Dünya Ticaret Merkezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dünya Ticaret Merkezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Nisan 2020 Perşembe

AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI KISKACINDA TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ. BÖLÜM 2


AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI KISKACINDA TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ. BÖLÜM 2




   Güney Kafkaslar için Dstikrar Paktı (Stability Pact for South Caucasus) Türkiye’nin diğer önemli bölgesel güven ve güvenlik artırıcı önlemler girisimlerinin temel taslarını olusturabilecek bir tesebbüstür. Türk diplomatları bu paktın olusturulması fikrini ortaya atarken diyalog ve güven insasının güvenliğin baslıca yapı tasları olduğu tezini ve bunun da i birliğinin ve uzun vadeli projelerin gelistirilebilmesi esnasında ortak çıkarlar zemini üzerine dayandırılması ile mümkün olabileceğini savunmuslardır. 

Türkiye ekonomik çıkarların daha uyumlu hâle getirilebilmesi için Dran, Irak, Pakistan ve Orta Asya cumhuriyetlerini de içine alan Ekonomik İş Birliği Örgütü’nü kurmu ve ilgili devletlere önemli bir ekonomik ve politik platform olusturacağı düsüncesi ile kurulusundan itibaren bu olusumun içinde etkin bir rol üstlenmistir. 

Afganistan’daki Uluslar Arası Güvenlik ve Yardım Gücü (International Security and Assistance Force (ISAF)) komutasını Türkiye birkaç kez üstlendiği gibi,22 Ebedî Özgürlük (Enduring Freedom) operasyonunun da önemli destekleyicilerindendir. 

Orta Asya cumhuriyetlerinin demokratik bir devlet yapısına sahip olabilmeleri ve diğer taraftan da NATO ve AGDT gibi güvenlik ve iş birliği kurumlarına 
katılabilmeleri için Türkiye bölge ülkelerine sürekli destek vermektedir.23 

Terörizmle mücadele çabaları çerçevesinde Türkiye uluslar arası platformda en ön sıralarda yer almakla kalmamakta, NATO’nun Akdeniz’de gerçeklestirdiği Aktif Çaba Operasyonu (Operation Active Endeavour) çerçevesinde de etkin görevler üstlenmektedir.24 

Türk askerî kuvvetleri Balkanlar, Somali, Afganistan ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nda (BDT) barısın korunması ve insası operasyonlarına katılmakla büyük deneyimler kazandığı gibi BM, NATO ve AGDT nezdinde de saygın ülkeler arasındadır. Barısı koruma ve insası operasyonlarında basarılı olmu ve sivil-asker iş birliği faaliyetleri üzerinde uzmanlasmı diğer ülkeler ise Dngiltere, Fransa, Almanya ve İskandinav ülkeleridir. Eğer Türkiye’nin muhtemel çatısmaların ortaya çıkabileceği kriz bölgeleri arasındaki stratejik konumu göz önüne alınacak olunursa, bu ülkelerle birlikte Türkiye, barısı koruma ve insası operasyonlarında, sivil-asker iş birliğinde, doğal felâketlerle mücadelede, insanî yardım alanlarında, yasa dısı göçün önlenmesinde ve sonuçta Avrupa’nın güvenlik ve savunmasının daha da etkin kılınmasında diğer devletlerle birlikte daha aktif roller üstlenebilir. Doğu ve Batı karakteristiklerini özünde barındıran Türkiye’nin, AB içerisinde ve stratejik çevresinde istikrara, kültürler arası diyalog ve iş birliğine yapacağı net katkıların, AGSP’yi gerçek anlamda güçlü ve çok-kültürlü askerî bir güç konumuna getirebileceği gerçeği gözden kaçırılmaması gereken bir diğer analizdir. 

Türkiye’nin askerî ve sivil kapasitesi Balkanlar’daki operasyonlara aktif katılımıyla açıkça ortaya konmaktadır. Türkiye bu bağlamda Kosova Barış 
Gücü’ne (KFOR) 392 asker, Dstikrar Gücü’ne (SFOR) 374 asker, AB’nin Makedonya’da “Proxima” Operasyon’u çerçevesinde konuslandırılan polis gücüne 6 polis ve 2 jandarma, BM Kosova Polis Gücü’ne (UNMIK) 165 personel ve AB’nin BosnaHersek’teki Polis Misyonu’na 14 polis ile katkıda bulunmustur.25 İşte bu yüzden Türkiye Avrupa’nın yakın çevresinde ve ötesinde AB’ye çok değerli katkıları olan bir müttefik ülke olarak göze çarpmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’nin neden ve nasıl AGSP’ye askerî ve sivil alanlarda katkı sağlayabileceği su üç baslık altında özetlenebilir: 

(a) Avrupa’nın Kimliği; 
(b) Bölgesel İstikrar; 
(c) Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP). 

(a) Avrupa’nın Kimliği: 

Türkiye’nin AB’ye muhtemel katılımı sadece AB’nin din ve devlet ayrımı, laik kimliği ve çok-kültürlü Avrupalı kimliği için bir turnusol testi olmakla kalmaya cak,  26 ayrıca Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya ile iliskileri dolayısıyla Türkiye, Avrupa’nın ileri mevkii demokratik ve laik bir ülkesi olarak bu bölgelerde Avrupa’nın kimliğinin tanıtımı açısından önemli bir köprü görevi görebilecektir.27 Bazı Avrupa ülkelerinin – özellikle Fransa ve Almanya– artık Türkiye’nin Amerikan yanlısı tavrı veya demokratik karar alımında yasadığı sıkıntılar gibi öne sürdükleri argümanların çok da geçerli olmadığı, çünkü Batı Avrupa ve Arap dünyasının gözünde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ABD’nin ağır baskısına rağmen Irak’a gerçeklestirilecek askerî bir operasyona, Türk ordusunun katılımı hakkında almış olduğu “hayır” kararı, bağımsızlık ve demokrasi zaferi olarak tasvir edilmistir. AB ülkeleri ve ABD dısında hiçbir ülke Türk ulusunun Avrupalı kimliğini olusturan demokrasi ve Dslâm değerlerinin birbirlerine zıt olmadıklarını tüm dünyaya gösterebilmeleri açısından Türkiye’ye bu ciddîyette ihtiyaç duymamaktadır. Türkiye’nin çok-kültürlü geleneksel yapısı ve bu yapının AB’ye 
katılımı yolu ile AGSP’ye yansıtılması Orta Doğu, Kafkaslar, Orta Asya veya Afrika’daki Müslüman bir ülkede geçeklestirilecek olası bir AGSP kriz önleme 
operasyonunu daha kolay bir ihtimal hâline getirmekle kalmaz, operasyonun basarısı ve istikrarın bekası için de vazgeçilemez bir stratejik üretici olabilir. 

(b) Bölgesel İstikrar: 

Ne Balkanlardaki istikrarsızlık meselesi, Türk-Yunan uyusmazlığı ve Kıbrıs sorunu, ne de Filistin-İsrail antlasmazlığı, Irak, Suriye ve Dran’daki rejim sorunları ve Kafkasya’daki Rus-Çeçen ve Azeri-Ermeni problemleri Türkiye’nin katkısı olmadan çözülebilir.28 Dste bu sebeplerden dolayı bölgesel istikrara katkı sağlayabilmek için Yunanistan dış politikasında ciddî manevralar yaparak, Türkiye’ye düsman görünümünden uzaklasıp Türkiye’nin AB üyeliğini destekler konuma gelmistir. Her iki ülke de aralarındaki ortak çıkarların farklılıklardan daha fazla olduğunu kesfetmisler ve aralarındaki sorunları tehdit yoluyla değil de diplomatik yöntemlerle çözmenin daha avantajlı olacağının farkına varmıslardır. Türkiye kalıcı istikrar ve barısın ülkelerin sorunlarının çözümü yönünde politik iradelerini etkin ve kalıcı bir sekilde kullanabilmelerine ve farklılıklarını ortaya çıkartarak uzlasmanın ancak ortak çıkarlar temeline dayandırılması yöntemine bağlı olduğu felsefesini savunmaktadır. 

Tüm bu sebeplerden dolayı AB’nin, Türkiye’yi dısarıda bırakarak ve sadece kendi çevresinde ortaya çıkması muhtemel çatısmalara AGSP’yi kullanarak 
gerçeklestireceği bir operasyonun basarısızlıkla sonuçlanması olasılığı yüksektir. 

(c) Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ODGP:

 Eğer AB; Akdeniz, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya bölgelerinde güçlü bir dış güvenlik politikasına sahip olmak istiyorsa, Türkiye bu noktada yine 
vazgeçilemez bir ülke olarak karsımızda durmaktadır. Türkiye hem Arap dünyası hem de İsrail ile iyi iliskilere sahip yegane ülkelerden biridir. Hem Dslâm Konferansı Örgütü (DKÖ) üyesi hem de İsrail ile pek çok ekonomik ve güvenlik alanında ikili antlasmalar imzalamı olan Türkiye, Orta Doğu’da Filistin-İsrail barış sürecine katkıda bulunabilecek Avrupa’nın ideal bir uzlastırıcısı görünümündedir. 29 Diğer taraftan Türkiye’nin AB üyeliği, ABD’nin tek yanlı olarak Orta Doğu’da politikalar üretmesi sonucu gerginlesen transatlantik iliskilerin yeniden yapılandırılmasına katkıda bulunabileceği gibi, acilen gerekli olan yeni bir AB-ABD çok taraflı stratejisinin daha demokratik ve refah içerisinde bir Arap dünyasının yaratılmasına da katkıda bulunarak, AB’nin etkili ve aktif stratejiler üretmesini sağlayacaktır. 
ODGP’nin askerî caydırıcılık temelleri üzerine insa edilmi bir güvenlik boyutuyla güçlendirilmediği takdirde inandırıcı olması beklenemez. 
Eğer AB etkili bir ODGP hedefine ulasmak istiyor ve bunu da AGSP ile bütünlestirerek gerçeklestirmeye çalısıyorsa, Türkiye’nin bu olusumların dısında tutulması, AB’nin dı ve güvenlik politikalarını hayata geçirme olasılığını ciddî sekilde tehlikeye sokabileceği de ortadadır. 

Sonuç 

Fransa ve Almanya ikili olarak yarım yüzyıla yakın zamandır ilk önce Avrupa Topluluğu (AT) ve daha sonra ise AB’ye güvenlik ve savunma rolü yükleyebilmek için büyük çaba göstermislerdir. 30 Bu çaba yeni bir dönüm noktasına, 21’inci yüzyılın baslarında ortak güvenlik tanımının çok çetrefilli olduğu ve Atlantik İttifakı içerisindeki dayanısmanın da problemli olduğu bir zamana denk gelmistir. Dste bu noktada, AB’nin Acil Müdahale Gücü’nü olusturması ve Türkiye’nin muhtemel AB üyeliği gibi 
gelismeler, Türkiye ve AB arasında güvenlik ve savunma alanlarında çok daha iyi bir anlayısa varılmasını zorunlu kılmaktadır. Fransa, Almanya, Dngiltere ve AB’nin diğer önde gelen ülkeleri Türkiye’nin etkin bir desteği olmadan sağlıklı bir Avrupa güvenlik mimarisini gerçeklestirmenin zor olduğunun açıkça farkındadırlar.31 

Avrupa Devlet ve Hükümet Baskanları Konseyi’nde Avrupa savunma“sütunu”nun önde gelen savunucu ülkelerinden olan Fransa ve Almanya, AB ve NATO 
arasındaki asimetrik üyelikten dolayı ortaya çıkabilecek önemli i birliği engellerinin var olduğunu görebilmektedirler. Bu yüzden ortada olan bir durum var ki o da, Türkiye AB’nin tam üyesi olana dek AGSP’nin yapılandırılması tamamlanamayacak ve ODGP’nin uygulamaya konulduğu esnada AB ve NATO arasındaki üyelik asimetrisi nedeniyle de ciddî engellerle karsılasılacaktır. 

Türkiye’nin AB güvenlik ve savunma politikası çerçevesinde savunduğu esas nokta NATO’nun görev, araç ve gereçlerinin “kopyalanarak” AGSP’yi tamamen 
bağımsız hâle getirmek değil, AB ve NATO arasında olusturulacak “bütünleyici” bir bağın Avrupa ülkelerinin çıkarlarına olduğu ve bu bağın transatlantik iliskilerin daha da güçlendirilmesine katkıda bulunacağıdır. NATO’nun tam üyesi olarak ve AB’yle de 3 Ekim 2005 tarihinde üyelik müzakerelerine baslayacak olan Türkiye, sorunların her an çatısmaya dönüsebileceği bir bölgede önemli görevler üstlenmektedir. Türkiye sadece transatlantik AB-NATO i birliğine Türk ordusunun profesyonelliği ile katkıda bulunmamakta, ayrıca demokratik kurumları ile Türk toplumu bölge istikrarı ve barısı üzerinde de önemli etkiler bırakmaktadır. 

Türkiye’nin AB dısında bırakılması durumunda Avrupa (AB) ve Amerika (ABD) görüsleri arasında bir seçim yapmaktan pek de memnun olacağı söylenemez. 
ABD’nin tarafını tutup AB’ye santaj yapmak veya bu yaklasımın tam tersini benimsemenin en iyi tercih olmayacağının da farkındadır. 
Ancak AB’nin dısında kalması hâlinde, Türkiye için her iki tercih de çoğu durumda ve zamanda Türk dı politikasının sekillendirilmesinde potansiyel seçenekler olarak kalacaklardır. 

21’inci yüzyılda AB çok önemli bir kararın esiğinde durmaktadır. AB Türkiye’yi dıslayarak kendisini Batı ve Dslâm dünyası arasında çok geni bir alanda medeniyetler mücadelesi içerisinde bulacak –ki terörist unsurlar böyle olmasını çok arzulamaktadır veya Türkiye’yi içerisine alarak bu mücadelenin uzlasma yoluyla, sorunları belirli konulara bölerek belirli nedenlere özgün çözümler üretilmesiyle Batı ve İslam dünyası arasındaki sıkıntıların asılmasına çalısılacaktır. AB üyesi olmuş bir Türkiye’nin yardımı ile Orta Doğu, Doğu Akdeniz, Kafkaslar ve Orta Asya’daki istikrarsızlıkların, demokrasi ve pazar ekonomisini diplomatik yöntemler çerçevesinde kullanarak, basarılı bir sekilde ortadan kaldırılmasından dolayı AB’ye doğacak olan maliyet, gerçek bir medeniyetler çatısmasından dolayı ortaya çıkacak olan maliyetten kesinlikle daha hesaplı olacaktır. Sonuç olarak, eğer AB, güvenlik ve istikrara yakın çevresinde diplomatik, ekonomik, sivil ve en son çare olarak da askerî yöntemlerle ulasmak istiyorsa, bunun için Türkiye’ye ihtiyaç duyacaktır. Türkiye ise AB’ye tam üyeliğinin gerçeklesmesi hâlinde Avrupa’nın yakın çevresindeki 
güvenlik ve istikrarın sağlanmasında AB’nin etkin bir rol üstlenmesine katkıda bulunabilecektir. Eğer bu fırsat elden kaçarsa, AB için ciddî bir güvenlik bosluğu 
sorunu ortaya çıkmakla kalmayacak, ayrıca telafisi zor bir durumla da karsı karsıya kalınacaktır. Hâl böyle iken, Türkiye de farklı güvenlik sistemleri arayısına girerek buralara katılmak zorunda kalabilir. 

KAYNAKÇA 

1) “A Secure Europe in a Better World”, European Security Strategy, Brüksel, 12 Aralık 2003. 
2) “Annex II – ESDP: Implementation of the Nice Provisions on the Involvement of the Non-EU European Allies”, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası 
Baskanlık Kararları, 24-25 Ekim 2002. 
3) Antonio Missiroli, “Crossing the Bosporus”, The Wall Street Journal Europe, 1 Ekim 2004. 
4) Antonio Missiroli, “CFSP, Defence and Flexibility”, Chaillot Paper 38, Paris: Institute for Security Studies, WEU, Subat 2000. 
5) Antonio Missiroli, “Financing ESDP”, Real Instituto Elcano, 21 Nisan 2003. 
6) (12.07.2004). 
7) Antonio Missiroli, “After the Brussels fiasco – an ESDP without a Constitution, a CFSP without a Foreign Minister?” 15 Ocak 2004 
8) < http://www.iss-eu.org/new/analysis/analy073.html> (12.07.2004). 
9) Chris Donnelly, “The Occupant of a Pivotal Role in the Defence of the EU”, Financial Times, 28 Haziran, 2004. 
10) Ernst-Otto Czempiel, “Is war making a comeback? Memory loss: a case study”, Goethe Merkur, Almanya: Goethe-Institut Inter Nations, Bonner 
Universitätsdruckerei, 2003. 
11) Ertuğrul Kayserilioğlu, “Çok Kültürlü Bir Avrupa”, Forum Diplomatik, Sayı 1, 31 Ocak 2005. 
12) Graham E. Fuller, Ian O. Lesser (eds.) , Turkey’s New Geopolitics: From the Balkans to Western China, Boulder: Westview Press, Rand Study, 1993. 
13) Ddris Bal, Turkey’s Relations with the West and the Turkic Republics: the rise and fall of the ‘Turkish Model’, Aldershot: Ashgate, 2000. 
14) Javier Solana, “The Washinton Summit: NATO steps boldly into the 21st century”, NATO Review, No.1, Dlkbahar 1999. 
15) Kuzey Atlantik Anlasması, Washington DC, 4 Nisan 1949. 
16) Lale Sarıibrahimoğlu, “Crucial ESDP talks to start in Ankara today”, Turkish Daily News, 25 Ekim 2001. 
17) Lord George Robertson, “NATO and the New Threats”, Turkish Policy Quarterly, Cilt.1, No.4, Kı 2002. 
18) Lt. General Mario de Silva, “Implementing the Combined Joint Task Force Concept”, NATO Review, No.4, Kı 1998. 
19) Kuzey Atlantik Konseyi Bakanlar Toplantısı, Berlin: 3 Haziran 1996. 
20) NATO’nun “Barı için Ortaklık” eğitim merkezi: http://www.bioem.tsk.mil.tr. 
21) NATO web sayfası: http://www.nato.int/docu/review/2002/issue2/english/ statistics.html (05.04.2005). 
22) Kuzey Atlantik Konseyi, Oslo Communiqué, Oslo: 4-5 Haziran 1992. 
23) Ramazan Gözen, “Turkey’s Delicate Position Between NATO and the ESDP”, SAM Papers No.1/2003, Ankara: Mart 2003. 
24) Siret Hürsoy, “How to Conduct Strategic War Against Global Terrorism?”, World Defence Systems, Sovereign Publications Ltd. (yayınlanacak). 
25) Siret Hürsoy, “One Day Analytical Seminar on Turkey and ESDP”, Dsveç: Stockholm’da sunulan sözlü ve yazılı tebliğ, 22 Eylül 2004. 
26) http://web.sipri.org/contents/director/TURKEYESDPSUMMARY.html (02.02.2005). 
27) Siret Hürsoy, “EU’s Long-Term Stability Strategy for the Middle East”, Turkish Policy Quarterly, Cilt.3, No.2, Yaz 2004. 
28) Siret Hürsoy ve Nesrin Ada (ed.), NATO’s Transformation and the Position of Turkey, Dzmir: Ege University Press, 2004. 
29) Siret Hürsoy, The New Security Concept and German-French Approaches to the European ‘Pillar of Defence’, 1990-2000, Germany: Tectum Verlag, 2002. 
30) Steven Everts, “An asset but not a model: Turkey, the EU and the wider Middle East”, Centre for European Reform, (Ekim 2004) (16 Aralık 2004). 
31) “The Alliance’s Strategic Concept”, NATO Washington Summit Communiqué, 23-24 Nisan, 1999. 
32) “TDKA’ya Yeni Roller”, Avrasya Bülteni, Sayı 31, Subat 2005 (01.04.2005). 
33) “Türkiye, NATO ve Avrupa Birliği Perspektifinden Kriz Bölgelerinin İncelenmesi ve Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri”, SAREM Dkinci Uluslar Arası 
      Sempozyum Bildirileri (Dstanbul, 27-28 Mayıs 2004), Ankara: Genelkurmay Basım Evi, 2004. 
34) Walter Posch, “Talking Turkey”, ISSEU Newsletter No.12, (Ekim 2004) 
35) < http://www.iss-eu.org/new/analysis/analy096.html> (12.07.2004). 
36) BAB Bakanlar Konseyi, Petersberg Deklarasyonu, Bonn: 19 Haziran 1992. 
37) BAB Bakanlar Konseyi, Ortak Üyelik Belgesiyle Bağlantılı Toplantı Tutanakları, Roma: 20 Kasım 1992. 
38) William Hale, Turkish Foreign Policy, 1774-2000, Londra: Frank Cass Publications Ltd., 2000. 
39) Zalmay Khalilzad, Ian O. Lesser, F. Stephen Larrabee, (ed.), The Future Of Turkish Western Relations/Towards A Strategic Plan. 
40) (01.02.2004). 
41) ‘3. Deutsch-Französischen Dialog – Mit Sicherheit in die europäische Zukunft: Deutsch-französische Perspectiven einer gemeinsamen Sicherheits – und 
Verteidigungspolitik’, Diskussionsbericht, Saarbrücken: 31 Mayıs-01 Haziran, 2001. 
42) ‘3. Deutsch-Französischer Dialog in Saarbrücken: Europäische Sicherheitspolitik als eigenständigen Pfeiler innerhalb der Nato etablieren’, 
Luxemburger Wort, 2 Haziran, 2001. 

DİPNOTLAR;

1 “Riskler” Soğuk Savas’ın sona ermesiyle ortaya çıkmamıs, 1990 öncesi de var olan bu riskler bulundukları yeni stratejik ortamda hızla yayılma eğilimi göstermistir. 
Terörizm, etnik çatısmalar, uyusturucu ve insan kaçakçılığı gibi sınır ötesi riskler ve diğer tehdit algılamalarına iliskin analiz için bkz. Ernst-Otto Czempiel, 
“Is war making a comeback? Memory loss: a case study”, Goethe Merkur, (Almanya: Goethe-Institut Inter Nations, Bonner Universitätsdruckerei, 2003), s.13-22. 
2 Siret Hürsoy, “How to Conduct Strategic War Against Global Terrorism?”, World Defence Systems, (Sovereign Publications Ltd. (yayınlanacak)). 
3 Bkz. “Türkiye, NATO ve Avrupa Birliği Perspektifinden Kriz Bölgelerinin Dncelenmesi ve Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri”, SAREM Dkinci Uluslar Arası Sempozyum 
Bildirileri (İstanbul, 27-28 Mayıs 2004), (Ankara: Genelkurmay Basım Evi, 2004). 
4 William Hale, Turkish Foreign Policy, 1774-2000, (Londra: Frank Cass Publications Ltd., 2000), s.7; Ian O. Lesser, “Bridge Or Barrier? Turkey and The West 
   After The Cold War”, Graham E. Fuller, Ian O. Lesser (eds.) , Turkey’s New Geopolitics: From the Balkans to Western China, 
(Boulder: Westview Press, Rand Study, 1993), s.101-102. 
5 Kuzey Atlantik Dttifakı Anlasması’nın 5. Maddesine göre: “Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silâhlı bir saldırının hepsine yöneltilmi bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldırı olursa BM Yasası’nın 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz 
savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak, ve diğerleri ile birlikte, silâhlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan Taraf ya da Taraflara yardımcı olacakları konusunda anlasmaya varmıslardır. […]” 
Bkz. Kuzey Atlantik Anlasması, Washington DC, 4 Nisan 1949. 
6 Zalmay Khalilzad, “A Strategic Plan For Western-Turkish Relations”, Zalmay Khalilzad, Ian O. Lesser, F. Stephen Larrabee, (eds.), The Future Of Turkish Western 
Relations/Towards A Strategic Plan, (01.02.2004); Ddris Bal, Turkey’s Relations with the West 
and the Turkic Republics: the rise and fall of the ‘Turkish Model’, (Aldershot: Ashgate, 2000), s.108. 
7 Önceki NATO Genel-Sekreteri George Robertson Türkiye’nin yeni tehditlere karsı NATO müttefikleriyle birlikte bir ileri cephe ülkesi haline geldiğini öne sürmüstür. 
Lord George Robertson, “NATO and the New Threats”, Turkish Policy Quarterly, (Cilt.1, No.4, Kı 2002), ss.5-11. 
8 “A Secure Europe in a Better World”, European Security Strategy, (Brüksel, 12 Aralık 2003), ss.4, 7-8. 
9 St. Mâlo Declaration, (Fransa: Anglo-French Summit, 4 Aralık 1998) için bkz. Missiroli, A., ‘CFSP, 
Defence and Flexibility’,Chaillot Paper 38, (Paris:Institute for Security Studies,WEU, Subat 2000), Annex C. 
10 AGSP önündeki üyelik asimetrisi sorunu yanında diğer ciddî sorunlardan bazıları ise finansman meselesi 
ve kurumsal yapılanma alanındaki eksikliklerdir. Antonio Missiroli, “Financing ESDP”, Real Instituto Elcano, 
21 Nisan 2003 ; Antonio Missiroli, “After the Brussels 
fiasco – an ESDP without a Constitution, a CFSP without a Foreign Minister?” 15 Ocak 2004 
(12.07.2004).
11 “Eğer tam üyeler ortak üyelerin BAB’ın askerî operasyonlarına katılması kararı almıslarsa, bu 
operasyonların yerine getirilmesi için düzenlemeler duruma göre ayrı ayrı katılımcı ülkeler tarafından 
belirlenecektir” (yazarın kendi tercümesi). BAB Bakanlar Konseyi, Ortak Üyelik Belgesiyle ilgili Toplantı 
Tutanakları, (Roma, 20 Kasım 1992). 
12 Petersberg Görevleri insanî ve kurtarma görevleri, barısı koruma faaliyetleri, kriz yönetimi ve barı insası 
görevlerinde çarpısacak olan güçleri içermektedir. Bkz. “II. On Strengthening WEU’s Operational Role”, 
Petersberg Deklarasyonu, BAB Bakanlar Konseyi, (Bonn: 19 Haziran 1992), parag.4. 
13 Berlin’de 1996 yılında gerçeklestirilen Kuzey Atlantik Konseyi bakanlar toplantısı sonuç bildirgesine göre, 
NATO’nun plânlama ve harekât kapasitelerinin AGSP tarafından Birlesik Müsterek Görev Gücü Kavramı 
(Combined Joint Task Force) çerçevesinde kullanılabilmesi kararı, NATO’nun Kuzey Atlantik Konseyi ve 
Askerî Komitesi tarafından onaylanmasını gerektirmektedir. Bkz. Kuzey Atlantik Konseyi Bakanlar 
Toplantısı, Berlin, (3 Haziran 1996); Lt. General Mario de Silva, “Implementing the Combined Joint Task 
Force Concept”, NATO Review, (No.4, Kış 1998), ss.16-19; NATO’nun Washington Zirvesi’ne Madde 18,30, 
34, 50, 53(c)’ye göre: (1) NATO ve BAB arasında kurulan mekanizma çerçevesinde AB ve Kuzey Atlantik 
Paktı arasında etkin ortak danısma, isbirliği ve saydamlık yöntemi gelistirilmesi; (2) AB’nin üyesi olamayan NATO 
üyelerinin istedikleri zaman AGSP çerçevesinde gerçeklestirilecek operasyonlara tam anlamıyla katılımlarına 
önem verilmesi;(3) AB’nin NATO imkân ve kabiliyetlerine ulasabilmesine pratik çözümlerle yaklasılması. “The 
Alliance’s Strategic Concept”, NATO Washington Summit Communiqué (23-24 Nisan, 1999); Javier Solana, 
“The Washington Summit: NATO steps boldly into the 21st century”, NATO Review, (No.1, Dlkbahar 1999), ss.3-6. 
14 Türkiye’nin AB AGSP’nin karar alma mekanizmasına doğrudan katılım talebi ayrıca Yunanistan tarafından 
veto edilmisti. Ramazan Gözen, “Turkey’s Delicate Position Between NATO and the ESDP”, SAM Papers No.1/2003, (Ankara: Mart 2003), s.104. 
15 Lale Sarıibrahimoğlu, “Crucial ESDP talks to start in Ankara today”, Turkish Daily News, (25 Ekim 2001). 
16 “Annex II – ESDP: Implementation of the Nice Provisions on the Involvement of the Non-EU European 
Allies”, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası Baskanlık Kararları, Brüksel, Avrupa Konseyi, (24-25 Ekim 2002). 
17 Bu toplantı sonucuna göre NATO birçok askerî ve sivil faaliyette bulunabilecek “tek bir sistem” olarak 
kaldığı için, AB/BAB güdümlü operasyonların ayrı komuta düzenlemesine gitmelerine fırsat vermemekteydi. 
Kuzey Atlantik Konseyi Bakanlar Toplantısı, Berlin, (3 Haziran 1996). 
18 2001 istatistiği verilerine göre Türkiye 795,000 askerî personeli ile toplamda 2,904,000 NATO Avrupa 
üyelerinin asker sayısının yaklasık 1/3’ünden biraz azını olusturmaktadır. En yakın takipçileri Dtalya’nın 
374,000 Fransa’nın 367,000 ve Almanya’nın 307,000 askerî bulunmaktadır. Sabit olmayan yıllık savunma 
harcamalarında ise kisi basına düsen millî gelir itibarıyla Türkiye 4.9% ile Yunanistan (4.7%), Fransa (2.5%), 
Dngiltere (2.3%) ve Almanya’yı (1.5%) geride bırakmaktadır. NATO web sayfası: 
http://www.nato.int/docu/review/2002/issue2/english/statistics.html (05.04.2005). 
19 Bu konu hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Siret Hürsoy, “New Transatlantic Security Relationship and 
the Position of Turkey in European Security”, Siret Hürsoy ve Nesrin Ada (ed.), NATO’s Transformation and 
the Position of Turkey,(Dzmir: Ege University Press, 2004), ss.49-55. 
20 1992 yılında NATO Kuzey Atlantik Konseyi Oslo toplantısı ve 1996 yılında NATO Kuzey Atlantik Konseyi 
Berlin toplantısı sonuç bildirgelerine göre, Oslo Communiqué ve Birlesik Müsterek Görev Gücü Kavramı 
(CJTF) gelismeleri doğrultusunda NATO, sivil-asker iliskileri ve “yumusak” askerî görevler alanına da 
faaliyet göstermeye baslamıstır. Bkz. NAC Oslo Communiqué (Oslo: 4-5 Haziran 1992) ve Berlin Kuzey 
Atlantik Konseyi Bakanlar Toplantısı, (Berlin: 3 Haziran 1996). 
21 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. http://www.bioem.tsk.mil.tr. 
22 ISAF-II’nin yönetimini Haziran 2002-Subat 2003 tarihleri arasında 1,300 askerî personelin katılımıyla 
üstlenen Türkiye, ikinci kez ISAF-VII yönetimini Subat 2005-Ağustos 2005 tarihleri arasında yürütmek üzere 
üstlenmistir. Ocak 2004 tarihinden itibaren ise NATO’nun Afganistan’daki Sivil Temsilcisi olarak Türkiye’nin 
eski Dısisleri Bakanı Hikmet Çetin görev yapmaktadır. 
23 Kırgızistan ile AGDT arasındaki isbirliği çerçevesinde yüksek lisans eğitimine yönelik olarak Biskek’te kurulan “AGDT Akademisi” 17 Aralık 2004 tarihinde resmen 
faaliyete geçmistir. Bu çerçevede Türkiye tarafından da desteklenen Akademi’ye kurulu asamasında maddî katkıda bulunulmu ve bu makalenin yazarı ders vermek 
üzere Türk Dsbirliği ve Kalkınma Ddaresi Baskanlığı (TDKA) tarafından görevlendirilen ilk akademisyenler grubu arasında yer almıstır. Bkz. “TDKA’ya Yeni Roller”, 
Avrasya Bülteni, (Sayı 31, Şubat 2005), s.11 (01.04.2005). 
24 Türkiye NATO’nun Aktif Çaba Operasyonu’na 299 personel, devriye gemileri ve bir firkateynle katılmaktadır. 
25 Mart 2004 itibarı ile verilmiş olan bu bilgiler, Dışleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nden elde edilmistir. 
26 Ertuğrul Kayserilioğlu, “Çok Kültürlü Bir Avrupa”, Forum Diplomatik, (Sayı 1, 31 Ocak 2005). 
27 Antonio Missiroli, “Crossing the Bosporus”, The Wall Street Journal Europe, (1 Ekim 2004). 
28 Walter Posch, “Talking Turkey”, ISSEU Newsletter No.12, (Ekim 2004) 
     < http://www.isseu.org/new/analysis/analy096.html> (12.07.2004). 
29 Siret Hürsoy, “EU’s Long-Term Stability Strategy for the Middle East”, Turkish Policy Quarterly, (Cilt.3, No.2, Yaz 2004), ss.185-194; Steven Everts, “An asset but not a model: Turkey, the EU and the wider 
Middle East”, Centre for European Reform, (Ekim 2004) (16 Aralık 2004). 
30 Siret Hürsoy, The New Security Concept and German-French Approaches to the European ‘Pillar of Defence’, 1990-2000, (Almanya: Tectum Verlag, 2002); ‘3. Deutsch-Französischen Dialog – Mit Sicherheit 
in die europäische Zukunft: Deutsch-französische Perspectiven einer gemeinsamen Sicherheits – und Verteidigungspolitik’, Diskussionsbericht, (Saarbrücken: 31 Mayıs-01 Haziran, 2001). 
31 3’üncü Alman-Fransız Diyalogu katılımcılarından Lothar Rühl konusmasında önemli bir konuya dikkat çekmektedir: AB’nin tanımladığı en az 16 büyük senaryonun 13’ünün Avrupa’nın güney ve güney 
çevresinde bulunmaktadır. Ancak, AB’nin Türkiye ile olan iliskisini bir düzene koymadığı taktirde bu senaryoların tümünün “resimli bilmece” olmaktan baska bir sey olmayacağını iddia etmistir. ‘3. Deutsch-
Französischer Dialog in Saarbrücken: Europäische Sicherheitspolitik als eigenständigen Pfeiler innerhalb der Nato etablieren’, Luxemburger Wort, (2 Haziran 2001); 
Chris Donnelly, “The Occupant of a Pivotal Role in the Defence of the EU”, Financial Times, (28 Haziran 2004). 

***

AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI KISKACINDA TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ. BÖLÜM 1

AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI KISKACINDA TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ. BÖLÜM 1




Yazan: Yrd. Doç. Dr. Siret Hürsoy* 
* Yrd. Doç. Dr. Siret Hürsoy, Ege Üniversitesi, İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi, Uluslar Arası İlişkiler Bölümü, 35040 Bornova, İzmir, e-mail: sireth@bornova.ege.edu.tr. 

** Bu makale, yazarın T.C. Dısisleri Bakanlığının Stratejik Arastırmalar Merkezi (SAM) yetkilileri ile birlikte, SAM ve Stockholm Uluslar Arası Barı Arastırmaları Enstitüsü (Stockholm International Peace Research Institute (SIPRI)) davetlisi olarak 22 Eylül 2004 tarihinde Dsveç’in baskenti Stockholm’da katıldığı, “One Day Analytical Seminar on Turkey and ESDP” baslıklı seminerde sunduğu sözlü ve yazılı tebliğden esinlenerek yazılmıstır. 
Bkz. http://web.sipri.org/contents/director/TURKEYESDPSUMMARY.html (02.02.2005). 



Özet 

11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a yapılan terör saldırılarından sonra medeniyetler için terörizm, Soğuk Savaş 
döneminin ardından hâlen daha tam olarak bir düzenin sağlanamadığı “yeni” dünya sistemi içerisinde, önemli bir asimetrik tehdit olarak uluslar arası 
toplumun karsısında durmaktadır. New York, Washington, Bali, Madrid, Dstanbul ve Beslan/Kuzey Osteya’daki terör eylemleri doğrudan Türkiye’nin Avrupa 
Birliği’ne (AB) alınması tartısmalarıyla bağlantılı olmasa da, gecikmi ama çok gerekli bu tartısmanın Avrupa’da yaygın bir sekilde baslatılmasına neden olmustur. 
Eğer AB, 21’inci yüzyılda küresel bir güce sahip olmak istiyorsa, ekonomik gücünün yanında etkin bir Avrupa güvenlik ve savunma kanadını da olusturmak zorundadır. 
Bunun için de Türkiye’nin sadece bölgesel ekonomik etkinliği değil, güvenlik ve savunma alanlarındaki avantajlarının da AGSP içerisinde etkin bir sekilde 
kullanılması durumunda, AB’nin küresel bir güç olma yolunda isi kolaylasabilir. 


Giriş: Bölgesel ve Uluslar Arası Tehdit Algılamaları 

İki kutuplu dünya düzeninin basat güçleri olan Amerika Birlesik Devletleri (ABD) ve Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savas’ın sona ermesinden sonra, bölgeler 
arası “riskler” 1990’ın basından itibaren önemli küresel tehditler olarak yayılmaya baslamıstır.1 Bu risklerin bir parçası olan terör tipi saldırılar sonucu, klâsik tehdit anlayısı, güvenlik ve istikrar algılamaları ciddî bir sekilde yeniden sorgulanmaya baslanmıstır. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a yapılan terör saldırılarından sonra medeniyetler için terörizm, Soğuk Savaş döneminin ardından hâlen daha tam olarak bir düzenin sağlanamadığı “yeni” dünya sistemi içerisinde, önemli bir asimetrik tehdit olarak uluslar arası toplumun karsısında durmaktadır. 11 Eylül sonrası görülen terör saldırıları yeni olmamakla beraber, Soğuk Savaş dönemi ülkeler arası klâsik/simetrik tehdit algılamalarından çok farklıdır. Günümüzde terörist unsurlar sosyal, ekonomik ve politik öğeleri dinî etkenlerle sentezleştirmekte ve sonuçta dinsel inançları ideolojik bir kılıf içerisinde kuramsallastırarak uluslar arası topluma sunmaya çalışmaktadırlar.2 

New York, Washington, Bali, Madrid, Dstanbul ve Beslan/Kuzey Osteya’daki terör eylemleri doğrudan Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) alınması tartısmalarıyla bağlantılı olmasa da, gecikmi ama çok gerekli bu tartısmanın Avrupa’da yaygın bir sekilde baslatılmasına neden olmustur. Medeni dünyanın sahip olduğu demokratik değerlerin tüm dünyada daha çok kabul görebilmesi ve sistematik bir sekilde yayılarak küresel hâle gelen terörizmle etkili mücadele için, AB’nin Türkiye’ye duyduğu ihtiyaç kadar Türkiye’nin de AB’ye ihtiyacı vardır. Dstanbul’da 15 Kasım 2003’te Sinagog ve 20 Kasım 2003’te Dngiltere Baskonsolosluğu ve HSBC Bankasına yapılan terör saldırıları ile Türkiye hedef seçilmisti. Bu saldırıların nedeni ise 1923’te kurulusundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı’nın politik ve güvenlik sistemi içerisinde olma politikası gütmesi ve aynı zamanda da yüzünü Batı’ya dönmü laik, çoğunluğu Müslüman, demokratik bir politik ve sosyal sisteme ve serbest pazar ekonomisine sahip olmasıdır. 

Terörizm, kitle imha silâhlarının yayılması ve silâh, uyusturucu ve insan kaçakçılığı gibi pek çok faaliyet uluslar arası toplumun güvenliğini doğrudan 
ilgilendirmektedir. Her ne kadar Avrupa’daki müttefikleri Türkiye’ye bu tip faaliyetlerin Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulastığı elestirilerini yapsalar da, çoğunlukla mafya ve terörist organizasyonlar tarafından desteklenen tüm yasa dısı hareketlere karsı Türkiye elinden gelen mesru mücadeleyi yapmaya çalışmaktadır. 

İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, Avrupa’ya karsı muhtemel risklerin ortaya çıkabileceği bölgelere sınırı olması nedeniyle Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olarak AB içerisinde yer almasının önemi giderek artmaktadır.3 Türkiye tüm bu tehlikelere rağmen yine de riskler denizinin ortasında barı ve istikrar adası görünümü içerisindedir. 

Türkiye’nin coğrafi konumu itibarı ile kendisine sıkça yapılan “Türkiye’nin bölgesel denge rolüne sahip olması” ve “Türkiye’nin jeopolitik önemi” gibi atıflardan Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada güvenliğin sağlanabilmesi için ne kadar önemli ve dengeleyici bir ülke olabileceği kanıtlanmaktadır.4 Demokratik kurumları, askerî kapasitesi ve jeostratejik konumu itibarı ile Türkiye, cömert bir sekilde Batılı müttefiklerinin kolektif savunmasına hem Kuzey Atlantik Anlasması Örgütü (NATO) hem de Batı Avrupa Birliği (BAB) örgütüne üye olarak katkıda bulunmustur. Kore savasından itibaren çok uluslu pek çok askerî ve sivil operasyona katılan Türkiye, 1952’de NATO üyesi olduktan sonra Batılı müttefikleri ile birlikte Kuzey Atlantik İttifakı Anlasması’nın 5’inci Maddesi çerçevesinde dünya barısına katkıda bulunabilmek için hem doğrudan askerî katkılarda bulunmus, hem de müttefik kuvvetlerini topraklarına kabul etmistir.5 Soğuk Savaş döneminde NATO’nun bütün güney-doğu kanadının savunma yükünü üstlenen Türkiye, yaklasık 24 Sovyet askerî tugayını kendisine angaje etmekle kalmamıs, Doğu ile Batı blokları arasındaki ortak sınırın yüzde 37’sinin 
korumasını da sağlamıstır.6 

Öte yandan Soğuk Savaş sonrası küresel siyasî ve askerî dengenin daha henüz sağlanamadığı uluslar arası ortama ilk dolaylı güvenlik tehdidi, Irak’ın Kuveyt’i 
1991’de isgali ile gerçeklesmi ve bu durum petrolün Batı’ya rahatça ulasımı üzerinde ciddî sonuçlar doğurmustur. Türkiye bu ikinci Körfez Savası esnasında ciddî ekonomik kayıplara uğramasına rağmen kritik roller üstlenmekten çekinmemi ve Batılı güçlerin önemli bir stratejik müttefiki olarak kalmıstır. Soğuk Savaş sonrası bir diğer güvenlik tehdidi ise Yugoslavya’nın parçalanması esnasında ortaya çıkan etnik çatısmalardır. 
Yugoslavya’daki iç çatısmalarla birlikte Türkiye’nin Balkanlar’daki etnik gruplar ile olan tarihî ve kültürel bağlarının önemi kesfedilmi ve etnik gruplar üzerindeki 
etkinliğinden dolayı Türkiye’ye Balkanlar’da barısın tekrar tesis edilebilmesi için bölgesel stratejik bir rol biçilmistir. 
Türk Silâhlı Kuvvetleri Somali, Bosna, Kosova, Makedonya ve Afganistan gibi güvenlik sorunlarının olduğu bölgelerde, Birlesmi Milletler (BM) bünyesinde almı olduğu barı operasyonu görevlerinin bir kısmını basarılı bir sekilde yerine getirmis, operasyonların bir kısmı ise hâlen devam etmektedir. 
Türkiye’nin BM, NATO, Avrupa Güvenliği ve D Birliği Teskilâtı (AGDT) ve AB’nin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) operasyonlarına katılımı ile uluslar arası barı ve güvenliği sağlamadaki net katkıları ise ABD’deki 11 Eylül terörist saldırılardan sonra kayda değer bir sekilde artı göstermistir. 

Federal Almanya Cumhuriyeti’nin Soğuk Sava döneminde ileri cephe ülkesi olarak üstlendiği kapitalist Batı Avrupa ülkelerinin komünist Varsova Paktı güçlerine karsı hayatî bir sekilde savunulması rolü, Soğuk Sava sonrası dönemde bir ileri cephe ülkesi7 olarak Türkiye’nin simdiki rolü Avrupa’nın çıkar ve değerlerinin “demokratik olmayan” Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya ülkelerin de savunulmasına benzer olarak görülebilir. Bu bağlamda olusmakta olan “yeni” dünya düzeni konjonktüründe Avrupa’nın Gulliver’i artık Almanya değil, sınır ve bölgeler ötesi riskler üzerinde güçlü bir ele sahip olan Türkiye’dir. 

AB’nin Güvenlik ve Savunma Politikasını Olusturması ve Türkiye’nin Tutumu 

Tarihî olarak Türkiye, Balkanlar’dan Çin’e ve Fas’tan İran’a kadar geni bir coğrafyada politik, ekonomik ve sosyal bir güç olarak bölgesinin de ötesinde dengeleyici bir “menteşe” rolü üstlenmektedir. Türkiye ayrıca Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar, Orta Asya ve Akdeniz ülkeleri ile ikili ve çok taraflı iliskiler kurarak Avrasya ve ötesinde sürdürülebilir bir barısı, dengeyi ve refahı sağlamada etkin konumda bulunmaktadır. 

Bu yüzden Türkiye’de meydana gelebilecek herhangi ciddî bir istikrarsızlık yukarıda bahsi geçen tüm bölgelerde insası düsünülen barı ve güvenlik çemberinin alt üst olması anlamına gelebileceği gibi, bunun tüm Avrupa kıtasını da ciddî bir sekilde etkileyeceğiasikârdır. Benzer sekilde bu bölgeler içerisinde gerçeklesebilecek olası herhangi bir istikrarsızlık, ancak Türkiye’nin katkısı ve Batılı müttefikleri ile beraber hareket etmesi kosuluyla önce kontrol ve sonra da güvenliğin insasıyla bertaraf edilebilir. AB’nin Ortak Dı ve Güvenlik Politikası (ODGP) Yüksek Komiseri Javier Solana tarafından açıklanan Avrupa Güvenlik Stratejisi (European Security Strategy) de zaten AB’nin Avrupa kıtası dısında kendisine yakın petrol ve doğal gaz bakımından zengin olan Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya bölgelerinde daha aktif rol alma yönündeki istekliliğ ini açıkça ortaya koymaktadır.8 Herhangi bir çeliskiye sebebiyet vermeyecek sekilde, “stratejik ortaklık” kavramının “tam üyelik” kavramına alternatif olmadığı günümüzde, Türkiye’yi tam üye olarak içerisine almı güçlü bir AB ileride tüm dünya için bir istikrar faktörü olabilir. 
İşte bu sebepten dolayı Türkiye’nin AB üyeliği AB’nin savunma kapasitesini artırmakla kalmayacak, ayrıca Türkiye’nin Batı’ya sağlayacağı güvenliğin yanında, Doğu’dan Batı’ya doğru enerji transferinin de daha sağlıklı yapılabilmesi için AB’ye önemli bir stratejik imkân sağlayacaktır. 

21’inci yüzyılın basında AB entegrasyon süreci çok önemli bir asamaya ulasmıstır. AB, Ekonomik ve Parasal Birliği’ni Avro ile bütünüyle gerçeklestirmi 
olsa da, bu ekonomik bütünlük AB’nin savunma ve güvenlik alanında hem kendi içerisinde hem de kendine komsu bölgelerde barı ve özgürlüğ ün sağlanmasında 
yetersiz kalıyorsa, AB’nin ekonomik ve politik açıdan kırılgan bir yapıya sahip olunduğu gerçeğini de yadsınamayacak bir sekilde ortaya koymaktadır. 
Bu yüzden Fransa ve Dngiltere arasında 1998 yılında imzalanan Saint Mâlo Deklarasyonu, AB’de Avrupa Politik Birliği yönünde ortak bir politik iradenin ortaya çıkmasından önce, güçlü ortak bir Avrupa savunma politikasının ortaya çıkartılabilmesi çalısmalarının baslangıcı için bir mihenk tası olmustur.9 Türkiye 
bu bağlamda AGSP’nin Saint Mâlo Deklarasyonu çalısmaları esnasında AB’nin güvenlik ve savunma politikasını NATO içerisinde etkin bir mekanizma hâline 
dönüstürülmesi kaydı ile desteklemistir. Ancak AB ülkelerinin ortak savunma politikasını da içeren bir Politik Birliğin nasıl ekillendirileceği konusunda aralarında bir uzlasmaya varamamaları, güvenlik ve savunma alanlarında ilerleme kaydetmelerini ciddî bir sekilde engellemektedir. Bu noktada var olan esas endişe, AB’nin ciddî bir dağılma süreci içerisine girebileceği değil, AB ülkeleri arasında derinlesen ortak çıkarların ve ekonomik, politik, sosyal ve güvenlik alanlarında birbirlerine olan bağımlılıklarını hangi yapı içerisinde ileriye tasıyabilecekleri ve bunun yanında AB-Türkiye ili kilerinin yeniden nasıl sekillendirileceği konusunda ortak bir paydaya varıp varılamayacağıdır. 

AB üyelerinin ortak arzusu olan güvenlik ve savunma alanlarındaki kapasitelerini gelistirmenin önünde duran pek çok engelden bir tanesi ise, NATO içerisinde Avrupa’nın önemli bir müttefiki olan ve AB ile tam üyelik için müzakerelere baslamayı plânlayan Türkiye’nin sırf henüz AB üyesi olmadığından dolayı AGSP’den dıslanması riskidir.10 NATO’nun tam üyesi olarak Türkiye, BAB’ta “ortak üyeliği” (associate membership) 20 Kasım 1992’de yeniden yapılandırılması kapsamında Roma Anlasması ile kabul etmesi, Türkiye’nin BAB’taki karar alma mekanizmalarında veto hakkının olmadığı anlamına gelse de, bu durum doğrudan bu mekanizmalara katılımına engel teskil etmiyordu.11 BAB’ın Petersberg Görevleri 1997 yılında Amsterdam Anlasması çerçevesinde AB’ye entegre edilirken, Türkiye sürekli olarak BAB içerisindeki “ortak üye” statüsünün AGSP içerisinde de aynen tanınmasını talep etmisti.12 Türkiye ayrıca basiretli bir sekilde tüm AB yetkililerine muhtemel bir askerî veya sivil müdahaleyi gerektirecek herhangi bir güvenlik sorununun Türkiye’nin yakın çevresinde gerçeklestirilme ihtimalinin yüksek olduğunu ve böyle bir durumun 
Türkiye’nin hayatî çıkarlarına etki edebileceğini makul bir dille açıklamıstır. Kurumsal ve pratik nedenlerden dolayı, AB’nin NATO’nun AB üyesi olmayan ülkelerle etkin bir koordinasyona ihtiyaç duyduğu da açıkça ortadadır. Bu yüzden NATO-AB kurumsal koordinasyon ve işbirliği için AB’nin NATO’nun en güçlü üyelerinden biri olan Türkiye ile işbirliği yapması kendi çıkarları açısından önem arz etmektedir. 23-24 Nisan 1999’da gerçeklestirilen NATO’nun Washington Zirvesi, NATO üyesi olup da AB üyesi olmayan ülkelerin statülerine saygı duyulması ve AB’nin AGSP’yi bir araç olarak kullanarak NATO’nun plânlama ve harekât kapasitelerine ulasımda Kuzey Atlantik 

Paktı üyelerinden onay alması gerektiği konusuna atıfta bulunmussa da,13 NATO’nun AB üyesi olmayan ülkelerine AGSP içerisinde AB sadece sıradan bir danısma mekanizması önermistir.14 

Bu pek de adil görülmeyen durum karsısında Türkiye istemeyerek de olsa, AB’nin AGSP çerçevesinde muhtemel operasyonları geçeklestirmek için NATO’nun plânlama ve harekât kabiliyetlerinden yararlanabilme imkânını engellemek zorunda kalabileceğini açıkladı.15 Uyusmazlığı ortadan kaldırabilmek için Türkiye, Dngiltere ve ABD arasında gerçeklestirilen üçlü müzakereler sonucu, ortaya Aralık 2001 tarihinde “Ankara Dokümanı” adı altında bir metin çıktı. Bu metin AB’ye sunulduktan sonra üzerinde bazı küçük değisiklikler yapılarak 24-25 Ekim 2002 tarihinde “Brüksel Dokümanı” veya “Nice Uygulama Dokümanı” (Nice Implementation Document) olarak isimlendirildi.16 Doküman sadece NATO-AB i birliğinin çerçevesini olusturmakla kalmıyor, ayrıca Türkiye-AB arasındaki işbirliğini de sekillendiriyordu. Nice Uygulama Dokümanı’na göre, eğer AB önderliğinde herhangi bir askerî operasyon NATO’nun imkân ve kabiliyetleri kullanılarak gerçeklestirilecekse, Türkiye doğrudan AB askerî 
operasyonlarına katılma hakkını elde ederken; NATO’nun imkân ve kabiliyetleri AB önderliğindeki herhangi bir askerî operasyonda kullanılmayacaksa, Türkiye ancak Avrupa Devlet ve Hükümet Baskanları Konseyi tarafında davet edildiği takdirde söz konusu AB askerî operasyonlarına katılma hakkı elde edebilecek. NATO’nun 1996 yılında Berlin’de gerçeklestirilen Kuzey Atlantik Konseyi toplantısı sonuç bildirgesine göre AB operasyonlarında AGSP’nin, NATO imkân ve kabiliyetlerine ulasabilmesinde Türkiye’ye ihtiyacı olduğu için veya doğrudan Türkiye’nin kendi öz imkân ve katkılarına gerek duyulduğundan, AB askerî operasyonlarına Türkiye’nin öyle veya böyle katılımının kaçınılmaz olduğu anlasılmaktadır.17 Bunun en büyük nedenlerinden biri ise muhtemel AB askerî operasyonlarının gerçeklestirileceği bölgelerin Avrupa içerisinden çok Avrupa’nın stratejik çevresinde bulunmasındandır. Öyle görülüyor ki, Orta Doğu, Kafkaslar, Orta Asya, Orta ve Kuzey Afrika bölgeleri AB’nin askerî müdahalelerini gerçeklestirme ihtimalinin yüksek olduğu coğrafi bölgelerdir. 

İşte bu nedenlerden dolayı, Avrupa’nın güvenliği için Türkiye vazgeçilmezdir ve 
tabiatıyla da uzunca bir süre böyle kalacak gibi gözükmektedir. 

Türkiye’nin AGSP’ye Yapabileceği Katkılar 

Günümüzde değismekte olan bölgesel ve uluslar arası güvenlik sistemini AB-Türkiye bağlamında analiz ettikten sonra, Türkiye’nin kendi öz imkân ve kabiliyetlerinin AGSP’yi nasıl daha etkin hâle getirebileceği üzerinde durulmalıdır. Türk Silâhlı Kuvvetleri (TSK) iyi eğitimli, profesyonel, sürekli olarak modernize edilen, etkili, geni askerî ve sivil stratejik imkân ve kabiliyete sahip ve belki hepsinden de önemlisi, bölgedeki varlığı ile tüm ülkeler tarafından ciddî bir caydırıcı güç olarak görülmektedir. 

TSK ayrıca kararlı bir sekilde Soğuk Savaş sonrası yeni tip tehlikelere karsı ortaya çıkan askerî ve sivil yöntem değisiklikleri göz önünde bulundurularak 
yapılandırılmakta, daha esnek ve hareketli hâle getirilerek, ileri teknoloji ürünü silâhlarla donatılmakta, strateji belirleme ve istihbarat alım teknikleri 
güçlendirilmektedir. Askerî personel alanındaki büyüklüğü ve yıllık savunma harcamalarındaki yüksek yüzdelik oranı ile TSK, çoğu AB ülkesinin askerî 
kuvvetlerinin önünde yer almaktadır.18 Bu çapta imkân ve kapasiteye sahip bir ülkeyi AGSP’nin dısında bırakmak hâliyle pek anlasılır olmayacaktır. Türk özel birlikleri uluslar arası barış ve istikrarın insası için oldukça büyük bir askerî personel katılımı ile bugün Somali, Bosna, Kosova, Makedonya ve Afganistan gibi dünyanın çesitli bölgelerinde dünya barış ve güvenliğine katkıda bulunabilmek için hizmet vermektedir. 

Türkiye ileri gelen güvenlik örgütlerinin üyesi olarak (BM, NATO, AGDT vs.) veya üyesi olmadığı yapılanmaların (AGSP) yanında yer alarak, hem sivil hem de 
askerî alanda uluslar arası barış ve güvenliği sağlayabilmek için diğer ülkelerle i birliği yapmayı hedeflemektedir. Kurumsal bir yapı çerçevesinde gelismekte olan AGSP, “yumusak” askerî görevler (yarı-askerî sivil odaklı misyonlar) için siyasî bir mekanizma olarak AB’nin etkin ekonomik ve diplomatik araçlarıyla 
desteklenmektedir.19 

  Bu sebepten dolayı, AB’nin AGSP’sinin kriz önlemede, yönetiminde ve sivil-asker iliskilerinde NATO’dan daha avantajlı bir konumda bulunduğu ileri sürülebilir.20 

Türkiye ise BM, NATO, AGDT ve AB çerçevesinde gerçeklestirilecek olan tüm uluslar arası kriz engelleme girisimlerine, demokrasinin imarı ve ekonomik, sosyal ve politik rehabilitasyon gibi faaliyetlere, uluslar arası barı ve istikrara hizmet etmesi durumunda aktif bir sekilde katılmayı arzulamaktadır. 

AGSP’nin ortaya çıkısından itibaren Türkiye, NATO’nun Avrupa üyelerinin güvenlik ve savunma alanlarında daha fazla sorumluluk üstlenmeleri gerektiği 
üzerinde durmakta ve bu yönde atılacak adımları desteklemektedir. Türkiye ayrıca “Baslık Hedef Görev Gücü Projesi”ne (Headline Goal Task Force Project) ilk destek veren ülkeler arasında yer almakla birlikte, bir tugay askerini hava ve deniz destek gücü ile birlikte bu projenin hizmetine sunmustur. Türkiye bu proje bağlamında seçilmi askerî birliklerini kendisinin de yer aldığı Avrupa’nın güvenliği ve savunması için görevlendirmeye hazır olduğunu açıklamıstır. Eğer AB 21. yüzyılda küresel bir güce sahip olmak istiyorsa, ekonomik gücünün yanında etkin bir Avrupa güvenlik ve savunma kanadını da olusturmak zorundadır. Bunun için de Türkiye’nin sadece bölgesel ekonomik etkinliği değil, güvenlik ve savunma alanlarındaki avantajlarının da AGSP içerisinde etkin bir sekilde kullanılması durumunda AB’nin küresel bir güç olma yolunda isi kolaylasabilir. 

Öncelikle herhangi bir uyuŞmazlığın üstesinden askerî olmayan yöntemlerle gelinmeye çalışılmalı ve askerî güç kullanımı son çare olarak düsünülmelidir. 
Bu yüzden karargâhı Ankara’da bulunan NATO’nun “Barı için Ortaklık” eğitim merkezi, 21 AB’nin AGSP’si ile i birliği yapılarak daha büyük bir kurum hâline getirilebilir ve demokratikleşme, terörizm ve sınır ötesi tehlikelere karşı işbirliği, güven artırıcı önlemler, çatışmaların engellenmesi, polis ve sivil yöneticilerin eğitim merkezi olma gibi önemli konular üzerinde uzmanlasması sağlanabilir. Asker politika için bir araç olsa bile, politikanın askerleştirilmesinin engellenmesi esas hedef olmalı ve askerin politikanın diğer araçları arasında kullanımı sadece son çare olarak düşünülmeli dir. 

Türkiye’nin geni bir coğrafyada güvenlik ve istikrara katkısı ve AGSP’nin daha etkin hâle getirilmesi çerçevesinde oynayabileceği diğer önemli roller asağıdaki 
yetenek ve deneyimleri bağlamında analiz edilebilir: 

Balkanlarda istikrar sağlama girisimleri sonucu Arnavutluk, Bulgaristan ve Makedonya ile Türkiye ikili Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler (Confidence and 
Security Building Measures) antlaşmaları imzalamıstır. 

Balkanlardaki ülkeleri uzlasma masasına getirebilme girisimlerinden dolayı ve ortak güven ve iyi komsuluk iliskilerini güçlendirme çabası çerçevesinde Türkiye, Güney Doğu Avrupa Çok Uluslu Barı Gücü olusturulması için önayak olduğu gibi, daha sonra da Güney Doğu Avrupa Tugayı’nın olusturulmasını sağlamıstır. 

Ortak çıkarlar vesilesi ile Karadeniz ülkelerinin bir araya getirilmesi çabaları sonucu Türkiye, Karadeniz Ekonomik İş Birliği (KED) oluşumunun gerçekleşmesi ni sağlamıştır. Karadeniz’e kıyısı ve donanma gücü olan ülkeler kendi aralarında Karadeniz Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler belgesini de onaylamışlardır. Türk Donanma Komutanının baslattığı Karadeniz çokuluslu görev gücü –diğer adıyla Karadeniz Gücü (BLACKSEAFOR)– tarihte ilk kez sahil ülkeleri donanmalarının insanî kurtarma operasyonlarından ortak bir diğer –önceden antlasmaya varmak kaydıyla– herhangi görev adı altında bir araya gelebilmelerini sağlamaktadır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

25 Ağustos 2019 Pazar

AMERİKA DA HIZLA YAYILAN İSLAM BÖLÜM 4

AMERİKA DA HIZLA YAYILAN İSLAM  BÖLÜM 4



Amerikan Medyasında İslam

Günümüzde medya, kamuoyunun yönlendirilmesinde en etkili faktörlerden birisidir. Medyanın yönlendirmesi ile toplum ya bir konuya sempati duymakta 
ve onu benimsemekte, ya da konuya antipati duymakta ve karşı harekete geçmektedir. Amerikan halkının İslam'ı öğrenmesinde ve benimsemesinde ise 
medyanın önemli bir rolü olmuştur. 

Yakın geçmişe kadar İslam, Amerikan medyasının belli kesimlerinde genellikle olumsuz tanıtımlarla yer almış, halkın zihninde İslam'ın yalnızca 
Arap toplumlarına ait bir din olduğu kanaati oluşturulmaya çalışılmış, Araplar hakkında ise olumsuz bir tablo çizilmişti. Ancak yanlış bilgilerle ve ön yargılı 
bir bakışla hazırlanan bu haberler toplum üzerinde beklenenin tam tersi bir etki yapmış, kamuoyunun İslam'dan uzaklaşması beklenirken aksine İslam, 
Amerika'da en hızlı büyüyen din haline gelmiştir. Bu haberler İslam'ı ve Müslümanları Amerikan halkının hayatına sokmuştur. Böylece İslam'ı bilmeyen 
pek çok insan İslam'dan haberdar olmuş ve İslam'a ilgi duymaya başlamıştır. Bu, aynı zamanda Allah'ın "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin 
için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216) ayetinin de bir tecellisi olmuştur. 
İlk bakışta olumsuz olarak değerlendirilen İslam aleyhindeki söz konusu medya yayınları, yanlış haber akışını engelleyecek ve halka doğru bilgi 
ulaştırabilecek yayınların yapılmasına da aracı olmuştur. Önceki sayfalarda Amerikan yönetiminin İslam'la ilgili politikalarından birisinin de toplu iletişim 
araçlarını kullanarak, halkın İslam hakkında doğru bilgilendirilmesini sağlamak olduğuna değinmiştik. Albright döneminde başlayan bu bilgilendirme 
kampanyasının temel amacı, zaman zaman Amerikan medyasında yer alan ve İslam'ı yanlış tanıtan haberler nedeniyle oluşabilecek toplumsal gerilimi 
ortadan kaldırabilmekti. Bununla birlikte Müslüman nüfusunda görülen yoğun artış da medyanın dikkatini Müslümanların üzerine çevirmesine neden oldu. 
Bu iki unsurun etkisi ile 90'ların son yıllarında İslam ve Müslümanlar, Amerikan medyasının en önemli konularından biri haline geldi. 

Bu haberleri önemli kılan bir yön de, hemen her haberde mutlaka Müslümanların düşüncelerine, inançlarına yer verilmesi ve bu haberlerin İslam'ı insanlara 
anlatan bir mesaj haline gelmesi idi. Müslümanların günlük hayatının, dünyaya bakış açılarının anlatıldığı bu haberlerde özellikle sonradan İslam'ı seçen 
kişilerin görüşlerine yer verilmekteydi. Bununla birlikte çoğu zaman İslam tarihi, İslam inancının temeli, Kuran'ın içeriği gibi konular özel bir bölüm olarak 
bu haberlerle birlikte sunuluyordu. Özellikle gazete ve televizyonların internet sayfalarında, İslami sitelerin adreslerine de yer ayrılmakta, böylece daha 
detaylı bilgi edinmek isteyenlere kolaylık sağlanmaktaydı. 

Söz konusu bilgilendirme süreci 11 Eylül'den sonra kamuoyundan gelen talebin de etkisi ile ivme kazandı. Hemen hemen bütün büyük gazeteler, İslam'da 
terörün olup olmadığı konusunu araştırmaya başladı ve bu araştırmalar, akademisyenlerin, din adamlarının, tarihçilerin, siyaset bilimcilerin görüşlerinin 
de yer aldığı kapsamlı haberler halinde halka sunuldu. Bu araştırmalar sonucu Amerikan halkı bir kez daha İslam'ın barış dini olduğunu gördü ve kendi 
inançları ile İslam dini arasındaki ortak yönleri öğrendi. Gazetelerin yanı sıra büyük kitlelere ulaşan televizyon kanallarında da İslam, hakkında en çok 
program yapılan konu haline geldi. 

Kuşkusuz bu sürecin İslam'a yönelişin artmasında önemli bir payı olmuştur. Pek çok insan daha önce İslam hakkında sadece birtakım kulaktan duyma 
bilgilere sahipken, bu süre zarfında kendi çabası ile ulaşmakta zorlanabileceği bilgilere hiçbir zahmete girmeden ulaşma imkanı bulmuştur. 

Kuran-ı Kerim Amerika'da En Çok Satılan Kitap Oldu

Önceki bölümlerde değindiğimiz gibi Amerika'da İslam'ın yükselişi 11 Eylül olayları ile birlikte büyük bir hız kazanmıştır. Bunun en önemli göstergelerinden 
birisi ise, saldırılardan sonra uzun süre pek çok eyalette, Kuran'ın en çok satılan kitap olmasıdır. Amerika'da Kuran'a olan ilgi o derece artmıştır ki, Kuran'ın 
İngilizce baskısını yapan yayınevlerinden biri olan ünlü Penguin Books, 11 Eylül sonrasında 20 bin ek baskı yaptıklarını açıklamıştır.65 
Kuran'a olan bu yoğun ilgiyi, 'People Want to Know, so Koran is Bestseller' (İnsanlar Bilmek İstiyorlar, Bu Nedenle Kuran En Çok Satan Kitap) başlıklı haberi ile ele alan USA Today gazetesi ise, 11 Eylül'den sonra Kuran satışlarının beş kat daha arttığını vurgulamıştır.66 Haberde görüşlerine başvurulan ünlü 
teolog John Esposito ise, bu ilgiyi açıklarken önemli bir nokta üzerinde durmuştur:
Kuran'ı güçlü kılan hususlardan birisi şudur; bir Müslüman veya herhangi bir insan Kuran'ı eline alıp herhangi bir sayfasını açıp okuduğunda, hayatın özüne 
dair alması gereken mesajı alır.67 

Bir yanda Kuran en çok satılan kitaplar listesinin birinci sırasında yer alırken, diğer yanda bazı eyaletlerde devlet okullarında kimi zorunlu derslerde 
öğrencilerden Kuran'dan ayetler ezberlemeleri istenmektedir. Örneğin California eyaletinde, Byron'daki devlet okulunda yedinci sınıfa giden öğrencilerin 
üç hafta süren bir ders programı ile İslam hakkında detaylı bilgi edinmeleri planlanmıştır. Buna göre öğrencilerin, Kuran'dan ayetler ezberlemeleri, İslam 
tarihi ve Hz. Muhammed'in hayatını öğrenmeleri, hatta ders boyunca birbirlerine kendilerinin seçtikleri Müslüman isimleri ile hitap etmeleri düşünülmüş 
ve bu program hemen uygulamaya konulmuştur. Bununla birlikte öğrencilerin Müslümanların ibadetlerini nasıl yerine getirdiklerini, İslam'ın şartlarının 
neler olduğunu öğrenmeleri de öngörülmektedir.68 

Maine Eyaleti de Kuran'a ilginin yoğun olduğu eyaletlerden birisidir. 11 Eylül olaylarından birkaç gün sonra Kuran ve İslam tarihi kitaplarının satışlarında 
büyük artış görülmüştür. 22 Eylül 2001 tarihli Bangor Daily News gazetesi Maine halkının İslam'a olan ilgisini 'Mainers Studying Tenets of Islam' 
(Maine Halkı İslam'ın İnançlarını Öğreniyor) başlığı ile haber yapmıştır. Haberde yer alan bilgilerden bir kısmı şöyledir:

Amerikalılar geçtiğimiz hafta yaşanan olayla mücadele etmeye devam ederken, Maine halkı da Müslümanların büyük çoğunluğunun neye inandığını 
bulabilmek için ansiklopedileri, tarih kitaplarını, biyografileri ve Kuran'ı inceliyor. Aşağı Bangor'da bulunan Gig Weeks Kitap Evi yetkilisi elindeki tek 
kopya hariç tüm Kuranların satıldığını söylüyor. Bu arada yayıncıların pek çok kitabı yeniden basmasını sağlayacak kadar da sipariş aldıklarını belirtiyor. 
Border Kitap Evi'nde çalışanlar ise 11 Eylül'den beri 5 adet Kuran sattıklarını, bundan önce ise 1 Ocak'tan 10 Eylül'e kadar yalnız bir adet Kuran satıldığını 
söylediler.69 

Haberin geri kalan bölümünde Maine halkının İslam'a olan ilgisini gösteren başka bilgiler de yer almaktadır. Örneğin, Bangor Teoloji Okulu öğrencileri, 
normal koşullar altında sene sonunda alacakları İslam tarihi derslerine hemen başlamak istemişler ve bunun üzerine okulun eğitmenlerinden 
Dana Sawyer da öğrencilerine Kuran'ı ve Hz. Muhammed'in hayatını anlatan dersler vermeye başlamıştır. Sawyer, derslerinde öğrencilerine, tüm 
Müslümanları terörist ilan etmenin, bir Hıristiyanın işlediği suçtan tüm Hıristiyanları mesul görmekle aynı anlama geldiğini anlatmaktadır.70 

Ünlü ekonomist Jeremy Rifkin ise The Guardian'da yayınlanan 'Dialogue is Necessity' (Diyalog Şart) başlıklı yazısında, önce 11 Eylül tarihine kadar İslam 
hakkında bir şeyler okuyup araştırma yapmadığı için kendisinden utandığını söylemiş, daha sonra da İslam'ı öğrenme girişiminde yalnız olmadığını anlatmıştır: 

Bunu söylemeye utanıyorum, ama 11 Eylül'den önce İslam'a gereği kadar önem vermemiştim. İsrail ve Arap komşuları arasındaki tarihi mücadele hakkında 
genel bir bilgim vardı. Bir de petrol üzerine Batı ile yaşanan mücadeleyi biliyordum... 5000 Amerikalının hayatına mal olan bu dehşet verici olaydan sonra İslam ilgimi çekmeye başladı. O günden beri diğerleri gibi ben de, İslam'ın kuralları, iç bölünmeleri, ileriye yönelik söylemleri, Hıristiyanlıkla ve 
Batıyla benzerlikleri ve farklılıkları üzerine okuyup duruyorum. Üstelik bu işte yalnız değilim. The New York Times'da yayınlanan en çok satılan kitaplar 
listesinde yer alan 15 kitabın 7 tanesi İslam'la ilgili. Kuran şu anda en çok satılan kitap. Öyle görünüyor ki, tüm dünya büyük bir sınıfa dönüşmüş.71 

İslam'ın Yükselişi Devam Edecek

Buraya kadar okuduğumuz bilgileri alt alta koyduğumuzda ortaya çok çarpıcı bir tablo çıkmaktadır: İslam Amerika'da gittikçe güçlenmekte ve hızla yayılmaktadır. 
Üstelik, kitabın ilerleyen bölümlerinde de göreceğimiz gibi, bu yükseliş sadece Amerika ile sınırlı kalmamakta, İslam dalga dalga tüm dünyaya yayılmaktadır. 
Bunların her biri olağanüstü gelişmelerdir ve Allah'ın izni ile, çok daha önemli gelişmelerin ilk işaretleri niteliğindedir. Dolayısıyla bu gelişmeler iman edenler 
için güzel bir müjde, aynı zamanda şevk ve heyecan kaynağıdır. 
Allah Kuran'da hak dinin muhakkak galip geleceğini bildirmiştir. Bu ayetlerden birisi şu şekildedir:

Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile. 
(Saff Suresi, 9)

Bu nedenle tüm bu gelişmeleri değerlendirirken bunların Allah'ın birer vaadi olduğunu unutmamak gerekir. Yaşanılan gelişmelerin bu bakış açısıyla 
değerlendirilmesi, konunun öneminin gereği gibi takdir edilmesi açısından da önemlidir. Aksi takdirde bu olaylar, hayatın akışı içerisinde gerçekleşen 
sıradan gelişmeler gibi düşünülecek ve sadece birtakım siyasi gelişmelerin neticeleri olarak değerlendirilecektir. Oysa gerçek çok daha farklıdır. 
Gerçekte, yaşanılan her an Allah'ın kaderde önceden belirlediği şekliyle yaşanır. Kimin nerede hangi şekilde İslam'a yöneleceği, hangi kitap evinde ne kadar Kuran satılacağı, hangi devlet adamının ne şekilde İslamiyete ilgi duymaya başlayacağı ve bu ilgisini ne zaman nerede ne şekilde ifade edeceği Allah'ın önceden belirlemiş olduğu şekli ile gerçekleşmektedir. 
Elbette Allah görünürde her bir gelişme için bir sebep yaratmaktadır, ancak aslında takdir edilmiş olan bir kaderin yaşandığının da unutulmaması lazımdır. 
Söz konusu gelişmeler bu bilinçle değerlendirildiğinde, Allah'ın bizi bu önemli gelişmelerin yaşandığı dönemde yaratmış olmasının şükredilmesi gereken bir 
nimet olduğu da anlaşılır. Çünkü yaşanılan her bir olay, çok daha önemli ve büyük gelişmelere aracı olmakta, Müslümanların asırlardır bekledikleri kutlu 
dönemin yaklaştığını müjdelemektedir. Bu nimet karşısında yapılacak şükür ise hem sözlü olarak hem de fiili olarak gerçekleştirilmelidir. 
Fiili olarak yapılacak şükür, Kuran ahlakının dünyaya hakim olmasını hızlandırmak için çalışmaktır. Bu da bir yandan bu hakimiyete engel olmaya çalışan din dışı ideolojiler ile fikri olarak mücadele etmeyi, bir yandan da Kuran ahlakını her fırsatta insanlara ulaştırmak için çaba göstermeyi gerektirir.
İslam'ın dünya genelinde yükselişini ele alırken üzerinde durulması gereken önemli bir nokta daha vardır. 
Bu yükselişin yanı sıra zaman zaman farklı ülkelerde, farklı yönetimler ve çevreler tarafından Müslümanlara yönelik baskılar devam edebilmekte, Müslümanlar çeşitli zorluk ve sıkıntılarla  karşılaşmaktadırlar. Ancak bu durumun, kitapta ele aldığımız konulardan bağımsız olarak değerlendirilmesi gerekir. Yaşanan baskılar ve zorluklar, İslam'ın dünya çapında hızla büyüdüğü, İslamiyet'e duyulan ilginin dalga dalga yayıldığı ve Müslümanların sayısının gün geçtikçe arttığı gerçeğini göz ardı ettiremez. 
Bu nedenle özellikle Batı dünyasında yaşanan İslam'a yöneliş süreci, yine Batı içerisinde bazı çevreler tarafından İslamiyet'e ve Müslümanlara karşı izlenen ön yargılı tutumlarla ve saldırganca tavırlarla karıştırılmamalı, bu iki yaklaşım iki ayrı konu olarak ele alınmalıdır. 
Aynı şekilde Batı dünyasının da İslamiyet'i değerlendirirken, Kuran ahlakını ve bu ahlaka uyan samimi müminleri kıyas alması gerekir. 
Aksi takdirde alınan kararlar ve yapılan uygulamalar dünya barışını destekleye cek,  huzur ve güvenliği sağlayacak nitelikte olmaktan ziyade, ayrılıkları körükleyecek ve diyaloğu zedeleyecek nitelikte olabilir. İki medeniyet arasında kurulacak diyaloğun temelini, samimi olarak Allah'a iman eden ve Allah'ın emrettiği güzel ahlakı savunan vicdan sahibi kişiler oluşturacaklardır. 
Bu diyaloğun sağlamlaşması, huzura ve barışa karşı olan, çatışmaları, kavgaları ve savaşları savunan, şiddeti temel alan her türlü görüş ve ideolojinin yok edilmesi anlamına gelmektedir. Terörle, şiddetle ve dünya barışına zarar veren her türlü unsurla yapılacak mücadelenin asıl dayanak noktası bu uzlaşma ve diyalog olmalı ve bu mücadele fikri zeminde yürütülmelidir. Dünya toplumlarına barış ve güvenlik getirmek için atılan adımların, yanlışlıkla masum insanlara zarar vermesini, farklı amaçlar için kullanılmasını önlemenin en önemli yolu da bu yaklaşım olacaktır. 

DİPNOTLAR ;

28- The Christianity Today, 3 Nisan 2000
29- http://usinfo.state.gov/journals/itdhr/1101/ijde/eck.htm
30- Teror in America, Muslim American Leaders: A Wave of Conversion to Islam in the U.S. Following September 11, MERIM Special Dispatch, 16 Kasım 2001
31- Al-Ahram Al-Arabi, 20 Ekim 2001
32- Moyers in Conversation, PBS TV, 19 Eylül 2001
33- The Los Angeles Times, 26 Eylül 2001
34- Mosque Study Project, www.cair-net.org
35- Islam Growing in America, American Forces Information Service, 4 Ekim 2001
36- The New York Times, 22 Ekim 2001
37- http://www.jannah.org/articles/islamicrise.html
38- The Detroit News, 21 Mart 2001
39- Islam in Chicago, Islam for Today, 29 Ekim 1996
40- Middle East Quarterly, Kış 2002
41- Middle East Quarterly, Kış 2002
42- The President's News Conference, Jakarta, 15.11.1994, U.S. Government Printing Office, http://www.gpo.gov
43- Fact Sheet, US Government Views on Terrorism, 7 Aralık 1999
44- Department of State Beyrle's Speech in Tashkent, 8 Şubat 2000
45- President's Speech, Islamic Center of Washington, 17 Eylül 1999
46- http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/09/20010917-8.html
47- News Conference with King Hassan II of Morocco, 15 Mart 1995,         www.gpo.gov
48- USIA, President Clinton's Ramadan Message, 27 Kasım 2000
49- USIA, 22 Aralık 2000, http://pdq.state.gov
50- Mofid Deak, First Lady Hosts Third Annual Eid Celebration, USIA, 22 Ocak 1999
51- Madeleine Albright, Learning More About Islam, State Magazine, Eylül 2000
52- Fact Sheet, Us Government's Views on Terrorism, 7 Aralık 1999
53- President's Message for Ramadan, 15 Kasım 2001
54- Remarks by Secretary of State Madeleine K. Albright at Iftaar Dinner, 19 Aralık 2000
55- Secretary Powell Hosts Iftaar at the State Department, 29 Aralık 2001
56- http://www.defenselink.mil/speeches/
1999/c19990115-depsecdef.html
57- Remarks as Delivered by Deputy Secretary of Defense Paul Wolfowitz, The Pentagon, Washington, DC, 30 Kasım 2001
58- http://www.amaana.org/ISWEB/ramadan.htm
59- http://www.amaana.org/ISWEB/ramadan.htm
60- http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/11/20011119-14.html
61- Islam Growing in America- U.S Military, American Forces Press Service, 4 Ekim 2001
62- http://defencejournal.com/jun99/orientation.htm
63- Military Muslim Life Meld on U.S. Bases, The Washington Post, 21 Aralık 1998
64- http://www.defenselink.mil/news/Jan1998/t01261998_t122iftr.html
65- People Want to Know, so Kuran is Bestseller, USA Today, 27 Kasım 2001
66- People Want to Know, so Kuran is Bestseller, USA Today, 27 Kasım 2001
67- People Want to Know, so Kuran is Bestseller, USA Today, 27 Kasım 2001
68- Public Schools Embrace Islam, The American Center for Law and Justice Press Release, 15 Ocak 2002
69- Bangor Daily News, 22 Eylül 2001
70- Bangor Daily News, 22 Eylül 2001
71- The Guardian, 13 Kasım 2001


***

AMERİKA DA HIZLA YAYILAN İSLAM BÖLÜM 3

AMERİKA DA HIZLA YAYILAN İSLAM  BÖLÜM 3



Amerikan Yönetiminin İftar Davetleri 

Amerikan yönetimi ile Amerikalı Müslümanlar arasındaki yakınlaşmayı gösteren diğer önemli gelişmelerden birisi de son yıllarda Amerikan yönetimi 
tarafından gelenek haline getirilen iftar davetleridir. Bu davetlerin her biri Müslümanlarla Amerikan yönetimi arasında önemli bir diyalog fırsatı olmuştur. 
Müslümanların Beyaz Saray'da ağırlanması geleneği ilk olarak Clinton döneminde, Hillary Clinton'ın öncülüğünde, İslami bayramlar vesilesi ile başlamış, Müslümanlar bayram tebriği için Beyaz Saray'a kabul edilmişlerdir. 2001 yılında ise ilk defa Müslümanlar bir Amerikan Başkanı tarafından organize 
edilen iftar yemeği için Beyaz Saray'a konuk edilmişlerdir. 

Amerikan Dışişleri Bakanlığında, Dışişleri Bakanının katılımıyla gerçekleştirilen iftar davetleri ise, daha önce de belirttiğimiz gibi Madeleine Albright 
döneminde başlatılmıştır. Müslümanlarla Amerikan halkı arasındaki ilişkinin geliştirilmesi üzerinde duran ve bunun için çeşitli projelere destek veren 
Albright, verdiği iftar davetlerinin de bu açıdan çok önemli olduğunu sık sık vurgulamıştır. 2000 yılının Ramazan ayında verdiği ikinci iftar davetinde 
Madeleine Albright bu çalışmalarını şöyle anlatmıştır:
Sizleri Dışişleri Bakanlığında ağırlıyor olmaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Pek çoğunuzun da bildiği gibi, ilk defa geçtiğimiz yıl bir iftar yemeğinde 
burada biraraya gelmiştik ve umarım bu yıllarca devam eden bir gelenek haline gelir. Ramazan ayı ve oruç, Müslümanlara Allah'ın varlığını ve Muhammed Peygamber (sav)'in mesajının gücünü bir kez daha hatırlatır... Geçtiğimiz yıldan sonra Dışişleri Bakanlığının 'Amerika'da İslam' adlı bir internet sitesini hizmete açtığını söylemekten gurur duyuyorum. Bu sitenin amacı, İslam'ın Amerika'nın günlük hayatında etkili bir pozitif güç haline geldiğinin ve Amerikalı Müslümanların güvenlik, ekonomi ve vatanımızın özgürlüğü gibi konularda gün geçtikçe daha büyük rol oynamaya başladıklarının halkımız tarafından öğrenilmesini sağlamaktır... Aynı şekilde Müslüman topluluklarla başlattığımız bireysel ve uluslararası programlar da hayati bir önem taşımaktadır. Bu girişimler, seçkin Müslümanların ülkemize gelip fikir alışverişlerinde bulunmalarını teşvik edecektir... 

Bu arada genç Amerikalı Müslümanların Bakanlığımızın çalışmalarına katılıp, yeteneklerinden bizleri de faydalandırmalarını ısrarla teşvik ediyoruz... 
Bununla birlikte Dışişleri Bakanlığında ve diğer devlet dairelerinde çalışanların İslami kuralları ve gelenekleri öğrenmeleri için özel eğitim programları 
düzenliyoruz. Geçtiğimiz bir iki yıl boyunca, doğru cevabı bulabilmek için önemli girişimlerde bulunduk. Bir diyalogu başlattık ve genişlettik. 

Ama hala yapılması gereken çok şey var. Amerikalı Müslümanların, Amerikan politikasını yönlendirenlerle ilişkiye geçmeleri hayati önem taşıyor. 
Dahası onların bu politikayı belirleyen kişiler haline gelmeleri gerekiyor.54 
Görüldüğü gibi Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Müslüman toplumu ile Amerikan halkı ve yönetimi arasında bir nevi köprü vazifesi görmüş ve İslam'a 
duyulan ilginin artmasında öncü rol oynamıştır. Bu konuşma İslam'ın Amerika'da ne derece etkin bir pozisyona geldiğini göstermesi açısından da dikkat çekicidir. Bundan on yıl öncesinde Amerikalı Müslümanlar, kendi içlerine kapalı bir sosyal yaşam sürerken, üstelik günlük hayatlarında pek çok zorlukla karşılaşırken, şimdi artık Amerika'nın Dışişleri Bakanı tarafından Amerikan politikasını yönlendiren kişiler olmaya davet edilmektedirler. 

Albright döneminde başlatılan iftar davetleri, kendisinden sonra makamını devralan Colin Powell tarafından da devam ettirilmiştir. 29 Kasım 2001 
tarihinde Bakanlıkta verilen iftar yemeğinde kısa bir konuşma yapan Powell, temel olarak şu noktalar üzerinde durmuştur:

Ramazan ayı Müslümanların dua edip oruç tuttukları bir aydır. Bu yıl aynı zamanda tüm Amerikalıların da derin düşüncelere daldıkları bir dönem oldu. 
11 Eylül trajedisinin üzerinden henüz üç aydan kısa bir süre geçti ve hepimiz hayatımızı bir kez daha gözden geçiriyor ve ailemize, toplumumuza ve 
inançlarımıza olan bağlılığımızı bir kez daha güçlendiriyoruz. Aslında bu yıl Ramazan ayı, Müslüman olmayan pek çok Amerikalının da bu zamanın 
hayatlarındaki önemli bir süreç olduğunu fark ettikleri bir dönem oldu. Ancak halen bazı çevrelerin İslam'la ilgili akıllarında sorular var ve bu durum 
Müslüman olanların biz Müslüman olmayanlara pek çok şey anlatabilecekleri bir imkan. Umarım hepiniz ülke çapında, Müslüman olmayanlara dininizi daha çok anlatmak, sizlerden bir şeyler öğrenmek isteyen bizlere yardımcı olmak için bunu bir fırsat olarak görürsünüz. Aynı masada oturduğum kişilerden Hıristiyanlara ve Yahudilere nasıl ulaştığınızı, onlara hepimizi rahmet sahibi Allah'ın yarattığını ve birbirimizi sevmemizin Allah'ın bize bir emri olduğunu anlattığınızı gösteren harika anılar dinledim. Masada ayırımcılıkla ilgili konuştuğumuz konulardan çok etkilendim. Bu beni derinden etkiledi, 
çünkü ben de bir azınlık mensubuyum. Geçmişimi asla unutmayacağım... Ve bu akşam burada konuştuğumuz konulara her zaman hassasiyet göstereceğim.55 
Müslümanlara verdiği iftar yemekleri ile dikkat çeken bir diğer yönetim birimi de Savunma Bakanlığıdır. Savunma Bakanlığında resmi olarak iftar davetleri 
verilmesi geleneği 1998 yılında başlamıştır. Genellikle Savunma Bakanı yardımcısı tarafından düzenlenen bu iftarlara, bakanlıkta ve Amerikan ordusunda görev yapan Müslümanlar katılmaktadır. 1999 yılında düzenlenen iftar yemeğinde dönemin Savunma Bakanı Yardımcısı John Hamre şunları söylemişti: 

Bu gece buraya davet edildiğim için gurur duyuyorum. Bundan bir yıl önce, burada Savunma Bakanlığında bir iftar yemeğinde daha biraraya gelmiştik. 
Beni ikinci defa böyle bir organizasyona davet etmiş olmanız bana şeref verdi. Size minnettarım. Geçen yıl da söylediğim gibi Luther mezhebine bağlıyım 
ve Müslüman değilim, bu nedenle bu gecenin sizin için ne ifade ettiğini tam anlamı ile kavrayamıyor olabilirim. Ancak sizin için ne kadar önemli olduğunu 
anlıyorum, çünkü ben de dindar bir insanım. Bütün bir gün boyunca kendinizi Allah'a adamanızın ve sürekli Allah'ı anmanızın ne kadar büyük bir his olduğunu 
anlıyorum... Ben anayasamızdaki değerlerin tüm dinlerin ortak değerlerini savunduğuna inanırım. Anayasada geçen hiçbir söz yoktur ki Müslümanlara ters 
gelsin. Aslında bu ideal (farklı dinlerden ve milletlerden herkesin ABD'de bir arada yaşayabileceği) Kuran'da da yeri olan bir şeydir: 'Ey insanlar, gerçekten, 
biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) 
olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.' (Hucurat Suresi, 13)56 
Hamre'nin konuşması, hem kendisinin de dindar olduğunu vurgulaması, hem Müslümanlara karşı gösterdiği yakınlık ve sevgi, hem de konuşmasında Kuran'dan ayet kullanması açısından çok dikkat çekicidir. Savunma Bakanlığı tarafından verilen iftar davetinin üçüncüsü geçtiğimiz yıl, 30 Kasım 2001 günü Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfowitz'in katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Wolfowitz konuşmasına Endonezya'da büyükelçilik yaptığı zaman öğrendiği, "Selamün aleyküm" sözleri ile başlamış ve şunları dile getirmiştir:

İnançlı Müslümanlar ibadet etmek ve Allah'a yönelmek için her biraraya geldiklerinde, inançları bir kez daha pekişir ve asırlar boyunca İslam'ın insanlığa 
kazandırdığı büyük değerleri hatırlarlar. Hz. Muhammed oruç tutan bir kişiye yemek yedirenin Allah katında büyük sevap alacağını söylemiştir. Bugün bu 
cömertlik duyguları ile burada toplandığımız için, aldığımız sevapların zevkini tadıyoruz. Bu hislerimizi diğerleri ile paylaştığımız için şükrediyoruz.57 
Beyaz Saray'da ise ilk olarak Hillary Clinton 1996 yılında Ramazan Bayramı nedeni ile Müslümanları konuk etmiş ve her davette Müslümanlara önemli 
mesajlar vermiştir. Ramazan ayının Müslümanlar için ne ifade ettiğini çalışanların arasında bulunan Huma Abedin isimli Müslüman bayandan bizzat 
gözlemleyerek öğrendiğini söyleyen Bayan Clinton, Müslümanlarla kurulacak diyaloğa özel önem verdiğini sık sık dile getirmiştir. Hatta 1999'daki kabul 
sırasında bunun için dua ettiğini de söylemiştir:

Müslümanların sık sık ettiğini öğrendiğim şu duayı ben de ediyorum: "Sen bize yol göstermedikçe bizim hiçbir zorluğu aşmamız mümkün olmaz. 
Allah'ım yalnızca senin yardımın ile biz zorlukları aşabiliriz." Allah'ın yardımı ve ülkemizde ve dünyada milyonlarca insanın çalışmaları, cesareti ve 
umudu ile daha güvenli, huzur ve barış dolu bir gelecek inşa edebileceğimize inanıyorum.58 

Hillary Clinton tarafından başlatılan bu geleneği, Beyaz Saray'daki son yılında Başkan Bill Clinton devralmış ve Ramazan Bayramı'nda Müslümanları 
o kabul etmişti. Kuran ayetleri okunarak başlanan toplantıda, Bill Clinton da konuşmasında Kuran'dan ayetler kullanmış ve sık sık İslam'a duyduğu 
ilgiyi dile getirmişti:

İmam'ın Kuran'da okuduğu bölümde, Allah'ın insanları birbirleri ile çatışmaları için değil, tanışmaları için farklı ırklarda yarattığı bildiriliyordu. Bence 
bu çok etkileyici. Tevrat'ta insanların yabancılara yüz çevirmemeleri, bunu yapanın Allah'ın kanunlarına karşı geldiği anlatılır. İncil'de ise insanlara 
komşularına iyi davranmaları söylenir. Ancak Kuran'da Allah'ın milletleri ve ırkları birbirlerini tanısınlar, düşüncelerini paylaşsınlar diye yaratmış 
olduğunun belirtilmesi bence muhteşem bir şey... Şunu söylememe izin verin, bence dünyanın İslam'dan öğreneceği çok fazla şey var. Dünyada her 
dört insandan biri Müslüman. Amerikalılar üniversitelerde ve liselerde İslam'ı öğreniyorlar. Benim de kızım lise öğrencisi iken İslam tarihi dersi almış 
ve Kuran'ın büyük bölümünü okumuştu. Hatta okuldan geldikten sonra bizleri de bu konuda eğitiyor ve bize sorular soruyordu. Sizlerden bir kez daha 
bu ülke insanlarının sizin dininizi, ibadetlerinizi, geleneklerinizi daha iyi anlamaları için kendinizi, dininizin değerlerini ve insanlığa sağladığı katkıları 
onlara anlatmanızı rica ediyorum. Kuran'da insanlara, kendilerine nasıl davranılmasını istiyorlarsa başkalarına da öyle davranmaları gerektiği bildirilmiştir. 
Ve kendimiz için istemediğimiz bir şeyi başkaları için de istemememiz ve barış için çaba göstermemiz....59 
Başkan Bush döneminde ise bugüne kadar hiç olmayan bir şey yaşandı ve Amerikan tarihinde ilk defa Başkan tarafından bir iftar daveti düzenlendi. 
Bush'un düzenlediği iftar yemeğine, Müslüman ülkelerin büyükelçileri ve Müslüman organizasyonların başkanları katıldı. Başkan'ın davette yaptığı 
konuşma yine, İslam'ı öven, farklı inançları diyaloğa ve uzlaşmaya davet eden nitelikteydi: 
Ramazan ayı iman eden Müslümanların dua edip oruç tuttukları bir aydır. Bu gece Allah'ın büyüklüğünü ve bizlere barış içinde yaşayıp komşularımıza 
yardım etmemizi emrettiğini bir kez daha anıyoruz. Bütün dünya bu dinden (İslam) ve başarılarından faydalanmaya devam ediyor. Ramazan ayı ve 
önümüzdeki tatil dönemi, farklı dinlerden insanların birbirlerinden bir şeyler öğrenmesi için iyi bir fırsat olacaktır. Ve daha çok öğrendikçe, ne kadar 
çok ortak noktamız ve inancımız olduğunu keşfedeceğiz. Bizler ailelerimize değer veriyor, çocuklarımızı seviyor ve koruyoruz. Allah'ın adaletine güveniyor 
ve insanların ahlaki sorumlulukları olduğuna inanıyoruz. Ve gelecekten hepimiz barış bekliyoruz. Ortak olan çok yönümüz ve birbirimizden öğreneceğimiz 
çok şeyimiz var.60 
Tüm bu iftar yemekleri ve bu yemeklerde verilen demeçler, Müslümanlarla Amerikan yönetimi arasındaki ilişki açısından son derece önemlidir ve 
Müslümanların Amerikan toplumu ve kültürü üzerinde etkinlik kazanmaya başladığının bir göstergesidir. Amerika'nın Müslümanlarla ilişkisi bu davetler 
ve çeşitli görüşmelerle sınırlı kalmamaktadır. Müslümanlar artık Amerika'nın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir ve sosyal yaşamın her alanında aktif 
olarak yer almaktadırlar. Bunun en anlamlı örneklerinden birisini de Amerikan ordusunda görev yapmakta olan Müslümanlar oluşturmaktadır.

Amerikan Ordusundaki Müslümanlar

Amerikan ordusu, Müslümanların gün geçtikçe sayısının arttığı ve varlıklarını kabul ettirdikleri kurumlardan birisidir. 1990'ların başında 2500 Müslümanın 
görev yaptığı Amerikan ordusunda, bugün yaklaşık 15-20 bin Müslümanın görev yaptığı bilinmektedir.61 Bu sayının hızla artışında etkin olan iki faktörden 
birisi, Amerika genelinde de Müslüman nüfusun sayısında görülen artıştır. Diğer faktör ise, Amerikan ordusunun Müslüman ülkelerde görev yapan birliklerinde
 bulunan askerlerin bu görevleri sırasında İslam'dan etkilenerek din değiştirmeleridir. Bu sayının sürekli artıyor olması orduda görev yapan Müslümanların ibadetlerini rahatlıkla yerine getirebilmeleri için kendilerine çeşitli imkanlar sunulmasını sağlamıştır. Bunlardan ilki, 1993 yılında bir Müslüman din adamının, Müslüman askerlere dini konularda yardımcı olması için ordu tarafından görevlendirilmesidir. Bu, ordudaki Müslümanların varlığının resmi olarak tanındığının önemli bir göstergesidir. Amerikan ordusu askerlerinden Albay Herman Keizer 1994 yılında yaptığı bir konuşmada bu gerçeği şöyle dile getirmektedir: 

"Bu, son on yıl içerisinde Müslümanların silahlı kuvvetlerde sayısının gittikçe artığını göstermektedir ve Amerikan toplumunda Müslümanların sayısının 
artmasının doğal bir yansımasıdır... Şu an İslam Amerika'da en hızlı yükselen dindir."62 

Bu gelişmeyi, Müslümanlara verilen yemeklerden domuz etinin çıkarılması, Cuma günü namaz saatinde Müslüman askerlere namazlarını kılmaları için izin 
verilmesi, hacca gitmek isteyen Müslümanlara kolaylık sağlanması gibi Müslüman askerlerin hayatını kolaylaştıran imkanların sağlanması izlemiştir. 
Amerikan ordusunun Müslüman askerlerine sağladığı bu kolaylıklar 1998 yılında The Washington Post gazetesinde yer alan bir haberde şöyle aktarılmaktadır:
Ramazan ayında Müslümanlar gün boyunca yemek yemiyor ve bir şey içmiyorlar. Komutanlar da oruç tutan askerlerine, zaman zaman ağır fiziksel 
egzersizlerden onları muaf tutmak gibi, gerekli kolaylığı sağlamakla yükümlüler. Ayrıca oruçlarını bozabilsinler ve isteyenler iftardan sonra toplu kılınan 
namazlara katılabilsinler diye çalışma saatlerine esneklik de getiriliyor.63 
Görüldüğü gibi Müslümanlara Amerikan Silahlı Kuvvetleri genelinde oldukça ilgi gösterilmekte ve ihtiyaçları mümkün olduğunca karşılanmaya çalışılmaktadır. 
Bunun önemli nedenlerinden birisi elbette Amerikan halkının dindar yönüdür. Pek çok Amerikalının Allah'a olan inancı, özellikle İslami değerleri öğrendikten 
sonra, Müslümanlara karşı saygılı ve hoşgörülü bir tavır sergilemesini sağlamaktadır. Bunun güzel örneklerinden birisi eski Savunma Bakan Yardımcısı John Hamre'nin yaptığı konuşmada da görülmektedir: 
Sanırım Müslümanlar ve Hıristiyanlar olarak bizler, tek bir Allah'ın hakimiyeti altında yaşamanın ne demek olduğunu çok iyi biliyoruz... 
Bizler ortak bir inanca sahibiz ve kardeşiz. Kimi zaman insanlar için hangi elbisenin moda olduğu, en son model arabaların neler olduğu gibi maddi 
kavramlar dışında hiçbir değerin kalmadığı günümüz Amerikasında, sizin gibi Allah'a karşı sorumluluklarını yerine getiren, zekat veren, bağışta bulunan 
daha geniş bir ufka sahip insanlarla olmak çok güzel. Bu harika bir şey. Siz yanında bulunulmaktan çok zevk alınacak insanlarsınız.64 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***