Hasan Kanbolat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hasan Kanbolat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2017 Pazar

ORSAM SU SÖYLEŞİLERİ 2012 / ORSAM WATER INTERVIEWS 2012 GİRİŞ BÖLÜMÜ;


ORSAM SU SÖYLEŞİLERİ 2012 / ORSAM WATER INTERVIEWS 2012 GİRİŞ BÖLÜMÜ; 






































ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ, 

Bu raporun içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır.

STRATEJİK BİLGİ YÖNETİMİ, ÖZGÜR DÜŞÜNCE ÜRETİMİ ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 

Tarihçe 

Türkiye’de eksikliği hissedilmeye başlayan Ortadoğu araştırmaları konusunda kamuoyunun ve dış politika çevrelerinin ihtiyaçlarına yanıt verebilmek amacıyla, 1 Ocak 2009 tarihinde Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) kurulmuştur. Kısa sürede yapılanan kurum, çalışmalarını Ortadoğu özelinde yoğunlaştırmıştır. 

Ortadoğu’ya Bakış 

Ortadoğu’nun iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir. Ancak, ne Ortadoğu ne de halkları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja mahkum edilmemelidir. Ortadoğu ülkeleri, halklarından aldıkları güçle ve iç dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele sahiptir. Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine, devletlerin egemenlik halklarına, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler arasında gerek ulusal ölçekte kalıcı barışın ve huzurun temin edilmesinin ön şartıdır. Ortadoğu’daki sorunların kavranmasında adil ve gerçekçi çözümler üzerinde durulması, uzlaşmacı inisiyatifleri cesaretlendirecektir Sözkonusu çerçevede, Türkiye, yakın çevresinde bölgesel istikrar ve refahın kök salması için yapıcı katkılarını sürdürmelidir. Cepheleşen eksenlere dâhil olmadan, taraflar arasında diyalogun tesisini kolaylaştırmaya devam etmesi, tutarlı ve uzlaştırıcı politikalarıyla 
sağladığı uluslararası desteği en etkili biçimde değerlendirebilmesi bölge devletlerinin ve halklarının ortak menfaatidir. 

Bir Düşünce Kuruluşu Olarak ORSAM’ın Çalışmaları 

ORSAM, Ortadoğu algalımasına uygun olarak, uluslararası politika konularının daha sağlıklı kavranması ve uygun pozisyonların alınabilmesi amacıyla, kamuoyunu ve karar alma mekanizmalarına aydınlatıcı bilgiler sunar. Farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretir. Etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik eder. ORSAM; bölgesel gelişmeleri ve trendleri titizlikle irdeleyerek ilgililere ulaştırabilen güçlü bir yayım kapasitesine sahiptir. ORSAM, web sitesiyle, aylık Ortadoğu Analiz ve altı aylık Ortadoğu Etütleri dergileriyle, analizleriyle, raporlarıyla ve kitaplarıyla, ulusal ve uluslararası ölçekte Ortadoğu literatürünün gelişimini desteklemektedir. Bölge ülkelerinden devlet adamlarının, bürokratların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve STK temsilcilerinin Türkiye’de konuk edilmesini 
kolaylaştırarak bilgi ve düşüncelerin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır. 

www.orsam.org.tr

ORSAM Su Araştırmaları Programı Program Hakkında 

Su, sadece insanlar için değil ekosistemi oluşturan tüm bitki ve hayvanlar için yeri doldurulamaz, değerli, yaşamın devamlılığını sağlayan en önemli elementlerden biridir. Yeraltı ve yüzey sularından; tarım, taşıma, madencilik, endüstriden içme suyuna kadar, ekonomik amaçlar da dâhil olmak üzere pek çok alanda istifade edilmektedir. Ancak su kaynakları üzerinde, gerek insan faaliyetleri gerek doğanın yarattığı değişimler nedeniyle çift yönlü bir baskı vardır. Özellikle su sıkıntısı olan bölgelerde aşırı nüfus artışı, kırsal kesimden şehirlere doğru artan göç ve bunun sonucunda oluşan nüfus değişimleri, gıda güvenliği, sosyo-ekonomik refahın artması, tarımsal, evsel ve sanayi kaynaklı kirlilik, küresel iklim değişikliği sonucu yağış rejimlerinin değişmesi, hidrolojik döngünün tüm elemanlarını etkilemektedir. Bunun sonucunda su kaynakları gün geçtikçe hem miktar hem de kalite açışından değişime uğramaktadır. Suyun arzı ile tüketim talebi arasındaki uçurum her geçen gün büyümektedir. 
Su kaynaklarının yönetimine ilişkin sorunlar yaşanırken, çevre sorunlarının da su kaynakları üzerindeki etkisi her geçen gün artmaktadır. Türkiye ve yakın çevresi, ama bilhassa Ortadoğu, söz konusu sorunların en fazla hissedildiği bölgelerdendir. 

Diğer taraftan, su kaynağı potansiyelinin yüzde 40’tan fazlası sınıraşan su havzalarında yer alan Türkiye’nin, özellikle Fırat-Dicle Havzaları kıyıdaşı olan komşularıyla ilişkileri büyük önem arz etmektedir. 
Gerek Türkiye’nin gerek bölge ülkelerinin, bölgesel istikrar ve refahın artışı ile komşuluk ilişkilerinin derinleştirilmesi yönünde harcadığı çabaların hedefine ulaşmasında, su kaynaklarının kullanımı konusunda bilgiye dayalı, iyi niyetli ve aktif bir işbirliği içinde olunması tüm taraflar için elzemdir. Ek olarak,Türkiye’nin, Avrupa Birliği adaylığı sürecinde AB Su Çerçeve Direktifi’ni kendi ulusal mevzuatı ile uyumlaştırma gündemi, önümüzdeki dönemde su politikalarının yeni bir içerik kazanmasını beraberinde getirecektir. 

Bu etkenler doğrultusunda, dünyadaki ve Türkiye’nin yakın çevresindeki su gündemine ilişkin güncel gelişmelerin ve su politikalarıyla ilgili trendlerin izlenmesi, elde edilen verilerin analiz edilmesiyle ortaya çıkan aydınlatıcı bulguların kamuoyuna ve karar alıcılara sunulması amacıyla ORSAM bünyesinde 1 Ocak 2011’de “ORSAM Su Araştırmaları Programı” kurulmuştur. 

Ortadoğu’da, gerek iklimsel şartlar gerek kaynakların verimsiz kullanımı nedeniyle hidrolojik su bütçesindeki sıkıntıların ve buna bağlı olarak da politik, ekonomik ve toplumsal sorunların büyük artış göstermesi nedeniyle, ORSAM Su Araştırmaları Programı çalışmalarında Ortadoğu bağlantılı konulara öncelik verilmiştir. 

ORSAM Su Araştırmaları Programı, su politikaları konusunda farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretmeyi, etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik edip çeşitlendirmeyi, Türkiye’deki su çalışmaları literatürünün gelişiminin desteklenmesini amaç edinmiştir. 

ORSAM Su Araştırmaları Programı bu kapsamda, bölge ülkelerinde su çalışmalarıyla ilgili olan akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri, bürokratlar, devlet adamları, stratejistler, gazeteciler ve işadamlarının Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak, bilgi ve düşüncelerinin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamayı da hedeflemektedir. 

www.orsam.org.tr/tr/SuKaynaklari/ 

ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
4 ORSAM SU ARAŞTIRMALARI PROGRAMI 
Rapor No: 18, Ocak 2013 

TAKDİM 

Su, tüm ekosistem için yeri doldurulamaz, değerli ve yaşamın devamlılığını sağlayan en önemli maddelerden biridir. Ancak su kaynakları üzerinde, gerek insan faaliyetleri gerek doğanın yarattığı değişimler nedeniyle çift yönlü bir baskı vardır. Özellikle su sıkıntısı olan bölgelerde; aşırı nüfus artışı, kırsal kesimden şehirlere doğru artan göç, gıda güvenliği politikaları, sosyoekonomik refahın artması, tarımsal, evsel ve sanayi kaynaklı kirlilik ve küresel iklim değişikliği sonucu yağış rejimlerinin değişmesi, hidrolojik döngünün tüm elemanlarını etkilemektedir. 
Bunun sonucunda su kaynakları gün geçtikçe hem miktar hem de kalite açışından değişime uğramaktadır. Özellikle su sıkıntısının yaşandığı bölgelerde su arzı sabit kalırken su talebi gün geçtikçe artmaktadır. Bir yandan su kaynaklarının yönetimine ilişkin sorunlar yaşanırken, diğer yandan da çevre sorunlarının su kaynakları üzerindeki etkisi her geçen gün artmaktadır. 
Türkiye ve yakın çevresi, ama özellikle Ortadoğu, söz konusu sorunların en fazla hissedildiği bölgelerdendir. 

ORSAM bünyesinde 1 Ocak 2011’de “ORSAM Su Araştırmaları Programı” kurulmuştur. ORSAM Su Programı, dünyadaki ve Türkiye’nin yakın çevresindeki su gündemine ilişkin güncel gelişmelerin ve su politikalarıyla ilgili eğilimlerin izlenmesi, elde edilen verilerin analiz edilmesiyle ortaya çıkan aydınlatıcı bulguların kamuoyuna ve karar alıcılara sunulması amacıyla kurulmuştur. Ayrıca, su politikaları konusunda farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretmeyi, etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin 
araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik edip çeşitlendir meyi, Türkiye’deki su çalışmaları literatürünün gelişiminin desteklenmesini amaç edinmiştir. 

ORSAM Su Araştırmaları Programı bu kapsamda, bölge ülkelerinde su çalışmalarıyla ilgili olan akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri, bürokratlar, devlet adamları, stratejistler, gazeteciler ve işadamlarının Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak, bilgi ve düşüncelerinin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamayı da hedeflemektedir. 
ORSAM Su Araştırmaları Programı bu doğrultuda ORSAM Su web sayfasında güncel analizler, haftalık su bülteni, raporlar ve söyleşiler yayımlamaktadır. Bu raporda, 2012 yılında Türkiye ve dünyadan su konusunda uzmanlaşmış akademisyenler, uzmanlar ve yöneticiler ile yapılan söyleşiler yer almaktadır. Bu söyleşileri gerçekleştiren ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanları Dr. Tuğba Evrim MADEN ve Dr. Seyfi KILIÇ’ a teşekkürlerimizi sunuyoruz. 
Yeni çalışmalarımızda buluşmak dileğiyle; 

Hasan KANBOLAT 
ORSAM Başkanı

ORSAM SU ARAŞTIRMALARI PROGRAMI 5 Rapor No: 18, Ocak 2013 
Dr. Tuğba Evrim Maden 

Tuğba Evrim Maden Lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi, Hidrojeoloji Mühendisliği bölümünde, yüksek lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırmalar Merkezinde tamamlamıştır. Doktora derecesini “ AB Su Çerçeve Direktifi ve Meriç Nehri” başlıklı tezi ile 2010 yılında Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünden almıştır. 1 Aralık 2010 tarihinden itibaren Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Su Araştırmaları Programı’nda “Hidropolitik Uzmanı” olarak görev 
yapmaktadır. Tuğba Evrim Maden, ISA (International Studies Association) ve IWA (International Water Association), International Association of Hydrological Sciences (IAHS) ve UİK (Uluslararası İlişkiler Konseyi) üyesidir. 

Dr. Seyfi Kılıç 

Seyfi Kılıç Lisansını Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde, Yüksek Lisansını Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi Sosyal Çevre Bilimleri Anabilim Dalı’ndan doktora derecesine sahiptir. Seyfi Kılıç, 2010 Aralık ayından bu yana Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Su Araştırmaları Programında “Hidropolitik Uzmanı” olarak görev yapmaktadır.

ORSAM SU ARAŞTIRMALARI PROGRAMI 7 Rapor No: 18, Ocak 2013 

İçindekiler 

Takdim ...................................................................4 

Söyleşiler..................................................................9 
1. Ceyda Alpay: “BLACK SEA BOX PROJESİ KARADENİZ’DEKİ 
ÇEVRE SORUNLARINA DİKKAT ÇEKMEDE BAŞARILI OLDU”....9 

2 M. Arif Demirer: “TÜRKİYE’NİN ACI SU POTANSİYELİ 
ALTERNATİF BİR KAYNAK OLABİLİR” ..............13 

3. Jacob Granit: “SU, ENERJİ ÜRETİMİNDE KISITLAYICI OLMAMALIDIR” ......16 

4. Yrd. Doç. Dr. Aysun Uyar: “ÇEVRE SORUNU YALNIZ DOĞA 
BİLİMLERİNİN DEĞİL SOSYAL BİLİMLERİN DE SORUNUDUR” .......19 

5. Anna Bachmann: “SÜLEYMANİYE’DE SU KAYNAKLARI İLE İLGİLİ 
BAŞLICA SORUNLAR; SU KAYNAKLARININ KALİTESİ, MİKTARI VE 
AYNI ZAMANDA YÖNETİMİDİR .” .....................22 

6. Süleyman Kodal ve Gökşen Çapar : “BİZ SU KONUSUNDA 
HEM EĞİTİM HEM DE ARAŞTIRMA BOYUTU OLAN BİR 
ENSTİTÜ OLMAYI HEDEFLİYORUZ.”...................29 

7. Prof. Dr. Hüseyin Gökçekuş: “KKTC İÇME SUYU TEMİN PROJESİ 
ASRIN PROJESİ OLACAK” .................................33 

8. Tesfay Alemseged: “MISIR, SUDAN VE ETİYOPYA RÖNESANS BARAJINA 
İLİŞKİN TEKNİK VE GÜVENLİK KONULARINDA İYİ İLİŞKİLERE SAHİPTİR.”.....43 

9. ICID Başkan Yardımcısı Dr. Hüseyin Gündoğdu: TÜRKİYE ICID İLE BİRLİKTE BİR KEZ DAHA DÜNYA’DA İLK KEZ YAPILACAK BİR FAALİYETE İMZA ATACAKTIR. BU SEFER TARIMSAL SULAMA KONUSUNDA DÜNYA’DA İLK DEFA GERÇEKLEŞTİRİLECEK.............................49

1 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

4 Mart 2017 Cumartesi

RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI BÖLÜM 2




 RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI  BÖLÜM 2



RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI - 
Rusya-İsrail İlişkileri 


Doç. Dr. Hasan Ali Karasar, Hasan Kanbolat ,RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI,




Her ne kadar SSCB zamanından beri Moskova, Ortadoğu’da Arap ülkeleri temelli bir politika izlese de günümüzde Rusya ile İsrail’in birçok konuda birbirine ihtiyaç duyduğu görülmektedir. En başta İsrail, Rusya’nın bölgedeki en büyük ticari ortağıdır. Diğer taraftan eski SSCB cumhuriyetleri dışında en büyük Rusça konuşan nüfus İsrail’de yaşamaktadır. İsrail’de yaşayan bir milyondan fazla eski 
SSCB vatandaşı, iki ülke arasında kültürel ilişkilerin ve turizmin gelişmesini sağlamaktadır. Yine Rusya, özellikle bilim adamı ve mühendisler başta olmak üzere Yahudi kökenli eski Sovyet vatandaşlarının İsrail’e göç etmesinden sonra İsrail ile askerî teknoloji konusunda ortak projeler yürütmek istediğini açıklamıştır. 

İsrail de Moskova ile ilişkilerin geliştirilmesinden yanadır. En başta İsrail, Yahudi kökenli Rusya vatandaşlarının İsrail’e göçünün devam etmesini istemektedir. Diğer taraftan İsrail, Rusya ile ilişkilerini geliştirerek Moskova’nın Arap ülkelerine silah satışını engellemeye çalışmakta ve Ortadoğu’daki gelişmeler çerçevesinde de Rusya’nın en azından daha tarafsız bir politika izlemesini istemektedir. Rusya ile ticari ilişkilerin geliştirilmesi de İsrail açısından son derece önemlidir. 

Bununla birlikte Rusya ile İsrail arasındaki ilişkiler son on yıldır inişli çıkışlı bir seyir izlemektedir. 1967 yılında kesilen Rusya ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkiler ancak 1991 yılında yeniden kurulmuştur.10 Benyamin Netanyahu’nun Mayıs 1996 yılında seçimleri kazanmasıyla birlikte Rusya ile İsrail arasındaki ilişkiler gelişmeye başlamıştır. İsrail, o tarihlerde ekonomik kriz yaşayan Rusya’ya 50 milyon dolarlık kredi açmış ve Rus gazına ilgi duymaya başlamıştır. Ancak Rusya’nın İran’a füze satmasından dolayı iki ülke arasındaki ilişkiler tekrar bozulmuştur. Ayrıca Arap ülkeleriyle iyi ilişkilerin geliştirilmesin den yana olan Yevgeniy Primakov’un dışişleri bakanı olmasıyla Moskova, İsrail’in Filistin politikasını eleştirmeye başlamıştır. Rusya’da 1998’de yaşanan ekonomik kriz ise İsrail ile ticari ilişkileri de olumsuz etkilemiştir.11 

Rusya ile İsrail arasındaki ilişkilerin inişli-çıkışlı seyri Vladimir Putin döneminde de devam etmektedir. Devlet başkanı olduğu ilk yıllarda Vladimir Putin’in Çeçenistan meselesiyle ilgilenmesi, aslında Rus-İsrail ilişkilerini olumlu etkilemiştir. Adı açıklanmayan bir Rus diplomat basına, İsrail’in, Batı’da Rusya’nın Çeçenistan politikası ile ilgili oluşan “yanlış görüşlerin” ortadan kaldırılmasında önemli rol oynadığını dile getirmiştir.12 Rusya da çok geçmeden İsrail’e bu konudaki “borcunu” ödemiştir. Putin, Yeltsin’den farklı olarak İsrail-
Filistin savaşlarında sadece İsrail’i değil, Filistin yetkililerini de suçlamış ve taraflara sorunu çözmeleri ve görüşmelere başlamaları 
için çağrıda bulunmuştur.13 

26-29 Nisan 2005 tarihlerinde Vladimir Putin gerçekleştirdiği Ortadoğu gezisi kapsamında İsrail’i de ziyaret etmiştir. Dönemin İsrail Devlet Başkanı Moşe Katsav ile dönemin İsrail Başbakanı Ariel Şaron, Putin’in ziyaretini “tarihî” olarak nitelendirmişlerdir. Zira sadece Sovyet liderleri değil, Rus çarları dahi “kutsal topraklara” ayak basmamıştır. İsrailli yetkililer, Moskova’nın Arap ülkelerine 
silah satışı ve Rusya’da her geçen gün artan Yahudi düşmanlığı konusundaki kaygılarını dile getirseler de Putin’in ziyareti bu kaygıları azaltmadığı gibi, Putin’in “Ağlama Duvarı”nı ziyareti sırasında kipa takmayı reddetmesi, tarafları diplomatik krizin eşiğine getirmiştir. Ziyaretin her iki ülke açısından da en önemli neticesi ise ticari anlaşmaların imzalanmış olmasıdır. Aynı şeyi Vladimir Putin’in 25 Haziran 2012’de gerçekleştirdiği İsrail ziyareti için de söylemek mümkündür. 

Bu ziyaretin gündemini Ortadoğu’daki gelişmeler ve iki ülke arasındaki münasebetler teşkil etmiştir. Rusya’nın İran ve Suriye’deki mevcut rejimleri desteklemesi, bu ülkelere silah satması, İran’da nükleer santral inşaat etmesi gibi politikalar, Batı dünyasını olduğu gibi İsrail’i de rahatsız etmektedir. Putin’in ziyareti sırasında İsrailli yetkililer bir kez daha Rus liderden adı geçen ülkeleri desteklemekten vazgeçmesini ve bu ülkelere silah satmamasını istemişlerdir. Vladimir Putin ise Rusya’nın resmî tutumunu bir kez daha gündeme getirmiş ve sorunların barışçıl yollarla çözülmesi gerektiğini vurgulamıştır. Netice itibarıyla tarafların Ortadoğu’daki sorunlarla ilgili mutabakata vardıklarını söylemek mümkün değildir. Ziyaretin en önemli neticesi ise hiç şüphesiz tarafların ikili askerî ve ticari münasebetleri geliştirme konusunda kararlılıklarını bildirmeleri olmuştur. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2011 yılında 4 milyar dolar 
seviyesine ulaşmıştır (2010 yılı ile kıyasla yüzde 37 oranında artmıştır). 2008’de başlayan vizesiz geçişten sonra İsrail’i ziyaret eden Rus turistlerinin sayısında da artış olmuş ve yılda 500 bine kadar çıkmıştır. İsrail’in Rusya’da ilaç fabrikasını inşaat etme konusunda tarafların anlaşmaya varmaları, Rusya’nın İsrail ile ortaklaşa pilotsuz helikopterler üretme isteği ve taraflar arasında İsrail’de Rus uzay istasyonunun kuruluşu meselesinin görüşülmesi gibi hususlar da önümüzdeki dönemde Rus-İsrail işbirliğinin çok yönlü gelişmeye devam edeceğine işaret etmektedir. 

Her ne kadar Rusya ile İsrail arasındaki ilişkiler son yıllarda daha fazla gelişmeye başlasa da bu ilişkilerin Rusya Yahudilerinin istediği düzeyde olmadığı bir gerçektir. Bu ilişkilerin yavaş gelişmesinde Rusya’daki İsrail karşıtı çevrelerin önemli payı vardır. 

Rus Dışişleri Bakanlığında görev yapan Arap ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesinden yana olan yetkililer, Yahudi karşıtı Komünist ve milliyetçi kesimler, Arap ülkelerine silah satan Rus “ Rosoboroneksport ” şirketinin yetkilileri, 20 milyon Müslüman’ı temsil eden Rusya Müslümanları cemiyetlerinin bir kısmı vs. Moskova’nın İsrail’e fazla yaklaşmasını istememektedirler. 

Rusya-İsrail münasebetlerini olumsuz etkileyen bir başka önemli mesele de Moskova’nın Hamas’a yaklaşımıdır. Vladimir Putin, daha 2006’da Filistin’de 
seçimleri kazanan HAMAS örgütü ile ilişkileri kesmeyeceğini açıklamış, daha sonra ise örgütün yöneticilerini Moskova’ya davet etmişti.14 ABD ve İsrail’in 
terörist listesine dâhil ettiği HAMAS, Rusya’nın “kara listesi”nde değildir. Filistin’deki seçimlerden hemen sonra sadece İran, Suriye ve Mısır, 
Filistin ile ilişkilerini devam ettireceklerini açıklamıştı. Putin’in yaptığı açıklama ise, bu üçlüye Rusya’nın da dâhil olduğunu göstermişti. 

Her ne kadar Batı basını, Moskova’nın HAMAS ile münasebetlerini, sadece Rusya’nın Batı’ya “ kafa tutması ” şeklinde yorumlasa da Putin’in HAMAS ile münasebetler tesis ederek, İsrail-Filistin sorununun çözümünü de amaçladığını söylemek mümkündür. Kremlin’in bu tutumu, hiç şüphesiz Rusya’nın Arap dünyasındaki prestijini de arttırmaktadır. Ayrıca Rusya, bu tutumuyla bölgede 
bütün güçlerle irtibat içerisinde olan yegâne güçlerden biridir. Bu husus ise Rusya’ya ara-buluculuk şansı tanımakta, onun bölgedeki etkisini arttırmaktadır. Netice itibarıyla HAMAS ile münasebetler, bir taraftan İsrail ile münasebetlere gölge düşürse de diğer taraftan Rusya’nın Ortadoğu’da hareket alanını genişletmektedir. 

RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI - 
Rusya-Suudi Arabistan İlişkileri 

Her ne kadar Suudi Arabistan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülke SSCB olsa da iki ülke arasındaki ilişkiler ancak Vladimir Putin döneminde gelişmeye başlamıştır. 2003 yılında ilk kez bir Suudi Arabistan kralı Moskova’yı ziyaret etmiştir. Kral Abdullah’ın bu ziyareti sırasında taraflar enerji alanında işbirliği geliştirme konusunda anlaşma imzalamışlardır. Dünyadaki en büyük petrol ve gaz rezervlerine sahip olan bu iki ülke arasındaki ilişkilerde bugün de enerji konusu ön plana çıkmaktadır. 11 Şubat 2007’de S. Arabistan’ı ziyaret ederek 
bu ülkeye ayak basan ilk Rus lider unvanını alan Putin, “her ne kadar Rusya ile S. Arabistan enerji alanında rakip olarak görünseler de biz rakip değil, ortağız” şeklinde açıklamada bulunmuştur.15 Nitekim Rus petrol şirketi Lukoyl, S. Arabistan ile enerji alanında 40 yıl sürecek bir işbirliği anlaşması imzalamıştır. Lukoyl, yeni açılacak petrol yatakları için 2 milyar Dolar yatırımda bulunmaya hazırlanmaktadır. Diğer taraftan Rusya ile S. Arabistan, tank ve helikopter başta olmak üzere Rus askerî teknolojisinin S. Arabistan’a ihracatı konusunda da görüşmeler yapmaktadırlar.16 

S. Arabistan’ın günümüze kadar askerî teknoloji konusundaki ihtiyaçlarının
büyük bölümünü ABD’den karşıladığını göz önünde bulundurursak, bu konuda Rusya ile işbirliğine gitmesinin iki ülke arasındaki ilişkilere yeni bir boyut kazandıracağını söylemek mümkündür. Geçtiğimiz yıllarda Çeçenistan meselesinden dolayı S. Arabistan’ı sert dille eleştiren Putin, günümüzde S. Arabistan ile ilişkilerini üst düzeye çıkarmayı planlamakta-dır. Nitekim Rusya, Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden S. Arabistan ile sadece enerji ve 
ticarî konularda değil, uluslararası terör ile mücadele, askerî teknoloji gibi 
konularda da işbirliğini geliştirmeyi amaçlamaktadır. 



 RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI - 
Arap Baharı Öncesinde Rusya-Suriye İlişkileri 

Rusya’nın bölgede çok yönlü işbirliği geliştirdiği bir başka ülke de Suriye’dir. Moskova, birçok kez Suriye’yi BM’nin yaptırımlarından kurtarmıştır. 31 Ekim 2005 tarihinde yapılan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısında Refik Hariri suikastı dolayısıyla Suriye’yi ekonomik yaptırımlardan kurtaran yine Rusya olmuştu. O tarihten sonra Suriye gerek BM bünyesinde gerekse de genel olarak 
uluslararası arenada Suriye’nin koruyucusu hâline gelmiştir. Bunun önemli nedenlerinden biri de Suriye ile geliştirdiği işbirliğidir. 

Son dönemde iki ülke arasında ticarî münasebetler hızla gelişmektedir. 2005-2010 yılları arasında Moskova, Suriye’ye 2,5-3 milyar dolar değerinde silah ihraç etmiştir. Ayrıca Suriye, 2005 yılından itibaren Rusya’ya olan 1,5 milyar dolar civarındaki borcunu taksit olarak ödemeye başlamıştı. Rusya ile Suriye arasındaki ticaret hacmi son yıllarda artmış ve 2010 yılında yaklaşık 2 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. Ticaret hacminin artmasında Rusya’nın Suriye’den ithal ettiği tekstil ürünlerinin gümrük vergisini yüzde 25 oranında indirmesi de etkili olmuştur. Askerî teknolojilerin yanı sıra enerji alanında da taraflar işbirliğini geliştirme yönünde adımlar atmaktadırlar. 2005 yılında Rusya ile Suriye; Ürdün, Mısır ve Suriye’yi enerji alanında birbirine bağlayacak doğalgaz boru hattının Suriye’deki uzantısının Ruslar tarafından inşa edilmesi konusunda anlaşmaya varmıştı. Yine diğer Rus enerji şirketlerinin de Suriye’de petrol arama işlemlerine katıldığı bilinmektedir. 

Rusya-Suriye münasebetlerinde Suriye’deki Tartus limanı ve buradaki Rus askerî varlığı da önemli rol oynamaktadır. Suriye’deki Tartus limanı, Soğuk Savaş sırasında Ruslar tarafından bir ikmal ve bakım üssü olarak kullanılmıştır. Her ne kadar bugün bu üs Ruslara ait olmasa da çok sayıda Rus askeri görevlisi, Suriye ordusunda danışman sıfatıyla görev yapmaktadır. 

2010 yılından itibaren Rusya Tartus limanını yenileme ve modern teknolojilerle donatmak için bölgedeki çalışmaları hızlandırmış bulunmaktadır. 
Ruslar, Tartus limanını Rusya’nın Karadeniz Askeri Donanma sı’nın ihtiyaçlarını karşılayacak hale getirmektedir. Rusya’nın bu limanının yeniden yapılandırma sının sebebi hiç şüphesiz sadece gemilerinin ihtiyaçlarını karşılamak değildir. Ruslar aynı zamanda burada kendi bayraklarını dalgalandırarak bölgede etkilerini arttırmak ve Kırım’daki üssünü kaybettikleri takdirde bunu Akdeniz’de telafi etmek istemektedirler. Netice itibarıyla Suriye ile geliştirilen çok yönlü işbirliği, bu ülkeyi, Rusya’nın bölgedeki en önemli dayanağı hâline getirmiştir. 

Arap Baharı Öncesinde Rusya’nın Ortadoğu Politikasının Değerlendirilmesi 

Daha Vladimir Putin’in ilk devlet başkanlığı döneminde Rusya’nın tekrar toparlanmasıyla birlikte Moskova’nın bölgeye ilgisi ve bölgedeki etkisi artmıştır. Bu süreçte Rusya’nın Ortadoğu politikasının en önemli amaçları, kendi etkisini artırmanın yanı sıra, bölgedeki ABD etkisini kırmak, bölge ülkelerine sattığı askerî teknolojiden gelir elde etmek, dünya enerji piyasalarına hâkim olmak ve Rusya’nın dünyada tekrar söz sahibi olduğunu göstermek şeklinde özetlenebilir. Bu amaçları hayata geçirme konusunda Rusya’nın yakın zamana kadar başarılı olduğunu da söylemek mümkündür. 

Rusya’nın bu başarısında Ortadoğu’daki ge-lişmeler karşısında izlediği siyaset ve bölgedeki sorunlarla ilgili tutumu etkili olmuştur. 

Rusya’nın bölgedeki sorunlara yaklaşımı ise şöyle olmuştur. 

1-Rus yetkililer, İran’ın nükleer programı ile Suriye’deki gelişmeler başta olmak üzere bütün sorunların diplomatik yollarla çözülmesini istemektedirler; 

2- Rusya, bölgeye dışarıdan yapılan müdahalelere karşı çıkmakta ve mümkün olduğunca da bunları engellemeye çalışmaktadır; 

3- Rusya, sorunların BM çatısında çözülmesini istemektedir; 

4- Rus yetkililer, uygulanan ve uygulanmak istenilen yaptırımların, sorunların çözümüne yardım etmediği görüşündedirler; 

5- Rusya, belki de saldırıları ve askerî operasyonları engelleyemeyecek, ancak bu tür müdahalelerin BM çatısı altında gerçekleşmesine de izin vermeyecektir. 

6- Rusya, neredeyse bölgedeki bütün sorunlarda arabulucu olma girişiminde bulunmaktadır. 

Bu politikasıyla Moskova kısa zamanda Ortadoğu ülkelerinin de güvenini kazanmış ve bölgede etkisini artırmıştır. Aynen SSCB zamanında olduğu gibi 
Rusya’nın bölgedeki rejimleri destekleyerek, Ortadoğu ülkelerine silah satarak, bazı ülkelerin daha SSCB zamanından kalan borçlarını silerek ve özellikle enerji 
alanında olmak üzere önemli ekonomi projeleri hayata geçirerek, XXI. yüzyılın başında tekrar bölgede önemli güç hâline gelmişti. 

Ancak “Arap Baharı”, Rusya’nın Ortadoğu’nun politikasını doğrudan etkilemiş ve Rusya’yı da zor durumda bırakmıştır. 

RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI - 
Arap Baharı ve Rusya 

Son dönemde Ortadoğu’da patlak veren olayların, başlangıçta Moskova’nın bölgedeki varlığına zarar vermeyeceği, hatta bölgenin kısa bir süre istikrarsız kalmasının Rusya’nın işine yarayacağı düşünülüyordu. Zira Ortadoğu’nun daha fazla istikrarsızlaşması ve buna paralel olarak enerji kaynaklarının fiyatlarının artması, Rusya’nın kısa vadede işine yarayan gelişmelerdi. Ayrıca bu husus bir 
kez daha enerji alanında Rusya’ya alternatif olarak gösterilen Ortadoğu ülkelerinin “güvenilirliğinin” sorgulanmasına neden olmuştur. 

Ancak Arap Baharı’nın gittikçe genişlemesi ve uzaması, Rusya’nın Ortadoğu politikasına da zarar vermiştir. 

En başta Rusya’nın Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere hazırlıksız yakalandığı bir gerçektir. Bunun göstergelerinden biri de Rusya’nın Tunus, Libya ve Mısır’daki olaylar karşısında adeta sessiz kalması ve “bekle ve gör” siyaseti izlemesidir. Moskova’nın bu siyaseti izlemesinin nedeni yukarıda da belirttiğimiz gibi bu gelişmelerin çok hızlı bir şekilde yayılmasına hazırlıksız yakalanması ve buna bağlı olarak üst düzey Rus yetkililerinin Rusya’nın izlemesi gerektiği siyaset ile ilgili ortak bir görüşe sahip olmamalarıdır. Libya ile ilgili Dmitriy Medvedev ile Vladimir Putin arasında yaşanan fikir ayrılığı, bunun önemli göstergelerinden biri olmuştur. Bu süreçlerde Rus yetkililer yine birkaç kez birçok ülkede arabulucu rolünü üstlenmiş ve tarafları Moskova’da bir araya getirmeye gayret etmişlerdir. Rus yetkililerinin önem verdiği husus, sorunların barışçıl yollarla çözülmesi ve dış müdahalenin mümkün olduğu kadar engellenmesidir. 
Böylece Rusya bir taraftan ABD’nin bölgeye girerek yerleşmesini engellemeye, diğer taraftan da arabuluculuk yaparak kendi etkisini arttırmaya çalışmaktadır. Ancak izlenen bu siyasetin bugüne kadar önemli bir sonuç vermediğini, hatta Moskova’yı bir takım zararlara uğrattığını söyleyebiliriz. Bunun en önemli nedeni ise Moskova’nın böyle bir siyaset izlerken mevcut rejimleri fazlasıyla desteklemeye devam etmesidir. Rusya birçok kez böyle olaylarda zaten kaybeden taraf olmuştu. Bunun örneklerinden biri de Irak’tır. Rus petrol 
şirketi Lukoyl, Batı Kurna’daki petrol arama-çıkarma hakkını büyük çabalar neticesinde ancak Saddam Hüseyin’in ölümünden altı yıl sonra tekrar elde etmiştir. 

Benzer bir durum Kaddafi olayında da söz konusuydu. Rusya’nın Kaddafi ile yakın münasebetler içerisinde olduğu bir gerçektir. Ancak daha ilkbaharda Kaddafi’nin iktidarda kalma perspektiflerinin zayıf olduğu ve er ya da geç onun rejiminin düşeceği anlaşılmıştı. Bu durumda kesinlikle yapılmayacak şey, Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi ile temas kurmaktan kaçınmaktı. Kaddafi için her şeyin bittiği bir dönemde Rusya, Ulusal Geçiş Konseyi’ni tanımış, ancak yeni Libya yöneticileri, Rusya’nın önceki tutumunu unutmamışlardır. Ulusal Geçiş Konseyi tarafından kontrol altında tutulan AGOCO petrol şirketinin temsilcileri, açık olarak Rusya ile Çin’in Kaddafi rejimini desteklemelerinden dolayı bu ülkelerin petrol ve gaz şirketlerinin Libya’da yeni kontratlar elde etme konusunda sorun yaşayacaklarını belirtmişlerdir. Irak ve Libya’dan sonra 
Rusya’nın Suriye konusunda da benzer sıkıntılar yaşaması ihtimal dahilindedir. 

Hiç şüphesiz Libya’dan sonra Rusya, Suri-ye’deki konumunu da yitirmek ve bir kez daha bölgedeki milyar dolarlar değerindeki yeni projeleri kaybetmek istememektedir. Kaldı ki yukarıda da belirttiğimiz gibi Suriye’nin Rusya açısından arzettiği önem daha da büyüktür. Suriye, Rusya’nın Ortadoğu’ya açılan penceresi konumundadır. Enerji, askerî, ticarî münasebetlerin yanı sıra Suriye’deki Tartus şehri, Ruslar tarafından bir ikmal ve bakım üssü olarak kullanılmaktadır. 

Suriye’de yönetimin değişimi, Rusya’nın bu ülkedeki ve genel olarak bölgedeki bütün varlığını tehdit etmektedir. Rusya’nın uluslararası arenada Beşir Esad’a destek vermesinin asıl nedenini de bu hususlarla açıklamak mümkündür. Diğer taraftan Suriye’den sonra başta İran olmak üzere “bahar”ın başka ülkelerde de yayılma, hatta Rusya’nın “arka bahçe”si olarak adlandırılan Kafkasya ile Orta Asya’da da benzer senaryoların uygulanma tehlikesi mevcuttur. Dolayısıyla Rusya, Beşir Esad yönetimini desteklemeye devam edecektir. Bu desteğin göstergelerinden biri de Rusya’nın gemilerini, Tartus limanına göndermesidir. 

Bu bağlamda Rus yetkililerin Suriye’ye bundan sonra ülkede çatışmalar sona ermedikçe silah ve askerî teknolojiler satmayacağına dair yaptıkları açıklamalar da çelişkili bir durum yaratmamaktadır. Rusya, bu niyetinde (silah satışını durdurması) ciddi ve kararlıdır. Ancak bu adım, Rusya’nın Esad yönetimine verdiği desteği geri çektiği anlamına da gelmemektedir. Rusya’nın bugün Suriye’ye silah satmasının ve Suriye’nin de bu silahlara ihtiyacı yoktur. Zira Suriye’nin ihtiyaç duyduğu silahlar, büyük oranda Rusya tarafından çok önceden 
teslim edilmiştir. 

Yukarıda da belirtildiği gibi sadece 2005-2010 yılları arasında Moskova, Suriye’ye 2,5-3 milyar dolar değerinde silah ihraç etmiştir. Taraflar 
arasında Rus silahlarının ihracatını öngören son anlaşma 2007 yılında imzalanmıştı. Bu anlaşmanın değerinin de en az 300 milyon dolar civarında olduğu belirtilmişti. Rusya’nın bugüne kadar da “Yahont” adlı 72 füze teslim ettiği düşünülmektedir. Bu füzeler gezici kıyı askerî sistem bünyesinde yer almaktadırlar ki bunun içerisinde çeşitli radar ve diğer teknolojiler de bulunmaktadır. Bu füzelerin Suriye kıyılarını deniz tarafından yapılacak muhtemel saldırılardan koruması beklenilmektedir. 

Söz konusu füzelerin yanı sıra diğer askerî teknolojilerin satışı ve mevcut teknolojilerin tamiri ile ilgili de aynı şeyi söylemek mümkündür. Yani bugüne kadar Rusya ile Suriye arasında askerî alanda geliştirilen işbirliği, Suriye’nin önümüzdeki dönemde bu alandaki ihtiyaçlarını karşılamasını sağlayacaktır. Dolayısıyla Rus yetkililerin silah satışının durdurulması ile ilgili açıklamalarını geri adımdan ziyade Rus diplomasisinin “akıllı oyunu” olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Rusya, bu siyasetiyle hem Esad’a desteğini devam 
ettirmekte hem de yaptığı son açıklamayla Batı’nın baskısını azaltmaya çalışmaktadır. 

Bu baskıya karşı koyma gücünde olmasına rağmen, Rusya’nın Suriye’deki çatışmaların müsebbiplerden biri olarak nitelendirilmesi hiç şüphesiz Rus yetkililerin hoşuna gitmemektedir. 

Rusya’nın son kararı ise Batı tarafından sevinçle karşılanmış ve şimdiden Rusya üzerindeki baskıları azaltmış bulunmaktadır. 

Hiç şüphesiz Suriye ve bütün Ortadoğu’daki olaylar, Rusya’nın ABD ve genel olarak Batı ülkeleri ile münasebetlerini olumsuz etkilemekte ve bizlere Soğuk Savaş dönemini hatırlatmaktadırlar. Suriye’deki olaylar, Rusya ile Türkiye’nin farklı “cephe”lerde yer almaları dolayısıyla söz konusu iki ülke arasındaki münasebetleri de etkileyeceğe benzemektedir. 
SSCB’nin yıkılmasından sonra “bavul ticareti” ile başlayan Türk-Rus münasebetleri, 2011 yılında zirveye ulaşmıştır. 40 milyarı aşan ticaret hacmi,
yılda 3 milyondan fazla Rus turistin Türkiye’yi ziyaret etmesi, vizelerin kaldırılması, Rusların Türkiye’de nükleer santral inşa etme konusunda tarafların anlaşmaya varmaları, enerji alanında geliştirilen projeler, iki ülke arasındaki münasebetlerin “stratejik ortaklık” olarak adlandırılmasına neden olmuştu. 

Ancak bir taraftan Türkiye’ye yerleştirilmek istenilen ve Rusya tarafından uzun vadede “kendisine yönelik bir adım” olarak algılanan füze radar sistemi ile Türk yetkililerin Suriye konusunda Rusya’yı sert dille eleştirmeleri, hatta bir takım suçlamalarda bulunmaları, Türk-Rus münasebetlerine gölge düşürecektir. 

Amerikan ve Rus devlet adamlarının birbirlerine karşı sert açıklama ve suçlamalarda bulunmaları, alışık bir durumdur ve bu tür davranışlar, münasebetlerin genel seyrini etkilememekte ve zarar vermemektedir. ABD ile Rusya, aralarında sorunlar yaşadıkları dönemde dahi karşılıklı oturup karşılıklı tavizlerde bulunabilmekte, ortak kararlar alabilmektedirler. Rusya’nın ABD’nin Irak müdahalesine ses çıkarmaması ve 11 Eylül olayı sonrasında yanında yer alması, ABD’nin Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü üyeliğine yeşil ışık yakması, Rus yetkililerinin Lenin’in memleketi olan Ulyanovsk’u NATO’ya “ Transit Üs ” olarak kullanması için izin vermeleri, tarafların silahsızlanma vs konularda devamlı görüşmelerde bulunmaları vs. yukarıdaki tezimize örnek teşkil etmektedir. Bütün bunların da Rusya ile ABD arasındaki münasebetlerin gergin bir seyir izlediği dönemde gerçekleştiğini unutmamak gerekmektedir. Ancak 
aynı şeyi Rus-Türk münasebetleri için söylemek mümkün değildir. Tarih boyunca da bu münasebetler, ya iyi olmuştur ya kötü. Soğuk Savaş döneminden kalan algılama sorununun tam olarak çözülmediği bir dönemde tarafların birbirlerinin meselelere bakış açılarına daha temkinli yaklaşmaları, hiç şüphesiz bu münasebetlerin seyri için önem arz etmektedir. Rusya’nın tutumu zaten bütün dünya tarafından eleştirilmektedir. Türkiye’nin de ayrıca Türk-Rus münasebetlerinin gündeminde olmayan bir konuyla ilgili Rusya’yı karşısına 
almasının ve ağır suçlamalarda bulunmasının, bu münasebetleri olumsuz etkilemesinden başka bir faydası ve anlamı yoktur. 


SON NOTLAR, 


1 Robert O. Freedman, “Russian-Iranian Relations Under Yeltsin”, The Soviet and Post-Soviet Review, vol. 25, No. 3, ss. 265-284. 

2 Robert O. Freedman, “Politika Moskovı Na Blijnem Vostoke Pri Yeltsine i Putine”, Vneşnyaya Politika Rossiyi: Ot Yeltsina k Putinu, ed. S. 
Kroytsberger, S. Grabovski, Y. Unzer, Kiev 2002, s. 221. 

3 İlyas Kamalov, Putin Dönemi Rus Dış Politikası. Moskova’nın Rövanşı, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2008, s. 223-224. 

4 Alissa Rubin-Kim Murphy, “Russian Bridge to Iran has Twists”, Los Angeles Times, 4.05. 2006. 

5 İlyas Kemaloğlu (Kamalov), “Rusya’nın İran ve Suriye Hamlesi”, 21.06.2012, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3570 

6 Vladislav Guleviç, Geopolitika Rossiysko-İranskih Otnoşeniy, Mejdunarodnaya Jizn, 11.01.2012. 

7 Ch. Truehart-D. Hoffman, “France and Russia differ from U.S. in agendes on Iraq”, Washinghton Post, 18.02.1996. 

8 Rossiya Spişet İraku Okolo 10 Milyardov Dolga”, 17.06 2006, 
http://vpoiske.com/economics/news170720062156.htm 

9 Nikolay Kudryaşov, “ Talabani, Rusya’nın Irak Politikasını Eleştirdi...”, 
http://www.serbesti.org/articles/178/1/R%F6portaj-%7B47%7D-Nikolay-Kudrya%FEov 

10 Yuliya Petrovskaya, “ Voynı Ne Vliyayut Na Otnoşeniya Rossiyi i İsrailya ”, Nezavisimaya Gazeta, 28.09.2006. 

11 Robert O. Fridman, “ Politika Moskvı Na Blijnem Vostoke pri Yeltsine i Putine ”, ss. 239-240. 

12 Robert O. Fridman, “ Politika Moskvı Na Blijnem Vostoke pri Yeltsine i Putine ”, s. 241. 

13 W. A. Orme, “ Jr. Barak and Arafat agree by phone to keep security link ”, New York Times, 25.11. 2000. 

14 Ariel Cohen, “US Should Warn Russia Over ıts “ Soviet ” Middle East Policy ”, The Heritage Foundation, 7.03.2006. 

15 Aleksey Şeglov, “ Nastoyaşiy Drug ”, 12.02.2007, 
http://www.strana.ru/stories/03/09/02/3393/305633.html 

16 Aleksey Şeglov, “ Nastoyaşiy Drug ”, 12.02.2007, 
http://www.strana.ru/stories/03/09/02/3393/305633.html 

KAYNAKÇA 

Cohen, A., “US Should Warn Russia Over its “Soviet” Middle East Policy”, The Heritage Foundation, 7.03.2006. 
Freedman, R., “Politika Moskovı Na Blijnem Vostoke Pri Yeltsine i Putine”, Vneşnyaya Politika Rossiyi: Ot Yeltsina k Putinu, ed. S. Kroytsberger, S. Grabovski, 
Y. Unzer, Kiev 2002. 
Freedman, R., “Russian-Iranian Relations Under Yeltsin”, The Soviet and Post-Soviet Review, vol. 25, No. 3, ss. 265-284. 
Guleviç, V., Geopolitika Rossiysko-İranskih Otnoşeniy, Mejdunarodnaya Jizn, 11.01.2012. 
http://vpoiske.com/economics/news170720062156.htm 
Kamalov, İ., Putin Dönemi Rus Dış Politikası. Moskova’nın Rövanşı, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2008. 
Kamalov, İ., Putin’in Rusyası. KGB’den Devlet Başkanlığına Vladimir Putin, Kaknüs Yayınevi, İstanbul 2004. 
Kemaloğlu (Kamalov), İ., “Rusya’nın İran ve Suriye Hamlesi”, 21.06.2012, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazi-goster.aspx?ID=3570 
Kemaloğlu (Kamalov), İ., “Rusya’nın Son “Suriye Kararı”, “Geri Adım” Olarak Değerlendirilmemeli”, 9 Temmuz 2012, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3630 
Kudryaşov, N., “Talabani, Rusya’nın Irak Politikasını Eleştirdi...”, 
http://www.serbesti.org/articles/178/1/R%F6portaj-%7B47%7D-Nikolay-Kudrya%FEov 
Orme, W., “Jr. Barak and Arafat agree by phone to keep security link”, New York Times, 25.11. 2000. 
Petrovskaya, Yu., “Voynı Ne Vliyayut Na Otnoşeniya Rossiyi i İsrailya”, Nezavisimaya Gazeta, 28.09.2006. 
Rubin, A. - Murphy, K., “Russian Bridge to Iran has Twists”, Los Angeles Times, 4.05. 2006. 
Şeglov, A., “Nastoyaşiy Drug”, 12.02.2007, 
http://www.strana.ru/stories/03/09/02/3393/305633.html 
Truehart, Ch. - Hoffman, D., “France and Russia differ from U.S. in agendes on Iraq”, Washinghton Post, 18.02.1996. 


Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü 
Hasan Kanbolat ORSAM Başkanı 
Doç. Dr. Hasan Ali Karasar Bilkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü 
Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen ORSAM Danışmanı, Ahi Evran Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı 
ORSAM 
Ortadoğu Stratejİk Araştirmalar Merkezİ 
Mithatpaşa Caddesi 46/4 Kızılay/Ankara 
Tel: 0(312) 430 26 09 Fax: 0 (312) 430 39 48 
www.orsam.org.tr, orsam@orsam.org.tr 
www.blacksea.org.tr, blacksea@blacksea.org.tr 


***

RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI BÖLÜM 1


RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI.,  BÖLÜM 1 



Rapor No: 23, Temmuz 2012 
ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 
RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI 
MIDDLE EAST POLICY OF RUSSIA 
ORSAM Rapor No: 125 
The Black Sea International Rapor No: 23 
Temmuz 2012
ISBN: 978-605-4615-21-6 
Ankara - TÜRKİYE ORSAM © 2012 




Bu raporun içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır. 

Tarihçe 

Türkiye’de eksikliği hissedilmeye başlayan Ortadoğu araştırmaları konusunda kamuoyunun ve dış politika çevrelerinin ihtiyaçlarına yanıt verebilmek amacıyla, 
1 Ocak 2009 tarihinde Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) kurulmuştur. Kısa sürede yapılanan kurum, çalışmalarını Ortadoğu özelinde yoğunlaştırmıştır. 

Ortadoğu’ya Bakış 

Ortadoğu’nun iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir. Ancak, ne Ortadoğu ne de halkları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja mahkum edilmemelidir. Ortadoğu ülkeleri, halklarından aldıkları güçle ve iç dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele sahiptir. Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine, devletlerin egemenlik halklarına, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler arasında gerek ulusal ölçekte kalıcı barışın ve huzurun temin edilmesinin ön şartıdır. Ortadoğu’daki sorunların kavranmasında adil ve gerçekçi çözümler üzerinde durulması, uzlaşmacı inisiyatifleri cesaretlendirecektir Sözkonusu çerçevede, Türkiye, yakın çevresinde bölgesel istikrar ve refahın kök salması için yapıcı katkılarını sürdürmelidir. 
Cepheleşen eksenlere dâhil olmadan, taraflar arasında diyalogun tesisini kolaylaştırmaya devam etmesi, tutarlı ve uzlaştırıcı politikalarıyla sağladığı uluslararası desteği en etkili biçimde değerlendirebilmesi bölge devletlerinin ve halklarının ortak menfaatidir. 

Bir Düşünce Kuruluşu Olarak ORSAM’ın Çalışmaları 

ORSAM, Ortadoğu algalımasına uygun olarak, uluslararası politika konularının daha sağlıklı kavranması ve uygun pozisyonların alınabilmesi amacıyla, kamuoyunu ve karar alma mekanizmalarına aydınlatıcı bilgiler sunar. Farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretir. Etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik eder. 
ORSAM; bölgesel gelişmeleri ve trendleri titizlikle irdeleyerek ilgililere ulaştırabilen güçlü bir yayım kapasitesine sahiptir. 
ORSAM, web sitesiyle, aylık Ortadoğu Analiz ve altı aylık Ortadoğu Etütleri dergileriyle, analizleriyle, raporlarıyla ve kitaplarıyla, ulusal ve uluslararası ölçekte Ortadoğu literatürünün gelişimini desteklemektedir. Bölge ülkelerinden devlet adamlarının, bürokratların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve STK temsilcilerinin Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak bilgi ve düşüncelerin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır. www.orsam.org.tr 

Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu (Kamalov) 

1978’de SSCB’de doğdu. 2001’de Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü’nde lisansını, 2003’te “ Altın Orda - İlhanlı Münasebetleri ” başlıklı tez ile yüksek lisansını ve 2008’de “ Altın Orda ve Rusya: Rusya Üzerindeki Türk-Tatar Etkisi ” başlıklı tezle doktorasını tamamladı. 2012’de doçent oldu. Çok iyi derecede Rusça, Türkçe ve İngilizcenin yanı sıra orta derecede Farsça bilen Tatar uyruklu Kamalov, 2004-2008 yılları arasında Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM)’nde Rusya-Ukrayna Masası’nda görev yaptı. 2009’dan bu yana Türk Tarih Kurumu’nda uzman ve Ortadoğu Stratejik Araştırmaları Merkezi (ORSAM)’nde danışman olarak görev yapmaktadır. Yayımladığı bazı kitaplar 
şunlardır: Moğolların Kafkasya Politikası (Kaknüs Yayınları, 2003), Putin’in Rusya’sı: KGB’den Devlet Başkanlığı’na (Kaknüs Yayınları, 2004), Avrasya Fatihi Tatarlar (Kaknüs Yayınları, 2007), Moskova’nın Rövanşı: Putin Dönemi Rus Dış Politikası (Yeditepe Yayınları, 2008), Altın Orda ve Rusya: Rusya Üzerindeki Türk-Tatar Etkisi (Ötüken Yayınları, 2009), Avrasya Türkologları Sözlüğü. I. Cilt - I. Kitap: Rusya Türkologları (A. Kolesnikov ile birlikte, TTK Yayınları, 2011). 

TAKDİM 

Suriye’deki olaylar gittikçe şiddetini arttırırken bölgesel ve küresel güçler de sorunun çözümü konusunda aynı oranda diplomatik çabalarını hızlandırmış bulunmaktadırlar. Batı kamuoyu, “Arap Baharı”nın (şimdilik) son noktası olan Suriye’deki sorunun çözümünü Rusya’nın Beşir Esad’ı desteklemeyi bırakmasına ve Esad rejimimin gitmesine bağlamaktadır. Beşir Esad’ın hâlâ iktidarda kalmasının en önemli etkenlerinden biri gerçekten de Rusya’nın kendisine verdiği destektir. 

ORSAM Avrasya Danışmanı Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu (Kamalov) da bu raporunda Rusya’nın Ortadoğu siyaseti çerçevesinde Suriye’ye verdiği bu desteği sorgulamakta ve bunun nedenlerini ortaya koymaktadır. 

Raporun birinci bölümünde SSCB sonrası Rusya’nın Ortadoğu siyaseti ve Rusya’nın bölge ülkeleriyle geliştirdiği işbirliği ele alınmaktadır. Yazar, raporunda Rusya’nın bölge politikasının en önemli amaçlarını, Rusya’nın kendi etkisini artırmanın yanı sıra, bölgedeki ABD etkisini kırmak, bölge ülkelerine sattığı askerî teknolojiden gelir elde etmek, dünya enerji piyasalarına hakim olmak ve Rusya’nın dünyada tekrar söz sahibi olduğunu göstermek şeklinde özetlemekte ve “ Arap Baharı ” başlamadan önce Rusya’nın bu amacına ulaştığı tezini savunmaktadır. Ancak “ Arap Baharı ”, Rusya’nın da Ortadoğu’daki konumuna zarar vermiştir. Rusya’nın Beşir Esad ısrarı da aslında belki de bölgedeki en önemli kalelerinden birini kaybetmek istememesiyle açıklanmaktadır. 

Raporun ikinci bölümünde de Rusya’nın Suriye ile münasebetleri, Moskova’nın “ Arap Baharı ” na yaklaşımı ve daha da önemlisi, Rusya’nın Beşir Esad’a verdiği desteğin sebep ve muhtemel sonuçları üzerinde durulmaktadır. 

2012 yılında tekrar devlet başkanlığı koltuğuna oturan Vladimir Putin’in daha birinci devlet başkanlığı döneminde büyük ölçüde enerji kaynaklarından elde ettiği gelirler sayesinde iç politikadaki sorunlarının önemli bir kısmını çözmüş ve uluslararası arenadaki konumunu güçlendirerek uluslararası sorunların çözümünde de söz sahibi olmuştur. 
Suriye ve Ortadoğu’daki sorunların çözüm süreci, bu bağlamda bir istisna teşkil etmemektedir. Bölgedeki sorunlar, Türk dış politikasının da en önemli gündemini oluşturmaktadır. 
Dolayısıyla bizler de bu raporun büyük ilgi göreceğini ve bu alandaki çalışmalara katkı sağlayacağını ümit ediyoruz. 
Doç. Dr. Hasan Ali Karasar Hasan Kanbolat 
The Black Sea International ORSAM Başkanı Koordinatörü 
Rapor No: 23, Temmuz 2012 
Hazırlayanlar: Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu (Kamalov) 
RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI 

Giriş 

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra mirasçısı Rusya Federasyonu kendisini bambaşka bir ortamda bulmuştur. Rusya’nın güney sınırlarında altısı Müslüman olmak üzere birçok yeni devlet ortaya çıkmıştır. Bölgede Komünistlerin yıllarca bastırdığı İslamiyet yeniden canlanmaya başlamıştır. Başta İran olmak üzere Ortadoğu’daki radikal İslamcıların bu bölgeye akın edeceğinden korkan Moskova, Ortadoğu politikasında İran’a öncelik tanımıştır. Ticari ilişkiler, Çeçenistan meselesi, Tacikistan’daki iç savaş, Hazar Havzası’ndaki 
enerji kaynakları için Rusya ile ABD arasında verilen mücadelede İran’ın rolü gibi etkenler, İran’ı Moskova açısından değerli kılmıştır. 

Sovyet sonrasında Rusya’nın Ortadoğu’da yakından ilgilendiği bir başka önemli mesele ise Arap-İsrail sorunu olmuştur. SSCB döneminde İsrail karşıtı bir Arap Birliği’nin kurulmasını destekleyen ve bu ülkeyle ilişkilerini sınırlı tutan Moskova’nın, bugün için bölgedeki en önemli ticari ortağı İsrail’dir. SSCB zama-nında göç etmesine izin verilmeyen Rusça konuşan Yahudiler, SSCB’nin yıkılışından sonra İsrail’e göç etmişlerdir. İsrail’in Çeçenistan Savaşı sırasında Rusya’yı desteklemesi de Rus-İsrail ilişkilerini olumlu etkilemiştir. 
Ancak Rusya’nın İran ve Suriye ile nükleer ve askerî alanlarda işbirliği geliştirmesi, zaman zaman Rusya-İsrail münasebetlerinde bir takım 
sıkıntıların yaşanmasına yol açmaktadır. 

Diğer taraftan Moskova’nın İsrail dahil tüm ülkelerle irtibat içinde olması, bölgedeki sorunların çözümünde arabulucu rolü üstlenmesini sağlamaktadır. 

Sovyetler döneminde Ortadoğu, Sovyetlerle ABD arasındaki mücadele alanlarından biriydi. Sovyetlerin yıkılmasından sonra da aslında 
bu mücadelenin devam ettiğini görüyoruz. 

Hatta Moskova sanki Ortadoğu’yu ABD’nin Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) politikasına misilleme aracı olarak kullanmaktadır. 

Nitekim Rusya’nın Suriye’ye silah satması, HAMAS liderlerini Moskova’da ağırlaması, İran’ı uluslararası arenada desteklemesi gibi tüm adımlar ABD’yi tedirgin etmektedir. Rusya’nın bu politikasının en önemli amaçları ise kendi etkisini artırmanın yanı sıra, bölgedeki ABD etkisini kırmak, bölge ülkelerine sattığı askerî teknolojiden gelir elde etmek, dünya enerji piyasalarına hakim olmak ve Rusya’nın dünyada tekrar söz sahibi olduğunu göstermek şeklinde özetlenebilir. 


RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI- 
Rusya-İran İlişkileri 

İran-Irak Savaşı (1980-1988) sırasında başlangıçta Irak’ı destekleyen Moskova, 1987 yılında ani bir karar ile İran’dan yana tavır almış ve 1989 yılında taraflar 
MİG-29 ve Su-24 olmak üzere Rus askerî teknolojisinin İran’a satışı konusunda anlaşmaya varmışlardır. 1990 - 1991 yıllarında İran’ın Rus askerî teknolojisine 
olan bağımlılığı artmıştır.1 

Askerî teknolojinin yanı sıra Rusya, İran’a atom reaktörü de satmaya başlamıştır. Diğer taraftan 1997 yılında Gazprom, ABD’nin karşı çıkmasına rağmen İran ile Basra Körfezi’nde gaz yatakları arama projelerini başlatmıştır. XX. yüzyılın sonunda İran ile Rusya arasındaki siyasi münasebetler de her iki tarafın çıkarlarını gözetmiştir. Rusya’nın askerî teknoloji ve nükleer teknoloji konusundaki desteğine karşın, İran Rusya’nın Çeçenistan politikasını fazla eleştirmemiştir. 

Tacikistan ile Afganistan’daki savaşlar sırasında Rusya ile İran ortak hareket etmiş, her iki ülke de Tacikistan’da iç savaşın sona ermesini istemiş 
ve Afganistan’da da Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesini engellemeye gayret etmişlerdir. Yine her iki ülke, Azerbaycan’ın güçlenmesine ve bölgedeki enerji hatların kontrolünün kendi ellerinde toplanması için Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı projesine olumsuz yaklaşmışlardır. 

Bütün bunlara rağmen Boris Yeltsin döneminde Rusya ile İran arasında bir takım sorunlar yaşanmıştır. İran ekonomik durumu dolayısıyla, Rusya’dan aldığı askerî 
teknoloji ile atom reaktörlerin karşılığını zamanında ödeyememiştir.2 Diğer taraftan Rusya, İran ve Hazar’a kıyıdaş diğer ülkelerin Hazar’ın statüsü 
ve Hazar’daki yeraltı zenginliklerinin kullanımı konusunda bir anlaşmaya varamamaları, Rusya ile İran arasındaki ilişkilerin gelişimini yavaşlatmıştır. 

Yine Birinci Çeçenistan Savaşı, Rusya ile İran arasındaki ilişkileri etkilememişse de, Vladimir Putin’in daha başbakan iken başlattığı II. Çeçenistan Savaşı, ilişkilere gölge düşürmüştür. Bunda İran’ın o tarihlerde İslam Konferansı Örgütü’ne (İKÖ) başkanlık etmesinin de etkisi büyük olmuştur. 
İran, bir taraftan nükleer istasyon inşa eden ve askerî teknoloji ihtiyaçlarını karşılayan Rusya ile ilişkilerine önem verirken, diğer taraftan da İslam dünyasının en önemli kuruluşu olan İKÖ’nün başkanı olarak Rusya’nın Çeçenistan politikasına sessiz kalamamıştır. Neticede İran, Rusya’yı Çeçenistan politikası yüzünden eleştirmiş, ancak eleştiri dozunu iyi ayarlamıştır. Moskova ise teşekkürü bekletmemiş ve İran’da ikinci nükleer santral inşa etmeye hazır olduğunu bildirmişti.3 
Bununla birlikte bugüne kadar ancak Büşer’deki santralin inşaatı tamamlanmıştır. Batı’nın baskısına rağmen Rus yetkililer, İran’daki kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarını gözeterek Büşer’deki nükleer santralin inşaatı konusunda geri adım atmamış, uluslararası normlara uyulduğu hâlde ikinci santralin inşaatını da üstlenebileceklerini açıklamışlardır. 

Diğer taraftan her ne kadar İran’daki nükleer santrali Ruslar inşa etseler de Rusya da aynen Batı gibi İran’ın nükleer silahlanmasını istememektedir. Ancak Batı’dan farklı olarak Rus yetkililer, İran’ın herhangi bir başka ülkenin olduğu gibi barışçıl amaçlarla nükleer program geliştirme hakkına sahip olduğu görüşündedirler. Buna ilaveten Rusya, İran’ın nükleer programı sorununun yalnızca diplomatik yollarla çözülebileceğinin üzerinde durmaktadır. Bütün bunlardan dolayı Rusya, kendi çıkarlarını da göz önünde bulundurarak 
İran’ı uluslararası arenada desteklemeye devam etmekte ve İran’a her hangi bir müdahale yapılmasına karşı çıkmaktadır. Rus diplomatlar, uygulanan ambargoların da sorunu çözmeyeceği, sadece daha fazla körükleyeceği görüşündedirler. 

Bugüne gelinen noktada Rusya adeta İran ile Batı dünyasında arabulucu hâline gelmiş ve sorunun barışçıl yollarla çözülmesi konusunda çeşitli çözüm önerilerinde bulunmuştur. Bu önerilerinden biri, İran’ın uranyum zenginleştirme işlemini Rus topraklarında yapması şeklindeydi. Ancak, Rusya’nın bu planı işe yaramamıştır.4 

Rusya’nın bu yöndeki çabalarını 5+1 grubu (BM daimî üyeler + Almanya) çerçevesinde de sürdürmektedir. 5+1 grubu son toplantısını 18-19 Haziran’da Moskova’da yapmıştır. Aslında bu zirveden önemli sonuçlar çıkması bekleniyordu. Zira zirve öncesi ev sahibi Rusya, bütün taraflarla ayrı ayrı görüşmeler gerçekleştirmiş, Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov bu amaçla İran’ı ziyaret etmiştir. Ancak beklenen olmamıştır. Bununla birlikte görüşmelerde taraflar anlaşmaya varamasalar da Rusya’nın zirve öncesi çabalarının sonuç verdiğini söylemek mümkündür. En başta önceki zirvelerde (Bağdat ve İstanbul) görüşmelerin gündemini uygulanacak muhtemel ambargolar oluşturduysa bu zirvede taraflar, çözüm konusunda neler yapabileceklerini tartışmışlardır.5 

Bilindiği gibi Batılı ülkeler, İran’ın uranyum zenginleştirmeyi durdurmasını istemektedirler. İranlı yetkililer ise kendi tezlerini savunmaya devam etse de Batı, ekonomik ambargoları azalttığı ve Tahran’daki nükleer reaktörün ihtiyaç duyduğu yakıtı karşıladığı takdirde yüzde 20 oranından fazla bir oranda uranyum zenginleştirmemeyi taahhüt edeceklerini dile getirmektedirler. Buna benzer açıklamayı İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad da yapmıştı. 

İranlı yetkililerin bu yöndeki tutumları, görüşmeler açısından “başarı” olarak kabul edilmektedir. Zira taraflar 15 ay aradan sonra görüşmeleri yeniden başlatmış ve karşılıklı geri adımları bile görüşmeye başlamışlardır. Söz konusu görüşmelerin en çok da Rusya’nın işine yaradığını söyleyebiliriz. Moskova, Ortadoğu da dâhil olmak üzere uluslararası sorunların çözümünde Rusya’nın önemli rol oynadığını göstermiştir. 

Rusya’nın bundan sonraki süreçte de İran’ı desteklemeye ve onu çeşitli ambargolardan korumaya devam edeceğini söyleyebiliriz. Bu desteği yukarıda değindiğimiz Rusya’nın bölgeye yönelik amaç ve siyasetiyle açıklayabileceğimiz gibi uluslararası dengeler ve ABD’nın yayılmacılık siyasetine karşı Rusya’nın almaya çalıştığı tedbirlerle de izah edebiliriz. İran’da iktidar değişimi ve özellikle de ABD yanlısı siyasetçilerin iktidara gelmesi, Rusya’nın çıkarına değildir. Rusya ile İran arasında büyük sorunlar olmadığı gibi, Moskova-Tahran ittifakı, 
Ortadoğu’da ABD’nin yayılmacılığına, Güney Kafkasya’da da Azerbaycan-Türkiye-Gürcistan ittifakına karşı Rusya’nın gücünü arttırmaktadır. 
İran’a yapılan askerî müdahale, bölgenin tamamen ABD’nin etkisi altına girdiği anlamına gelecek ve Rusya’nın sadece Ortadoğu’daki değil, Kafkasya’daki konumuna da zarar verecek, Rusya’nın dört bir taraftan çember altına alınma anlamına gelecektir.6 

RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI - 
Rusya-Irak İlişkileri 

Sovyetler Birliği’nin en önemli müttefiklerinden biri olan Irak’ın İran’ı işgal etmesi ve bu savaşın sekiz yıl sürmesi, SSCB’nin Ortadoğu politikasını zorlaştırmış ve bu dönemde Rusya ile Irak arasında bir takım sorunlar yaşanmıştır. SSCB’nin İran’ı desteklemeye başlaması ve Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi, iki ülke arasındaki ilişkileri iyice bozmuştur. Buna rağmen SSCB’nin son Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov, ABD’nin Irak’a müdahalesini engellemeye çalışmış, ancak bir netice elde edememiştir. ABD’nin bölgede hâkimiyetini 
sağlamasıyla birlikte SSCB’nin Ortadoğu’daki varlığı zayıflamıştır. 

Boris Yeltsin’in devlet başkanlığının ilk yıllarında Rusya ile Irak arasındaki ilişkilerde bir iyileşme olmamıştır. Ancak, başta bizzat Saddam Hüseyin ile samimi ilişkiler içinde olan Vladimir Jirinovskiy olmak üzere Rusya’daki “liberal” çevreler, Yeltsin’in bu politikasından vazgeçmesi, hatta I. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’a karşı başlatılan yaptırımların kaldırılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Nitekim 

Ortadoğu uzmanı Yevgeniy Primakov’un Dışişleri Bakanlığı’na atanması Yeltsin’in parlamentodan gelen eleştirilere önem verdiğini göstermiştir. Ayrıca Rusya için Irak’a uygulanan yaptırımların kaldırılması ekonomik açıdan çok kârlı idi. Zira Irak’ın yedi milyar dolarlık borcunu Rusya’ya ödemesi ve Rus enerji şirketlerinin Irak’taki faaliyetlerine devam etmesi ve yeni yatakların işletilmeye başlanması 
da ancak yaptırımların kaldırılmasıyla mümkün olabiliyordu. Bundan dolayıdır ki Irak’a karşı uygulanan yaptırımların kaldırılması konusunda en fazla çabayı Batı Kurna’daki petrol yataklarının işletilmesi için Irak ile ön anlaşma yapan Rus petrol şirketi Lukoyl göstermiştir.7 

BM’nin 1997 yılında Irak’ın petrol ihracatı yapmasına müsaade etmesi, en çok Rusya’nın işine yaramıştır. Ancak İkinci Irak Savaşı, Rusya’nın Irak’a yönelik planlarını bir kez daha bozmuştur. Moskova, ABD’nin Irak müdahalesine karşı çıkanlar arasında yer alsa da 11 Eylül sonrası ABD ile arasında başlayan “romantik ilişkileri” bozmayı göze alamadığı gibi, bu müdahaleyi engelleyebilecek güçte de değildi. ABD’nin ikinci kez Irak’a müdahalede bulunması ve Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi, Moskova’nın Irak’taki varlığına tamamen son vermiştir. Ekonomik açıdan da Rusya büyük kayıplara uğramıştır. Nitekim sadece 1997-2006 yılları arasında Moskova, Irak’ın 
borçlarından 40 milyar dolarlık bir bölümünü silmiştir.8 

Söz konusu borcun silinmesine, Rusya’nın Irak’ta bütün tarafları devamlı barışa çağırmasına ve ülkenin istikrara kavuşması için arabulucu olmaya hazır olduğunu ileri sürmesine rağmen, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, uzun süre boyunca Rusya’yı ülkesine dostane olmayan politika uygulamakla suçlamıştı. 
Devlet başkanı olmadan önce de Rusya’ya karşı sert açıklamalarıyla tanınan Talabani, Rusya’nın Saddam Hüseyin rejimini destekleyerek büyük hata yaptığını ve bugün de Rusya’nın Irak ile ilişkilerine ABD ile ilişkilerinde kullandığı gözlükle baktığını dile getirmişti.9 

Ancak zamanla Rusya-Irak münasebetleri düzelmiştir. Başbakan Nuri el-Malikî’nin Nisan 2009’da gerçekleştirdiği Rusya ziyareti, bu sürece önemli katkıda bulunmuştur. Rusya, Saddam sonrası Irak ile münasebetlerinde en önemli amacına da ulaşmıştır. Rus petrol şirketi Lukoyl, Batı Kurna-2 petrol yatağını (tahmini olarak 12,9 milyar varil petrol söz konusudur) işletme hakkını elde etmiştir. Bir diğer Rus enerji devi Gazprom ise Türk petrol şirketi TPAO, Güney Kore petrol şirketi Korea Gas ve Malezya Petronas ile birlikte Bağdat’ın 
160 kilometre güneydoğusunda bulunan Bedra petrol bölgesinde ihale kazanmıştır. Bu bölgede 109 milyon varil petrol rezervinin bulunduğu tespit edilmiştir. Günlük 80 bin varil petrol üretimi gerçekleştirecek konsorsiyum her varil için 5,5 dolar kazanacaktır. İhaleyi kazanan şirketlerin söz konusu petrol yatağından (Batı Kurna-2 ile kıyasla) daha fazla kâr etmesi ise buradaki şartların daha ağır olması ve güvensiz bir bölge olmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim diğer bölgelere kıyasla Bedra petrol bölgesine yabancılar tarafından 
gösterilen ilgi daha düşüktü. 

Bundan başka Iraklı yetkililer, Rusya’dan silah satın almaya hazır olduklarını dile getirmişlerdir. Böylece Irak, Amerikan silahlarına alternatif teknolojiler aramaktadır. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un 19 Haziran 2012’de Iraklı meslektaşı Hoşyar Zibari ile yaptığı görüşmenin gündemini de iki ülke arasında enerji, askerî ve ticari alanlarda geliştirilmesi istenilen işbirliği teşkil etmiştir. Amerikan askerlerinin Irak’tan tamamen çekilişinden sonra taraflar arasındaki ilişkilere “gölge düşüren” ABD faktörünün etkisi de azalacaktır. 

Bu husus hiç şüphesiz Rusya ile Irak arasında işbirliğinin daha hızlı gelişmesine katkıda bulunacaktır. 


2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***