Partisi gibi siyasi hareketlerin ayakta kalabilmek adına ordunun desteğine ihtiyaçları vardı. 

Suriye, 17 Nisan 1946 tarihinde Fransız mandasından kurtularak bağımsızlığını kazandıktan hemen sonra siyasal buhranlarla çalkalanmaya başlamış ve 
Hafız Esed’in 13 Kasım 1970 tarihinde askeri darbe ile iktidarı ele geçirmesine kadar geçen süreçte, modern Ortadoğu tarihinin en istikrarsız ülkesi 
olmuştur. Bu istikrarsızlık ve siyasi kaosun en önemli nedenlerinden bir tanesi, Suriye ordusunun kendi içerisinde yaşadığı hizipçilik ve siyasal aktörlerin 
bu bölünmüşlükten yararlanarak giriştikleri iktidar mücadeleleriydi. Bağımsızlık sonrası dönemde, siyasi partiler arasındaki ideolojik makasın kapatılamayacak 
kadar büyük olması sivil siyasetin ordunun desteğine olan ihtiyacını artırmış; bu durum ordunun siyasal arenada önemli bir aktör olarak yer almasına neden olmuştur. 

1946-1963 yılları arasında Suriye siyasetini şekillendiren Halepli ve Şamlı kentli Sünni elitlerin Halk Partisi ve Vatan Partisi’nin yanı sıra, kırsal sınıf ve ortasınıf taleplerinin taşıyıcısı olan Baas Partisi, Suriye Sosyal Nasyonalist Partisi (SSNP) ve Suriye Komünist Partisi gibi siyasi hareketlerin ayakta kalabilmek adına ordunun desteğine ihtiyaçları vardı. Osmanlı idaresi ve Fransız mandası sonrası siyasal sistemin başat aktörü konumunda bulunan ve sosyo-ekonomik sistem üzerinde mutlak hâkimiyeti olan kentli Sünni elitlerin hegemonyasına karşı ordu, toplumsal mobilizasyonun manivelası haline gelmişti. Bu nedenle, genç kuşak subaylar radikal söylemlere sahip partilere katılmaya başlamışlardı. 

< Baas ideolojisinin sekülerizm, Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi esas alması, partinin kısa bir süre içerisinde Suriye’nin perifesinde bulunan şehirlerde cazibe merkezine dönüşmesine yol açtı.  >

Suriye’de geleneksel siyasi aktörlerin hegemonik konumuna karşı alan açma amacıyla faaliyet yürüten radikal partilerin başında, 1943 yılında kurulan Baas 
Partisi gelmekteydi. Ortodoks Hıristiyan Mişel Eflak ve Sünni Müslüman Salah Bitar isimli iki öğretmen tarafından kurulan Baas Partisi’nin ideolojisi, “birlik, 
özgürlük ve sosyalizm” prensipleri üzerine inşa edilmişti. Baas ideolojisinin sekülerizm, Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi esas alması, partinin kısa bir süre 
içerisinde Suriye’nin perifesinde bulunan şehirlerdecazibe merkezine dönüşmesine yol açtı. Özellikle kırsal sınıfa mensup ve heterodoks dini inançlara sahip Alevi, Dürzi ve İsmaili subaylar kitlesel olarak partiye katılmaya başladılar. Baas Partisi’nin seküler ideolojisi, heterodoks gruplara Sünni siyaset dışında alternatif bir alan sunarken, partinin sosyalist söylemi büyük toprak sahibi Sünni elitlere karşı kırsal tabanlı aktörleri cezbeden bir diğer unsur oldu. Diğer taraftan, geleneksel elitlerin İsrail tehdidiyle mücadele etmekte yetersiz kalması ve Soğuk Savaş çerçevesinde Ortadoğu’nun emperyalist mücadelenin merkezi haline dönüşmesi, subayların radikal Arap milliyetçiliğini bayraklaştıran Baas Partisi’ne katılımını artırdı. Heterodoks inançlara sahip subayların (özellikle Alevilerin) Baas Partisi’ne olan rağbeti, partinin giderek askeri bir nitelik kazanmasına yol açtı. Baas partisi bünyesinde askeri ve sivil kanat arasında ortaya çıkan kırsal sınıf-kentli orta sınıf ayrışması, 1960’lı yılların başında iyice belirginleşen bir fay hattı olarak ortaya çıktı. Bu kamplaşma, 1963 darbesini takip eden süreçte partinin askeri kanadın kontrolüne geçmesi ve sivil kanadın tasfiyesi ile neticelenecekti. 

Baas Partisi, 1 Şubat 1958’de Cemal Abdülnasır liderliğindeki Mısır ile birleşerek modern Ortadoğu tarihinin ilk birleşik Arap devletinin kurulmasına öncülük etti. Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC) döneminde gerçekleştirilen sosyalist reformlardan rahatsız olan geleneksel Sünni elitlerin desteklediği bir grup subayın 28 Eylül 1961 tarihinde gerçekleştirdiği ‘ayrılıkçı darbe’ ile Mısır-Suriye birliğinin sona erdiği ilan edildi. Ordu içi hizipleşmenin ve tasfiye hareketlerinin zirve yaptığı ‘ayrılıkçı dönem’, orduda özellikle Sünni subayların gücünün zayıfladığı bir dönem oldu. 8 Mart 1963 tarihinde gerçekleştirilen bir başka askeri darbe ile ayrılıkçı dönem sona erdi. 8 Mart darbesinin ilk bakışta ülkede daha önce gerçekleştirilen darbelerden bir farkı bulunmuyordu. Fakat 8 Mart hareketi, Suriye tarihinde bir kırılma anına ve etkileri günümüzde de hissedilecek olan olaylar silsilesinin dönüm noktasına işaret ediyordu. 

8 Mart 1963 askeri müdahalesi her ne kadar literatüre ‘Baas darbesi’ olarak geçse de, darbeyi gerçekleştiren cuntanın içinde üç farklı siyasi ajandaya sahip 
grup bulunuyordu. Bu gruplardan ilki, aralarında Hafız Esed’in de bulunduğu Askeri Komite’ydi. Askeri Komite, yaşları 28 ile 38 arasında değişen rütbeli beş 
Baasçı subaydan oluşuyordu. Askeri Komite’nin üyelerinden üçü Alevi (Muhammed Umran, Salah Cedid, Hafız Esed), iki tanesi ise İsmaili (Ahmed el-Mir ve Abdulkerim el-Cundi) mezhebine mensuptu. Darbenin içinde yer alan ikinci grup, Muhammed es-Sufi ve Raşid el-Kutani’nin önderlik ettiği Nâsırcı subaylardı.

Üçüncü grup ise liderliğini Ziyad el-Hariri’nin yaptığı ‘bağımsız’ subaylardı. 8 Mart darbesinin görünen motivasyonu, Arap milliyetçiliğinin zirvede olduğu bir 
dönemde Arap devletleri arasında yeniden siyasi birliği tesis ederek emperyalizme karşı kolektif mücadeleye katkıda bulunmaktı. Fakat darbenin hemen ardından kurulan Ulusal Devrim Komuta Konseyi (UDKK) içerisinde fikir ayrılıkları ve iktidar mücadelesi baş gösterdi. Nâsırcı subaylar, darbenin ardından Mısır ile mutlak birleşme noktasında ısrar ederken, Baasçı subaylar Nâsır’ın, BAC döneminde olduğu gibi, Suriye siyasetinde hegemonik bir konuma gelmesinden endişe ediyordu. 

8 Mart cuntasının iki önemli kanadı arasındaki mücadele şiddetlenince, Askeri Komite bağımsız grupla işbirliği yaparak Nâsırcıları UDKK ve hükümetteki 
görevlerinden uzaklaştırarak tasfiye etti. Bu subayların tasfiyesi aynı zamanda ordu içindeki Sünni subaylara vurulan önemli bir darbeyi simgeliyordu. 

Askeri Komite üyeleri, Nâsırcı subayları ordudan atarken, gücünü artırmak için kendi bölgesinden, kabilesinden ve çevresinden gelen Alevi, Dürzi ve İsmailileri ordu kademelerine yerleştirmeye başladı. Bunun yanı sıra, kırsal sınıfa mensup Baas gençliği kitlesel olarak orduya yerleştirildi. Bu dönemde Salah Cedid’in Genelkurmay Başkanı, Hafız Esed’in ise Hava Kuvvetleri Komutanı olması ordunun dönüşümünde kilit önemdeydi. Askeri Komite’nin ordunun tabanını kırsallaştıran ve heterodoks azınlık gruplarının önünü açan politikaları, ordunun Baas rejimini koruyan bir aygıta dönüşmesine yol açtı. Fakat orduda heterodoks dini azınlıkların güçlenmesi yeni elitlere yönelik toplumsal kuşkunun uyanmasına neden oldu. 8 Mart darbesinden birkaç ay sonra, 18 Temmuz 1963 
tarihinde, Nâsır yanlısı Albay Cesim Elvan Baas rejimini devirmek için bir darbe girişiminde bulunsa da, Sünni subaylar gidişatı değiştirebilecek güçte değildi. 

<  Askeri Komite üyeleri, Nâsırcı subayları ordudan atarken, gücünü artırmak için kendi bölgesinden, kabilesinden ve çevresinden gelen Alevi, Dürzi ve İsmailileri ordu kademelerine yerleştirmeye başladı. >

Nitekim Cesim Elvan hareketi, yeni rejim tarafından kanlı bir biçimde bastırıldı. Darbe girişimi sonrası Nâsırcıları tamamen tasfiye etmeyi başaran Baasçılar, 
daha kolay bir hedef olarak yine Sünnilerden oluşan bağımsız subaylara yöneldi ve onları da ordudan uzaklaştırmayı başardı. Böylece cunta içinde cunta olarak 
adlandırabileceğimiz Askeri Komite iktidarı tekeline aldı. Elvan’ın girişiminin başarısız olmasından sonra orduda Askeri Komite’yi dengeleyebilecek hiçbir güç 
odağı kalmadı. 

Baas Partisi’nin askeri kanadının öncülüğünde 8 Mart 1963’te gerçekleştirilen askeri darbe, modern Suriye tarihinin en önemli kırılma noktası olarak tanımlanabilir. 
8 Mart darbesi, Suriye’de 1946 yılından beri aralıklarla devam eden demokratik parlamenter sistemi tamamen ortadan kaldırmıştır. Bu tarihten 
sonra Suriye’de Baas Partisi öncülüğünde bir tek-parti rejimi kurulmuş ve kurumsallaştırılmıştır. Darbenin ikinci önemli sonucu, Osmanlı döneminden itibaren Suriye siyasetini şekillendiren kentli Sünni elitlerin tasfiye edilmesi ve kırsal sınıftan gelen Alevilerin Suriye’nin yeni yönetici elitleri olarak ortaya çıkmalarıdır. 

Böylece Suriye tarihinde siyasal liderliğin ilk döngüsü sona erip ikinci döngüsü başlamıştır. Yeni siyasal elitlerin kırsal ve heterodoks kimliği Suriye’de kır-kent 
ve Alevi-Sünni fay hatlarının derinleşmesine neden olmuştur. Bunların yanı sıra, 8 Mart darbesi sonrasında orduda gerçekleştirilen tasfiyeler Suriye ordusunun 
genetiğini değiştirmiştir. Böylece ordu ile Baas rejimi arasında tam anlamıyla bir bütünlük sağlanmıştır. 8 Mart darbesinin uzun erimli etkilerini halen devam 
eden Suriye iç savaşında gözlemlemek mümkündür. 

Bu bağlamda 8 Mart 1963 darbesi sadece Suriye tarihinin değil, Ortadoğu bölgesel sisteminin tümünü etkileyecek önemli dönüm noktalarından biridir. 

Nuri SALIK 
Arş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 


***



2 Nisan 2017 Pazar

SURİYEDE HAFIZ ESAD REJİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI

SURİYEDE HAFIZ ESAD REJİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI,

SURİYE’DE HAFIZ ESAD REJİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI  ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME 


Muhalif hiçbir odağın ortaya çıkmasına izin vermeyen Esad, 1946-1963 yılları arasındaki istikrarsız, fakat demokratik sistemin yerine istikrarlı fakat otoriter bir rejim inşa etmeyi tercih etmiştir. Bu istikrarın sigortası ise yüzyıllar sonra ilk kez siyasal sistemin merkezine taşınan, ordu ve güvenlik güçlerinin kilit noktalarına yerleştirilen Nusayriler olmuştur. 

Nuri SALIK 
Arş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 

2010 yılının sonunda başlayan ve Ortadoğu’da tarihsel bir kırılma noktası olan Arap Baharı sürecinin duraklamasında ve gerilemesinde Suriye tecrübesi nin önemli bir yeri bulunmaktadır. Tunus, Mısır ve Libya halklarının diktatörlüklere karşı verdiği mücadeleden esinlenerek demokrasi ve özgürlük hedefiyle 
15 Mart 2011 tarihinde barışçıl gösterilerle başlayan Suriye devrimi, rejimin gerçekleştirdiği katliamlar sonucu kısa sürede kanlı bir iç savaşa evrildi. Arap 
Baharı’nın bölgede estirdiği rejim değişikliği rüzgârının aksine Beşar Esad, bölgesel ve küresel ittifaklarına dayanarak iktidarını hala korumaktadır. Esad’ın geniş halk kesimlerinin muhalefetine ve ülkenin büyük bir kısmında kontrolü kaybetmesine rağmen koltuğunu korumasında babası Hafız Esad’dan tevarüs ettiği Baas rejiminin önemli bir rolü bulunmaktadır. 

Bu yazıda, Suriye’de Hafız Esad rejiminin nasıl ortaya çıktığı ele alınacaktır. 
Esad rejimin ortaya çıkış sürecinin incelenmesi, günümüzde yaşanan krizin sağlıklı bir biçimde analiz edilebilmesi için tarihsel ve sosyolojik bir perspektif sağlayacaktır. 

Modern Suriye’nin Doğuşu 

Modern Suriye devletinin günümüzdeki sınırları Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’dan çekilişinin ardından emperyalist devletler 
tarafından çizildi. İngiltere ve Fransa arasında gerçekleştirilen toprak paylaşımları sonucunda Suriye, Osmanlı’nın Bilad üş-Şam adını verdiği ve günümüz Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail ve Filistin topraklarını kapsayan 
coğrafyanın parçalanmasıyla yapay bir devlet olarak kuruldu. Suriye, 1946 yılında modern bir ulus-devlet olarak bağımsızlığını kazandığında, toplumun kendisini özdeşleştirdiği Arap kimliği ile emperyalist ülkelerin 
dayattığı sınırlar arasında bir gerilim bulunmaktaydı. 

Bağımsızlık sonrası dönemde Suriye’nin yaşadığı kimlik bunalımı, Arap devletleri arasında siyasal birliğin tesis edilmesini hedefleyen pan-Arap milliyetçiliğinin ülkede güç kazanmasını sağladı. 

Suriye toplumu bir yandan ulusal kimliğin gelişimini engelleyen pan-Arap milliyetçiliğine bağlılığını korurken, diğer yandan çeşitli toplumsal gruplar devlet 
altı etnik, mezhep ve kabile kimliklerine sadakat beslemeye devam ediyordu. Nüfus kompozisyonu açısından tam bir mozaik görünümüne sahip olan 
Suriye’de çoğunluğu Sünni Araplar oluşturmaktaydı. Sünni Arapların yanı sıra ülkede Nusayriler, Hıristiyanlar, Kürtler, Dürziler ve İsmaililer gibi pek çok 
etnik ve dini azınlık grubu bulunuyordu. Bu denli karmaşık bir nüfus yapısına sahip olan Suriye toplumunu bir arada tutacak ortak bir kimlik bulunmamasının 
yanı sıra, kentli Sünni elitler ile kırsal tabanlı heterodoks azınlıklar arasında ciddi sınıfsal farklılıklar bulunmaktaydı. 

Bağımsızlık sonrası Suriye siyasetinde başat güç, Osmanlı Devleti’nden itibaren siyasal sistemin merkezinde bulunan toprak sahibi kentli Sünni sınıftı. 
Ayan ve eşraf ailelerin oluşturduğu bu geleneksel sınıfın sosyo-ekonomik ve siyasal gücü tam bir feodal görünüm arz eden toprak sistemi üzerindeki hâkimiyetine dayanmaktaydı. Bu sınıfa karşılık heterodoks dini azınlıklar olarak tanımlanan Nusayri, Dürzi ve İsmaililer büyük arazilere sahip Sünni ailelerin topraklarında çalışan köylü sınıfını oluşturuyordu. Asimetrik ekonomik ilişkilerin yanı sıra Nusayrilerin ortodoks İslam’dan ciddi anlamda farklılaşan inançları dolayısıyla Sünniler tarafından “heretik” kabul edilmesi onların mezhep asabiyelerinin güçlenmesine yol açtı. Dolayısıyla hem kimliksel hem de sınıfsal ilişkiler bağlamında Sünniler ile Nusayriler arasında düşmanlık 
hislerinin ortaya çıkması kaçınılmazdı. 

Baas Partisi’nin Kuruluşu ve Gelişimi 

1946 sonrası dönemde Suriye siyasetini, Şamlı elitlerin kurduğu Ulusal Parti ile Halepli elitlerin liderliğini yaptığı Halk Partisi arasındaki rekabet şekillen diriyordu. Bu iki parti her ne kadar Arap milliyetçisi bir söyleme sahip olsa da, Sünnilerin bu partilerdeki ağırlığı, azınlıkların bu partilerle arasına mesafe koymasına neden oldu. Bu iki ana partinin dışında manda döneminde ortaya çıkmaya başlayan Baas Partisi modern Suriye tarihinde çok önemli bir rol oynayacaktı. Rum Ortodoks Mişel Eflak ile Sünni Müslüman Salah Bitar’ın resmi olarak 1947 yılında kurduğu Baas Partisi’nin seküler Arap milliyetçiliği ve toprak sistemini değiştirmeyi hedefleyen sosyalist ideolojisi partinin kısa zamanda özellikle kentli orta sınıf Sünniler ve kırsal tabanlı heterodoks dini azınlıklar için bir cazibe merkezine dönüşmesine yol açtı. Özellikle Nusayriler bir yandan seküler-milliyetçi Baas Partisi’ne üye olurken, diğer yandan daha 1920’lerden itibaren Fransızların teşvikleriyle orduya girmeye başlamıştı. 

Bu durum, özellikle askeri bürokraside Sünnilerin hegemonyasını kıracak bir toplumsal mobilizasyonun fitilini ateşleyecek ve 1963 yılında kentli Sünni 
elitlerin Suriye siyasetinden tasfiyesine yol açacaktı. 

Suriye’de ordunun siyasete müdahale ederek 1949 yılında Ortadoğu’nun ilk askeri darbesini yapması, kentli orta sınıf ve kırsal sınıfın geleneksel aileler karşısında güçlenmesinin önünü açtı. Kentli Sünni elitlerin liberal ekonomi politikalarına karşı bu sınıflar toplumsal yeniden bölüşüm, toprak reformu ve devlet odaklı ekonomik kalkınma gibi taleplerde bulunuyordu. 

Baas Partisi, kısa sürede heterodoks kırsal sınıf ile kentli orta sınıfın ittifak yaptığı ve geleneksel Sünni elitlere karşı geliştirdikleri radikal söylemlerin taşıyıcı gücüne dönüştü. Baas Partisi girdiği ilk seçimlerde pek bir varlık gösteremese de 1954 seçimlerinde parlamentoda 22 sandalye kazanarak siyasal rüştünü 

ispat etti. Parti, Suriye ile Mısır’ın birleşerek 1958’de modern Ortadoğu tarihinin ilk birleşik Arap devletini kurmasında katalizör rolü oynadı. 

1958 yılında Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC)’nin kurulması her ne kadar Baas’ın geleneksel liderliğini oluşturan Eflak-Bitar kanadı için büyük bir başarı gibi 
görünse de, Nâsır’ın Baas Partisi’ni Suriye siyasetinden tasfiye etmesi parti liderliğine yönelik yeni bir dip dalganın ortaya çıkmasına yol açtı. Eflak ve Bitar’ın pragmatik politikalarını eleştiren ve “bölgeciler” olarak adlandırılan hizbin yanı sıra, bazı alt düzey Baasçılar parti içinde radikal Marksist bir söylem geliştirdiler. 

Yine bu dönemde, üç Nusayri askeri Baasçı HafızEsad, Salah Cedid ve Muhammed Ümran’ın kurduğu Askeri Komite, parti içerisinde gücünü hissettirmeye başladı. 1961 yılında BAC’ın askeri bir darbe ile sona 
ermesi sadece Suriye siyasetini değil, orduyu da bir açmaza sürükledi. Nâsır’ın pan-Arap çağında ilk birleşik Arap devletini sonlandıran ayrılıkçı siyasetçiler ve 
ordu mensupları politika geliştirmekte zorlanıyordu. 

1961 sonrasında ordu içindeki hizipsel mücadele o denli şiddetlenmişti ki hiçbir hizip doğrudan yönetimi üstlenmeye cesaret edemiyordu. Ordunun bu bölünmüşlüğü, 1963 yılına kadar geleneksel Sünni elitler liderliğinde sivil siyasetinin yaşamasını kolaylaştırdı. 1961-1963 yılları arasında Mısır ile yeniden birleşme ya da birleşmeme parantezine sıkışan Suriye siyaseti tam anlamıyla felç olmuştu. Bu ortamda, özellikle Şamlı ve Şamlı olmayan Sünni subaylar arasındaki rekabet nedeniyle orduda gerçekleştirilen tasfiye hareketleri, 
heterodoks azınlıkların, özellikle Nusayrilerin orduda güçlenmesine ve kritik noktaları ele geçirmesine neden oldu. 1920’lerde orduya girmeye başlayan 
ve 1950’lerin kaotik siyasal ortamında kendini yıpratmayan kırsal sınıfa mensup azınlık gruplar iktidarı ele geçirmek için uygun ortamı bu dönemde yakaladı. 

1961 sonrasında yaşanan siyasal kargaşa sadece ordu ve siyaset kurumuna değil, aynı zamanda Baas Partisi’ne de yansımıştı. Nâsır’a ve BAC’ın yeniden 
kurulmasına yönelik Baas içerisinde farklı sesler yükselmekteydi. Eflak-Bitar liderliği birlikten yana iradelerini koysa da, radikal askeri ve sivil kanadın gücü 
partide belirginleşmeye başlamıştı. 8 Mart 1963 yılında Askeri Komite’nin başını çektiği Baasçı subaylar bir askeri darbe gerçekleştirdi. Darbe, geleneksel Sünni 
elitleri Suriye siyasetinden tasfiye ederken, özellikle kırsal tabanlı Nusayri azınlığın ülke siyasetindeki önlenemez yükselişini simgeliyordu. 1946-1963 yılları arasında Suriye’de kimlik ve sınıf aidiyetleri etrafında yaşanan politik mücadele ve istikrarsızlık hiçbir zaman mezhepsel bir savaşa dönüşmedi. Suriye toplumunun mezhep temelli bölünmesi, kırsal tabanlı heterodoks 
inançlara sahip askeri Baasçıların ordu ve bürokrasi içerisinde mezhepçi politikalar izlemesi sonucunda ortaya çıktı. 1963-1970 yılları arasında Baas Partisi içerisinde yaşanan hizipsel mücadeleler ve partinin 
dönüşümü Hafız Esad’ı iktidara taşıyacaktı. 

8 Mart darbesinden sonra bölge, kabile ve mezhep bağları, Suriye siyasetini şekillendiren en önemli dinamik haline geldi. Darbenin arkasındaki asıl güç olan 
Askeri Komite’nin üç üyesinden Salah Cedid Genelkurmay Başkanı, Hafız Esad Hava Kuvvetleri Komutanı,Muhammed Ümran ise 70. Zırhlı Tugay’ın Komutanı 
oldu. Tasfiye edilen Sünni subayların yerine kırsal sınıfa mensup heterodoks azınlıkların getirilmesi, ordunun genetiğinin değişmesine yol açtı. Kasım 1963 tarihinde gerçekleştirilen Baas Kongresi’nde Askeri Komite ve genç radikal entelektüellerin Marksist-Leninist ideolojileri Baas doktrinine enjekte edildi. Bu gelişme, partinin yükselişini sağlayan kentli orta sınıf-kırsal sınıf koalisyonu arasında yaşanacak olan hizipsel çatışmanın habercisiydi. 8 Mart darbesi sonrasında Askeri Komite’nin iki önemli üyesi Sünni Emin el-Hafız ve Nusayri Salah Cedid arasında yaşanan güç mücadelesi beklenen çatışmanın fitilini ateşledi. Parti’nin geleneksel liderleri Eflak ve Bitar’ın el-Hafız’ı desteklemesiyle, kentli orta sınıf-kırsal sınıf çatışması artık su yüzüne çıkmıştı. 
Salah Cedid ve Hafız Esad’ın başını çektiği hizip, kendilerini gerçek Baasçı olarak tanımlıyor, geleneksel liderliği ‘sağcı’ olmakla suçluyordu. 23 Şubat 1966 tarihinde Salah Cedid’in öncülüğünde gerçekleştirilen kanlı darbe ile hizipsel mücadeleyi Nusayrilerin başını çektiği Askeri Komite kazandı. 

1966 darbesi, Nusayrilerin Baas Partisi ve Suriye siyaseti üzerinde tamamen hâkimiyet kurması ile sonuçlandı. Darbe sonrası Hafız Esad yeni kabinede 
Savunma Bakanlığı görevini üstlenirken, Cedid perde arkasında kalmayı tercih etti. Avraham Ben-Tzur’un kavramsallaştırmasıyla ifade edecek olursak 1966 darbesinden sonra Baas Partisi tam anlamıyla “neo-Baas” partisine dönüştü. Nusayrilerin mutlak kontrolündeki parti, katı bir devletçilik ve Maoculuktan esinleniyordu. Nitekim neo-Baas darbesi sonrası Suriye’yi terk etmek zorunda kalan Mişel Eflak “partimi tanıyamıyorum!” açıklamasını yaparken, Salah Bitar “Suriye’de Baasçı politikaların sona erdiğini” ifade etmiştir. Kentli 
Sünni elitlerin, Eflak-Bitar liderliğinin ve Sünni 

Suriye toplumunun mezhep temelli bölünmesi, kırsal tabanlı heterodoks inançlara sahip askeri Baasçıların ordu ve bürokrasi içerisinde mezhepçi politikalar izlemesi sonucunda ortaya çıktı. 

Baasçıların tasfiyesinden sonra iki yoldaş Salah Cedid ile Hafız Esad arasında Suriye tarihinin son hizipsel mücadelesi yaşandı. Cedid’in 1966’dan sonra izlediği radikal sol politikalar ve maceracı dış politika, Esad ile arasında soğuk rüzgârlar esmesine yol açmıştı. Cedid, Baas’ın sivil kanadı üzerindeki etkisini artırırken; Esad, askeri kanat üzerindeki hâkimiyetini pekiştirdi. İki Nusayri Baasçı arasında yaşanan son mücadele, Esad’ın 13 Kasım 1970 tarihinde modern Suriye tarihinin son askeri darbesini yaparak eski yoldaşlarını 
tasfiye etmesi ve iktidarı tamamen ele geçirmesi ile sonuçlandı. 

Hafız Esad Rejimi 




Hafız Esad rejimi, Suriye’nin kendi özgül koşulları içerisinde doğmuştur. Bu yapının ortaya çıkışını anlayabilmek için Suriye toplumunun kimlik-sınıf ekseninde bölünmesinin ve Baas Partisi’nin geçirdiği dönüşüm süreçlerinin analiz edilmesi elzemdir. Esad’ın kurumsallaştırdığı rejimi, “ortodoks” Baas’tan ziyade “neo”Baas’ın bir devamı olarak görmek daha doğru olacaktır. Esad, her ne kadar iktidarının ilk dönemlerinde alt sınıftan gelen bazı Sünnileri ve Şam burjuvazisini sisteme entegre etse de Nusayrilerin 1963 darbesiyle başlattığı iktidar 
yürüyüşünü sonuca ulaştırmıştır. Muhalif hiçbir odağın ortaya çıkmasına izin vermeyen Esad, 1946-1963 yılları arasındaki istikrarsız, fakat demokratik sistemin yerine istikrarlı fakat otoriter bir rejim inşa etmeyi tercih etmiştir. 
Bu istikrarın sigortası ise yüzyıllar sonra ilk kez siyasal sistemin merkezine taşınan, ordu ve güvenlik güçlerinin kilit noktalarına yerleştirilen Nusayriler olmuştur. Esad’ın kişi kültüne ve Nusayri hegemonyasına muhalefet etme cesareti gösteren bütün gruplar, rejim tarafından bastırılmıştır. Beşar Esad’ın Arap Baharı sürecinde uyguladığı politikalarını rejimin kodlarıyla okumak 
Suriye Krizi’ni anlamamızı kolaylaştıracaktır. 


Arş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 




***

23 Mart 2017 Perşembe

Beşar Esad Dönemi Suriye Dış Politikasında Pragmatizm, BÖLÜM 2


Beşar Esad Dönemi Suriye Dış Politikasında Pragmatizm,ve Türkiye -Suriye İlişkilerinin  Geleceği BÖLÜM 2


Beşar Esad Dönemi Suriye Dış Politikasında Pragmatizm ve Türkiye -Suriye İlişkilerinin Geleceği 

Arap Baharı’nın Türkiye-Suriye İlişkilerine Etkisi: 

Pragmatik İttifakın Sonu 

Arap Baharı, ‘komşularla sıfır sorun politikası’ izleyen AK Parti’yi gayet iyi ilişkiler içinde olduğu Mısır, Libya ve Suriye gibi ülkeleri yöneten diktatörlerle demokrasi talep eden halk arasında seçime zorlamıştır. Bu noktada Türkiye, Ortadoğu’da demokratik değerlere sahip olan tek Müslüman ülke olarak halk ayaklan malarının çıktığı ülkelere yönelik politikasını açıklamada önce sessiz kalsa da daha sonra özgürlük ve demokrasi talep eden halklardan yana tavır almıştır. Arap Baharı’nın Türk dış politikasını karşı karşıya bıraktığı ikilem Türkiye-Suriye ilişkilerini de derinden etkilemiştir. 

Suriye’de Mart ayında başlayan gösteriler ülkenin birçok kentine yayılmış ve rejim değişikliği talepleri her geçen gün daha yüksek sesle dile getirilerek, halk ‘korku imparatorluğu’ olarak adlandırılan Baas diktatörlüğüne karşı baş kaldırmıştır. 

Olayların patlak vermesinden itibaren Beşar Esad yönetimine sivil göstericilere karşı şiddet kullanmaması ve demokratik geçiş için reformları hayata geçirmesi yönünde telkinlerde bulunan Erdoğan hükümeti, Şam yönetiminin aldığı sert önlemler ve ardı ardına gelen ölüm haberleri karşısında duyduğu endişeleri dile getirmeye başlamış ve Beşar Esad’ı reform sürecini hızlandırması konusunda uyarmıştır. Fakat Esad, tıpkı babası gibi, baskı altına alınmaktan nefret eden bir lider olduğu için reformları dilediği zamanyapmak istemiş15, dolayısıyla, Türkiye’nin sözünü dinlemeyerek Suriye’nin birçok kentinde barışçıl yönetim karşıtı gösterilere ordu birliklerini göndererek cevap vermiştir. Suriye ordusu nun uyguladığı vahşet ve halkın üzerine rastgele ateş açması Türkiye-Suriye ilişkilerinde soğuk rüzgârlar esmesine yol açmıştır. 

Mahir Esad komutasındaki birliklerin muhalif gösterilerin olduğu şehirlere tanklarla operasyon düzenlemesi ve özellikle Hama’da tanklar eşliğinde 
gerçekleştirilen kapsamlı operasyonlarda onlarca kişinin yaşamını kaybetmesi Erdoğan hükümetini yeni bir Hama katliamı konusunda endişelendirmiş tir. 6 Haziran’da Türkiye sınırına yakın bir noktada bulunan Cisr eş-Şuğur kasabasında Suriyeli 120 güvenlik görevlisinin katledilmesi sonrasında ordunun operasyon yapacağı korkusuyla binlerce Suriyelinin Hatay’a iltica etmeye başlaması ikili ilişkileri daha da kritik bir noktaya getirmiştir. 9 Haziran’da Başbakan Erdoğan, artan şiddet olayları sebebiyle Esad’a karşı kullandığı dili değiştirmiş ve beklenen reformların gelmemesi üzerine ‘‘Biz Suriye’deki gelişmelere daha fazla sessiz kalamayız. İyi ilişkiler ilelebet süremez’’ açıklamasında bulunmuştur.

16 20 Haziran’da Beşar Esad bir reform paketi açıklamış buna göre, seçimlerin yapılacağı ve çıkarılan genel affın kapsamının genişletileceği belirtilmiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu açıklamalarına ‘‘Yetmez ama evet!’’ diyerek Esad’ı verdiği sözleri tutmaya ve çok partili siyasal sisteme geçmeye davet etmiştir.17 

Türkiye ve dünyaya karşı oyalama taktiklerini sürdüren Beşar Esad yönetimi, reform vaatlerine rağmen terörist olarak adlandırdığı göstericilere karşı operasyonlarını ara vermeden devam ettirmiştir. 

Ramazan ayı boyunca devam eden şiddet dolayısıyla, 9 Ağustos 2011’de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu Şam’a gönderme kararı alan Erdoğan, 
bu ziyaretten önce yaptığı açıklamalarda ‘‘Suriye konusunu bir dış mesele olarak, bir dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir”18 ve ‘‘Suriye konusunda sabrın son anlarına geldik’’ demesi Şam yönetimi tarafından tepkiyle karşılanmış ve Esad’ın danışmanı Büseyna Şaban, Davutoğlu’nun Şam’a sert bir mesaj getirmesi durumunda terörü kınamayan Türkiye’ye daha sert bir tepki verileceğini ilan etmiş ve Suriye’nin iç işlerine karışılmaması gerektiğini bildirmiştir.19 Davutoğlu, Şam’a gerçekleştirdiği ziyarette Beşar Esad ile altı saatlik bir görüşme yapmış, bu görüşme sonunda Suriye tankları Hama’dan çekilmiştir. Fakat Türkiye’nin tankların çekilmesinden sonra operasyonların durması noktasındaki beklentileri gerçekleşmemiş ve Suriye’de ölü sayısı her geçen gün artmıştır. Türkiye’nin bütün uyarılarına rağmen Suriye’de devam eden şiddet Türkiye-Suriye ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir. 

Başbakan Erdoğan, 14 Eylül’de Mısır ziyareti sırasında Esad’ın Türkiye’nin bütün iyi niyetli çabalarına rağmen reformları gerçekleştirmediğini ve halkına zulmettiğini belirterek ‘‘Artık Esad’a inanmıyorum’’ açıklamasında bulunmuştur.20 21 Eylül’de BM’nin 66. Genel Kurul Genel Görüşmeleri’ne katılmak için gittiği New York’ta Barak Obama ile görüşen Erdoğan, ‘‘Suriye yönetimiyle görüşmelerimizi kesmiş durumdayız. Bu noktaya gelmek istemezdik ama Suriye yönetimi bizi böyle bir karar alma noktasına getirdi. Suriye yönetimine artık güvenimiz kalmamıştır” açıklamasını yaparak ABD ile birlikte Esad’a yaptırımlar konusunda ortak hareket edeceklerini belirtmiştir.21 

Erdoğan’ın Suriye politikasını ABD ile aynı çizgide tanımlaması ve Beşar Esad ile ilişkilerini koparmasından sonra aynı ay içinde Türkiye, 
Suriye’ye yönelik ilk yaptırım kararını almış; buna göre Türk hava sahası Suriye’ye askeri malzeme taşıyan uçaklara kapatılmıştır.22 


  < Şam’daki Esad rejimi taraftarları, Rusya ve Çin’in bayraklarını açarak bu ülkelerin verdiği destek karşısında duydukları minneti ifade ediyor. >

Başbakan Erdoğan, 26 Eylül’de ABD’de Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırma ları Vakfı’nda (SETA) yaptığı konuşmada Beşar Esad’ın halkın gözünde 
meşruiyetini yitirdiğini ve iktidardan çekilmesi gerektiğini açıkça belirtmiştir.23 Erdoğan, 5 Ekim’de başladığı Güney Afrika gezisi sırasında da Beşar Esad’a yüklenmeye devam etmiş, Esad’ı olağanüstü hali kaldırdığı halde şiddeti durdurmaması ve Hama-Humus gibi kentlerde gerçekleştirdiği katliamlar sebebiyle babasının yolundan gitmekle suçlamıştır. Erdoğan, ayrıca Türkiye’nin Suriye’ye daha fazla seyirci kalamayacağını vurgulamıştır. 5-13 Ekim arasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye sınırında askeri tatbikat yapacağı haberinin gelmesi ile ‘Türkiye, Suriye’ye müdahale edecek’ yorumları yapılmaya başlanmıştır.24 Bu sırada Erdoğan’ın 9 Ekim Pazar günü Hatay’da Suriyeli mültecilerin kaldığı kamplara yapmayı planladığı ve Suriye’ye yönelik yeni ve daha kapsamlı yaptırımları açıklamasının beklendiği ziyaret büyük heyecan uyandırmış fakat Erdoğan’ın annesi Tenzile Erdoğan’ın vefat etmesi sebebiyle ileri bir tarihe ertelenmiştir. 

Arap Baharı’nın 2011 Mart ayının ortasında Suriye’ye ulaşmasıyla birlikte Türkiye-Suriye ilişkileri gerginlikten kopuşa doğru ilerlerken, Türkiye, Suriyeli muhalif hareketlerle sürecin başından beri temas kurmuş, gerekli bütün lojistik, siyasi, diplomatik ve son olarak da askeri desteğini esirgememiştir.25 1-2 Haziran’da Antalya’da ilk buluşmasını26 yapan Suriyeli muhaliflere kapılarını açan Türkiye, 16-17 Temmuz tarihlerinde muhaliflerin, ‘Suriye İçin İstanbul Buluşması’’ isimli toplantısına da ev sahipliği yapmıştır. Ağustos ayının son haftasında yine İstanbul’da birleşme gündemiyle toplanan muhalifler, nihayet 2 Ekim’de içinde Müslüman Kardeşler ve Kürtlerinde bulunduğu ülke dışındaki 
rejim karşıtlarını tek çatı altında birleştiren Suriye Ulusal Konseyi’ni akademisyen Burhan Gaylun liderliğinde kurmayı başarmıştır.27 


<  Suriye’de rejim değişikliği gerçekleşene kadar Türkiye ile arasında ‘kardeşlik’ ilişkilerinin bir daha kurulması söz konusu değildir. Esad yönetiminin elindeki tüm kartlarını kaybetmesi durumunda ise Kaddafi gibi sonuna kadar savaşacağını tahmin etmek zor değildir. >

Suriyeli muhaliflerin örgütlenmesinde ve tek çatı altında toplanmasında aktif rol alan Türkiye ‘‘Hür Suriye Ordusu’’ isimli silahlı muhalif örgütün liderlerinden 
Riyad el-Esad’ı ülkeye kabul etmiş hatta askeri koruma sağlamıştır.28 Nihayet Türkiye, 18 Ekim’de Suriye Ulusal Konseyi ile ilk resmi temas kuran ülke olarak Suriye’ye yönelik gelecekte izleyeceği politikalar hakkında ipucu vermiştir.29 Her ne kadar Davutoğlu, bu görüşmenin bir ‘‘tanınma’’ olmadığını belirtse de30 Beşar Esad’a karşı birleşen muhaliflerle ilk resmi görüşmeyi yapan ülkenin Türkiye olması son derece önemlidir. 

Arap Baharı’nın etkisiyle Türkiye, Şam yönetimine karşı tavrını netleştirirken, 5 Ekim’de Fransa’nın, İngiltere, Almanya ve Portekiz ile işbirliği halinde hazırladığı Suriye’ye karşı tedbirler öneren karar tasarısı BM Güvenlik Konseyi’nde görüşülmüştür. Fakat 15 üyeli Konsey’de yapılan oylamada daimi üyeler Rusya ve Çin’in kararı veto etmesi, geçici üyeler Güney Afrika, Hindistan, Lübnan ve Brezilya’nın da çekimser oy kullanması sonucu Suriye uluslararası yaptırımlardan kurtulmuştur.31 Her ne kadar Rusya ve Çin yaptırımları veto etse de Esad’ı vaat ettiği reformları hayata geçirmesi konusunda uyarmış,32 Medvedev Esad’a reformları gerçekleştirmediği takdirde çekilme çağrısında bulunmuştur.33 Bu tavır, Rusya ve Çin’in Ortadoğu’daki stratejik müttefiki Suriye’de olası bir rejim değişikliğinin kendi çıkarlarını tehlikeye atacağından Esad’ı kaybetmek 
istemediklerinin fakat reform konusunun takipçisi olacaklarının bir göstergesidir. 

Türkiye’nin Esad ile köprüleri atmasının aksine İran, Suriye’deki halk ayaklanmasını TahranŞam-Hizbullah eksenini, bir diğer adıyla direniş 
cephesini, yok etmeye yönelik Batı komplosu olarak değerlendirmiş, İsrail ve ABD’nin bölgedeki planlarının önüne geçilmesi için Suriye’de güvenlik ve istikrarın korunmasına önem vererek stratejik müttefiki olan Esad yönetimine destek vermiştir. Fakat Esad’a çekilmesi yönünde yapılan uluslararası baskılar sonucu Ahmedinecad, Şam yönetimine halkın meşru taleplerine yanıt vermesini telkin ederek reform yolu ile Suriye’de istikrarın sağlanmasını hedeflemiştir.34 Tıpkı Rusya ve Çin gibi İran da Ortadoğu’daki baş müttefiki olan Beşar Esad’ın son ana kadar reform yolu ile iktidarda kalmasını sağlamak istemekte ve Suriye’yi kaybetmek istememektedir. 

Bu bağlamda, İran’ın Suriye’ye verdiği destek Esad’ın elinde önemli bir kart olarak dururken, Şam yönetimi kendisine tehdit olarak görmeye başladığı Türkiye ile ilişkilerini koparmaktan çekinmeyerek ikili ilişkilerde karşılıklı çıkarlara ne derece önem verdiğini göstermiştir. Esad yönetimi, Hatay’daki Suriyelilerin kaldığı çadır kampla-rına ilişkin karalama kampanyası başlatmıştır. Bu çerçevede, Suriye Resmi Haber Ajansı tarafından 4 Ekim’de Türkiye sınırına yakın bir bölgede ülkeye kaçak yollarla sokulmuş silahların bulunduğu35 haber yapılmıştır. Beşar Esad, 8 Ekim’de yaptığı açıklamada Türkiye’yi Suriye’nin içinde bulunduğu durumdan istifade etmeye çalışırsa daha büyük bir krizle karşı karşıya kalacağı konusunda uyarmış ve Türkiye’nin Suriye’yle aynı siyasi, ekonomik ve mezhepsel yapıyı paylaştığını belirterek aynı durumla karşı karşıya olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca 10 Ekim’de Malezya’da açıklamalarda bulunan Esad’ın danışmanı Büseyna Şaban, “Türkiye’nin, olayları kışkırtma ve körük lemesi yerine Suriye’deki çok partili sistemi ve demokrasiyi desteklemesini bekliyorduk...” diyerek36 Türkiye ile gelinen noktayı özetlemiştir. 

Türkiye’nin Esad ile ‘kardeşlik’ olarak tanımladığı ilişkisinin yükseliş ve düşüşünü Suriye dış politikasının pragmatik doğasına bakarak anlamak mümkündür. Beşar Esad, 2003 Irak işgali sonrasında İsrail, ABD ve Fransa’nın baskılarına karşı bölgesel ittifaklarını, tıpkı Hafız Esad’ın daha önce başka ülkelerle yaptığı gibi, çeşitlendirme ihtiyacı duymuştur. Esad, AK Parti’nin ‘komşularla sıfır sorun’ paradigmasıyla kesişen bu yaklaşımı sayesinde, Suriye için bunalımlı bir dönemde Irak işgaline karşı çıkan ve İsrail’le ilişkilerini normalleştiren Türkiye ile pragmatik bir ittifak kurmuştur. Fakat Esad, yine babası gibi, Nusayri mezhebine dayanan rejimin bekasını ve devletin ulusal güvenliğini korumayı temel hedef 
edinmiş, bu iki noktadan asla taviz vermeyerek gerekli gördüğünde Türkiye ile olan ittifakından vazgeçmiştir. 

Beşar Esad, Baas rejimini tehdit etmeyen, Suriye’nin iç işlerine karışmayan ve İsrail’e karşı ülkesinin güvenliğine katkı sağlayan bir Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeyi kendi çıkarlarına uygun bulmuştur. Fakat aynı Türkiye’nin, Arap Baharı’yla birlikte, kendisine reform yönünde baskı yapması, muhaliflere kol kanat germesi ve ABD ile aynı çizgide askeri yaptırımları uygulamaya koymasını kabul etmemiş ve Türkiye ile olan ittifakını sona erdirmekten çekinmemiştir. Bu tavır, Hafız Esad döneminden beri Suriye dış politikasının en temel yaklaşımların dan biri olan çeşitli bölgesel ve küresel güçlerle kurulan ve ihtiyaç halinde değiştirilen pragmatik ittifak politikasının Beşar Esad tarafından Türkiye ile ilişkilerde miras alındığının açık bir göstergesidir. Bu bağlamda, Türkiye’nin son yıllarda geliştirdiği dostane ilişkilere ve akrabalık bağlarına dayanarak 
Beşar Esad yönetiminden Suriye’de demokrasiye geçiş reformlarına öncülük etmesini beklemesi ve sözünün dinleneceğini düşünmesi aşırı iyimserlik olarak yorumlanabilir. Totaliter-otoriter bir doğaya sahip olan Baas diktatörlüğünün köklü reformlar yapmasını beklemek en önemli Suriye uzmanlarından biri olan Nikolaos van Dam’ın da belirttiği gibi imkânsızdır.37 Suriye tarihi boyunca birçok kez seçimleri boykot eden Baas Partisi’nden demokratik ve çok partili siyasal sistemi hayata geçirecek reformları beklemek Alevi azınlık üzerine inşa edilen rejimin yıkılmasıyla sonuçlanacaktır. 

Sonuç 

Sonuç olarak, Beşar Esad, Hafız Esad döneminden beri devam eden Suriye dış politikasının pragmatik karakterini özellikle kurduğu çeşitli ittifaklar bağlamında aynen sürdürmüştür. Beşar Esad yönetiminin asıl tehdit olarak algıladığı İsrail ve ABD’ye karşı bölgesel olarak İran gibi bir gücü arkasına alması ve elinde Hizbullah, Hamas gibi caydırıcı kozların bulunmasının yanı sıra Rusya ve Çin’in Güvenlik Konseyi’nde, en azından şimdilik, yaptırımları engellemesi Suriye’yi kısmen de olsa rahatlatmıştır. Dolayısıyla Esad rejiminin elinde iktidarını sürdürmek için kullanabileceği birden fazla kart halen bulunmaktadır. 

Beşar Esad, Suriye’nin bölgesel izolasyon içerisine girdiği 2003 Irak Savaşı sonrasında İran ve Türkiye ile stratejik ittifaklar geliştirme gereksinimi 
duymuştur. Fakat Arap Baharı’nın Suriye’ye ulaşmasıyla birlikte İran, Şam yönetimine destek verirken, Türkiye’nin Batı ile uyum halinde Esad yönetimi üzerinde kademeli olarak baskı uygulaması ve muhaliflere destek vermesi iki ülke arasındaki ilişkileri koparmıştır. Suriye’nin Arap Baharı’yla birlikte politikalarını ABD çizgisine çeken Türkiye’nin uyarılarını dikkate almaması, pragmatik ittifak değişikliklerini Suriye dış politikasının geleneksel modellerinin en önemlilerinden biri olarak miras alan Beşar Esad yönetimi için normal bir davranış biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Rejimin tehlikeye girdiği ve uluslararası baskıların arttığı bir dönemde Türkiye ile pragmatik bir işbirliğine giren Esad, yine uluslararası baskıların arttığı bir dönemde bu ittifaktan, elinde kullanabileceği farklı kartlar olduğu için vazgeçmiştir. 

Suriye’de ordu ve güvenlik güçlerinin Nusayri azınlığın kontrolünde olması, rejimin yıkılmasının Nusayrilerin yüzyıllar sonra elde ettiği ayrıcalığı yok etme ve Sünnilerle bir mezhep savaşının fitilini ateşleme ihtimali, Suriye’yi Tunus, Mısır ve Libya’daki rejimlerden farklılaştırmaktadır. 

Suriye’de demokratik değişim ve çok partili siyasal yaşama geçiş rejimin bekasını tehdit edeceğinden dolayı köklü reformların uygulanma 
ihtimali son derece zayıftır. ABD ve AB’nin askeri seçeneği masaya yatırıp uluslararası bir müdahale yolu ile Esad rejimini devirme arzusu işgalin maliyetinin Suriye’nin petrol kaynaklarıyla karşılanamayacak kadar yüksek olmasından dolayı zor görünmektedir. Nitekim ABD’nin Şam Büyükelçisi Robert Ford, Time dergisine verdiği demeçte ‘‘ABD’nin Libya’ya müdahale ettiği gibi Suriye’ye müdahale etmeyeceğini, muhalefet açısından asıl meselenin, rejim içinden nasıl destek alacaklarını ve sorunu çözmek için dışarıya bakmamanın bir yolunu bulmaları gerektiğini’’ belirtmiştir. Ford’un ayrıca, ‘‘Bu bir Suriye sorunu ve çözüm de Suriye›den gelmeli’’38 açıklaması ABD’nin stratejisinin işgalden ziyade iç muhalefete bağlandığının bir göstergesidir. Fakat Suriye’de ordu, istihbarat servisleri ve Baas Partisi içerisinde Nusayri azınlığın safları sıklaştırmış 
olması ve dış muhalefetin aksine iç muhalefetin güçsüz olması Libya’da olduğu gibi Batı’nın rejimi içten devirme ihtimalini zayıflatmıştır. Esad rejiminin devrilmesiyle Ortadoğu’nun istikrarsızlaşması, Suriye’de mezhep savaşı çıkması ve radikal İslamcı bir rejimin Şam’da iktidara gelerek İsrail’e daha büyük bir tehdit oluşturması ihtimalleri ABD’yi düşündüren diğer faktörler olarak sayılabilir. 

Mevcut koşullar içinde Suriye’de rejim karşıtı gösterilerin ve halka uygulanan şiddetin bir hayli uzun süreceğini tahmin edebiliriz. Türkiye, ABD ve AB ile işbirliği halinde Şam’a yönelik yaptırımları ağırlaştıracağının ve Suriyeli muhalifler üzerinden Esad yönetimine karşı yeni bir siyasete başlayacağının sinyallerini vermektedir. Bu bağlamda, Suriye’de rejim değişikliği gerçekleşene kadar iki ülke arasında ‘kardeşlik’ ilişkilerinin bir daha kurulması söz konusu değildir. Beşar Esad’ın Türkiye ile ilişkilerini koparmasının ardından Rusya, Çin ve İran’la ittifaklarını korumaya ve çeşitli pragmatik ittifaklarla elindeki kartları çoğaltmaya çalışacağı açıktır. Beşar Esad iktidarını muhafaza edebilmek için elindeki bütün bölgesel ve küresel kartları son ana kadar oynamaktan çekinmeyecektir. Esad yönetiminin elindeki tüm kartlarını kaybetmesi durumunda ise Kaddafi gibi sonuna kadar savaşacağını tahmin etmek zor değildir. 


DİPNOTLAR 

1 Hafız Esad döneminde politik gücün çeşitli aygıtlar vasıtasıyla devlet başkanının elinde merkezileşmesi için, bkz. Raymond Hinnebusch, Syria: Revolution from Above, London and New York: Routledge, 2001, s. 61-84. 
2 Mezhep, bölge ve aşiret faktörünün Suriye politikasındaki önemini vurgulayan bir çalışma için bkz. Nikolaos Van Dam, Suriye’de İktidar Mücadelesi: Esad 
ve Baas Partisi Yönetiminde Siyaset ve Toplum, çevirenler Semih İdiz ve Aslı Falay Çalkıvik, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000. 
3 Raymond Hinnebusch, Syrian Foreign Policy under Bashar al-Assad, Ortadoğu Etütleri, cilt 1, sayı 1, Temmuz 2009, s. 16-20. 
4 Bkz. Syria under Bashar (I): Foreign Policy Challenges, International Crisis Group, 11 Şubat 2004. 
5 Alfred B. Prados and Jeremy M. Sharp, Syria: Political Conditions and Relations with the United States After the Iraq War, Congressional Research 
Service Report for Congress, Şubat 2005, s. 25-27. 
6 Bayram Sinkaya, İran-Suriye İlişkileri ve Suriye’de Halk İsyanı, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 33, Eylül 2011, s. 41-42. 
7 Oytun Orhan, Türkiye-Suriye Askeri Tatbikatı ve İsrail’in “Rahatsızlığı”,ORSAM Dış Politika Analizi, 28 Nisan 2009, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=243. 
8 Veysel Ayhan, Türkiye -Suriye Arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Dönemi, ORSAM Dış Politika Analizi, 15 Ekim 2009, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=378. 
9 Veysel Ayhan, Türkiye-Suriye Stratejik İşbirliği Konseyi’nin Birinci Başbakanlar Düzeyi Toplantısı, ORSAM Dış Politika Analizi, 23 Aralık 2009, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=503. 
10 ‘‘Türkiye-Suriye Dostluk Barajı’nın Temeli Atıldı,’’ Dünya Bülteni, 06 Şubat 2011. 
11 Suriye’li muhalif grupların detaylı bir analizi için bkz. Seth Wikas, Battling the Lion of Damascus: Syria’s Domestic Opposition and the 
Asad Regime, The Washington Institute for Near East Policy, Mayıs 2007, ayrıca bkz. Joshua Landis and Joe Pace, The Syrian Opposition, 
The Washington Quarterly, Kış 2006-2007, s. 45-68. 
12 Beşar Esad iktidarının ilk yılları ve reform beklentileri için bkz. Eyal Zisser, Commanding Syria: Bashar al-Assad and the First Years in 
Power, London: I. B. Tauris, 2007. 
13 ‘‘Esad Köşeye Sıkıştı,’’ Ntvmsnbc, 18 Ağustos 2011. 
14 ‘‘ABD ve Avrupa Esad’ın İpini Çekti,’’ Sabah, 19 Ağustos 2011. 
15 Patrick Seale, Is the Syrian Regime in Danger?, 4 Nisan 2011, 
http://www.agenceglobal.com/article.asp?id=2530. 
16 ‘‘Erdoğan’dan Esad Ailesine Sert Mesaj,’’ Hürriyet, 10 Haziran 2011. 
17 ‘‘Esad’dan Oyalama Taktiği,’’ Sabah, 21 Haziran 2011. 
18 ‘‘Erdoğan’dan Suriye Açıklaması,’’ Hürriyet, 22 Eylül 2011. 
19 ‘‘Şam’dan Erdoğan’a Sert Yanıt,’’ Milliyet, 07 Ağustos 2011. 
20 ‘‘Kimse Esad’a İnanmıyor, Ben de İnanmıyorum,’’ Dünya Bülteni, 14 Eylül 2011. 
21 ‘‘Esed’le Görüşmeler Kesildi Şam’a Yaptırımlar Yolda,’’ 
22 Eylül 2011, 
http://www.turkiyesuriye.com/2011/09/22/esedle-gorusmeler-kesildi-sama-yaptirimlar-yolda/ 
22 ‘‘Türkiye, Hava Sahasını Askeri Sevkiyata Kapattı,’’ Hürriyet, 22 Eylül 2011. 
23 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan SETA’da, 26 Eylül 2011, 
http://www.setav.org/public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=86892&q=basbakan-recep-tayyip-erdogan-seta-da 
24 ‘‘Suriye Sınırında Kritik Tatbikat,’’ Sabah, 4 Ekim 2011. 
25 Veysel Ayhan, Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi, Diplomatik, Ekonomik Ve Askeri Yaptırımlar, ORSAM Dış Politika Analizi, 5 Ekim 2011, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2709. 
26 Muhaliflerin Antalya toplantısının analizi için bkz. Veysel Ayhan ve Oytun Orhan, Suriye Muhalefeti’nin Antalya Toplantısı: Sonuçlar, Temel Sorunlara 
Bakış ve Türkiye’den Beklentiler, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 31/32, Temmuz-Ağustos 2011, s. 8-16. 
27 Suriye Ulusal Konseyinin oluşum aşaması, yapısı ve hedefleriyle ilgili bkz. Oytun Orhan, Suriye’de Sonun Başlangıcı: Yaptırım Dönemi ve Suriye 
Ulusal Konseyi, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 34, Ekim 2011, s. 46-50. 
28 Veysel Ayhan, Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi, Diplomatik, Ekonomik Ve Askeri Yaptırımlar, ORSAM Dış Politika Analizi, 5 Ekim 2011, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2709. 
29 ‘‘Turkey Meets Members of Opposition Syrian National Council,’’ The Washington Post, 18 Ekim 2011. 
30 ‘‘Suriyeli Muhaliflerle İlk Resmî Temas,’’ Zaman, 19 Ekim 2011. 
31 ‘‘The First Legally Binding Decision Against Syria Fails at the UN,’’ Syria Comment, 5 Ekim 2011. 
http://www.joshualandis.com/blog/?p=12401&utm_source=feedburner&utm_medium=email&utm_campaign=Feed%3A+Syriacomment+%28Syria+Comment%29 
32 ‘‘Çin’de Esad’a Nota Verdi,’’ Ntvmsnbc, 11 Ekim 2011. 
33 ‘‘Rusya’dan Esad’a: Ya Reform yap ya git,’’ BBC Türkçe, 7 Ekim 2011, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/10/111007_medvedev_syria.shtml 
34 Bayram Sinkaya, İran-Suriye İlişkileri ve Suriye’de Halk İsyanı, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 33, Eylül 2011, s. 43-47; Ayrıca bkz. ‘‘Suriye 
Halkının Demokrasi Dersine İhtiyacı yok,’’ SANA, 4 Ekim 2011. 
35 ‘‘Türkiye Sınırı Yakınlarında Büyük Oranda Silah Ele Geçirildi,’’ SANA, 4 Ekim 2011. 
36 ‘‘Türkiye’nin Kışkırtma Yerine Reformları Desteklemesini Temenni Ederdik,’’ SANA, 10 Ekim 2011. 
37 ‘‘Nikolaos van Dam: The Syrian regime is rapidly running out of options,’’ The Independent, 10 August 2011. 
38 ‘‘ABD Suriye’ye Müdahale Etmez,’’ Sabah, 28 Eylül 2011. 


***