ATATÜRK’ÜN EĞİTİM REFORMUNUN TEMEL UNSURLARI VE UYGULANMASI BÖLÜM 1
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ*
* Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi
Atatürk’ün hem millî hem evrensel yönlerine en güzel örnek O’nun “eğitim reformu”dur. Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini kurduktan sonra, engin birikimi ve gözlemleri sonucu, öncelikle bir eğitim reformu yapılması gerektiğine inanmış ve bunu gerçekleştirerek uygulamaya koymuştur.
Atatürk’ün gerçekleştirdiği eğitim reformunun bazı gerekçeleri, kökenleri ve bir oluşum süreci vardır. Bildirimizde önce bu konu üzerinde durulacaktır. Daha sonra, Atatürk’ün eğitim reformunun unsurları ele alınacaktır. Üçüncü olarak da Atatürk’ten günümüze O’nun eğitim reformunun uygulanması incelenecektir.
I. Atatürk’ün Eğitim Reformunun Kökenleri ve Oluşma Süreci Atatürk’ün eğitim reformunun kökenleri ve oluşma süreci başlıca dört başlık altında ele alınabilir;
1.O’nun yetiştiği ortam
2.Askerlik mesleğinin O’na kazandırdıkları
3.Devlet kurucusu ve Devlet başkanı olması
4.O’nun eğitimci kişiliği.
1. Atatürk’ün yetiştiği ortam Atatürk’ün eğitim düşüncesinin bazı önemli kökenlerini O’nun yetiştiği, başka deyişle çocukluk ve ilk gençlik dönemlerini geçirdiği ortamda aramak gerekir. O’nun yetiştiği ortam üç alt başlık altında incelenebilir :
a) Eğitim Ortamı
Atatürk, “çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey mektebe gitmek meselesine aittir” der. İlk çocukluk anısı eğitimi ile ilgili olduğuna göre, bunu hayatı boyunca düşündüğü, bu anıdan etkilendiği söylenebilir.
Atatürk öğrencilik hayatında birbirine zıt eğitim yöntemlerini bizzat yaşayarak görmüştür. Bunlar baskıya dayanan, nakilci, ezberci yöntemlerin yanında kısmen serbestiye, deneye, akla dayanan yöntemlerdir. Böylece O, bizzat kendi şahsında, Türk çocuklarının, gençlerinin geçen yüzyılda nasıl yetiştirildiklerini ve bunun ne gibi sonuçlar verdiğini gözlemiş, incelemiştir.
Atatürk, düzenli ve kesintisiz bir öğrenim görmüş, başarılı ve mesleğin gerektirdiği özellikleri taşıyan öğretmenlere sahip olmuştur.
Öğretmenleri O’nu çok değişik biçimlerde etkilemişlerdir. Biz, bunlardan ilkokul öğretmeni Şemsi Efendinin O’nun üzerinde ileriki eğitim düşüncesi bakımından bazı önemli etkilerde bulunduğu görüşündeyiz. Şöyle ki, Şemsi Efendi, eğitim tarihimizde yeni ve kolaylaştırıcı öğretim yöntemlerini ve uygulamalarını ilk deneyen öğretmenlerdendir. Onun öğrencileri ilkokuldan bir üst düzeydeki
Rüşdiye öğrencilerinden daha bilgili, disiplinli yetişiyorlardı. Şemsi Efendi, ilköğretimdeki yenileşme girişimleri nedeniyle, bazı bağnaz kişilerin saldırısına uğramış fakat yılgınlık göstermemiş, kendisini öğrencilerinin iyi yetişmesine adamıştı.
Şimdi, Harf İnkılâbı’na bakalım: Şemsi Efendi nasıl ki, çocuklara kısa sürede, kolayca ve etkili biçimde okuma yazmayı, çeşitli bilgileri öğretebilmek için yeni yöntemler, araç gereçler kullanmışsa, Atatürk de, Harf İnkılâbı’na girişmesinin ana amacının Türk milletine “az emekle, kolay bir okuma yazma anahtarı verip, onu bilgisizlikten kurtarmak” olduğunu söyler. Yine Atatürk der ki: “Şurasını
tecrübe ile ifade edeyim ki, hece ve alfabe yeniliği hakikaten çocukları güçlüklerden kurtaran, onlara küçük yaşta başarı lezzetini tattıran en etkili vasıtadır.” Kanımızca O, burada, Şemsi Efendi okulunda kendisinin de yaşadığı yeni yöntemlere atıf yapıyor. Çünkü O’nun bu konuda “tecrübe ile” söylediği şey, ancak, Şemsi Efendi okulunda görüp yaşadığı heceleme ve okuma yöntemindeki yenilikler ve bunların, çocukları güçlüklerden kurtarıp onlara küçük yaşta tattırdığı başarı mutluluğu olabilir... İşte, Harf İnkılâbı ile, kendisi de kolayca okuma yazma öğrenme mutluluğunu çocuklara ve halka tattırmak istemiştir.
Atatürk’ün dinde bağnazlığa karşı görüşlerinde, yenilikçi fikirlerinde, düzen ve disiplin duygularının gelişmesinde de Şemsi Efendinin öğretim ve uygulamalarının şüphesiz payı vardır.
Atatürk’ün öteki öğretmenleri de O’nun üzerinde çeşitli olumlu etkilerde bulunmuşlardır.
b) Sosyal ve Siyasi ortam
Atatürk, çocukluk ve gençlik yıllarını Osmanlı Devleti’nin son ve en buhranlı, en çalkantılı dönemlerinde yaşamıştır. Üstelik, O, bu çağlarını bir kazan gibi kaynayan Balkanlar’da, sonra İstanbul ve ülkenin çeşitli yerlerinde geçirmiş, yıkılmakta olan Devletin çöküş sebeplerini ve kurtarılma yollarını düşünme fırsatı bulmuştur.
O şöyle der: “Bir milletin felakete uğraması demek, o milletin hasta, hastalıklı olması demektir. Bu sebeple kurtuluş, toplumdaki hastalığı tespit ve tedavi etmekle elde edilir.” Yine O, “geçmişin hatalarını kökünden temizlemek, düzeltmek” gerektiğini belirtir. Eğitimle ilgili olanlar ise pek tabii bunların başında gelmektedir.
Gerçekten Atatürk, çocukluk ve gençlik yıllarında, içinde bulunduğu sosyal ve siyasal ortamı dikkatle gözlemiş, Türk ve dünya tarihini iyi öğrenerek, bu ortamın gerçekçi bir değerlendirmesini yapmış, bundan dersler çıkarmıştır. Şöyle ki: Toplumdaki başlıca eğitim kurumları olan medreseler ve sıbyan mektepleri 17. yüzyıldan beri yararsız, yalnızca din ve Arap kültürü veren okullar haline dönüşmüş, yeniliklere cephe alıp taşlaşmışlardı. Bazı medreseliler çeşitli yeniliklere karşı çıkmış, Tanzimat döneminde başlayan eğitimde yenileşme
hareketlerini engellemeye çalışmıştı. Atatürk, Osmanlılarda yabancı okulların istedikleri gibi at oynattıklarını, azınlıkların eğitim yoluyla iktisaden güçlenip siyasi bakımdan bilinçlendiklerini ve Devleti yıkmaya yöneldiklerini gözlemişti. Atatürk, sadece Türklerin amaçsız, etkisiz, cılız, anlamsız, köksüz bir eğitimin çarkları içinde bocaladıkları ve millî benliklerinden habersiz yetiştirildikleri
için kendi öz yurtlarında esarete sürüklendiklerini görmüştü.
Osmanlıların duraklama ve gerileme dönemlerinde, Türk gençlerinin en çok rağbet ettikleri meslekler din görevliliği ve memuriyettir.
Tanzimat’ın eğitimde yenileşme hareketleri içinde de memuriyet (kâtiplik) daha da arzulanan bir meslek haline getirilmiştir. Gerileme ve çökmeye yüz tutma karşısında yöneticiler, aydınlar, toplum silkinip ciddî kurtuluş çareleri arayıp uygulayacakları yerde, aksine, gerilemenin önemli nedenlerinden olan memuriyete aşırı önem verme anlayışını sürdürmüşlerdir. Bir dilekçe sonunda
“saygılarımla” diyebilmek için yüz çeşit anlamsız kalıp ifadelerle Türk gençleri meşgul edilmiş, konu zorlaştırıldıkça önemli gibi görülmüştür. Bütün bunlardan sonra, Türklerin neden memuriyete koşuştuklarına, ticaret, sanayi, iş ve müspet bilim alanlarının Rum, Ermeni, Yahudi ve yabancıların elinde kaldığına şaşılır mı?
Atatürk, bizzat yaşadığı ve yüzyıllar boyu uygulandığını gördüğü eğitim öğretim yöntemlerinin toplumsal sonuçlarına ilişkin de şu önemli değerlendirmeyi yapmıştır (15 Temmuz 1921, Maarif Kongresi): “Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usûllerinin (yöntemlerinin) milletimizin gerileme tarihinde en mühim bir âmil (etkili sebep) olduğu kanaatindeyim.”
Eğitimin millî, bilimsel ve işe yarar olmadığı günleri yaşayan ve gözleyen Atatürk, bu durumun felaketlerimizin temel nedenlerinden olduğu sonucuna varmıştır. O’na göre, Balkanlar’ın elimizden çıkma sebebi de, buradaki toplumların dil kurumlan ve eğitimleri ile millî şuurlarının uyandırılmış olmasıdır.
Atatürk’ün sonraki yıllarda geliştirdiği eğitim reformu ve giriştiği uygulamalar esasta, işte, çocukluk ve gençliğini içinde yaşadığı sosyal ve siyasal ortamda yaptığı gözlem ve değerlendirmelere dayanır.
Bu gözlem ve değerlendirmelerinden hareket ederek O, millî eğitim, bilime dayanma, eğitimin işe yarar, üretici, hayatta başarılı olacak aktif insanlar yetiştirmesi gibi görüşler ileri sürmüştür.
Başka alanlardaki düşünce ve uygulamalarının çoğunun temelinde de, O’nun çocukluk ve gençlik çağlarını içinde yaşadığı sosyal ve siyasi ortamdan ve tarihten çıkardığı derslerin sonuçları yer almaktadır.
c) Fikrî Ortam
Tanzimat döneminin fikrî ve eğitimsel ortamında bazı çelişkiler bulunmakla beraber, eğitim, Devleti felakete gidişten kurtaracak en önemli araçlardan biri olarak görülmeye başlanmış ve bu teşhis o zamandan beri her dönemde değerini korumuştur. Düşünürler ve eğitimcilerimiz bu fikri işlemişlerdir. Mutlakıyet döneminde fikrî ortamda —baskılar nedeniyle— bir kısırlaşma görülür. Ancak, Atatürk, çocukluk ve gençliğinde, Tanzimat döneminde ortaya çıkan bu temel görüşten ve çeşitli yeni fikirlerden (Namık Kemal ve başkalarının)
yararlanmıştır.
2. Askerlik Mesleğinin eğitici etkileri
Atatürk, kesintisiz bir askerî öğrenimden sonra, çeşitli cephelerde savaş deneyimleri kazanmış, ülkeyi görevi nedeniyle gezmiş, üstlerini
ve astlarını, halk çocuklarını yani erleri tanımıştır. Atatürk’ün eğitim reformu ve çeşitli alanlardaki görüşlerinin temelinde O’na askerlik mesleğinin bu yolla kazandırdığı bazı temel gözlemleri ve dersleri de görüyoruz.
Çok önemli bir örnek olarak Balkan Savaşlarını (1912-1913) verelim. Balkan yenilgileri ve felaketleri Osmanlı aydınlarının düşünce yapısında bir dönüm noktası olmuştur. Aydınlar bu yenilgi ve felaketlerin nedenlerini araştırmış, acımasızca özeleştirilerde bulunmuşlar, toplumsal sorunlarla daha derinden ilgilenmeye başlamışlardır.
Subaylarda da aynı zihniyet değişikliğini görüyoruz. Örneğin, Binbaşı Nuri Conker, Nisan 1914’te yayınladığı Zabit ve Kumandan başlıklı kitabında, Balkan yenilgilerinin askerî eğitimimiz ve askerlik ruhu ile ilgili nedenlerini araştırır. Arkadaşının bu eserini okuyup beğenen ve onu tamamlayıcı nitelikte Zabit ve Kumandan ile Hasbihal başlıklı bir kitap yayınlayan (1918) Yarbay Mustafa Kemal de askerî eğitimdeki eksiklerimiz, vatan sevgisi, görev duygusu ile ilgili yetersizliklerimiz, hatta annelerin çocuklarına daha beşikte iken söyleyecekleri ninnilerin eğitimsel değeri üzerinde durur. O’nun bu konuda başlıca görüşleri şunlardır :
Askerî okullarda subaylarımıza ruh ve bilim gücü üstünlüğü kazandırma yeterince önemsenmemiştir. “Harp Okulu’ndaki öğretim, subaylığın temel görevlerini subayın ruhuna sokacak derecede etkili değildi.” Ancak, Atatürk’e göre, daha iyi bir askerî eğitim öğretim verilseydi bile yeterli olmayacaktı, çünkü gerçek askerî bilgiyi verecek asıl okul, birliklerdir, yani uygulamadır.
3. Devlet kurucusu ve Devlet başkanı olması
Türk milleti, Atatürk’ün önderliğinde bağımsızlık mücadelesine girişirken ve Cumhuriyeti kurarken, gençliğin bundan sonra hangi ilkelere, amaçlara, hangi eğitim felsefesi ve dünya görüşüne göre yetiştirilmesi gerektiğinin öncelikle belirlenmesi çok önem taşıyordu.
Eğitim artık, süregelen, denenmiş, değersizliği hatta zararları kanıtlanmış bir felsefe ve dünya görüşüne göre yapılamazdı. Türk milletini ileri götürecek, insancıl, akılcı, yeni bir eğitime ihtiyaç vardı. Bu eğitimin temel ilkelerini de Atatürk’ün belirlemesi çok doğaldı. Çünkü O, hem geçmişten çıkan dersleri çok iyi biliyordu, hem de şimdi yeni Devletin kurucusu ve başkanı idi.
Atatürk, böylece, ilk eğitim bilimcimiz olan Farabi’nin (870950) bir görüşü doğrultusunda davranıyordu: Farabi, devlet başkanının milletinin eğitimcisi olması gerektiğini, onun öğrenme ve öğretmeyi sevmesini, her şeyi kolayca öğretmeyi bilmesi gerektiğini söylemişti. İşte Atatürk, tarihimizde pek çok yöneticinin ihmal ettiği bu eğitimcilik görevini en iyi biçimde üstlenmiş, daha sonraki devlet adamlarına da izlemeleri gereken bir örnek olmuştur.
4. Atatürk’ün Eğitimci kişiliği
Atatürk 1936’larda İstanbul’da Florya köşkündeki toplantılardan birinde genç şair Behçet Kemal Çağlar’a dönerek, “sen çabuk şiir yazarsın, şu odaya çekil, bende hangi nitelikleri görüyorsan hepsini anlatan bir şiir yaz” emrini verdi. İstenileni yapan şair yarım saat sonra uzun bir şiirle geldi ve dizelerini okudu. Atatürk’ün yiğitliği, zaferleri, devrimleri birbir dile getirilmişti. Fakat Atatürk “olmamış!
dedi. Benim asıl bir niteliğim var ki onu hiç yazmamışsın.” Herkes şaşırmıştı.
Bu yazılmayan niteliği ne olabilirdi? Dinleyenleri fazla bekletmeden Atatürk, “benim asıl kişiliğim öğretmenliğimdir, dedi.
Ben Milletimin Öğretmeniyim, bunu yazmamışsın!”
Atatürk, gerçekten, Kurtuluş Savaşını ve inkılaplarını hep bu sabırlı, ikna edici, güven verici, bilgili “öğretmenliği” sayesinde başarmıştır.
Günümüzün eğitim bilimcileri, öğretmenliğin ve eğitimciliğin, kısmen doğuştan getirilen (Tanrı vergisi) bazı özelliklere, kısmen de sonradan öğrenme ile kazanılan bilgilere sahip olmayı gerektiren bir sanat, teknik ve bilim olduğunu söylerler. Bu açıdan baktığımızda, Atatürk’ün tam bir öğretmen ve eğitimci özelliklerini taşıdığını görüyoruz. O’nun, “asıl kişiliğini” öğretmenlik olarak değerlendirmesi bu bakımdan yerindedir.
Atatürk’ün öğretmen ve eğitimci kişiliğini belirleyen temel özellikler nelerdir? Her biri üzerinde uzun uzun durulması mümkün olan bu özelliklerin belli başlılarını hatırlatmakla yetiniyoruz:
• “Başöğretmen” unvanını alarak (24 Kasım 1928), elinde tebeşir, kara tahta başında ve halkın içinde, halka okuma yazma ve çeşitli bilgiler öğretmeye girişmesi.
• Öğretmenlere çok değer vermesi; her fırsatta okulları gezmesi, sınıflara, derslere girmesi.
• Çocukları çok sevmesi, eğitimde çocukluk döneminin değerini bilmesi.
• Ders kitapları yazması, eski eğitim terimlerinin yerine çok açık ve sade Türkçe terimler bulması.
• Her yerde ve her zaman eğitim ve öğretimde bulunma amacını gütmesi.
Bu nedenle, halka, öğretmenlere seslenişleri yanında, sofraları ve özel sohbetlerinin de öğretici bir değer taşıması.
• Kolay öğretmesi; bunu yaparken, karşısındaki hedef kişi veya topluluğun yaş, meslek, sosyal durum...gibi özelliklerini gözönünde tutarak davranması (15 Eylül 1928’de Sinop’ta arabacı Bekir Ağaya yeni harfleri öğretirken önce At ve Ot kelimelerini öğretmesi çok önemli bir olaydır).
• Çok açık, anlaşılır ve inandırıcı konuşması.
• Konuşmalarında, açıklamalarında araç gereç kullanması, krokiler vs. çizmesi (Atatürk’ün, 1932’de ABD Elçisi General Sherrill’e, Mayıs 1919’da kendisinin Sultan’la görüşmesini kroki çizerek anlatması, vs.).
• Öğretim ve eğitim yöntemi olarak, takdir, teşvik, uyarı, eleştiride ve kesin isteklerde bulunmayı yerli yerinde ve beraberce uygulaması.
• Çok okuması ve okuduklarını çevresindekilerle tartışması ve öğrendiklerinden toplumu yararlandırmaya özen göstermesi.
• Eğitimin bilime dayanmasını ve işe yarar ürünler sağlaması gerektiğini amaç olarak göstermesi. Bu konuda O’nun 15 Temmuz 1921’de Ankara’da Maarif Kongresini açış konuşmasındaki şu sözlerini bir kez daha anımsamalıyız: “Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usûllerinin (yöntemlerinin) milletimizin gerileme tarihinde en mühim bir âmil (etkili sebep)
olduğu kaanatindeyim.”
• Yalnızca eğitimin değil “eğitim yöntemlerinin” de önemini çok iyi bilmesi ve ifade etmesi.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder