Dr. Cengiz Tatar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr. Cengiz Tatar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2020 Pazar

Sakarya Meydan Muharebesi

 Sakarya Meydan Muharebesi

 

 “Hatt-ı Müdafaa Yoktur, Sath-ı Müdafaa Vardır” 13 Eylül 1921 Sakarya Meydan Muharebesi

 


Yazan  Dr. Cengiz Tatar 
13 Eylül 2020
 
 
Bugün, 13 Eylül 2020 “Sakarya Zaferi’nin” 99. Yıl dönümü Türk Milletine kutlu olsun. Yunan ordusu, Milli Mücadele’nin merkezi olan Ankara’yı ele geçirmeyi ve Türk ordusunun direnme gücünü yok etmeyi hedeflemiştir.
Yunan ordusu, bu amacını gerçekleştirmek için 23 Ağustos 1921 sabahı Türk ileri mevzilerine taarruza ile başlattığı “Sakarya Meydan Muharebesi”; 22 gün 22 gece süren çok şiddetli çarpışmalardan sonra 13 Eylül 1921’de Türk Ordusunun taarruzu ile Sakarya Nehri’nin doğusundan tamamen atılması ile tamamlanmıştır. 13 Eylül’de Türk Milleti’nin ölüm kalım savaşı ile büyük zaferin kazanılması,Milli Mücadele'nin dönüm noktası olmuştur. Sakarya Meydan Muharebesi,Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk tarafından “Büyük ve Kanlı Savaş” anlamına gelen“Sakarya Melhame-i Kübra” olarak adlandırılmıştır. Sakarya Meydan Muharebesi, Türk ordusu için bir “Savunma Savaşı”olmuş, ancak Sakarya Zaferi sonrası Yunan ordusu için “Savunma Savaşı” olmuştur.
 
Mustafa Kemal Atatürk, Sakarya Meydan Muharebesi başlamadan önce 18 Temmuz 1921’de, İsmet İnönü’nün Eskişehir’in güneybatısında, Karacahisar’da bulunan karargâhına giderek, durumu yakından incelemiş ve verdiği direktifte;“Orduyu, Eskişehir’in kuzey ve güneyinde topladıktan sonra, düşman ordusuyla aramızda büyük bir açıklık bırakmak gerekir ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun için Sakarya’nın doğusuna kadar çekilmek yerindedir. Düşman hiç durmadan takip ederse, hareket üssünden uzaklaşacak ve yeniden menzil hatları kurmaya mecbur olacaktır. Buna karşılık bizim ordumuz toplu bulunacak ve daha elverişli şartlara sahip olacaktır. Bu şekildeki çekilişimizin en büyük sakıncası, Eskişehir gibi önemli yerlerimizi ve birçok topraklarımızı düşmana bırakmaktan dolayı kamuoyunda doğabilecek manevî sarsıntıdır. Fakat kısa zamanda elde edebileceğimiz başarılı sonuçlarla, bu sakıncalar kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Askerliğin gereğini kararsızlığa düşmeden uygulayalım. Başka türden sakıncalara karşı koyabiliriz.” Türk ordusunun geri çekilme stratejik taktiğini gerekçesi ile belirlemiştir.Türk Ordusu25 Temmuz 1921 akşamı büyük kısmıyla Sakarya’nın doğusuna çekilmiş, bu çekilme II. İnönü Muharebesi’nden sonra Yunan ordusunun, insan, tüfek, makineli tüfek ve top sayısı bakımından önemli derecede üstün olmasından kaynaklanmıştır.Yunan taarruz karşısında, Türk ordusunun asıl görevi, bu taarruzu direnerek ve uygun hareketler yaparak durdurup etkisiz bırakmak ve yeni orduyu kurmak için zaman kazanmak olmuştur. Askeri hareket tarzı olarak düşman taarruzu karşısında, bu aslî görevi gözden uzak tutmamak esas prensip kabul etmiştir.


Sakarya Meydan Muharebesi’ni tek elden sevk ve idare etmesi amacıyla,Mustafa Kemal Atatürk’ün ordunun başkomutanı olması yönünde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nde görüş ayrılıkları oluşmuştur. Özellikle bir grup; ordunun büsbütün yenildiğini, durumun kontrolüne olanak kalmadığını, bundan dolayı da güttüğü milli davanın kaybedildiği yargısına varmıştır. Bu nedenle duydukları öfke ve hıncın acısını almak için Başkomutan olmasını istemişlerdir. Çoğunlukta olan diğer grup ise duydukları güven duygusuyla, samimi olarak ordunun başına geçmesini istemiştir. Atatürk; 4 Ağustos’ta yapılan gizli oturumda TBMM Başkanlığına, Meclis Başkanı olarak verdiği önergede; “Meclisin pek sayın üyelerinin genel olarak beliren istek ve talepleri üzerine, Başkomutanlığı kabul ediyorum. Bu görev şahsen üzerime almaktan doğacak yararları azami çabuklukla elde edebilmek, ordunun maddi ve manevi gücünü en kısa zamanda artırıp en yüksek seviyeye çıkarmak, sevk ve idaresini bir kat daha kuvvetlendirmek için, TBMM’nin sahip olduğu yetkileri, fiilen kullanmak şartıyla üzerime alıyorum. Ömrüm boyunca, milli hâkimiyetin en sadık bir kulu olduğumu millete bir defa daha gösterebilmek için, bu yetkinin 3 ay gibi kısa bir süreyle sınırlandırılmasını ayrıca rica ederim.”uzun süren savaşların etkisi ile güçsüz kalmış yorgun ve yoksul olan Türk Milletinin, ağır koşullar altında hürriyet ve istiklal için bütün varlığını ortaya koymaktan çekinmeyeceğini belirtmiştir. Sadece silahlı güçlerin değil, maddi ve manevi tüm “Milli Gücün” yönetilmesinden sorumlu olmuştur. Bu amaçla, 5 Ağustos 1921’de kanun ile TBMM, Başkomutan olarak tüm yetki,görev ve sorumluluğu Atatürk’e devretmiştir. Yaptığı konuşmada; “Zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları mutlaka yeneceğimize olan güven ve inancım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Şu dakikada, bu kesin inancımı yüksek heyetinize ve bütün millete karşı, dünyaya karşı ilan ederim. Meclis’in bana karşı gösterdiği güvene layık olduğumu az zamanda ispatlamayı başaracağım”zafere olan kararlılığını belirtmiş ve Türk Milleti’nin ölüm kalım, varlık yokluk savaşını başaracağına inanmıştır. Bu başarıyı gerçekleştirmek amacıyla, TBMM’ne yaptığı Genelkurmay Başkanlığı’na Fevzi Çakmak’ın ve Milli Savunma Bakanlığı’na Refet Bele’nin getirilmesi teklifioy birliği ile kabul edilmiştir.



Mustafa Kemal Atatürk,6 Ağustos 1921’de halka ve orduya yayınladığı bildiride; “Yunan ordusunu Anadolu’nun harim-i ismetinde boğarak kurtuluşa ve bağımsızlığa kavuşacağız.” Zaferin kazanılması için lojistik desteğin önemlidir. Halkın ve ordunun tüm olanakları seferber etmek amacıyla,7-8 Ağustos’ta Türk milletinin hamiyet ve yurtseverliğine dayanarak “Ulusal Vergi Buyruğu” (Tekalif-i Milliye)yayınlanmıştır. Emperyalist devletlerin desteği ile Yunan işgaline karşı Anadolu’nun tüm kaynaklarını harekete geçirerek “Milli Cephe” oluşturulmuştur. “Ulusal Vergi Buyruğu”; halkın, ordunun buğdaydan bulgura, etten zeytin tanesine, çarıktan çoraba, naldan mıha kadar ihtiyaçlarının karşılanarak insan ve taşıt araçları bakımından gücünün artırılması, yiyecek ve giyeceğinin sağlanıp düzene konması ile ilgili tedbirleri almak ve hazırlıkları yapmak amacını gütmüştür. Halktan, elinde ordunun işine yarayacak ne varsa, varını yoğunu vergi olarak teslim edilmesi istenmiştir. Atatürk, Orduya ve Millete yayınladığı bildiride; “Savaş ve muharebe demek; iki milletin, yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıkları ile karşı karşıya gelmesi ve biri biriyle vuruşması demektir. Türk milletini cephede bulunan ordu kadar duygu, düşünce ve hareket bakımından savaşla ilgilendirmeliyim. Yalnız düşman karşısında bulunanlar değil, milletin her ferdi silahla vuruşan savaşçı gibi kendini görevli sayarak bütün varlığını yalnız mücadeleye verecekti. Bütün maddi ve manevi varlığını vatan savunmasına vermekte ağır davranan ve titizlik göstermeyen milletler, savaş ve muharebeyi gerçekten göze almış ve başarabileceklerine inanmış sayılmazlar”. Bu ölüm kalım savaşı, ancak “Topyekun Savaş” ile kazanabileceğini, bunun için cephedeki ordu kadar cephe gerisindeki tüm halk, yaşlı, genç kadın, erkek herkesin seferber edilmesi gerektiğini ve gelecekteki harplerin tek başarı şartının bu olduğunu belirtmiştir.
 

12 Ağustos 1921 tarihi, Sakarya Meydan Muharebesi ve Türk tarihinin dönüm noktasını oluşturmuştur.Başkomutan Atatürk, Fevzi Çakmak ile birlikte Polatlı’daki cephe karargâhına gitmiş ve o gece düşmanın izleyeceği muhtemel hücum yönünü görmek için çevreye hâkim tepe olan Karadağ’a çıkmıştır. Cephe denetlemeleri sırasında, 16 Ağustos’ta İnlerkatrancı yakınında atından düşerek yaralanmış ve sol kaburga kemiklerden üçü kırılmış, bu nedenle sadece bir gece Ankara’da kalabilmiştir. 17 Ağustos’ta Malıköy yakınlarındaki Alagöz’deki karargâha gitmiş, 20 Ağustos’tan itibaren rahatsızlığına rağmen bizzat muharebeye katılmış ve savaşı buradan yönetmiştir. 23 Ağustos 1921’de Yunan ordusunun Sakarya nehrinin doğusunda bulunan Türk mevzilerine saldırmasıyla taarruz başlamış ve sabah erken saatlerde Mangal Dağı’nı ele geçirmişlerdir.Ne yazık ki harekâtın başladığı 23 Ağustos’ta Yunan Bakan Theotakis, kendisinden randevu isteyen İngiliz Ataşesi Albay Narin’e 5 Eylül’de Ankara’da randevu vermiştir. Ancak o tarihte Yunan ordusu büyük kayıplar vermiş, planı gerçekleşmemiştir.Yunan ordusu, 26 Ağustos’ta Türbetepe’yi ele geçirmiş ve Ankara’ya 80 km yakınlarına kadar gelmiştir. Kesin sonuçlu bir meydan muharebesi için Türk ordusu sol kanadı, Ankara yakınlarına 50 kilometreye güneyine, Polatlı-Haymana ve Mangal Dağı’na sırtını dayayınca kadar Sakarya Nehri’nin doğusuna geri çekilmiştir. Çekilme, Atatürk’ün“Sath-ı Müdafaa” stratejisi, düşmanı anayurdumuzun harimi ismetinde boğma planını oluşturmuştur.Böylece, geri çekiliş ile düşmanı büyük fiziksel ve zihinsel olarak yıpratmış ve düşman ordusunun ikmalini zorlaştırmıştır.
Türk ordusu savaşın ilk aşamasında bazı mevziler kaybetse de Atatürk’ün askeri dehasının yarattığı ve savaş tarihlerinde henüz bilinmeyen vatan savunmasını direnerek şiddet göstermenin etkili ve yararlı olacağı düşüncesi ile 26 Ağustos’ta verdiği emir, Sakarya Meydan Muharebesi’nin seyrini değiştirmiştir.“Hatt-ı müdafaa yoktur, Sath-ı Müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça bırakılamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe teşkil edilip muharebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.”düşmanın bulunduğu bütün cepheyi savaş alanı olarak ilan etmiştir.Bu strateji Harp tarihinde eşsiz bir yere sahip olan ve klasik cephe savaşının tersine, çarpışmaları tüm sahaya yayan bu strateji sayesinde Yunan ordusu ciddi şekilde yıpratılmıştır.Ordunun her ferdi, bu sistem dâhilinde her adımda azami fedakârlığını göstermek suretiyle, düşmanın üstün kuvvetlerini imha ederek, yıpratarak, nihayet onu, taarruzuna devam kabiliyet ve kudretinden mahrum bir hale getirmiştir. Yunan ordusu,100 km’lik genişliğinde ve 25 km derinliğinde savaşmak zorunda bırakılmış ve bu savaşın dönüm noktasını oluşturmuştur.



Yunan ordusu bir hafta boyunca hücum etmiş, 29-31 Ağustos günleri hücumları devam etmiş ve Türk ordusunu biraz gerilemiştir. Ancak cephenin hiçbir kesiminde Türk ordusu direnişten vazgeçmemiştir. 2 Eylül’de Çal Dağı Yunan ordularının eline geçmiş ve 3-5 Eylül arasındaki Yunan taarruzları sonuçsuz kalmıştır. 5 Eylül’e kadar süren direniş sonrasında Yunan ordusuna mevzilerinde durup yeniden kuvvetlenme emri verilmiştir. Çünkü yürü densene yürümeyecek duruma gelmiştir.  Yunan ordusuna ilk defa dur emri verilmiştir. 6 Eylül 1921’de Türk orduları üstün duruma geçmiş, 9 Eylül’de Mustafa Kemal Atatürk, Mustafa Fevzi Çakmak ve Mustafa İsmet İnönü, sabahın erkek saatlerinde karargâh subayları ile Sakarya Meydan Muharebesi’nin dönüm noktası olan Zafertepe’ye gelmiştir. Atatürk, batarya dürbünün başına geçmiş ve yanındaki Albay Kazım Özalp’a günlerdir savunmada olan Türk ordularına “Taarruz” emrini vermiştir. Başkomutan, kırık kaburgasının acısını unutmuş, ayakta, omzunda bir pelerin, dürbünüyle taarruzu izlemiştir.Topçu atışını daha etkili hale getirmek için 15.Tümen Komutanı Albay Şükrü Naili Gökberk’in ileri hatlardaki karargâhına gitmiştir. Türk Ordusu'nun 10 Eylül'de başlattığı, bizzat Atatürk’ün komuta ettiği genel karşı taarruzla Yunan ordusu büyük bir zayiat vererek geri çekilmeye zorlanmış,Ankara batısında Polatlı’da durdurulmuş ve Duatepe geri alınmıştır. 12 Eylül’de Türk birlikleri stratejik bir nokta olan Çal Dağı'nı geri almış ve Mangal Dağı kurtarılmıştır. Savunmanın başarısı ve Ankara’nın korunması, Çal Dağı’nın elde tutulmasına bağlıdır. Çünkü Atatürk; “Çal Dağı almadıkları sürece korkulacak bir şey yok. Ancak alacak olurlarsa çok dikkatli davranmak gerekecek. Haymana’yı işgal edebilir ve bizi kapana kıstırabilirler” sözleri ile önemini anlatmıştır. 13 Eylül 1921’de çok değil 3 gün sonra savaş sona ermiş ve Sakarya ırmağının doğusunda Yunan ordusundan eser kalmamıştır. Albay Kazım Özalp, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü’ye, “Düşman tümüyle Sakarya Nehri’nin batısına geçmiştir” savaşın kesin sonucunu bildirmiştir. Yunan ordusu, büyük kayıplar vererek ve geçtiği yerleri yakıp yıkarak çekilmiştir. TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, 14 Eylül 1921’de yayınladığı “Millete Beyanname”ile “Mukaddes topraklarımızı çiğneyerek Ankara’ya girmek ve istiklâl-i memleketin fedakâr muhafızı olan ordumuzu imha etmek isteyen Yunan ordusu, yirmi bir gün devam eden pek kanlı muharebelerden sonra avn-i Hakk’la mağlup edilmiştir.” Sözleri ile zaferi ve İngiltere Genelkurmay Başkanlığı hazırladığı raporda; “Türkler Sakarya’da savaşı kabul ettiler ve parlak bir zafer kazandılar”. Yunan ordusunun yenilgisini ilan etmiştir.

Sakarya Meydan Muharebesine Yunan ordusu; 120.000 er ve 3.780 subay, 57.000 tüfek, 2.768 makineli tüfek, 1.350 kılıç ve 386 top ile katılmıştır. Türk ordusu; 96.326 er ve 5.401 subay, 54.572 tüfek, 825 makineli tüfek, 1.309 kılıç ve 196 top ile katılmıştır.Yunan hava gücü 18 uçaktan teşkil etmiştir. Türk hava gücü“İsmet” ve “Nafiz” isimli 2 uçaktan oluşmuş, 3 pilot ve 3 rasıt ile harekâta katılmıştır. Polatlı-Ankara yolu üzerindeki Malıköy’de Türk Hava Üs’sü teşkil edilmiştir. Uçuş görevlerini yapacak sayısal yetersizliğine rağmen zor şartlarda yaptığı etkin ve başarılı keşif, taarruz ve av önleme görevleri ile düşman unsurlarını etkisiz hale getirmiş ve elde ettikleri istihbarat bilgileri ile harekâtta büyük başarı göstermiştir. Yüzbaşı Fazıl, Teğmen Basri, Hamdi ve Bahattin, Svl. Plt. Vecihi ve Hayrettin zor şartlarda 68 sorti uçuş görevi icra etmiştir.  Fransız Dışişleri temsilcisi Franklin Bouillon, Cephe İstihbarat Müdürü Baki Vandemir ile dünya tarihinde görülmeyen gövdeleri yama içinde, motorları kırık-dökük ve kaportası patates suyundan yapılmış emayit ile kaplı harekâta katılan Albatros uçağını görünce; “Ne delice kahramanlık, elbette muharebeyi kazanırsınız azizim” diyerek şaşkınlığı ve takdirini belirtmiştir. Bu dönemde uçaklar için gerekli yedek parça temin edilmediği için bakımları çok ilkel yöntemler ile yapılmaya çalışılmıştır.Türk havacıları, düşmanın her türlü kuvvet ve teknik üstünlüğüne karşı kazanılan başarı, ancak büyük hedefleri olan ve irade sahibi insanların elde edebileceği, köklü bir geçmişe ve onurlu bir duruşa sahip milletlerin çok zor şartlarda bile esaret zincirine alınamayacağını dünyaya göstermiştir.
 
Sakarya Meydan Muharebesi, yeni Türk devletinin tarihine, dünya tarihinde eşine çok az rastlanan büyük bir meydan muharebesi örneği olarak kaydedilmiş ve 22 günün sonunda Türk ordusunun kesin zaferiyle sonuçlanmıştır.TBMM, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasi ve askeri iradesiyle kazanılan zafer karşısında, 19 Eylül 1921’de kabul ettiği yasa ile kendisine “Gazilik” unvanı ve “Mareşal”  rütbesini vermiştir.Bu unvan ile milletin kendisine, orduya ve Milli Mücadele’ye olan güveni artmıştır. Osmanlı Devleti’nin verdiği rütbe, yine o devlet tarafından alınmış ve Sakarya Meydan Muharebesinin sonucuna kadar askeri rütbesi olmamıştır. 8 Temmuz 1919’da Erzurum’da askerlik görevinden ayrılarak “Sine-i Millete” dönmüş, rütbesi ve unvanı olmaksızın Milli Mücadele’ye atılan Ebedi Başkomutan, en üst unvana ve rütbeye ulaşmıştır. Başkomutanlık görevi üzerine aldığı zaman Meclis’te ve millete mutlaka başaracağı yönündeki belirttiği inancını ve verdiği sözünü yerine getirmiştir. Sakarya Savaşına çok fazla subay kaybı olduğu için "Subay Muharebesi"olarak tanımlamış ve 19 Eylül 1921’de Meclis’te yaptığı konuşmada;“Sizin gibi komutanları, subayları, erleri olan bir millete yabancı egemenliği altında köle olmak mümkün değildir. TBMM’nin hakkımda yeni bir rütbe ve unvan ile beliren ilgi ve sevgisi doğrudan doğruya size aittir. Milletin verdiği bu rütbe ile yükselen ordu en şerefli, en ulu bir savaş ile seçkinleşen yine ordudur. Zafer nedeniyle sizin kahramanlıklarınızla, sizin gösterdiğiniz sonsuz özveriler karşılığında kazanılan bu büyük galibiyetin millet tarafından takdirine aracılık eden bu rütbe ve unvanı ancak size mal ederek bütün askerlik yaşamımın en büyük övünme konusu olarak taşıyacağım. TBMM ordusunun Sakarya’da kazanmış olduğu meydan savaşı, savaş tarihinde benzeri belki olmayan bir meydan savaşıdır. Şanlı Türk ordusunun Türk komutanları, komuta etmesini, kahraman Türk askeri şahadeti bildi. Zaferleri kazanmamızın sırrı bundan ibarettir. Subaylarımızın kahramanlıkları hakkında söyleyecek söz bulamam, yalnız ifadede isabet edebilmek için diyebilirim ki, bu savaş subay savaşı olmuştur. Bu sebeple subay arkadaşlarımın en ufak rütbelisinden en büyük rütbelisine kadar değer ve özverilerini bütün kalp ve vicdanımla ve takdirlerle anarım. Bu milletin evlâtlarının özverileri, kahramanlıkları için ölçü bulunamaz. Kahraman Türk askeri, Anadolu savaşlarının anlamını anlamış, yeni bir ülkü ile savaşmıştır. Böyle evlâtlara ve böyle evlâtlardan oluşmuş ordulara sahip bir millet, elbette hakkını ve bağımsızlığını bütün anlamıyla korumayı başaracaktır. Böyle bir milleti bağımsızlığından yoksun bırakmaya kalkışmak hayal ile zaman geçirmektir. Ordumuz vatanımız dâhilinde bir tek düşman askeri kalmayıncaya kadar takip ve taarruza devam edecektir.” Türk ordusunun ve subaylarının kahramanlıklarını övgü ile anlatmış ve taarruza devam edileceğini belirtmiştir.İngiliz tarihçi Arnold J. Toynbee,Sakarya Muharebesini; “Tarihin yönünü değiştiren en büyük savaşlardan biri” olarak nitelendirmiştir.

Sakarya Zaferi, ülkemizde ve dünyada önemli siyasi sonuçlar ortaya çıkartmıştır. Bu zafer ile 13 Eylül 1683’teki II. Viyana yenilgisinden beri devam eden Batı karşısında Türk geri çekilmesi sona ermiş ve Ankara önlerinde Polatlı-Haymana da durdurulmuştur. İtalyanlar Anadolu’da işgal ettikleri yerleri boşaltmış ve ABD, Türkiye’deki Ermeni iddialarını desteklemekten vazgeçerek Misak-ı Milli’yi tanımıştır. 13 Ekim 1921’de Sovyetler Birliği ile Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan adına Kars Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Doğu sınırlarımız kesinlik kazanmış ve sınırlar güven altına alınmış, bölgedeki birlikler Büyük Taarruz için Batı Cephesi’ne kaydırılmıştır.Savaşın en önemli sonucu Fransa ile 20 Ekim 1921’de TBMM ile imzaladığı Ankara Antlaşması olmuştur. Bu antlaşma ile I. Dünya savaşı öncesinde kurulmuş bulunan İtilaf Bloğu parçalanmıştır. Fransa, Ankara hükümetini ve Misak-ı Milli’yi resmen tanımış, güney cephesini güvence altına aldığı için buradaki askerlerini Batı cephesine yönlendirebilme olanağına kavuşmuştur.İngiliz yazar Lord Kinross; “Mustafa Kemal, Ankara Antlaşması’nı yapmakla, Sakarya Zaferini Batılı büyük bir devlete onaylatmış ve itibarını bütün dünyanın gözünde sağlamış oluyordu. Milliyetçi Türkiye, azimle ve sabırlı politikası sayesinde, ilk kez Batılı bir büyük devlet tarafından tanınmış ve üstelik bunu milli çıkarlarına en uygun koşulları elde ederek başarmıştı.”antlaşmanın önemini ve gelecekte yaratacağı etkiyi belirtmiştir.İngilizlerin tutumunu değişmek zorunda kalmış, Türkiye ile görüşmeler yapmanın gerekliliğini kabul etmiştir.23 Ekim 1921’de İngiltere ile “Tutsak Değişimi” ve 2 Ocak 1922’de Ukrayna ile “Dostluk ve Kardeşlik” Anlaşması imzalanmıştır. Bu bağlamda, ellerinde bulunan Türk esirleri bırakmaya başlamış ve Yunanlıların, Doğu Akdeniz politikasını yani Türkiye üzerindeki emellerini desteklemekten vazgeçmiştir.İngilizler, Türkiye’nin Irak’ı, özellikle Musul’u tehdit edebileceği korkusu oluşmuştur. Ermenilere olan desteğini geri çekmiş ve onları Kilikya üzerindeki emelleri konusunda yalnız bırakmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk Milleti’nin emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı verdiği kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi, özellikle Pakistan, Hindistan, Afganistan ve Orta Asya devletlerinin İngiltere’ye karşı bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi için örnek olmuş, öncülük ve rehberlik etmiştir. Sakarya Zaferi’nden sonra önemli bir gelişme de Ocak 1922’de Orta Asya-Buhara Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti ile diplomatik ilişki kurmak ve zaferi kutlamak amacıyla heyet göndermiş ve çok değerli Timur’un 3 kılıcını hediye getirmişlerdir. Başkomutan bu kılıçlardan bir tanesini kendisi kuşanmış, diğerini Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya vermiştir. 3’ncü kılıç ise Kurtuluş Savaşında İzmir’e ilk giren ve Hükümet Konağına Türk Bayrağını çeken kahramanlığı takdirle karşılanan Yüzbaşı Şerafettin’e verilmiştir.

23 Ağustos 1921’de başlayan ve 13 Eylül 1921’de 22 gün 22 gece aralıksız devam eden Sakarya Meydan Muharebesi, yeni Türk Devletinin tarihine ve dünya tarihinde pek az rastlanan büyük bir meydan muharebesi örneği olmuştur.Türk halkı yokluk ve yoksulluklara karşın varını yoğunu harcayarak yarattığı ordusu ile kendisinden çok güçlü olan Yunan ordusunu bozguna uğratarak Türk tarihinin akışını değiştirmiştir. Türk ordusunu Sakarya’nın doğusunda yok edip, Ankara’yı ele geçirerek Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Hükûmetini dağıtma planları Türk ordusunun Sakarya’nın gerisinde yaptığı savunma ile önlenmiştir. Bu muharebede kazanılan zafer, hem Türk tarihi hem de Türk Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası olmuştur. Türk Milleti için “Zafer Güneşi” 13 Eylül 1921’de doğmuştur. Sakarya Meydan Muharebesi’nde Yunan saldırısı “Elenizm Tarihi’nin” en büyük saldırısı olmuş ve yüzyıllardır emelleri olan“Megoli İdea’sına” Sakarya’da   “Dur”  denmiştir.Milli Mücadele açısından bir ölüm kalım savaşı olan Sakarya Meydan Muharebesi, Türk ulusunun, dişini tırnağına takarak kendi öz gücüyle kazandığı bir zafer olmuştur.Bu zafer, büyük kayıplar ve zorluklar ile kazanılmıştır. Sakarya Meydan Muharebesi’nde Türk ordusunun zayiatı; 7’si Tümen Komutanı, 277’si subay 5713 şehit,1058’i subay 18.480 yaralı, 828 esir ve 14.268 kayıp toplam 39.289 olmuştur.Yunan ordusunun zayiatı; 3758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp toplam 23.067 olmuştur.Sakarya Meydan Muharebesi Destanı’nı yazan başta Ebedi Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere silah arkadaşları kahramanları saygı, rahmet ve minnet ile anıyoruz. Ruhları şad olsun.

KAYNAKÇA:

ATATÜRK, Gazi Mustafa Kemal, NUTUK  (1919-1927), 2006.
AYDOĞAN, Metin, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 2017.
KINROSS, Lord,ATATÜRK, Bir Milletin Doğuşu, Altın Kitaplar Yayınevi, 2007.
MEYDAN, Sinan, ATATÜRK Etkisi, İnkılâp Kitapevi, İstanbul, 2008.
MÜTERİMCİMLER, Erol, Fikrimizin Rehberi Gazi Mustafa Kemal, Alfa Yayınları, 2008.
ŞİMŞİR, Bilal, İngiliz Belgeleriyle Sakarya’dan İzmir’e 1921-1923,  Bilgi Yayınevi, 2006.
TATAR, Cengiz. Türk Havacılık Tarihi (1909-1954), Milli Mücadele Dönemi Öncesi ve Sonrası Türk Havacılığı, Doktora Tezi, 2018.
 
 
https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/hatt-i-mudafaa-yoktur-sath-i-mudafaa-vardir-13-eylul-1921-sakarya-meydan-muharebesi
 
***

13 Nisan 2020 Pazartesi

105. YILINDA ÇANAKKALE SAVAŞI VE TÜRK HAVA HAREKÂTI., BÖLÜM 2

105. YILINDA ÇANAKKALE SAVAŞI VE TÜRK HAVA HAREKÂTI., BÖLÜM 2



18 Nisan’da Çanakkale’de yoğun bir hava faaliyeti olmuş, 1’nci Tayyare Bölük uçakları, Bozcaada’ya uçuş yaparak 3’ncü Filo’nun meydanına 2 bomba atmıştır. Öğleden sonra İtilaf Devletlerinin bombardımanı nedeniyle uçaklar meydandan çekilerek gizlenmiştir. Aynı gün Yzb.Hüseyin Sedat’ın keşif raporunda; Bozcaada’nın batısındaki çok yüklü bir düşman nakliyesinin içerisinde askerlerle beraber Limni’ye doğru seyrettiği, 23 Nisan’da Mondros koyunda yapılan keşifte, İngiliz ve Fransızlar’ın bilinen deniz kuvvetlerinden başka 6’sı Fransız olmak üzere 27 nakliye gemisi koy dolaylarında büyük iaşe ve ikmal depoları ile aynı zamanda birçok kara birliklerinin bulunduğu görülmüş ve bu hazırlıkların çıkarma için olduğu düşünülmüştür. Uçaklar, düşmanın çıkarma bölgesindeki depolarını, kıt’a topluluklarını ve topçu mevzilerini tespit edip nakliye ve harp gemilerini bombalamışlar, ancak Çanakkale’nin karadan zorlanacağı kesin olarak anlaşılmıştır. 25 Nisan’da İtilaf Kuvvetleri; Seddülbahir, Arıburnu ve Kumkale’ye çıkarma yapmaya başlamıştır. Çıkarma harekâtı sırasında Plt.Garber ve Yzb.Hüseyin Sedat, Saroz Körfezi’nden Anadolu sahiline kadar yaptığı 3 saatlik keşifte; 45 nakliye gemisi ve savaş gemilerinin Saroz’a karşı çıkarma yapmakta olduğunu tespit etmiştir. 26, 27, 28 ve 29 Nisan keşif görevlerinde, düşmanın asli kuvvetlerinin Seddülbahir-Arıburnu arasındaki çıkarma bölgesinde durdurulduğu, ayrıca Beşike Limanı, Kumkale ve Bolayır’da gösteri çıkarmaları yapıldığı rapor edilmiştir.
18 Mart hezimeti sonrası ve kara savaşları öncesi hava kuvvetlerinin başarısızlığı nedeniyle İngilizler, Çanakkale’ye 18 uçak daha göndermiş ve 3.Kraliyet Filosu’nu Bozcaada’daki havaalanına taşımıştır. Ayrıca İngilizlerin 3500 tonluk HMS Manica isimli sabit balon gemisi 22 Mart’ta Çanakkale’ye getirilmiştir. İtilaf Devletleri’nin 30’un üzerindeki hava unsurunun görevi, kara savaşı sırasında keşif yapıp taarruzda bulunmak, çıkarmalarda hedef belirlemek ve top atışlarını düzenlemek olmuştur. 1 Şubat 1915’te 6 deniz ve 4 kara uçağıyla Ege’ye açılan İngiliz HMS Ark Royal  uçak gemisi, deniz uçaklarıyla İzmir ve Enez yöresinde uzun menzilli keşif görevleri yapmıştır. HMS Ark Royal 17 Şubat’ta Bozcaada’ya gelmiş Alman denizaltılarının sıkıştırması karşısında manevra zorluğu yaşamış ve Selanik’e gönderilmiştir. HMS Manica  balon gemisi, Türk topçu birliklerinin yerini tespit etmek için görevlendirilmiş ve önemli bir diğer görevi de HMS Baccante savaş gemisinin topları için hedef belirlemek olmuştur. HMS Manica ve HMS Hector ’un balonları gün boyunca ve her hava şartında yukarıda kalıp istihbarat sağlamıştır. Bu tarihlerde, İtilaf Kuvvetleri; 20 İngiliz kara uçağı, 8 Fransız kara uçağı, 2 İngiliz deniz uçağı ve 12 Fransız deniz uçağı olmak üzere toplamda 42 uçaktan oluşan birleşik hava gücüne sahip olmuştur. Dönem içerisinde, İngiltere'den 22 uçak gönderilmiş ve uçak sayısı 55'e yükselmiştir. Düşman uçaklarının çoğu makineli tüfekle donatılmış ve uzun menzilli yeni modellerden oluşmuştur. Buna karşılık Osmanlı ordusunun bölgede bulundurduğu uçak sayısının en iyi dönemlerde 7 civarında olmuş ve bu süre zarfında cepheye kısıtlı sayıda uçak sevk edilebilmiştir. Türk Hava Gücü, ilk başlarda 1/14’lük bir eşitsizliğe sahip olmuş, dönem içerisinde bu oran İtilaf devletlerinin aleyhine 1/7’lik bir seviyeye düşmüştür. İtilaf Devletleri hava gücü sayı ve nitelik bakımından üstün olmasına rağmen Türk tarafı düşmanla direkt temastan kaçınarak ve fırsatlardan yararlanarak keşif ve bombalama faaliyetlerine devam etmiştir. Gelibolu Yarımadası ve Kumkale’ye çıkarma yapıldığı sırada Yeşilköy’de 1 Deperdussin deniz uçağı, 1 adet R.E.P. ve 3 adet Bleriot kara uçağından teşkil edilmiş olan 1’nci Tayyare Bölüğü, Müstahkem Mevki Komutanlığı emrinde verilen görevleri üstlenmiştir. Ancak 5’nci Ordu emrinde uçak olmadığı ve iki komutanlık arasında uçakların kullanılması konusunda bir anlaşma sağlanamadığı için çıkarmada uçaklardan yeterince yararlanılamamıştır. Türk havacılığının 2 önemli zafiyet alanı, telsiz sistemi ve makineli tüfeklerinin bulunmaması olmuştur. Telsiz sistemlerine kısa sürede sahip olan Türk hava havacılığı, sonuçları ilgililere daha seri iletebilecek kabiliyete ulaşmıştır. Savaşın başlarında tüfekler uçaklarda henüz kullanılmadığından düşman uçaklarının pilotlarına karşı şahsi tabancalar ile ateş edilmiştir. Ancak, İtilaf güçlerinin uçakları, savaşın başından itibaren makineli tüfekle teçhiz edilmiştir. Harekat sürerken tek kişilik Fokker E-III uçaklarının makineli tüfekle teçhizi ve cepheye gelmesi Türk tarafına büyük avantaj sağlamıştır.

2 Mayıs 1915’te ilk hava savaşı Seddülbahir üzerinde gerçekleşmiştir. Yzb.Serno ve Rasıt Yzb.Hüseyin Sedat keşif görevinde, 2 düşman uçağıyla karşılaşınca Parabellum otomatik tabancalarıyla düşman uçağına ateş açmış ve uçağı püskürtmeyi başarmışlardır. 3 Mayıs’ta  Plt.Yzb.Fevzi ve Rasıt Tğm.Sami, Rumeli-Kilyos bölgesindeki keşif görevini icra ederken Uskumru köyü üzerinde Jandarma tarafından Rus uçağı sanılarak tüfekle yapılan atış sonucu düşürülerek şehit olmuşlar ve ilk Türk hava şehitleri olarak havacılık tarihinde yer almışlardır. 4 Mayıs’ta 1’nci Tayyare Bölüğü’ne ait 2 uçak Seddülbahir önlerindeki düşman nakliye gemileri ve karaya çıkarılmakta olan askerlere bomba taarruzu yapmış, ancak bir sonuç elde edememiştir. Mayıs 1915’te keşif görevlerine devam edilmiş, Arıburnu önünde yer alan İngiliz balon gemisi Manica ciddi tehdit olması nedeniyle düzenlenen taarruzlar ile atılan bombalar küçük çapta olduğu için etkili olmamıştır. 14 Mayıs’ta Seddülbahir’deki düşman ordugahı ve 19 Mayıs’ta 2 uçak ile güney cephesindeki taarruza destek olmak amacıyla düşman çıkarma gemileri ve ordugahı bombalanmıştır. 23 ve 27 Mayıs’ta hava keşifleri, düşman taşıt ve savaş gemilerinin durumunu öğrenmek açısından faydalı olmuştur. 27 ve 28 Mayıs’ta Mehmet Ali ve Yzb. Hüseyin Sedat, İmroz ve Bozcaada üzerinde 4 saat süren keşifler yapmış ve düşman gemilerinin Mondros limanında ağ içinde muhafaza edildiği tespit edilmiştir. 30 Kasım 1915’de Plt.Yzb.Ali Rıza ve Rasıt Tğm.İbrahim Orhan, AK-I Nu.lı Albatros C-I uçağı, Fransız uçağı ile hava muharebesinde çatışmaya girmiştir. Çatışma sırasında attıkları kurşun, Fransız uçağının benzin deposunu delmiş ve uçak yanarak İntepe-Helles arasında düşmüştür. Pilotlar, ilk Türk hava zaferini kazanan subay olarak ikinci kez Türk havacılık tarihine geçmişler ve kıdem zammı para mükâfatıyla taltif edilmiştir. 28 Mayıs’ta yapılan keşif uçuşunda, bir gün önce Alman U-2 denizaltısı tarafından batırılan Majestic zırhlısının Seddülbahir feneri dolaylarında ters dönmüş olarak su altında yatmakta olduğu belirtilmiştir. 31 Mayıs 1915’te yapılan 4 saatlik keşifte; İmroz, Limni, Seddülbahir ve Anafartalar çevresinde birçok gemi tespit edilmiştir. Yine; Kefalo Limanı’nda 1 muharebe gemisi, ufak 1 kruvazör, 2 torpido, 9 nakliye, 1 kurtarma ve 1 balon gemisi; İmroz adası ağzında 2 taburluk ordugâh, Mondros Limanı’nda; 1 gemi, Majestik, Triumpth, Prince of Wales, Russel, Ocean sınıfından Hanri IV Fransız muharebe gemisi ile İngiliz Kress, Juno, Hingflier kruvazörleri, Fransız Julferry, 3 gambot, 4 hastane ve 60 nakliye gemisi, 4 Fransız torpido muhribi, Mondros Limanı önünde orta gemiler için bir mayın hattı geçidi, Limni Adası doğusunda 1 tümeni barındıracak 15 bin kişilik ordugah görüldüğü bildirilmiş ve limana 2 bomba atılmıştır.
Haziran 1915’te, 1’nci Tayyare Bölüğü harekâtta kullanılacak mevcut uçak sayısı 3 olmuştur. Gayrı faal olan Deperdüssen, REP ve 3 Bleriot XI-2 uçağından 2’si faal hale getirilmiştir. 4–5 Haziran’da başlayan 3’ncü Kirte Savaşı sonrasında, 12 Haziran’da Kerevizdere’de yoğun çatışmalar başlamıştır. Bu süreçte Türk uçaklarının yaptığı keşiflerde, İngilizlerin 2 yeni tümen sevki ile takviye edildikleri görülmüştür. Güney grubu komutanı Vehip Paşa, Türk birliklerine çok kayıp verdiren Kanlıdere ve Seddülbahir’deki top bataryalarının yerlerinin mutlaka saptanmasını istemiştir. 4 Haziran’da görevlendirilen 1’nci Tayyare Bölüğü’ne ait 1 uçak, görülebilen bataryaların yerlerini haritaya işaretlemiştir. 6 Haziran’da Türk uçakları düşman mevzilerini bombalamış, bombardımanın sonrasında uçaklar bakıma alındığı için 13 Haziran’a kadar herhangi bir hava harekâtı gerçekleştirilememiştir. Bu tarihten sonra yapılan keşif uçuşlarında; Limni Adası’nın Mondros koyunda o zamana kadar keşfedilenlerden daha büyük bir çadır ve barakalar topluluğu ile 18 düşman gemisinin bulunduğu; koyun doğusunda ordugâh kurulduğu, Bozcaada’nın kuzeyinde 1 muharebe gemisi ile 5 muhribin, İmroz Kefalo Limanında 2 muhrip ile 2 muharebe gemisinin, ada güneyinde 3 mayın tarama gemisinin, Suvla, Arıburnu ve Seddülbahir’de ise muhtelif muhrip ve arama tarama gemilerinin bulunduğu tespit edilmiştir. 15 Haziran’da düşmanın Seddülbahir’de kurduğu 4 uçaklı havaalanı, Türk topçusu tarafından bombalanması ile 3 düşman uçağı havalanarak alanı terk etmek zorunda kalmıştır. 18-19 Haziran’da yapılan keşiflerde yeni bir faaliyet görülmemiştir. 20 Haziran’da ilk kez Midilli adasına bir keşif yapılmış, denizaltı devriye ve karakol uçuşları için kullanıldıkları sanılan birkaç deniz uçağı görülmüştür. Aynı gün Bozcaada, İmroz ve Limni Adalarına uçuş yapılarak Limni Adası’nın Mondros körfezinde demirli bulunan nakliye gemilerinin güvertelerine nakliye botları yerleştirildiği belirlenmiştir. Böylece yakında Gelibolu Yarımadası’na yeni birliklerin çıkarılacağı ve taarruz yapılacağı sonucuna varılmıştır. Limni ve Bozcaada dolaylarında karargâh ve gemilerin artması hakkında hava keşifleriyle elde edilen bilgiler, düşmanın Seddülbahir veya Arıburnu’na yeniden taarruza geçeceğine dair hazırlık yaptığı tespit edilmiştir. 21 Haziran’da topçu atışı ile denize 2 uçak düşürmeyi başarmıştır. 22 Haziran’da güney cephesi bombalanırken hava muharebesi gerçekleşmiş, 1 İngiliz rasıdı vurulmuş,  görev uçuşunda olan 2 uçağımızdan biri Alçıtepe üzerinde karşılaştığı düşman uçağı ile giriştiği hava muharebesinde motorundan isabet alarak Alibey Çiftliği yakınına inmek zorunda kalmış ve düşmanın yoğun topçu ateşine rağmen civardaki erlerin yardımı ile kurtarılmıştır. 23–25 Haziran’da uzun mesafe keşifleri devam etmiş ve bölgede 100 gemi tespit edilmiştir. 25 Haziran’da Arıburnu bölgesindeki düşman karargâhı üzerine havadan propaganda amacıyla 300 adet İngilizce yazılı propaganda bildiri atılmış, böylece uçaklardan propaganda amaçlı yararlanılmasının ilk örneğini teşkil etmiştir. 29 Haziran’da 1’nci Bölük, 2 uçakla Seddülbahir’i keşif için görevlendirilmiş, biri kalkış sırasında kazaya uğrayarak kırım yapmış, diğer uçak görevini tamamlayarak geri dönmüştür. Bölük uçakları bombardıman ve yakın keşif uçuşunu en fazla 600–800 metreden yaptığı için yerden açılan piyade ateşinden etkilenmiş, hatta kendi birliklerimizin ateşine de maruz kalmıştır. Bu sorunu ortadan kaldırmak amacıyla Türk uçakları savaşın başından beri dikey stabilize ve dümende kırmızı zemin üzerinde beyaz ay yıldızın olduğu ve kanat altlarında da dıştan içe kırmızı beyaz kırmızı renkli üç daireden oluşan bir tanıtma işaretini kullanmıştır.  

5 Temmuz 1915’te İngiliz ve Fransız uçaklarının taarruzu ile 2 Türk uçağı yerde tahrip edilmiş ve kullanılamaz hale gelmiştir. Türk uçak bölüğünün aylardan beri devam eden uçuşları, kısa bir süre için durdurulmuştur. Bölük, Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından 5’nci Ordu’nun emrine verilmiştir. Yzb.Serno, Mayıs 1915’te kesilen ikmal ve uçak temini konularını görüşmek üzere Almanya’ya gönderilmiştir. Bunun üzerine Almanya, Türkiye’ye 20 uçak daha vermeyi kararlaştırmıştır. 5 Temmuz 1915’de Almanya’dan uçak birliğine takviye amacıyla gelen 2 Gotha WD-I tipi deniz uçağı ve Alman pilotlar Çanakkale’ye gelmiş, Çanakkale’nin kuzeyinde Köse ve Nara burunları arasındaki istasyonda konuşlandırılmıştır. Bu uçaklar ve İstanbul’da görevli 1 uçak ile Alman Donanması Özel Müfrezesi Deniz Tayyare Grubu, Türkiye Özel Komutanlığı “Deniz Uçak Birliği”ni oluşturmuş ve Mevkii Müstahkem emrine verilmiş, 5–6 Temmuz’da keşif görevlerine başlamıştır. Boğaz dışında adalara keşif ve bombardıman yapmak, müttefiklerin Boğaz önündeki faaliyetlerini takip etmek amacıyla görevlendirilmiştir. 1’nci Tayyare Bölüğü’ne 13 Temmuz’da, 4 Rumpler BI tipi silahsız keşif uçakları gönderilmiştir. Almanya’da eğitimini tamamlayan Plt.Ütğm.Hasan Tahsin, Bölük Komutanlığı görevini Alman Plt.Tğm.Pressner’den devralmıştır. 18 Temmuz’da düşmanın son durumunu öğrenmek için keşfe çıkan 1 Türk uçağı, Kefalo koyunda rastladığı Çanakkale İtilaf Kuvvetleri Komutanı Hamilton’un yatına taarruz etmiş, ancak yat isabet almamıştır. Temmuz ayı ortalarında 5’nci Ordu Komutanı Sanders, 1’nci Tayyare Bölüğü’nün kendi karargâhının olduğu Gelibolu civarına konuşlandırılmasını istemiştir. Gelibolu-Galata Köyü güneyinde bugünkü adı Cumalıdere olan bir dere tabanı seçilmiş, düzeltilerek uçakların iniş kalkış yapabilecekleri bir hale getirilmiş ve 21 Temmuz’da Gelibolu’dan Galata’ya nakledilmiştir. 27 Temmuz 1915’de Anafartalar Bölgesi Cephe Grup Komutanı Mustafa Kemal Atatürk, Conkbayırı’na geldiği gün 11 düşman uçağı bölgeyi ve karargâhı havadan bombalamıştır. İngiliz Plt.Yb.Samson, Eylül ayının 2‘inci haftasında Gelibolu’ya dönüş yolunda 1 Nieuport uçağı ile Atatürk’ün otomobilini taramıştır. Mermiler, arabanın önünde ve arkasında patlamış, ön cama düşen mermi şoförü yaralamış, ve kendisi şans eseri yara almadan kurtulmuştur.
İngilizler, Gelibolu çıkarmalarının başarısızlığı sonrasında, Türk Kuvvetlerini kuzeyden kuşatarak, boğaz için çok önemli olan Kocaçimen ve Conk Tepelerini ele geçirip, Tuzla gölü güneyinde karaya çıkıp, Anafartalar üzerinden Kilya Limanı istikametinde kuşatma yapmayı planlamıştır. İtilaf Devletlerinin yeni bir çıkarma harekâtına girişeceği haberinin alınması ile beraber 28 Temmuz sabahı Anafartalar Hava Harekâtı bir deniz uçağı keşfi ile başlamıştır. Öncelikle Limni Adası ve Mondros Körfezi hava keşfinde, Mondros Koyu’nda 13’ü savaş gemisi olmak üzere 87 gemi tespit edildiği ve bombalandığı belirtilmiş, gemi sayısında eskiye oranla bir azalma ve ordugâhlarda da küçülme gözlemlenmiştir. Uçak ordugâh bölgesine bir bomba attıktan sonra Bozcaada’ya yönelmiş, burada da sadece Fransız uçak birliğinin olduğu görülmüştür. 31 Temmuz gece yarısından sonra 1’nci Tayyare Bölüğü ve Alman Deniz Uçak Birliği’nden 2 uçak keşfe çıkmış, Bozcaada’da bir değişiklik olmadığı gözlenmiştir. Bu arada Bozcaada havaalanına taarruz yapılmış, 5 bomba ve 500 çivi atılmıştır. Bu taarruz dönüşü, uçaklardan biri hava devriyesine çıkan düşman uçaklarının saldırısına uğramış, ancak Alman Deniz Uçak Birliği’ne ait uçak isabet almasına rağmen üsse geri dönmüştür. Ağustos ayı başında yapılacak büyük taarruza destek amacıyla İngiliz Krallık Donanma Hava Servisi’ne bağlı 2’nci uçak grubu harekât alanına gelmiştir. Düşman uçaklarının çoğu makineli tüfekle donatılmış uzun menzilli yeni modellerden oluşmuş ve düşmanın harekât imkânı büyük ilerleme kaydetmiştir. 1’nci Tayyare Bölüğü, Türk hava harekât ve faaliyetlerini devam ettirmek için Almanya’dan makineli tüfeklerle donatılmış av ve bombardıman görevi yapabilen zamanın en üstün uçaklarından olan 5 Albatros-C ve 5 Gotha tipi deniz uçağı ile takviye edilmiştir. Deniz uçaklarının 3’ü Müstahkem Mevki Komutanlığı’nın emrine, 2’si İstanbul’daki hava istasyonuna verilmiştir.
İngilizlerin 3 SS tipi hava gemisi, 2 Ağustos 1915’te Gökçeada’ya intikal etmiştir. Ancak hava şartları nedeniyle hava gemilerinin sadece denizaltı gözetleme devriyesiyle sınırlı görevleri yapmıştır. 2 Ağustos’ta, İtilaf Devletleri’nin Arıburnu’na başlattığı çıkarma harekatına 6 uçak ile destek vermiş ve çıkarma sırasında düşmanın hava üstünlüğünden dolayı uçaklarımız keşif uçuşu yapamamıştır. 3 Ağustos gecesi deniz uçakları İmroz’u keşfedip bombalamış, düşmanın saldırısı karşısında 1 uçak isabet almıştır. Arıburnu Cephesi’ni tutmuş olan Kuzey grubunun sağ yanını Suvla Koyu’ndan kuşatmak ve bu grubun gerisinden Marmara’ya ulaşmak amacıyla yapılan ilk İngiliz takviye çıkarması, 6/7 Ağustos’ta Suvla Limanı’na yapılmıştır. Gerçekleşen bu çıkarma sırasında uçaklarımız keşif yapmadığından, düşmanın çıkarma yaptığı ancak harekât sonrasında anlaşılabilmiştir. Deniz uçaklarının denizaltılarla ilk teması 6 Ağustos’ta olmuş, Marmara Adası’nın batı kıyısı açıklarında bulunan bir düşman denizaltısına bomba taarruzu yapılmış, ancak bir sonuç alınamamıştır.

7 Ağustos 1915’te Arıburnu ve Anafartalar çıkarmaları için İtilaf güçleri filosu yeni uçaklarla desteklenmiştir. 4 Bristol, 6 Caudron, 6 BE 2C ve 6 Morane Parasolünü uçakları ile filonun kapasitesi 48 uçağa ulaşmıştır. Buna karşılık Osmanlı’nın 1’inci Tayyare Bölüğü’nde yalnızca 8 uçak bulunmuştur. 7 Ağustos 1915’te Anafartalar Muharebeleri başlamış, denizaltı tehlikesine karşı deniz uçaklarımıza Marmara’da keşif görevi verilmiştir. Bu uçakların seyir sahasını arttırmak için Tekirdağ’da ve Marmara’da Ekinlik adasına yardımcı iniş yeri hazırlanmış, benzin ikmal depoları kurulmuştur. 6-10 Ağustos sürecinde, İngiliz ve Anzak güçlerinin katıldığı harekâtta 5’nci Ordusu’na bağlı hava birlikleri harekat boyunca keşif yapmanın yanı sıra, düşman hattının bombardıman saldırılarını da gerçekleştirmiştir. 1’nci Bölük, 5’nci Ordu’ya yoğun destek sağlamış, attığı bombalarla 1 düşman gemisini batırmış ve 4 uçakla 4 gün devam eden muharebelerde 51 saat muharebe uçuşu gerçekleştirmiştir. 9 Ağustos’ta, Bolayır önlerinde bulunan 1 düşman denizaltısına taarruz yapılmış ve 1 bomba isabet ettirilmiş, bunun sonucu deniz yüzeyinde yağ lekeleri oluştuğu gözlenmiş ve denizaltının batırıldığı tespit edilmiştir. 12 Ağustos’ta 2 Short deniz uçağı, Gelibolu’nun kuzeyinde bir buharlı gemi keşfetmiştir. Bnb.Edmons, 1 Short uçağı ile yaklaşık 700 metre mesafeden ve suya 5 metre yüksekten torpidoyu salmış, torpidonun hedef istikametini gördükten sonra ana gemisi Ben My Chree’ye geri dönmüştür. Bu olay dünya havacılık tarihinde ilk havadan torpido saldırısı olarak yerini almıştır. Bnb.Edmons, torpido taarruzlarına devam etmiş ve 19 Ağustos’ta Akbaş iskelesine doğru seyretmekte olan 3 gemiden birine taarruz ederek bir gemide yangın çıkarmıştır. Aynı gün Tğm.GB Dacre, Short uçağı ile bir gemiye taarruz ederek torpido bırakmış ve gemi batırılmıştır. Anafartalar muharebeleri tüm şiddetiyle devam ederken Türk tarafının en kısa deniz yolu Gelibolu Yarımadası, İstanbul ve Marmara limanları arasında olduğu için 5’nci Ordu’nun tüm ihtiyaçlarının buradan karşılanmasına çalışılmış, düşman denizaltılarıyla mücadele etmek amacıyla Müstahkem Mevki Komutanlığı’na destek verilmesi istenmiştir. Ancak Komutanlık, 2 deniz uçağı olduğunu, bunlardan birinin kalenin deniz keşifleri için kullanıldığını, diğerinin de uçamaz durumda olduğu gerekçesiyle isteği reddetmiştir. Bu konunun öneminin anlaşılmasıyla Mevki Komutanlığı kalan tek uçağı Marmara’da düşman denizaltılarını keşif, gözetleme ve bombalama için tahsis etmiştir. 1’nci Bölüğe takviye olarak Eylül 1915’de 1, Aralık 1915’de 3 Alman Fokker uçağı katılmış ve Çanakkale Cephesinde harekâta iştirak etmiştir. 5 Eylül’de 1’nci Tayyare Bölük uçakları cephe üzerinde keşfe çıkmış, Tuz Gölü civarında 70 çadırlık bir Ordugâhı keşfedilmiş, yeni bir harekât için 50 bin kişilik kuvvet hazırladığı ve kuvvetin sevk yönünün Midilli olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle Midilli’ye yapılacak keşif önem kazanmıştır. 6 Eylül’de yapılan keşifte; Bozcaada ve Midilli’de bir değişim görülmemiştir. Aynı gün İmroz ve 10-11 Eylül’de Bozcaada ve Midilli’ye yapılan keşif uçuşunda bölgede yeni bir durum değişikliğine rastlanmamıştır.   
18 Eylül’de Marmara’ya ve Midilli’ye keşif uçuşları gerçekleştirilmiştir. Bölük Komutanı Yzb.Körner yaptığı keşifte, Gelibolu’daki kuvvetlerde bir azalma olduğunu rapor etmiştir.  27 Eylül 1915’te Alman Ütğm.Karl Kettembeil ve Tğm.Pressner ilk kez bir düşman uçağını hava muharebesinde düşürmüş ve düşman uçağını düşüren ilk rasıt olmuştur. Böylece ilk kez bir Türk uçağı, düşman uçağını Çanakkale Cephesi’nde düşürmüştür. 16 Eylül sabah saatlerinde Hamilton’un bulunduğu karargâha 4 bomba isabet ettirilmiş, bu eylem 19 Eylül, 27 Eylül ve 28 Eylül gecelerinde tekrarlanmıştır. 20 Eylül’de Limni, Bozcaada, Midilli, İmroz ve Saroz Körfezi üzerinde gerçekleştirilen hava keşiflerinde adalarda düşman kuvvetlerinin azaldığı tespit edilmiştir. Keşifler sırasında taarruz görevi de yürütülmüş, özellikle sabit balonun etkisiz hale getirilmesi amacıyla 27 Eylül’de 1’nci Tayyare Bölüğü’ne ait av uçaklarıyla balon tesisine bomba isabet ettirilmiş, hasarın ne ölçüde olduğu tespit edilememiştir. 20 Aralık’ta 1’nci Tayyare Bölüğüne 6 uçak takviye gönderilmiş, İmroz’a keşif ve bombardıman için görevlendirilmiştir. 24–30 Aralık tarihlerinde 3 uçaklık filolar halinde güney grubunda uçuşlar yapılmış ve 2 sortide; 12 bomba, 150 el bombası ve 1200 fleşet (küçük ok) atılmıştır. Deniz birliği 3 uçak ile Bozcaada, Limni ve Gelibolu bölgesinde keşif görevleri icra etmiştir. 6 Ocak 1916’da, Alman pilotuyla birlikte 1 uçak Seddülbahir’de, İtilaf güçlerine ait bir Farman uçağı tarafından düşürülmüştür. Buna karşın Alman Tğm.Buddecke, Fokker uçağı ile 4 düşman uçağını, ayrıca 3 Alman pilot, 5 düşman uçağı daha düşürmüştür. Böylece Fokker’ler 1 uçak kayba karşılık 9 düşman uçağı düşürmüştür.
İtilaf Devletleri’nin Çanakkale Boğazı'nı savaş gemileriyle geçmek ve böylece İstanbul'a kavuşma isteklerini gerçekleştirmek amacıyla başlattıkları Çanakkale Savaşı, tarafların karada ve denizde olduğu gibi havada da karşılaşmaları nedeniyle dünya havacılık tarihinin önemli savaşlarından biri olmuştur. İtilaf Devletlerinin kesin yenilgisi ile sonuçlanan Çanakkale Savaşları’nda Türk havacıları; zaferin kazanılmasında önemli görevler üstlenmişler, az sayıda uçak ve yetersiz ekipman ile gerçekleştirdikleri keşif, taarruz ve muhabere görevlerinde büyük başarılar sağlamışlardır. Savaş süresince bomba yapma ve el aletlerini temin etmek için Bakırköy’de bir depo kurulmuş, İstanbul’daki sanatkârlar pervane ve jig yapmak için görevlendirilmiş ve sorun çözülmüştür. Bu dönemde, 1’nci Tayyare Bölüğü’nde 5 pilot, 10 rasıt olmak üzere toplam 15 Türk havacı ve 23 Alman havacı görev yapmıştır. Savaş süresince, İtilaf Devletleri’nin uçaklarından 17’si Osmanlı topçusunun yerden açtığı ateş sonucunda olmak üzere toplam 60 uçağı düşürülmüştür. Uçakların düşürülüşü hava-hava muharebeleri, topçu atışları ve piyade atışlarını neticesinde gerçekleştirilmiştir. Türk havacılığı, kendisine verilen her türlü görevi büyük bir cesaret içerisinde yapmış ve bu gücü etkili bir şekilde kullanmış ve yapılan uçuş görevleri ile Türk zaferine büyük katkı sağlamıştır. Harekâta, 8 adet hava ve 1 adet deniz uçağı aktif olarak katılmıştır.  Çanakkale Savaşı’nın başından I.Dünya Savaşı sonuna kadar Türk havacılığı 4 uçak kaybetmiş ve havacılık tarihi bakımından önemli bir yer teşkil etmiştir. Türk havacılardan hiçbiri hayatını kaybetmemiştir.

Çanakkale Savaşı’nda Türk askeri havacılık tarihi açısından birçok harekât prensipleri bakımından da ilkler yaşanmıştır. İlk kez uçaklar ile denizaltıların işbirliğinin görülmesi ve İngiliz uçaklarının torpido atarak bir Türk muhribine yaptığı saldırı ile torpido uçaklarının doğması ve gelişmesine zemin hazırlaması da hava savaşlarının önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Ayrıca ilk uçak gemisi HMS Ark Royal ve ilk balon gemisi HMS Manica İngilizler tarafından kullanılmıştır. Türk havacılarının imza attıkları en önemli başarı çağımızda vazgeçilmez olan Elektronik Harp uygulaması, 1915’de ilk kez İngilizlerin en önemli savaş gemisi “Queen Elizabeth”e uygulanmıştır. Queen Elizabeth dretnotunun toplarının atışını tanzim etmek için kullanılan telsiz sisteminin 1 Türk savaş uçağı, havadan elektronik karıştırma ile işlevsiz hale getirilmiştir. İngilizler, Helles burnundaki hava meydanını emniyetsiz bularak Bozcaada’ya taşındıklarında meydanda sahte uçak bırakarak Türklerin bu hedefe taarruz ile mühimmat sarf ettirmiş ve bir harp hilesi uygulamışlardır.

Bu savaşta Türk havacıları, ilk kez hava muharebesinde Fransız uçağını makineli tüfek atışıyla düşürmeyi başarmış, ilk hava zaferini kazanan Türk pilotu olarak tarihe geçmiştir. Türk havacılarının buluşlarını daha sonra Almanlar kendi uçaklarında uygulamış ve uçaklara rasıt yerine makineli tüfek yerleştirmişlerdir. Manica balon gemisine taarruzlar yapılarak, geminin balonunu toplayıp görev yerinden ayrılması sağlanmış, bu görev ile Çanakkale semalarında Yakın Hava Desteğinin basit bir uygulama ilk örneği yaşanmıştır. Hava harekâtında yaşanan havacılık deneyimleri, tarafların sonraki yıllarda modern askeri havacılık alanında gerçekleştirdikleri ilerlemelere ve gelişmelere temel teşkil etmiştir. Türk havacılığı açısından önemli sonuçları olmuş ve yeni bir kuvvet çarpanını oluşturmuş, yeni silahın gereksinimi olan strateji ve taktiklerin oluşturulmasına öncülük etmiştir. Teknolojik ve yenileştirme alanında önemli gelişmelerin harp sahasında uygulandığı bir cephe olmuştur. Harekâtın her safhası Türk havacılığı tarafından önceden keşfedilmiş, deniz ve kara kuvvetlerine savaş öncesi hazır olma fırsatı sunmuş, İtilaf güçlerinin çekilme emareleri havadan tespit edilmiştir.  

Çanakkale Savaşı, bilinen yönü ile deniz ve kara olmak üzere 2 safhadan oluşmuştur. Ancak, değişen taktik ve strateji açısından hava harekâtı ana aktör olmasa da savaşın gidişatında önemli bir rol oynamıştır. Uçaklar, daha çok keşif ve gözlem amaçlı ve aynı zamanda bir propaganda unsuru olarak kullanılmıştır. Uçakları bertaraf edecek savunma sisteminin olmayışı ise onları bir anlamda dokunulmaz kılmıştır. 1’nci Tayyare Bölüğü’nün uçaklarında görülen büyük arızalar bölük meydanında gidermek mümkün olmadığı için gemi ile İstanbul’a gönderilmiş ve yaklaşık 10 gün yararlanılamamıştır. Ayrıca Çanakkale Meydanı’nın çok taşlı olması ve taşların dönen pervanelere çarpması hasar ve kırıma yol açmıştır. Bu nedenlerden dolayı sadece 3 uçaktan oluşan bölük, bazen uçuşa tek uçak bile çıkartamamış, bölgeye bu süre zarfında kısıtlı uçak sevk edebilmiştir. İtilaf güçleri; yeni sistem uçaklar, balonlar, ana uçak gemileri ile ekonomik olarak yeterliliğin bir sonucuyken, Türk havacılığı Almanlardan aldıkları ve savaşın henüz başlarında envanterinde bulunan uçaklar ile hava harekâtını sürdürmüş, bölgeye hava gücü göndermesinde ekonomik sıkıntılar her zaman önemli olmuştur. Türk ve Alman havacı personel birlikte görev yapmışlar, farklı kültürlerden gelen ve farklı değerleri olan bu insanların karmasından oluşan bölüklerin başarıları ile aynı millete ait insanlardan oluşan bölüğün ahenk ve başarısı şüphesiz aynı olmamış ve sorunlar yaşanmıştır.
Çanakkale Zaferi’nin 105’nci yılında şüphesiz çıkarılacak çok dersler bulunmaktadır. Havacılığın gücü ve savaşın seyrine etkisi burada tecrübe edildiğinden Cumhuriyet döneminde havacılığın gelişmesine önemli katkılar yaratılmıştır. Hava harekâtının kesintisiz sürdürülebilmesi ve bağımsız hareket edebilmesi için Hava Harp Sanayi’nin barış şartlarında kurulması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Çanakkale Savaşı’nın en önemli özelliği, Türkiye’nin geleceğine etkili olacağı, bağımsızlığını, kurtuluşunu ve kuruluşu sağlayacağı 100.Yılın lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya çıkması olmuştur. Cumhuriyet döneminde her alanda yaptığı devrimleri ile ülke savunmasında havacılık alanında gerçekleştirdiği ilerlemelere temel teşkil etmiş, uçak ve motor fabrikaları ile Hava Harp Sanayi’nin kurulmasında ve havacılığın gelişmesinde önderlik ederek önemli katkı sağlamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk; "Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur." Çanakkale Zaferi; vatanseverlik, fedakârlık, cesaret gibi yüksek faziletlerin kahramanca sergilendiği büyük Türk Milleti’nin dirilişinin destanlaştırdığı bir büyük günün aynı zamanda ismidir. Çanakkale Zaferi’nin 105’nci yıl dönümünde, zaferin verdiği gururla kahramanlık destanını tarihe altın harflerle kazıyan ve bugünlere gelmemizi sağlayan başta Ebedi Başkomutan Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere vatanın bölünmez bütünlüğü, birlik ve beraberliği, bağımsızlığı, vatan, bayrak için seve seve hayatı feda eden tüm şehitlerimizi ve kahramanlarımızı sevgi, saygı, rahmetle ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun. Türk Milleti’nin Tarihi Destanı Çanakkale’yi Unutmadık, Unutmayacağız, Unutturmayacağız.


KAYNAKÇA:

TATAR, Cengiz, Türk Havacılık Tarihi (1909-1954) Milli Mücadele Dönemi Öncesi ve Sonrası Türk Havacılığı, Doktora Tezi.
ORAN, Soner, Çanakkale Savaşı’nda Türk Hava Harekatı (Mart 1915-Ocak 1916), Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi,  S-51, Bahar 2013, ss. 653-678.
YALÇIN, Osman, Çanakkale Cephesi Hava Harekâtının SWOT ve PEST Analizi Yöntemi ile İncelenmesi, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 12, Güz 2014, Sayı: 17, ss. 1-32.

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/105-yilinda-canakkale-savasi-ve-turk-hava-harekati

***

105. YILINDA ÇANAKKALE SAVAŞI VE TÜRK HAVA HAREKÂTI., BÖLÜM 1

105. YILINDA ÇANAKKALE SAVAŞI VE TÜRK HAVA HAREKÂTI., BÖLÜM 1





105. YILINDA ÇANAKKALE SAVAŞI VE TÜRK HAVA HAREKÂTI

Yazan  Dr. Cengiz Tatar 17 Mart 2020

Çanakkale Savaşı, sadece askeri ve stratejik açıdan değil, siyasal sonuçları bakımından da modern Türk ve dünya siyasal tarihinde önemli bir yer teşkil etmiştir.
Türkiye’nin stratejik konumunun yanında Çanakkale’nin de stratejik olarak özel bir yeri bulunması nedeniyle tarih boyunca güçlü devletler boğazlara egemen olmak istemişler ve bu amaca ulaşabilmek için savaşlar yapmışlardır. Çanakkale boğazının en önemli özelliği, stratejik ve ekonomik önemine paralel olarak Karadeniz ve Akdeniz devletlerinin kısa yoldan bağlantıya geçmesine olanak vermesidir. İngiltere ve Fransa, Rusya ile doğrudan temasa geçip güçlerini arttırmak, Osmanlı Devleti’nin Süveyş Kanalı ve Hint yolu üzerindeki baskısını kaldırmak ve Orta Avrupa’ya sızan Alman-Avusturya ordularını arkadan kuşatmak için bu harekâtı gerekli görmüşlerdir. Bu nedenle, I.Dünya Savaşı’nda boğazlara sahip olmak Akdeniz ve Karadeniz’de harekâtı başarıyla sürdürebilmek için İtilaf Devletleri harekâtının birinci amacı Boğazların deniz yoluyla geçilmesi hedeflenmiştir. Çanakkale Savaşı, savaşın kaderi ve insanlığın geleceği açısından önemli roller üstlenmiş ve İtilâf devletleri tarafından Osmanlı Devleti’ni saf dışı bırakmak için düzenlenmiş en önemli askeri harekât olmuştur. Osmanlı Devleti’nin, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmeye ve İstanbul’u işgal etmeye yönelik İngiliz-Fransız ortak harekâtına karşı yürüttüğü ve Türk Askeri Tarihi’nin en önemli savunma savaşlarından biri olan Çanakkale Savaşı’nda Hava Kuvvetleri tarihte görev aldığı ilk harekât olmuştur. 18 Mart Deniz Harekatı ile 25 Nisan, 9-10 Ağustos Kara Harekatı çok iyi bilinmektedir. Bu harekâtlara göre üstünde durulmayan ve daha az bilinen tarafı ise Hava Harekâtıdır. Makale de hava harekâtının bilinmeyenlerinin irdelenmesi hedeflenmiş ve her ne kadar çok incelenmese de zaferin kazanılmasında önemli bir rol üstlendiği ortaya konulmuştur.
Çanakkale Savaşı’nda hava harekâtı, harekât öncesi ve savaş sonuna kadar varlığını sürdürmüştür. Harekâtın her aşamasında ön alıcı tedbirler kapsamında yapılan hava keşifleri ile istihbarat alanda başarılar elde edilmiş ve harekâta hazırlanma fırsatı sağlanmıştır. Özellikle bilgi toplama ve strateji belirleme açısından son derece değer taşıyan hava harekatı sayesinde deniz ve kara unsurları harekâta yönelik tedbir alırlarken, harekât sonrası İtilaf güçlerinin durumunu keşif yoluyla öğrenmişlerdir. Bu keşiflerin en güzel örneği, dünyanın en güçlü donanması “Nusret Mayın Gemisi”ne verdirdiği zarar ile Churchill; “Nusret Dünyayı Değiştirdi.” diye belirtmiştir. Bu olay gelişme aşamasında olan Türk havacılığının ilk ve önemli başarılarından biri olmuştur. Kara, deniz ve hava savaşının yaşandığı Çanakkale Savaşı’nda, diğer aşamalarda olduğu gibi hava harekâtında da genel anlamda İtilaf Devletleri yenilgiye uğratılmıştır. Düşmanın üstünlüğüne rağmen havada yaşanan savaşlarda da Çanakkale geçilememiştir. Yaklaşık 195 bin askerin yaralı, sakat ve kayıp olduğu, 57 bin askerin şehit düştüğü Çanakkale Savaşı, I.Dünya Savaşı’nın tüm şiddeti ile devam ettiği dönemde, savaşın seyrini değiştirerek önemli sonuçlar doğurmuştur. Savaşta, tarafların havada karşılaşması sınırlı olsa da, gerçekleşen hava muharebelerinde üstünlük sağlanmıştır. Hava unsurları genel olarak keşif ve bombardıman amaçlı olarak görev yapmış, sınırlı olarak yakın destek ve psikolojik harekât amacıyla kullanmıştır. Bu açıdan hava harekâtı, deniz ve kara harekatı öncesinde başlamış, düşmanın kesin olarak çekildiği Ocak 1916 sonrası da yoğun olarak devam etmiş ve düşmana karşı kayda değer bir üstünlük sağlanmıştır.

Bu dönemde, Türk havacılığı henüz emekleme dönemindedir. 1911 yılında temelleri atılan ve o dönemde kişisel çabalarla geliştirilmeye çalışılan Türk Havacılığı, Yeşilköy’de Tayyare Mektebi ve Deniz Tayyare Mekteplerinin kurulması ile havacı personel yetiştirilmeye başlanmıştır. Türk Milleti, Çanakkale Savaşı’nda uçağın bir savaş aleti olarak gelecek dönemler için ne kadar önemli olduğunu anlamıştır. Savaş, daha çok Deniz ve Kara harekâtı ile sürmüş olmasına rağmen, Hava harekâtının göz ardı edilemeyecek başarısına sahne olmuştur. Yeni bir kuvvet çarpanı olan havacılık Çanakkale’de önemli ölçüde harekâtın başlaması öncesi hazırlıkların keşfinin yapılmasına, harekâtın denizde ve karada sürdürülebilirliğine ve sonuçlarına tesir etmiştir. Teknolojik alanında önemli yeniliklerin harp sahasında uygulandığı bir savaş olmuştur. Savaşın başlaması ile beraber havacılık faaliyetlerinin birinci amacı hava keşfi olmuştur. Düşmanın stratejilerini belirleme amacıyla yapılan keşif uçuşları ile düşmanın yer, yön ve nicelik tespitleri yapılmış, hazırlıkların takip edilmesi ile düşmanın gemi hareketleri, sahip olduğu gemi tipleri ve sayıları hakkında detaylı bilgiye edinilmiştir. Kara ve deniz birliklerinin düşmanı çok iyi tanımaları sağlanmış, elindeki silah miktarı ve tipleri, asker sayıları tespit ederek ilgililere aktarılmıştır. Düşman kuvvetlerinin hangi bölgeleri kullandıkları, nereden taarruz edeceği tahminleri ve mayınların mevcut durumu elde edilen istihbarat raporları ile göz önüne alınarak askeri harekâtlar yönlendirilmiştir.  
  
Çanakkale Savaşı’nda; 3 savaş unsuru kara, deniz ve hava birliklerinin ortak ve etkin olarak görev yaptıkları ilk müşterek harekât başarısının olması bakımından tarihi önemi vardır. İtilaf güçlerinin; kara, deniz ve hava kuvvetleri açısından üstünlüğü dikkate alındığında ve savaşın galibine bakıldığında, Türklerin bu 3 unsuru daha neticeli ve etkili kullandıkları görülmüştür. Hava gücünü kullanma konseptinin esaslarının ilk örnekleri uygulanmış, çağının en üstün teknolojileriyle donatılmış ve birbirlerini tamamlayacak şekilde bu birliklerin misyonları belirlenmiştir. Kara, deniz, hava ve sabit balonların kullanıldığı ve dünya havacılık tarihinin ilk önemli büyük savaşlarından birini teşkil etmiştir. Türk havacılığı, savaşın başlarında az sayıdaki uçak, yetersiz donanım ve kısıtlı imkanlar ile gerçekleştirdikleri keşif, taarruz, muharebe ve gözetleme görevlerinde büyük başarılar elde etmiş, istihbarat verilerinin elde edilmesinde ana aktör olmuş ve askeri havacılık tarihinin bir dönüm noktasını oluşturmuştur. Türk havacılık tarihinde en yoğun hava harekâtının yaşandığı ve hava unsurunun görev aldığı ilk harekât olmuştur. İtilaf Devletleri’nin kesin yenilgisi ile sonuçlanan savaşta Türk havacıları; zaferin kazanılmasında önemli görevler üstlenmiş, birçok ilkler yaşanmış ve başarılar kazanılmıştır. Bu harekât süresince günümüz modern hava harekât usullerinden Mukabil Hava Harekâtı, Tecrit, Yakın Destek nevileri ve gözetleme başta olmak üzere başarılı bir şekilde uygulanmıştır. Bu dönemde dünya havacılık teknolojisi henüz oluşmaya başlamıştır. Zamanın teknolojisiyle uçaklar, yaklaşık 70-120 km/saat süratle uçan, en fazla 1000-1500 m.ye kadar yükselebilmiştir. Havadan taarruz silahları 5-15 kg’lık bombalar ve içi çivi dolu kutular olmuş, gözle belirlenen hedefe uçaktan elle atılmıştır. Savaş, sınırsız bir harp için lojistik alanda yeterliliğin önemini ve gerekliliğini göstermiştir. Milli imkân ve kabiliyetlerin önemi ortaya çıkmış ve dışa bağımlı bir ordunun zafer kazansa bile büyük kayıplar vereceği bir tarih laboratuvar olmuştur.
Çanakkale Savaşı’nın başlangıcında, 6 savaş ve 4 eğitim uçağı bulunmuştur. Bu süreçte gösteri amaçlı olarak İstanbul’da bulunan Alman Gustav Bassar’ın Rumpler tipi uçağı ve Fransız Levavassuer’in tecrübe için getirdiği 2 adet Nieuport tipi uçağına el konulmuş ve 13 uçak ile harekata katılmıştır. Türk havacılığı bünyesinde görev yapan; Plt.Dnz.Yzb.Savmi Uçan, Plt.Yzb.Fevzi, Plt.Yzb.Ali Rıza Göker, Plt.Ütğm.Hüseyin Sedat, Plt.Ütğm.Hasan Tahsin Kevenk, Plt.Ütğm. Mehmet Ali Kurçer, Plt.Ütğm.Fazıl,  Plt.Ütğm.Cemal Durusoy, Plt.Tğm. Emin Nihat Sözeri, Rasıt (Gözleyici) Tğm.Şakir Hazım Ergökmen, Rasıt Tğm.Osman Tayyar ve Yedek Tğm.İbrahim Orhan’ın insanüstü gayret ve üstün yetenekleri ile yaptıkları keşif uçuşlarıyla harekâtın başarılmasına büyük katkı sağlamışlardır. Emekli Orgeneral Muzaffer Ergüder anılarında; “Çanakkale semalarında 1 Türk uçağının 5 İngiliz uçağından 4’nü peş peşe düşürmüştür”. Bu başarı, güçlü bir hava filosundan yoksun olmasına rağmen Türk pilotun kişisel cesaret ve uçağının teknik olarak üstünlüğüne bağlanmıştır. Savaşta, Yeşilköy Hava Meydan Komutanı Alman Yzb.Von Serno’nun gözetiminde Çanakkale’de 4 meydan da konuşlanarak hava harekâtı icra etmiştir. 1’nci meydan, Çanakkale’nin kuzeydoğusunda Çanakkale-Karacaören arasında uzanan toprak alan olmuştur. 2’nci meydan, Çanakkale’nin içinden geçen Kocaçay Akarsuyu’nun 1 Km. Güneyi ve Çanakkale - Erenköy arasında uzayan yolun 250 m. Doğusunda yer almıştır. 3’üncü meydan, Gelibolu bölgesinde bir arazi havaalanı olarak düzenlenmiştir. 4’üncü meydan ise Galata beldesinin 2 km. güneybatısında bulunan Sütlüce düzlük alanı olarak belirlenmiştir. İtilaf Devletleri, harekât alanında hava üstünlüğünü devam ettirmek amacıyla uçakları yerde tahrip etmeye büyük çaba harcamıştır. Düşman taarruzlarında uçuşa hazır Türk uçakları alanda dağılma, gizlenme ve aldatma önlemleri alınarak korunmaya çalışılmış ve herhangi bir zayiat verilmemiştir. Türk birliklerinin birlik, silah, cephane ve diğer ihtiyaçları deniz yoluyla yapılmıştır. Savaşın ilerleyen aylarında çok çetin geçen muharebeler nedeniyle Marmara’daki deniz trafiği gittikçe yoğunlaşmıştır. Bu nakliyatın güvenle yapılabilmesi için Marmara’ya giren düşman denizaltılarını tespit etmek amacıyla Müstahkem Mevki Komutanlığı elinde kalan tek uçağı keşif ve bombardıman amacıyla görevlendirilmiştir.           
                                                         
Yeşilköy Tayyare Mektebi’nde askeri göreve uygun uçaklar bulunmamasına rağmen Seferberlik ilân edilmesi üzerine ilk aşamada Boğazın gözetlenmesi amacıyla 2 Ağustos 1914’te, Nieuport deniz uçaklarından 2’si İzmir, 1’i Çanakkale Mevkii Müstahkem Mevzi Komutanlığı emrine verilmiştir.  Türk havacısı Plt.Ütğm.Fazıl, Nieuport tipi uçak ile 17 Ağustos 1914’te Çanakkale-Nara meydanına intikal etmiş ve 5 Eylül’de 1 saat 10 dakika uçarak Bozcaada ve Limni üzerinde ilk keşfini yapmıştır. Bu keşifte; boğazın 10 mil açığında Merkep adası kuzeybatısında Basilic sınıfı 2 torpido, 3 mil ötede İmroz yanında Veymouth Kruvazörü, bu kruvazörün 4 mil açığında Limni istikametinde Defence sınıfı 1 kruvazör tespit edilmiştir. Eylül ve Ekim 1914’te yapılan ilk keşifler, İngiliz kuvvetlerinin Çanakkale’ye karşı bir harekât hazırlığını göstermesi bakımından önemli olmuştur. İngiliz Deniz Kuvvetleri’nin boğazın ortalama 25 mil açığında dolaştığı, Bozcaada’nın batı ve güneyinde 4 muhrip, 1 kruvazör, 1 muharebe kruvazörü, 2 muharebe gemisi, 2 denizaltı, 2 kömür gemisi ve 1 yatın demirlediği; Bozcaada’nın doğusu ve Marmara Burnu dolaylarında 2 İngiliz muhribinin dolaştığı tespit edilmiştir. 19 Ekim 1914’te Dnz.Yzb.Savmi, Nieuport uçağıyla Çanakkale’ye gönderilmiş, uçak yolda arızalandığı için denize inmek zorunda kalmış ve deniz üzerinde 24 saat kaldıktan sonra bir motorbotla çekilerek Çanakkale’ye götürülmüştür. Bu nedenle “Kahire Seferi’nde” İstanbul-İskenderiye uçuşu yapan “Ertuğrul” isimli Bleriot XI-2 uçağı, Ocak 1915’de Çanakkale’ye sevk edilmiştir. Plt.Tğm.Mehmet Cemal, Ertuğrul uçağı ile 20 Ocak 1915’de bölgede ve Çanakkale Boğazı’nda keşif uçuşlar yapmıştır. 1 Şubat’ta yaptığı keşif uçuşunda, Boğaz yakınında düşmanın büyük savaş gemilerine rastlamadığını, 6 Şubat’ta ise Merkep Adası ile Bozcaada arasında 2 torpido, 1 denizaltı gördüğünü ve Bozcaada civarında 1 nakliye gemisi, 11 torpido saydığını ve uçağına bir gemiden ateş açıldığını belirtmiştir. 17 Şubat 1915’de Arc Royal uçak gemisi Bozcaada’ya gelmiştir. Gemide, 2 kara Sopwith uçağı, 3 Short modeli olmak üzere toplam 5 uçak yer almış ve Türk topçu mevzilerini keşif etmek ile görevlendirilmiştir. Ancak hava şartlarının kötüleşmesi nedeniyle uçaklar etkili olamamıştır.
Türk havacılığı; Mart 1915 de Yeşilköy’de 3 Albatros B.I ve Rumpler B.I tipi tayyare ile harekata iştirak etmek zorunda kalmıştır. 1 Mart 1915’de Plt.Tğm.Mehmet Cemal, Karanlık Limanında seyir halindeki İngiliz donanmasına ait Majestic Zırhlısını havadan bombalayarak hasar vermiştir. 3 Mart 1915’de ilk İngiliz uçağı Seddülbahir’de düşürülmüştür. 7/8 Mart 1915 gecesi, Dnz.Yzb.Hakkı Bey komutasında olan Nusret mayın gemisi, sabah saat 05.00’de demir alarak yola çıkmış, sisli ve yağmurlu havanın görüş alanını çok daraltmasından faydalanarak, duman çıkarmaması için makinelerinin dakika devrini 140’da tutmak şartıyla her 15 saniyede bir mayın atarak Erenköy Koyu’na ve bölgeye 26 mayın dökmüştür. Savaşın en hassas unsuru mayınlar ve bataryalar olması nedeniyle bölgedeki bunların tespiti için hava keşfi çok önemli olmuştur. İtilaf Devleti hava güçleri, keşif uçuşu yapamadığı için 18 Mart’ta büyük harekât öncesinde mayınların döşendiğinden haberdar olamamıştır. Bunun sonucu olarak Nusret  mayın gemisinin döşediği mayınlar, Bouvet , Irresistble ve Ocean isimli gemilerin batmasına, Gaulois, Suffren ve Inflexible isimli gemilerin ise büyük hasar almasına sebep olmuştur. 17/18 Mart 1915 gecesi Başkomutanlık karargahı hava müşaviri Plt.Yzb.Serno, Rumpler B.I. isimli uçağı  ile 18 Mart sabahı İtilaf Devletleri’nin deniz gücünü keşif için Çanakkale’ye gelmiştir. Plt.Yzb.Serno ve Rasıt Kurmay Yzb.Shneider, sabah Bozcaada yönünde yaptıkları keşifte; 40 savaş gemisi, 19 ağır zırhlı ve muharebe kruvazör, 3 hafif kruvazör,  2 tamir ve hastane gemisi, 10 mayın tarama balıkçı teknesi, birkaç destroyer ve denizaltı ile savaş düzeninde Çanakkale Boğazı'na doğru yaklaştığını rapor etmiş, böylece düşmanın saldıracağı kesinleşmiştir. Aynı anda,  Plt.Yzb.Hüseyin Sedat Cemal “Ertuğrul” isimli Bleriot XI tayyare ile yapılan keşifte, müttefik donanmasının savaş düzeninde Çanakkale Boğazı'na yaklaştığı raporunu teyit etmiştir. 18 Mart’ta Türk uçakları erken saatlerde yapılan keşifler ile elde edilen bu istihbarat bilgiler boğazın savunulmasından sorumlu Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı’na zamanında bildirerek harekâtın yönlendirilmesi açısından etkili olmuştur. Çanakkale'yi savunan ve bir taarruz bekleyen bütün birlikler gerekli tertibi almak üzere hazırlanmaya başlamıştır. Hava keşfinden gelen mayın olmadığı raporu ile beraber sabah deniz savaşı İtilaf donanmalarının saldırısı ile başlamış, ancak önemli gemilerini bir gün içerisinde kaybetmiştir. İtilaf uçaklarının keşif görevini tam anlamıyla yerine getirememesi ile saldırıların seyrinin bir anda değişmesinde etkili olmuştur. Bu harekat hem savaşın ve hem ülkenin kaderini değiştirmiştir. 18 Mart saat 16.00’da, Plt.Mehmet Cemal ve Rasıt Osman Tayyar, Boğaz dışına ve Plt.Seidler ve Plt.Yzb.Hüseyin Sedat, 80 km. batı yönünde uçarak Limni’de gerçekleştirdikleri keşif ile düşmanın büyük zayiat vererek kesin olarak çekildiğini belirtmişlerdir. 22 Mart’ta Türk topçuları, 1 İngiliz deniz uçağını Saroz Körfezi’ne düşürmüştür. 26 Mart’ta yapılan keşifte, Bozcaada istikametinde birkaç İngiliz gemisi tespit edilmiştir. Plt.Yzb.Eric Serno ve Gözleyici Yzb.Scheider ve aynı günün öğleninde Plt.Seydler ve Rasıt Dnz.Yzb.Hüseyin keşif uçuşunda, Mondros koyunda Queen Elizabeth’in gemisinin demirli olduğunu, ayrıca Limni’de 5 adet İngiliz gemilerinin bulunduğunu tespit etmiş, düşman donanmanın yeniden taarruza geçeceğine dair bir izlenim ve asker çıkaracağına dair bir işaret görmemişlerdir.  
Bu dönemde, Çanakkale’de 3 Alman pilotu, Yeşilköy’de eğitim görmüş 3 Türk subayı ve Alman bakım personelinden oluşan “1’nci Türk Tayyare Bölüğü” teşkil edilmiştir. Tayyare Bölüğündeki Alman sivil pilotlarına Teğmen, makinistlerine Astsubay rütbesi verilmiştir. Bölük Komutanlığı’na Alman Plt.Tğm.Christoph Preussner getirilmiş ve Müstahkem Mevki Komutanlığı emrine verilmiştir. 1’nci Türk Tayyare Bölüğü, 3 uçağı bulunmasına  rağmen  27 Mart-17 Nisan 1915 arasında Çanakkale Boğazı üzerinde keşifler yapmış, İtilaf Devletlerinin gemilerinin çoğunun Mondros Koyu’nda demirli olduğunu ve bir çıkarma için hazırlık içinde olmadığını tespit etmiştir. Bu süreçte ve tüm savaş boyunca hava keşifini yakından etkileyen unsurlardan biri iklim koşulları olmuştur. Çanakkale Boğazı bölgesinde Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Kasım ve Aralık aylarında hava 11 gün kapalı ve 6 gün bulutlu geçmiştir. Uçuş ve harekat faaliyetleri havanın müsaade ettiği günlerde yapılmış, en yoğun hava hareketi yaz aylarında gerçekleşmiştir. Uçaklarımız, keşif sırasında İstanbul’da imal edilen bombalarla düşman nakliye gemilerine taarruz etmiştir. Çanakkale Boğazı’nın deniz yoluyla geçilmesinin karadan yardım gelmedikçe başarılamayacağının anlaşılması ve çıkarmanın başlaması ile her iki taraf da havadan bombardıman görevlerini gerçekleştirmiş, ancak uçak kapasitesinin sınırlı olması ve ilkel nişan alma metotları nedeniyle çok az görev başarı ile yapılabilmiştir.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

23 Ocak 2020 Perşembe

MİSAK-I MİLLİ (MİLLİ YEMİN, ULUSAL ANT) ’NİN 100’ÜNCÜ YILI,

MİSAK-I MİLLİ (MİLLİ YEMİN, ULUSAL ANT) ’NİN 100’ÜNCÜ YILI,



Yazan  
Dr. Cengiz Tatar, 
23 Ocak 2020 


28 Ocak 1920, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının belirlendiği “Misak-ı Milli” (Milli Yemin, Ulusal Ant)’nin kabul edilişinin 100’ncü yıl  dönümü. Misak-ı Milli, tam bağımsız bir devlet kurmak üzere harekete geçmiş olan Türk Milleti’nin birlikte yaşamak üzere anlaştıkları şartları içeren bir sosyal mukaveledir. Misak-ı Milli, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluşunda, kuruluşunda ve bağımsızlığında önemli rol oynayan tarihi bir olgudur. Atatürk’ün çabaları ile toplanan ve Osmanlı Devleti’nin toparlanma uğraşını simgeleyen Mebusan Meclisi, 12 Ocak 1920’de son kez toplanmış ve Misak-ı Milli’yi 28 Ocak 1920’de oy birliği kabul etmiştir. Milli Mücadele döneminde ülke topraklarını milli sınır olarak belirleyen 6 madde içeren bir beyannameden oluşmuştur. Misak-ı Milli kararları, 17 Şubat’ta Meclis’te kabul edilip dünyaya ilan edilmesi ile milli tarihe mal edilmiş ve 18 Temmuz 1920’de TBMM’de bağlılık yemini edilerek yinelenmiştir. Misak-ı Milli, Milli Mücadele’nin başlangıcında ortaya çıkmış ve ön sözü olarak adlandırılmıştır. Milli Mücadele’nin diplomatik belgesini, dayanağını ve fiziki hedefini teşkil etmiş, hem önemli olayların sonucu hem de bir devrimin başlangıcı olmuştur. Milli Mücadele’nin hedefi, yöntemi ve planlarının ana hatlarını çizen Misak-ı Milli’nin temeli, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde benimsenen ilkelere dayalı Türk ulusunun birliği, yurdun bütünlüğü ve gelecekteki güvenliği ile ilgili gelişmesini amaçlayan kararları oluşturmuş ve milletin gerçekleştireceği yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin temeli atılmıştır.


   Misak-ı Milli Sınırları ve Haritası

I.Dünya Savaşı’nda üstünde türlü oyunlar oynanan, toprakları paylaşılan, bağımsızlığını kaybeden Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması’na rağmen işgaller devam etmiştir. İtilaf Devletleri, artık iyice zayıflamış olan imparatorluk üzerindeki gizli planlarını uygulamaya koymuştur. Dün olduğu gibi bugünde Rusya’nın sıcak denizlere inme hedefi, Boğazlar ve İstanbul egemenliği isteği; İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu hayalleri; İtalya ve Yunanistan’a vaat edilen Ege toprakları işgal devletlerinin sürekli gözlemi altında olmuştur. Yönetimde oluşan otorite boşluğu, dışarıdan müdahaleler, halkın içinde bulunduğu yoksulluk ve bitkinlik, sonun başlangıcının işaretini oluşturmuştur. İzmir’in işgali ve diğer devletlerle yapılan görüşme sonuçlarının Osmanlı Devleti’nin aleyhine olması nedeniyle Anadolu halkının bağımsızlık hareketine destekleri artmıştır. Misak-ı Milli’nin hazırlanması için Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’ya gelişinin ertesi günü 28 Aralık 1919’da şehrin ileri gelenleri ile görüşmeler ve 1920 başlarında çeşitli toplantılar yapmıştır. Bu toplantılar, Milli Mücadele’nin hazırlığı niteliğinde olan kararların belirlenmesi için oldukça önemli bir yere sahip olmuştur. Toplantılarda; “Wilson Prensiplerinin” Osmanlı Devleti için önerilen 12.Maddenin gerçekte Türkiye’nin durumu bakımından kabul edilebilir nitelikte olduğu belirtilmiş, benimsenmesi ve gerçekleştirilmesi gereken sınırların 30 Ekim 1918 Mondros Antlaşması’ndaki sınırlar olduğu ifade edilmiştir.

Misak-ı Milli’ye giden süreç, Osmanlı Hükümeti’nin 11 Eylül 1919’da genel seçim kararı alması ile başlamıştır. Bu bağlamda, şehirlerde “Kuvayı Milliye” adı altında oluşturulan bağımsızlık hareketi içerisinde olan milletvekilleri, toplanacak meclis için seçilmiştir. Atatürk, Erzurum milletvekili seçilmiş, ancak toplantıya İstanbul’un İngilizlerin işgali altında bulunduğundan güvenlik nedeniyle katılmamıştır. Toplantı öncesi bazı kararların alınması için seçilen milletvekilleri Aralık 1919 ve 3 Ocak 1920’den itibaren Ankara’ya gelerek Atatürk ve Heyet-i Temsiliye üyeleri ile görüşmüş, kendilerine yapılması gereken hareket tarzları ve yöntemler anlatılmıştır. Onlardan milli teşkilata ve millete dayanarak oluşturulacak, milletin kutsal gayelerini cesaretle dile getirecek ve mecliste direniş hareketlerini temsil edecek “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” teşkil etmelerini ve Sivas Kongresi’nde kesinleşen “Misak-ı Milli” esaslarını savunmalarını ve kabul ettirmelerini, kendisinin Meclis Başkanlığına seçilmesi için teklif etmelerini istemiştir. Bildiri metni yapılan bu görüşmeler sonucunda kaleme alınarak son şekli verilmiştir.

     Atatürk, Ocak 1920’nin başlarında Muallim Mektebinde Ankara’nın ileri gelenlerine yaptığı ilk konuşmada; “Milli teşkilatımızın izlediği gaye, vatanı parçalanmaktan ve milleti esaretten kurtarmaktır. Ama ondan sonra da pek mühim bir millet ve vatan vazifemiz vardır. İç işlerimizi ve hallerimizi ıslah ederek, medeni milletler arasında faal bir uzuv olabileceğimizi fiilen ispat etmek lazımdır. Bu gayede muvaffak olmak için ise siyasi mesaiden ziyade, içtimai mesaiye ihtiyaç vardır. Efendiler ümit ederim ki, elverişli bir sulh elde edildikten sonra durumumuz, iyi idare edilirse, eski sınırlarımız içindeki vaziyetimizden daha iyi olur”. Misak-ı Milli hedefini belirlemiştir. 11 Ağustos 1921’de yazar Laurence Shaw Mocre ile yaptığı söyleşide; “Biz barış taraftarıyız. Biz hakkımızdan olandan fazlasını istemiyoruz. Yalnızca anavatanın düşman işgalinden kurtulmasını ve kendi kaderimizi tayin etmek hakkını istiyoruz, yani bağımsızlık istiyoruz. Milli Misak, halkımızın hakkı olan bir belgedir ve halkımız bu belgede yazılı olan haklarını almak için and içmiştir”.sözü ile ezilmeyen ve yenilgiyi kabul etmeyen umutlu bir liderin uzak görüşlülüğü, uzun vadeli gelecek hesapları, stratejik seziş ve kararların işareti ve kararlılığı ortaya konmuştur.

Osmanlı “Mebuslar Meclisi”, 12 Ocak 1920’de tüm uyarılara rağmen işgal altındaki başkent İstanbul’da Fındıklı Sarayı’nda son kez toplanmıştır. 19 Ocak 1920’de toplanan Meclis, daha önce oluşturulan kararlar yerine Saltanat makamının gücünden etkilenerek İstanbul Milletvekili Reşat Hikmet Bey’i Meclis Başkanı seçmiş ve “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” yerine Rauf Orbay ve arkadaşlarının isteği ile “Felah-ı Vatan”(Vatanın Kurtuluşu) grubunu kurmuştur. 22 Ocak’ta gizli oturumda Mustafa Kemal Atatürk tarafından hazırlanan 8 maddelik Misak-ı Milli müsveddeleri Trabzon Milletvekili Hüsrev Sami Gerede tarafından Meclis-i Mebusan üyelerine okunmuştur. Atatürk, 23 Ocak 1920’de İstanbul’daki arkadaşlarına ve bazı makamlara gönderdiği telgraf ile Meclisin dağıtıldığı hakkında bir iradenin aniden gündeme geleceği ihtimaline dikkatleri çekmiştir. Meclis Başkanlığına seçmelerini istemesinin nedenini; Kuvayı Milliye’nin millet tarafından kabul edildiğini göstermek, Meclis dağıtıldığında tekrar toplayabilme yetkisine sahip olabilmek, gerektiğinde Anadolu’da bu göreve devam edebilmek ve görevleri güven içinde yapabilmek, milli varlığımızla bağdaştırılamaz bir barış teklifi karşısında milletçe ayaklanmayı Meclis’in başkanı sıfatıyla milletin maddi ve manevi güçlerini savunma durumuna geçirmek düşüncesi oluşturmuş ve gerekli bir tedbir olarak görmüştür. O, “Meclisin feshi, milli müdafaaya teşebbüs zamanının geldiğine bir işaret olacaktır”.Meclisin feshini öngörmüş, ancak korkmamıştır.

Mebusan Meclisi toplantısında “Misak-ı Milli” (“Türk Milletinin Bağımsızlık Beyannamesi)”ni Edirne milletvekili Şeref Bey; “Ahd-i Millinin ittifakla kabulünü memlekete, millete, bütün dünyaya ilanını teklif ediyorum.” diyerek gizli oturumda ilan etmiştir. Politik bir bildiri olan Misak-ı Milli, Mebusan Meclisi’nde görüşülmüş ve 28 Ocak 1920’de gizli celsede 121 milletvekilinin oybirliği ile kabul edilmiştir. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde kararlaştırılan ve yol gösterici olan “Misak-ı Milli Kararları” resmi bir hale getirilmiş ve sınırlar kesin olarak belirlenmiştir. Bu kararlar, 17 Şubat 1920’de Mebusan Meclisi’nin huzuruna gelmiş ve oybirliği ile kabul edilmiş, “Ahd-ı Milli Beyannamesi” daha sonra “Misak-ı Milli (Ulusal Ant)” olarak değiştirilmiştir. Milli Mücadele’nin en büyük dayanağı ve belgesi olan Misak-ı Milli kamuoyuna yayınlanarak halk ile paylaşılmış ve milletin temsilcileri tarafından ant içilmek suretiyle dost/düşman bütün dünyaya ilan edilmiştir. Atatürk, Misak-ı Milli’yi; “Erzurum ve Sivas kongrelerinde modern bir ülke sınırı saptamak gerekti, ben Türk süngülerinin işaret ettiği sınırı seçtim. Biliniz ki, Misak-ı Milli’nin temellerini Ankara’da kesin olarak saptamışımdır, sorunun yabancısı olan bazı insanlar, ulusal sınır bahis konusu olduğunda kendilerine önem vererek ve gerçeği bilmeyerek türlü türlü kuruntulara kapıldılar”. Sözü ile kongrelerde kabul edilen üç temel ilke olan “Milli hudut dâhilinde vatan bir bütündür, onun çeşitli kısımları birbirinden ayrılamaz” ve “Hıristiyan unsurlara siyasi egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez”, ve “Manda ve himaye kabul edilemez” Misak-ı Milli’nin temel felsefesi oluşturmuştur.


    Son Osmanlı Mebusan Meclisi Misak-ı Milli Kararlarını Alırken.

Mebusan Meclisi Toplantısında Alınan Kararlar;

Madde 1- Osmanlı Devleti’nin, özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu, 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması‘nın imzalandığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan kesimlerin (Hatay ve Musul bölgesi Türk egemenliği altında) geleceğini, halklarının serbestçe açıklayacakları oy uyarınca belirlenecektir. Din, soy ve amaç birliği bakımından birbirine bağlı olan, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen, soy ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin koşullarına saygılı Osmanlı İslam çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tümü, ister bir eylem, ister bir hükümle olsun hiç bir nedenle birbirinden ayrılamayacak olan Ulusal sınırlar içindeki Türk vatanı bir bütündür ve kesinlikle parçalanamaz.

Madde 2- Halkı özgürlüğe kavuşunca, oylarıyla anavatana katılmış olan üç il (Elviye-i Selase dâhilinde bulunan Kars, Ardahan ve Batum) için gerekirse yeniden halkın serbest oyuna başvurulmasına gidilecektir.

Madde 3- Türkiye ile yapılacak barışa kadar ertelenen Batı Trakya’nın hukuksal konumunun belirlenmesi de, halkının özgürce yapacağı oylamaya göre belirlenecektir. Yine, Arap topraklarının geleceği burada yaşayan halkın vereceği oylar ile belirlenecektir.

Madde 4- İslam Halifeliğinin, Yüce Saltanatın merkezi ve Osmanlı Hükümetinin başkenti olan İstanbul kenti ile Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak tutulması ile ilgili önlemler alınacaktır. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın güvenliğinin sağlanması şartı ile Boğazların dünya ticaret ve ulaşımına açılması konusunda, bizimle birlikte öteki tüm devletlerin oybirliği ile verecekleri karar geçerli olacaktır.

Madde 5- Ülkemizde yaşayan Hıristiyan ve diğer azınlıklara, komşu diğer ülkelerde Müslümanlara tanınan haklardan fazlası verilemeyecektir. Müslümanların kullandığı haklar ile bu azınlıkların hakları eşit hale getirilecektir.

Madde 6- Ulusal ve ekonomik gelişmemize olanak sağlamak amacıyla mali, idari ve siyasi yönden milli ve ekonomik gelişmemizi engelleyen sınırlamalar (Kapitülasyonlar) kesinlikle kabul edilemeyecektir. Çünkü: ‘‘Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel vs. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımızın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir”. Tam bağımsız bir devlet hedeflenmiştir. Askeri, ekonomik ve siyasi bağımsızlıktan ödün verilmeyeceği belirtilmiştir.

Misak-ı Milli, Mondros’a bir tepki ve bu ateşkes hükümlerinin zorla imzalatılmış olmasına karşın kabul edilmediğinin ilanı olmuştur. Kabul edilen 6 maddelik beyanname, Milli Mücadele’nin iç ve dış ilkelerini kapsamıştır. İşgalin ve yabancı boyunduruğunun kabul edilmeyeceğini göstermiştir. Uzun süredir egemen olan ümmetçilik anlayışının yerini ulusçuluk anlayışı almıştır. Yıllardır büyük bir sorun olan kapitülasyonlara Millet Meclisi ilk kez büyük ve sert bir tepki göstermiştir. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde alınan “Milli sınırlar içerisinde vatan parçalanamaz bir bütündür” kararı ile Türk vatanın sınırları çizilmiş ve Milli Mücadele’nin ana ruhu oluşturulmuştur. Türk dış politikasının hedefleri belirlenmiş, devletin bağımsızlığı, milletin geleceği ve devamlı bir barışın sağlanması için yapılabilecek en son fedakârlıklar tespit edilmiştir. Londra Konferansı’nda ilk defa dünyaya duyurulan bu bildiri ile Türkiye Cumhuriyeti ve bağımsızlığı diğer ülkeler tarafından tanınmış ve kabul edilmiştir. Atatürk, yayılma değil savunma siyasetiyle; “I.Dünya Harbi’nin sonuçları, devletimizin bir takım fedakârlığa katlanmasını zorunlu kılıyor. Buna göre devlet için millî, yeni bir sınır kabul ettik. Mütareke imzalandığı gün ordularımız fiilen bu hatta hâkim bulunuyordu. Bu sınır, İskenderun Körfezi güneyinden Antakya’dan Halep ile Katma İstasyonu arasında Cerablus Köprüsü güneyinde Fırat Nehri’ne kavuşur. Oradan Deyr-i Zor’a iner; Daha sonra doğuya kıvrılarak Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi içine alır.” yeni sınırların ancak bu şartlarda çizilebileceğini belirtmiştir.

İngiltere, Misak-ı Milli ilan edilene kadar engelleme çalışmalarına girişmemiştir. Mebusan Meclisi tarafından kabul edilen kararların kamuoyunun bilgisine sunulması ile kararlara karşı çıkmış ve büyük bir tepki göstermiştir. 3 Mart 1920’de İsmet İnönü; İngilizlerin yardımıyla İstanbul’da bir cemiyet kurulacağını, hükümetin düşürüleceğini, Meclisin feshedilip İzmir ve Adana cephelerinde düşmanla işbirliği yapılacağını, Kuvayı Milliye’nin dağıtılacağını, İstanbul’da Hilafet Şurası kurulacağını Başyaver Binbaşı Salih vasıtasıyla şifre ile Mustafa Kemal Atatürk’e bildirmiştir. Atatürk, Hey’et-i Temsileye adına 4 Mart 1920’de Meclis-i Mebusan Başkan Vekilliğine yazdığı yazıda; “Vatan ve milletimizin istiklalini korumak için her fedakârlığa hazır bulunan milletimizin, kutsal heyecanını ancak milletin tam olarak güvenini kazanmış bir hükümetin işbaşına getirilmesi yatıştırabilir. Vatana ve tarihe karşı, üzerinize aldığınız büyük sorumluluğu ve bütün dünyanın kürsülerinize çevrilmiş olan dikkatli bakışlarını düşünerek, milletin azim ve fedakârlığına yaraşır kararlar alınacağına güvendiğimizi ve vatan uğruna yaptığınız çalışmalarda bütün milletin yanınızda ve yardımınızda olduğunu arz ederiz”.  Yine, 4 Mart 1920’de, Padişaha çektiği telgrafta; “Milli vicdanı temin edemeyecek bir Kabine Reisine milletin bir dakika tahammül edemeyeceğini ve böyle bir şey olursa, Osmanlı Devleti tarihinde evvelce örneği görülmemiş olaylara meydan açılacağını” açıkça belirtmiş ve olacakları önceden haber vermiştir.

3 Mart 1920’de, Yunanlılar taarruza geçerek Gölcük yaylasını ve Bozdoğan’ı işgal etmesi ile 5 aydır görevde bulunan ılımlı Ali Rıza Paşa hükümeti, İtilaf devletlerinin baskısı ile istifa etmiş ve Salih Paşa, hükümet başkanı olmuştur. 16 Mart 1920’de İtilaf devletleri; İstanbul’u, Harbiye ve Bahriye Nezaretlerini, telgraf merkezlerini, Türk Ocağı’nı ve diğer müesseseleri işgal etmiştir. 18 Mart’ta Padişah, Mebusan Meclisi’ni dağıtmış ve çalışmalarına ara vermiştir. İtilaf Devletleri, Mebusan Meclisi’ne baskın yapmış ve bu baskın doğrultusunda 11 Nisan 1920’de padişahın kararı ve yetkisi ile kapatılmıştır. Meclisin kapatılmasından sonra Salih Paşa Hükümeti’nin yerine Damat Ferit Hükümeti gelmiş ve Milli Mücadele’ye karşı olduğundan Kuvayı Milliye’nin hain olduğunu bildiren bir fetva yayımlatmıştır. İtilaf Devletleri, Meclis basarak bazı milletvekillerini ve aydınları yaklaşık 2 yıl süre ile tutuklamıştır. Rauf Orbay ve bazı milletvekilleri Malta Adası’na sürgün edilmiş, bazıları ise Anadolu’ya kaçmıştır. İstanbul’daki meclisten mebusların tutuklanmasına karşılık olarak Anadolu’daki İtilaf subayları tutuklanmıştır. Bu olay milli iradeye yapılan bir saldırı ve meydan okuma olarak nitelendirilmiş, halkın hükümetten daha da soğumasını sağlayarak Milli Mücadele‘ye bir adım daha yaklaştırmıştır. Anadolu’ya kaçan milletvekillerinin orada meclise girmeleri, meclisin Ankara’ya taşındığının göstergesi olmuştur. Milli iradeye oluşacak olası müdahaleleri engellemek için İstanbul hükümeti ile tüm ilişkiler kesilmiş ve ‘‘artık İstanbul Anadolu’ya hâkim değil, tabidir.’’ diyerek Anadolu temelli “Kurucu Meclis”  oluşturulmuştur. İstanbul’un kaybedildiğine inanan halkın Anadolu’ya geçmesiyle milli ruh daha da güçlenmiş ve bağımsızlık yolunda emin adımlarla ilerlenmiştir. Milletin temsilcileri, 23 Nisan 1920’de Ankara’da “Türkiye Büyük Millet Meclisi” toplamış ve ülke yönetimine el koymuştur. Misak-ı Milli, yeni Türk Devleti’nin ilkelerini belirleyen, gerçekleşmesi için sonuna kadar çalışılacak milli ülkü, hedef ve ant olmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu’da parlayan bağımsızlık ateşlerinin yani Türk halkının kendi egemenliğini ve geleceğini kendisi yazacağını, istiklal için din, dil, ırk, millet ayrımı yapmadan birlikte hareket edeceğini belirtmiş ve “Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun taksimini sağlamaya çalışmaktan ibaretti. O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak.” Milli Mücadele’nin lideri olmuş ve bu mucizenin yaşanmasına öncülük ederek Türk milletinin kahramanlığını tüm dünyaya göstermiştir.

Misak-ı Milli kararları, dönemin hukuki ve siyasi şartları göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Her alanda tam bağımsızlık amaçlanmış ve Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı zamandaki Osmanlı sınırlarını kapsayan Türkiye’nin ulusal sınırları çizilmiştir. Londra Konferansı’nda ilk kez dünyaya duyurulan Misak-ı Milli, Lozan Konferansı’nda kabul edilerek bağımsız yeni Türkiye’nin varlığının uluslararası alanda tanınmasını sağlamıştır. İstanbul’un işgali ve Meclisin kapanışı, Osmanlı İstanbul Hükümeti ve Saltanatının sonunu getirmiş, söz artık Milletin ve Ankara’nın olmuştur. Misak-ı Milli, halkın büyük zaferi ve ulusal devlet düşüncesinin ürünü olmuş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini yansıtmış ve Türk milletinin kalbinden, vicdanından doğan ve ilham alan en köklü belirgin istek ve inancı “Kurtuluş” olmuştur.    


KAYNAKÇA:

ATATÜRK, Gazi Mustafa Kemal, “NUTUK  (1919-1927)”, 2006.
ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul.
AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam 1919-1922, Remzi Kitapevi, C-II, 1987, İstanbul
MÜTERCİMLER, Erol, Fikrimiz Rehberi, Gazi Mustafa Kemal, Alfa Yayınları, 2008, İstanbul. 
ÖZDEMİR, Hikmet, Savaşta ve Barışta Kemal ATATÜRK, Doğan Egmont Yayıncılık, 2019, İstanbul.


https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/misak-i-milli-milli-yemin-ulusal-ant-nin-100-uncu-yili

***