SURİYE SİYASİ TARİHİ GENEL, BÖLÜM 1
Suriye Siyasi Tarihi
Yazar: Nevin Yazıcı
Bölgesel rekabetin geçiş noktası olan ülkede yaşanan gelişmeler, ülkenin önemini hem komşuları hem de bölge için kritik hale getirmektedir. Diğer taraftan Suriye krizi nin sekteryen boyutu, olayların başlamasından itibaren meseleye dâhil olan pek çok aktörün kriz karşısında izledikleri siyaseti ve benimsedikleri çözüm yöntemlerini de farklılaştırmak tadır.
Suriye, tarih boyunca Akdeniz'in tüm doğu kıyılarını içine alan coğrafyayı tanımlamak için kullanılmıştır. İlk defa eski Yunanlıların üç kıtanın birleştiği yeri anlatmak için kullandıkları bu isimle, XX. yüzyılın başına kadar bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin ve İsrail'i içine alan bölge kastedilmektedir. Siyasi olmaktan ziyade, coğrafi bir özellik taşıyan bölge, "Büyük Suriye İdeali"nin doğal sınırlarını ifade ettiği gibi modern Suriye Devleti'nin de coğrafyaya dayalı resmi politikalarının en önemli tarihi argümanı niteliğindedir.[1]
Eski Çağlarda Suriye
Suriye, uygarlığın ve yerleşik hayatın başlangıcından itibaren önemli bir bölge olagelmiştir.Bugünkü Suriye'nin bilinen en eski sakinleri Natufien kültürünü yaratan avcı ve toplayıcı halklardır. Suriye'deki ilk yerleşim tarihi M.Ö. 5000 yıllarına dayanmaktadır. Şam kenti ise muhtemelen dünyanın en eski ve devamlılık gösteren kentidir.[2]
Bölgeye M.Ö.2240–2000 yılları arasında Akadlar, M.Ö.2000–1800 yıları arasında ise Amuriler hâkim olmuşlardır. M.Ö. 1750–1550 yılları arasında Halep civarında hakim olan Yamhad Krallığı, M.Ö. 1600 yıllarından itibaren Hitit saldırıları neticesinde yıkılmıştır. M.Ö. 1500–1360 yıları arasında yaşayan ve Hurilerin kurduğu Mittanni Devleti de Hitit ve Asur saldırıları sonucu ortadan kaldırılmıştır.
M.Ö. 1286 yılında bölgenin denetimini ele geçirmek isteyen Hititliler ve Mısırlılar arasında gerçekleşen savaş sonrasında, tarihteki ilk yazılı anlaşma olan Kadeş Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre, Kuzey Suriye Hititlere, Güney Suriye ise Mısır topraklarına bırakılmıştır.[3] Hititlilerden sonra bölgeyi ele geçiren Aramiler'in egemenliğine Asurlular tarafından son verilmiştir. M.Ö. 612'de Asurlular, Medler tarafından yıkılınca Suriye'de, Babil egemenliği başlamıştır. M.Ö. 539'da Babil'i ele geçiren Persler, M.Ö. 333'te Büyük İskender'e yenilmiş ve Suriye, Makedonyalıların yönetimi altına girmiştir.[4]
Bölgenin tamamında egemenlik kurmamakla birlikte, antik büyük Suriye'nin çeşitli bölgelerinde birçok küçük krallık kurulmuştur. Bunlar şöyledir; İrsal Krallığı( M.Ö. 1075–587), Yahudi Krallığı( M.Ö. 142-M.S.100), Halep Krallığı (M.Ö.1800–1450), Şam Krallığı (M.Ö. 950–732) ve Fenike Krallığı(M.Ö. 1000–520).[5]
M.Ö. 64 yılında Roma İmparatorluğu denetimine giren Suriye'de, Roma'nın parçalanmasından sonra, M.S. IV. yüzyılda, yaklaşık bir buçuk asır sürecek Bizanshâkimiyeti başlamıştır. Bu süreçte Suriye, Sasani saldırılarına maruz kalmıştır.[6]
Suriye'de İslam Hâkimiyeti
Halid bin Velid komutasındaki orduların 634'te denetimi sağlamasıyla, Suriye'de Müslüman Arap devletlerinin hakimiyeti başlamıştır. Bu süreçle beraber Suriye, Müslüman Arap kimliğine yönelmiştir.[7]660'ta Emevi hakimiyetine giren Suriye toprakları, Emevi Devleti'nin Abbasiler tarafından 750'de yıkılmasıyla sonucu halifelik merkezinin Şam'dan Bağdat'a taşınmasıyla eski önemini kaybetmiştir.
Abbasilerden sonra Suriye toprakları üzerinde Müslüman-Hıristiyan mücadelesi başlamıştır. Abbasilerin zayıflamasıyla merkezi otoriteden kopan Suriye, Mısır'daki Tolunoğulları'na bağlanmıştır. Tolunoğulları, Suriye'de hâkimiyet kuran ilk Müslüman Türk devletidir.[8] 905'te Tolunoğulları'nın yıkılmasından sonra ülkenin kuzeyi Halep'teki Hamdeniler'in, güneyi ise Mısır'a egemen olan İhşidiler'in egemenliği altına girmiştir.[9] Daha sonraki dönemlerde güçlenerek Mısır'ı ele geçiren Fatımi orduları, 969 yılında Filistin'i ve ardından da Şam'ı ele geçirmişlerdir.
11. yüzyılda, Suriye'de başlayan Büyük Selçuklu Devleti'nin hâkimiyeti, Haçlı Seferleri nedeniyle kısa sürmüştür.1128 yılında Selçuklu Emirlerinden Musul Atabeyi İmadeddin Zengi'nin Haçlı kuvvetlerini Halep'ten çıkarması üzerine, oğlu Nureddin Zengi Suriye'yigeri almıştır. 1171 yılında ise, Zengilerin komutanı olarak Mısır'a giren Selaheddin Eyyübi, Fatımi Devleti'ne son vererek, Suriye ve Mısır'ı içene alan güçlü bir devletin temellerini atmıştır.[10]
Eyyübi Devleti'nin yıkılmasından sonra, 1260 tarihinde Sultan Baybars komutasındaki Memluk ordusu, Ayn Calut Savaşı'nda Moğolları yenmiş ve Suriye'de hâkimiyeti sağlamıştır.[11] Bu dönemde Suriye'deki eski Eyyubi toprakları, en büyüğü Şam olmak üzere altı eyalete ayrılmıştır.[12] Yönetimin büyük ölçüde Suriyeli Arap ailelere bırakıldığı bu dönemde; Dürzîlik, Nusayrilik ve İsmailiye gibi mezheplere, Marunî Hıristiyanlara karşı sert politikalar izlenmiştir.[13]
Dört Asır Sürecek Osmanlı Hakimiyeti
Yavuz Sultan Selim, 24 Ağustos 1516'da, Mercidabık Savaşı'nda Memluk ordusu bozguna uğratarak, Suriye'yi Osmanlı topraklarına katmıştır. Yaklaşık dört asır sürecek Osmanlı hâkimiyeti döneminde Suriye, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan adeta altın çağını yaşamıştır.
"Biladu'ş-Şam" [14] olarak adlandırdığı Suriye'yi; Şam, Halep,Trablusşam ve Sayda (sonradan Akka) olmak üzere dört eyalete ayıran Osmanlı Devleti, bölgede merkezi denetimi sağlamakla beraber yerel topluluklara belirli ölçüde özerklik tanıyanaskeri nitelikte feodal bir sistem kurmuştur. Öte yandan, merkezden atanan bazı üst yöneticiler dışında yönetimde Arap din adamları da yer almıştır. [15] Bu dönemde, Şam ve Halep'in Avrupa'yla sıkı ticaret bağları, Hıristiyan ve Yahudilerden oluşan güçlü bir tüccar sınıfını ortaya çıkarmıştır.[16]
18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölgede meydana gelen isyanlar, Avrupalı devletlerin askeri müdahalesine zemin hazır hazırlamıştır.[17] 1798 yılında Napolyon Bonapart yönetimindeki Fransız Ordusu Mısır'a sefer düzenlemiş ve ardından da Suriye'yi istila etmeye çalışmıştır. Ancak Akka'da Cezzar Ahmet Paşa kuvvetlerini geçememiştir.[18]
Fransa'nın çekilmesinin ardından, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı'nın içinde bulunduğu kriz ortamını değerlendirmiş ve Mısır'da kendi hanedanlığını tesis etmiştir. Daha sonra oğlu İbrahim Paşa komutasında bir orduyu Suriye'ye sevk etmiş ve 1832'de bu toprakları da hâkimiyeti altına almıştır.[19]
Mehmet Ali Paşa döneminde, Amerikalı ve Avrupalı devletlerin Misyoner okulları ve bir takım insani örgütler aracılığıyla bölgedeki faaliyetleri yoğunlaşmıştır. Suriye toplumunda başlar gösteren dinsel ayrımların şiddete kayması sonucu gelişen isyanlar kısa sürede coğrafyanın tamamına yayılmıştır. Suriye topraklarını geri almak isteyen Osmanlı kuvvetlerinin 1839'da Nizip Savaşı'nda yenilgiye uğramasından sonra, duruma müdahale eden Avrupa devletleri, Mehmet Ali Paşa'yı Suriye'den çekilmek zorunda bırakmış, bölge yeniden Osmanlı hâkimiyeti altına girmiştir.[20]
Tanzimat döneminde, sekülerleşme ve merkezileşme doğrultusunda yönetimin modernize edilmesiyle, bölgedeki feodal güç niteliğindeki paşaların ve vergi toplayıcıların güçleri önemli ölçüde zayıflamıştır. Yeni düzende, eyaletler merkezi hükümet tarafından maaşa bağlanan memurların idaresine bırakılmıştır. Büyük toprak sahibi aileler ise, her ne kadar feodal imtiyazlarını kaybetmiş görünseler de, toplum içerisinde, idari ve iktisadi hayatta hâkim sınıf olarak varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir.[21] Ancak, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile Hristiyanlara eşit haklar verilmesi, Suriye'de Müslümanlar arasında tepkiyle karşılanmıştır. Batılı devletlerinmüdahalesiyle bölgedeki gerilim artarken, daha önceki yıllarda yaşanmış olan Marunî-Dürzî savaşlarına bu defa da din temelli Müslüman-Dürzî ve Müslüman-Hristiyan çatışmaları eklenmiştir.[22]
II. Meşrutiyet'in ilanının ardından İttihat ve Terakki yönetiminin izlediği politikalar, Suriye'de Arap milliyetçiliğine dayalı bir muhalefetin gelişmesine zemin hazırlamıştır.[23]
I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'nin askeri yönden önemli bir harekât merkezi olan Suriye, Mısır'da bulunan İngiliz askeri güçlerinin başlıca hedefi olmuştur.[24] Bölgeye vali ve aynı zamanda Şam'da konuşlandırılmış olan Osmanlı IV. Ordu Komutanı olarak Cemal Paşa atanmıştır. Cemal Paşa, bazı Arap liderlerinin İngilizler ve Fransızlar İLE işbirliği içerisinde olduğu gerekçesiyle oldukça sert politika izlemiştir.[25] Lawrence, Cemal Paşa'nın politikalarını şöyle değerlendirmektedir; "Suriye'deki tüm sınıfları, koşulları ve inançları birleştirerek ortak bir sefaletin ve korkunun baskısı altına almıştı. Böylelikle de planlı bir isyanı mümkün hale getirmişti." [26]
Ancak Cemal Paşa kaygılarında son derece haklıydı, 27 Haziran 1916'da Şerif Hüseyin, İngiltere ile varmış olduğu mutabakata uygun olarak Türklere karşı ayaklanma başlattığını ilan edecekti.[27]1918'de Hicaz'da konuşlandırılan bir Arap ordusunun desteğiyle taarruz harekâtında bulunan İngiliz birlikleri, bölgeyi işgal etmiştir.
İtilaf Devletleri'nin Suriye'yi işgalini müteakip, bağımsız devlet kurma vaadiyle isyan etmiş olan Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal, Şam'a girerek İngiltere'nin desteğiyle bölgede bir Arap hükümeti kurmuştur. Bu hükümet, Arap milliyetçi cenah arasında bağımsızlık yolunda atılmış ilk adım olarak nitelendirilmiştir.
Savaş sırasında İngilizlerden bağımsızlık sözü almış Arap önderlerin Şam'da topladığı Suriye Kongresi, Faysal'ın Filistin'i de içine alan birleşik Suriye'nin kralı ilan etmesine rağmen, İtilaf Devletleri San Remo Konferansı'nda Sykes Picot Anlaşması çerçevesinde Filistin'i İngiliz, Suriye ve Lübnan'ı da ayrı ayrı Fransız manda yönetimine bırakmıştır.[28]
Fransız Manda Yönetimi(1920-1946)
Fransızlar, Suriye'de dini ve etnik azınlıkları desteklemek suretiyle Arap milliyetçiliğini zayıflatarak, konumlarını güçlendirmek için gayret sarf etmişlerdir. Bu çerçevede, kuzeyde bir Alevi devleti, merkezde bir Sünni devleti ve güneyde bir Dürzi devleti kurulması hedeflenmişti. Sadece Lübnan'da Hıristiyan bir devlet kurulmuş, Suriye'nin geri kalanı etnik ve dini farklılıklar çerçevesinde beş ayrı otonom bölgeye ayrılmıştır. Bunlar; Cebel-i Dürzi, Halep, Lazkiye, Şam ve İskenderun'dur.[29]
Ekonomik ve siyasi alanlarda destek gören azınlıkların Fransız yönetimine sağlamış olduğu en önemli desteklerden biri bölgenin kontrolü için Fransızların kurduğu "Özel Dogu Akdeniz Birlikleri" adlı yerli bir orduda görev almalarıdır. Bu durum, başta Nusayriler olmak üzere, azınlıkların gelecekte Suriye ordusunda önemli mevkilere getirilmesine ve böylece siyasi krizlerde rol oynamasına zemin hazırlamıştır. Üstelik bu durum Sünnilerin egemenliğini ortadan kaldırarak, askeri darbelerle orduyu siyasi hayatın içine çekmelerine ve belki de, tek bir mezhebe dayalı otoriter bir rejim kurmalarında da etkili olmuştur.[30]
Kontrolü altındaki manda rejimleri içerisinde en çok Suriye'de zorlanan Fransızlar, uygulamış oldukları baskı politikaları başta Dürzîler olmak üzere Nusayrilerin ve Bedevilerin çıkardığı isyanlara dönüşmüştür. 1925'te, Halep ve Şam "Suriye Devleti" adı altında birleştirilmiş, bir yıl sonra da Lübnan, Suriye'den ayrılarak Fransa'ya bağlı müstakil bir cumhuriyet olmuştur.[31] Alevi ve Dürzî yönetimleri ise 1936'ya kadar ayrı kalmışlardır.[32]
1925-1927 arasında Fransa manda yönetimine karşı çıkan isyanlarda 6000'den fazla insan hayatını kaybetmiştir. Direniş cephesinin kararlı politikası etkisini göstermiş ve 1928'e gelindiğinde Fransız yönetimi ülkedeki milliyetçi örgütlerin çatısı konumunda olan Ulusal Grup Oluşumu'nu tanımak zorunda kalmıştır.[33]
II. Dünya Savaşı arifesinde ekonomik anlamda sıkıntılı bir dönem yaşamakta olan Fransa kendi manda idaresindeki ülkelere karşı politikasında önemli değişikliklere gitmiştir. 1936 sonunda imzalanan anlaşmayla Haşim Attasi önderliğinde kurulan ulusal hükümet Fransa tarafından tanınmıştır. Suriye'nin bağımsızlığını tanıyan bu anlaşmayla Alevi ve Dürzî bölgeleri Suriye'ye dâhil edilmiş, Lübnan ayrı bir devlet olarak kabul edilmiştir. Bu anlaşma, Fransa'ya Suriye'nin dış politikasında belirleyici olma ve bölgede iki askeri üs bulundurma vb haklar sağlamıştır.[34] Fransa, Türkiye'nin isteği doğrultusunda İskenderun Sancağı'nın ayrı bir yönetime kavuşturulmasını kabul etmiş, daha sonra Hatay Türkiye'ye katılmıştır.[35]
İkinci Dünya Savaşı'nın başlarında Almanya'ya teslim olan Vichy Hükümeti'nin denetimindeki Suriye, ortak harekât düzenleyen İngiliz ve Özgür Fransa kuvvetleri tarafından ele geçirilmiş ve ülkenin bağımsızlığı ilan edilmiştir. 1943'te yapılan seçimlerde Fransa karşıtı Milli Cephe hükümeti oluşturularak Şükrü el-Kuvvetli Suriye Devlet Başkanıseçilmiştir.[36]
Temmuz 1944'te Sovyetler Birliği, Eylül'de ABD, ertesi yıl da İngiltere, Suriye ile Lübnan'ı şartsız bir şekilde egemen devletler olarak tanımışlar ve Fransa'ya Suriye'yi boşaltması için baskı yapmaya başlamışlardır.[37] BM Güvenlik Konseyi'ndeki uzun görüşmelerin ardından, İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Suriye ve Lübnan'dan aynı anda çekilmesi konusunda anlaşmışlardır. Fransa, 17 Nisan 1946'da tüm birliklerini Suriye topraklarından çekmiş olduğunu uluslararası kamuoyuna ilan etmiştir. Böylece, Suriye'de 25 yıl boyunca devam etmiş olan Fransız manda yönetimi sona ermiştir.
Suriye ve Baas Partisi
Baas Partisi, hemen hemen hepsi Batı eğitimi almış ve liderliğini Ortodoks Hıristiyan Mişel Eflak'ın ve Selahaddin Bitar'ın öncülüğünü yaptıkları Suriyeli bir grup Arap entellektüeli tarafından, 1943 yılında Arap Yeniden Diriliş Partisi adıyla kurulmuştur.[38]
Kaynağını 19.yüzyıldaki romantik-halkçı Alman Nasyonalizm'den alan Baas ideolojisi temelde iki ana teze dayanmaktaydı. Birincisi, tüm Arapların tek bir ulus olduğunu dile getiren Arap Milliyetçiliği, ikincisi ise, Arap Sosyalizmi idi.[39]
Baas, Suriye'nin siyasi hayatına az sayıda kentli büyük ailenin ve bunların çıkarlarını dile getiren partilerin ya da önderlerin oluşturdukları gevşek birliklerin hakim olmasına karşı bir meydan okumayı temsil ediyor;toplumda hakim konumda olmayan sınıflardan ve büyük ölçüde, Aleviler, Dürzîler ve Hıristiyanlar gibi Sünni Müslüman çoğunluğun dışındaki cemaatlerin ilgisini cezbediyordu.[40]
Sınıfsal konumlarıyla etnik kimlikleri örtüşen unsurların, bölge, aşiret ve mezhep bağlarını kullanarak hem Parti içinde hem de orduda yapılanmaları ve bu yolla iktidara gelme süreçleri Suriye siyasetini derinden etkilemiştir.
Askeri Darbeler (1949-1970)
Bağımsızlığını kazandıktan kısa bir süre sonra Suriye, art arda gelen askeri darbeler sonucunda radikal değişikliklere maruz kalmıştır. Söz konusu askeri darbeler zincirinin ilki 30 Mart 1949'da Sünni bir general olan Hüsnü Zaim önderliğinde gerçekleşmiştir. CIA tarafından da desteklenen darbe sonrasında Zaim, kendisini Cumhurbaşkanı ilan etmiş ve parlamentoyu feshetmiştir.[41] Hatay'ın Türkiye Cumhuriyeti'ne ilhakından sonra Antakya'dan ayrılan Hüsnü Zaim, Türk dostu olmasıyla tanınmıştır.[42]
Zaim, 14 Ağustos 1949'da General Sami Hınnavi'nin önderliğinde bir karsı darbe ile yönetimden uzaklaştırılmış ve idam edilmiştir. Sami Hınnavi'nin gerçekleştirmiş olduğu darbe İngilizler tarafından desteklenmiştir. Sami Hınnavi iktidarı ele geçirdikten sonra yasaklanan siyasi partilerin tekrar faaliyete geçmesine ve seçimlerin tekrar yapılmasına izin vermiş olsa da siyasi yasamın arka planında ordu bulunmaktaydı.[43]
19 Aralık 1949'da Albay Edip Çiçekli, Irak ile birleşme fikrinin işlerlik kazandığı bir dönemde, Irak ile ülke çıkarları aleyhinde işbirliği yaptığını iddia ettiği Sami Hinnavi'ye karşı darbe düzenlemiştir.[44] Darbenin lideri olan, Edip Çiçekli 1951'de Suriye Genelkurmay Başkanı olmuş, ardından Yüksek Harp Konseyi tarafından Devlet Başkanlığı'nı ilan etmiştir.[45] Edip Çiçekli, seleflerinin iktidarları dört ve altı ay gibi çok kısa süreler devam etmiş olmasına rağmen Suriye gibi bir ülkede dört yıl gibi uzun sayılabilecek iktidar sürmüştür. 10 Temmuz 1953'te yapılan referandumda Cumhurbaşkanı seçilmiştir.[46]
Albay Faysal El-Atasi öncülüğündeki darbe ile Edip Çiçekli'yi 25 Şubat 1954'te iktidardan uzaklaştıracak siyasi zeminin oluşmasında Baas Partisi önemli rol oynamıştır.[47] Çiçekli'yi iktidardan uzaklaştıran askeri darbe sivil bir yönetimi iş basına getirmiş, yapılan seçimlerden sonra muhafazakâr yapıdaki Millet ve Halk Partileri koalisyon kurarak iktidara gelmiştir.[48]
Muhafazakâr partilerin iktidarda olduğu 1955–1957 yıllarında radikal siyasi akımlar giderek güçlenmiş; özellikle, Arap Birliği, Batı karşıtlığı, Sovyetler Birliğine yakınlaşma, ekonomik ve siyasi alanlarda iyileştirmeler gibi talepler, Baas Partisi, Arap Sosyalist Partisi ve Komünist Partiyi bir araya getiren ve birlikte hareket etmelerini sağlayan temel etkenler olmuştur.[49]
Baasçılar bu dönemde ülkede iktidarı ele geçirmek için yoğun çaba harcamışlardır. Siyaset ve ordu içinde nüfuzlarını arttırmak amacıyla, bir taraftan yeni kurulan hükümetleri protesto ederek iktidardan çekilmelerini sağlamışlar, diğer taraftan Genel Kurmay Başkanı'nın istifa etmesinde önemli rol oynamışlardır.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***