ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 12
İKTİDARININ OLUŞUMU SURİYE’DE 1970 DARBESİ VE ESED
Muhammed Hüseyin MERCAN
Arş. Gör., Erciyes Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
Hafız Esed’in kurguladığı siyasi yapıda, inşa ettiği rejimin güvenliği ve sürekliliği esas unsur haline geldi. Anayasa üzerinden şekillendirdiği yeni sistem, Baas Partisi’ni toplumun ve devletin hâkim partisi haline getirirken (8. md) öte yandan da orduya geniş yetkiler tanımakta ve devlet başkanını da devletin tam sahibi haline getirmekteydi.
1946’da kazanılan bağımsızlıktan Hafız Esed’in iktidarına kadar geçen süreçteki Suriye tarihi bir bakıma darbeler tarihi şeklinde anılabilir. 1949 yılında
Hüsnü el-Zaim öncülüğünde gerçekleşen askeri darbe, bir yandan modern Orta Doğu tarihinde ordunun siyasete ilk toplu müdahalesi olurken, öte yandan aynı yıl içinde gerçekleşen iki darbeyle de Suriye’deki istikrarsızlık döneminin kapısını araladı. Fransız Manda yönetiminin ardından kısa bir süre demokrasi ya da bir başka deyişle sivil yönetim tecrübesi yaşayan Suriye toplumu, 1949’dan itibaren ordunun siyaseti dizayn ettiği ve devleti tüm kurumlarıyla şekillendirdiği bir ülkeye tanık olmaya başladılar.
1950’li yılların Suriye’si, siyasi buhranlara tanık olan, anayasal tartışmaların sürekli gündemde ve iktisadi sorunların had safhada olduğu, kısacası istikrarsızlığın istikrar haline geldiği bir yapıya büründü. Ülkenin bu ortamından istifade eden Baas ideolojisine mensup sivil ve askeri kanat 8 Mart 1963 tarihinde gerçekleştirdikleri darbe ile ülke tarihin önemli kırılma noktalarından birine imza attılar. Bu darbe ülkede Baas Partisi ve ideolojisinin hâkimiyetini tesis etme yolunda büyük bir adım olsa da, ülkenin siyasi gerilim ve tartışmaları bu sefer de parti içine tevarüs ederek, darbeyi gerçekleştirenler arasında ayrılıkların baş göstermesine neden oldu.
Uzun süredir ordu içinde etkin konumlarda yer almaya başlayan Nusayri kökenli öncü isimlerin ordudaki Sünni subayları tasfiyesiyle ordunun iç dinamikleri tamamen değişmeye başladı. Bunun sonucunda ordu içinde güçlenen Nusayri general ve subaylar Salah Cedid, Muhammed Umran ve Hafız Esed öncülüğünde 1966’da gerçekleştirdikleri parti içi darbeyle ülke yönetimine el koydular. Salah Cedid’in iktidarın başında yer aldığı ve Hafız Esed’in Milli Savunma Bakanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı olduğu bu yeni süreçte, iki isim darbe sürecinde birlikte hareket ettikleri Muhammed Umran’ı tasfiye edip, kendi aralarında iktidar çatışması içine girdiler.
1967 Haziran’ındaki Arap-İsrail savaşında alınan büyük hezimet tüm Arap dünyasında derin bir travmaya sebep olurken, Suriye’de de bu yenilgi Salah
Cedid iktidarını zayıflatmak arzusundaki Hafız Esed için önemli bir koz oldu. Ülkede iktidarın asıl odağı olması hasebiyle Cedid’in hezimetin birinci dereceden
sorumlusu olduğu yönünde güçlü bir propaganda yürüten Esed, ordu içinde kendine yakın subayları etkin pozisyonlara yerleştirerek ülke siyasetindeki gücünü önemli ölçüde artırdı. Benzer şekilde Baas Partisi’nin şube yönetimlerini de ordu içindeki mevkiini kullanarak kendine yakın kişilerden oluşturmayı başaran Esed, 13 Kasım 1970 tarihinde parti içi yeni bir darbeyle Salah Cedid’i etkisiz bırakıp, ülke yönetimine el koydu.
Bağımsızlıktan itibaren iktidarın sürekli el değiştirdiği ülkede, Esed’in öncelikli hedefi kendisi merkezli güçlü bir iktidar yapısı meydana getirmekti. Bu çerçevede iktidarının ilk dönemlerinde toplumsal meşruiyetine halel getirecek adımlardan kaçınan Esed, İsrail karşıtı söylemlerle ve Arap milliyetçiliğini ve
birliğini yücelten ifadelerle halkı nezdinde itibarını artırmaya çalıştı. Anayasa’ya “Devlet başkanının dini İslam’dır ve İslam hukuku yasamanın ana kaynağıdır”
(Md. 3) ibaresinin konması ya da “Suriye topraklarının Arap coğrafyasının bir parçası olduğu ve tüm Suriye halkının tam bir Arap birliğinin gerçekleşmesi
için gayret etmesinin en büyük ödevleri olduğu” (Md. 1) şeklindeki madde, toplum nezdinde elini güçlendirecek hamleler oldu. Ayrıca ülke ekonomisinin can damarı konumundaki Sünni burjuvazi ile herhangi bir çatışma içine girmeden, Baas Partisi çatısı altında onları yanına çekmeye çalışan Esed, ülkedeki muhalif İslamcılara yönelik derinden ve sessiz bir politika izledi.
Hafız Esed
Baas içindeki muhalif unsurları ortadan kaldırmayı başaran Esed, 1973 yılında hazırlattığı yeni anayasa ile Suriye’de mutlak hâkimiyetini ilan etti. Bu andan
itibaren ülkenin tüm idari kurumlarını yeniden şe-killendiren Esed, şahsıyla bütünleşen bir devlet yapısıalgısını topluma dayatmaya çalıştı. Özellikle 1976 yılında İslamcı muhaliflere yönelik başlattığı sistematik katliam ve sindirme politikası sayesinde, toplumdaki tüm muhalif unsurları ortadan kaldırdı ve tek adam merkezli iktidarını daha da kuvvetlendirdi. Hafız Esed’in kurguladığı siyasi yapıda, inşa ettiği rejimin güvenliği ve sürekliliği esas unsur haline geldi.
Anayasa üzerinden şekillendirdiği yeni sistem, Baas Partisi’ni toplumun ve devletin hâkim partisi haline getirirken (8. md) öte yandan da orduya geniş yetkiler tanımakta ve devlet başkanını da devletin tam sahibi haline getirmekteydi. Siyasi sistemin bu şekilde yeniden yapılandırılmasıyla, Hafız Esed Suriye halkının ya da ülkenin menfaatlerinden ziyade rejimin geleceğini ve emniyetini önceleyen politikaları devletin ana gündemi haline getirdi. Böylece Suriye’nin kendi sınırları içinde halkına yönelik uygulamalarında ya da küresel siyasette izlediği adımlarda ulusun çıkarı yerine rejimin çıkarı anlayışı ikame edilmiş oldu.
Esed’in Arap milliyetçiliği söylemi, İsrail karşıtlığı, Filistin davasına verdiği destek gibi hususlar Arap dünyasına yönelik etkinliği artırma manevralarıydı.
Bunun yanı sıra Sovyetler Birliği ve ABD arasında her iki tarafın güdümüne girmeksizin izlediği siyaset, kendisine geniş hareket alanı sağladı. Küresel siyasetin her iki büyük gücünün de farkında olduğu mutlak gerçek, bölgede İslamcı dalganın yükselmemesi adına Esed ve rejiminin emniyet sübabı konumunda olmasıydı.
Bunun bilinciyle hareket eden Esed, iktidarı boyunca rejimine karşı tehdit olarak algıladığı her türlü İslamcı hareketi bitirmeye çalışırken, tüm dünyaya da verdiği
mesajla, inşa ettiği otoriter rejimin devamının bölgesel denklem bazında hayati işleve sahip olduğunu göstermiştir.
1970’deki darbeyle ülke siyasetini şekillendirmeye başlayan Esed, Nusayri azınlığın etkin olduğu ve Baas ideolojisi mensuplarının yer aldığı bu yeni sisteminde, toplumdaki her türlü muhalif sesin süratle kısıldığı ve rejimin çıkarının ve sürekliliğinin her şeyin üstünde tutulduğu bir yapı meydana getirdi. Gerek rejimin küresel bağlantıları gerek içeride inşa ettiği derin yapılanma, Suriye’de günümüzde yaşanan krizin yıllardır niçin devam ettiğinin anlaşılmasında önemli ipuçları taşımaktadır. Esed’in tek adam merkezli yapısından tevarüs eden hususlar ve politikalar, Suriye rejiminin halk ayaklanması sürecinde nasıl hala ayakta kalabildiğini ve Rusya ile İran’ın doğrudan desteğine ek olarak ABD başta tüm batılı güçler ve İsrail’in zımni desteğinin anlaşılmasında hayati konumdadır.
Bu yönüyle 1970 darbesi sadece bir ülkenin siyasetine bir askerin şekil vermesi değil, aksine sistemin yeni baştan kurgulanarak bölgesel denklem içinde yeni rejimin hâkim güçlerin çıkarlarının devamında vazgeçilmez unsur haline gelmesini sağlayan önemli bir olaydır.
Muhammed Hüseyin MERCAN
Arş. Gör., Erciyes Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
***
SURİYE TARİHİNİN DÖNÜM NOKTASI: 8 MART 1963 DARBESİ
Nuri SALIK
Arş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
1946-1963 yılları arasında Suriye siyasetini şekillendiren Halepli ve Şamlı kentli Sünni elitlerin Halk Partisi ve Vatan Partisi’nin yanı sıra, kırsal sınıf ve orta-sınıf
taleplerinin taşıyıcısı olan Baas Partisi, Suriye Sosyal Nasyonalist Partisi (SSNP) ve Suriye Komünist Partisi gibi siyasi hareketlerin ayakta kalabilmek adına ordunun desteğine ihtiyaçları vardı.
Suriye, 17 Nisan 1946 tarihinde Fransız mandasından kurtularak bağımsızlığını kazandıktan hemen sonra siyasal buhranlarla çalkalanmaya başlamış ve
Hafız Esed’in 13 Kasım 1970 tarihinde askeri darbe ile iktidarı ele geçirmesine kadar geçen süreçte, modern Ortadoğu tarihinin en istikrarsız ülkesi
olmuştur. Bu istikrarsızlık ve siyasi kaosun en önemli nedenlerinden bir tanesi, Suriye ordusunun kendi içerisinde yaşadığı hizipçilik ve siyasal aktörlerin
bu bölünmüşlükten yararlanarak giriştikleri iktidar mücadeleleriydi. Bağımsızlık sonrası dönemde, siyasi partiler arasındaki ideolojik makasın kapatılamayacak
kadar büyük olması sivil siyasetin ordunun desteğine olan ihtiyacını artırmış; bu durum ordunun siyasal arenada önemli bir aktör olarak yer almasına neden olmuştur.
1946-1963 yılları arasında Suriye siyasetini şekillendiren Halepli ve Şamlı kentli Sünni elitlerin Halk Partisi ve Vatan Partisi’nin yanı sıra, kırsal sınıf ve ortasınıf taleplerinin taşıyıcısı olan Baas Partisi, Suriye Sosyal Nasyonalist Partisi (SSNP) ve Suriye Komünist Partisi gibi siyasi hareketlerin ayakta kalabilmek adına ordunun desteğine ihtiyaçları vardı. Osmanlı idaresi ve Fransız mandası sonrası siyasal sistemin başat aktörü konumunda bulunan ve sosyo-ekonomik sistem üzerinde mutlak hâkimiyeti olan kentli Sünni elitlerin hegemonyasına karşı ordu, toplumsal mobilizasyonun manivelası haline gelmişti. Bu nedenle, genç kuşak subaylar radikal söylemlere sahip partilere katılmaya başlamışlardı.
< Baas ideolojisinin sekülerizm, Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi esas alması, partinin kısa bir süre içerisinde Suriye’nin perifesinde bulunan şehirlerde cazibe merkezine dönüşmesine yol açtı. >
Suriye’de geleneksel siyasi aktörlerin hegemonik konumuna karşı alan açma amacıyla faaliyet yürüten radikal partilerin başında, 1943 yılında kurulan Baas
Partisi gelmekteydi. Ortodoks Hıristiyan Mişel Eflak ve Sünni Müslüman Salah Bitar isimli iki öğretmen tarafından kurulan Baas Partisi’nin ideolojisi, “birlik,
özgürlük ve sosyalizm” prensipleri üzerine inşa edilmişti. Baas ideolojisinin sekülerizm, Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi esas alması, partinin kısa bir süre
içerisinde Suriye’nin perifesinde bulunan şehirlerdecazibe merkezine dönüşmesine yol açtı. Özellikle kırsal sınıfa mensup ve heterodoks dini inançlara sahip Alevi, Dürzi ve İsmaili subaylar kitlesel olarak partiye katılmaya başladılar. Baas Partisi’nin seküler ideolojisi, heterodoks gruplara Sünni siyaset dışında alternatif bir alan sunarken, partinin sosyalist söylemi büyük toprak sahibi Sünni elitlere karşı kırsal tabanlı aktörleri cezbeden bir diğer unsur oldu. Diğer taraftan, geleneksel elitlerin İsrail tehdidiyle mücadele etmekte yetersiz kalması ve Soğuk Savaş çerçevesinde Ortadoğu’nun emperyalist mücadelenin merkezi haline dönüşmesi, subayların radikal Arap milliyetçiliğini bayraklaştıran Baas Partisi’ne katılımını artırdı. Heterodoks inançlara sahip subayların (özellikle Alevilerin) Baas Partisi’ne olan rağbeti, partinin giderek askeri bir nitelik kazanmasına yol açtı. Baas partisi bünyesinde askeri ve sivil kanat arasında ortaya çıkan kırsal sınıf-kentli orta sınıf ayrışması, 1960’lı yılların başında iyice belirginleşen bir fay hattı olarak ortaya çıktı. Bu kamplaşma, 1963 darbesini takip eden süreçte partinin askeri kanadın kontrolüne geçmesi ve sivil kanadın tasfiyesi ile neticelenecekti.
Baas Partisi, 1 Şubat 1958’de Cemal Abdülnasır liderliğindeki Mısır ile birleşerek modern Ortadoğu tarihinin ilk birleşik Arap devletinin kurulmasına öncülük etti. Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC) döneminde gerçekleştirilen sosyalist reformlardan rahatsız olan geleneksel Sünni elitlerin desteklediği bir grup subayın 28 Eylül 1961 tarihinde gerçekleştirdiği ‘ayrılıkçı darbe’ ile Mısır-Suriye birliğinin sona erdiği ilan edildi. Ordu içi hizipleşmenin ve tasfiye hareketlerinin zirve yaptığı ‘ayrılıkçı dönem’, orduda özellikle Sünni subayların gücünün zayıfladığı bir dönem oldu. 8 Mart 1963 tarihinde gerçekleştirilen bir başka askeri darbe ile ayrılıkçı dönem sona erdi. 8 Mart darbesinin ilk bakışta ülkede daha önce gerçekleştirilen darbelerden bir farkı bulunmuyordu. Fakat 8 Mart hareketi, Suriye tarihinde bir kırılma anına ve etkileri günümüzde de hissedilecek olan olaylar silsilesinin dönüm noktasına işaret ediyordu.
8 Mart 1963 askeri müdahalesi her ne kadar literatüre ‘Baas darbesi’ olarak geçse de, darbeyi gerçekleştiren cuntanın içinde üç farklı siyasi ajandaya sahip
grup bulunuyordu. Bu gruplardan ilki, aralarında Hafız Esed’in de bulunduğu Askeri Komite’ydi. Askeri Komite, yaşları 28 ile 38 arasında değişen rütbeli beş
Baasçı subaydan oluşuyordu. Askeri Komite’nin üyelerinden üçü Alevi (Muhammed Umran, Salah Cedid, Hafız Esed), iki tanesi ise İsmaili (Ahmed el-Mir ve Abdulkerim el-Cundi) mezhebine mensuptu. Darbenin içinde yer alan ikinci grup, Muhammed es-Sufi ve Raşid el-Kutani’nin önderlik ettiği Nâsırcı subaylardı.
Üçüncü grup ise liderliğini Ziyad el-Hariri’nin yaptığı ‘bağımsız’ subaylardı. 8 Mart darbesinin görünen motivasyonu, Arap milliyetçiliğinin zirvede olduğu bir
dönemde Arap devletleri arasında yeniden siyasi birliği tesis ederek emperyalizme karşı kolektif mücadeleye katkıda bulunmaktı. Fakat darbenin hemen ardından kurulan Ulusal Devrim Komuta Konseyi (UDKK) içerisinde fikir ayrılıkları ve iktidar mücadelesi baş gösterdi. Nâsırcı subaylar, darbenin ardından Mısır ile mutlak birleşme noktasında ısrar ederken, Baasçı subaylar Nâsır’ın, BAC döneminde olduğu gibi, Suriye siyasetinde hegemonik bir konuma gelmesinden endişe ediyordu.
8 Mart cuntasının iki önemli kanadı arasındaki mücadele şiddetlenince, Askeri Komite bağımsız grupla işbirliği yaparak Nâsırcıları UDKK ve hükümetteki
görevlerinden uzaklaştırarak tasfiye etti. Bu subayların tasfiyesi aynı zamanda ordu içindeki Sünni subaylara vurulan önemli bir darbeyi simgeliyordu.
Askeri Komite üyeleri, Nâsırcı subayları ordudan atarken, gücünü artırmak için kendi bölgesinden, kabilesinden ve çevresinden gelen Alevi, Dürzi ve İsmailileri ordu kademelerine yerleştirmeye başladı. Bunun yanı sıra, kırsal sınıfa mensup Baas gençliği kitlesel olarak orduya yerleştirildi. Bu dönemde Salah Cedid’in Genelkurmay Başkanı, Hafız Esed’in ise Hava Kuvvetleri Komutanı olması ordunun dönüşümünde kilit önemdeydi. Askeri Komite’nin ordunun tabanını kırsallaştıran ve heterodoks azınlık gruplarının önünü açan politikaları, ordunun Baas rejimini koruyan bir aygıta dönüşmesine yol açtı. Fakat orduda heterodoks dini azınlıkların güçlenmesi yeni elitlere yönelik toplumsal kuşkunun uyanmasına neden oldu. 8 Mart darbesinden birkaç ay sonra, 18 Temmuz 1963
tarihinde, Nâsır yanlısı Albay Cesim Elvan Baas rejimini devirmek için bir darbe girişiminde bulunsa da, Sünni subaylar gidişatı değiştirebilecek güçte değildi.
< Askeri Komite üyeleri, Nâsırcı subayları ordudan atarken, gücünü artırmak için kendi bölgesinden, kabilesinden ve çevresinden gelen Alevi, Dürzi ve İsmailileri ordu kademelerine yerleştirmeye başladı. >
Nitekim Cesim Elvan hareketi, yeni rejim tarafından kanlı bir biçimde bastırıldı. Darbe girişimi sonrası Nâsırcıları tamamen tasfiye etmeyi başaran Baasçılar,
daha kolay bir hedef olarak yine Sünnilerden oluşan bağımsız subaylara yöneldi ve onları da ordudan uzaklaştırmayı başardı. Böylece cunta içinde cunta olarak
adlandırabileceğimiz Askeri Komite iktidarı tekeline aldı. Elvan’ın girişiminin başarısız olmasından sonra orduda Askeri Komite’yi dengeleyebilecek hiçbir güç
odağı kalmadı.
Baas Partisi’nin askeri kanadının öncülüğünde 8 Mart 1963’te gerçekleştirilen askeri darbe, modern Suriye tarihinin en önemli kırılma noktası olarak tanımlanabilir.
8 Mart darbesi, Suriye’de 1946 yılından beri aralıklarla devam eden demokratik parlamenter sistemi tamamen ortadan kaldırmıştır. Bu tarihten
sonra Suriye’de Baas Partisi öncülüğünde bir tek-parti rejimi kurulmuş ve kurumsallaştırılmıştır. Darbenin ikinci önemli sonucu, Osmanlı döneminden itibaren Suriye siyasetini şekillendiren kentli Sünni elitlerin tasfiye edilmesi ve kırsal sınıftan gelen Alevilerin Suriye’nin yeni yönetici elitleri olarak ortaya çıkmalarıdır.
Böylece Suriye tarihinde siyasal liderliğin ilk döngüsü sona erip ikinci döngüsü başlamıştır. Yeni siyasal elitlerin kırsal ve heterodoks kimliği Suriye’de kır-kent
ve Alevi-Sünni fay hatlarının derinleşmesine neden olmuştur. Bunların yanı sıra, 8 Mart darbesi sonrasında orduda gerçekleştirilen tasfiyeler Suriye ordusunun
genetiğini değiştirmiştir. Böylece ordu ile Baas rejimi arasında tam anlamıyla bir bütünlük sağlanmıştır. 8 Mart darbesinin uzun erimli etkilerini halen devam
eden Suriye iç savaşında gözlemlemek mümkündür.
Bu bağlamda 8 Mart 1963 darbesi sadece Suriye tarihinin değil, Ortadoğu bölgesel sisteminin tümünü etkileyecek önemli dönüm noktalarından biridir.
Nuri SALIK
Arş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder