Dr. Tuğba Evrim Maden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr. Tuğba Evrim Maden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2017 Pazar

ORSAM SU SÖYLEŞİLERİ 2012 / ORSAM WATER INTERVIEWS 2012 BÖLÜM 4


ORSAM SU SÖYLEŞİLERİ 2012 / ORSAM WATER INTERVIEWS 2012 BÖLÜM 4



SÜLEYMAN KODAL: “BİZ SU KONUSUNDA HEM EĞİTİM HEM DE ARAŞTIRMA BOYUTU OLAN BİR ENSTİTÜ OLMAYI HEDEFLİYORUZ.” 

29 Mayıs 2012 
* Bu röportaj ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı Dr. Tuğba Evrim Maden tarafından 12-17 Mart 2012 tarihleri arasında Fransa’da düzenlenen Marsilya 6. Dünya Su Forumu’nda yapılmıştır.

ORSAM Su Araştırmaları Programı uzmanı Dr. Tuğba Evrim Maden, Marsilya’da Ankara Üniversitesi, Su Yönetimi Enstitüsü Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Süleyman Kodal ve Yrd. Doç. Dr. Gökşen Çapar ile Su Yönetimi Enstitüsü hakkında konuştu.        
Bu röportaj’da Türkiye’de entegre su kaynakları yönetimi, modern sulama teknikleri ve AB sürecinde Türkiye’nin geliştirmesi gereken su politikaları  hakkında ve bu süreçlerde Enstitünün konumu ile ilgili değerlendirmeler yapılmıştır. 

ORSAM: İyi günler, kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz? 

Süleyman KODAL

İsmim Süleyman Kodal, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü’nde öğretim üyesiyim. Şu anda da yeni kurulan Su Yönetimi 
Enstitüsü’nde, Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyorum. 

Gökşen ÇAPAR: 

Benim adım Gökşen Çapar. ODTÜ Çevre Mühendisliği bölümünden lisans, yüksek lisans ve doktora derecelerimi aldım. Şu anda Ankara Üniversitesi Su Yönetimi 
Enstitüsü’nde çalışmaktayım. 

ORSAM: Enstitünüz ne zaman ve hangi amaçla kuruldu? Su yönetimi başlığı altında hangi konuları ele almayı planlıyorsunuz? 

Süleyman KODAL: Enstitütümüz 2010 yılında kurulmuştur. Su ile ilgili her konuda gerek tarımsal, gerek endüstriyel, kentsel ve diğer kullanımları ile ilgili olarak her konuda araştırma ve eğitim amacıyla kurulmuştur. 

Gökşen ÇAPAR: Bilindiği gibi dünyada ve ülkemizde giderek artan nüfus karşısında var olan mevcut su kaynaklarının yetersizliği söz konusudur. Gün geçtikçe kullanılabilir su miktarının azalması ve su kalitesinin bozulması 
büyük bir sorun haline gelmektedir. Ankara Üniversitesi de, bir üniversite olmanın sorumluluğu ile su konusuyla ilgili çalışmalar yapmak üzere Su Yönetimi Enstitüsü’nü kurmaya karar vermiştir. Bizim, Enstitü olarak amacımız suyun kullanıldığı her alanda, suyun en etkin şekilde kullanılmasını sağlayacak 
yöntemlerin, tekniklerin geliştirilmesi ve bu konuda ülkemizde ihtiyaç duyun su yönetimi uzmanlarının yetiştirilmesidir. Biz hem eğitim hem de araştırma boyutu olan bir Enstitü olmayı hedefliyoruz. 

ORSAM: Enstitünüzde çalışan kişi sayısı nedir? Yönetim kadrosu hakkında bilgi verebilir misiniz? 

Süleyman KODAL: İdari kadro müdür, müdür yardımcısı dışında henüz iki elemanımız var ama önümüzdeki günlerde bu eleman sayımızı artırmayı  düşünüyoruz. 

ORSAM: Doktora ve yüksek lisans programı açmak da Enstitünün planları arasında yer almakta. Bu programlar disiplinlerarası mı olacak? 

Süleyman KODAL: İlk aşamada Entegre Su Yönetimi Anabilim Dalı’nı kurup bu anabilim dalında yüksek lisans ve daha sonrasında doktora eğitimine başlamayı planladık. Şu anda Entegre Su Yönetimi Anabilim Dalı’yla ilişkin çalışmaları mız hemen hemen tamamlandı. 
Daha sonra yaklaşık 7 dalda daha su yönetimiyle ilgili anabilim dalı oluşturup bu anabilim dallarında lisansüstü eğitimi yapmayı planlıyoruz. Bununla ilgili her sektörden çok sayıda ders planladık, bu dersleri kimin vereceğini planladık, önerilerimizi yaklaşık 15-20 gün içerisinde de Rektörlüğe yapacağız. Ondan 
sonra da izin çıktığı zaman eğitime başlamayı düşünüyoruz. 

ORSAM: Yetiştirilecek öğrenci seçimi yapılırken hangi alanlara ağırlık verilecek? 

Süleyman KODAL: Her alandan öğrenci alımı olacaktır çünkü su çok boyutlu bir çalışma alanıdır. Örneğin, hukuksal, yönetim, teknik, sosyal ve sağlık vb. birçok boyutu söz konusudur. 

ORSAM: Yurtdışında birçok uluslararası örgüt ve kurumlar su ile ilgili çalışmalar 
yapmaktadır. Bu kurumlarla işbirliği yapmayı düşünüyor musunuz, bununla ilgili 
bir adım atıldı mı? 

Gökşen ÇAPAR: İlk olarak Dünya Su Konseyi’ne üyeliğimiz söz konusudur. Dünya Su Forumu’nda olmanın avantajını kullanarak burada bir görüşme yapacağız onlarla. Hem yerel hem de küresel su sorunlarıyla ilgili uluslar arası alanda birlikte çalışacağımız ortaklar bulmak temel hedeflerimiz arasında yer 
almaktadır. Başlamak için küçük bir projemiz var. Gölbaşı bölgesinde tarımsal su yönetimi ile ilgili bir pilot projedir. Bu projeye British Council’dan bir miktar destek alarak başlıyoruz, İngiltere’den Imperial College, London ve Newcastle University ve Türkiye’den Orta Doğu Teknik Üniversitesi ile ortak yapacağımız 
bir projedir. 

Ayrıca, bu proje kapsamında kendi kampüsümüzün de sulama suyu ihtiyacını gidermeye çalışacağız. Biz üniversite kaynaklarından, gerekirse TUBİTAK gibi ulusal kaynaklardan da projenin devamı için destek arayacağız. Şu anda benim bahsettiğim daha ilk aşama ve işbirliği derken iki ülke üniversiteleri ve tarım 
sektörü ile işbirliği yapılmasını örnek verebiliriz. Bu işbirliği daha çok çalıştay, seminer ve eğitim düzenleme şeklinde olacak ve iki ülke arasında karşılıklı ziyaretleri kapsayacak. 

ORSAM: İşbirliği yapabileceğiniz kurumlar arasında özel sektör de yer alıyor mu? 

Süleyman KODAL: Olabilir, bu konuda herhangi bir sınırlama yok. Nitekim bir özel sektörle şu an ismini söylemeyeyim bir planımız var; işbirliği yapmayı düşünüyoruz. Bunun dışında ilk projemizi, kurulduktan hemen sonra GAP Kalkınma İdaresi Başkanlığı’yla yürüttük. GAP’ta etkin su kullanımı konusunda 
olan bu projede, biz eğitim boyutunda yer aldık ve çeşitli sektörlere etkin su kullanımı ile ilgili dersler verdik. 

ORSAM: GAP’ın sulama boyutuyla ilgili olarak övgülerin yanında özellikle tuzlanma ile ilgili eleştiriler de söz konusu. Bu konu hakkında bilgi verebilir misiniz? 

Süleyman KODAL: Şimdi şöyle; aslında GAP, çok büyük bir proje. Türkiye’nin kendi imkanlarıyla yaptığı bir projedir. Enerji, su yapıları, barajlar hemen hemen tamamlandı sayılır ama sulama boyutuna geldiğinde kanallar ve altyapı çalışmalarına geldiğinde biraz daha yavaş ilerliyor orada bir sıkıntı söz konusu. Yatırım açısından bir sıkıntı var, ama sulamaya açılan alanlarda tuzlanma konusunda söylenenler çok doğru değil çünkü tuzlanma böyle birkaç yılda oluşacak bir olay değildir. GAP bölgesi sıcak bir bölgede, su tüketiminin yüksek olduğu bir bölge, su buharlaşırken toprak açısından tuz birikimi her yıl oluşuyor. Eğer bu biriken tuzlar kış yağışlarıyla yıkanamazsa toprakta tuz birikimi yıldan yıla devam ediyor. GAP bölgesi de yağışlar açısından özellikle Harran Ovası olarak bakarsak oldukça düşük yağış söz konusu dolayısıyla tuzluluk yıldan yıla artıyor daha önce de orada tuzlanan alanlar vardı. Yeraltı suyundan sulama yapılan bölgelerde örneğin Akçakale yöresinde aşırı kullanım sonucunda da benzeri sıkıntılar oluştu ama yeni sulamaya açılan alanlardan söz edersek bu alanlarda aşırı su kullanımından dolayı bir sıkıntıdan söz edilebilir. Ama henüz çok büyük boyutlarda değildir. Taban suyunun yükselmesi problemi var, bazı köylerde taban suyu yükselmesi nedeniyle köy içerisinde bile  sorunlar  oluşabiliyor.  Çiftçilerin sulama yöntemlerini doğru uygulamaması sonucunda salma sulama nedeniyle erozyon sorunu var. Bunun için çiftçilerin eğitilmesi gerekiyor ama şu anda Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlı Tarım Reformu Genel Müdürlüğü tarafından geniş alanlarda drenaj çalışmaları da yürütülüyor. Gerek açık drenaj gerek kapalı drenaj yapma çalışmaları var. Tuzluluğun önlenmesi için yapılan çalışmalar var. 

ORSAM: Hocam, eğitim projesin çerçevesinde çiftçilerin modern sulama yöntemlerine karşı tavrı nedir? 

Süleyman KODAL: Evet, aslında çiftçi eğitimi çok önemlidir. Türkiye’de bu konuda Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı görevli. Çiftçi eğitiminde onun dışında çeşitli kurumlar ilgilenebiliyor ama asıl görev Gıda Tarım ve Hayvancılık 
Bakanlığı’nındır. Modern sulama teknikleri çiftçinin yabancı olduğu bir alan değil 
ama Türkiye’de bir sıkıntımız var. Bu teknikler ilk uygulanırken doğru yapılmalı, yani çiftçiye sistem oluşturulurken, doğru teknikle doğru bir şekilde oluşturulmalıdır. Şu anda mesela damla sulamaya Ziraat Bankası’nın desteği ve 
Tarım Kredi Kooperatiflerinin desteği var. 5 yıl vadeli sıfır faizli bu destek içerisinde damla sulamayla ilgili proje istemiyor, bu durumda sorunlara yol açıyor konuyu bilmeyen kişiler, hatta ziraat mühendisi olmayan kişiler, sulama projesi hazırlayabiliyor sadece fiyat listesi isteniyor ve maliyet hesaplanıyor. Örneğin, yanlış malzeme seçiliyor. O zaman da ilk sistem yanlış kurulmuş oluyor, sorun yaşamaya başlayan çiftçi de vazgeçmek durumunda kalıyor. Tarımda modern sulama teknikleri açısından alınan karara doğru destek 
verilmelidir. Türkiye’de sulama projelerinin yapımı Ziraat Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan yönetmeliğe göre, Tarımsal Yapılar ve Sulama veya eski adıyla Kültür-Teknik Bölümü mezunu kişiler tarafından yapılmalı ama buna da şu anda uyulmuyor herkes ziraat mühendisi olsun olmasın sulama projesi hazırlayabiliyor. Biz Enstitü olarak da bu alanda da projeler yapmayı amaçlıyoruz. 

Gökşen ÇAPAR: Şu anda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne uyum süreci var, bu konuda yerine getirilmesi gereken sorumluluklar var. Biz de Enstitü olarak entegre su kaynakları yönetimi alanında dersler açacağız, ders programında  bunlar olacak, ama bunu Türkiye’deki çeşitli havzalar üzerinde uygulayarak da pekiştirmek istiyoruz. Burada çok defa oturumlarda entegrasyonun öneminden bahsedildi. Biz de Türkiye’de bu işlere Enstitü olarak destek vermek 
istiyoruz. 

ORSAM: Entegre su havzası yönetimi son 15 yıldır gündemde olan bir terim, bu terimin içerdiği anlam nedir? 

Gökşen ÇAPAR: Kısaca planlama anlamına gelmektedir. Bir havzayı ele aldığınız zaman zaten bugüne kadar yapılan uygulamalarda tarımsal su tüketimi, sanayi kullanımı ve kentsel su kullanımı yani aslında suyun paylaşılması söz konusudur. Birden fazla su kullanıcısının olduğu durumlarda gelecek 20-30 yıllık hatta 50 yıllık dönemlerin düşünülerek, suyun kalitesini, miktarını izleyerek bunun nasıl dağıtılacağına karar vermektir. Bu sadece üniversitenin inisiyatifinde olacak bir şey değil. Resmi makamların, kamu kuruluşlarının, bakanlıkların üstlenmesi gereken bir sorumluluk tabi ki, bizler de araştırma boyutunda işin içinde olacağız. Suyun %75 ini tarım sektörü kullanıyor %10’larda endüstri amaçlı 
kullanımı var. Bu yüzden belki o alanlara yani tarım sektörüne yoğunlaşılabilir. Tabi su politikası da bu noktada yerini alıyor. Su sıkıntısı yaratmadan gelecek nesillere de suyun bırakılmasına izin vererek suyu nasıl kullanacağız, burada nüfus artısının önemli bir faktör olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. 
Türkiye’de kişi başı düşen yıllık su miktarı giderek düşüyor ve bunun için ne yapmamız gerekiyor? Bu durumda politika geliştirerek, karar vericilerin atacağı doğru adımlarla, geleceğe daha iyi gidebiliriz diye düşünüyorum. 

Süleyman KODAL: Bizim bir diğer sıkıntımız da havza sınırlarıyla, idari sınırlarının bir olmaması bundan ötürü bir sıkıntı oluşabiliyor. Diğer bir sıkıntı ise havza su yönetimi dediğimiz zaman talepler nedir? 
Bu talepleri nasıl dengeleyece ğiz? Ve öncelikler ne olacak? 
Acaba o havzada tarım mı öncelik olmalı? 
İçme suyu mu öncelik mi olmalı? 
Ekonomik açıdan çok önemli modeller geliştirilmeli ki o havzada optimum suyun kullanımı sağlanabilmeli. 
Tabi suyun israf edilmemesi önemli, her sektör için de önemli, tarımda bunu önlemeye çalıştık yani damla sulamayla veya diğer yöntemlerle önemli düzeyde su tasarrufu sağlayabiliyoruz. Bir parsel düzeyinde düşündüğümüzde salma sulama yerine yağmurlama sulama kullanmak ortalama %25-30 tasarruf  sağlayabilir, damla sulamayla %50-60 düzeyde bir tasarruf sağlayabiliriz. Biz tabi tarımda yoğun su kullandığımız için damla sulamayla önemli düzeyde tasarruf sağlanabilecektir. 

Gökşen ÇAPAR: Evet aslında endüstriyel kullanımda da su tasarrufu çok önemli. Örneğin, sıfır deşarj yaklaşımıyla suyun geri kazanılması burada yeniden gündeme getirildi. 
Sıfır deşarj yaklaşımı ile su endüstriyel tesis içerisinde hiçbir şekilde atıksu olarak atılmaması, üretim süreci içerisinde sürekli geri döndürülerek kullanılması sağlanır. Bu işlemi yaygınlaştırmak ve sanayiciyi bu konuda bilinçlendirmek 
gerekir. Sanayici suyu bedava elde ediyorsa hiçbir zaman geri kazanmaya gerek duymayacaktır, o yüzden suyun doğru fiyatlandırılması da önemli bir politikadır. 

ORSAM: Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. 

...

PROF. DR. HÜSEYİN GÖKÇEKUŞ: “KKTC İÇME SUYU TEMİN PROJESİ ASRIN PROJESİ OLACAK” 


05 Haziran 2012 
* Bu röportaj, ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı Dr. Tuğba Evrim Maden tarafından 1 Mart 2012’de Ankara’da gerçekleştirilmiştir.


ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı Dr. Tuğba Evrim Maden, Yakın Doğu Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve KKTC Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı Su Genel Koordinatörü Sayın Prof. Dr. Hüseyin Gökçekuş ile 01 Mart 2012 tarihinde KKTC’nin su kaynaklarını, su sorunlarını ve KKTC’nin içme suyu sorununun çözümünde önemli bir proje olan “KKTC İçme Suyu Temin Projesinin” sürecini 
ve Doğu Akdeniz için önemini içeren bir görüşme yapmıştır. 

ORSAM: Kendinizden kısaca bahsedebilir misiniz? 

Hüseyin GÖKÇEKUŞ: 

23 Aralık 1960 yılında Lefkoşa’da doğdum. İlk ve orta eğitimimi Kıbrıs’ta tamamladım. 1982 yılında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Mühendisliği 
Bölümü’nden mezun oldum. Aynı yıl hidrojeoloji konusunda başladığım yüksek lisans eğitimimi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğretim üyesi Prof. Dr. Vedat Doyuran danışmanlığında hazırladığım “Konya Ovası’nın Batı Kesiminin Hidrojeolojisi ve Yeraltı Su Düzeyi Değişimlerinin Yorumu” isimli tezle tamamladım. Aralık 1983 tarihinde, ODTÜ’de Araştırma Görevlisi olarak göreve 
başladım. Doktora eğitimimi hidrojeoloji anabilim dalında ve yine Prof. Dr. Vedat Doyuran Danışmanlığında 1990 yılının Haziran ayında hazırladığım “Hydrogeological and Hydrogeochemical Evaluation of the Güzelyurt 
Groundwater Basin- TRNC” konulu tez ile tamamladım. 

Doktora eğitimimi tamamladıktan sonra, 7 yıla yakın Araştırma Görevlisi olarak görev yaptığım ODTÜ’nden, Aralık 1990 tarihinde ayrılarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) döndüm. Askerlik görevini tamamladığım Mart 1992 tarihinden bugüne kadar, 20 yıldan bu yana, Yakın Doğu Üniversitesi’nde 
(YDÜ) öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım. Halen, İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanlığı ile Rektör Yardımcılığı görevini birlikte sürdürmekteyim. 

Ülkenin başta su sorunu olmak üzere, çevre, deprem, turizm ve eğitim konuların da,    çoğu yabancı dilde olmak üzere yayınlanmış 80 makale ve editörlüklerini yaptığım birçok kitabım bulunmaktadır. Başta Türkiye ve KKTC olmak üzere, Güney Kıbrıs, İsveç, Fransa, Yunanistan, Amerika Birleşik Devletleri,  İtalya, Avusturya, Fas, Azerbaycan, İngiltere, Norveç, Kırgızistan, Endonezya, Rusya ve Brezilya’da çeşitli bilimsel toplantılarda 120’yi aşkın bildiri sundum. Ayrıca, bilimsel konularda Ulusal ve Uluslararası yayın kuruluşları na 50’den fazla mülakat verdim. Yurtiçi ve yurtdışında muhtelif gazete ve dergilerde Türkçe ve İngilizce olarak, yayınlanmış çok sayıda köşe yazım mevcuttur. 

25 Ekim 2010 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Cumhuriyet Meclisi tarafından Yükseköğretim Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordinasyon Kurulu (YÖDAK) üyeliğine seçildim ve süresi dört yıl olmak kaydıyla, Cumhuriyet Meclisi’ni temsilen bu göreve atandım. Son olarak 26 Aralık 2011 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı tarafından 
Türkiye’den su getirilmesiyle ilgili çalışmalara katılmak ve su sektörü politikaları nı belirlemek, ülkemizde su yönetiminin tasarlanması ve oluşturulmasını yönlendirmek ve su sektörüne ilişkin diğer hedeflerin gerçekleşmesi için gerekli iletişimi sağlamak üzere Su Genel Koordinatörü olarak göreve gelmem uygun 
bulunmuştur. Halen suyla ilgili KKTC’deki tüm paydaşlar, Türkiye’den uzmanlar ve AB yetkilileri ile birlikte, bir yandan “Su Yönetimi Yasası” nı son haline getirmeye çalışırken, öte yandan 2014 yılında Türkiye’den boruyla getirilecek 75 milyon metreküp suyu da dikkate alacak biçimde Entegre Su Kaynakları  Yönetimi çalışmalarını sürdürmekte, bu arada KKTC’de sürdürülebilir yeni bir su politikası oluşturma çalışmalarını da devam ettirmekteyim. 

ORSAM: KKTC’nin su potansiyeli nedir? Kişi başına düşen su miktarı ve kalitesi açısından KKTC’nin su zenginliği durumu nedir? 

Hüseyin GÖKÇEKUŞ: KKTC’nin su potansiyeli ile ilgili net bir rakam vermek mümkün değil. Çünkü sağlıklı veriler mevcut değil. Ancak KKTC’nin “su fakiri” bir ülke olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü her ne kadar kesin rakamlara sahip olmasak da, yıllık kişi başına düşen su miktarının 1000 metre küpün çok çok altında olduğunu söyleyebiliriz. 

Bu işin nicelik yönü. KKTC’de mevcut su kaynaklarını bir de su kalitesi yönünden ele alacak olursak, gerek içme gerekse sulama amacıyla ülkede kullanılan suların kalitesinin de her bölge için iyi olduğu söylenemez. Özellikle kıyı akiferlerinden aşırı su çekimlerine bağlı olarak meydana gelen deniz suyu girişimi etkisiyle ciddi anlamda tuzlanmalar meydana gelmiştir. Mevcut su kaynaklarımızın kalitesini bozan diğer etmenler arasında çevresel faktörler (özellikle kurak dönemlerde 
kuru dere yatakları ile gölet alanlarına bırakılan çöpler, sıvı ve katı atıklar), akifer alanları üzerinde yer alan foseptik kuyuları, tarım alanlarında bolca kullanılan suni gübreler ve zirai mücadelede kullanılan kimyasalları saymak 
mümkündür. Bir de, Jeolojik formasyonlar içerisinde yer alan eriyebilir minerallerin bolluğu, özellikle gölet alanlarındaki suların sertliğini artırıcı yönde rol oynamaktadır. 

ORSAM: KKTC’de yaşanan su sorunları nelerdir? Nedenlerini kısaca sıralamak 
mümkün mü? 

Hüseyin GÖKÇEKUŞ: KKTC’de özellikle son 40 yıllık zaman dilimi içerisinde küresel iklim değişikliğinin de etkisiyle ciddi anlamda yaşanan kuraklık, nüfustaki belirgin artış, belli başlı sektörlerin gelişimi karşısında yaşanan çevre kirliliği ve atık su, altyapı eksiklikleri nedeniyle kıt olan, mevcut yüzey ve yeraltı sularının kirletilmesi, aşırı çekimlere bağlı olarak sahil bölgelerindeki yeraltı sularının aşırı tuzlanması, tarım alanlarında kontrolsüz biçimde suni gübre kullanımı bunun yanında zirai mücadelede kullanılan ilaçların bolluğu nedeni ile ülkemizde hem su kıtlığı hem de su kalitesi sorunu ile karşı karşıyayız. KKTC’deki son 100 yıllık yağış ve sıcaklık değerlerini analiz ettiğimiz vakit, yıl içerisinde hemen hemen tüm aylar için sıcaklık değerlerinde sürekli bir artış olduğu gözlenmektedir. 

Buna karşın son 96 yıllık yağış değerleri irdelendiğinde, %25,9 oranında bir azalmanın olduğunu gözlemlemekteyiz. Bu durum, son yüzyılda mevcut yağışların dörtte bir oranında azaldığını göstermektedir. Ülkemizde ciddi 
boyutlarda yaşanmakta olan, su kıtlığı ve su kalitesi sorunu yanında, en az onlar kadar önem arz eden bir diğer sorun ise su yönetimi sorunudur. Özellikle son yıllarda gerek tarım alanlarında kullanılan sulama suyunun yetersizliği ve kalitesizliği, gerekse içme-kullanma amaçlı sağlanan suyun yeterli miktarda olmayışı yanında suyun kalitesizliği, suyu içilmez kılmakla kalmayıp, duş alırken bile verdiği rahatsızlık yanında, evlerimizde temizlik amaçlı kullandığımız bulaşık ve çamaşır makinelerine de ciddi zarar vermektedir. Bu arada her geçen gün kalitesi ve miktarı bakımından ciddi sorunlar yaşadığımız su kaynaklarımızı  sağlıklı biçimde yönettiğimizi de söyleyemeyiz. 

Ülkede ciddi bir su politikasının olmayışı yanında, sürdürülebilir bir su yönetimi planının olmayışı da su arz-talep dengesi arasında yaşanan farkın zaman içinde giderek artmasına neden olmuştur. Özetle, bütünleşik su kaynakları  yönetiminden uzak bir su yönetimi anlayışı, ülkede yaşanan su kıtlığı ve su kalitesi probleminin hat safhaya ulaşmasına neden olmuştur. 

KKTC’deki su problemlerinin nedenlerini kısaca sıralayacak olursak: 

1- Mevcut su kaynaklarının büyük oranda, yaklaşık %70’ten fazlasının, halen tarımsal amaçlı kontrolsüz olarak kullanılıyor olması, 

2- Yanlış ürün seçiminde ısrar edilerek, ürün çeşidinde değişikliğe gitmeyip, geleneksel metotlarla ürün yetiştirilmesinde ısrar edilmesi. 
Zaten kıt olan su kaynaklarımızla en uygun toprakta en az su ile en yüksek verim elde edilmesi prensibini yerine getirememeden kaynaklanan sorunlar. Sonuç olarak kullanılan suyun kalitesindeki düşüşe bağlı olarak tarım ürünlerinde elde edilen ürün kalitesi ve ürün verimliliğinin de çok düştüğünü, ayrıca tarım girdileri maliyetinin; su temini sırasında kullanılan başta elektrik fiyatları ve diğer ürün girdilerinin fiyatlarındaki artışa bağlı olarak üretimden elde edilen kar marjının çok düşük olması veya kar elde edememe durumu ile karşı karşıya kalındığını söyleyebiliriz. 

3- Belediyelerin içme-kullanma amacıyla sağladığı suların içme kullanma amaçları dışında kullanılarak, örneğin araba yıkamak, bahçe temizliği ve bahçe sulanması amacıyla kontrolsüz ve aşırı su sarfiyatına gidilmesi buna karşın, evlerde kullanılan bu suların geri dönüşümüne olanak sunacak altyapıların olmayışından kaynaklanan sorunlar. 

4- Ülke ölçeğinde de evsel atık suların henüz istenilen oranda arıtılarak tarımsal ve diğer amaçlar için yeteri kadar kullanılmaması, 

5- Toplumun büyük bir kesiminin ülkede yaşanan su probleminin boyutu karşısında yeterli bilgiye sahip olmaması. Halen yürürlükteki yasaların yetersizliği yanında, bu yasalara uyulmadığı vakit, yasaların yeterli caydırıcı    güce sahip olmaması veya yasaların uygulanmasında gösterilen zaafiyet. Ayrıca, toplumun geniş kesimlerine suyun önemi ve bu değerli metanın tasarruflu kullanılmaması durumunda bir gün bitebileceğini anlatmakta 
yetersiz kalışımız, bir diğer deyişle gerekli farkındalığın yaratılamaması. Bu önemli sorunun üstesinden gelebilmek adına tek tek şahısların ve devletin görevlerinin, açıklıkla ortaya koyulamıyor olması. Örneğin, suyu tasarruflu kullanırken, tasarruflu kullanmayı büyük oranda artıracak, evlerdeki mevcut 
altyapının daha az su kullanımına imkan verecek yeni enstrümanlarla değiştirilmesi konusunda, gerek bu değişikliği yapacak bireylerin bilinçlen  dirilmemesi, gerekse bireylere atılacak olumlu adımlar karşısında devletin 
bu adımları atacaklara özendirici mahiyetteki ek imkan (uzun vadeli ve düşük faizli krediler sağlanması) sağlıyor olmayışı. 

6- Özellikle denize kıyısı olan akiferlerin aşırı yeraltısuyu çekimi karşısında cidddi anlamda tuzlanmalarına karşın, mevcut tuzluluğu artıracak olan yeni kuyu açmaya (devlet eliyle verilen izinlerle) devam edilmesi, tuzlanmayı had safhaya ulaştırırken, özellikle uzun süreli yaşanan kurak dönemlerde, hemen hemen 
tüm ihtiyaçların yeraltı sularından karşılanması zorunluluğundan, akiferlerdeki mevcut su miktarlarının aşırı biçimde azalması veya zaman zaman akiferlerin tamamen kurumasından kaynaklanan sorunlar, 

7- Ender de olsa, uzun süreli kuraklığın ardından yağışlı geçen 1-2 yılda meydana gelen taşkınların neden olduğu büyük zararların yanısıra, bu kadar önemli olan suyun yağışlı geçen kış aylarında yüzeyde yeterince depolanama ması veya yeraltını besleyecek biçimde tedbirler ve bilimsel çalışmalar yapılamadığından, suların süratle denize akıp gitmesinden kaynaklanan sorunlar. 

8- Çalışmaları halen yürütülen Çağdaş bir Su Yönetimi Yasası’nın henüz tamamlanamamış olmasından kaynaklanan su yönetimiyle ilgili paydaşlar arasındaki iletişim eksikliği ve kordinasyonsuzluk yanında yeterli işbirliğinin olmayışı sonucunda ortaya çıkan kaotik durum. 

9- İleriye yönelik olarak ülke su politikalarının sağlıklı biçimde belirlenebilmesi için yapılması gereken bilimsel çalışmaların azlığı yanında bu çalışmaları destekleyecek doğru verilerin olmayışından kaynaklanan sorunlar. 

10- Sulu tarım yapılacak en uygun alanların belirlenebilmesine yönelik olarak ülkede başlatılan toprak sınıflama çalışmaları tamamlanmıştır. 

Şu anda sınıflaması tamamlanan toprakların KKTC’deki dağılımı ve mevcut 
su kaynakları da gözönüne alınarak kalite durumları belirlenen topraklar üzerinde üretilecek en uygun bitki türünün seçimine yönelik çalışmalar sürdürülüyor. Son aşamada ele alınması planlanan pazar analizi çalışmalarının 
henüz başlatılmamış olmasından kaynaklanan sorunlar. Pazar analizi çalışmaları, 3. Etap olarak değil, bitki türlerinin belirlenmesi çalışmasının sürdürüldüğü bu günlerde, ortak olarak ele alıp değerlendirilmelidir. Aksi taktirde pazarı olmayan, satamayacağımız en iyi ürünün elde edilmesi durumunda bile yapılan tüm çalışmalar ve yatırımlar boşa gidecektir. 

ORSAM: KKTC’de su kaynakları yönetiminden kısaca bahsedebilir misiniz? 

Hüseyin GÖKÇEKUŞ: Önemli su sorunlarının başında su yönetimi konusu gelmektedir. Halen KKTC’de su kaynakları yönetimi hususunda “Su Yönetimi Yasası” hazırlanması ile ilgili çalışma sürüyor. Oluşturulacak su yönetimi yasası ile birlikte İngiliz sömürge döneminden kalan birçok yasa (O dönemin teknoloji leri ve kullanım stratejileri doğrultusunda hazırlanmış olan) ortadan kaldırılarak 
su konusu tek bir yasa altında toplanacaktır. 

Halen, Jeoloji Maden Dairesi; yeraltı suları, Su Dairesi ise; yüzey suları ile ilgili çalışmalara yön vermektedir. Belediyeler ise; Su Dairesi tarafından verilen suyun dağıtımından sorumludur. Bölge Kaymakamı ise sulama suyu yönetiminden sorumlu, Bölge Sular Komitesine başkanlık eder. Bölge Sular Komitesi 
yapısı içerisinde Su Dairesi, Jeoloji ve Maden Dairesi, Tarım Dairesi ve Kaymakamlık temsilcisi yer alır. Burada önemle üzerinde durulan bir husus da titizlikle hazırlanan su yönetimi yasasının, “AB’nin suyla ilgili yasa ve direktiflerine uyumu” konusudur. Bu konu üzerinde titizlikle durmaktayız. 

ORSAM: KKTC’de yeraltısularının dağılımı ve kalite durumu nedir? Tuzlu su girişimi nedeniyle tuzlanan akiferlerle ilgili yapılan çalışmalar var mıdır? 

Hüseyin GÖKÇEKUŞ: Jeoloji ve Maden Dairemizin hazırlamış olduğu KKTC- Akifer Haritasında, 11 adet akifer göze çarpmaktadır. 

Bunlar sırasıyla; Güzelyurt Akiferi; Yeşilırmak Akiferi; Beşparmak Dağları Akiferleri; Girne Kıyı Şeridi Akiferi; Karpaz Bölgesi Akiferleri: Yeşilköy Akiferi; Yedikonuk-Büyükkonuk Akiferi; Dipkarpaz Akiferi; Akdeniz-Koruçam Akiferi; Orta Mesarya Akiferi; Doğu Mesarya Akiferi ve Güney Doğu Mesarya Akiferi’dir.

KKTC’deki akiferler genel olarak alüvyoner, kalkarenit, kalkerli kumtaşı, katstik özellikte rekristalize dolomitik kireçtaşları ile jips formasyonlarından 
oluşmaktadır. 

Adanın en büyük akiferi durumundaki Güzelyurt Akiferi; alüvyoner nitelikteki birimlerden oluşur. Özellikle kuraklık nedeniyle duyulan su ihtiyacına bağlı olarak aşırı çekimler sonucunda akifer üzerinde yer alan ve akifer yapısına göre daha gevşek malzemeden oluşan dere yatakları boyunca sahilden içeri doğru 
kilometrelerce deniz suyu girişimi olmuştur. 

Normalde 600-1200 mhos/cm kondaktivite değerine sahip alüvyonlarda, tuzlanan kuyulardan alınan numunelerin kondaktivite değerlerinin 
7000 mhos/cm’nin üzerine çıktığını görmekteyiz. 

Karstik kireçtaşları ile dolomitik kireçtaşlarından oluşan ve en kaliteli suların yeraldığı Beşparmak Dağları Akiferi , 500-880 mhos/ cm değerinde kondak tiviteye sahiptir. 

Bir de üzerinde durulması gereken CaSO4 içerikli kondaktivite değeri 9000 mhos/cm’ye kadar ulaşan, aşırı tuzlu ve sert su ihtiva eden ve kısıtlı kullanım alanı olan jips akiferleridir. 

Tüm akiferlerle ilgili olarak altı çizilmesi gereken husus, özellikle 1970’li yılların başından itibaren yaşanan kuraklık neticesinde yağışların, yeraltından çekilen suyun yerine konulmasında yetersiz kalması, bu nedenle, istinasız ülkedeki tüm akiferlerin yeraltısuyu seviyelerinde ciddi anlamda düşüşler kaydedilmiştir. 
Hatta bazı küçük akiferlerin kurak yaz aylarında zaman zaman tamamen kuruduğu durumlar olmuştur. 

Tuzlanan kıyı akiferlerinin iyileştirilmesine yönelik yapılan projeler konusuna değinecek olursak, Güzelyurt bölgesinde; Yayla Sulama Projesi ve kısmi olarak da Güzelyurt Derivasyon Projesi’nden bahsetmek mümkündür. Ancak, Güzelyurt Derivasyon Projesi kapsamında yapımı planlanan Güneşköy Göleti’nin  yapılmamış olması proje kapsamında gerçekleştirilen Lefke ve Çamlıköy regülatöründen sonra Güzelyurt Göleti’ne derive edilen suların, göletin kapasitesinin yetersizliği karşısında kısa sürede dolup taşarak denize ulaşması. 
Bunun yanı sıra, yayla sulama projesinin uygulama safhasındaki eksikler ve yanlışlıklar neticesinde her iki proje bölgede etkili olamamış, aksine zaman içinde bölgedeki tuzlanmanın artarak devam etmesine neden olmuşlardır. 

ORSAM: Tüm adanın su kaynakları açısından durumu nedir? 

Hüseyin GÖKÇEKUŞ: Akdeniz’in 3. büyük adası olan Kıbrıs, 9251 kilometre karelik bir alana sahip olup, 3355 kilometrekarelik kuzey bölümün de Türkler yaşamaktadır. Ada’nın doğu-batı ucu arasındaki uzunluk 225 kilometre, kuzey-güney bölgeleri arasındaki mesafe ise, 96,5 kilometredir. Ada, jeolojik 
ve jeomorfolojik yönden incelendiğinde, ana hatları ile 3 birimden oluştuğunu görürüz. 
Adanın kuzeyinde, doğu-batı yönünde uzanan Girne Beşparmak Dağları yer almakta, güney batısında ise Trodos Dağları ile bu iki dağ silsilesi arasında da Mesarya Ovası yeralmaktadır. Güneyde, 1951 metre ile Trodos Dağları zirvesindeki Olimpos Tepesi adanın en yüksek noktası durumunda iken, Beşparmak Dağları’ndaki Selvili Tepe, 1023 metre yüksekliktedir. 

Yüksek Tepelik alanlar ile dağlık bölgeler ağırlıklı olarak Güney Kıbrıs’ta yer aldığından, yağış açısından da zengin bölgeler, topografyaya paralellik gösterecek biçimde, güney daha bol yağış almaktadır. Nitekim Girne Beşparmak 
Dağlarında, çok sınırlı alanlara 500-550 milimetre yıllık yağış düşerken, Güneyde yer alan Trodos Dağlarının neredeyse tamamı 500 milimetre civarı ve üzerinde yağış almakta, bu yağış değerleri dağın zirvesinde 1000 milimetrenin üzerine çıkmakta zaman zaman bu değerler, 1100 milimetreye ulaşmaktadır. En az yağış alan bölge konumundaki Mesarya Ovası’nın büyük bir kısmı Türk tarafında yer almaktadır. Söz konusu bölgenin tamamında yağış değerlerini 300-350 milimetre arasında değişirken, Lefkoşa’nın kuzey-batı bölgesi ile Güzelyurt bölgesinin neredeyse tamamına 300 milimetrenin de altında yağış düşmektedir. 
Hal böyleyken, KKTC’de içme-kullanma, tarım, endüstri ve diğer amaçlar için kullanılan suyun %92’si yeraltı sularından sağlanmakta, geri kalan %5 yüzey sularından (göletlerden) %3’lük bir oran ise deniz suyundan arıtılarak elde edilmektedir. Yapılan çalışmalarda KKTC’de kullanılan toplam suyun 100-110 
milyon metreküp olduğu, bu miktarın 30-35 milyon metreküpü içme sulama amacıyla, 50-55 milyon metreküpünün tarımda sulama kullanıldığı ve 10 milyon metreküp suyun ise yeraltı suyu akışı ile denize boşaldığı yönündedir. 

Güney Kıbrıs’la ilgili değerlendirme, 2000 yılında yapılan bir araştırma ışığında gerçekleştirilmiştir. 
Bu kapsamda tarımsal amaçlı 182.4 milyon metreküp (%69), içme kullanma 
amaçlı olarak toplam 67.5 milyon metreküp (%25) su kullanılırken, endüstriyel amaçlı kullanılan su miktarı 3.5 milyon metreküp (%1) ve çevresel amaçlar için kullanılan miktar 12.5 milyon metreküp (%5), genel toplamda ise 265.9 milyon metreküp su kullanıldığı yönündedir. 

Yine aynı çalışmaya dayalı olarak, 2000 yılı için kullanılan toplam 265.9 milyon 
metreküp suyun; 101.5 milyon metreküpü (%38) göletlerden 127.4 milyon metreküpü (%47.9) yeraltı suyundan, 3.5 milyon metreküpü (%1.3) pınarlardan ve 33.5 milyon metreküpü (%12.6) de deniz suyundan arıtılarak elde edildiği belirtilmektedir. Bu değerler ışığında, tarım amaçlı kullanılan 182.4 milyon 
metreküp suyun 82 milyon metreküpü (%43) göletlerden, 100.4 milyon metreküpü (%57) yeraltından sağlandığı belirtilmiştir. Benzer şekilde, içme ve kullanma amaçlı kullanılan suyun ise; 14.5 milyon metreküpü (%21.6)  göletlerden arıtılarak, 16 milyon metreküpü (%23.1) yeraltı sularından, 3.5 milyon metreküpü (%5.2) pınarlardan ve 33.5 milyon metreküpü (%50) ise deniz suyundan arıtılarak kullanılmaktadır. Endüstriyel amaçlı kullanılan 
3.5 milyon metreküp suyun tamamı yeraltı suyundan, çevresel amaçlı kullanılan suyun 5 milyon metreküpü (%42) göletlerden ve 7.5 milyon metreküpü (%58) ise yeraltı suyundan temin edildiği söyleniyor. 

2000 yılındaki bu çalışmada ayrıca 2005, 2010 ve 2020 yılları için projeksiyonlar geliştirilmiş olup, 2000 yılı için hesaplanan tarım amaçlı su ihtiyacı olan 182.4 milyon metreküpün sırayla 2005, 2010 ve 2020 yılları içinde aynı değerde 
olacağı belirtilmiştir. Buna karşın, 2000 yılında içme ve kullanma amaçlı olarak kullanılan su miktarı olan 67.5 milyon metreküplük ihtiyacın, 2005’te 76.4 milyon metreküpe, 2010’da 86.1 milyon metreküpe, 2020’de ise 104.3 milyon metreküpe çıkacağı öngörüsünde bulunulmuştur. Burada nüfus artışı yanında, 
turist miktarındaki olası artışlar göz önüne alınarak bu rakamlara ulaşılmıştır. Benzer biçimde endüstriyel amaçlı kullanılan su 3.5 milyon metreküp iken bu rakam sırasıyla 5, 6 ve 2020’de de 7 milyon metreküp olması öngörülmüştür. 
Son olarak çevresel amaçlı kullanılan 12.5 milyon metreküplük su miktarının 
da sırayla 14 milyon metreküp, 16 milyon metreküp ve 20 milyon metreküp olacağı varsayımında bulunulmuştur. 

Görüleceği üzere, adada yaşanmakta olan kuraklığa bağlı su sorunu karşısında Güney Kıbrıs’ta tarımda kullanılacak su miktarının sabit tutulması öngörülürken, doğal olarak, tarım dışında tüm sektörlerde kullanılacak su miktarlarında bir artışın kaçınılmaz olduğunun altı çizilmektedir. Nitekim 2000 yılı için hesaplanan 265.9 milyon metreküp toplam su ihtiyacı, 2005’te 277.8 milyon metreküp, 
2010’da 290.5 milyon metreküp ve 2020 yılında ise 313.7 milyon metreküp olacağı yönünde tahminlerde bulunulmaktadır. Burada dikkatle üzerinde durulması gereken bir diğer husus, toplam gölet kapasiteleri karşılaştırıldığında 
Güney Kıbrıs’taki gölet kapasitesinin (yaklaşık 330 milyon metreküp), 
KKTC’deki (33 milyon metreküp) gölet kapasitesine göre on kat daha fazla olmasıdır. Bu yıl itibariyle her iki tarafta göletlerin doluluk oranları %80’i aşmış olsa da, kurak yıllarda bu oran %10-15 değerlerinde kalabilmektedir. 

İşte adanın güneyindeki su sorunu, böylesi durumlarda hat safhaya ulaşmaktadır. 
Bu sebeptendir ki, yaşanan ve yaşanacak olan kurak yıllar düşünülerek, yüzey sularından en az yararlanabilecekleri yılları göz önüne alarak, 1996-97 yıllarından itibaren, alternatif su kaynaklarının artırılması yönüne gitmişlerdir. Bu amaçla güney’de yıllar itibariyle deniz suyu arıtımına büyük önem verilmiştir. 2000 yılında denizden arıtılarak elde edilmiş su miktarı 33 milyon metreküp iken ve güneydeki başta turistlerin olmak üzere içme suyu ihtiyacının %50’sini karşılayabilen tesislerden günümüzde elde edilen arıtılmış su miktarı 50 milyon 
metreküpü aşmıştır. Bu da güneyde son 10 yılda deniz suyu arıtımının %100’e yakın bir artış kaydettiği anlamına gelmektedir. Son yıllarda ise evsel atık suların da arıtılarak tarımsal amaçlar için kullanılmasına başlanmıştır. 
Biz ise, adanın kuzeyinde yaşamakta olduğumuz su sorununun çözümünü büyük oranda Türkiye’den boruyla getirilecek 75 milyon metreküplük suya bağlamış bulunmaktayız. 

ORSAM: Adanın en önemli akiferi olan Güzelyurt akiferinin durumu nedir? 

Hüseyin GÖKÇEKUŞ: Sizin de belirttiğiniz gibi 180 kilometrekarelik kısmı Türk tarafında, 100 kilometrekarelik bölümü ise güneyde kalan 280 kilometrekarelik alanı ile Güzelyurt Akiferi Ada’nın en büyük akiferidir. KKTC’nin tarımsal yönüyle en kaliteli topraklarına(mevcut topraklarının %50’den fazlasının 1 ve 2. Sınıf toprak oluşu) sahip olması nedeniyle KKTC tarımının %70-80’ni Güzelyurt akiferi üzerindeki bu verimli topraklarda yapılmaktadır. Her türlü tarımın yapıldığı bu verimli topraklar için ihtiyaç duyulan suyun hemen hemen tamamı özellikle  kurak dönemlerde sürekli olarak yeraltından sağlanmaya çalışılmıştır. Ayrıca, 1950’li yıllardan itibaren Güzelyurt akiferi üzerinde, Kumköy-Gaziveran arasında kalan bölgede çok sayıda kuyu açılarak Lefkoşa ve Mağusa bölgelerine içmesuyu sağlanmıştır. Yıllar itibariyle genişleyen tarım alanları karşısında duyulan su ihtiyacı doğrultusunda akiferden sürekli su çekilmiş bunun yanında içmesuyu 
kuyularının da 24 saat kesintisiz çalışması akiferdeki yeraltısuyu seviyelerinin -50 metrelere düşmesine neden olmuştur. Her yıl yağan yağmurlar sonucunda yeraltına süzülenden fazlası çekildiğinden akiferin kıyı bölümünde kilometreler ce tuzlanma etkisi görülmüştür. Halen, mevcut içmesuyu kuyularından elektrik kondaktivite değeri 7000 mhos/cm’ye ulaşmış olmasına karşın ihtiyaç duyulması nedeniyle su pompalanmaya devam edilmektedir. 

ORSAM: KKTC’de su sorunun çözümü için bugüne kadar hangi projeler üretilmiştir? 

Hüseyin GÖKÇEKUŞ: -Sulama amaçlı ve yeraltı sularını beslemeye yönelik olarak inşa edilen gölet sayısı 41’e ulaşmıştır. 

- Güzelyurt Derivasyon Kanalı Projesi eksik de olsa kısmi olarak inşa edilmiştir. 
- Modern sulama yöntemlerinin kullanımı büyük oranda tamamlanmıştır (Damla Sulama Yöntemiyle Sulanan Narenciye oranı %98’e ulaşmıştır).

- İçme suyu fiyatları tekrar gözden geçirilerek daha gerçekçi rakamlar belirlenmiştir. 
- Kullanıcılara verilen su miktarı ihtiyaç duyulan gerçekçi su miktarına göre yeniden belirlenmiştir. 
- Su dağıtım şebekelerinin yenilenmesi ve şebekedeki su kaybının azaltılması çalışmalarına hız verilmiş olup, özellikle son yıllarda çeşitli belediyeler kendi bölgelerindeki kilometrelerce içme suyu şebekesini yenilemiştir. 
- En kurak dönemlerde, özellikle uzun ve kurak yaz dönemlerinde başgösteren susuzluk nedeniyle 1990’lı yılların sonunda Türkiye’den balonla su getirilmeye çalışılmış ancak zaman içinde teknik açıdan yaşanan güçlükler nedeniyle istenilen verim alınamayınca bu projeden vazgeçilmiştir. 
- Su yönetiminin ve su sorunlarının ülke ölçeğinde bütünlüklü olarak ele alınarak çözümlenmesi gereği gözardı edilerek kısmi, bölgesel çözüm arayışlarına gidilmiş ve bu doğrultuda Güzelyurt Ovası üzerinde kıyıya yakın bir bölgede, Yayla bölgesinde kuyuların tuzlanmasını gidermeye yönelik bir proje gerçekleştirilmek istenmiş, ancak sonuç başarılı olmamıştır. Proje tamamlandığında bölgedeki tuzlanma azalacağı yerde 2-3 kat artmıştır. 

ORSAM: 7 Mart 2011 tarihinde “KKTC İçme Suyu Temin” projesinin önemli ayaklarından biri olan Dragon Çayı üzerinde inşa edilecek Alaköprü Barajı’nın temeli atılmıştır. Bu projenin başta KKTC olmak üzere, Doğu Akdeniz bölgesi ve dünya için önemi nedir? 

Hüseyin GÖKÇEKUŞ: Evet, bu mega proje, asrın projesi olarak nitelendirdiğimiz proje; Türkiye’den boruyla su getirme projesi, KKTC’de yaşanan su sorununun çözümünü sağlayacak proje, 11 ay önce atılan temel ile birlikte adım adım hayata geçiyor. 1960’lı yıllardan itibaren Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneten hükümetlerin hep gündeminde olan ve adanın su sorununa kalıcı çözüm getirecek olan bu projeyi gerçekleştirmek Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a nasip olmuştur. 1960’lı yıllara geri dönecek olursak, dönemin Cumhurbaşkanı Makarios; “Ada’yı bir su borusu veya elektrik kablosu 
ile de olsa Türkiye’ye bağlanmasına izin vermem” sözlerinin ardından 50 yıl geçmiştir. Globalleşen dünyamızda inanılmaz değişim ve dönüşümler yaşanmıştır. Yaşanan değişim ve dönüşüm ise baş döndürücü ve artan bir 
ivmeyle süregelmektedir. Dün boruyla da olsa adanın Türkiye’ye bağlanmasına şiddetle karşı çıkan zihniyet, bugün 180 derece değişiklik göstererek bir süre önce yaşanan elektrik santrali kazasının ardından, Güney Kıbrıs’ta ortaya çıkan elektrik enerji sıkıntısı ile birlikte, KKTC’den elektrik alır duruma gelmiştir. 

Dün Türk suyu ile tarım ve hayvancılık yapmam diyenler, adaya boruyla su getirilmesine başlandığında sağlanacak suyun kalite ve fiyatı karşısında, bu suyu da kullanmak için istekli olacaklarına inanmaktayım. Evet, projeye yeniden dönecek olursak, projenin ilk etabı Mersin’in Anamur ilçesinde bulunan Dragon Çayı üzerinde inşaasına başlanan 88metre yükseklik ve 130,5 milyon metreküp kapasiteli Alaköprü Barajı ve kurulu gücü 32 megawat olan Hidro Elektrik Santrali (HES) ve Göletten sahildeki Anamuryum dengeleme deposuna kadar karada döşenecek 1,5 metre çapındaki 23 kilometrelik boru hattından oluşuyor. Projenin 80 kilometre 151 metrelik deniz geçişi ile KKTC’de inşa edilecek 
denizden itibaren sahildeki Güzelyalı pompa istasyonundan Geçitköy Barajına kadar 3 kilometrelik boru hattı ve 26.5 milyon metreküp kapasitesi ve 58 metre yükseklikteki Geçitköy baraj inşaatı ise projenin diğer iki önemli etabını oluşturmakta dır. Bu projeyi dünya indinde önemli kılan; böylesi uzun mesafeli  bir geçişin, yaklaşık 80 kilometrelik deniz geçiş mesafesinin dünyada bir ilk oluşu ve bu geçiş sırasında kullanılacak teknolojidir. 

Deniz geçişi 1,6 metre çapında polietilen çok özel bir borunun, deniz seviyesin den 250 metre derinde ve her 500 metrede bir borunun deniz tabanına özel halatlarla bağlanarak askıda geçilmesidir. Burada gözardı edilmemesi 
gereken bir diğer husus ise Türkiye ile Kıbrıs arasındaki boru hattı boyunca deniz derinliğinin 1434 metreye ulaşmasıdır. Gerek deniz geçişi, gerekse KKTC ayağında yapılacak proje aşaması ile ilgili ihaleler en geç Şubat sonu, Mart başı sonuçlanmış olacaktır. 

Böylelikle projenin bu iki önemli safhasına da en geç ilkbahar aylarında başlanmış olacaktır. Deniz geçişi için 1.5 yıl KKTC’de yapılacak proje için ise iki yıla ihtiyaç duyulmaktadır. Kısacası, projenin bitimi için planlanan 2014 
Mart hedifine ulaşılması için proje planlandığı biçimde yürüyor. Projenin tamamlanması ile birlikte Türkiye bölgede prestij kazanırken projenin yapımı sırasında elde edeceği tecrübe nedeniyle de benzer projelerde liderlik rolü üstlenecektir. Projenin başarıyla tamamlanmasının KKTC’ne yansıması ise 50 yıllık perspektifte su sorununun tarihe karışması şeklinde olacaktır. 

2014 yılı yaz aylarına su sorunundan kurtulmuş olarak girecek olan KKTC’ne bu projeyle birlikte döşenecek 1.6 metre çapındaki borulardan saniyede 2.38 metreküp su akacak, bu da yılda toplam 75 milyon metreküp su anlamına 
gelecektir. KKTC’ne sağlanacak olan bu sürekli su kaynağı sadece içme-kullanma suyu olmanın ötesinde, ilk etapta yarısı bu amaçla kullanılırken, diğer yarısı ise tarımda kullanabilecektir. Bu ise başlı başına 4824 hektar yani 48240 dekar ya da kısaca 36053 dönüm ek tarım alanı demektir. 

26.5 milyon metreküp kapasiteye ulaştırılacak Geçitköy Göleti’nde biriktirilecek olan su, basit bir arıtma işleminin ardından, yılda 36-37 milyon metreküp bölümü içme suyu amacına yönelik kullanılacaktır. İçme kullanma suyu olarak yararlanacak suyun, KKTC’nin tamamını içine alacak biçimde dağıtım şebekesi  planlanmıştır. Özetle ilk çalışmalar ışığında, kesin olmamakla beraber, tarım amaçlı kullanılacak suyun öncelikle; tuzlanma durumu incelendikten sonra, akiferin rehabilitasyonunu da sağlayacağı düşüncesinden hareketle Güzelyurt 
Bölgesine verilmesi düşünülmektedir. Bölgede konuyla ilgili çalışmalar son halini 
aldıktan sonra, Güzelyurt Bölgesi’nde tuzlanan kuyuların iptali ile bu suyun doğrudan tarımda kullanılmasına imkan verilecektir. Eğer hala elimizde tarımsal amaçlı kullanılabilecek su kalırsa, kalan su ana kaynak olan Geçitköy Barajına en yakın alanlardan başlayarak, tabi ki toprak analiz sonuçları gözönünde bulun durularak buralara verilecektir. 

Sonuç olarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 2014 Mart ayı itibariyle gerçekleşecek bu proje sayesinde, 20 Temmuz 1974 tarihinde Barış 
Harekatı sayesinde kazandığı siyasi özgürlüğünü ekonomik özgürlüğüyle taçlandırarak gerçek özgürlüğe kavuşmuş olacaktır. 

ORSAM: KKTC İçme Suyu Temin Projesinin Türkiye’nin su politikalarına etkisi ne olacaktır? 

Hüseyin GÖKÇEKUŞ: Bilimsel bulgular, küresel iklim değişikliğinin, dünyanın belirli bölgelerindeki su kaynakları üzerindeki etkilerinin, özellikle önümüzdeki 10 yıllar boyunca daha ciddi ve olumsuz biçimde artarak hissedileceği yönündedir. Yarının bugünden daha iyi olmayacağı düşüncesinden hareketle, özellikle bölgemizdeki ülkelerin su ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için yeni su kaynakları 
arayışına yönelmeleri kaçınılmazdır. Yaşamın vazgeçilmezi ve sürdürülebilir kalkınmanın temel taşı olan suyun çok kısa bir zaman dilimi içerisinde giderek artan önemi ve enerji kaynaklarında olduğu gibi yerine konulabilecek bir alternatifinin olmayışı nedeniyle, dünya ülkeleri arasında daha çok alınıp satılır bir hal alacaktır. Şuan dünyayı saran petrol ve doğalgaz boru hatları gibi, suyu olan ülkelerin olmayanlara su sağlamak amacıyla oluşturacakları su dağıtım hatlarının inşası artık kaçınılmaz olmuştur. Tüm bu gelişmelere paralel 
olarak haliyle Wall Street’de petrol, doğal gaz ve altın fiyatları gibi kısa bir süre sonra “su borsası” oluşacaktır. Dünya piyasaları için önemli olan her şey gibi bu denli kıt ve değerli, değerli olduğu kadar da yaşam kaynağı olan böylesi önemli bir meta durumundaki “su”, önümüzdeki günlerde küresel güçler arasında en önemli mücadele unsurlarından birisi, belki de en önemlisi olmaya adaydır. Önemli olan mevcut su kaynaklarının, paylaşımı yönünde mücadele verilirken ülkeler arasında kaos ve savaş değil, dostluk ve barışın inşasında kullanabilmeyi 
başarmak ve suyu dünya halkları arasında adil biçimde ve ihtiyaçları oranında 
paylaşımını sağlayarak bolluk ve berekete dönüştürmeyi başarabilmektir. Yoksa su yüzünden dünyanın herhangi bir noktasında çıkacak bir savaşın sıcaklığı kısa sürede dünyayı yakmaya yetecektir. Savaş bir kere çıktıktan sonra da dünyanın dörtte üçünü kaplayan dünyadaki tüm sular kullanılsa bile bu savaşı söndürmede yetersiz kalacaktır. 
Bu projenin başarıyla tamamlanmasının ardından “dünyada su taşımacılığında” önemli bir kilometre taşı aşılmış olacaktır. Dünyanın ciddi su kıtlığı ile karşı karşıya olan bölgemizde; Akdeniz Bölgesinde özellikle de, Körfez ülkeleri ve Ortadoğu ülkelerinin de içinde yer aldığı Doğu Akdeniz’deki ülkelere, Türkiye’nin önümüzdeki 10 yıl içinde ciddi biçimde su temin etmesi hayal olmaktan  çıkmıştır. Bu da bölgede bir süper güç olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Türkiye’nin bölge ve dünya üzerindeki nüfusunun bir o kadar daha artması anlamına geliyor. 21. yy, suyu olan ve suyu doğru yönetebilen ülkelerin yüzyılı olacaktır. Halen Kıbrıs sorununun çözümü amacıyla sürdürdüğü görüşmeler 
sırasında masada olduğu söylenen su konusu, belkide 40 yıldır çözülemeyen Kıbrıs sorununun çözümü için önemli bir fırsat teşkil edebilecektir. Neden adanın kuzeyinde halen arama sondaj çalışmalarının sürdürüldüğü, Kıbrıs Türk halkının da Rumlar kadar hak sahibi olduğu, çıkarılacak doğalgaz ve petrol’ün dağıtımı Kuzey Kıbrıs üzerinden İskenderun limanına, oradan da Avrupa’ya dağıtılmasın! 
Neden ilk etapta KKTC’nin su sorununu çözecek olan 1. borunun inşaasının ardından en az KKTC kadar su sıkıntısı yaşayan Güney Kıbrıs’a 2. boru döşenmesin! İlerleyen yıllarda 3. ve 4. borular neden Körfez ve Ortadoğu ülkelerine su taşımasın. 

Biliyoruz ki Türkiye su zengini bir ülke değil. Ancak Türkiye’nin güneyinden denize akıp giden çok ciddi miktarlarda milyarlarca metreküp suyu bulunuyor. Nitekim yılda sadece 
75 milyon metreküp su sağlayacak Dragon Çayı’nın kapasitesinin 750 milyon metreküp olduğu göz önüne alındığında Türkiye’nin istemesi halinde sadece bu nehirden döşenecek boru sayısı ona kadar çıkabilecektir. Ümit ederim ki, hayalden gerçeğe dönüşen asrın projesi, Türkiye’den Kuzey Kıbrıs Türk 
Cumhuriyeti’ne borularla su getirilmesi projesi, Kıbrıs’a ve bölge barışına çok büyük katkılar sağlar. 


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

ORSAM SU SÖYLEŞİLERİ 2012 / ORSAM WATER INTERVIEWS 2012 GİRİŞ BÖLÜMÜ;


ORSAM SU SÖYLEŞİLERİ 2012 / ORSAM WATER INTERVIEWS 2012 GİRİŞ BÖLÜMÜ; 






































ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ, 

Bu raporun içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır.

STRATEJİK BİLGİ YÖNETİMİ, ÖZGÜR DÜŞÜNCE ÜRETİMİ ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 

Tarihçe 

Türkiye’de eksikliği hissedilmeye başlayan Ortadoğu araştırmaları konusunda kamuoyunun ve dış politika çevrelerinin ihtiyaçlarına yanıt verebilmek amacıyla, 1 Ocak 2009 tarihinde Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) kurulmuştur. Kısa sürede yapılanan kurum, çalışmalarını Ortadoğu özelinde yoğunlaştırmıştır. 

Ortadoğu’ya Bakış 

Ortadoğu’nun iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir. Ancak, ne Ortadoğu ne de halkları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja mahkum edilmemelidir. Ortadoğu ülkeleri, halklarından aldıkları güçle ve iç dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele sahiptir. Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine, devletlerin egemenlik halklarına, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler arasında gerek ulusal ölçekte kalıcı barışın ve huzurun temin edilmesinin ön şartıdır. Ortadoğu’daki sorunların kavranmasında adil ve gerçekçi çözümler üzerinde durulması, uzlaşmacı inisiyatifleri cesaretlendirecektir Sözkonusu çerçevede, Türkiye, yakın çevresinde bölgesel istikrar ve refahın kök salması için yapıcı katkılarını sürdürmelidir. Cepheleşen eksenlere dâhil olmadan, taraflar arasında diyalogun tesisini kolaylaştırmaya devam etmesi, tutarlı ve uzlaştırıcı politikalarıyla 
sağladığı uluslararası desteği en etkili biçimde değerlendirebilmesi bölge devletlerinin ve halklarının ortak menfaatidir. 

Bir Düşünce Kuruluşu Olarak ORSAM’ın Çalışmaları 

ORSAM, Ortadoğu algalımasına uygun olarak, uluslararası politika konularının daha sağlıklı kavranması ve uygun pozisyonların alınabilmesi amacıyla, kamuoyunu ve karar alma mekanizmalarına aydınlatıcı bilgiler sunar. Farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretir. Etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik eder. ORSAM; bölgesel gelişmeleri ve trendleri titizlikle irdeleyerek ilgililere ulaştırabilen güçlü bir yayım kapasitesine sahiptir. ORSAM, web sitesiyle, aylık Ortadoğu Analiz ve altı aylık Ortadoğu Etütleri dergileriyle, analizleriyle, raporlarıyla ve kitaplarıyla, ulusal ve uluslararası ölçekte Ortadoğu literatürünün gelişimini desteklemektedir. Bölge ülkelerinden devlet adamlarının, bürokratların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve STK temsilcilerinin Türkiye’de konuk edilmesini 
kolaylaştırarak bilgi ve düşüncelerin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır. 

www.orsam.org.tr

ORSAM Su Araştırmaları Programı Program Hakkında 

Su, sadece insanlar için değil ekosistemi oluşturan tüm bitki ve hayvanlar için yeri doldurulamaz, değerli, yaşamın devamlılığını sağlayan en önemli elementlerden biridir. Yeraltı ve yüzey sularından; tarım, taşıma, madencilik, endüstriden içme suyuna kadar, ekonomik amaçlar da dâhil olmak üzere pek çok alanda istifade edilmektedir. Ancak su kaynakları üzerinde, gerek insan faaliyetleri gerek doğanın yarattığı değişimler nedeniyle çift yönlü bir baskı vardır. Özellikle su sıkıntısı olan bölgelerde aşırı nüfus artışı, kırsal kesimden şehirlere doğru artan göç ve bunun sonucunda oluşan nüfus değişimleri, gıda güvenliği, sosyo-ekonomik refahın artması, tarımsal, evsel ve sanayi kaynaklı kirlilik, küresel iklim değişikliği sonucu yağış rejimlerinin değişmesi, hidrolojik döngünün tüm elemanlarını etkilemektedir. Bunun sonucunda su kaynakları gün geçtikçe hem miktar hem de kalite açışından değişime uğramaktadır. Suyun arzı ile tüketim talebi arasındaki uçurum her geçen gün büyümektedir. 
Su kaynaklarının yönetimine ilişkin sorunlar yaşanırken, çevre sorunlarının da su kaynakları üzerindeki etkisi her geçen gün artmaktadır. Türkiye ve yakın çevresi, ama bilhassa Ortadoğu, söz konusu sorunların en fazla hissedildiği bölgelerdendir. 

Diğer taraftan, su kaynağı potansiyelinin yüzde 40’tan fazlası sınıraşan su havzalarında yer alan Türkiye’nin, özellikle Fırat-Dicle Havzaları kıyıdaşı olan komşularıyla ilişkileri büyük önem arz etmektedir. 
Gerek Türkiye’nin gerek bölge ülkelerinin, bölgesel istikrar ve refahın artışı ile komşuluk ilişkilerinin derinleştirilmesi yönünde harcadığı çabaların hedefine ulaşmasında, su kaynaklarının kullanımı konusunda bilgiye dayalı, iyi niyetli ve aktif bir işbirliği içinde olunması tüm taraflar için elzemdir. Ek olarak,Türkiye’nin, Avrupa Birliği adaylığı sürecinde AB Su Çerçeve Direktifi’ni kendi ulusal mevzuatı ile uyumlaştırma gündemi, önümüzdeki dönemde su politikalarının yeni bir içerik kazanmasını beraberinde getirecektir. 

Bu etkenler doğrultusunda, dünyadaki ve Türkiye’nin yakın çevresindeki su gündemine ilişkin güncel gelişmelerin ve su politikalarıyla ilgili trendlerin izlenmesi, elde edilen verilerin analiz edilmesiyle ortaya çıkan aydınlatıcı bulguların kamuoyuna ve karar alıcılara sunulması amacıyla ORSAM bünyesinde 1 Ocak 2011’de “ORSAM Su Araştırmaları Programı” kurulmuştur. 

Ortadoğu’da, gerek iklimsel şartlar gerek kaynakların verimsiz kullanımı nedeniyle hidrolojik su bütçesindeki sıkıntıların ve buna bağlı olarak da politik, ekonomik ve toplumsal sorunların büyük artış göstermesi nedeniyle, ORSAM Su Araştırmaları Programı çalışmalarında Ortadoğu bağlantılı konulara öncelik verilmiştir. 

ORSAM Su Araştırmaları Programı, su politikaları konusunda farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretmeyi, etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik edip çeşitlendirmeyi, Türkiye’deki su çalışmaları literatürünün gelişiminin desteklenmesini amaç edinmiştir. 

ORSAM Su Araştırmaları Programı bu kapsamda, bölge ülkelerinde su çalışmalarıyla ilgili olan akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri, bürokratlar, devlet adamları, stratejistler, gazeteciler ve işadamlarının Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak, bilgi ve düşüncelerinin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamayı da hedeflemektedir. 

www.orsam.org.tr/tr/SuKaynaklari/ 

ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
4 ORSAM SU ARAŞTIRMALARI PROGRAMI 
Rapor No: 18, Ocak 2013 

TAKDİM 

Su, tüm ekosistem için yeri doldurulamaz, değerli ve yaşamın devamlılığını sağlayan en önemli maddelerden biridir. Ancak su kaynakları üzerinde, gerek insan faaliyetleri gerek doğanın yarattığı değişimler nedeniyle çift yönlü bir baskı vardır. Özellikle su sıkıntısı olan bölgelerde; aşırı nüfus artışı, kırsal kesimden şehirlere doğru artan göç, gıda güvenliği politikaları, sosyoekonomik refahın artması, tarımsal, evsel ve sanayi kaynaklı kirlilik ve küresel iklim değişikliği sonucu yağış rejimlerinin değişmesi, hidrolojik döngünün tüm elemanlarını etkilemektedir. 
Bunun sonucunda su kaynakları gün geçtikçe hem miktar hem de kalite açışından değişime uğramaktadır. Özellikle su sıkıntısının yaşandığı bölgelerde su arzı sabit kalırken su talebi gün geçtikçe artmaktadır. Bir yandan su kaynaklarının yönetimine ilişkin sorunlar yaşanırken, diğer yandan da çevre sorunlarının su kaynakları üzerindeki etkisi her geçen gün artmaktadır. 
Türkiye ve yakın çevresi, ama özellikle Ortadoğu, söz konusu sorunların en fazla hissedildiği bölgelerdendir. 

ORSAM bünyesinde 1 Ocak 2011’de “ORSAM Su Araştırmaları Programı” kurulmuştur. ORSAM Su Programı, dünyadaki ve Türkiye’nin yakın çevresindeki su gündemine ilişkin güncel gelişmelerin ve su politikalarıyla ilgili eğilimlerin izlenmesi, elde edilen verilerin analiz edilmesiyle ortaya çıkan aydınlatıcı bulguların kamuoyuna ve karar alıcılara sunulması amacıyla kurulmuştur. Ayrıca, su politikaları konusunda farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretmeyi, etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin 
araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik edip çeşitlendir meyi, Türkiye’deki su çalışmaları literatürünün gelişiminin desteklenmesini amaç edinmiştir. 

ORSAM Su Araştırmaları Programı bu kapsamda, bölge ülkelerinde su çalışmalarıyla ilgili olan akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri, bürokratlar, devlet adamları, stratejistler, gazeteciler ve işadamlarının Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak, bilgi ve düşüncelerinin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamayı da hedeflemektedir. 
ORSAM Su Araştırmaları Programı bu doğrultuda ORSAM Su web sayfasında güncel analizler, haftalık su bülteni, raporlar ve söyleşiler yayımlamaktadır. Bu raporda, 2012 yılında Türkiye ve dünyadan su konusunda uzmanlaşmış akademisyenler, uzmanlar ve yöneticiler ile yapılan söyleşiler yer almaktadır. Bu söyleşileri gerçekleştiren ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanları Dr. Tuğba Evrim MADEN ve Dr. Seyfi KILIÇ’ a teşekkürlerimizi sunuyoruz. 
Yeni çalışmalarımızda buluşmak dileğiyle; 

Hasan KANBOLAT 
ORSAM Başkanı

ORSAM SU ARAŞTIRMALARI PROGRAMI 5 Rapor No: 18, Ocak 2013 
Dr. Tuğba Evrim Maden 

Tuğba Evrim Maden Lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi, Hidrojeoloji Mühendisliği bölümünde, yüksek lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırmalar Merkezinde tamamlamıştır. Doktora derecesini “ AB Su Çerçeve Direktifi ve Meriç Nehri” başlıklı tezi ile 2010 yılında Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünden almıştır. 1 Aralık 2010 tarihinden itibaren Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Su Araştırmaları Programı’nda “Hidropolitik Uzmanı” olarak görev 
yapmaktadır. Tuğba Evrim Maden, ISA (International Studies Association) ve IWA (International Water Association), International Association of Hydrological Sciences (IAHS) ve UİK (Uluslararası İlişkiler Konseyi) üyesidir. 

Dr. Seyfi Kılıç 

Seyfi Kılıç Lisansını Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde, Yüksek Lisansını Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi Sosyal Çevre Bilimleri Anabilim Dalı’ndan doktora derecesine sahiptir. Seyfi Kılıç, 2010 Aralık ayından bu yana Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Su Araştırmaları Programında “Hidropolitik Uzmanı” olarak görev yapmaktadır.

ORSAM SU ARAŞTIRMALARI PROGRAMI 7 Rapor No: 18, Ocak 2013 

İçindekiler 

Takdim ...................................................................4 

Söyleşiler..................................................................9 
1. Ceyda Alpay: “BLACK SEA BOX PROJESİ KARADENİZ’DEKİ 
ÇEVRE SORUNLARINA DİKKAT ÇEKMEDE BAŞARILI OLDU”....9 

2 M. Arif Demirer: “TÜRKİYE’NİN ACI SU POTANSİYELİ 
ALTERNATİF BİR KAYNAK OLABİLİR” ..............13 

3. Jacob Granit: “SU, ENERJİ ÜRETİMİNDE KISITLAYICI OLMAMALIDIR” ......16 

4. Yrd. Doç. Dr. Aysun Uyar: “ÇEVRE SORUNU YALNIZ DOĞA 
BİLİMLERİNİN DEĞİL SOSYAL BİLİMLERİN DE SORUNUDUR” .......19 

5. Anna Bachmann: “SÜLEYMANİYE’DE SU KAYNAKLARI İLE İLGİLİ 
BAŞLICA SORUNLAR; SU KAYNAKLARININ KALİTESİ, MİKTARI VE 
AYNI ZAMANDA YÖNETİMİDİR .” .....................22 

6. Süleyman Kodal ve Gökşen Çapar : “BİZ SU KONUSUNDA 
HEM EĞİTİM HEM DE ARAŞTIRMA BOYUTU OLAN BİR 
ENSTİTÜ OLMAYI HEDEFLİYORUZ.”...................29 

7. Prof. Dr. Hüseyin Gökçekuş: “KKTC İÇME SUYU TEMİN PROJESİ 
ASRIN PROJESİ OLACAK” .................................33 

8. Tesfay Alemseged: “MISIR, SUDAN VE ETİYOPYA RÖNESANS BARAJINA 
İLİŞKİN TEKNİK VE GÜVENLİK KONULARINDA İYİ İLİŞKİLERE SAHİPTİR.”.....43 

9. ICID Başkan Yardımcısı Dr. Hüseyin Gündoğdu: TÜRKİYE ICID İLE BİRLİKTE BİR KEZ DAHA DÜNYA’DA İLK KEZ YAPILACAK BİR FAALİYETE İMZA ATACAKTIR. BU SEFER TARIMSAL SULAMA KONUSUNDA DÜNYA’DA İLK DEFA GERÇEKLEŞTİRİLECEK.............................49

1 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

3 Mart 2017 Cuma

ORTADOĞU’DA SU SORUNUNA ÇÖZÜM ARAYIŞLARI





 ORTADOĞU’DA SU  SORUNUNA ÇÖZÜM ARAYIŞLARI 


   “ SUSUZ VE ÇARESİZ: ORTADOĞU’DA SU  SORUNUNA ÇÖZÜM ARAYIŞLARI ” KONFERANSI 

14-18 Mayıs 2014 / İstanbul 




Merkezi Washington DC’de bulunan ve İstanbul’dabir temsilciliği olan Hollings Center ve Universityof Central Florida’ya bağlı Prens Mohammad BinFahd, Stratejik Araştırma ve Çalışmalar Programı, 14-18 Mayıs 2014 tarihleri arasında Heybeliada, İstanbul’da BölgeselPolitikalar Diyalogu çalışmaları çerçevesinde 
“Susuz ve Çaresiz:  Ortadoğu’da Su Sorununa Çözüm Arayışları” 
(High andDry: Addressing The Middle East Water Challenge) Başlıklı bir konferans düzenlemişlerdir. 

Ortadoğu ülkeleri, ABD ve Türkiye’den toplam 28 uzmanınkatıldığı toplantıda, dünyada yaşanan su sorununun en çok etkilendiği bölgelerden bir olan Ortadoğu özelinde su sorunu irdelenmiştir. 

Toplantıda Ortadoğu’nun su sorunu belirli aşamalarda ele alınmıştır. Öncelikle, Ortadoğu’da su sorununu oluşturan ana  nedenlerin tartışıldığı konferansta 10 
dolayısıyla insanların yaşamlarını idame ettirmesini imkansız hale getirmiştir. 

  Dünya’da yaşanan su sorununun temel nedenleri arasında nüfus artışı ve şehirleşme en büyük paya sahiptir. Özellikle ülkelerinin su kaynakları
açısından yeterliliğini belirleyen kişi başına düşen su miktarı, bu iki unsurdan doğrudan etkilenmektedir.

Ortadoğu yenilenebilir su kaynakları açısından çok zengin bir bölge olmayıp, aksine geleneksel olmayan su kaynaklarını kullanarak (desalinasyon,
atık suyun tekrar kullanılması vb.) kişi başına çok fazla su tüketilmektedir. Özellikle bu miktar, Körfez ülkelerinde dünya ortalamasın çok üstünde seyretmektedir.

Konferansta bölgenin fiziksel şartları nedeniyle yaşanan zorluklar ilk oturumda dile getirilirken, mücadele edilmesi sorunlar, su kıtlığını tetikleyen davranış modelleri de ikinci oturumda tartışılmıştır.

Dünya genelinde olduğu gibi Ortadoğu’da da su kaynaklarının büyük bir kısmı sulama amacıyla kullanılmaktadır. Yüzey suyunun yetersiz olduğu noktalarda hem yenilenebilir hem de yenilenemeyen, bizlerin fosil su olarak tanımladığı su kaynaklarının yoğun kullanımı, gelecek dönemlerde Ortadoğu’da yaşanacak su
kıtlığının artmasında önemli bir role sahiptir. Suyun fiyatlandırılması, Ortadoğu ülkelerinin çoğunda devlet tarafından sübvanse edilmektedir. 



Suyun ucuz olması ve yoğun kullanımı arasında ters orantılı bir ilişki söz konusudur.

Ortadoğu’ya teknolojik destek ve mali yardım yapılmasının, su sorunun çözümünde ne kadar etkili olduğu sorusu, oturumlarda tartışma konusu olmuştur. 
Zayıf yönetişim, suyla ilgili bakanlıkların hem bütçe hem de yetki olarak yetersiz olması ve kurumsallaşmaların bölgede kronik bir hal alan çatışmalar nedeniyle
uzun süreli olmaması, gerçekleşecek maddi ve teknik yardımları anlamsızlaştırmak tadır. Özellikle bölgede iç savaş ve dış müdahaleler nedeniyle başarısız devlet (failed state) olarak tanımlanan ülkelerde su kaynaklarının korunması, su kaynaklarına erişimi ve dolayısıyla insanların yaşamlarını idame ettirmesini imkansız halegetirmiştir. 

Tartışmalar sonucunda, bölgede politik bir istikrarın sağlanmasının öncelikli çözüm olduğu ortak kararına varılmıştır. Su güvenliği ile birlikte gıda güvenliği bölgenin en 
temel endişelerin olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha fazla gıda üretme güdüsü, su kaynaklarının verimsiz ve hunharca kullanılmasına neden olmaktadır. 

Kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı tehdit altındadır. 

Ortadoğu’nun su kaynaklarının yaklaşık yüzde 70’ini oluşturan sınıraşan suların kullanımında ülkelerin karşılıklı anlaşmaları da önemli yer tutmaktadır. 
Siyasi sınırlardan ziyade hidrolojik sınırların temel alınarak havza bazında yönetilmesi elde edilen ortak kararlardan biridir. Bu minvalde her havzanın birbirindenözellikleri nedeniyle farklı olduğu ve her havza için ayrı bir model oluşturulması konusunda da görüş birliğine varılmıştır.

Ayrıca, miktarın tahsisi odaklı anlaşmaların artık günümüzde kalite sorununa da odaklanması gerekmektedir. Ayrıca, veri paylaşımı veya ortak bir veri deposu
oluşturmak bölge ülkelerinin karşılaştığı önemli bir sorundur. Bu noktada devletler arasında güven inşası sağlanması gerekmektedir. 
Anlaşmalar, her ne kadar veri paylaşımına ilişkin maddeler içerse de, devletlerin geçmişten gelen güven sorunu, bu paylaşımı imkansız hale getirmektedir. 
Bu süreçte epistemik komitelere büyük görev düştüğü toplantıda dile getirilmiştir.

Su sorunu ile mücadelede en önemli etkenlerden biri olarak kullanıcılar karşımıza çıkmaktadır. Kullanıcıların su kaynaklarını tasarruflu kullanılması için çocuklar ve özellikle suyun doğrudan kullanıcısı olan kadınların eğitilmesi de gündeme gelmiştir. Atık suyun tekrar kullanımı kültürünün kabul edilmesi ve yayılmasınailişkin olarak devlet teşvikleri ile bölge ülkeler için büyük önem taşıyan dini kurumların teşviklerinin artması gerektiği belirtilmiştir.

Toplantı sonucunda ortaya çıkan ortak kararda su kaynakları yönetiminin etkin ve sürdürülebilir olması için Ortadoğu’nun politik istikrar içinde olması, sınıraşan 
havzalarla ilgili olarak kıyıdaşların politik niyeti ve devletlerarası güven inşasının önemi dile getirilmiştir. Ayrıca, su tasarrufu için teknolojik gelişmelerden destek alınırken, suyun kullanıcılarının su tasarrufu konusunda eğitilmesi ve bu konuda denetimlerin arttırılması da bir çözüm olarak teklif edilmiştir. Ayrıca, su ve gıda güvenliği konusu ön plana çıkarılarak, su kaynaklarının en fazla kullanıldığı tarım alanında suyun verimli kullanımı ve sanal su kavramına da yer verilmiştir.

Su, İnsan Yaşamının en önemli ihtiyaçlarından biridir.

Su, İnsan vücudunun ihtiyacı yanında uzun yıllardır tarım, endüstri ve teknoloji gibi alanlar da büyük ölçüde kullanılmaktadır.
Su, İstenilen yer ve zamanda ekonomik olarak elde edilememektedir. Su dağılımının dengesizliği yanında nüfusun artması, ülkelerin gelişmişlikleri
ile doğru orantılı olarak suyun diğer alanlarda da kullanılmaya başlanılması, gelişen teknoloji ve sanayinin su kaynaklarını kirletmesi ve değişen iklim koşullarının su kaynakları varlığını olumsuz bir şekilde etkilemesi ile dünya üzerinde çeşitli bölgelerde su kaynaklarının  yetersizliği, su sorunu yaşanmasına neden olmuştur.

Su sorunu yalnız bir ülkenin sosyal yapısını veya ekonomisini etkileyen bir sorun olmaktan çıkmış artık aynı havza içinde yer alan ülkelerinde dış politikalarını
etkileyen önemli bir unsur haline gelmiştir.

Su kaynaklarının azalması ile günümüzde ve gelecek dönemlerde ülkeler su yetersizliği nedeniyle kendi coğrafyalarında yaşayan canlı türlerinin yaşamının
tehlike altında olması ile yüz yüze gelecektir.

Yukarı kıyıdaş (memba) ülkelerde, sınıraşan suyun kullanımı veya yanlış kullanımı, aşağı kıyıdaş (mansap) ülkeyi doğrudan etkilemektedir. 
Yapılan çalışmalar ile 2025 yılında 3 milyar insanın su sıkıntısı ile karşı karşıya kalacak ülkelerde yaşayacağı tespit edilmiştir. Şimdiden birçok ülke su sıkıntısı ile karşı karşıyadır. Suya artan talebi karşılayabilmek için yüzey suları yetersiz kalmakta, bu sebeple yeraltı suları kontrolsüzce kullanılmakta ve su tablalarının
seviyeleri aşağıya düşmektedir. Suyun yaşam için temel bir kaynak olması ve yaşanan sıkıntılar sosyal gerilime, rekabete ve çatışmaya sebep olmaktadır.

Artan su sıkıntısı, Coğrafi koşullar ile de bir araya gelince, kıyıdaş ülkeler arasında uluslararası nehrin kullanımına ilişkin anlaşmazlıklar ortaya çıkmaktadır.

Birçok ülkenin su kaynakları, sınıraşan su özelliği taşımaktadır. Yerküre üzerinde yaklaşık 263 adet uluslararası nehir havzası bulunmaktadır ve
bu havzalar yerkürenin yarısını kaplarken, toplam su kaynaklarının %60’ını oluşturmaktadır ve dünya nüfusunun % 40’ından fazlasını etkilemektedir.
Coğrafi olarak Avrupa’da 69, Afrika’da 59, Asya’da 57, Kuzey Amerika’da 40, Güney Amerika’da 38 adet uluslararası havza vardır. Bu ülkelerinin su
arzı diğer ülkeye de bağımlıdır. Bu durum su kaynaklarını, ulusal güvenlik konularından bir haline getirmektedir. 

Son yıllarda su kaynaklarının çatışmaların içinde yer alması olasılığı nedeniyle, küresel su sorunları “ öncelikli politika ” statüsünde yeralmaktadır.

Su ve çatışma konusu uzun yıllardır literatürde tartışılmaktadır. Su kaynakları, barış için de, savaş içinde itici güç olabilmektedir. Devletlerin izleyeceği
politikalar ile sonuç işbirliği de olabilir çatışma da olabilmektedir.


• İsrailli Hidrolojist Uri Shamir’in , “ Siyasi niyet barış ise, Su engel oluşturmayacaktır, fakat çatışma için bir sebep aranacak ise su yeterli bir sebep
olacaktır”, ifadesi de bunu ortaya koymaktadır.

• Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri Kofi Annan, 2000 yılında, temiz suya ulaşabilmek için yapılan büyük rekabetin gelecekte, meydana
gelecek çatışma ve savaşların kaynağı olabileceğini belirtmiştir.

• 2004 Nobel Barış ödülü kazanan Wangari Maathai bir demecinde “ormanların yok olması, çölleşme, biyolojik çeşitliliğin azalması ve su
kıtlığı ile ekolojik kriz ile karşı karşıya olunduğunu, orman, su, toprak, mineral ve petrol gibi kaynakları uygun bir şekilde yönetilmedikçe,
yoksulluğa karşı savaşta başarılı olunamayacağını ve barışın var olamayacağını” belirtmiştir.

Ayrıca, mevcut politikaların değişmediği sürece eski çatışmaların canlanacağı ve yeni kaynak savaşlarının ortaya çıkacağının ifade etmiştir.
Çevre ve politika arasında oluşan tehditsel ilişki uzun yıllardır ele alınan bir konudur. Sprout ve Sprout, çevrenin uluslararası politikanın ayrılmaz
bir faktörü olduğunu anlatırken, günümüzdeki çevresel güvenlik literatürünün öncülerinden olmuştur.

Çevresel güvenlik konusunun tanınmış isimlerinden T.H.Dixon ise, mansap ve memba ülkeler arasında oluşabilecek su savaşlarının sadece sınırlı şartlar bütününde gerçekleşebileceğini ve bu tür örneklerin dünyada az miktarda olduğunu belirtmektedir.

Suyun sadece tarihsel olarak askeri bir çatışma sebebi olmadığını ve önümüzdeki yıllarda da savaşlara yol açabileceğini irdeleyen çalışmalar yapılmıştır.

Cooley, Starr, Remans, Amery ve daha da popüler olan Bulloch and Darwish yayınlarında su savaşlarının kurak bölgelerde özellikle de Ortadoğu’da
çıkabileceğini işaret etmektedir. 

Westing, sınırlı su kaynağı için yapılan rekabetin politik gerilimi arttıracağı, hatta savaşa kadar gidebileceğini söylemiştir.

Gleick, su kaynaklarını askeri ve politik birer amaç olduğunu, Ürdün, Fırat, İndus, Ganj, Rio Grande ve Nil nehirlerini örnek vererek tartışmıştır. Özellikle
sınıraşan sularda tipik uyuşmazlık sebebi, aşağı kıyıdaşın, yukarı kıyıdaşın yarattığı kirliliğe, aşırı sulama veya baraj yapmasına karşı çıkmasıdır. Bu
faaliyetler aşağı kıyıdaşa ulaşan suyun kalitesini ve miktarını etkilemektedir. Askeri müdahalelere de sebep olmuş bu faaliyetlere birkaç örnek vardır.
1950-1960 yılları arasında İsrail, Suriye ve Ürdün arasında Ürdün ve Yarmuk Nehirlerinin sularını yönünü değiştirmesi sebebiyle çatışmalar çıkmıştır.

Bir diğer örnek olan Fırat ve Dicle nehirleri kıyıdaşları Türkiye, Suriye ve Irak arasında Fırat nehri üzerine yapılacak barajlar yüzünden anlaşmazlıklar
yaşanmıştır. Anlaşmazlıkların bir kısmı, Meksika ve ABD örneğinde olduğu gibi Rio Grande Nehri’nde yaşanan kirlilik ve Kolorado Nehri üzerine yapılacak
baraj nedeniyle çıkan anlaşmazlıklar barışçıl bir biçimde yönetilmiştir. Güncel çalışmalar, uluslararası ilişkilerde paylaşılan su kaynaklarının önemini
ortaya koymuş, sınıraşan sular ve askeri çatışmalar arasında güçlü bir ilişki olduğunu ortaya çıkartılmıştır.

Uluslararası ilişkiler çalışmalarının konusu da olan bu durum, uluslararası ilişkilerin ana ekollerince incelenmiştir. Realistlere göre, devletler, geleceklerini
ve güvenliklerini etkileyen kaynak, ülke sınırları dışında yer alıyorsa, bu kaynağa sahip olmak zorundadır. Ayrıca, göreceli kazanç ve güvenlik ikilemi üzerinde duran realistler, kaynağın diğer devlet tarafından sahiplenilmesinin bir diğeri için tehdit oluşturabileceğini ve bu durumun kaynak için devletlerin rekabet etmesine neden olabileceğini iddia etmektedirler. Bir diğer ekol liberaller ise daha iyimser bir bakış açısı ile piyasanın kaynaklar için etkin ticareti yaratacağını ve önemli kaynaklardan yoksun olan devletlerin eksiklerini uluslararası piyasadan sağlayabileceğini belirtmiştir. Marksistler ise ekonomik sistem içerisindeki eşitsizliğin önemine odaklanmış ve kaynak kıtlığının hem küresel hem de içte eşitsizliğe sebep olacağını, bu durumunda devletlerarası ve devlet içinde çatışmaları arttıracağını belirtmiştir. Yukarıda belirtilen üç ekol tartışmalarının odağında, gözden kaçırdıkları bir durum söz konusudur. Dünyanın farklı coğrafi bölgelerinde, su kaynaklarının yönetimi kıyıdaşların maruz kaldığı kıtlığa göre değişiklik göstermektedir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi tatlı su kaynakları dünya üzerinde eşit dağılmamıştır. Özellikle Avrupa ve Amerika bol su kaynaklarına sahipken,
Ortadoğu gibi bölgeler ise günden güne su kıtlığı ile karşı karşıya gelmektedir. Bu sebeple, sınıraşan suların yönetimine ilişkin kurumların oluşturulması
ve başarılı olamamasında farklılıklar gözlenmektedir. Avrupa’da, Tuna ve Ren Nehri sularının yönetimi için oluşturulmuş kurumlar uzun süredir
görevlerini yerine getirmektedir. Kuzey Amerika’da ise ABD-Kanada arasında karşılıklı olarak 50 yıldır, sınıraşan suların yönetimi için kurumlar varlıklarını
sürdürmektedir. Fakat söz konusu Ortadoğu olduğunda nehirlerin ortak yönetiminde çok az başarılı olunmuştur, çünkü suyun kıtlaşan bir kaynak olduğu
bu bölgede su, devletlerin bekası için önemli bir kaynaktır. Kıt bir kaynak üzerinde devletlerin ortak bir karara varması ve ortak bir yönetim sağlayabilmesi
zorlaşmaktadır. Su sıkıntısın yaşandığı Ortadoğu’da kurumsallaşmanın zayıf, Avrupa’da ise tatlı su kaynakları ile ilgili kurumsallaşmanın
yaygın olduğu görülmektedir. En az su sıkıntısının yaşandığı Amerika’da ikili ilişkiler ile oluşmuş kurumsallaşmalar yaygındır.

Orta Doğu’nun Su Sorunu

Ortadoğu dünya nüfusunun yüzde 5’ine sahipken suların ise yüzde 1’ine sahiptir. Yaklaşık olarak 25 nehrin yer aldığı coğrafyada su miktarı sıkıntısının
yanında günümüzde su kalitesi problemi de yaşanmaktadır. Tuzluluk, sanayi, evsel ve tarımdan dönen sular kirliliğe sebep olmaktadır. Orta Doğu’da
sulara ilişkin bir diğer sorun ise hakkaniyet sorunudur. Su sorunun yerel, ulusal ve uluslararası boyutta etkili olmaktadır. su kaynakları devletlerin ilişkilerini
etkileyen ve kullanımı da bu ilişkilerden etkilenmektedir. Ortadoğu’da suyun ana kaynağı nehirler ve akiferlerdir. En önemli nehir havzaları Nil, Fırat-Dicle,
Ürdün ve Asi havzalarıdır. Yüzeysularının yetersiz olduğu bölgelerde su ihtiyacı su kaynaklarından temin edilmektedir. Yeraltı sularının yoğun kullanımı,
söz konusu su kaynağının varlığını tehlikeye atmaktadır. Ürdün ve Suudi Arabistan’ın sınırları içerisinde yer alan Dişi akiferi, İsrail ve Filistin’in
sınırları içerisinde Mountain (dağ) akiferi önemli örneklerdir.

Ortadoğu’da su kullanımı ekonomiyi doğrudan etkilemektedir. Ortadoğu’da su kullanımı %60-90 oranında tarım amacıyla, %1-10 arası sanayi, %3-
10 içme, %3-20 hijyen amacıyla kullanılmaktadır. Ortadoğu’da su sorunu sebepleri:

• Hızlı Nüfus Artışı
• Çatışmaların Yoğun Olması
• Gıda Güvenliği Endişesi
• Yarı-Kurak İklimin hakim olması
• Su Kaynakların Yetersiz Olması
• Su Kaynaklarının Eşit Dağılmaması
• Su Kalitesinin Bozulması
• Su kaynakların çoğunluğunun sınıraşan özellikte olması



Orta Doğu’nun Başlıca Nehirleri

• Fırat Ve Dicle Havzası (Fırat nehri 32 milyar/ m3/yıl
• Dicle nehri 52 milyar/m3/yıl)
• Şeria (Ürdün) Nehri Havzası -1.6 milyar/m3/yıl
• Nil Nehri Havzası -84 milyar/m3/yıl
• Asi Nehri Havzası - 2,470 milyar/ m3/yıl

Nil Nehri Havzası Havzada yer alan kıyıdaş ülkeler sırasıyla;,

• Kongo Demokratik Cumhuriyeti
• Uganda
• Tanzanya
• Brundi
• Ruanda
• Kenya
• Eritre
• Etiyopya
• Sudan
• Mısır

Nil nehri 2,9 milyon km2’lik alanı ile Afrika kıtasının yüzde 10’una denk gelmektedir. Dünyanın en uzun nehri olan Nil Nehri, 6825 km uzunluğundadır.
Beyaz Nil olarak Victoria gölünden doğan Nil nehrine Etiyopya’dan doğan Mavi Nil kolu Sudan’da katılır. Nil nehri sularının büyük bir yüzdesi Mavi Nil’den kaynaklanmaktadır. Aswan Barajında Nil nehrinin toplam akımı 84 milyar m3/ yıldır. Bu miktarın yüzde 85’i yani 72 milyar m3’ü Etiyopya’dan, 12 milyar m3’ü diğer kıyıdaşlardan sağlanmaktadır.

Havzada imzalanan en önemli anlaşma 1959 yılında Sudan ve Mısır arasında imzalanan ikili anlaşmadır. Bu anlaşma havzada yer alan diğer kıyıdaşların
kullanımını kısıtlamıştır. 1961 yılında Tanzanya bağımsızlığını kazanması ile Nyerere doktrinini açıklanmış ve bu doktrine göre koloniyel dönemde
imzalanan anlaşmalara bağımsızlığını kazanan ülkeler uymayacaktır.



Şeria (Ürdün) Nehri Havzası  Havzada yer alan kıyıdaş ülkeler sırasıyla;


• Lübnan
• İsrail
• Filistin
• Ürdün
• Suriye


Şeria Havzası iki ana bölümden meydana gelir. İsrail’den doğan Dan kolu, Lübnan’dan doğan Hasbani kolu ve Golan tepelerinden gelen Banias
kolları birleşerek İsrail tarafından kurutulan ve tarıma açılan Hulek gölüne daha sonrada Galile (Kineret-Tiberias) gölüne boşalır. Bu bölüm Yukarı
Ürdün’dür. Galile gölünden Ölüdeniz’e (Lut Gölüne) kadar uzanan bölümü Aşağı Ürdün’dür. Aşağı Ürdün’e Galile Gölü çıkışı Yarmuk Nehri katılır.
Yarmuk nehri Suriye ve Ürdün’den kaynaklanır ve Ürdün-İsrail arası sınır oluşturur.

Toplam Drenaj alanı 18,140 km2’dir. Bu alanın 7216 km2 Ürdün’de, 6445 km2 Suriye’de, 712 km2 Lübnan’da, 1842 km2’si Batı Şeria’da ve 1925 km2’si
1967 yılı öncesi İsrail sınırlarında yer alır. Deniz seviyesinin 395 m altında olup dünyanın en tuzlu göllerinden biridir.

Ürdün nehrinden Ölüdeniz’e 1950 öncesi 1,3 milyar m3 su girmekteydi. Ama günümüzde Ürdün nehrinin yoğun kullanımı nedeniyle bu rakam azalmış
ve göl seviyesi düşmüştür. Ürdün, İsrail ve Filistin’in tek yüzey suyu kaynağı bu nehirdir.

Söz konusu nehrin sularının kullanımı ve tahsisi için Osmanlı İmparatorluğundan günümüze çeşitli projeler hazırlanmıştır. Bu projelerin hiçbirisi başarıya
ulaşmamıştır. Her havza ülke kendine göre hazırladığı projelerde durum kötü bir hal almıştır.

Bu gelişmelerle 1955 yılında Johnston planı hazırlanmıştır. 1953’tyen itibaren hazırlan iki yıllık süreç içerisinde beş konu ele alınmıştır.

- Kıyıdaş ülkelerin su kotası,
- Galile gölünün bir depolama tesisi olarak kullanılma
- Ürdün nehri sularının havza dışına iletilmesi-
- Lübnan’ın ulusal suyu Litani’nin Ürdün’le birleştirilip kıyıdaşlara tahsis
- Uluslararası denetim ve garanti hususları Bu plana hem İsrail, hem de Arap ülkeleri itiraz etmiştir.



Fırat-Dicle Havzası

Havzada yer alan Kıyıdaş Ülkeler


• Türkiye
• Suriye
• Irak




Türkiye’nin mevcut su potansiyeli (DSİ, 2010)

• Ortalama yıllık yağış : 643 mm
• Toplam yıllık yağış miktarı : 501,0 km3
• Yüzey suyu akışı: 186,05 km3
• Buharlaşma : 274,0 km3
• Yeraltısuyu : 41,0 km3 •

Suriye’den Türkiye’ye gelen Asi Nehri’nin de : 7,0 km3 su taşıdığı belirlenmiştir.
Ülkemizin topografik ve iklim koşulları nedeniyle yağış çok düzensiz dağılmıştır. Ortalama yıllık yağış 642 mm olmakla beraber Karadeniz bölgesinde
2000 mm’nin üstünde Orta Anadolu’da ise özellikle Tuz gölü havzasında bu rakam 250 mm ye kadar düşebilmektedir.

Falkenmark İndeksi ülkelerin kullanılabilir su miktarının ülke nüfusuna bölünmesiyle elde edilen ve ülkenin su ilişkin durumunu gösteren bir indekstir.
Bu indekse göre; Su (m3/kişi/yıl) Sınıflandırma

1700 ve üstü Su baskısı yok
1700-1000 Su sıkıntısı
1000-500 Su kıtlığı
500 ve altı Mutlak su kıtlığı


Bu indekse göre Türkiye su zengini bir ülke midir? Devlet Su İşleri (DSİ)’nin Türkiye’nin su potansiyeli hesaplarına göre Türkiye kişi başına yıllık 1652
m3 su potansiyeline sahiptir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tahminlerine göre Türkiye nüfusu 2030 yılında 100 milyona ulaşacak ve su potansiyeli
kişi başına yıllık 1120 m3’e düşecektir. Türkiye su sıkıntısı yaşayan ülkeler arasında yer alacak ve kaynakların çok daha etkin kullanmayı amaçlayan
politikalar izlemek durumda olacaktır.

Suriye’nin mevcut su potansiyeli (FAO, 2009)

• Ortalama yıllık yağış :252 mm
• Toplam yıllık yağış miktarı :46,67 km3
• Yüzey suyu akışı: 12,63 km3
• Yeraltı suyu :6,174 km3

Irak’ın mevcut su potansiyeli (FAO, 2009)

• Ortalama yıllık yağış: 216 mm
• Toplam yıllık yağış miktarı: 94,68km3
• Yüzey suyu akışı: 74,33km3
• Yeraltısuyu:3,28 km3

Fırat-Dicle Havzası Kıyıdaş ülkelerinin havzaya katkıları
Nehir
Yıllık
Akım
Ülkelerin Katkısı
Milyar/
m3
Türkiye Suriye Irak
Fırat 35 31,6 (%90) 3,4 (%10) 0
Dicle 52,7 21,3 (%40) 0 31,4 (%60)
Toplam 87,7 52,9 (%60) 3,4 (%4) 31,4 (%36)


Fırat nehri 2700 km uzunluğu ile güneybatı Asya’nın en uzun nehridir. Havza alanı toplam 82,330 km2’dir. Tabloda da gördüğünüz gibi nehre
en büyük katkı Türkiye’den sağlanmaktadır. Suriye’nin katkısı yüzde 10 iken, Irak’ın katkısı yoktur.
Dicle nehri güneybatı Asya’nın ikinci büyük nehridir. Türkiye’nin ana ve ara kollarla katkısı yüzde 4o2dır. Nehrin ana kaynağı Irak’tır. İran, Karun ve
Küçük zap ve ara kollar ile yüzde 10’luk bir katkı sağlamaktadır.

Türkiye-Suriye-Irak Su İlişkileri Tarihçesi

• 1950: Suriye, drenaj ve sulama projesi olan Ghap vadisi projesi için Dünya Bankasına kredi başvurusu.
• 1953: DSİ Kuruldu.
• 1956: Suriye, Orantes Barajı yapılmaya başladı.
• 1962: Suriye ve Irak aralarında Fırat nehri debisi ve sevilerine ait veri alışverişli kararına vardılar. Irak, Fırat nehri üzerinde tarihi hakları konusunu
           gündeme getirdi.

• 1965-1973: Türkiye Keban Barajını yapma kararını verdi ve Irak ve Suriye’ye Türkiye Suriye sınırında 350 m3/sn suyu bırakacağını taahhüt etti
• 1966: Suriye, Irak’ın tarihsel haklar iddiasını reddetti. Ve Irak’a Fırat nehrinde %59 su vermeyi kabul etti.
• 1968-1973: Suriye, Tabka barajını yaptı.
• 1975: Keban ve Tabka barajlarının dolum süreci nedeniyle, Irak ve Suriye savaş noktasına geldi. Suriye, Tabka barajından yılda 200 milyon metreküp
           su bırakmaya karar vermiştir.
• 1976-1987: Türkiye Karakaya Barajını yapmaya karar verdi.
• 1979: Türkiye Dünya bankasına, Karakaya barajı için kredi başvurusu aşamasında tek taraflı olarak saniyede minumun 500 metreküp su bırakacağını belirtmiştir.
• 1980: Türkiye ve Irak Karma Ekonomik komisyonu bir araya geldi ve Ortak teknik komite kurma kararı aldı.
• 1982: Komitenin ilk toplantısı Türkiye ve Irak arasında gerçekleştirildi.
• 1983: Komiteye Suriye’de katılır ve üçlü görüşmeler başlar. Türkiye, bu toplantıda PKK ve ASALA’yı gündeme getirir.
• 1983-1992: Türkiye, Atatürk Barajı’nı yaptı.
• 1984: Türkiye ve Irak güvenlik protokolü imzaladı.

(15 Ekim 1984’te Türkiye ile Irak bir Güvenlik Protokolü yaptılar. Birbirlerinin topraklarında 5 km’ye kadar “Sıcak Takip” yapma olanağı yarattılar. 
Bu protokol Ekim 1988’e kadar yürürlükte kalacaktır.)
• 1984: Hidroelektrik üretim projesi olarak hazırlanan GAP, entegre sosyo-ekonomik geliştirme programına dönüştürüldü.
• 1987: Türkiye Şam’da iki protokol imzalar. Türkiye, nihai bir anlaşmaya kadar Fırat nehrinden Suriye sınırından saniyede 500 metreküp su
bırakacağını taahhüt eder. İkinci protokol ise güvenlik protokolünde Suriye PKK’ya verdiği desteğe son vereceği sözünü verir.
• 1989: Nisan ayında, 13. Ortak Teknik Komite toplantısında Suriye Irak’a 500 metreküp/saniye suyun yüzde 58’in bırakacağını yapılan ikili bir
anlaşma ile taahhüt eder.
• 1989: Ekim ayında, Türkiye Suriye’nin 1987 güvenlik protokolüne sadık kalmadığını ilan eder.
• 1989: Kasım ayında, Türkiye Atatürk barajını doldurmaya başlayacağını ve 13 Ocak-12 Şubat 1990 tarihleri arasında Fırat nehri sularını derive
edeceğini ilan eder. Bu arada TR-SY sınırından saniyede 1000 metreküp su bırakır.
• 1990: Mayıs ayında Irak, Türkiye’ye Suriye sınırında saniyede 700 metre küp su bırakması için ısrar eder. Türkiye reddedince, Irak’ta 1984 güvenlik
protokolünü yenilemeyeceğini belirtir.
• 1990:2 Ağustos tarihinde Irak, Kuveyt’ e saldırır. Türkiye koalisyonu destekler ve Irak’a karşı İncirlik üssünün kullanılmasına izin verir.
• 1991: Suriye, Türkiye’de yapılacak Su Zirvesine katılmayı reddetti.
• 1992: Türkiye, Irak’ın 700 metreküp/saniye talebini reddetti.
• 1995: Aralık ayında Şam’da toplanan yedi Arap ülkesi, yayımladıkları Şam Deklarasyonu ile Türkiye’nin Suriye’ye kirli su bıraktığı konusunda suçlamışlardır.
• 1996: Suriye ve Irak, Birecik barajının inşasını protesto etmişlerdir. Bu durumu Arap ligine bildirmişler ve inşa konsorsiyumunda yer alacak ülkelere de uyarı iletmişlerdir.
• 1996: Mart ayında Türkiye ve İsrail güvenlik anlaşması imzalamışlardır. Bu gelişme Irak ve Suriye tarafından protesto edilmiştir.
• 1997: BM, Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımlarına İlişkin Sözleşmesi imzaya açıldı. 

Türkiye, Çin ve Burundi karşı oy kullandı. 103 ülke olumlu oy verirken, 27 ülke tarafsız kaldı. (27 Mayıs 1997 tarihinde Genel Kurulda oylamaya açılmıştır) sözleşmenin
yürürlüğe girmesi için 35 ülkenin onaylaması yeterlidir. Su an itibariyle 25 ülke onay vermiştir.

• 1998: Suriye ve Irak, Fırat-Dicle nehirlerine ilişkin ikili görüşmeler yaptı ve Türkiye katılmadı.
• 1998: Adana Mutabakat
• 1999: Türkiye-Suriye ilişkilerinde yumuşama (dini bayramlarda sınırların açılması geçişlere izin verilmesi
• 2000: Hafız Esad’ın vefatı ve Başer Esad’ın göreve başlaması.
• 2001:GAP BKİ –GOLD (Suriye Sulama Bakanlığı Arazi Islah Müessesesi) Protokolü
• 2002: Uygulama Dokümanının yayımlanması.
• 2007: İlgili Bakanlıkların dönem dönem toplantı yapması.
• 2009: 3 Eylül tarihinde su sorununu çözmek için Türkiye, Irak, Suriye Üçlü Bakanlar Toplantısı Ankara’da yapıldı. Toplantıya, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, 
Irak Su ve Doğal Kaynaklar Bakanı Abdüllatif Camal Raşit ile Suriye Sulama Bakanı Nader Al Bounni katıldı.
• 2009:Çevre Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu ve Suriye Sulama Bakanı Nadir El Bounni mutabakat zaptı imzalamışlardır. İmzalanan 51 mutabakat
zaptı içerisinde Asi nehri üzerinde “Asi Dostluk Barajını” yapılmasıda yer almaktadır.
• 6 Şubat 2011: Asi Dostluk Barajı’nın temeli atıldı. Türkiye’nin işbirliği adımları ve havzada su kaynaklarının tahsisi Üç Aşamalı Plan (1984)
• Su Kaynakları ile ilgili envanter çalışmaları
• Toprak Kaynakları ile ilgili envanter çalışmaları
• Mevcut Toprak ve Su kaynaklarının birlikte değerlendirilmesi 1984 yılında Ortak Teknik Komite (OTK) toplantısında Türkiye tarafından dile getirilmişti


1987 Protokolü Türkiye-Suriye arasında imzalanan bu protokolle Türkiye, yıllık ortalama 500m3/sn suyu Türkiye - Suriye sınırından vermeyi kabul etmektedir. Yıllık
debinin 500m3/sn’nin altına düştüğü yıllarda ise, Türkiye tarafı aradaki farkı bir sonraki yılda telafi etmeyi kabul etmektedir.
Suriye, 1990 yılında Irak’la imzaladığı protokol ile Türkiye’den gelen 500m3/sn suyun %58’ini Irak’ın kullanımına bırakmıştır.
Barış Suyu Projesi (1986) Seyhan ve Ceyhan nehri sularının Arap ülkelerine iletilmesi (6 milyon m3 su) (Ürdün nehrinin 3,5 katı)
İki boru hattı ile su iletilecek projenin; Batı Hattı: 3,5 milyon m3/gün-2700 km (Hama, Humus, Halep, Şam, Amman, Yanbu, Medine ve
Mekke) Doğu Hattı: 2,5 milyon m3/gün – 3900 km (Suriye ve Ürdün üzerinden Körfez ülkelerine Kuveyt, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri)

SONUÇ

• Su kaynakları açısından kıt bir bölge olan yerel, ulusal ve uluslar arası ölçekte etkilerini yaşamıştır.
• Ortadoğu’nun politik durumu, su kaynakları yönetimi doğrudan etkilemektedir.
• Teknik bir durum siyasi bir durum olarak algılanmaktadır.
• Kıt olan su kaynakları en iyi şekilde yönetilerek verimli bir şekilde kullanılabilir.
• Doğru su yönetim doğru veriler ve işbirliği ile sağlanabilir.
• Veri problemi.
• İşbirliği zayıf, özellikle kurumsallaşma da zayıf.
• Yıllık yağış ortalamasında bir düşüş söz konusu, bölgenin iklimi nedeniyle buharlaşma da çok fazla.

Irak’ta henüz iç dengeler oturabilmiş değil, kendi içinde ve vilayetler arasında da su kaynaklarına ilişkin bir sorun söz konusu, İran Karun ve Dez suları
üzerinde proje yapma niyetinde çünkü İran’da su sorunu söz konusu özellikle Merkez bölgesinde.

Suriye, Mart ayı itibariyle bir iç karmaşın içerisinde, Asi Dostlu barajı projesi sekteye uğrayabilir.
Öncelikle her kıyıdaş üç aşamalı plan örneğinde olduğu gibi su kaynakları ve toprak kaynakları envanteri çıkarmalıdır. Su kaynaklarının tahsisi
nüfus, sosyal yapı, ekonomi, iklim ve diğer şartlar göz önünde bulundurarak yapılmalıdır. İşbirliği üç kıyıdaşın katılımıyla gerçekleşmelidir.
Tarımda su kaybını en aza indirebilecek modern sulama teknikleri kullanılmalıdır.
Su kaybının yıpranma ve eskime sebebiyle çok olduğu su şebekelerinin tadilatı ve yenilenmesi yapılmalıdır.


Diğer Çözüm Önerileri ise;

• Atıksu Arıtımı
• Sanal Su
• Düşük sermaye,

* Yağmur birktirme (çatılarda)
* Acı (Brakish) su kullanımı
* Yağmur suyu depolama
* Çöl Barajları
* Akifer Besleme

• Yüksek sermaye,

* Deniz suyu arıtma ( Desalinasyon)
* Acı Su arıtma
* Su ithal etmek (Tanker, boru hattı, medusa)
* Havzalar arası su transferi (ör.İran)
* Bulut tohumlama (kuru buz) 


ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU - 2011
ORTADOGUDA SU SORUNU  
Dr. Tuğba Evrim Maden,
Ortadoğu da Su Sorunu
Dr. Tuğba Evrim Maden
ORSAM Su Araştırmaları Programı Danışmanı
Aksaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü


***