BEŞAR ESED etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BEŞAR ESED etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mart 2017 Salı

SURİYE SİYASİ TARİHİ GENEL BÖLÜM 3


SURİYE SİYASİ TARİHİ  GENEL BÖLÜM 3


Hama Katliamı: 2 Şubat 1982

Hama kenti, din dışı olarak nitelendirdikleri Nusayrilerin yönetimde hızla kadrolaşmasını hedef alan Müslüman Kardeşler örgütünün merkeziydi. Örgütün 1980 yılında Hafız Esad'ı hedef alan suikast girişiminin başarısız olması, şiddetlenmemiş olan Sünni Müslüman-Nusayri çatışmasını çok ileri bir boyuta taşımıştır. Hafız Esad ilk tavrını hapishanelerdeki Sünni Müslümanları öldürmekle göstermiştir. Sonraki süreçte örgüt üyelerine karsı tavrını oldukça sertleştiren Esad, çatışmalara son noktayı, 2 Şubat 1982, Suriye ordusunun bir bütün olarak katıldığı ve çoğunluğu Müslüman yaklaşık 38 bin kişinin[81] (farklı kaynaklarda 10.000[82] hatta 20.000[83] şeklinde de ifade edilmektedir) öldüğü Hama katliamı ile koymuştur. Saldırılar sırasında kentteki camilerin önemli bölümü yerle bir edilmiş, Hama'da üç ay boyunca ezan sesi duyulmamıştır.800.000 kadar Suriyeli ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Katliam sonrasında Müslüman Kardeşler, gücünü büyük ölçüde kaybetmiş; genelindeki örgüt üyeleri ya da sempatizanları ya yurt dışında kaçmış ya da ülkedeki siyasi faaliyetlerine son vermiştir.[84]

Hama katliamı, Nusayri topluluğun kendi içinde dayanışma bağlarını güçlendirmiş ve Hafız Esad'ı, Suriye'de rakipsiz bir konuma getirmiştir.[85]

Şam Baharı'ndan Arap Baharına Beşar Esad Suriyesi

Beşar Esad, Suriye'de babasının kurduğu rejimin temel taşlarını oluşturan ordunun, istihbarat servislerinin, Nusayri ileri gelenlerinin ve Baas Partisi'ndeki kökleşmiş kadroların desteğini sağlayarak iktidara gelmiştir.[86] B. Esad, 10 Temmuz 2000 referandurumunda oyların %97'sini alarak Suriye Devlet Başkanı olmuştur. Böylece, Hafız Esad'ın kendisinden sonra ülkeyi yönetecek oğlu için planladığı "yumuşak geçiş" başarıyla tamamlanmıştır.[87]

B.Esad'ın iktidara gelmesinden sonra reform ve demokrasinin gerekliliğine yaptığı vurgu, reform beklentisindeki aydınları ümitlendirmiştir. Hafız Esad döneminde uygulanan ekonomik liberalleşme sayesinde güçlenen girişimci kesim ile daha çok akademisyen, avukat ve sanatçılardan oluşan aydın kesimin bir araya gelerek "Sivil Toplumun Canlanışı" adı altında örgütlenmeleri, reform konularında birçok taleplerin dile getirilmesine olanak sağlamıştır.[88] Rejim bu talepleri dikkate almış ve hemen sonrasında siyasi ve ekonomik açıdan önemli denebilecek gelişmeler yaşanmaya başlamıştır.

"Şam Baharı" olarak adlandırılan bu dönemde, cezaevindeki siyasi tutuklular serbest bırakılmış ve "Ulusal İlerici Cephe" içerisindeki partilere kendi gazetelerini çıkarma izni verilmiştir.[89] Yolsuzluk ve rüşvetle mücadele çerçevesinde birkaç üst düzey yönetici görevden alınmıştır. 1996 yılında kullanılmaya başlanan ancak sadece üst düzey yöneticilerin kullanmasına izin verilen internet, Beşar yönetimince serbest bırakılmış ve yaygınlaştırılmıştır. Basındaki devlet tekeline son vermek amacıyla, özel basın kuruluşlarının kurulmasına izin veren yasa yine bu süreçte onaylanmıştır.[90] Ayrıca, 2000 yılının Temmuz ayından itibaren ciddi ve planlı bir ekonomik reform programı ve ticari liberalizasyon politikası uygulamaya konulmuştur. Ekonomik reformların amacı, özel bankacılık sistemi ve menkul kıymetler borsasının kurulması, yeni kur politikaları ülkeye yabancı sermaye girişini hızlandırmak için ülke ekonomisini daha verimli hale getirmekti.

Ancak,Beşar'ın hem devletin çıkarlarını hem de değişim yönünde artan taleplere bir ölçüde cevap vermek için gerçekleştirdiği reformlar, Suriyeli aydınlar tarafından yetersiz bulunmuştur. Aydınlar, 2001 yılında, hükümete "Ulusal İlerici Cephe" dışında yeni partilerin kurulması ve özgür seçimlerin yapılması yönünde bir manifesto sunmuştur. Bu manifesto, rejimi ciddi anlamda tehdit eden ve yönetimdeki Alevilerin ve Baas Partisi'nin egemenliğine son verebilecek istekler içermekteydi. Bu noktadan itibaren harekete geçen hükümet, iktidardaki Baas Partisi'ne bağlı kitle örgütlerini (Kadın kolları, örgenci kolları ve gençlik kolları) devreye sokmuştur. Rejim içerisinden sert tepkiler alan hareket, kısa bir süre sonra birçok üyelerinin cezaevine gönderilmesi ve toplantılarına izin verilmemesi sonucunda sindirilmiştir. "Şam Baharı" sürecini sona erdiren bu müdahaleler, devlet içerisindeki reform karşıtı siyasi ve askeri seçkinlerin oluşturduğu Şahinlerin gücünü açıkça ortaya koymaktaydı.[91]

2001 sonlarına doğru, oluşan reform dalgası büyük oranda tersine dönmüş ve demokratikleşme yönünde geri adımlar atılmaya başlanmıştır. Besar Esad, ne kesin olarak reform karşıtı bir tutum sergilemektedir, ne de reformların olası bir rejim değişikliğine varacak bir değişime izin vermektedir. [92]

11 Eylül 2001'de gerçekleşen terör saldırılarından sonra, ABD değişen güvenlik algılamasını tanımlarken, "bölgesel kaynaklı küresel teröre ve kitle imha silahlarına sahip serseri devletler" arasında Suriye'yi de saymıştır.[93] ABD, Suriye'yi kimyasal silah üretmekle, terörist grupları barındırmakla ve 2003'te gerçekleştirdiği Irak operasyonunda Irak'taki direnişçilere destek vermekle suçlamıştır.[94] Bundan sonra Suriye üzerindeki dış baskı giderek yoğunlaşmıştır. Zira, aynı yılın Ekim ayında, İsrail, kendi ülkesinde yapılan bir intihar saldırısını gerekçe göstererek, Suriye'ye yönelik askeri bir saldırı gerçekleştirmiştir. Bu saldırıdan beş ay sonra bu kez Suriye'nin Kamışlı kentinde Kürt kökenliler ile Arap kökenliler arasında bir çatışma çıkmıştır. Mayıs 2004'te ise, ABD, Suriye'ye ambargo koyduğunu ilan etmiştir.[95]

ABD aynı zamanda Suriye'ye demokratikleşme, insan hakları, ekonomik liberalleşme ve etnik azınlıkların korunması gibi konuları öne sürerek reform konusunda baskı oluşturmaya başlamıştır. Bu baskılar, Suriye'deki muhalif güçleri harekete geçirmiştir. İçerden ve dışarıdan gelen reformların genişletilmesi artan baskılar karşısında B.Esad yönetimi, bir taraftan reform sürecini devam ettirerek baskıları asgari düzeyde tutmaya çalışmış, diğer taraftan rejimi rahatlatmak üzere dış politikada yeni arayışlara yönelmiştir. [96] Bu çerçevede AB ile yakınlaşma siyasetinin önemi Suriye açısından son zamanlarda artmıştır.

14 Şubat 2005'te, Lübnan muhalefet lideri ve eski başbakanı Refik Hariri'nin bir suikast sonucunda öldürülmesi, tüm şüpheleri Suriye'ye yöneltmiştir. [97] Bu olay sonrasında ABD ve Fransa'nın BM Güvenlik Konseyi nezdinde Suriye'ye Lübnan'daki askeri birliklerinin geri çekilmesi yönünde yapmış oldukları baskı sonucunda, Suriye askeri birliklerini geri çekmiştir.[98] Ayrıca, siyasi reformlar yönünde yapılan değişikliklerin kapsamının, Hariri suikastı sonrasında, ABD ve öteki dış baskılar sonucunda genişletilmesi dikkat çekicidir.

Tunus, Mısır ve Libya'daki diktatörlüklere karşı demokrasi ve özgürlük talep eden halk ayaklanmalarının başlamasıyla ortaya çıkan "Arap Baharı" Mart 2011'de Suriye'yi de etkilemeye başlamıştır. Mart 2011'de Dera'da başlayan gösterilerin Şam, Halep, Hama, Humus, Lazkiye, Banyas, Deyr-i Zor gibi önemli şehirlere sıçramasıyla Beşar Esad daha güçlü bir muhalefet dalgası ile karşı karşıya kalmıştır. Rejimin eski alışkanlıklarından kurtulmadığının bir göstergesi ise ordu birliklerinin göstericilere sert tepki göstermesi ve yüzlerce kişiyi gözünü kırpmadan öldürmesi olmuştur. Şam yönetimiyle ilişkileri uzun bir süredir kötü olan ABD, Esad'ı uyguladığı şiddet sebebiyle kınamış, 18 Ağustos'ta meşruiyetini kaybettiğini belirterek görevden çekilmesi çağrısında bulunmuştur.

Sonuç olarak Beşar Esad, Suriye politik kültürünün en önemli özelliklerinden biri olan ve Hafız Esad döneminde zirveye ulaşan Suriye dış politikasının pragmatik karakterini özellikle kurduğu çeşitli ittifaklar bağlamında aynen sürdürmüştür. Beşar Esad yönetiminin asıl tehdit olarak algıladığı İsrail ve ABD'ye karşı bölgesel olarak İran gibi bir gücü arkasına alması ve elinde Hizbullah, Hamas gibi caydırıcı kozların bulunmasının yanı sıra Rusya ve Çin'in Güvenlik Konseyi'nde, en azından şimdilik, yaptırımları engellemesi Suriye'yi kısmen de olsa rahatlatmıştır. Dolayısıyla Esad rejiminin elinde iktidarını sürdürmek için kullanabileceği birden fazla kart halen bulunmaktadır.

 DİPNOTLAR;

[1] Thomas Collelo, Syria a Country Study, Washington D.C.: United States Government Secretary of the Army Federal Research Division,1988, p.4.

[2] Celalettin Yavuz, Geçmişten Geleceğe Suriye-Türkiye İlişkileri, Ankara: Ankara Ticaret Odası Yay., 2005,s.9.

[3] Bu dönemde Mezopotamya'yaDış Suriye, Şam'ın bulunduğu kısma İç Suriye, Filistin bölgesine Güney Suriye, Halep ve civarınaKuzey Suriye denilmektedir.

[4] Volkan Aydos ve Meltem Duran, Suriye Ülke Etüdü, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yay., 2000,s. 20

[5] C. Yavuz, Geçmişten Geleceğe…,s.15-16.

[6] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.20-21.

[7] C. Yavuz, Geçmişten Geleceğe…,s.21; V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.21.

[8] C. Yavuz, Geçmişten Geleceğe…,s.29.

[9] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.21.

[10] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.21-22.

[11] C. Yavuz, Geçmişten Geleceğe…,s.42.

[12] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.22.

[13] Mecid Gafur, Hafız Esad Dönemi Türkiye-Suriye İlişkileri, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara : Gazi Üniversitesi, 2002 ,s.7.

[14] Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün'ü kapsayan alan, bkz. Salih Akdemir, "Suriye'deki Etnik ve Dini Yapının Siyasi Yapının Oluşmasındaki Rolü", 
Avrasya Dosyası Dergisi , ASAM Yayınları, 2000, Cilt:6,Sayı:1, s.210-211.

[15] Raymond A. Hinnebusch, "State and Civil Society in Syria", The Middle East Journal ,Washington: Indiana University Press, 1993, Vol.47, No.2, p.244.

[16] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.22.

[17] C. Yavuz, Geçmişten Geleceğe…,s.54-56.

[18] Erdem Erciyes, Orta Doğu Denkleminde Türkiye-Suriye İlişkileri, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayınları, 2004, s.41.

[19] Şinasi Altundal, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, (Mısır Meselesi 1831-1841), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1988, s.57.

[20] Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi (1700-1958), Ankara: Emel Yay., 1977, s.200-201.

[21] Bernard Lewis, Tarihte Araplar, İstanbul: Anka Yayınları, 2003, s.225.

[22] A.Haluk ÜLMAN, 1860s.175.-1861 Suriye Buhranı: Osmanlı Diplomasi sinden Bir Önek Olay, Ankara, 1966,

[23] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.22

[24] Türel Yılmaz, Mehmet Şahin, Ortadoğu Siyasetinde Türkiye, Ankara: Platin Yay., 2004, s.44.

[25] Cemal Paşa, Hatıralar, (Haz. Alpay Kabacalı), İstanbul: Türkiye İş Bankası Yay., 2001, s.308-309.

[26] Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu: Son Üç Yüz Yıl Bir Çöküşün Yeni Tarihi, (Çev. Belkıs Çorakçı Dişbudak), İstanbul: Sabah Kitapları, 1995, s.260.

[27] M. Derviş Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki Topraklarda Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Suriye, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yay., 2004, s.93.

[28] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.23.

[29] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, (Çev. Mehmet Harmancı), İstanbul: Agora Kitaplığı Yay., 2008, s.243–244; M. Akif Okur,
" Fransız Manda Yönetimi Döneminde Suriye", Orta Doğu Siyasetinde Suriye,( Der. Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin),Ankara: Platin Yay., 2004, s.9-10.

[30] Doğan Şentürk, Ortadoğu'da Arap Birliği Rüyası Saddam'ın Baas'ı, İstanbul: Alfa Yay., 2003, s.13.

[31] D.Şentürk, Ortadoğu'da Arap…,s.14-15.

[32] Sayim Türkman, ABD, Ortadoğu ve Türkiye, Ankara: Nobel Yay., 2007, s.97.

[33] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu…,s.250.

[34] Selahattin İbas, "Türkiye Suriye İlişkilerinin Tarihi", Orta Doğu Siyasetinde Suriye,( Der. Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin),Ankara: Platin Yay., 2004, s.46.

[35] Ali Dağıstan, Adnan Sofuoğlu, İşgalden Katılıma Hatay, Ankara: Phoenix Yay., 2008, s.106.

[36] Philip S. Khoury, Syria and the French Mandate, London. I. B. Taurus Co.Ltd. Publishers, 1987,p.583.

[37] M. A.Okur, "Fransız Manda Yönetimi Döneminde Suriye", s.27.

[38] Baas Partisi'nin kuruluşuna ilişkin olarak 1940, 1941 ve 1943 yılları olarak üç farklı tarih göze çarpmaktadır. Bu çalışmada 1943 yılı Parti'nin kuruluş yılı olarak kabul edilmektedir bkz. Kamel Abu Jaber, Arap Baas Sosyalist Partisi, (Çev. Ahmet Ersoy), Ankara: Altınok Matbaası, 1970, s.28.

[39] Mehmet Atay, "Arap Baas Sosyalist Partisi Üzerine", Avrasya Dosyası, İstanbul: ASAM Yay., 2000,

C.6, Sayı:1, s.131.

[40] Albert Hourani, Arap Halkları Tarihi, İstanbul: İletişim Yay.,2003, s.467.

[41] S.Akdemir, "Suriye'deki Etnik ve Dini Yapının Siyasi Yapının Oluşmasındaki Rolü", s.211-213; "Chronik, Arabische Republik Syrien", 
http://www.mittelmeerbasar.de.

[42] Cumhuriyet, 4 Nisan 1949.

[43] Sabahattin Şen, Ortadoğu'da İdeolojik Bunalım: Suriye Baas Partisi ve İdeolojisi, İstanbul, Bir Yay., 2004, s.184.

[44] Kamel S. A.Jaber, Arap Baas… s.38.

[45] Mücahit Topalak,"Bir Diktatörün Gidişi", Zafer Gazetesi, 27 Şubat 1954, Ankara, s.3.

[46] Öner Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul: Kastaş Yay., 2004,s.97.

[47] S. Şen, Ortadoğu'da İdeolojik…, s.192.

[48] D.Şentürk, Ortadoğu'da Arap…,s.152.

[49] "Syria", http://www.countrystudies.us.

[50] İsmet Giritli,Bugünkü Ortadoğu'nun Önemli Sorunları, İstanbul,1978,s.92; Adid Davişa, Arap Milliyetçiliği, (Çev. Lütfi Yalçın) İstanbul:Literatür Yay., 2004,s.204.

[51] Nikolaos Van Dam, Suriye'de İktidar Mücadelesi, İstanbul: İletişim Yay., 2000,s.s.60-62.

[52] Derek Hopwood, Syria, 1945–1986: Politics and Society, Boston,1988,p.90.

[53] S. Şen, Ortadoğu'da İdeolojik…, s.234.

[54] İ.Giritli, Bugünkü Ortadoğu'nun…, s.93.

[55] "Syria", http://www.countrystudies.us.

[56] https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/sy.html

[57] http://www.state.gov/r/pa/ei/bgn/3580.htm

[58] Robert Scott Mason, "The Society and Its Environment", (Ed. Thomas Collelo), Syria: A Country

Study, Federal Research Division Library of Congress, 1987, p.87–96.

[59] Nusayrilik hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Muhammed Ebu Zehra, İslam'da Siyasi İtikadi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, (Çev.Hasan Karakaya, Kerim Aytekin), İstanbul:  Hisar Yay., ss.68–70,

[60] Louis Massignon , "Nusayrîler", İslam Ansiklopedisi, C. 9, MEB Yayını, 1964, s.365.

[61] N.V.Dam, Suriye'de İktidar Mücadelesi…,s.79.

[62] Muhammed Emin Galib et-Tavil , Arap Alevilerinin Tarihi, Nusayrîler, (Çev. İsmail Özdemir),İstanbul, Çivi Yazıları,2000,s.81.

[63] Yvette Talhamy, "The Nusayrî Leader Isma'il Khayr Bey and the Ottomans (1854–58)", Middle Eastern Studies,Vol. 44,November 2008, p.895.

[64] Erdal Aksoy, " Nusayrîlerin Sosyal Yapıları Ve Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye'de Yaşayan Bu Topluluğa Devletin Yaklaşımları ",Türk Kültürü ve 
Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı: 54, 2010,s.203.

[65] Detaylı bilgi için bkz.Engin Sertel, Dini ve Etnik Kimlikleriyle Nusayrîler, Ankara: Ütopya Yayınevi,2005.

[66] E. Aksoy, "Nusayrîlerin Sosyal Yapıları…",s.203.

[67] E. Aksoy, "Nusayrîlerin Sosyal Yapıları…",s.206.

[68] E. Aksoy, "Nusayrîlerin Sosyal Yapıları…",s.210.

[69] Raymond A.Hinnebusch, Syria: Revolution From Above, Londra, 2001, p. 65.

[70] Alan George, Syria: Neither Bread nor Freedom, Londra, Zed Books, 2003, p. 87.

[71] Hans Günter Lobmeyer, "Suriye: Leviathan'ın Diyarı", (Der. Ferhad İbrahim, Heidi Wedel) Orta Doğu'da Sivil Toplum Sorunları, (Çev.Erol Özbek), 
İstanbul:İletişim Yay., 1997, s.93–94.

[72] R.A. Hinnebusch, "Suriye'de Devlet ve Sivil Toplum", (Çev: Hakan Özdağ), Avrasya Dosyası (Suriye Özel), C. 2, Sayı: 3, 1995, s.1.

[73]Patrick Seale, "Asad: Between Intitutions and Autocracy", (Ed. Richard T. Antoun, Donald Quatarert), Syria Society, Culture and Policy, New York: 
State University of New York Press, 1991,p.98.

[74] N.V.Dam, Suriye'de İktidar Mücadelesi…,s.44.

[75] Volker Perthes," The Syrian Economy In The 1980s", Middle East Journal, Vol.46, No:1,1992,p. 154–155; Moshe Ma'oz, Asad: Sphinx of Damascus, 
New York: Weidenfield&Nicolson,1988,p.91–92.

[76] R.D. Mc Laurin, Mohammed Mughisuddin, Abraham R. Wagner, Foreign Policy Making in the Middle East, New York: Praeger Publishers, 1977, p. 236.

[77] M.Ma'oz, Asad…,p.114-115.

[78] Volker Perthes," The Syrian Economy In The 1980s", Middle East Journal, Vol.46, No:1,1992,p.182; M.Ma'oz, Asad…,p.91–92.

[79] N.V.Dam, Suriye'de İktidar Mücadelesi…,s.119; R.Hinnebusch, Syria…,p. 69.

[80] Meliha Benli Altunışık, "Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Suriye'nin Dış Politikası: Değişime Uyum Çabası",(Ed. Mustafa Türkes ve İlhan Uzgel),
Türkiye'nin Komşuları, Ankara: İmge Kitabevi, 2002, s.259.

[81] Thomas Friedman, "Hama Rules", New York Times, September 21, 2001.

[82]Robert Fisk, "Hama", Times, 19 February 1982.

[83] John Kifner, "Syrian Troops are Said to Battle Rebels Encircled in Central City, New York Times, February 12, 1982.

[84] "Hama'da Ordu Ayaklanmayı Bastırdı", Milliyet, 12 Şubat 1982,s.5;Oytun Orhan, "Suriye'de Demokrasi mi İç Savaş mı?: Toplumsal - Siyasal Yapı, 
Değişim Senaryoları ve Türkiye", ORSAM: Orta Doğu Analiz, Mayıs 2011, C. 3, Sayı: 29,s.17.

[85] S. Şen, Ortadoğu'da İdeolojik…, s.279.

[86] Eyal Zisser, "Does Bashar al-Assad Rule Syria?", The Middle East Quarterly, Vol.10, No: 1, Winter-2003.

[87] "Syrian Parliament Backs Bashar", BBC News, July 11, 2000.

[88] Oytun Orhan, "Suriye, Dönüşüm ve Türkiye", Stratejik Analiz Dergisi, Ankara: ASAM Yay., Eylül- 2005, C.6, Sayı:65, s.24.

[89] O.Orhan, "Suriye, Dönüşüm ve Türkiye", s.24.

[90] Yasin Atlıoğlu, "Suriye'nin Siyasi ve Ekonomik Dışa Açılım Politikaları - Avrupa Birliği ve Türkiye", Stratejik Öngörü, İstanbul: Tasam Yay., Sonbahar- 2004, Sayı:3, s.229-230.

[91] O.Orhan, "Suriye, Dönüşüm ve Türkiye", s.24.

[92] Andre Bank, Carmen Becker,"Syrien unter Bashar al-Asad: Strukturen und Herausforderungen",  http://www.imi-online.de/2005.php3?id=1098 .

[93] Y. Atlıoğlu, "Suriye'nin Siyasi ve Ekonomik…", s.231.

[94] N.Farid Ghadry, "Syrian Reform:What Lies Beneath", http://www.meforum.org/article/683.

[95] Y. Atlıoğlu, "Suriye'nin Siyasi ve Ekonomik…", s.231.

[96]O.Orhan, "Irak Savası'ndan Sonra Suriye'de Ekonomi ve Siyaset", http://levantwatch.blogspot.com/2003_07_01_levantwatch_archive.html.

[97] Y. Atlıoğlu, " Suriye'nin Siyasi ve Ekonomik…", s.237; Carsten Wieland, "Sind Assads Tage Gezaehlt?, Syrien Unter Reformdruck", 
        http://www.das-parlament.de/2005/32-33/thema/007.html.

[98] Y. Atlıoğlu, "Suriye'nin Siyasi ve Ekonomik…", s.237.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/suriye/2012/05/29/6619/suriye-siyasi-tarihi



***








SURİYE SİYASİ TARİHİ GENEL BÖLÜM 2


SURİYE SİYASİ TARİHİ  GENEL BÖLÜM 2



Birleşik Arap Cumhuriyeti ( 1958–1961 )

1 Şubat 1958'de Mısır ve Suriye'nin birleşmesiyle Birleşik Arap Cumhuriyeti(BAC) kurulmuştur. Suriye'deki hemen hemen bütün siyasi yapılar birleşme fikrine destek verdiyse de başı çeken Baas Partisi olmuştur. Kısa bir süre sonra birlik içerisinde huzursuzluklar baş göstermiştir. Huzursuzluğun kaynağı, bu birliktelik veya ortaklıkta ağırlığı oluşturan Mısır'ın uyguladığı bazı politikalardı. Mısır, Suriye'nin içişlerine müdahalede bulunmuş, Suriyeli politikacıları yönetimden uzaklaştırmış ve çıkarılan sosyalist kanunlarla orta sınıfın çıkarlarını tehdit etmiştir. Bütün bunlar, birliğe karşı milliyetçi bir muhalefetin güç kazanmasına neden olmuştur.[50]

Eylül 1961'de Albay Kerim el-Nahlavi liderliğindeki Şamlı Sünni subayların gerçekleştirdikleri darbe ile Birleşik Arap Cumhuriyeti sona ermiştir. Darbeyi gerçekleştiren subaylar, darbeyi planlarken, kendileriyle aynı mezhep ve bölgeden gelen subayları stratejik noktalara atamaları dikkat çekicidir.[51]

Baas Partisi'nde iktidar Mücadelesi ( 1961–1970

Bu darbenin hemen sonrasında Suriye siyasetine egemen olan ve 1963 yılına dek yönetimde bulunan Ayrılıkçı rejim, BAC döneminde uygulamaya konulan politikalardan ve Baas Partisi'nin 1940'larda ve 1950'lerde ortaya koyduğu ideolojiden tam anlamıyla bir kopuşu simgelemekteydi. 1962 yılında "Ayrılıkçı Rejim"e karşı gerçekleştirilen başarısız bir darbe girişiminin ardından, 1963'teki askeri darbeyle Baas Partisi iktidara geldiyse de ,yeni yönetim de başarısız darbe girişimleriyle karşı karşıya kalmaktan kurtulamadı. 1966 yılında Baas Partisi'nin bölgecilerin ağırlıkta olduğu radikal kanadı, birçok tasfiyeyle ve mezhep-bölge-aşiret bağlarını kullanarak yeni bir darbe gerçekleştirdi. Böylece, 1960'ların başından beri Baas Partisi'nin sosyalizme öncelik verecek şekildeki ideolojik dönüşümüne son noktayı koydu; Baas Partisi iktidarının radikal evresini (Neo-Baas dönemini )başlattı. Dolayısıyla Parti'de 1963-1970 döneminde, eski kuşak milliyetçi Baasçılardan, radikal sosyalist Baasçılara doğru bir kayma yaşandı.[52]

Hafız Esad, Salah Cedid ve Muhammed Ümran gibi Nusayri kökenli subayların başını çektiği "Neo-Baasçı" grup, kendisini, orduyla sembiyotik(ortak yaşamsal)ilişkiler kurduğu oranda askerler arası rekabetten, parti içi iktidar mücadelesinden ve karşı darbeden koruyamadı. Kırsal kökenli azınlıkların Parti'de belirleyici konumuna gelmeye başlamalarıyla da iktidar mücadelesine, önce Aleviler tarafından Sünnilere karşı mezhep bağlarının, ardından da azınlık mensuplarının birbirleriyle mücadelesinde bölge ve aşiret bağlarının nüfuz ettiği görüldü.[53] Mezhep, bölge ve aşiret bağlarının iktidar mücadelesinde kullanılması, Sünni Müslüman elitin Suriye'deki hâkimiyetini kırmaya odaklanmış Baas ideolojisiyle örtüşmekteydi. Kırsal kökenli azınlıklar kendi mezheplerinden, bölgelerinden ya da aşiretlerinden gelenler aracılığıyla yapılanmayı, Sünni Müslüman karşıtlığıyla mücadelede gerekli bir örgütlenme modeli olarak görüyorlardı.

Neo-Baasçı Dönem ( 1966–1970 )

23 Şubat 1966'da, Selah Cedid ve Hafız Esad'ın liderliğini yaptığı neo-Baas grubu askeri bir darbeyle iktidarı ele geçirdiler ve Nusayri subaylar, ilk kez ordu ve hükümet içerisinde bu kadar etkili pozisyona gelmiş oldular.[54]

Darbeci subaylar, sivil hükümetin başına Sünni cemaate mensup ve feodal bir aileden gelen Nur al-Din Attasi'yi getirmişlerdir. Bu dönemde Baas Partisi'nin ve gizli servisin kamu hayatı üzerindeki etkisinin yavaş yavaş arttığı gözlenmektedir.

Öte yandan, 1966 darbesinden bir yıl sonra, İsrail ile yapılan ve yenilgi ile sonuçlanan altı gün savaşları, Suriye'de iktidar alanında değişiklikler yaşanmasına neden olmuştur. Yenilgi ile beraber, Mısır ve Suriye'deki radikal sosyalist rejim gözden düşmüştür. Salah Cedid ve onun sivil hükümetteki temsilcisi olan Attasi yaşanan yenilgi sonrasında itibar kaybederken, hükümette Savunma Bakanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı görevini yürüten Hafız Esad
güçlenerek öne çıkmıştır.[55]

Dini ve Etnik Yapı

Suriye Devleti'nin nüfusu 22,5 milyon civarındadır. Suriye kültürel olarak önemli ölçüde homojen olmakla birlikte etnik ve dini kimlik açısından büyük çeşitlilik sergileyen bir ülkedir. Majör etnik grup %90.3 ile Araplardır, popülasyonun %9.7'sini ise Kürt, Ermeni ve diğer gruplar oluşturmaktadır.[56]Genel olarak Şii mezhebinin Zeydilik, İmamiyeve İsmaililik olmak üzere üç ana kolu vardır.[58]Nüfusun çoğunluğu oluşturan Sünni-Araplardan ziyade azınlık nüfusun yaklaşık % 12'sini oluşturan Nusayrileri iktidarda etkili oldukları için çoğunluk olarak tanımlamak gibi bir çelişki karşımıza çıkmaktadır. Sünni çoğunluk ile heterodoks topluluklar (Nusayriler, İsmaililer, Dürzîler) arasındaki ilişkiler geleneksel olarak dini-mezhepsel karşıtlıklar üzerine inşa edilmiştir. Sünniler bu toplulukları genellikle sapkın, din dışı olarak görmüşler, sosyal temastan sakınmışlardır. Sünni din âlimlerinin Şiilerin taşkınları dedikleri fırkalardan biri olan Nusayrilik kendini Alevi olarak yani Şia'nın bir kolu olarak sunmaktadır.[59] Dini bakımdan %86 ağırlığı olan Müslümanlar, %74 Sünni ve %12 Şii olarak ayrılmaktadırlar. Hıristiyanların oranı %10, Dürzilerin oranı %3'tür. [57]

Nusayrîlik Nedir?

Türkçede genellikle Nusayrî ya da daha az kullanımıyla Ansayri adlarıyla ve Arapça kaynaklarda "An Nusairieyeh" olarak bilinen Arap Alevileri, Batı literatüründe değişik terimlerle ifade edilmektedir. Değişik kaynaklarda Nusayrîler, Assassins, Assassini, Nazaraei, Nazarenes, Nassariens gibi terimlerle de ifade edilmektedirler.

Topluluğun adlandırmasında bir diğer önemli nokta, ana dildedir. Bu kesimlerde ise "Arap" adlandırması görülmekte, ancak dil referanslı adlandırmaya inanç mutlaka eklenmekte, bunun sonucunda da "Arap Alevisi" şeklinde bir kavram ortaya çıkmaktadır.

Louis Massignon bu kelimenin kökenine ilişkin beş ayrı kaynak belirtmektedir. 

Bunlar Şöyledir;

1) Nasrani (Hristiyan) kelimesinden hareketle Latince 'nazerini' kelimesinin bozulmuş şekli, 2) 'Nâsurâya' Kufe yakınlarında bir köy,

3) 'Nisbe': Nusayr uydurma Şii şehitlerinden biri olup ya 'Ali'nin oğlu ya da onun azatlısı,

4) Nasrani (Hristiyan) kelimesi,

5) Nusayrîliğin de kurucusu sayılan Muhammed bin Nusayr ismi.[60]

Nusayrî kavramının kökeni konusunda ileri sürülen bir yaklaşıma göre,Fransız manda yönetimi sırasında bu kavramın yerini Alevi (Alawi) teriminin aldığı ve Türkiye'de kullanılan Alevi kavramının da Suriye'deki Nusayrîlerin 'Alevi' olarak tanımlanması sonrasında ortaya çıktığı belirtilmektedir.Diğer bir yaklaşıma göre, 1980'lerde Suriye'deki Sünni çevrelerce başlatılan ve bu topluluğun İslam içi mi yoksa dışı mı olduğu tartışmalarında topluluğun Müslüman olmadığını ima etmek isteyenler 'Nusayrî' kavramını kullanırken, topluluğun On İki İmam Şiiliğine bağlı Müslümanlar olduğu fikrini benimseyenler 'Alevi' kavramını kullanmayı tercih etmektedirler.[61]Üçüncü bir yaklaşıma göre, Nusayrî, Nusayra Dağları'nın isminden gelmektedir.[62]

Nusayrilik, genel olarak Şiiliğin bir kolu olarak kabul edilmektedir. Şiilik, kendi içinde ana iki akıma ayrılmış durumdadır; bu akımlardan birincisi, Batınilik ve İsmaililik olarak da adlandırılan Yedi İmam Şiiliği; ikincisi ise Caferilik ya da İmamilik olarak da adlandırılan ve bugün İran'da egemen olan On İki İmam Şiiliği'dir. Nusayrilik,Yedi İmam Şiiliğine daha yakın olmasına karşın, imamlık silsilesini on iki imamla sınırlandırdığı için On İki İmam Şiiliği içinde ya da bu iki ana Şii akımın özgün bir birleşimi olarak değerlendirilmektedir.

İster Alevilik inanç yapısı içerisinde değerlendirilsin, ister Şiiliğin bir kolu olarak ele alınsın Nusayrîliğin kendine özgü bir sosyal yapısı olduğu görülmektedir. Toplumsal yapıda birbirinden farklı aşiret konfederasyonları ve bunları oluşturan kabile/alt aşiretler olduğu gibi farklı sınıflar ve dinî gruplar da bulunmaktadır. Nusayrîler, dört büyük aşiret veya aşiret konfederasyonlarına ayrılmaktadır. Bunlar; Khayyatin, Haddadin, Kalbiya ve Matavira'dır. Nusayrî topluluğu üç sınıftan oluşmaktadır. Bunlar; dinî liderler, toprak sahipleri ve Nusayrî topluluğudur.[63]

Nusayriler, Suriye'de Halep, Şam, Lazkiye, Basit, Tartus, Hama ve Humus gibi kentlerde yaşamaktadırlar. Bugünkü Suriye sınırları içinde yaşayan Nusayrîler, politik ve askerî elitinin çoğunluğu Haddadin aşiretine mensupturlar.[64]Yeni sayımlara göre Nusayriler, 20 milyona yakın Suriye nüfusunun %18- 21'ini oluşturmaktadırlar. Ancak bunun tam olarak bilinmesi pek mümkün olmamaktadır çünkü Suriye'de etnik kimliklerin nüfusunu öğrenmeye çalışmak neredeyse tabu halindedir. Suriye dışında, Irak, İran, Ürdün ve Afganistan'da belirli kesimlerin Nusayri inancını sürdürdüğü bilinmektedir. Filistin'de (Batı Şeria) de azımsanmayacak oranda Nusayri yaşamaktadır. Arabistan'da ise gizlice inançlarını sürdüren Nusayri kabilelerinin olduğu bilinmektedir.[65]
Fransız Manda yönetiminde, kendilerini Hristiyanlığın kaybolmuş bir kolu olarak gösteren Nusayrîler, Pan-Arabizm popüler olduğu zaman bu akımın en büyük savunucusu olmuşlardır. Ardından Hafız Esad döneminde kendilerini Şiîlerin on ikinci kısmı olarak tanıtmışlardır.[66] Diğer bir ifade ile Nusayriler, oportünist bir tavır sergileyerek, popüler gündemi takip etmişlerdir.
Hatay'ın Türkiye'ye ilhakı noktasında, burada yaşayan Nusayrîlerin tercihlerini Türkiye katılma yönünde kullanmalarına etki ederken, diğer taraftan da Suriye'deki Baas rejimi, Arap milliyetçiliği, yoksulluk gibi parametrelerde bu sürece etki etmiştir. Bu dönemde Suriye'de yaşayan Nusayrîler, sosyoekonomik düzeyleri bakımından toplumun en yoksul ve en az eğitimli olan sınıfı arasında yer almakta idiler.[67]

Bugün Türkiye'de yaşamakta olan Nusayrî toplumunun etnik kökenleri referans alınarak Arap millî kimliği ile aynileşme içinde olduklarını söylemek mümkün görünmemektedir. Bu topluluğun üyeleri Arap kültüründen ziyade Türk kültürü içinde yaşamakta, bu kültür içinde sosyalleşmekte, her türlü üretim ve hizmetlerini bu kültür içinde yapmaktadırlar.[68]

 Nusayrilik, Hafız Esad ve Baas Partisi (1970-1991)

Hafız Esad, 13 Kasım 1970'de Salah Cedit yönetimine karsı askeri darbe yaparak iktidarı ele geçirmiştir. H.Esad, rejimin milliyetçi sosyalist çizgisini değiştirmek niyetinde değildi. Sadece "Düzeltme Hareketi" (Hareketü'l Tashih) ile rejimi restore etmek istiyordu.[69] yapılan referandumda oyların %99,2'sini alan H.Esad Suriye'nin ilk Nusayri kökenli Devlet Başkanı oldu. Rejimi güçlendirmek ve potansiyel muhalefeti etkisiz hale getirmek için 7 Mart 1972'de Ulusal İlerici Cephe'yi kurdu.[70] Esad rejimine hukuki zemin kazandıran Suriye'nin kalıcı anayasası, Mart 1973'te yapılan oylamaya katılanların %97,6'lık bölümünün desteğini alarak yürürlüğe girdi. 12 Mart 1971'de

Suriye'de 1970–2000 yılları arasında, çerçevesini ve merkezini Hafız Esad'ın belirlediği rejim, hassas siyasal ve toplumsal dengeler üzerine kurulmuş ve istikrarı yakalamış "Esad usulü bir totalitarizm" olarak adlandırılabilir. Devlet Başkanlığı, parti genel sekreterliği ve silahlı kuvvetler başkomutanlığı makamları, Esad'ın kişiliğinde, tüm devlet ve toplum kurumlarını boydan boya kaplayan gayet karmaşık çıkar ilişkileri ağının merkezinde yer alıyordu.[71]başkanlık monarşisinde yoğunlaştırmak için bir akraba ve mezhep dayanışması kombinasyonundan, Leninist parti sadakatinden ve bürokratik yönetimden de yararlandı.[72] Esad aynı zamanda iktidarı bir

Esad'ın yakın çevresinde ona sadakatle bağlı siyasi ve askeri bir seçkinler sınıfı yer alıyordu.

Otoriteyi ve iktidar araçlarını tekellerinde bulunduran bu seçkinleri içinde barındıran ve devletin güç merkezi olan kurumsal yapı, Baas Partisi, Suriye Güvenlik Güçleri (Suriye ordusu ve istihbarat kurumları) ve güçlü bir devlet bürokrasisinden oluşuyordu.[73]

Nusayri azınlığın temsilcisi olarak Esad'ın oluşturduğu rejimin toplumun her kesiminden destek alan geniş bir halk tabanına sahip olabilmesi Baas'ın etkin kullanımına bağlıydı. Ülkede Arap etnik kimliğine sahip olmayan unsurları parti içine çekmek ve daha geniş kitlelere hitap edebilen bir ideolojik söylemle mümkün olabilirdi. Bu dönemde Sünni Müslüman çoğunluğun alt sınıftan gelenlerine özel ilgi gösterilmiş, Arap olmayan Kürtler, Çerkezler ve Ermeniler de parti kadrolarına kabul edilmiştir.[74] Kardeşlerin eski üyeleri ve kırsal kesimdeki yerel liderleri bile partiye kabul etmiştir.[75] 1970 yılından sonra kapılarını tamamen halka açan Baas Partisi, Müslüman

Suriye'de, rejimlerin ve iktidarların varlığını sürdürmesinin temel dayanağı Suriye Ordusu idi.[76] ayakta kalması, sağlamlığı ve politikalarının kesintisiz devamının garantiye alınması için şarttı.[77] Suriye'de ordunun tam anlamıyla kontrolü, Esad rejiminin

Esad, Sünni çoğunluktan gelecek tepkileri hafifletmek, Nusayri azınlığa dayalı bir devlet yapılanmasına gitmediğini ve ulusal bir lider olduğunu kanıtlamak için kabinede, orduda ve partideki elit sınıfa Sünni Müslümanlardan birçok ismi dâhil etmiştir.[78] tutuyor gözükse de Nusayri subaylar rejimin en önemli kontrol aygıtları olan istihbarat ve güvenlik örgütlerini yönetmekteydi. Hafız Esad'ın çevresindeki Nusayri subaylar "Baronlar" olarak adlandırılıyordu. [79] Suriye kabinesinde ve ordunun üst düzeyindeki bazı mevkileri Sünniler ellerinde

80'li yılların ortalarından itibaren petrol fiyatlarının düşmesi, yolsuzluk ve rüşvetin artması, ülkenin uluslar arası platformdan izole edilmesi ve döviz sıkıntısı gibi sorunlara;1990'lı yılların başında Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Doğu Blok'u ülkelerinden gelen dış yardımların kesilmesi durumu da eklenince, Esad, ülkeyi bu sıkıntılı ortamdan kurtarmak için pragmatik bir karar almış ve Batı'ya yakınlaşma politikasına yönelmiştir. Bu çerçevede, Irak'a karsı yürütülen I.Körfez Savaşı sırasında ABD'nin yanında yer alan Suriye, Irak'a Barış Gücü nezdinde asker göndermiş ve karşılığında körfezdeki Arap ülkelerinden parasal yardım almıştır.[80]


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

SURİYE SİYASİ TARİHİ GENEL BÖLÜM 1


SURİYE SİYASİ TARİHİ  GENEL, BÖLÜM 1 



Suriye Siyasi Tarihi
Yazar: Nevin Yazıcı





Bölgesel rekabetin geçiş noktası olan ülkede yaşanan gelişmeler, ülkenin önemini hem komşuları hem de bölge için kritik hale getirmektedir. Diğer taraftan Suriye kri­zi nin sekteryen boyutu, olayların başlamasından itibaren meseleye dâhil olan pek çok aktörün kriz karşısında izledikleri siyaseti ve benimsedikleri çözüm yöntemlerini de farklı­laştırmak tadır.

Suriye, tarih boyunca Akdeniz'in tüm doğu kıyılarını içine alan coğrafyayı tanımlamak için kullanılmıştır. İlk defa eski Yunanlıların üç kıtanın birleştiği yeri anlatmak için kullandıkları bu isimle, XX. yüzyılın başına kadar bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin ve İsrail'i içine alan bölge kastedilmektedir. Siyasi olmaktan ziyade, coğrafi bir özellik taşıyan bölge, "Büyük Suriye İdeali"nin doğal sınırlarını ifade ettiği gibi modern Suriye Devleti'nin de coğrafyaya dayalı resmi politikalarının en önemli tarihi argümanı niteliğindedir.[1]

Eski Çağlarda Suriye

Suriye, uygarlığın ve yerleşik hayatın başlangıcından itibaren önemli bir bölge olagelmiştir.Bugünkü Suriye'nin bilinen en eski sakinleri Natufien kültürünü yaratan avcı ve toplayıcı halklardır. Suriye'deki ilk yerleşim tarihi M.Ö. 5000 yıllarına dayanmaktadır. Şam kenti ise muhtemelen dünyanın en eski ve devamlılık gösteren kentidir.[2]

Bölgeye M.Ö.2240–2000 yılları arasında Akadlar, M.Ö.2000–1800 yıları arasında ise Amuriler hâkim olmuşlardır. M.Ö. 1750–1550 yılları arasında Halep civarında hakim olan Yamhad Krallığı, M.Ö. 1600 yıllarından itibaren Hitit saldırıları neticesinde yıkılmıştır. M.Ö. 1500–1360 yıları arasında yaşayan ve Hurilerin kurduğu Mittanni Devleti de Hitit ve Asur saldırıları sonucu ortadan kaldırılmıştır.

M.Ö. 1286 yılında bölgenin denetimini ele geçirmek isteyen Hititliler ve Mısırlılar arasında gerçekleşen savaş sonrasında, tarihteki ilk yazılı anlaşma olan Kadeş Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre, Kuzey Suriye Hititlere, Güney Suriye ise Mısır topraklarına bırakılmıştır.[3] Hititlilerden sonra bölgeyi ele geçiren Aramiler'in egemenliğine Asurlular tarafından son verilmiştir. M.Ö. 612'de Asurlular, Medler tarafından yıkılınca Suriye'de, Babil egemenliği başlamıştır. M.Ö. 539'da Babil'i ele geçiren Persler, M.Ö. 333'te Büyük İskender'e yenilmiş ve Suriye, Makedonyalıların yönetimi altına girmiştir.[4]

Bölgenin tamamında egemenlik kurmamakla birlikte, antik büyük Suriye'nin çeşitli bölgelerinde birçok küçük krallık kurulmuştur. Bunlar şöyledir; İrsal Krallığı( M.Ö. 1075–587), Yahudi Krallığı( M.Ö. 142-M.S.100), Halep Krallığı (M.Ö.1800–1450), Şam Krallığı (M.Ö. 950–732) ve Fenike Krallığı(M.Ö. 1000–520).[5]

M.Ö. 64 yılında Roma İmparatorluğu denetimine giren Suriye'de, Roma'nın parçalanmasından sonra, M.S. IV. yüzyılda, yaklaşık bir buçuk asır sürecek Bizanshâkimiyeti başlamıştır. Bu süreçte Suriye, Sasani saldırılarına maruz kalmıştır.[6]

Suriye'de İslam Hâkimiyeti

Halid bin Velid komutasındaki orduların 634'te denetimi sağlamasıyla, Suriye'de Müslüman Arap devletlerinin hakimiyeti başlamıştır. Bu süreçle beraber Suriye, Müslüman Arap kimliğine yönelmiştir.[7]660'ta Emevi hakimiyetine giren Suriye toprakları, Emevi Devleti'nin Abbasiler tarafından 750'de yıkılmasıyla sonucu halifelik merkezinin Şam'dan Bağdat'a taşınmasıyla eski önemini kaybetmiştir.

Abbasilerden sonra Suriye toprakları üzerinde Müslüman-Hıristiyan mücadelesi başlamıştır. Abbasilerin zayıflamasıyla merkezi otoriteden kopan Suriye, Mısır'daki Tolunoğulları'na bağlanmıştır. Tolunoğulları, Suriye'de hâkimiyet kuran ilk Müslüman Türk devletidir.[8] 905'te Tolunoğulları'nın yıkılmasından sonra ülkenin kuzeyi Halep'teki Hamdeniler'in, güneyi ise Mısır'a egemen olan İhşidiler'in egemenliği altına girmiştir.[9] Daha sonraki dönemlerde güçlenerek Mısır'ı ele geçiren Fatımi orduları, 969 yılında Filistin'i ve ardından da Şam'ı ele geçirmişlerdir.

11. yüzyılda, Suriye'de başlayan Büyük Selçuklu Devleti'nin hâkimiyeti, Haçlı Seferleri nedeniyle kısa sürmüştür.1128 yılında Selçuklu Emirlerinden Musul Atabeyi İmadeddin Zengi'nin Haçlı kuvvetlerini Halep'ten çıkarması üzerine, oğlu Nureddin Zengi Suriye'yigeri almıştır. 1171 yılında ise, Zengilerin komutanı olarak Mısır'a giren Selaheddin Eyyübi, Fatımi Devleti'ne son vererek, Suriye ve Mısır'ı içene alan güçlü bir devletin temellerini atmıştır.[10]

Eyyübi Devleti'nin yıkılmasından sonra, 1260 tarihinde Sultan Baybars komutasındaki Memluk ordusu, Ayn Calut Savaşı'nda Moğolları yenmiş ve Suriye'de hâkimiyeti sağlamıştır.[11] Bu dönemde Suriye'deki eski Eyyubi toprakları, en büyüğü Şam olmak üzere altı eyalete ayrılmıştır.[12] Yönetimin büyük ölçüde Suriyeli Arap ailelere bırakıldığı bu dönemde; Dürzîlik, Nusayrilik ve İsmailiye gibi mezheplere, Marunî Hıristiyanlara karşı sert politikalar izlenmiştir.[13]


Dört Asır Sürecek Osmanlı Hakimiyeti

Yavuz Sultan Selim, 24 Ağustos 1516'da, Mercidabık Savaşı'nda Memluk ordusu bozguna uğratarak, Suriye'yi Osmanlı topraklarına katmıştır. Yaklaşık dört asır sürecek Osmanlı hâkimiyeti döneminde Suriye, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan adeta altın çağını yaşamıştır.

"Biladu'ş-Şam" [14] olarak adlandırdığı Suriye'yi; Şam, Halep,Trablusşam ve Sayda (sonradan Akka) olmak üzere dört eyalete ayıran Osmanlı Devleti, bölgede merkezi denetimi sağlamakla beraber yerel topluluklara belirli ölçüde özerklik tanıyanaskeri nitelikte feodal bir sistem kurmuştur. Öte yandan, merkezden atanan bazı üst yöneticiler dışında yönetimde Arap din adamları da yer almıştır. [15] Bu dönemde, Şam ve Halep'in Avrupa'yla sıkı ticaret bağları, Hıristiyan ve Yahudilerden oluşan güçlü bir tüccar sınıfını ortaya çıkarmıştır.[16]

18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölgede meydana gelen isyanlar, Avrupalı devletlerin askeri müdahalesine zemin hazır hazırlamıştır.[17] 1798 yılında Napolyon Bonapart yönetimindeki Fransız Ordusu Mısır'a sefer düzenlemiş ve ardından da Suriye'yi istila etmeye çalışmıştır. Ancak Akka'da Cezzar Ahmet Paşa kuvvetlerini geçememiştir.[18]

Fransa'nın çekilmesinin ardından, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı'nın içinde bulunduğu kriz ortamını değerlendirmiş ve Mısır'da kendi hanedanlığını tesis etmiştir. Daha sonra oğlu İbrahim Paşa komutasında bir orduyu Suriye'ye sevk etmiş ve 1832'de bu toprakları da hâkimiyeti altına almıştır.[19]

Mehmet Ali Paşa döneminde, Amerikalı ve Avrupalı devletlerin Misyoner okulları ve bir takım insani örgütler aracılığıyla bölgedeki faaliyetleri yoğunlaşmıştır. Suriye toplumunda başlar gösteren dinsel ayrımların şiddete kayması sonucu gelişen isyanlar kısa sürede coğrafyanın tamamına yayılmıştır. Suriye topraklarını geri almak isteyen Osmanlı kuvvetlerinin 1839'da Nizip Savaşı'nda yenilgiye uğramasından sonra, duruma müdahale eden Avrupa devletleri, Mehmet Ali Paşa'yı Suriye'den çekilmek zorunda bırakmış, bölge yeniden Osmanlı hâkimiyeti altına girmiştir.[20]

Tanzimat döneminde, sekülerleşme ve merkezileşme doğrultusunda yönetimin modernize edilmesiyle, bölgedeki feodal güç niteliğindeki paşaların ve vergi toplayıcıların güçleri önemli ölçüde zayıflamıştır. Yeni düzende, eyaletler merkezi hükümet tarafından maaşa bağlanan memurların idaresine bırakılmıştır. Büyük toprak sahibi aileler ise, her ne kadar feodal imtiyazlarını kaybetmiş görünseler de, toplum içerisinde, idari ve iktisadi hayatta hâkim sınıf olarak varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir.[21] Ancak, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile Hristiyanlara eşit haklar verilmesi, Suriye'de Müslümanlar arasında tepkiyle karşılanmıştır. Batılı devletlerinmüdahalesiyle bölgedeki gerilim artarken, daha önceki yıllarda yaşanmış olan Marunî-Dürzî savaşlarına bu defa da din temelli Müslüman-Dürzî ve Müslüman-Hristiyan çatışmaları eklenmiştir.[22]

II. Meşrutiyet'in ilanının ardından İttihat ve Terakki yönetiminin izlediği politikalar, Suriye'de Arap milliyetçiliğine dayalı bir muhalefetin gelişmesine zemin hazırlamıştır.[23]

I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'nin askeri yönden önemli bir harekât merkezi olan Suriye, Mısır'da bulunan İngiliz askeri güçlerinin başlıca hedefi olmuştur.[24] Bölgeye vali ve aynı zamanda Şam'da konuşlandırılmış olan Osmanlı IV. Ordu Komutanı olarak Cemal Paşa atanmıştır. Cemal Paşa, bazı Arap liderlerinin İngilizler ve Fransızlar İLE işbirliği içerisinde olduğu gerekçesiyle oldukça sert politika izlemiştir.[25] Lawrence, Cemal Paşa'nın politikalarını şöyle değerlendirmektedir; "Suriye'deki tüm sınıfları, koşulları ve inançları birleştirerek ortak bir sefaletin ve korkunun baskısı altına almıştı. Böylelikle de planlı bir isyanı mümkün hale getirmişti." [26]

Ancak Cemal Paşa kaygılarında son derece haklıydı, 27 Haziran 1916'da Şerif Hüseyin, İngiltere ile varmış olduğu mutabakata uygun olarak Türklere karşı ayaklanma başlattığını ilan edecekti.[27]1918'de Hicaz'da konuşlandırılan bir Arap ordusunun desteğiyle taarruz harekâtında bulunan İngiliz birlikleri, bölgeyi işgal etmiştir.

İtilaf Devletleri'nin Suriye'yi işgalini müteakip, bağımsız devlet kurma vaadiyle isyan etmiş olan Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal, Şam'a girerek İngiltere'nin desteğiyle bölgede bir Arap hükümeti kurmuştur. Bu hükümet, Arap milliyetçi cenah arasında bağımsızlık yolunda atılmış ilk adım olarak nitelendirilmiştir.

Savaş sırasında İngilizlerden bağımsızlık sözü almış Arap önderlerin Şam'da topladığı Suriye Kongresi, Faysal'ın Filistin'i de içine alan birleşik Suriye'nin kralı ilan etmesine rağmen, İtilaf Devletleri San Remo Konferansı'nda Sykes Picot Anlaşması çerçevesinde Filistin'i İngiliz, Suriye ve Lübnan'ı da ayrı ayrı Fransız manda yönetimine bırakmıştır.[28]

Fransız Manda Yönetimi(1920-1946)

Fransızlar, Suriye'de dini ve etnik azınlıkları desteklemek suretiyle Arap milliyetçiliğini zayıflatarak, konumlarını güçlendirmek için gayret sarf etmişlerdir. Bu çerçevede, kuzeyde bir Alevi devleti, merkezde bir Sünni devleti ve güneyde bir Dürzi devleti kurulması hedeflenmişti. Sadece Lübnan'da Hıristiyan bir devlet kurulmuş, Suriye'nin geri kalanı etnik ve dini farklılıklar çerçevesinde beş ayrı otonom bölgeye ayrılmıştır. Bunlar; Cebel-i Dürzi, Halep, Lazkiye, Şam ve İskenderun'dur.[29]

Ekonomik ve siyasi alanlarda destek gören azınlıkların Fransız yönetimine sağlamış olduğu en önemli desteklerden biri bölgenin kontrolü için Fransızların kurduğu "Özel Dogu Akdeniz Birlikleri" adlı yerli bir orduda görev almalarıdır. Bu durum, başta Nusayriler olmak üzere, azınlıkların gelecekte Suriye ordusunda önemli mevkilere getirilmesine ve böylece siyasi krizlerde rol oynamasına zemin hazırlamıştır. Üstelik bu durum Sünnilerin egemenliğini ortadan kaldırarak, askeri darbelerle orduyu siyasi hayatın içine çekmelerine ve belki de, tek bir mezhebe dayalı otoriter bir rejim kurmalarında da etkili olmuştur.[30]

Kontrolü altındaki manda rejimleri içerisinde en çok Suriye'de zorlanan Fransızlar, uygulamış oldukları baskı politikaları başta Dürzîler olmak üzere Nusayrilerin ve Bedevilerin çıkardığı isyanlara dönüşmüştür. 1925'te, Halep ve Şam "Suriye Devleti" adı altında birleştirilmiş, bir yıl sonra da Lübnan, Suriye'den ayrılarak Fransa'ya bağlı müstakil bir cumhuriyet olmuştur.[31] Alevi ve Dürzî yönetimleri ise 1936'ya kadar ayrı kalmışlardır.[32]

1925-1927 arasında Fransa manda yönetimine karşı çıkan isyanlarda 6000'den fazla insan hayatını kaybetmiştir. Direniş cephesinin kararlı politikası etkisini göstermiş ve 1928'e gelindiğinde Fransız yönetimi ülkedeki milliyetçi örgütlerin çatısı konumunda olan Ulusal Grup Oluşumu'nu tanımak zorunda kalmıştır.[33]

II. Dünya Savaşı arifesinde ekonomik anlamda sıkıntılı bir dönem yaşamakta olan Fransa kendi manda idaresindeki ülkelere karşı politikasında önemli değişikliklere gitmiştir. 1936 sonunda imzalanan anlaşmayla Haşim Attasi önderliğinde kurulan ulusal hükümet Fransa tarafından tanınmıştır. Suriye'nin bağımsızlığını tanıyan bu anlaşmayla Alevi ve Dürzî bölgeleri Suriye'ye dâhil edilmiş, Lübnan ayrı bir devlet olarak kabul edilmiştir. Bu anlaşma, Fransa'ya Suriye'nin dış politikasında belirleyici olma ve bölgede iki askeri üs bulundurma vb haklar sağlamıştır.[34] Fransa, Türkiye'nin isteği doğrultusunda İskenderun Sancağı'nın ayrı bir yönetime kavuşturulmasını kabul etmiş, daha sonra Hatay Türkiye'ye katılmıştır.[35]

İkinci Dünya Savaşı'nın başlarında Almanya'ya teslim olan Vichy Hükümeti'nin denetimindeki Suriye, ortak harekât düzenleyen İngiliz ve Özgür Fransa kuvvetleri tarafından ele geçirilmiş ve ülkenin bağımsızlığı ilan edilmiştir. 1943'te yapılan seçimlerde Fransa karşıtı Milli Cephe hükümeti oluşturularak Şükrü el-Kuvvetli Suriye Devlet Başkanıseçilmiştir.[36]

Temmuz 1944'te Sovyetler Birliği, Eylül'de ABD, ertesi yıl da İngiltere, Suriye ile Lübnan'ı şartsız bir şekilde egemen devletler olarak tanımışlar ve Fransa'ya Suriye'yi boşaltması için baskı yapmaya başlamışlardır.[37] BM Güvenlik Konseyi'ndeki uzun görüşmelerin ardından, İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Suriye ve Lübnan'dan aynı anda çekilmesi konusunda anlaşmışlardır. Fransa, 17 Nisan 1946'da tüm birliklerini Suriye topraklarından çekmiş olduğunu uluslararası kamuoyuna ilan etmiştir. Böylece, Suriye'de 25 yıl boyunca devam etmiş olan Fransız manda yönetimi sona ermiştir.

Suriye ve Baas Partisi

Baas Partisi, hemen hemen hepsi Batı eğitimi almış ve liderliğini Ortodoks Hıristiyan Mişel Eflak'ın ve Selahaddin Bitar'ın öncülüğünü yaptıkları Suriyeli bir grup Arap entellektüeli tarafından, 1943 yılında Arap Yeniden Diriliş Partisi adıyla kurulmuştur.[38]

Kaynağını 19.yüzyıldaki romantik-halkçı Alman Nasyonalizm'den alan Baas ideolojisi temelde iki ana teze dayanmaktaydı. Birincisi, tüm Arapların tek bir ulus olduğunu dile getiren Arap Milliyetçiliği, ikincisi ise, Arap Sosyalizmi idi.[39]

Baas, Suriye'nin siyasi hayatına az sayıda kentli büyük ailenin ve bunların çıkarlarını dile getiren partilerin ya da önderlerin oluşturdukları gevşek birliklerin hakim olmasına karşı bir meydan okumayı temsil ediyor;toplumda hakim konumda olmayan sınıflardan ve büyük ölçüde, Aleviler, Dürzîler ve Hıristiyanlar gibi Sünni Müslüman çoğunluğun dışındaki cemaatlerin ilgisini cezbediyordu.[40]

Sınıfsal konumlarıyla etnik kimlikleri örtüşen unsurların, bölge, aşiret ve mezhep bağlarını kullanarak hem Parti içinde hem de orduda yapılanmaları ve bu yolla iktidara gelme süreçleri Suriye siyasetini derinden etkilemiştir.

Askeri Darbeler (1949-1970)

Bağımsızlığını kazandıktan kısa bir süre sonra Suriye, art arda gelen askeri darbeler sonucunda radikal değişikliklere maruz kalmıştır. Söz konusu askeri darbeler zincirinin ilki 30 Mart 1949'da Sünni bir general olan Hüsnü Zaim önderliğinde gerçekleşmiştir. CIA tarafından da desteklenen darbe sonrasında Zaim, kendisini Cumhurbaşkanı ilan etmiş ve parlamentoyu feshetmiştir.[41] Hatay'ın Türkiye Cumhuriyeti'ne ilhakından sonra Antakya'dan ayrılan Hüsnü Zaim, Türk dostu olmasıyla tanınmıştır.[42]

Zaim, 14 Ağustos 1949'da General Sami Hınnavi'nin önderliğinde bir karsı darbe ile yönetimden uzaklaştırılmış ve idam edilmiştir. Sami Hınnavi'nin gerçekleştirmiş olduğu darbe İngilizler tarafından desteklenmiştir. Sami Hınnavi iktidarı ele geçirdikten sonra yasaklanan siyasi partilerin tekrar faaliyete geçmesine ve seçimlerin tekrar yapılmasına izin vermiş olsa da siyasi yasamın arka planında ordu bulunmaktaydı.[43]

19 Aralık 1949'da Albay Edip Çiçekli, Irak ile birleşme fikrinin işlerlik kazandığı bir dönemde, Irak ile ülke çıkarları aleyhinde işbirliği yaptığını iddia ettiği Sami Hinnavi'ye karşı darbe düzenlemiştir.[44] Darbenin lideri olan, Edip Çiçekli 1951'de Suriye Genelkurmay Başkanı olmuş, ardından Yüksek Harp Konseyi tarafından Devlet Başkanlığı'nı ilan etmiştir.[45] Edip Çiçekli, seleflerinin iktidarları dört ve altı ay gibi çok kısa süreler devam etmiş olmasına rağmen Suriye gibi bir ülkede dört yıl gibi uzun sayılabilecek iktidar sürmüştür. 10 Temmuz 1953'te yapılan referandumda Cumhurbaşkanı seçilmiştir.[46]

Albay Faysal El-Atasi öncülüğündeki darbe ile Edip Çiçekli'yi 25 Şubat 1954'te iktidardan uzaklaştıracak siyasi zeminin oluşmasında Baas Partisi önemli rol oynamıştır.[47] Çiçekli'yi iktidardan uzaklaştıran askeri darbe sivil bir yönetimi iş basına getirmiş, yapılan seçimlerden sonra muhafazakâr yapıdaki Millet ve Halk Partileri koalisyon kurarak iktidara gelmiştir.[48]

Muhafazakâr partilerin iktidarda olduğu 1955–1957 yıllarında radikal siyasi akımlar giderek güçlenmiş; özellikle, Arap Birliği, Batı karşıtlığı, Sovyetler Birliğine yakınlaşma, ekonomik ve siyasi alanlarda iyileştirmeler gibi talepler, Baas Partisi, Arap Sosyalist Partisi ve Komünist Partiyi bir araya getiren ve birlikte hareket etmelerini sağlayan temel etkenler olmuştur.[49]

Baasçılar bu dönemde ülkede iktidarı ele geçirmek için yoğun çaba harcamışlardır. Siyaset ve ordu içinde nüfuzlarını arttırmak amacıyla, bir taraftan yeni kurulan hükümetleri protesto ederek iktidardan çekilmelerini sağlamışlar, diğer taraftan Genel Kurmay Başkanı'nın istifa etmesinde önemli rol oynamışlardır.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

23 Mart 2017 Perşembe

Beşar Esad Dönemi Suriye Dış Politikasında Pragmatizm, BÖLÜM 2


Beşar Esad Dönemi Suriye Dış Politikasında Pragmatizm,ve Türkiye -Suriye İlişkilerinin  Geleceği BÖLÜM 2


Beşar Esad Dönemi Suriye Dış Politikasında Pragmatizm ve Türkiye -Suriye İlişkilerinin Geleceği 

Arap Baharı’nın Türkiye-Suriye İlişkilerine Etkisi: 

Pragmatik İttifakın Sonu 

Arap Baharı, ‘komşularla sıfır sorun politikası’ izleyen AK Parti’yi gayet iyi ilişkiler içinde olduğu Mısır, Libya ve Suriye gibi ülkeleri yöneten diktatörlerle demokrasi talep eden halk arasında seçime zorlamıştır. Bu noktada Türkiye, Ortadoğu’da demokratik değerlere sahip olan tek Müslüman ülke olarak halk ayaklan malarının çıktığı ülkelere yönelik politikasını açıklamada önce sessiz kalsa da daha sonra özgürlük ve demokrasi talep eden halklardan yana tavır almıştır. Arap Baharı’nın Türk dış politikasını karşı karşıya bıraktığı ikilem Türkiye-Suriye ilişkilerini de derinden etkilemiştir. 

Suriye’de Mart ayında başlayan gösteriler ülkenin birçok kentine yayılmış ve rejim değişikliği talepleri her geçen gün daha yüksek sesle dile getirilerek, halk ‘korku imparatorluğu’ olarak adlandırılan Baas diktatörlüğüne karşı baş kaldırmıştır. 

Olayların patlak vermesinden itibaren Beşar Esad yönetimine sivil göstericilere karşı şiddet kullanmaması ve demokratik geçiş için reformları hayata geçirmesi yönünde telkinlerde bulunan Erdoğan hükümeti, Şam yönetiminin aldığı sert önlemler ve ardı ardına gelen ölüm haberleri karşısında duyduğu endişeleri dile getirmeye başlamış ve Beşar Esad’ı reform sürecini hızlandırması konusunda uyarmıştır. Fakat Esad, tıpkı babası gibi, baskı altına alınmaktan nefret eden bir lider olduğu için reformları dilediği zamanyapmak istemiş15, dolayısıyla, Türkiye’nin sözünü dinlemeyerek Suriye’nin birçok kentinde barışçıl yönetim karşıtı gösterilere ordu birliklerini göndererek cevap vermiştir. Suriye ordusu nun uyguladığı vahşet ve halkın üzerine rastgele ateş açması Türkiye-Suriye ilişkilerinde soğuk rüzgârlar esmesine yol açmıştır. 

Mahir Esad komutasındaki birliklerin muhalif gösterilerin olduğu şehirlere tanklarla operasyon düzenlemesi ve özellikle Hama’da tanklar eşliğinde 
gerçekleştirilen kapsamlı operasyonlarda onlarca kişinin yaşamını kaybetmesi Erdoğan hükümetini yeni bir Hama katliamı konusunda endişelendirmiş tir. 6 Haziran’da Türkiye sınırına yakın bir noktada bulunan Cisr eş-Şuğur kasabasında Suriyeli 120 güvenlik görevlisinin katledilmesi sonrasında ordunun operasyon yapacağı korkusuyla binlerce Suriyelinin Hatay’a iltica etmeye başlaması ikili ilişkileri daha da kritik bir noktaya getirmiştir. 9 Haziran’da Başbakan Erdoğan, artan şiddet olayları sebebiyle Esad’a karşı kullandığı dili değiştirmiş ve beklenen reformların gelmemesi üzerine ‘‘Biz Suriye’deki gelişmelere daha fazla sessiz kalamayız. İyi ilişkiler ilelebet süremez’’ açıklamasında bulunmuştur.

16 20 Haziran’da Beşar Esad bir reform paketi açıklamış buna göre, seçimlerin yapılacağı ve çıkarılan genel affın kapsamının genişletileceği belirtilmiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu açıklamalarına ‘‘Yetmez ama evet!’’ diyerek Esad’ı verdiği sözleri tutmaya ve çok partili siyasal sisteme geçmeye davet etmiştir.17 

Türkiye ve dünyaya karşı oyalama taktiklerini sürdüren Beşar Esad yönetimi, reform vaatlerine rağmen terörist olarak adlandırdığı göstericilere karşı operasyonlarını ara vermeden devam ettirmiştir. 

Ramazan ayı boyunca devam eden şiddet dolayısıyla, 9 Ağustos 2011’de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu Şam’a gönderme kararı alan Erdoğan, 
bu ziyaretten önce yaptığı açıklamalarda ‘‘Suriye konusunu bir dış mesele olarak, bir dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir”18 ve ‘‘Suriye konusunda sabrın son anlarına geldik’’ demesi Şam yönetimi tarafından tepkiyle karşılanmış ve Esad’ın danışmanı Büseyna Şaban, Davutoğlu’nun Şam’a sert bir mesaj getirmesi durumunda terörü kınamayan Türkiye’ye daha sert bir tepki verileceğini ilan etmiş ve Suriye’nin iç işlerine karışılmaması gerektiğini bildirmiştir.19 Davutoğlu, Şam’a gerçekleştirdiği ziyarette Beşar Esad ile altı saatlik bir görüşme yapmış, bu görüşme sonunda Suriye tankları Hama’dan çekilmiştir. Fakat Türkiye’nin tankların çekilmesinden sonra operasyonların durması noktasındaki beklentileri gerçekleşmemiş ve Suriye’de ölü sayısı her geçen gün artmıştır. Türkiye’nin bütün uyarılarına rağmen Suriye’de devam eden şiddet Türkiye-Suriye ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir. 

Başbakan Erdoğan, 14 Eylül’de Mısır ziyareti sırasında Esad’ın Türkiye’nin bütün iyi niyetli çabalarına rağmen reformları gerçekleştirmediğini ve halkına zulmettiğini belirterek ‘‘Artık Esad’a inanmıyorum’’ açıklamasında bulunmuştur.20 21 Eylül’de BM’nin 66. Genel Kurul Genel Görüşmeleri’ne katılmak için gittiği New York’ta Barak Obama ile görüşen Erdoğan, ‘‘Suriye yönetimiyle görüşmelerimizi kesmiş durumdayız. Bu noktaya gelmek istemezdik ama Suriye yönetimi bizi böyle bir karar alma noktasına getirdi. Suriye yönetimine artık güvenimiz kalmamıştır” açıklamasını yaparak ABD ile birlikte Esad’a yaptırımlar konusunda ortak hareket edeceklerini belirtmiştir.21 

Erdoğan’ın Suriye politikasını ABD ile aynı çizgide tanımlaması ve Beşar Esad ile ilişkilerini koparmasından sonra aynı ay içinde Türkiye, 
Suriye’ye yönelik ilk yaptırım kararını almış; buna göre Türk hava sahası Suriye’ye askeri malzeme taşıyan uçaklara kapatılmıştır.22 


  < Şam’daki Esad rejimi taraftarları, Rusya ve Çin’in bayraklarını açarak bu ülkelerin verdiği destek karşısında duydukları minneti ifade ediyor. >

Başbakan Erdoğan, 26 Eylül’de ABD’de Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırma ları Vakfı’nda (SETA) yaptığı konuşmada Beşar Esad’ın halkın gözünde 
meşruiyetini yitirdiğini ve iktidardan çekilmesi gerektiğini açıkça belirtmiştir.23 Erdoğan, 5 Ekim’de başladığı Güney Afrika gezisi sırasında da Beşar Esad’a yüklenmeye devam etmiş, Esad’ı olağanüstü hali kaldırdığı halde şiddeti durdurmaması ve Hama-Humus gibi kentlerde gerçekleştirdiği katliamlar sebebiyle babasının yolundan gitmekle suçlamıştır. Erdoğan, ayrıca Türkiye’nin Suriye’ye daha fazla seyirci kalamayacağını vurgulamıştır. 5-13 Ekim arasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye sınırında askeri tatbikat yapacağı haberinin gelmesi ile ‘Türkiye, Suriye’ye müdahale edecek’ yorumları yapılmaya başlanmıştır.24 Bu sırada Erdoğan’ın 9 Ekim Pazar günü Hatay’da Suriyeli mültecilerin kaldığı kamplara yapmayı planladığı ve Suriye’ye yönelik yeni ve daha kapsamlı yaptırımları açıklamasının beklendiği ziyaret büyük heyecan uyandırmış fakat Erdoğan’ın annesi Tenzile Erdoğan’ın vefat etmesi sebebiyle ileri bir tarihe ertelenmiştir. 

Arap Baharı’nın 2011 Mart ayının ortasında Suriye’ye ulaşmasıyla birlikte Türkiye-Suriye ilişkileri gerginlikten kopuşa doğru ilerlerken, Türkiye, Suriyeli muhalif hareketlerle sürecin başından beri temas kurmuş, gerekli bütün lojistik, siyasi, diplomatik ve son olarak da askeri desteğini esirgememiştir.25 1-2 Haziran’da Antalya’da ilk buluşmasını26 yapan Suriyeli muhaliflere kapılarını açan Türkiye, 16-17 Temmuz tarihlerinde muhaliflerin, ‘Suriye İçin İstanbul Buluşması’’ isimli toplantısına da ev sahipliği yapmıştır. Ağustos ayının son haftasında yine İstanbul’da birleşme gündemiyle toplanan muhalifler, nihayet 2 Ekim’de içinde Müslüman Kardeşler ve Kürtlerinde bulunduğu ülke dışındaki 
rejim karşıtlarını tek çatı altında birleştiren Suriye Ulusal Konseyi’ni akademisyen Burhan Gaylun liderliğinde kurmayı başarmıştır.27 


<  Suriye’de rejim değişikliği gerçekleşene kadar Türkiye ile arasında ‘kardeşlik’ ilişkilerinin bir daha kurulması söz konusu değildir. Esad yönetiminin elindeki tüm kartlarını kaybetmesi durumunda ise Kaddafi gibi sonuna kadar savaşacağını tahmin etmek zor değildir. >

Suriyeli muhaliflerin örgütlenmesinde ve tek çatı altında toplanmasında aktif rol alan Türkiye ‘‘Hür Suriye Ordusu’’ isimli silahlı muhalif örgütün liderlerinden 
Riyad el-Esad’ı ülkeye kabul etmiş hatta askeri koruma sağlamıştır.28 Nihayet Türkiye, 18 Ekim’de Suriye Ulusal Konseyi ile ilk resmi temas kuran ülke olarak Suriye’ye yönelik gelecekte izleyeceği politikalar hakkında ipucu vermiştir.29 Her ne kadar Davutoğlu, bu görüşmenin bir ‘‘tanınma’’ olmadığını belirtse de30 Beşar Esad’a karşı birleşen muhaliflerle ilk resmi görüşmeyi yapan ülkenin Türkiye olması son derece önemlidir. 

Arap Baharı’nın etkisiyle Türkiye, Şam yönetimine karşı tavrını netleştirirken, 5 Ekim’de Fransa’nın, İngiltere, Almanya ve Portekiz ile işbirliği halinde hazırladığı Suriye’ye karşı tedbirler öneren karar tasarısı BM Güvenlik Konseyi’nde görüşülmüştür. Fakat 15 üyeli Konsey’de yapılan oylamada daimi üyeler Rusya ve Çin’in kararı veto etmesi, geçici üyeler Güney Afrika, Hindistan, Lübnan ve Brezilya’nın da çekimser oy kullanması sonucu Suriye uluslararası yaptırımlardan kurtulmuştur.31 Her ne kadar Rusya ve Çin yaptırımları veto etse de Esad’ı vaat ettiği reformları hayata geçirmesi konusunda uyarmış,32 Medvedev Esad’a reformları gerçekleştirmediği takdirde çekilme çağrısında bulunmuştur.33 Bu tavır, Rusya ve Çin’in Ortadoğu’daki stratejik müttefiki Suriye’de olası bir rejim değişikliğinin kendi çıkarlarını tehlikeye atacağından Esad’ı kaybetmek 
istemediklerinin fakat reform konusunun takipçisi olacaklarının bir göstergesidir. 

Türkiye’nin Esad ile köprüleri atmasının aksine İran, Suriye’deki halk ayaklanmasını TahranŞam-Hizbullah eksenini, bir diğer adıyla direniş 
cephesini, yok etmeye yönelik Batı komplosu olarak değerlendirmiş, İsrail ve ABD’nin bölgedeki planlarının önüne geçilmesi için Suriye’de güvenlik ve istikrarın korunmasına önem vererek stratejik müttefiki olan Esad yönetimine destek vermiştir. Fakat Esad’a çekilmesi yönünde yapılan uluslararası baskılar sonucu Ahmedinecad, Şam yönetimine halkın meşru taleplerine yanıt vermesini telkin ederek reform yolu ile Suriye’de istikrarın sağlanmasını hedeflemiştir.34 Tıpkı Rusya ve Çin gibi İran da Ortadoğu’daki baş müttefiki olan Beşar Esad’ın son ana kadar reform yolu ile iktidarda kalmasını sağlamak istemekte ve Suriye’yi kaybetmek istememektedir. 

Bu bağlamda, İran’ın Suriye’ye verdiği destek Esad’ın elinde önemli bir kart olarak dururken, Şam yönetimi kendisine tehdit olarak görmeye başladığı Türkiye ile ilişkilerini koparmaktan çekinmeyerek ikili ilişkilerde karşılıklı çıkarlara ne derece önem verdiğini göstermiştir. Esad yönetimi, Hatay’daki Suriyelilerin kaldığı çadır kampla-rına ilişkin karalama kampanyası başlatmıştır. Bu çerçevede, Suriye Resmi Haber Ajansı tarafından 4 Ekim’de Türkiye sınırına yakın bir bölgede ülkeye kaçak yollarla sokulmuş silahların bulunduğu35 haber yapılmıştır. Beşar Esad, 8 Ekim’de yaptığı açıklamada Türkiye’yi Suriye’nin içinde bulunduğu durumdan istifade etmeye çalışırsa daha büyük bir krizle karşı karşıya kalacağı konusunda uyarmış ve Türkiye’nin Suriye’yle aynı siyasi, ekonomik ve mezhepsel yapıyı paylaştığını belirterek aynı durumla karşı karşıya olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca 10 Ekim’de Malezya’da açıklamalarda bulunan Esad’ın danışmanı Büseyna Şaban, “Türkiye’nin, olayları kışkırtma ve körük lemesi yerine Suriye’deki çok partili sistemi ve demokrasiyi desteklemesini bekliyorduk...” diyerek36 Türkiye ile gelinen noktayı özetlemiştir. 

Türkiye’nin Esad ile ‘kardeşlik’ olarak tanımladığı ilişkisinin yükseliş ve düşüşünü Suriye dış politikasının pragmatik doğasına bakarak anlamak mümkündür. Beşar Esad, 2003 Irak işgali sonrasında İsrail, ABD ve Fransa’nın baskılarına karşı bölgesel ittifaklarını, tıpkı Hafız Esad’ın daha önce başka ülkelerle yaptığı gibi, çeşitlendirme ihtiyacı duymuştur. Esad, AK Parti’nin ‘komşularla sıfır sorun’ paradigmasıyla kesişen bu yaklaşımı sayesinde, Suriye için bunalımlı bir dönemde Irak işgaline karşı çıkan ve İsrail’le ilişkilerini normalleştiren Türkiye ile pragmatik bir ittifak kurmuştur. Fakat Esad, yine babası gibi, Nusayri mezhebine dayanan rejimin bekasını ve devletin ulusal güvenliğini korumayı temel hedef 
edinmiş, bu iki noktadan asla taviz vermeyerek gerekli gördüğünde Türkiye ile olan ittifakından vazgeçmiştir. 

Beşar Esad, Baas rejimini tehdit etmeyen, Suriye’nin iç işlerine karışmayan ve İsrail’e karşı ülkesinin güvenliğine katkı sağlayan bir Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeyi kendi çıkarlarına uygun bulmuştur. Fakat aynı Türkiye’nin, Arap Baharı’yla birlikte, kendisine reform yönünde baskı yapması, muhaliflere kol kanat germesi ve ABD ile aynı çizgide askeri yaptırımları uygulamaya koymasını kabul etmemiş ve Türkiye ile olan ittifakını sona erdirmekten çekinmemiştir. Bu tavır, Hafız Esad döneminden beri Suriye dış politikasının en temel yaklaşımların dan biri olan çeşitli bölgesel ve küresel güçlerle kurulan ve ihtiyaç halinde değiştirilen pragmatik ittifak politikasının Beşar Esad tarafından Türkiye ile ilişkilerde miras alındığının açık bir göstergesidir. Bu bağlamda, Türkiye’nin son yıllarda geliştirdiği dostane ilişkilere ve akrabalık bağlarına dayanarak 
Beşar Esad yönetiminden Suriye’de demokrasiye geçiş reformlarına öncülük etmesini beklemesi ve sözünün dinleneceğini düşünmesi aşırı iyimserlik olarak yorumlanabilir. Totaliter-otoriter bir doğaya sahip olan Baas diktatörlüğünün köklü reformlar yapmasını beklemek en önemli Suriye uzmanlarından biri olan Nikolaos van Dam’ın da belirttiği gibi imkânsızdır.37 Suriye tarihi boyunca birçok kez seçimleri boykot eden Baas Partisi’nden demokratik ve çok partili siyasal sistemi hayata geçirecek reformları beklemek Alevi azınlık üzerine inşa edilen rejimin yıkılmasıyla sonuçlanacaktır. 

Sonuç 

Sonuç olarak, Beşar Esad, Hafız Esad döneminden beri devam eden Suriye dış politikasının pragmatik karakterini özellikle kurduğu çeşitli ittifaklar bağlamında aynen sürdürmüştür. Beşar Esad yönetiminin asıl tehdit olarak algıladığı İsrail ve ABD’ye karşı bölgesel olarak İran gibi bir gücü arkasına alması ve elinde Hizbullah, Hamas gibi caydırıcı kozların bulunmasının yanı sıra Rusya ve Çin’in Güvenlik Konseyi’nde, en azından şimdilik, yaptırımları engellemesi Suriye’yi kısmen de olsa rahatlatmıştır. Dolayısıyla Esad rejiminin elinde iktidarını sürdürmek için kullanabileceği birden fazla kart halen bulunmaktadır. 

Beşar Esad, Suriye’nin bölgesel izolasyon içerisine girdiği 2003 Irak Savaşı sonrasında İran ve Türkiye ile stratejik ittifaklar geliştirme gereksinimi 
duymuştur. Fakat Arap Baharı’nın Suriye’ye ulaşmasıyla birlikte İran, Şam yönetimine destek verirken, Türkiye’nin Batı ile uyum halinde Esad yönetimi üzerinde kademeli olarak baskı uygulaması ve muhaliflere destek vermesi iki ülke arasındaki ilişkileri koparmıştır. Suriye’nin Arap Baharı’yla birlikte politikalarını ABD çizgisine çeken Türkiye’nin uyarılarını dikkate almaması, pragmatik ittifak değişikliklerini Suriye dış politikasının geleneksel modellerinin en önemlilerinden biri olarak miras alan Beşar Esad yönetimi için normal bir davranış biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Rejimin tehlikeye girdiği ve uluslararası baskıların arttığı bir dönemde Türkiye ile pragmatik bir işbirliğine giren Esad, yine uluslararası baskıların arttığı bir dönemde bu ittifaktan, elinde kullanabileceği farklı kartlar olduğu için vazgeçmiştir. 

Suriye’de ordu ve güvenlik güçlerinin Nusayri azınlığın kontrolünde olması, rejimin yıkılmasının Nusayrilerin yüzyıllar sonra elde ettiği ayrıcalığı yok etme ve Sünnilerle bir mezhep savaşının fitilini ateşleme ihtimali, Suriye’yi Tunus, Mısır ve Libya’daki rejimlerden farklılaştırmaktadır. 

Suriye’de demokratik değişim ve çok partili siyasal yaşama geçiş rejimin bekasını tehdit edeceğinden dolayı köklü reformların uygulanma 
ihtimali son derece zayıftır. ABD ve AB’nin askeri seçeneği masaya yatırıp uluslararası bir müdahale yolu ile Esad rejimini devirme arzusu işgalin maliyetinin Suriye’nin petrol kaynaklarıyla karşılanamayacak kadar yüksek olmasından dolayı zor görünmektedir. Nitekim ABD’nin Şam Büyükelçisi Robert Ford, Time dergisine verdiği demeçte ‘‘ABD’nin Libya’ya müdahale ettiği gibi Suriye’ye müdahale etmeyeceğini, muhalefet açısından asıl meselenin, rejim içinden nasıl destek alacaklarını ve sorunu çözmek için dışarıya bakmamanın bir yolunu bulmaları gerektiğini’’ belirtmiştir. Ford’un ayrıca, ‘‘Bu bir Suriye sorunu ve çözüm de Suriye›den gelmeli’’38 açıklaması ABD’nin stratejisinin işgalden ziyade iç muhalefete bağlandığının bir göstergesidir. Fakat Suriye’de ordu, istihbarat servisleri ve Baas Partisi içerisinde Nusayri azınlığın safları sıklaştırmış 
olması ve dış muhalefetin aksine iç muhalefetin güçsüz olması Libya’da olduğu gibi Batı’nın rejimi içten devirme ihtimalini zayıflatmıştır. Esad rejiminin devrilmesiyle Ortadoğu’nun istikrarsızlaşması, Suriye’de mezhep savaşı çıkması ve radikal İslamcı bir rejimin Şam’da iktidara gelerek İsrail’e daha büyük bir tehdit oluşturması ihtimalleri ABD’yi düşündüren diğer faktörler olarak sayılabilir. 

Mevcut koşullar içinde Suriye’de rejim karşıtı gösterilerin ve halka uygulanan şiddetin bir hayli uzun süreceğini tahmin edebiliriz. Türkiye, ABD ve AB ile işbirliği halinde Şam’a yönelik yaptırımları ağırlaştıracağının ve Suriyeli muhalifler üzerinden Esad yönetimine karşı yeni bir siyasete başlayacağının sinyallerini vermektedir. Bu bağlamda, Suriye’de rejim değişikliği gerçekleşene kadar iki ülke arasında ‘kardeşlik’ ilişkilerinin bir daha kurulması söz konusu değildir. Beşar Esad’ın Türkiye ile ilişkilerini koparmasının ardından Rusya, Çin ve İran’la ittifaklarını korumaya ve çeşitli pragmatik ittifaklarla elindeki kartları çoğaltmaya çalışacağı açıktır. Beşar Esad iktidarını muhafaza edebilmek için elindeki bütün bölgesel ve küresel kartları son ana kadar oynamaktan çekinmeyecektir. Esad yönetiminin elindeki tüm kartlarını kaybetmesi durumunda ise Kaddafi gibi sonuna kadar savaşacağını tahmin etmek zor değildir. 


DİPNOTLAR 

1 Hafız Esad döneminde politik gücün çeşitli aygıtlar vasıtasıyla devlet başkanının elinde merkezileşmesi için, bkz. Raymond Hinnebusch, Syria: Revolution from Above, London and New York: Routledge, 2001, s. 61-84. 
2 Mezhep, bölge ve aşiret faktörünün Suriye politikasındaki önemini vurgulayan bir çalışma için bkz. Nikolaos Van Dam, Suriye’de İktidar Mücadelesi: Esad 
ve Baas Partisi Yönetiminde Siyaset ve Toplum, çevirenler Semih İdiz ve Aslı Falay Çalkıvik, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000. 
3 Raymond Hinnebusch, Syrian Foreign Policy under Bashar al-Assad, Ortadoğu Etütleri, cilt 1, sayı 1, Temmuz 2009, s. 16-20. 
4 Bkz. Syria under Bashar (I): Foreign Policy Challenges, International Crisis Group, 11 Şubat 2004. 
5 Alfred B. Prados and Jeremy M. Sharp, Syria: Political Conditions and Relations with the United States After the Iraq War, Congressional Research 
Service Report for Congress, Şubat 2005, s. 25-27. 
6 Bayram Sinkaya, İran-Suriye İlişkileri ve Suriye’de Halk İsyanı, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 33, Eylül 2011, s. 41-42. 
7 Oytun Orhan, Türkiye-Suriye Askeri Tatbikatı ve İsrail’in “Rahatsızlığı”,ORSAM Dış Politika Analizi, 28 Nisan 2009, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=243. 
8 Veysel Ayhan, Türkiye -Suriye Arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Dönemi, ORSAM Dış Politika Analizi, 15 Ekim 2009, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=378. 
9 Veysel Ayhan, Türkiye-Suriye Stratejik İşbirliği Konseyi’nin Birinci Başbakanlar Düzeyi Toplantısı, ORSAM Dış Politika Analizi, 23 Aralık 2009, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=503. 
10 ‘‘Türkiye-Suriye Dostluk Barajı’nın Temeli Atıldı,’’ Dünya Bülteni, 06 Şubat 2011. 
11 Suriye’li muhalif grupların detaylı bir analizi için bkz. Seth Wikas, Battling the Lion of Damascus: Syria’s Domestic Opposition and the 
Asad Regime, The Washington Institute for Near East Policy, Mayıs 2007, ayrıca bkz. Joshua Landis and Joe Pace, The Syrian Opposition, 
The Washington Quarterly, Kış 2006-2007, s. 45-68. 
12 Beşar Esad iktidarının ilk yılları ve reform beklentileri için bkz. Eyal Zisser, Commanding Syria: Bashar al-Assad and the First Years in 
Power, London: I. B. Tauris, 2007. 
13 ‘‘Esad Köşeye Sıkıştı,’’ Ntvmsnbc, 18 Ağustos 2011. 
14 ‘‘ABD ve Avrupa Esad’ın İpini Çekti,’’ Sabah, 19 Ağustos 2011. 
15 Patrick Seale, Is the Syrian Regime in Danger?, 4 Nisan 2011, 
http://www.agenceglobal.com/article.asp?id=2530. 
16 ‘‘Erdoğan’dan Esad Ailesine Sert Mesaj,’’ Hürriyet, 10 Haziran 2011. 
17 ‘‘Esad’dan Oyalama Taktiği,’’ Sabah, 21 Haziran 2011. 
18 ‘‘Erdoğan’dan Suriye Açıklaması,’’ Hürriyet, 22 Eylül 2011. 
19 ‘‘Şam’dan Erdoğan’a Sert Yanıt,’’ Milliyet, 07 Ağustos 2011. 
20 ‘‘Kimse Esad’a İnanmıyor, Ben de İnanmıyorum,’’ Dünya Bülteni, 14 Eylül 2011. 
21 ‘‘Esed’le Görüşmeler Kesildi Şam’a Yaptırımlar Yolda,’’ 
22 Eylül 2011, 
http://www.turkiyesuriye.com/2011/09/22/esedle-gorusmeler-kesildi-sama-yaptirimlar-yolda/ 
22 ‘‘Türkiye, Hava Sahasını Askeri Sevkiyata Kapattı,’’ Hürriyet, 22 Eylül 2011. 
23 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan SETA’da, 26 Eylül 2011, 
http://www.setav.org/public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=86892&q=basbakan-recep-tayyip-erdogan-seta-da 
24 ‘‘Suriye Sınırında Kritik Tatbikat,’’ Sabah, 4 Ekim 2011. 
25 Veysel Ayhan, Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi, Diplomatik, Ekonomik Ve Askeri Yaptırımlar, ORSAM Dış Politika Analizi, 5 Ekim 2011, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2709. 
26 Muhaliflerin Antalya toplantısının analizi için bkz. Veysel Ayhan ve Oytun Orhan, Suriye Muhalefeti’nin Antalya Toplantısı: Sonuçlar, Temel Sorunlara 
Bakış ve Türkiye’den Beklentiler, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 31/32, Temmuz-Ağustos 2011, s. 8-16. 
27 Suriye Ulusal Konseyinin oluşum aşaması, yapısı ve hedefleriyle ilgili bkz. Oytun Orhan, Suriye’de Sonun Başlangıcı: Yaptırım Dönemi ve Suriye 
Ulusal Konseyi, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 34, Ekim 2011, s. 46-50. 
28 Veysel Ayhan, Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi, Diplomatik, Ekonomik Ve Askeri Yaptırımlar, ORSAM Dış Politika Analizi, 5 Ekim 2011, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2709. 
29 ‘‘Turkey Meets Members of Opposition Syrian National Council,’’ The Washington Post, 18 Ekim 2011. 
30 ‘‘Suriyeli Muhaliflerle İlk Resmî Temas,’’ Zaman, 19 Ekim 2011. 
31 ‘‘The First Legally Binding Decision Against Syria Fails at the UN,’’ Syria Comment, 5 Ekim 2011. 
http://www.joshualandis.com/blog/?p=12401&utm_source=feedburner&utm_medium=email&utm_campaign=Feed%3A+Syriacomment+%28Syria+Comment%29 
32 ‘‘Çin’de Esad’a Nota Verdi,’’ Ntvmsnbc, 11 Ekim 2011. 
33 ‘‘Rusya’dan Esad’a: Ya Reform yap ya git,’’ BBC Türkçe, 7 Ekim 2011, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/10/111007_medvedev_syria.shtml 
34 Bayram Sinkaya, İran-Suriye İlişkileri ve Suriye’de Halk İsyanı, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 33, Eylül 2011, s. 43-47; Ayrıca bkz. ‘‘Suriye 
Halkının Demokrasi Dersine İhtiyacı yok,’’ SANA, 4 Ekim 2011. 
35 ‘‘Türkiye Sınırı Yakınlarında Büyük Oranda Silah Ele Geçirildi,’’ SANA, 4 Ekim 2011. 
36 ‘‘Türkiye’nin Kışkırtma Yerine Reformları Desteklemesini Temenni Ederdik,’’ SANA, 10 Ekim 2011. 
37 ‘‘Nikolaos van Dam: The Syrian regime is rapidly running out of options,’’ The Independent, 10 August 2011. 
38 ‘‘ABD Suriye’ye Müdahale Etmez,’’ Sabah, 28 Eylül 2011. 


***