DIŞ DÜNYAYA ETKİLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DIŞ DÜNYAYA ETKİLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2020 Çarşamba

MISIR’DA DARBE: İÇERİYE VE DIŞ DÜNYAYA ETKİLERİ

MISIR’DA DARBE: İÇERİYE VE DIŞ DÜNYAYA ETKİLERİ


Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
05.07.2013 


Mısır, Osmanlı İmparatorluğuna bağlı kendine özgü yönetimi olan bir bölgeydi. Ondan önceki dönemde ilk çağlardan itibaren insanlık tarihi bakımından çok önemli gelişmelerin olduğu bir mekandı. 

Asya’da İndus (Hindistan), Mezopotamya’da Dicle-Fırat neyse Kuzey Afrika için Nil odur. Bu üç bölge asker devletlerin yaşam buldukları bölge olmuşlardır. İndus ve Dicle/Fırat’ta yaşam bulan asker devletler bir şekilde ortadan kalktıysa da Mısır, eski çağlardan bazı kesintiler olsa bile asker devlet özelliklerini taşımaya devam etmektedir. İkinci Dünya savaşından sonra sömürge ülkelerde gelişen bağımsızlık hareketlerinden ilk etkilenen ülke Mısır olmuştur. Başlangıçta İngiltere’ye bağlı bir krallık olan Mısır’da soğuk savaşın getirdiği bloklaşmalardan ve özellikle İsrail’in kurulmasından sonra Mısır’da Nasır önderliğinde yapılan askeri darbe ile Sovyet yanlısı bir çizgi izlenmiştir. Türkiye’de bazı ulusalcılar “Mısır darbesinden bir Nasır çıkacak”  diye düşünenler fena halde yanıldıklarını kısa bir süre sonra anlayacaklar. Darbeyi ilk selamlayanın Suudi Arabistan olduğu dikkate alındığında bunun gizli selamlayıcıları arasında ABD ve İsrail’i gördükleri zaman yanıldıklarını açıkça görecekler.

Soğuk savaşın kendine özgü niteliğinin bir sonucu olarak Mısır’da yaşam alanı bulan Müslüman Kardeşler temel olarak bağımsız bir çizgiye sahip olsa da Sovyet karşıtı kampta yer almıştır. Müslüman Kardeşlerin Anti-Sovyet çizgide oluşu onu direkt olarak Batı Emperyalistlerinin yanında yer aldığı şeklinde yorumlanmamalı dır. Ancak batı bu çelişkiden yararlanmıştır. Müslüman Kardeşler örgütünü başta Mısır olmak üzere diğer Arap Ülkelerinde desteklemekten geri durmamıştır. Müslüman kardeşler, İslam’a getirdikleri yeni yorumla Dünya’daki Müslümanlar üzerinde etkili olmuşlardır. Bu dönemin etkin ideologları Müslüman Kardeşlerin içinden çıkmıştır. Nasır’ın liderliğindeki Mısır’ın İsrail karşısında yaşadığı bozgundan sonra iktidarı ele geçiren Enver Sedat’ın ilk işi İsrail’in işgal ettiği Mısır topraklarındaki işgale son verme karşılığında İsrail ve ABD ile iyi ilişkiler geliştirilmiş tir. Arapların kırmızı çizgisi olan İsrail’i kabul etmeme politikası böylece Arap Dünyasının en önemli gücü Mısır tarafından görmezlikten gelinişi, İsrail’le ilişkilerin başlaması İsrail’in tanınması anlamına geldiği için Müslüman Kardeşlerini, Anti-Sovyetik bir çizgiye gelmiş olmasına rağmen Enver Sedat’a karşı koydu. Nasır’la başlayan Müslüman kardeşler karşıtlığı böylece Enver Sedat ondan sonrasında Hüsnü Mübarek’le devam etti.

25 Ocak 2011’de Mübarek karşıtlığında bir araya gelen göstericilerin hedefinde Mübarek vardı. O dönemde herkes Mısır Ordusunun göstericilerin aleyhine Mübarek’in yanında duracağını tahmin ediyordu. Ancak öyle olmadı. Ordu göstericilerin üzerine gitmedi. Mübarek’i devirmeyi tercih etti. Aslında bu da bir anlamda darbeydi. İster seçimle gelsin ister diktatör olsun mevcut yönetim asker tarafından devrilip asker yönetime el koyuyorsa bu da darbedir. Hatta darbeciyi, darbe ile devirip yönetimi ele geçiren de darbecidir. Bu anlamda bakıldığında Mısır’da iki buçuk yıl önce yapılan da bir darbeydi. Mursi’ye karşı yapılan darbe o günkü darbenin devam eden halidir. Çünkü Mübarek devrildikten sonra Askeri Yüksek Konsey oluşturuldu. Bu konsey bir şekilde Yasam/Yürütme/Yargı erklerini ele aldı. Parlamento seçimleri onların gözetiminde yapıldı bir yıl önce yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bazı adayların girmesini veto etti. Mursi, askeri Yüksek Konsey tarafından adaylığı onaylanan biriydi. Müslüman kardeşler örgütünün etkin liderlerinin önü kapatıldı. Bu kapatılma diğer adaylarda da kendisini gösterdi. Askeri Konsey daha çok Mübarek döneminin İstihbarat şefi Ahmet Şefik’in seçilmesini istiyordu. 

Tıpkı 12 Eylülden sonra Türkiye’de normalleşmeye geçiş sürecinde olduğu gibi o dönemin darbecileri Sunalp’in seçilmesini istiyorlardı. Ancak Özal seçildi. Mursi’nin seçilmesi Özal’ın seçilmesine benziyordu. Ancak 12 Eylül’ün oluşturduğu anayasa Özal’ı her yönden sınırlıyordu. Özal sistemi zorladıkça, statükoyu oynatacak hamleler yaptıkça nasıl ki tasfiye edildiyse Mursi de öyle tasfiye edildi. Mursi’nin tasfiye edilmesi, Müslüman kardeşler örgütünün tasfiye edilmesi anlamına gelmez. Tersine Müslüman kardeşler, Mursi’nin darbe ile devrilmesinden bazı dersler çıkarıp yeni döneme daha hazırlıklı hale gelebilirler. Nasıl ki, Türkiye’de Ordunun ve diğer vesayet güçleri Siyasi İslam’ı geriletmek için çabaları bir süre sonrasında yetersiz hale geldiyse aynı durum Mısır’da da yaşanabilir. Uzun süre yasadışı yaşamak zorunda kalan örgütün birden bire legal hale gelişinde yaşanan sancılar ve yetersizlikler de bu örgütün askeri darbe karşısında duruş göstermesinde sınırlama getirmiştir. Karşı bloğun politikleşmesi, toplumsallık yakalaması da dikkate alındığında ülkenin iç savaşa girme riski de Müslüman Kardeşlerin direnç gösterme eğilimini azaltmıştır. Müslüman kardeşlerin daha çok şehirlerde, orta sınıf içinde etkili oluşu da dikkate alındığında oluşabilecek bir iç savaşın en çok orta sınıfı vuracağı da dikkate alındığında Müslüman kardeşlerin neden büyük bir direnç göstermediğini anlamak gerekiyor. Mursi’nin kendi taraftarlarına şiddete başvurmadan karşı çıkışa çağrısı iç savaşın çıkışından duydukları kaygıyla ilgilidir. Ancak ne olursa olsun Mısır’da iç savaş riski her zamandan daha fazladır. Ordunun darbeden sonra ilk iş olarak Müslüman Kardeşler örgütünü yasadışı ilan edip tutuklama yoluna gitmesi ileriki aşamalarda seçim olması durumunda bu siyasal hareketin seçimlere fiilen girişinin engellenmesi anlamına geleceğinden dolayı iç savaş fitilinin bizzat ordu tarafından ateşlenmesi anlamına geliyor.

Siyasal iktidara bağlı bir ordu tarafları anlaşmaya varmaları için uyarı yapıyorsa o ordunun orada gerçek iktidar olduğu anlamına geliyor. Kendisinde o gücü göremeyen hiçbir güç başka birilerine ültimatom veremez. Ordunun darbeden iki gün önce ültimatom vermiş olması aslında fiilen yaşanan darbenin olduğu anlamına geliyordu. Mursi de bunu anlamıştı ancak iş işten geçmişti. 

Direnç gösterseydi o anda direnç göstermesi gerekiyordu.

Olaya bütünsel olarak bakacak olursak İlk Tahrir'de ordu Mübarek’i, ikinci Tahrirde Mursi’yi devirdi. 

Ordunun Mursi’yi devirmesi uzun süre iktidarı elinde bulunduracağı anlamına geliyor. Çünkü bu kez çok önemli bir gücü etkisizleştirmekle kalmadı arkasında önemli bir toplumsal destek de buldu. Bundan sonraki süreçte seçimlere gidilse bile seçilecek iktidarın orduyla ilişkileri iyi olacak bir iktidar gibi görünüyor. Ordu, şimdilik elde ettiği üstünlüğü kullanarak Müslüman Kardeşleri yeniden yasadışı ilan etme yoluna da gidebilir. Bazı liderlerinin tutuklanması bazıları için de yakalama kararlarının çıkmış olması bu örgütü yasadışı ilan etmeye başladığı anlamına geliyor. Bu yasa dışılığı sürekli hale getirebilmek için ordu daha fazla başta kalabilir. Mısır’da darbe yapabilecek başka bir ordu olmadığına göre ordunun gidişi de kolay olmaz. Böylece, sınırlı olarak başlayan demokrasi bundan sonra sınırlı demokrasi bile olamayacak durumda. Zaten, Mursi’nin seçilme sürecinde seçime girmesi askeri konseyce uygun görülen bir adaydı. Müslüman Kardeşlerin önemli liderlerinin önü kapatılmıştı.Bu da sınırlı demokrasi için kötü bir final ve kötü bir gidişattır.  

Darbenin Suriye’de Esad’a, Türkiye’de Erdoğan’ı nasıl etkileyeceği tartışmaları başlamıştır. Esad’a karşı Müslüman Kardeşler muhalefeti gözlüğünden bakıldığında Mısır darbesinin Esad için iyi geldiği görülebilir. Ancak şunu da unutmamak gerekiyor ki, Uluslar arası güçler, Mısır’daki darbecileri Esad aleyhine dönüştürme gücüne her zaman sahiptir. Suriye’de Müslüman kardeşler veya başkaca radikal İslamcıların iktidara gelmesi yerine yeni tip muhalefet oluşturma çabası da dikkate alındığında Mısır darbesinin ileriki aşamalarda Esad’ın aleyhine dönüşebilme potansiyeline sahiptir.

Türkiye açısından bakıldığında ise Suriye’den sonra ikinci dış politika başarısızlığıdır. Türkiye’nin kendisini bir nevi Yeni-Osmanlı sayarak bölgeyi kontrol istemi ikinci kez hüsranla sonuçlanmıştır. Dışişleri Bakanı ve başbakanın dış politika danışmanı Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinliği” “Stratejik Sığlığa” dönmüş durumdadır. AKP basın yayın organlarını yanına alarak bunu gizleme yoluna gitse bile iç politikaya etkisi de er geç kendisini gösterecektir.
19 Temmuz’da birinci yılını dolduracak Rojava devrimi ise Türkiye’nin bölgede etkinliğinin azalmasıyla birlikte daha da etkili olma şansını yakalamıştır. Daha önce Suriye’deki muhalefet güçlerini destekleyen Türkiye bu etkinliğini kullanarak Suriye muhalefetinin görüşlerini de etkileyerek Kürtlerin kazanımlarını ve Suriye muhalefeti tarafından tanınması engelleniyordu. 
Bu aşamadan sonra ne  Suriye muhalefetinin Türkiye’ye güveni kalmıştır ne de Suriye muhalefeti eski gücüne sahiptir. 

Bu da Suriye’de Kürtlerin haklarında daha duyarlı olacak bir muhalefetin etkili olacağı anlamına geliyor. 
 

***