13 Kasım 2019 Çarşamba

DOĞU SINIRININ PEACE MAKER OLARAK BELİRLENMESİNDE MUSTAFA KEMAL PAŞA (1920-1921) BÖLÜM 1

DOĞU SINIRININ PEACE MAKER OLARAK BELİRLENMESİNDE MUSTAFA KEMAL PAŞA (1920-1921). BÖLÜM 1


Prof. Dr. Enver KONUKÇU* 
* Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. 
Barış - Sınır - Peace-Maker 


Hellen ve Roma döneminde, Anadolu’nun orta ve doğu kısımları savaşların sonunda, “barış” denilen sosyal bir kavramla tanışmıştır. 
Bunun diğer dillerdeki karşılığı sulh, hazer/hazar, mir ve Peace olmaktadır. Bazen, “andlaşma” da, bu kelimenin yerine kullanılmaktadır. 
Her andlaşmanın veya barışın öncesi ateşkes, bırakışma anlamına gelen “mütâreke”dir. Bizlerin çok yakından bildiği kavramın örneklerinden biri de Mudros/Mondros Mütarekesidir. Barışa giden yolda ilk aşama olmaktadır. Her mütârekenin ağır bedeli de barıştır. Fakat, barış, galip gelenin vazgeçilmez hakkı, yenilen ise aynı kelimenin anlamında nedense pek faydalanamamıştır. O zaman tek taraflı barış ortaya çıkıyor. Sevres Barışı, İtilaf devletleri için faydalı, Osmanlı Devleti için de zararlıdır. O zamanın liderleri Sevres’i Türkiye’nin veya Türklerin sonu olarak görmüş, bunu uygulamakta da epeyce uğraşmışlardır. Barışla ilgili terimler de bizlere bazı şeyleri hatırlatmaktadır. Meselâ Paris Barış Konferansı... 

Eski Paris toplantılarına hiç benzememektedir. Bu toplantıda Üçler Konseyi, Greklere, İzmir’in işgali yetkisini vermiştir. C.Nicholson, 

“1919 Yılında Barış nasıl Yapıldı?” isimli eserinde 1945 öncesi bir oldu-bittiyi gündeme getirmektedir. 21 Aralık 1916’da, deniz aşırı bir ülkede, ABD’nde, Başkan W.Wilson, tarafsız devletler aracılığı ile bir açıklama yaptı: “Zafersiz barış”. Ama, hem 14 ilkesine, hem de bu söze karşı tavır sergileyen Sevres Barışı’nın “Ermenistan Sınırlarını tesbit” gibi tamamen ters bir olayın içinde yer aldı. 

Çarlığın yıkılışını takip eden aylarda da, Rusya’da “Zafere kadar barış” ve “Zafere kadar savaş” kullanışlar da, kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Lenin ise “ilhaksız ve tazminatsız barış”ı söyleyerek, yeni bir görüşü geliştirmeye çalıştı. Bunları, Rusya’yı ve dolayısıyla Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir barış adı da Brest-Litovsk’dur. Yine bir şehir, kendisinde karar alındığı için, yanına barışı almış ve 
“Brest-Litovsk” ilgili edebiyatta göze çarpmıştır. Nedense bu barış da pek kimsenin aklına gelmeyecek bir sıfatla karşımıza çıkmaktadır. 

John W.Wheeler, Brest-Litovsk olayını sonuna kadar incelemiş ve anlaşmalar, barış edebiyatında yıldızının aniden söndüğünü görmüştü. İşte bu durumda, yazar, Brest-Litovsk’a “Forgotten Peace” demekten kendini alamamıştır. 

Doğu’da ve batıda “barış” görüldüğü gibi galip gelenin önerisi ile ortaya çıkan yenilene ise pek az hak tanıyan terim, kullanılmıştır. 
W.Wilson ve Lenin gibi XX.yy’da bu kelimeyi ağzından hiç düşürmeyen kişiler, barışı kalkan olarak kamuoyunun önüne koymuşlardır. 
Bu görüşte şimdiye kadar hiçbir sapma olmamıştır. 

Ulu önder Kemal Atatürk, Türk milletini kurtarma, eskisi gibi büyük olmayı temin için çalışmalarına başladığı 1919’dan itibaren, askerî kişiliği yanında, sivil hayatta da bazı ilkelerin hem Türkiye’de ve hem de dünyada uygulanmasının, iyi sonuçlar vereceğini kesin bir dil ile söylemiştir. 

İnsana, insan gibi bakma, devlete devlet gibi davranma, milleti ayrım yapmadan millet olarak görme gibi düşünceleri, gerçekten diğerlerinden ayırıcı bir özelliktir. Ona göre, dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu ancak bu yüksek ülkü yolcularının çoğalması ile mümkün olabilecekti. Cumhuriyet Halk Fırkası reisi Gazi Mustafa Kemal olarak 20 Nisan 193l’de, seçim dolayısıyla millete 
beyannâmesinde, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” için uğraş verdiğini söylemiştir. Ki bu ifade ile barışı yurtta, aziz vatanda, sonra çeşitli milletlerin yaşadığı dünyada, görmek ve yaşatmak azmini ortaya koymuştur. 1918-1923 şartlarında düşman olarak görülen, gerçekte de öyle olan milletlere, 1938’e kadarki kısa hayatı esnasında, dostluk elini uzatan, başlatan kendisidir. 

Barış gibi milletlerin hayatında gerekli olan siyasi, askeri ve sosyal gereklilik de dostluk temellerine dayanan sınırların oluşturulmasıdır. 
Günümüze kadar siyasi haritalar sınır nedeni ile sürekli değişmiştir ve değişmesine de devam etmektedir. Limitae, border, borderland, front, hudûd, sınır, serhad gibi kullanışlar, devletler arasında, ayrım çizgileridir. Bazı devletler, bloklar teşkil ederek, yukarıda da temas edildiği gibi aşılmaz, gerisinde ne olup-bittiği öğrenilemez yaşayışı sergilemişlerdir. Gerçi, Demir Perde terimi Rusya’ya 
ait değildir. Stalin’in aldığı kararlar çerçevesinde ülke yabancılar için sınırda demir perdeyi teşkil etmiştir. Buna güzel bir isim bulan da W.Churchill olmuş ve soğuk savaş döneminin sonuna kadar geçerli olmuştur. J.F.Kennedy’nin Almanya’daki tarihi nutkunda kardeşleri birbirinden ayıran Berlin Duvarı da Demir Perde’den farklı değildi. Şimdi ise İsrail, beton duvar inşaatını devam ettirmektedir. 

Türkiye’nin doğusunda, 1921’den önceki sınır durumu da karma karışıktı. 
Bu kadar arazi üzerinde değişebilen sınır pek yoktur. 

Kasr-ı Şirin Andlaşması ile Safevi-Osmanlı sınırı Arpaçay olarak belirlenmişti. Osmanlı-Rus Harblerinde ise taraflar arasındaki sınırlarda sonuncusunun lehinde epey değişmeler oldu. Edirne, Paris, Ayastefanos, Berlin isimleri altında barış hareketlerinde Arpaçayı sınırı, Erzurum’un doğusuna taşındı. 1916’da ise Ruslar, Erzincan’ın batısına kadar ilerlediler. Büyük savaşın mirası da bu oldu. Brest-
Litovsk ve Erzincan görüşmeleri Türkler için sınırı tekrar geçici olarak Arpaçayı’na kadar taşıdı. Mondros Mütarekesi’nde ise “The Six Armenian Vilayet/Vilâyat-ı Sitte”den bahsedildi. Az sonra Rusya Çarlığının çökmesi ile de Şura/cumhuriyetler oluştu. Sevres ve Moskova’daki görüşler, tekrar sınırı Arpaçayı’ndan Sivas-Erzincan arasındaki vadiye, Karadeniz’e dökülen Harşit Suyu’na götürdü. Düşünülen Ermenistan hududu buradan geçirildi. Mustafa Kemal ise, TBMM Başkanı olarak, bütün önerilere karşı çıktı. 

Ona göre, tarihi sınır Arapaçayı vadisi idi. Bu yolda çalışmaları organize etmesi gerekliydi. Böylece, Mustafa Kemal’in az bilinen yönü de ortaya çıkmıştır. Peace-Maker/uzlaştırıcı, barıştırıcı, barış yapıcılık gibi. H.Nicholson, 1919 yılı için Peace-Making’i kullanan, daha doğrusu, böyle bir şeyin farkına varabilen ilk araştırıcılardandır. Bu görüş altında, doğuda beliren Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ile kalıcı bir sınırın tesbiti çalışmaları için uygun zamanlarda harekete geçti. Peace-Maker olarak, Gümrü, Moskova ve Kars Andlaşmaları haklılık ve eşitlik ilkeleri içinde hayata kazandırdı. Şimdi, aşağıda bunun tarihi gelişimi görülecektir. 

Doğu Sınırı denilince, savaşlar sonunda, sürekli Osmanlı Devleti’nin aleyhinde seyir takip eden, toprak kayıpları ile ortaya çıkan durumdur. Klasik olarak, doğu sınırı, Osmanlı- İran harpleri sırasında oluşmuş, Kars Kalesi’nin doğusundaki Arpaçay bu tespitte tabii rol oynamıştır.1 Fakat XIX.yy başlarında Gnl. İ.F.Paskeviç ile başlayan toprak kayıpları, Kırım Harbi sırasında devam etmiş, 
1878’deki Osmanlı-Rus harbinin neticesi olarak, daha fazla arazi harp tazminatı olarak Berlin Andlaşması hükümleri gereğince, Çarlık topraklarına katılmıştır. Böylece Kars, Ardahan ve Batum resmen Rus toprakları sayılmıştır. Ahalinin de ifade ettiği gibi yarım asra yakın “kara günler” başlamış, 1918’de sona ermiştir.2 19161918 devresinde, ilk defa Çarlık kuvvetleri, Sarıkamış sonrası, sıcak 
denizlere inen yolun doğusundaki Erzurum’u da istilâ ve ele geçirmişlerdir. Erzincan’ın batısından Refahiye dolaylarından geçirilen sınır, Brest-Litovsk, az sonra da Erzincan Mütarekesi ile Erzincan ve Erzurum’un I. Kafkas Kolordusu tarafından ele geçirilmesi ile 1878/1293 sınırına gerilemiştir.3 Rusya’da meydana gelen ihtilâl ve sonraki kanlı zamanlarda, yeni hükûmet, Osmanlı Devleti ile kalıcı bir anlaşma yapmıştır. İktidarın Lenin tarafından ele geçirilmesi ile de Bolşevik Rusya, sonraki adı ile Sovyetler ile andlaşma zemini aranmış ve Mustafa Kemal Paşa Çiçerin’in mektubu ile, TBMM Reisi olarak, Hükûmet adına Moskova ile temaslara geçmiştir. 19201921 

    Millî Mücadele için son derece önemli yıllardır. İtilaf Devletleri ve onların “Ionıa” hayali peşinde koşan, yeni bir İskender olma gibi asla gerçekleşmeyecek Hellen topraklarının kazanılması için gayret sarfeden Yunanlılar, İzmir’in işgali ile başlayan ve Afyon’a kadar uzanan maceranın ne sonuçlar verebileceğini pek anlamamışlardı. 

Ama, daima İtilaf Devletlerinin yardımı ile mevcut siyasi ve askerî ortamdan daima kârlı çıkıyorlardı. 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevres, aslında ölü doğmuş bir sözleşme idi. İstanbul dışında, kimseden muhatap bulmamıştı. İnkılap Tarihi edebiyatına “Sevr Paçavrası” diye geçen anlaşma, Mondros Mütarekesi’nin en ağır ve geliştirilmiş şeklinden başka bir şey değildi. Londra, Paris gibi merkezlerin yanında, deniz aşırı topraklarda, ABD başkenti Washington’da da akisler uyandırmıştır. Bu nedenle Başkan Woodrow Wilson4 (başkanlık süresi: 1913-1921) İtilaf Devletlerinin öngörmesi ile Anadolu’daki Ermeni sınırının tesbitine çağrılmış ve görevlendirilmişti. 

Bilindiği üzere 1918 ve 1919’da akisler uyandıran 14 ilkeden 12. maddede, Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarının egemenliği sağlanacak, 
fakat Türk olmayan milletlere muhtar gelişme imkânı verilmesi, Osmanlı âlemi için bir kurtuluş ümidi olarak algılanmıştı. 

Aydınlar yanında ABD heyetlerinin bölgede gittikleri her yerde, 12. maddeyi işaret eden pankartlar taşınmıştı. Genel kanıya göre, ilkeler, ister İtilâfçıların zaferi olsun, ister merkezi devletler zaferi olsun ve hatta, isterse iki tarafın komprimesine dayanan bir barış olsun, sadece genel bir barış göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Böylece, Wilson İlkesi hayal kırıklığı yaratırken, barış havarisi gibi gözüken Wilson, gözü dönmüş, hayâli ülke yaratma peşinde koşan Ermenilere istedikleri ortamı yaratmıştı.5. 

İngiltere ise Doğu Anadolu’daki nüfus yapısını bildiği için bu topraklarda hiçbir zaman Ermenistan kurulamayacağını biliyordu. Ama, mevcut gelişmelere göre hareket etme siyasetini takip etmeye devam etmiştir. Sevres ile Ermenistan teşkili bir kere daha gündeme geldi. Başkan ve sekreter Bainbridge 
Colby’nin, nerde ise, Anadolu’nun doğusunu tamamen Ermenilere bırakan arabuluculuğu ve harita çizimi, tabii ki ona ve hürriyet fikirlerine inanmış aydınlarımızca, sükût-ı hayale sebep olmuştur. Mustafa Kemal, Hey’et-i Temsiliye ve Erzurum milletvekili olarak 28 Aralık 1919’da, Sivas dönüşü Ankara’daki ikinci gününde Wilson ilkeleri ile ilgili ilk açıklamasında, bazı sözleri önceden sezmiş olduğu görülmüştür. Açıklamasında, Hey’et-i Temsiliye Reisi olarak XII. madde üzerinde durarak şunları söylemişti: “...Bu program, milletin 
kendi kaderine hâkimiyetini temin ediyordu. Programın XII. maddesi ise özellikle Türkiye’ye Devletimize ve milletimize aittir. Wilson, bu madde ile Türkiye’nin, milletimizin tam hâkimiyetine sahip olması lüzumunu ortaya koyduktan sonra, buna dair de bir iki kayıt da ilâve etmiştir. O kayıtlar şunlardır: Aramızda yaşayan gayr-ı müslim unsurların emniyetlerinin ve gelişmelerinin sağlanmasını temin etmek. Bir de Boğazların açık bulundurulmasıdır. Bütün İtilaf Devletleri Wilson’un prensiplerini kendi menfaatleri için uygun gördükleri gibi bizim devletimizde bu XII. maddeyi kabulde, hiçbir sakınca görmedi. Hakikaten kabul edilecek bir prensiptir.” 

Washington’un Sevres’deki görevi, İtilaf Devletleri görüşünde Ermeni yurdu meydana getirmekti. Harita üzerinde, en yetkili şahıs olarak Wilson, bu ödevi yerine getirmiş, kitap hâlinde yayınlanan metin, dolayısıyla Ankara’da hayal kırıklığı yaratmıştı. 

1919 ve 1920 siyasi gelişmelerini iyi bir şekilde takip eden TBMM Reisi Mustafa Kemal, Sevres için görüşlerini tabii ki millî bir heyecanla değerlendirerek, kamuoyuna duyurmaktan geri kalmadı; “Sevres Andlaşması, Türk milleti için öylesine uğursuz bir idam kararnâmesidir ki, onun bir dost ağzından çıkmamasını dileriz. Bize göre böyle bir andlaşma yoktur... Mondros’un arkasından yaşama hakkımızı ve istiklalimizi ayaklar altına alan Sevres Andlaşması yapılmıştır. Bu teklif projesinde, Ermenistan’ın sınırlarının tesbiti 
işi Cemiyet-i Akvam’ın göndereceği bir komisyona bırakılmakta idi... Efendiler, Mondros Mütarekesi’nden sonra düşman devletler Türkiye’ye dört defa barış şartları teklif etmişlerdir. Bunların ilki Sevres taslağıdır. Bu taslak, hiçbir görüşmenin ürünü olmayıp, İtilaf Devletleri tarafından Yunan Başvekili Mösyö Venizelos’un katılması ile düzenlenmiş ve Vahideddin’in hükûmeti tarafından 10 Ağustos 1920’de imza edilmiştir...”6 

TBMM’nde yaptığı bir başka konuşmada da Mustafa Kemal, Wilson tarafından şekillendirilen Ermenistan sınırını belirleyen harita hakkında şunları söylemiştir: 

“Gümrü Andlaşması, millî hükûmetin yaptığı ilk andlaşmadır. Bu andlaşma ile, düşmanlarımızın hayallerinde ta Harşit Vadisi’ne kadar uzanan Türk ülkelerini kendisine bağlamış oldukları Ermenistan, Osmanlı Devleti’nin 1877 seferi ile kaybetmiş olduğu yerleri bize, Millî Hükûmete terk ederek aradan çıkarılmıştır.”7 

Mustafa Kemal, Ankara çevresinde oluşan ayaklanmaları, askerî bir harekât ile bastırdıktan sonra, Sevres oldu bittisi ile karşılaşmasına rağmen, Ankara’nın sesini daha gür bir şekilde milletlerarası platformda duyurmuştur. 1920 yılının sonlarına doğru, XV.Kolordu sorumluluk sahasında olan Doğu Meselesini, işbirliği ile sonuçlandırmak için çaba sarfetmiştir. Bunun sonucu olarak, doğu sınırının ilk defa kalıcı bir şekilde oluşmasını da temin etmiştir. Arpaçayı’ndan geçirilen sınıra ait andlaşma da 2/3 Aralık 1920’de imzalanan, Gümrü Andlaşmasıdır.8. Kâzım Karabekir Başkanlığındaki bir heyet tarafından gerçekleştirilen sözleşme, TBMM Hükûmeti’nin imzaladığı ilk andlaşmadır: TBMM Başkanı Mustafa Kemal, doğudaki bu siyasi zaferin tanımını yaparken, oldukça ilgi çekici noktalara da dikkati çekmekte ve genel hatları ile şu şekilde bilgi vermektedir; 

“Savaş alanında verilecek emri bekleyen Doğu Ordumuz, 28 Ekim 1920 günü Kars üzerine harekâta başladı. Düşman (yâni Ermeniler) direnmeksizin Kars’ı terk etti. Kars 30 Ekim 1920’de tarafımızdan işgal edildi. 7 Kasım 1920’de birliklerimiz Arpaçayı’na kadar olan bölgeyi ve Gümrü’yü ele geçirdi. 
Ermeniler, 6 Kasım 1920’de ateşkes ve barış için başvurdular. 

Biz de ateşkes andlaşmasının maddelerini, Dışişleri Bakanlığı vasıtası ile 8 Kasım 1920’de Ermeni ordusuna bildirdik. 20 Kasım 1920’de başlayan barış görüşmeleri, 2 Aralık 1920’de son buldu. 2/3 Aralık 1920 gecesi, Gümrü Andlaşması imzalandı.” 

TBMM’ndeki konuşmasında Gümrü Andlaşması’nın önemi üzerinde duran Mustafa Kemal, takiben şu hitabede bulundu: 

“Efendiler... 

Gümrü Andlaşması, Millî Hükûmetin yaptığı ilk andlaşmadır. Bu andlaşma ile düşmanlarımızın hayallerinde, taa Harşit Vâdisi’ne kadar uzanan Türk ülkelerini kendisine bağışlamış oldukları Ermenistan, Osmanlı Devleti’nin 1877 Seferi ile kaybetmiş olduğu yerleri bize, Millî Hükûmete terk ederek, aradan çıkarılmıştır. Doğudaki durumlarda önemli değişiklikler olması yüzünden, bu andlaşma yerine 
daha sona 16 Mart 1921 tarihli Moskova, 13 Ekim 1921 tarihli Kars Andlaşmaları geçerli olmuştur.”9 

Taşnakların önde gelen isimlerinden olan Hovannes Kaçaznûni Gümrü Andlaşması hakkında, 1923’de açıklamalarda bulundu. “Ermeni delegasyonu Gümrü’de Türklerle andlaşma imzaladı. Bu andlaşma, acımasız Batum Andlaşması’ndan çok farklı değildi. Aynı gün Simon Vratsyan Hükûmeti iktidardan çekildi. Onu, Bolşeviklere devretti... Vratsyan Hükûmeti, Taşnak ve Es-Er’lerden meydana geliyordu... Bolşevikler, Ermenistan’ı Türkiye’ye karşı savunmadılar. Bizim yok olma tehdidi altında imzalamış olduğumuz Gümrü 
Andlaşması’nı onayladılar”10. 

Gümrü Andlaşması, TBMM Hükûmeti ile Ermeniler arasında imzalanmıştır. 18 maddeden meydana gelen andlaşmada, Sevres ve sınır konuları önemlidir. Ermeni heyeti, Gümrü’de, Sevres’e ait isteklerden vazgeçtiler. O.Kaçaznuni, bu konuda, “Başkan Wilson tarafından tasarlanan Ermenistan sınırları da bizi tatmin etmedi. Biz, Başkan Wilson’un Sevres Andlaşması’nı tam olarak kullanabileceği ni ve bize daha fazla toprak verebileceğini ifade etti. Fakat, bu dar sınırlar, bizim için ulaşılamaz ve elle dokunulamaz mavi kuştu... 

Türkler ne Wilson çözümünü ne bizim şikayetlerimizi ne de Sevres Andlaşması’nı tanıyorlardı. Ermeniler topraklarını boşaltmak yerine, yoğun bir şekilde silahlanıyor ve mevzilerini sağlamlaştırıyorlardı”11. Böylece, Sevres ve Wilson sınır tayini de geçersiz sayılmış ve mesele böylece kapanmıştır. Bu konu, Moskova ve Kars andlaşmalarında da “önceki sözleşmelerin geçersizliği” için yer alacak, tarihin karanlık sahifelerine terk edilecektir. 

Moskova’dan Sonra Yeni Konferansın Kars Olarak Kabulü 

16 Mart 1921’de Gnl.Ali Fuad ve G.V. Çiçerin’in imzaladığı Moskova Andlaşması, taraflarca atılmış en iyi adımlardan biri idi. 

TBMM’nde, 1 Mart 1922 tarihli konuşmasında Mustafa Kemal, Moskova Andlaşması’nın önemi üzerinde durarak, “16 Mart 1921’de Moskova’da bir muhadenat muahedenamesi aktettik. Bu muahede ile emperyalizmin savlet-i ihtiraskârisine hedef olan iki devlet arasında avamil-i tabiciyeden mutahassıl tesanüt bir şekl-i hukuki ile de tesbit edilmiş oldu. Türkiye-Rusya mu’ahedesi Rusya’nın müttefiki olan diğer devletlerle yaptığımız mes’ud muahedatın birincisidir. 

Bekir Sami ile başlayan, Dr.Rıza Nur ve Yusuf Kemal (Tengirşek) ve Ali Fuad Paşa’nın gayretleri ile, TBMM için en iyi şartlarda, kabul ettirilen sözleşmenin 15. ve 16. maddelerinde ön görülen ve geleceğe ait hususlardan ilki “Bu Türk ve Rus andlaşmasında Güney Kafkas Cumhuriyetlerine ait olarak sözü geçen maddelerin, Türkiye ile Cumhuriyetler arasında yapılacak andlaşmalarda kabul etme yükümlülüğünde olmaları için, sözü geçmiş (yani: Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan) Güney Kafkas Cumhuriyetleri (Kafkas Ardı: Ermenicesi Andrkovkase, İngilizcesi: Trans-Caucasia Türkçesi: Mavera-yı Kafkas) katında gereken girişimlerde bulunmayı Rusya taahhüd eder” idi. İkinci olarak, 16. maddede işaret edildiği gibi, “onaylama belgeleri en kısa zamanda belirlenecek yerde, değiştirilecektir” deniliyordu. Mustafa Kemal 1 Mart 1922 günlü, Meclisteki konuşmasında Kars toplantısına işaretle “Azerbaycan, Gürcistan, 
Ermenistan Sovyet Cumhuriyetleriyle Moskova Muahedenamesi esasları dairesinde Kars’ta 13 Ekim 1921 tarihli muahedenameyi akteddik” demektedir. 
Ali Fuad Paşa elçi sıfatı ile Ankara’nın talimatı çerçevesinde, kendine göre hazırlıkları başlattı. Ancak Rusya Sovyet Sosyalist Federatif Cumhuriyeti Dışişleri Halk Komiseri Georgi Vasiliyeviç Çiçerin ile 14 Ağustos 1921 görüşmesinde, “Kars Konferansı hakkında bazı söylentilerin olduğu” konusu ele alındı. Çiçerin ise “Ermenistan’ın Nahcivan’ı işgal etmek niyeti yoktur. Kars Konferansı’nın Moskova Muahedesi esasları dahilinde yapılacağına itimad edebilirsiniz” cevabı ile telaş edilecek bir şey olmadığını ifade etmiştir. 
Bir müddet sonra da Sovyetlerin Kafkasya temsilcisi B.V. Legran, Gürcistan’dan M.D. Orahelaşvili ile G.K. Orconikidze ile görüşen Yusuf Kemal Bey, toplantının Kars’ta yapılması kararını kesinleştirmiştir. 
R.S.F.S.C.’nin Türkiye Büyükelçisi S.P. Natsarenus son zamanlarda beliren Ankara’nın arz ettiği teknik sorun ve başkentin meşgul olduğu seferberlik nedeni ile uygun görülemeyeceğini ileri sürdü. Yusuf Kemal ile temasa geçen büyükelçi, “konferansın toplanma yeri olarak sizin de önermiş olduğunun Kars şehrini öneririm” dedi. 30 Ağustos 1921’de Ermenistan ileri gelenlerinden A. Mravian ile de tel görüşmesinde bulunan Yusuf Kemal Bey, Kars’ın kesinlik kazandığını, bu sebeple de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni temsil eden heyetin isim olarak son şeklini aldığını bildirdi. 

Böylece, Kars üzerinde taraflar anlaştıktan sonra, Yusuf Kemal Bey, Ermenistan, Rusya, Gürcistan ve Azerbaycan’dan da murahhasların tesbit ve yola çıkarılmasını rica etmiştir. Ağustos 1921’de başlatılan ve Eylül sonların doğru kimlikleri kesinleşen murahhaslar, yine telgraflarla bildirildi.12 

Kars’ta Moskova Andlaşması’nın Karşılıklı Olarak Sunulması (22 Eylül 1921) 

TBMM ile Rusya arasında imzalanan Moskova Andlaşması, 22 Temmuz 1921’de Ankara’da, TBMM’nde kabul ve tasdik edildi. 

Bu nüsha ile Rusçasının değişimi ise Kars’ta özel bir törenle, 22 Eylül 1921’de, icra edildi. Sovyet tarafını Guzinskov Aleksi Nikolay Baviç’in başkanlığındaki heyet temsil etti. Rus heyeti 20 Eylül 1921’de Salı günü öğleden evvel saat 09.30’da özel bir tren ile Kars’a ulaştılar. Rüşdi Bey, Kars Mutasarrıf Vekili ve Süvari Tümeni Komutanı Sami Sabit (Karaman), Mevk-i Müstahkem Komutanı 
Emin Bey askerler, okullar, ileri gelenler tarafından karşılandılar. Bunlar arasında, güven mektubunu Ağustos 1921’de Kars’da Kâzım Karabekir’e arzeden Yoldaş Kigork Serkisyan da göze çarpıyordu. Daha sonra Kars’a hâkim bir tepede bulunan Ruslardan kalma binaya geçilmiş (şimdiki Vali Konağı) ve burada kalabalık huzurunda hem Kâzım Karabekir ve hem de Bolşevik heyeti başkanı Aleksi Nikolayeviç kısa fakat andlaşmanın önemini vurgulayan nutuk irad ettiler. Eller sıkılarak, dosyalar takdim edildi. Çay verildiği sırada 
da İdadi öğrencileri, Bolşevik heyete Türk bayrağı verdiler. Yoldaş Kuzinov çocukları kucaklayarak, öptü. Sonra, günün anlamına uygun fotoğraf alındı. Ayrılmadan önce de Kâzım Karabekir, heyecanlı bir şekilde “Rica ederim... Gördüğünüz samimi ruhları Moskova”ya söyleyiniz” hitabına karşılık veren yoldaş ise “burada gördüğümü yeni Türkiye’nin Rusya için en kuvvetli bir dost olduğunu söyleyeceğim” cevabını verdi. Son olarak, Kâzım Karabekir “çocuklarımın dostluğunu Rus çocuklarına lütfen bildiriniz dedi.13. 

Kars Konferansı (26 Eylül-13 Ekim 1921) 

Doğu Sınırı’nın belirlenmesi, ülkeler arasındaki bazı problemlerin karşılıklı olarak giderilmesi için Kars’ta, daha önce belirlenen tarihte, 26 Eylül 1921’de toplanıldı. Bu arada Kars epeyce hareketli günler geçirdi. Ermenistan temsilcisi göreve başladı. Moskova Andlaşması’nın karşılıklı değişimi burada yapıldı. Son olarak da, Rusya, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan murahhasları trenle,  Gümrü’den, Kars’a ulaştılar. İstasyonda törenle karşılandılar. 

Kars’daki toplantıya katılan devlet ve murahhaslar şunlardı. 

TBMM Murahhasları: 

Başkan: Tuğgeneral Kâzım Karabekir Edirne Milletvekili Şark Cebhesi Komutanı 
Murahhaslar: Veli Bey (Saltıkgil), Burdur Milletvekili 
Memduh Şevket (Esendal), TBMM’nin Azerbaycan 
Temsilcisi) Ahmed Muhtar Bey, Şarki Anadolu Demiryolları 
İnşaat Mühendisi ve eski Nafıa Müsteşarı 
Müşavirler: Kurmay Binbaşı Veysel Milletvekili Edib (Dinç) Muvaffak Kurmay Binb.Talat Kadri (Cebhede idi). 
Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti (RSFSC): 
Jacques Hanetszky (Letonya Mümessili Jacques karşılığı bazen Yakov deniliyor. Kanitzky, Ganetçkiy, Ganeçkiy, Ganetsky gibi farklı soyadı var. 
Ermenistan SSSC: Bogos Makinziyan Dahiliye Komiseri, Askanaz Mravian Dışişleri Halk Komiseri (Aleksandr Bekzadyan’dan sonra görevi üstlenmiştir) 
Gürcistan SSC: Şalva Zuraboviç Eliyava Harbiye ve Deniz İşleri Komiseri, Aleksandr Svanidze Dışişleri ve Maliye Komiseri, 
Azerbaycan SSC: Behdud Şahtahtılı (Şahtahtinskiy) Devlet Denetimi Halk Komiseri 

İlk oturumda, Sınır ve ekonomi komiserlikleri ayrıldı. Gündüzleri özel oturumlar devam ettirildi. Konferansta, Kafkas Cumhuriyetleri adına J.Ganetskiy konuştu. II. ve Ill.oturumlarda, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına tesbit edilmiş maddeler tesbit edildi. 
Moskova’daki sınır tespiti olduğu gibi kabul edildi. 

Kâzım Karabekir, fazla zaman kaybına sebebiyet verilmemesi için, özellikle J.Ganetskiy’in zaman zaman müdahalede bulunması, ortamın istenilmeyen şekilde gerginleşmesinin önüne geçilmesi için “Ruznâme/Gündem” tesbiti yapıldı. Kâzım Karabekir, Konferans müddetince, ele alınan konulara dair özetle şunları yazmaktadır; 

“26 Eylül’de başlayan konferans 10 Ekim’de bitti. Karşı taraf müzakeresini Rus delegesi Genetzky idare ediyor. Birleşik bir cephe gösterdiler. Hudut için tarafların askerî delegelerinden oluşan bir komisyon teşkil ettik. 
Diğer meselelerde akord olduklarımız sulh andlaşmasının metnini teşkil etti. Tarafların bazı isteklerini diğer taraf kabul etmedi. Bunlar ancak hususi muhabere ve tutanaklarda kaldı. 

Mesela bizden istedikleri: 

1-Gürcistan Evliye-i Selâsede eski eser araştırmaları yapabilsin, 
2-Ermenistan Kulp tuz madenlerinden faydalansın, 
3-Tebaanın kültür ve dini gelişmesini koruyan haklar verilsin, 
4-Gümrü’den alınan şimendifer malzemesi geri verilsin. 

Bunlardan ilk üç madde resmi celsede bahsolunmadı. Hususi görüşüldü. Dördüncü madde resmi celsede istendi. Tabii ilk üç madde haklarımıza müdahale görülerek reddolundu. Dördüncü madde hakkında dahi “Bizim için Gümrü meselesi yoktur. Umumi Harb’te Çarlık Rusya bütün doğunun varını yoğunu silip süpürdü. Mütarekede Taşnaklar da Elviye-i Selâsede böyle yaptılar. Biz de galip geldiğimiz yerlerde Ermeni halkının elinden parasını, bir şeyini almadık, fakat ordusuna ait malzemeden ganimet aldıklarımız hakkımızdı, aldık. Binaenaleyh bu hususta münakaşaya giremeyiz” dedim. Kapattım. 

Bizim İsteklerimizden; 

1- Tebaamızdan alınan eşyanın geri verilmesi. 
2- Taşınmaz malların nasyonalize edilmemesi. 
3- Baku gazlarından faydalanmamızın sağlanması. 

Bunlardan ilk ikisini hususî, üçüncüsünü resmi celsede istedim. Bakû’de 25.000 işçi petrol çıkarıyor, 10.000 kadarı petrol fabrikalarında 15.000’i diğer fabrikalarda. Ayda 13 milyon pot yani 208 milyon kilo petrol istihsal olunuyor. Ortalama %70’ini Ruslar alıyor. 
Bize en çok 10 milyon kilo verebilirler. 

Azerbaycan temsilcisi Behbud Şahtahtinski cevap verdi. Hususi olarak yardım yapacaklar. Fakat resmi bir kayıt altına girmiyorlar. 

Batum limanından şahsi ve ticari ve askerî istifademizin temini hususunda Rus delegesi dedi ki: “Yardımı yapmaktayız. 
Bunun batıya gönderilen mühimmata münhasır olduğunu ticari ve şahsi istifadelerimizde bizim için bir hak olduğunu, özerk idareye sahip Acara’nın merkezi olmak üzere Batum’u terk etmekliğimiz Kafkas milletlerinin hayati bir imanı olduğundandır. Fakat bizim de faydalanmamız şartıyladır”. 

Bu husus temin edildi. Andlaşmaya yazıldığı gibi ayrıca Gürcü hükûmeti delegesi bir beyannamede verdi. Acara özerkliği hakkında şunları teklif ettim: Halkı temin edici muhtariyetten şunları görmek istiyoruz. 

1-Herkesin bir oyu olmalıdır. Yabancılar oya iştirak etmemelidir. Yabancı demek Umumî Harb başladıktan sonra Acara’ya gelenler demektir. Hariciye ve Harbiye komiserlerim Gürcistan tayin ederse de hükûmetin diğer üyelerini Acara Millî Meclisi tayin eder. 
2-Dil, resmi dil Türkçe ve Gürcüce olmak şartiyle öğretim her cemaatin isteğine göre serbesttir. 
3- Müşterek menfaatlere hizmet eden şimendifer ve liman idareleri ve hasılatı merkezi hükûmete ait olduğu gibi, önemi keza umumi ve bütün Gürcistan’a yaygın olan Acara şosalarının iyi korunması ve tamir masrafı dahi merkezi hükûmete aittir. 
4-İslam halkının şer’i ve dini işlerinde serbest ve özerk olmaları ve ihtiyaç halinde Şer’iyye Vekaletimizle münasebette bulunabilmeleri hakkının da teslim edilmesine çalışılmalı. 

Bu tekliflerimiz, biz kendimizi Acara halkıyla Gürcü hükûmetini uzlaştırma mevkiinde görmek lüzumundan ileri geliyor. 
Bugün Batum’da Çeka diğer devlet tebaasına yapılmayan şiddeti Acara halkına yapıyor. Sıhhiye vesair namlarla fazla vergi alıyor, baskı yapıyor, serbest harekete izin verilmiyor. 

Acara ve Nahcivan özerkliği hakkında dahi Gürcü ve Azerbaycan hükûmetlerinin neler yaptığını bilmek isteriz. Gürcü delegesi İlyava şu beyanatta bulundu: Acara özerkliği ile ilgili Moskova Andlaşması’nın kendisine siyasi bir mecburiyet yüklediğini göz önüne alarak, Gürcistan- Türkiye arasında henüz andlaşma imzasını beklemeksizin 54 numaralı ve 16 Temmuz 1921 tarihli ve Gürcistan 
devrim komitesi başkanı Medivani ve Adliye Halk Komiseri Kefnarensten’in imzaları ile bir emirname çıkardı. Bu emirname Gürcistan kısımlarından olan özerk Acara Cumhuriyeti’nin durumunu ve Gürcistan Cumhuriyeti ile olan münasebetlerini tayin eder. Bu emirnamenin konferans tutanaklarına eklenmesini teklif ederiz. 

Bu teklifi kabul ile beraber dedim ki: “İşbu dekrenin uygulanmasının halkın kültür, din ve mülkiyetine ait hukuki özerkliğine kefil olmasını temenni ederiz”. 

İlyava izahat verdi: “Maarif, ziraat, Mezhepler komiserliklerinin tamamen özerk olduğunu beyan ederim. Bu işlemin meydana çıkması bu komiserliklerin faaliyetine bağlıdır. Gürcistan hükûmeti bu komiserliklere zorluk çıkarmayacağı gibi onlara her türlü yardımda bulunacaktır”. 

Cevaben dedim ki; “Komiserliklerdeki kişiler arasında samimiyet tesisi ve faaliyetlerinin temini için kendilerine yardım edilmelidir”. 

Azerbaycan delegesi Behbud Şahtahtinski şunu söyledi: “Azerbaycan Sovyet hükûmetidir. Nahcivan’a verilecek özerklik Rusya’daki usule göre olacaktır. Nahcivan’ın uzak bulunmasından verilen idare özerklikten de fazladır. Halk komiserlerinden oluşan bir meclis vardır. Resmi dairelerde lisan Rusça’dır. Çünkü ilim ve irfan sahipleri çok azdır. Fakat müesseseleri millîleştirmek hususunda bir 
kanun yapılmıştır. Ve adım atılmıştır. Maliyesini Azerbaycan idare eder. Askeri henüz kararlaştırılmamıştır. İlkokullar Türkçe’dir ve üç senedir. Nikah ve boşanma ve diğer dini müesseseler eskisi gibi serbesttir. 

Batum hakkında Rus delegesinin ve Acara ve Nahcivan özerkliği hakkında Gürcü ve Azerbaycan delegelerinin beyanatını gazetelerle ilan ve halka anlatılması teklifimi de kabul ettiler. 

Rus delegesi Ermenilere mühimce bir şey sağlayarak onları memnun etmeye çalışıyordu. Ermeniler Bolşevik olmakla Taşnaklardan fazla bir şey almıyorlar diye Ermeni delegeleri üzgün görünüyorlardı. Kulp tuzları on verstlik bir arazidir. Verilse sizin için zararı olmaz fakat Ermenilere büyük iyilik olur, diye Rus delegeleri ricada bulundu. Cevaben: “Sınırların stratejik bakımından pek mühim olan şeklini bozmayız” dedim. Iğdır ve Beyazıt yollarını kestiğini anlattım. Yoldaş Ganetzky dedi ki: “O halde Kağızman Tuzlası size yeterli, Kulp Tuzlasından yalnız faydalanma hakkını Ermenilere veriniz. Arazi ve her şey Türkiye’nin olsun, Ermeniler yanız tuz çıkarsın ve size de bir miktar versin. Bunu da kabul etmedik. “Bu iş sulh konferansına ait değildir, herhangi bir imtiyaz hükûmetten istenilmelidir dedim. Ani harabelerinin tarihi kıymeti dolayısıyla Ermenilere bırakılması hakkında ricada bulundu. Hudud yine Arpaçayı, yalnız Kale harabesi Ermenilere bırakılsın. Bunu hükûmetten de rica ettiler. Bu hususta hükûmete yazarız, fakat biz muvafakat edemeyiz dedik. 

Hükûmet de razı olmadı bu mesele kapandı, kuvartshane ve Murgul bakır madenleri Çoruh vadisinde Artvin kuzeybatısında imtiyazının Ruslara verilmesi için de Ganetzky hususi olarak benden rica etti, hükûmete resmen müracaat edilebilir. Benim bu işlerle meşgul olmaya yetkim yoktur dedim. Ermenistan hakkında çok ricada bulundu. “Ermeni delegeleri ile bomboş dönecekler, ıstırap içinde kıvranıyorlar. Bari Gümrü’den alınan şimendifer malzemesini olsun verseniz” dedi ve bilhassa Erivan’daki açlık ve sefaleti anlattı. Dedim ki: “Siz 
büyük kardeş sıfatı ile gereği gibi yardım edebilirsiniz, hatta biz bile sizlerden malzeme rica edeceğiz”. Cevaben: “Halin imkansızlığını ve bizden Erivan’a bazı şeyler gönderilirse Rusların da Ermenilerin de şükranını kazanacağımızı” söyledi. Bizim hey’etle bir miktar erzak ve sığır ve bazı bozuk şimendifer malzemesi göndermeye karar verdik. 8 Ekim 1921’de şu tezkere ile yapacağımız yardımı bildirdim. Memnun oldular. ” 

Erzurum ve Sivas Kongrelerindeki kararları gibi az farklı olarak Moskova’da kabul edilen andlaşma maddeleri aynen Kars metninde de yer aldı. 20 maddeden oluşan metin belirlendikten sonra, Konferans çalışmaları kapandı. 13 Ekim Perşembe günü 14.00’de, imza edilme işi de tamamlandı.. Konferansın yapıldığı bina yine bayraklarla süslü idi. Askeri İdadi Mektebi’nden bir müfreze, izci kıyafeti ile diğerleri de Mızıka (musika)ları ile birlikte konferans binası çevresinde tesbit edilen yerlerde sıralandılar. Karslılar da törene büyük ilgi göstermişti. Konferans masası etrafına biriken kalabalık arasında Sovyet Rusya’nın Doğu illeri Başkonsolosu Yoldaş Norman, Azerbaycan Başkonsolosu Yoldaş Hacı İslam Beyli, Ermenistan’ın Kars Temsilcisi Serkisyan, askerler, hükûmet görevlileri göze çarpıyordu. 

Kaleden atılan top sesleri, andlaşmanın imzalandığını müjdeliyordu. Bu toplantı için gelen heyetler de akşamüzeri saat 16.00’da Kars’tan yine törenle uğurlandılar.14. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder