Recep Peker etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Recep Peker etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2017 Pazar

Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ” BÖLÜM 4

Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ”  BÖLÜM 4


   Türkler Arapların dinini kabul etmeden önce de büyük bir ulus idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne de aynı dinde bulunan 
Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve başkalarının Türklerle birleşip bir ulus oluşturmaları yolunda hiçbir etkide bulunmadı. Tersine, Türk ulusunun ulusal 
bağlarını gevşetti; ulusal duygularını, ulusal heyecanını uyuşturdu. Bu pek doğaldı. Çünkü Muhammet’in kurduğu dinin amacı, bütün uluslukların üstünde kapsamlı bir Arap ulusluğu siyasetine varıyordu. Bu Arap düşüncesi, Ümmet sözcüğü ile anlatıldı. 

Muhammet’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmaya, yaşamlarını Allah sözcüğünün her yerde yükseltilmesine adamaya zorunluydu lar. 
Bununla birlikte Allah’a kendi ulusal dilinde değil, Allah’ın Arap topluluğuna gönderdiği Arapça kitapla tapınıp dua edecekti. Arapça öğrenmedikçe Allah’ a 
ne dediğini bilmeyecekti. Bu durum karşısında Türk ulusu birçok yüzyıllar, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, düpedüz, bir sözcüğünün anlamını 
bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafıza döndüler. 

Başlarına geçmiş olan açgözlü komutanlar, Türk ulusunca karışık, bilgisiz hocalar ağzıyla, ateş ve acı ile korkunç bir bilinmezlik olarak kalan dini, tutkularına 
ve siyasetlerine araç edindiler. Bir yandan Arapları zorla boyundurukları altına aldılar, bir yandan Avrupa’da Allah sözcüğünün yüceltilmesi savsözü altında 
Hristiyan ulusları yönetimleri altına geçirdiler. Ama onların dinlerine ve ulusluklarına ilişmeyi düşünmediler. Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla birleşerek bir güçlü ulus yaptılar. Mısır’da belirsiz bir adamı halifedir diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir çul parçasını halifelik simgesi ve ayrıcalığı olarak altın sandıklara koydular, halife oldular. Kimi kez doğuya kimi kez batıya ya da her yana birden saldıra saldıra Türk ulusunu Allah için, peygamber için topraklarını, benliğini unutturacak, her işini Allah’a bıraktıracak derin bir aymazlık ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Ulusal duyguyu boğan, ölümlü dünyaya değer verdirmeyen, düşkünlükler, yokluklar, yıkımlar duyulmaya başlayınca, asıl gerçek mutluluğa öldükten sonra öbür dünyada kavuşacağına söz ve güvence veren dinsel inanç ve dinsel duygu, ulus uyandığı zaman onun şu acı gerçeği görmesine engel olamadı. Bu acıklı görünüm karşısında kalanlara, kendilerinden önce ölmeyi dileyerek öbür dünya yaşamına kavuşma isteği uyandıran din duygusu, dünyanın acısı duyulan tokadıyla hemen, Türk ulusunun vicdanındaki çadırını yıktı, çağrılıları Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türk genel vicdanı, hemen, yüzlerce yıllık erk ve gönül rahatlığı ile büyük coşkularla çarpıyordu. 

Ne oldu? 

Türk’ün ulusal duygusu, artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk, cenneti değil, eski gerçek büyük Türk atalarının kutsal kalıtlarının, son Türk ellerinin 
savunmasını ve korunmasını düşünüyordu. İşte dinin, din duygusunun Türk ulusluğunda bıraktığı anı! Türk ulusu, ulusal duyguyu dinsel duyguyla değil, ama insancıl duyguyla yan yana düşünmekten zevk alır (Ozankaya, 2000, s. 21).” 

Türk ulusunun tarihsel vatanı ve Türkler ’in kökenine ilişkin açıklama ve göndermelerle, organik bir ulus anlayışının benimsendiği görülmektedir. 
Burada “tarihsel vatanın büyüklüğüyle buluşan, “Büyük Türklük” anlatısının önemli bir katkısı vardır. “Türk Yurdu’na ilişkin olarak kitapta şunlar söylenir: 

“Türk milleti Asya’nın garbında ve Avrupa’nın şarkında olmak üzere kara ve deniz sınırları ile ayırt edilmiş, dünyaca tanınmış bir yurtta yaşar. Onun adına Türkeli, Türk vatanı derler. Türk yurdu daha büyüktü. Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse Türk’e yurtluk etmemiş bir kıta yoktur. Bütün dünyada Asya, Avrupa Afrika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu hakikatler eski ve hususiyle yeni tarih vesikaları ile malûmdur. Fakat bugünkü Türk milleti, varlığı için bugünkü yurdundan memnundur. Mukaddes miraslarını bu yurtta muhafaza edebileceğine çok fazla zenginleştirilebileceğine emindir. Vatanımız, Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde mevcudiyetlerini muhafaza eden eserleri ile yaşadığı bugünkü siyasî sınırlarımız içinde yurttur. Vatan hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir kütledir (Afetinan, 2010, s. 27).” 

 “Vatan/yurdu tahayyül etmek ve oradan hareketle bir “ulus” ve “yurttaşlar topluluğu” oluşturma konusunda Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, dönemin Türk tarihine dönük araştırmalarından sıklıkla yararlanmıştır. “Türkiye’de Cumhuriyet Nasıl Oldu?” adlı bölümde cumhuriyet ile eski yönetim arasındaki farklar sıralanarak yakın tarih özetlenir:” 

“ I. Dünya Savaşı Türk milletinin pek büyük kahramanlıklarına ve fedakârlıklarına rağmen, dâhil olduğumuz ittifak heyetinin yenilgisiyle sonuçlandığı zaman, durum pek feci olmuştur. Millet ve ülkeyi, genel savaşa sevk edenler, hayatları endişesine düşerek ülkeden kaçtılar. Padişah ise, meclisi dağıtarak diktatörlüğü geri getirdi. İş başına, fikrini destekleyebilecek ve düşmanlara karşı ise millet ve ülkenin duyarlılığını uyuşturabilecek adamlar getirdi (Afetinan, 2010, s. 46).” 

Devletçilik ilkesinin tamamen zorunlu bir tercih olduğu vurgulanarak liberal ekonomiye tamamen zıt olmadığı vurgulanmaktadır. Cumhuriyet’in geliştirilmesi için “devletçilik” ilkesinin uygulanma gerekliliği ise şöyle açıklanır: 

“Cumhuriyetimiz henüz çok gençtir. Maziden kendine miras kalan bütün hayati işler, zamanın mecburiyetlerini tatmin edecek derecede değildir. Siyasî ve fikrî hayatta olduğu gibi iktisadî işlerde de fertlerin teşebbüsleri neticesini beklemek doğru olamaz. Mühim ve büyük işleri ancak milletin umum servetine ve devletin bütün teşkilat ve kuvvetine istinat ederek; millî hâkimiyetin tatbik ve icrasını tanzim ile muvazzaf olan hükûmetin mümkün olduğu kadar üzerine alıp başarması tercih olunur. Diğer bazı devletlerin ikinci derecede görebileceği 
ve bireylerin girişimlerine bırakılmasında sakınca olmayan işlerden birçoğu, bizim için, hayatidir ve birinci derecede önemli devlet görevleri arasında sayılmalıdır (Afetinan, 2010, s. 61).” 

Vatandaş İçin Medeni bilgiler göre, devletçilik ilkesi özellikle ekonomi alanında bir zorunluluk sonucudur. Ülkenin kısa zamanda gelişmesi, zenginleşmesi için ekonomik yatırımlar devlet tarafından yapılması gerektiği vurgulanmaktadır. Şu şekilde özetlenmektedir: “Bizim izlediğimiz devletçilik, bireysel faaliyet ve çalışmayı esas almakta birlikte, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti 
refaha ve ülkeyi bayındırlığa eriştirmek için milletin genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik alanda devleti gerçekten ilgilendirmektir (Afetinan, 2010, s. 62).” 

Demokrasinin tarihçesinin anlatıldığı bölümde, Türklerin demokrasiye sahip en eski milletlerden biri olduğu, demokrasinin ilk uygulayıcılarından oldukları vurgulanır:” Türk milleti en eski tarihlerinde, meşhur Kurultaylar ile bu kurultaylarda devlet reislerini intihap etmeleri ile demokrasi fikrine ne kadar merbut olduklarını göstermişlerdir. Son tarihi devletlerde, başlarına geçen padişahlar, bu usulden ayrılarak müstebit olmuşlardır (Afetinan, 2010, s. 40).” 

Demokrasi kavramı, siyasi, fikri ve ferdi ve müsavatperver’ dir. Söz konusu sıfatların her biri, Cumhuriyet’in makbul demokrasi anlayışının sınırlarını belirler. Başka bir anlatımla, bizim bildiğimiz demokrasi, bilhassa siyasidir ifadesi aynı zamanda kapitalist ve sosyalist sistemlerle mesafesini ayarlamış bir demokrasi kaygısını da barındırır. Öte yandan, demokrasi bir kafa meselesidir. 
Hükümet prensibi de, bir adalet muhabbetini ve ahlak fikrini gerektirir. Demokrasinin eşitlikçiliği, demokrasinin ferdi olma özelliği vatandaşın hâkimiyete insan sıfatıyla katılmasından kaynaklanır. Demokrasinin eşitlikçiliği, demokrasinin bireysel olmasının zorunlu bir sonucu olarak sunulur. Bütün 
bireyler aynı siyasal haklara sahip olmaktadırlar. Demokrasinin bu bireysel ve eşitliği sever vasıflarından, genel ve eşit oy prensibi çıkar (Afetinan, 2010, s. 41; Üstel, 2011, s. 230). 

Vatandaş İçin Medeni Bilgilere göre, hükümdarların temsil ettiği Osmanlı geçmişi demokrasi bakımından duraklama olmuştur. Demokrasinin siyasi içerikte olduğunu, “Bizim bildiğimiz demokrasi, bilhassa siyasidir” düşüncesine ek olarak demokrasinin fikrî temeli üzerinde de durulur. “Demokrasi memleket aşkıdır ayni zamanda babalık ve analıktır (Afetinan, 2010, s. 41)” cümlesi ile 
Türk milleti için demokrasinin vazgeçilmez olduğu vurgulanmaktadır. 

 “Demokrasiye Karşı Çağdaş Akımlar” başlığı altındaki bölümde; “Bolşevik kuramı, ihtilâlci siyasal sendikalizm kuramı, çıkarların temsili kuramı (Afetinan, 2010, s. 52)” olarak üç tehlikeye vurgu yapılır ve hürriyetin önemi şu şekilde açıklanır: “Türk, despotluk ve tutsaklık zincirlerini parçalayabilmek için iç ve dış 
düşmanlar karşısında hayatını ortaya attı; sayısız fedakârlıklara katlandı; başarılı oldu; ancak ondan sonra hürriyetine sahip oldu. Bu sebeple hürriyet Türkün hayatıdır. Artık Türkiye’ de; Her Türk hür doğar, hür yaşar (Afetinan, 2010, s. 67).” 

Hem Afet inan hem de Atatürk’ün el yazılarından anladığımız üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında bütün dünyada faşizmin yükseldiği dönemde demokrasiye ve modern anlamdaki hürriyetlere ayrı bir önem verilmiştir. 

Hürriyetlerin sınırlandırılabileceğinden bahseden Medeni Bilgiler kitabı, “hürriyetler, geçici ancak geniş ölçüde kısıtlanabileceğinden bahseder. Ama sonuna bu sınır ancak yasayla belirlenir (Afetinan, 2010, s. 67; Ozankaya, 2000, s. 66) diyerek yasallıktan bahseder. 

Bu üç akımın ortak özelliği olan farklı sınıfların ve bu bağlamda farklı çıkarların varlığının kabulüne dayalı anlayışın, sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir kitle düsturuna dayalı Cumhuriyet halkçılığı açısından sorun oluşturduğu açıktır. Dolayısıyla Cumhuriyet’in 1930’lu yıllarına damgasını vuran anti-liberal devlet ve toplum anlayışına rağmen, temsil anlamında klasik liberalizmin birey temelli 
temsil anlayışı özenle savunulmuştur (Üstel, 2011, s. 234). 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler’ de yurttaşlar topluluğunun inşasında hak ve hürriyetler, hak ve vazife çerçevesinde vurgulanmıştır. Vatandaşın devlete karşı üç görevi vardır: seçmek, vergi vermek ve askerlik yapmaktır. Seçmek, hem haktır hem de görevdir. Kitapta, 1930’ların muhalefetsiz ortamının son derece dar sınırları içinde yapılan seçme hak ve vazifesi görmezden gelinir (Üstel, 2011, s. 235). 

Muhalefetin az bulunduğu bu dönemde kadınlarla ilgili seçme ve seçilme hakkında Afet İnan’ın çarpıcı görüşleri bulunmaktadır: 

“ Genel savaştan beri birçok ülkeler, kadınların seçim yetkilerini kabul etmiştir. Kadınlara siyasal hakların yürütülmesine katılmalarını reddeden ülkeler, ancak Fransa, İtalya, İspanya gibi Latin ülkelerdir. Amerika’da İngiltere’de, Kuzey Avrupa ülkelerinde kadınlar seçme haklarını kullanmaktadırlar. 

Kadının siyasal yeterliliğine mantıki hiçbir sebep yoktur. Bu husustaki tereddüt ve olumsuz zihniyet geçmişin sosyal bir halinin can çekişen bir hatırasıdır. Hatırasından bahsettiğim zihniyet, papaz zihniyetidir. Saint Paul diyor ki. Erkeğe vasiyetlerde bulunmayı ve ona karşı nüfuz elde etmeyi kadına müsaade etmem. Kadın, suskun ve sessiz kalmalıdır. Zira Âdem ilk öce ve Havva daha sonra var olmuştur. İnsanların kökenini bilmeyen bu havari unutuyor ki erkeklere ilk nasihati, ilk terbiyeyi veren ve onun üzerinde ilk analık nüfuz ve etkisini kuran 
kadındır. 

Latin ülkelerinde kadınlık hakkında devam edegelen bu görüş artık bugünkü toplumların ahlaki ve ekonomik durumlarına üstün gelmemektedir. İslam ülkelerinden bahsetmiyorum, sebebi Türkiye Cumhuriyeti’nden başka 
dünya yüzünde ya tam anlamıyla bağımsız Müslüman devletler yoktur yahut mevcut olanlarda tam anlamıyla demokrasi yoktur (Afetinan, 2010, s. 111).” 

Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere, kadın hakları konusunda Vatandaş İçin Medeni bilgiler kitabında, Afet İnan, sisteme tam bir muhalefet olmaktadır. Kadınlara seçme seçilme hakkının verilmemesini, Katolik inancına yorması da son derece manidardır. 

Savaştan yeni çıkmış ve işgalden kurtulmuş bir ülkenin yaşadığı gerilimin izleri, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında görülmektedir. Ulusal kimliğin ve yurttaşlar topluluğunun inşasının nihai hedefi olan “biz” bilincinin yurttaşlar tarafından içselleştirilmesi, söz konusu bilincin besleneceği bir “öteki” yaratmıştır. Ders kitaplarında yer alan “ötekinin tarif ve işaretlenmesine dayalı gerçek ya da kurgusal tehdit teması, ulusal dayanışma ve bütünlüğü pekiştirme yolunda işlevsel bir önem kazanmıştır. Cumhuriyet’in “iç düşmanı ya da “öteki ”si yakın geçmişin temsilcileri ve işbirlikçileridir. Ders kitaplarında, Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte, iç düşman sorununun çözüme kavuşturulmuş olduğu görünmektedir. Yeni düşmanlar ise haydut, hırsız ve kaçakçılardır. “Dış 
düşman” konusunda egemen söylemde, genelde reel politika gereklerine dayalı bir pragmatizm dikkati çeker. Düşman devletin “evleri basan aile üyelerine kötülük yapan ve “huzurunu kaçıran süngülü neferlere vurgu yaparken, Batılı devletlerin adları genelde açıkça telaffuz edilmez. Batılı devletlerin, “itilaf devletleri” ya da “işgal orduları” gibi genel bir tanımlama içinde yer almasına 
karşılık, Yunan işgali ayrıntılarıyla anlatılır. Erken Cumhuriyet döneminde Kurtuluş Savaşı anlatısıyla beslenen “dış düşman” temsili, 1930’larda giderek anonimleşir (Üstel, 2011, s. 213). 

Kitapta, Fransız ihtilalini getirdiği İnsan Hak ve Hürriyetlerini içeren hürriyet biçimleri sıralanarak bu özgürlüklerden, “Vicdan Hürriyeti” vurgulanır: “…din koruyuculuğu kılığına bürünenlerin, gerçeği düşünebilenler, söyleyebilenler hakkında reva gördükleri zulüm ve işkenceler, insanlık tarihinde daima kirli 
facialar olarak kalacaktır.” Türkiye Cumhuriyetinde, her reşit dinini seçmekte hür olduğu gibi, belirli bir dinin töreni de serbesttir… 

Tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kanunla kapatılmışlardır. Tarikatlar kaldırılmıştır. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, halifelik v.s. yasaklanmıştır. Çünkü bunlar gericilik kaynakları ve bilgisizlik damgalarıdır. Türk milleti böyle 
kuruluşlara tahammül edemezdi ve etmedi (Afetinan, 2010, s. 70). 

Vatandaş için Medeni Bilgiler kitabı, Vicdan hürriyeti konusunda, bugünkü söylemlere benzer özellikler gösterir. Kişilerin din inanç ve ibadetlerini koruma görevini devlete verir ancak siyasi amaçla kullanmamak şartı ile! 

Vatandaş için Medeni Bilgiler kitabı Laiklik açıklaması şu şekilde ifade eder:” Laiklik, Türkiye Cumhuriyet’inin resmi bir dini yoktur. Devlet yönetiminde bütün yasalar, kurallar, bilimin çağdaş medeniliğe sağladığı esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve uygulanır. Din anlayışı vicdani olduğundan, 
Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin çağdaş ilerleyişinde de başlıca başarı etkeni görür (Afetinan, 2010, s. 71).” 

Vergi devlete karşı vatandaşın “kutsal borcu” olarak tanımlanmıştır. “Kutsal” ve “borç” kelimelerinin seçilmiş olması verginin önemini temsil eder. Bu bağlamda, Vatandaş İçin Medeni Bilgilere göre “Millî Şuur” oluştukça malî yükümlülük olarak ifade edilen vergi, ortak hayatı temsil eden devlet için bir hak, vatandaş için bir borçtur. Kitaba göre kişi nasıl yakını için bütün servetini harcayabilirse, devlet istediğinde de aynı duyguyu hissetmelidir. Bunu hissetmiyorsa, bunun nedeni “müşterek varlığı ve şahsi varlığından hariç ve ondan ayrı ve menfaatleri birbirine zıt olarak telâkki edilmesindendir”. Bu durumun ise, o ferdin noksanını ve devletin kendi nimetleri ile şahsî varlık arasındaki bağı hissettirememiş olmasından kaynaklandığı ifade edilmiştir. Verginin devlete hizmeti karşılığında 
ödenen bir ücret veya asayiş ve emniyeti muhafaza etsin diye ödenen bir sigorta ücreti olmadığının altı çizilmekte; devletin yaptığı bütün hizmetlerin bütün vatandaşların maddî ve manevî çıkar ve mutluluğu için gerekli olduğu belirtilmiştir. Bütün kitap boyunca, tek görsel malzeme olarak verginin 
nasıl alındığı ve nerelere harcandığı gösterilmiştir (Gürses, 2010, s. 246; Afetinan, 2010, s. 166-222). 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında askerlik bir görev, hatta kutsal bir görev olarak tanımlanmıştır. Ordunun, Türk Milleti için çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Türklerin göçebe hayat sürerken asker olduğu ve yerleşik hayatla birlikte, orduya ihtiyaç duyulduğu belirtilerek Ordu Hayatı başlıklı 
bölüm ile askerlik vazifesinin istekle ölüme hazır bulunmak askerliğin en ciddî alâmetidir, denmektedir. Manevi bir vazife olarak askerlikte, insanların arkadaşlık bağı ile birbirlerine bağlı oldukları; üniformanın önemi vurgulanır. Bir milletin ne kadar medenî olursa olsun intizam ve asayişin temini için polis, jandarma ve hatta orduya ihtiyaç duyduğu vurgulanır. Ordunun, diğer 
milletler karşısında bağımsızlığı korumak için güçlü olması gerektiği belirtilir. Ordu Mekteptir bölümünde milleti oluşturan bireylerin terbiyesi için maariften sonra ordunun önemi şöyle açıklanır: 

“Ülkemin her tarafında nur ocakları, ülke çocuklarının dimağlarını aydınlatmaya çalışmaktadır. Bütün bu ocakların yanında asker ocağı da, aynı görevi yapmaktadır. Yalnız askerlik bakımından değil, kültür açısından da eğitim öğretim yapan bir okul, bir terbiye ocağıdır. Bu ocakta vatandaşlar, eşitliği öğrenirler; cesaret ve girişim fikirlerini geliştirirler. Bir milletin yükselmesi için bilim, sanat, fikri ve ekonomik ilerlemeler ne derecede önemli ise ordu da bu öneme paralel önemde tanınmalıdır (Afetinan, 2010, s. 147).” 

Sonuç 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının 1931 yılında yazılması ve okullarda ders kitabı olarak okutulması yeni Cumhuriyet yönetiminin inkılabı halka benimsetme çabası içine değerlendirilebilir. 

Medeni Bilgiler kitabında ulus-millet, seçim, devlet, demokrasi, ordu, vergi gibi konuların bulunması yasal devletin, yasalarla yönetildiğini halka anlatması ve öğretmesi olarak düşünülebilir. Medeni Bilgiler kitabında demokrasi kavramının seçme-seçilme hakkının, ulus-millet kavramlarının bugünkü anlamından daha radikal olması 1930’ lu yılların iç ve dış gelişmelerine bağlanabilir. Tarihi olayları 
yaşanılan dönemden soyutlayamayacağımız için, kitabın radikal bölümleri 1929 ekonomik buhranı, dünyadaki faşist yönetimler ve ülkenin iç karışıklıklarla mücadele etme biçimi olarak değerlendirilebilir. 

Atatürk’ ün kendi el yazılarının bulunması, yeni toplumun oluşturulmasında önemli bir rolü olduğunu gösterirken kitabın yazımında Afet İnan gibi bir ismin seçilmesi, kadına verilen değer, önem ve bilimsel çalışmalarda eğitimde kadının yer alması tezini kanıtlayan bir gerçektir. 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının içeriğine baktığımızda; günümüzde ortaokullarda okutulan Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi dersi ile birebir örtüştüğünü görmekteyiz. Vatandaşlık kavramı, 21. Yüzyılda liberal bir anlayışı benimsemekle birlikte kitabın içeriği neredeyse birebir aynıdır. 

DİPNOTLAR;

1 Ayrıntılı bilgi için bknz. Etienne Copeaux, Türk Tarih Tezinden Türk İslam Sentezine, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000. 

2  Ayrıntılı bilgi için bakınız. Mahmut Esat Bozkurt, Recep Peker, Yusuf Kemal Tengişenk, İlk İnkılap Tarihi Ders Notları, Türk dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1997. 

3 (Ayrıntılı bilgi içn bknz.) 
Türk tarihinde gerçek anlamda çağdaşlaşma ve milletleşme imkanı Atatürk ilke ve inkılâpları sayesinde olmuştur. Milletleşme ve çağdaşlaşmada siyasi ve 
sosyal yapıyı şekillendiren milli kültürün büyük önemi vardır. 

Milli kimliği belirgin, milli kültür temeli dil ve tarihe dayalı bir Türk milleti oluşturmak isteyen Atatürk, milliyetçilik ve laiklik prensipleriyle gerçekleştirdiği inkılâplarla Türk milletini her bakımdan milli kültürüne bağlı, çağdaş bir toplum haline getirmek istemiştir. Bu amaçla yapılan inkılâplardan birini de harf inkılâbı oluşturmaktadır. Resmi ve gayri resmi kanallardan bilgi sağlamada, kamuoyu oluşturabilme ve onu etkilemede, aynı zamanda kendi zamanlarında siyasi ve toplumsal görüşleri kaydetmede önemli bir rolü olan basın, yeni müesseselerin ve yeni fikirlerin toplumda benimsenmesinde de yardımcı olmaktadır. 

4 Ayrıntılı Bilgi İçin Bknz. 
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk ve Türk Dili ,Ankara: TDK Yayınları, 1963, s. 9., Zeynep Korkmaz, Türk Dilinin Tarihi Akışı İçinde Atatürk ve Dil Devrimi ,Ankara: A.Ü. DTCF Yayınları, 1963,Özlem Bayraktar, a.g.e., s.147).

Türk dilinin diğer dillerle ilişkisinin temel gündem maddesi olduğu 1934’teki İkinci Dil kurultayı’ndan sonra Viyanalı dilbilimci Dr. Phil H. F. Kvergic’in bir sonraki yıl kaleme aldığı Türk Dili’ndeki Bazı Unsurların Psikolojisiadlı çalışma Mustafa Kemal’e gönderilmiş ve konuyla ilgili yeni bir tezin önünü açmıştır. Kvergic çalışmasında çeşitli antropolojik bulgular ve Freud’un psikoanaliz yöntemi aracılığıyla Türk dilinin diğer dillerle bazı akrabalık ilişkileri olabileceğini iddia etmiştir. Kvergic’e göre temel enerji ve yaşam kaynağı olan güneş ilk insanları çevrelerini anlamaya ve anlamlandırmaya zorlamıştır. 
Bu insanlar ilk olarak güneşe karşı hissettikleri sevgi, şaşkınlık, korku ve şefkat gibi duygularını ifade etmeye çalışmışlardır. Diğer yandan fizyoloji çalışmalarının gösterdiği gibi insanoğlunun çıkardığı ilk ses “a” olmalıdır. Bu sesin zaman içinde tekrar edilmesiyle ilk kelime olan “ağ” ortaya çıkmıştır. Türkçe’nin eski lehçelerinde bu kelime “yaratmak,” “renk değiştirmek,” “aydınlatmak,” “ Gökyüzü,” “ Hüner ” ve “ ışık ” anlamlarına gelmektedir. Dolayısıyla ilk ilkel dil Türklere ait olabilir. Bu nedenle Kvergic’in iddiaları “ Güneş Dil Teorisi ” olarak adlandırılmıştır. Mustafa Kemal, Kvergic’in çalışmasını 1935’te kaleme aldığı 
Etimoloji, Morfoloji ve Fonotik Bakımından Türk Dili adlı eserinde temel kaynak olarak kullanılmıştır. Ancak Mustafa Kemal’in “Türk dilinin diğer bütün dünya dillerine öncülük ettiği” iddiası Kvergic’in tezine göre çok daha cüretkardır: 1935 yılından önce gazete sütunlarında sıkça tartışılan bu iddia 1936’daki Üçüncü Kurultay’ın gündeminin de ana başlığı olacaktır. Aslında Güneş Dil Teorisi “Türklerin tarihlerini yeniden keşfi” olarak adlandırılan Türk Tarih Tezi’nin inşa ettiği zeminde yükselmiştir. 
Türk Tarih Tezi’ne göre Orta Asya sadece Türk medeniyetinin değil insanlığa ait bütün buluşların kaynağıdır ve ilk dünya medeniyeti Orta Asyalı Türkler tarafından kurulmuş olup göçlerle Doğu’dan Batı’ya taşınmıştır. Yani Türkler sadece İslam medeniyetinin değil Batı medeniyetinin de “ kurucularıdır ”. Türk Tarih Tezi’ne sırtını dayayan Güneş Dil Teorisi de Afrika’dan Avrupa’ya ve hatta Amerika’ya kadar bütün kültürel dillerin kökeninin Türkçe olduğunu sonucuna varmıştır. Güneş Dil Teorisinin “keşfinden” sonra temel mesele Türk dilinde hali hazırda kullanılan Batı ya da Doğu kaynaklı kelimelerin öz Türkçe karşılıklarını bulmak değil, bu kelimelerin kökenlerinin aslında “bütün dillerin atası” olan Türkçe’den geldiğini göstermek olmuştur. Başka bir deyişle, Güneş Dil Teorisi, dile yapılan “arındırıcı” müdahalelerin meşruiyet temelini sarsmış ve hem 
Türkçe’deki Arapça ve Farsça kelimeleri korumak isteyenlerin hem de Batı kaynaklı kelimelere Türkçe karşılıklar bulmanın gereksiz olduğunu düşünenlerin talepleriyle örtüşmüştür.Güneş Dil Teorisi özellikle de Batılı terimlerin Türkçe’deki varlığını garanti altına almıştır. Cemiyetin Batılı kelimelere karşı takındığı hoşgörülü tavır daha 1933’te yayınladığı Öz Türkçe Cep Kitabı’nda da görülebilir. Bu cep kitabında Arapça ve Farsça kelimelerin yerine Türkçe karşılıklar önerilirken birkaç Batılı kelime olduğu gibi bırakılmıştır. Hatta Arapça ve Farsça kelimelerin atılmasından doğan boşluk zaman zaman bu kelimelerin 
Batılı muadilleriyle kapatılmaya çalışılmıştır. Cemiyetin Genel Sekreteri Necmi Dilmen 1936’daki Üçüncü Kurultay’da şunu söylemiştir: Tezin dil planlamasında etkisi “rahatlama” şeklinde yaşanmıştır, çünkü görünüşte yabancı olan çoğu kelimenin kökeninin Türkçe’de bulunduğu tez sayesinde kanıtlanmıştır. Dolayısıyla halk dilinde kullanılan kelimeleri “yabancı” kökenden geliyor gibi görünseler bile Türkçe’den atmaya gerek yoktur. Artık dernek yazılı dille halk dili arasında uyum sağlamaya odaklanacak ve Türkçe’den atılacak kelimeler sadece halk diline yabancı kelimeler olacaktır. Ancak Dilmen Güneş Dil Teorisi’nin Türkçe’deki Arapça, Farsça ve Fransızca kelimelerin varlığını korumak isteyenlerin “oyun”u olduğunu düşünenleri bu hataya karşı uyarmaktan da geri kalmaz. Beşinci Dil Kurultayı ise meşruiyeti Güneş Dil Teorisi’yle sarsılan dili 
arındırma politikasının büyük ölçüde hız kestiğini gösterir. 

Kaynakça 

Afetinan, A. (2010). Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El yazıları, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi. 

Alkan, M. Ö. (2004). İmparatorluktan Cumhuriyete Modernleşme ve Ulusçuluk Sürecinde Eğitim. İçinde: Kemal H. Karpat ( Der:), Osmanlı Geçmişi Ve Bugünün Türkiyesi. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. 

Alkan, M. Ö., Harpat, K. (2004). İmparatorluktan Cumhuriyete Modernleşme ve Ulusçuluk Sürecinde Eğitim, Osmanlı Geçmişi ve Bugünün Türkiye’si. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. 

Atabay, M. (2009). Cumhuriyet Kültürü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, s:43, Bahar 2009, Ankara, s.s. 455-465. 

Bayraktar, Ö. (2012). Güneş Dil Teorisi Batı ve Türk arasındaki Sınırı İdare Etmek, Spectrum Journal of Global Studies, İstanbul, Autumn 2012, s.s. 137-149. 

Bora, T. (2002). Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce Milliyetçilik. İstanbul: İletişim Yayınları. 

Bozkurt, M. E., Peker, R., Tengişenk, Y. K. (1997). İlk İnkılap Tarihi Ders Notları, İstanbul: Türk dünyası Araştırmaları Vakfı. 

Copeaux, E. (2000). Türk Tarih Tezinden Türk İslam Sentezine, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Çolak, M. (2014). Atatürk Macarlar ve Türk Tarih Tezi. Konya: Türkiyat Araştırmaları Dergisi. 

Demirtaş, B. (2008). Atatürk Döneminde Eğitim alanında Yaşanan Gelişmeler, Gazi Akademik Bakış, C:1, S:2, s.s. 155-176. 

Gözcü, A. (2008). 1929 Ekonomik Bunalımı Sonrasında Dünyada Yeni Türkiye Algısı ve Türkiye’nin Ekonomik Arayışlarına İlişkin Saptamalar, ÇTTAD, VII/ 16-17, 2008, Bahar-Güz, s.s. 273-289. 

Gürses, F. (2010). Kemalizm’in Model Ders Kitabı Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, Gazi Akademik Bakış, C:4, Sayı: 7, Kış 2010. 

İnan, A. (1997). Tarihe Tanıklık Edenler, İstanbul: Çağdaş Yayınları. 

Kaplan, İ. (1999). Türkiye’ de Milli Eğitim İdeolojisi. İstanbul: İletişim Yayınları. 

Karaosmanoğlu, Y. K. (1963). Atatürk ve Türk Dili, Ankara: TDK Yayınları. 

Korkmaz, Z. (1963). Türk Dilinin Tarihi Akışı İçinde Atatürk ve Dil Devrimi, Ankara: A.Ü. DTCF Yayınları. 

Köken, N. (2002). Cumhuriyet Dönemi Tarih Anlayışları ve Tarih Eğitimi 1923-1960, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 
Isparta. 

Ozankaya, Ö. (2000). Mustafa Kemal Atatürk Yurttaş İçin Medeni Bilgiler. İstanbul: Cem Yayınevi. 

Şentürk, A. (2012). Harf İnkılabının Yapılışı ve Uygulanışında Basının Rolü, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Ağustos 2012, sayı:26, s.s. 27-44. 

Uzun, H. (2009). Cumhuriyet Gençliğinin Misyonu Çerçevesinde 1933 Yılı Vagon-Li ve Razgrad Olayları, Modern Türklük Araştırma Dergisi, C:6, S:3, Ankara, Eylül-2009. 

Uzun, H. (2010). Bir Propaganda Aracı olarak Cumhuriyet Halk Fırkası Halk Hatipleri Teşkilâtı, CTAD Yıl 6, Sayı 11 (Bahar 2010), s.s.85-111. 

Üstel, F. (2011). Makbul Vatandaşın Peşinde: II. Meşrutiyetten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Yücel, H. A. (1994). Türkiye’de Orta Öğretim, Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Kütüphane Basımevi. 


***

Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ” BÖLÜM 3

Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ”  BÖLÜM 3


Yurt Bilgisi eğitimi, tarih dersleri ile birlikte birbirlerini tamamlayıcı niteliklerini ve milli kimliğin topluma aktarılmasındaki kilit rolünü yansıtmaktadır. Ulus devlet şemsiyesi altında iktisadi işlevin yanı sıra, milli eğitim, geleceğin vatandaşlarını medenileştirmeyi, millet ve vatanperverlik bilinciyle donatmayı ve yurt çapında kültürel bir türdeşlik yaratmayı da hedeflemektedir. Genç cumhuriyetin 
uygarlaşma projesi çerçevesinde eğitim yeni toplumsal, siyasal değerlerin hem geleceğin vatandaşları çocuklara hem de imkânlar dâhilinde yetişkinlere aktarılmasına aracılık etmektedir. 

Jean Leca’ya göre, 1930’lu yıllar, devlet eksenli militan bir yurttaşlık anlayışının okul aracılığıyla yaygınlaştırılması hedefine hız verildiği bir dönemdir (Üstel, 2011, s. 136). 

Darüşşafaka Müdürü Ali Kami’ye göre, Yurt Bilgisi dersinin amacı, devlet, millet ve aile tesanütüne dayanan sağlam bir ahlakiyat hissi tevhit etmek ve genç talebede devlet, yurt, millet, milliyet hakkında esaslı bir bilgi oluşturmaktır. Yani, çocuğa en geniş mana ile yurdu ve milletini sevdirmektir (Üstel, 2011, s. 135). 

Cumhuriyet döneminde, siyasal kültürü en iyi yansıtan musahabat-ı ahlakiye ve malumat-ı vataniye dersleri, cumhuriyet değerlerini aktarmaya başlamıştır. Bu derslerin amacı, gençlere Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olmak sıfatıyla malik oldukları hak ve vazifeleri tanıtmak, bütün hareketlerinde hâkim olması lazım gelen ahlak esaslarını telkin etmektir. Millî mücadele öncesinde var olan ve Cumhuriyetin ilanından sonra da yeni kurulan devlette devam etmesine izin verilen siyasi ve sosyal nitelikli tek kuruluş, Türkçülerin derneği Türk Ocaklarıdır. Türk Ocakları daha Cumhuriyetin ilânından önce merkezini Ankara’ya taşıdı ve Anadolu’nun çeşitli yerlerin de teşkilatlanmaya başladı. Cumhuriyetten sonrada aynı hızla teşkilatlanmayı devam ettiren Türk Ocakları, hemen her il merkezi ile birçok ilçede şubeler açarak, o yıllarda henüz tam bir teşkilatlanmaya gidemeyen CHP’ye göre daha yaygın ve köklü teşkilatlanmayı temsil etmişlerdir.1923 
den sonra daha çok kültürel faaliyetlere ağırlık veren Türk Ocağı en faal dönemini burada yaşadı. 

Türk milliyetçiliği Osmanlı devletinin yıkılmasını önleyemedi. Ancak Türk milliyetçiği şuuruyla hareket eden asker-sivil ve aydın kadrolar Anadolu’daki Millî devletin kurulmasında en etkin unsurlardan biri olmuşlardır. Cumhuriyet Türkiye’sinin temel ideolojisini meydana getiren birçok hususlar Türkçülerin, önceden ele alıp tartıştığı meselelerdir. Yeni kurulan Türk devletini çağdaş 
ilkeler üzerine bina etmek için de Atatürk’ün etrafında toplanan Türk milliyetçileri, Cumhuriyetinin siyasi yönünü de iyi değerlendirerek ülke gerçeklerine uygun bir milliyetçilik anlayışı benimsediler. 

Her biri devletin kültürel ve politik yapılanmasında önemli görevlerde bulundular. Cumhuriyet iktidarı, saf kültürel bir hareket olarak kaldığı müddetçe Türkçülüğe bir itirazda bulunmadığı gibi, hatta yeniden yapılanmada halka verilebilecek bir ideoloji olarak teşvik edildi. Cumhuriyetin ilk yirmi yılında bu teşvikler ve teşebbüsler doruk noktaya ulaştı. Yusuf Akçura, Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü 
gibi Osmanlı döneminin tanınmış Türkçü aydınları, Cumhuriyet döneminde de yeni Türk devletinin de ideolojik yapılanmasına ve millî tarih alanında yapılan çalışmalara fikirleri ve hareketleriyle üst seviyede katıldılar. 

Ahmed Ağaoğlu, “bize diyorlar ki; mademki bütün millet, bütün devlet Türkçü oldu mademki mefkûreniz tahakkuk etmiştir, artık Türk Ocaklarına ne lüzum vardır? Ağaoğlu bu soruya şöyle cevap veriyor: “Türkçülük cereyanında da her yeni cereyanda olduğu gibi iki devrin yekdiğerini takip etmesi tabiîdir. Şimdiye kadar bu cereyan henüz birinci devrinde kalmıştır ki, zemin hazırlamak, 
çalılıkları kaldırıp bir saban geçirmekten ibarettir...Şimdiye kadar bizim bugün yaptığımız, Türk varlığını ispat etmekten ibarettir....Türklüğü kabul ettirmekle kifayet etmez. Birde Türklüğü teşkil eden avamil ve müessirâtın neden ibaret olduğunu tespit ve onların inkişafını temin etmek lâzımdır...Türk lisanından, edebiyatından bediiyatından, hukukundan, iktisadiyatından ,dininden, 
tarihinden, ilh....dan dan ibarettir. Bugün bu saha meçhul halde kalmaktadır. Henüz onlara temas etmeğe başladık. İşte Efendiler! Türk Ocağının ikinci devrî faaliyetlerinin mevzuları! (Köken, 2002, s. 71)” 

1927 yılında Türk ocağı amaç ve programında yaptığı bir değişiklikle çalışma alanlarını sadece Türkiye ile sınırladı. Turancılık düşüncesi Türkiye Türklerinin Türkçülüğüne dönüştü. Ocak, bundan sonra da Türkiye Cumhuriyetinin temel unsurlarıyla uyum içerisinde devlet destekli faaliyetlerine devam etti. Batı medeniyetini örnek edinmiş Türk Ocaklarının, Cumhuriyet devrinde aynı gaye ile yapılan yenilikleri benimseyip savunması gayet tabiî idi. Yusuf Akçura ve onunla birlikte Fuad Köprülü Türkiye dışındaki Türklük sahalarına ve İslâmlık öncesi Türk tarihine yaptıkları vurgularla, hem modern milliyetçiliğin müessisi olarak, hem de; Türk Tarih Tezine yaptıkları katkılarından dolayı Türk millî kimliğini ortaya çıkarmak için kurulan kurumlarda görev almışlar ve eserlerini bu gayeyi tahakkuk ettirmek için kullanmışlardır. 1917 de Rusya’daki ihtilalden sonra “Pantürkist” eğilimlerden vazgeçen Yusuf Akçura, Ankara Hukuk Fakültesinde tarih dersleri vermek suretiyle milliyetçi tarih çalışmalarına eğitim yoluyla da katkıda bulunmuştur. 

Millî tarih tezini hazırlama çalışmalarına aktif olarak iştirak eden Akçura, 1931 de Türk Tarih Heyetinin Kuruluşu, bir yıl sonrada Türk Tarih Kongresindeki başkanlığı ile Atatürk’ün yanında yer almıştır. Batılı tarihçiler ve Oryantalistler ile tarihî konuları tartışacak ölçüde ilk Türk tarihçisi olarak görülen Fuad Köprülü de Türk Tarih Encümenin, Belleteni hazırlayan komisyonun, Halkevleri merkez organı “Ülkü” mecmuasının başında;1931 de dört ciltlik lise kitaplarının yazımında görev almıştır. Ankara da “İttihad ve Terakki Partisi’nin bir mensubu olduğu için önceleri pek sıcak karşılanmayan Ziya Gökalp, daha sonra 1923 de Meclise Diyarbakır milletvekili olarak katılmış ve meclisin eğitim komisyonun da yer almıştır. Ayrıca okullar için ders kitabı hazırlamayı da kabul eden Gökalp’ın, “Türk Medeniyet Tarihi’ni” 1924’de Liseler için hazırladığı bilinmektedir. 1928-1929 yıllarında devlet çeşitli kültürel ve sosyal kurumları 
tek bir çatı altında veya şubeleri haline getirmek istedi. 10 Mayıs 1931 tarihinde toplanan Cumhuriyet Halk Partisinin kongresinde memleketin belli başlı derneklerinin faaliyet sahasından çekilip Halk partisine devredilmesi kararı alınınca Türk Ocağı da halk partisinin bünyesine alındı. Türk Ocağının 
bu karardan istisna edilmesi için Ocak ileri gelenlerden Hamdullah Suphi, Sadri Maksudi Arsal, İsmail Hakkı ve Yusuf Akçura beylerin gayretleri bir netice vermedi Türk Ocakları olağanüstü bir kongre akdederek kendi kendini feshetmeyi kararlaştırdı. 1930 yılından itibaren sivrilerek en az 1936 
yılına kadar Türk siyasetine ve rejimin ideolojik kadrosuna hâkim olan isimlerden hemen hemen tamamı Türk Ocağı menşeli insanlardır. Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt, Dr. Reşit Galip, Samih Rıfat, Sadri Maksudi Arsal, Yusuf Akçura, Yusuf Ziya Özer, Fuat Köprülü, Şemseddin Günaltay, Şükrü Saraçoğlu, Vasıf Çınar ve başkaları bu meyanda sayılabilir. Aslında Türk Ocakları, 1931 yılında hukuken kapatılmakla beraber fiilen “Halkevleri “adı altında CHP’nin taban teşkilâtına dönüştürülmüştür. Parti içinde Halkevlerinden sorumlu olan kişi, 1912 den beri Türk Ocağı’nın önde gelen isimlerinden Dr. Reşit Galip’tir. Sonuçta bir kültür hareketi olarak ortaya çıkan Türkçülüğü, 
zaman içerisinde farklı değerlendirmelere uğramasına rağmen genel hatlarıyla şöyle özetlemek mümkündür: Türkçüler, Osmanlı imparatorluğunun aslî unsuru olan Türklerin, Osmanlılık çerçevesi içinde kalarak milliyet duygusunu uyandırmağa çalışmışlardır. Türkler, devletin asli unsuru oldukları düşüncesi ile bu milletin hayatının da millî esaslara göre düzenlemesini en tabiî hak olarak görüyorlardı. Bütün Türkleri birleştirmek (Pantürkizm ) meselesinin “siyasi” mi, “kültürel” mi olacağı Türkçüler arasında tartışılan konularından biri olarak kalmıştır. İmparatorlukların zamanını doldurduğu, asrın milli devletler asrı olduğunu görüşü Türkçüler arasında özellikle Balkan savaşından sonra iyice yerleşmeye başlamıştır. Çağdaş devletler seviyesine çıkmak için yeni devletin, 
milliyetçi, halkçı ve Batı medeniyetçisi olması gerekmektedir. Türkçülere göre Batı medeniyetinin gücü millî kültürler üzerine yükselen millî devletlerden gelmektedir. Bu sebeple Türkler arasında milli şuurun kuvvetlenmesi için çok eski devirlerden başlamak üzere Türk tarihinin ve medeniyetinin bütün olarak ele alınması gerekmektedir. Ayrıca İslâm dini ile Milliyetçiliği bağdaştırma yolarını ardılar. Türk milliyeti ile İslâm dininin birlikte kaynaştırılması millî birlik açısından önemli olduğu kadar, bu aynı zamanda Batı dünyası ile mecburi olarak girişilen ilişkilerde “kimlik” korunmasının da bir teminatı olacaktır. Türkçülere göre “Muasırlaşmak”, Batının ilim ve tekniğini iktibas etmek olarak hayatî bir zarurettir. Batı medeniyeti millî devletlerin eseridir. O halde millî devletini kuramadan Türkiye’nin de Avrupa medeniyeti içerisinde yer alması imkânsızdır. Fransız ihtilalinden sonra yayılan milliyet fikirleri Türk olmayan toplulukları bizden ayırdı. Türklerde kendi vatanlarında kendi millî devletlerini kuracaklardır. Çünkü Türk milletinin varlığını devam ettirebilmesi ancak milliyetinin şuuruna varmış ve millî devletlerini kurmuş olmakla mümkün olacaktır. Genel hatlarıyla 
ortaya koymaya çalıştığımız “Türkçülük” hareketi yeni bir “millî tarih” anlayışını da beraberinde getirmiştir. XIX. yüzyılda Avrupa’daki fikri ve siyasi gelişmeler Osmanlıda Türk aydınlarının kendi tarihe ilgi duymasına yol açmış, Osmanlı devleti içindeki Türk unsurunun “millet” gerçeğini fark etmesi ve bunu tarih anlayışına aksettirmesi daha doğrusu milletin hakları için mücadeleyi tarih 
yazıcılığı da görmüşlerdir. Türkçü aydınlar Tanzimat’tan itibaren uzun zamandır unutulmuş bulunan Türklerin çok eski geçmişlerini anlatan konuları ele alınmaya başlamışlardır. Ahmet Vefik Paşa’nın Türk tarihi ile Osmanlı tarihi arasındaki farkları ortaya koyması, Süleyman Paşa’nın Türk tarihini Hunlardan başlatması, M. Celalettin Paşanın Batı Medeniyetini kuran milletlerle Türkler arasında dil 
ve ırk birliği olduğunu öne sürmesi, Gökalp’ın eski Türk tarihini araştırmaları; Hititler ve Sümerler gibi eski çağda yaşayan kavimleri birçok yerde Türkler arasında kabul etmesi gibi konular Atatürk zamanında “Türk Tarih Tezinin oluşmasında etkili olmuştur (Köken, 2002, s. 71-77). 

Milliyetçi kimlik yerel (sınırlı) bir kimlik olmakla birlikte milliyetçiliğin kendisi, bir ideoloji ve bir dünya görüşü olarak bütün dünyaya yayılmasıyla evrensellik kazanmıştır. Evrenselliği birleştiriciliğinde değil, halklarca benimseniş olan yaygın ayrılıkçılığındadır. Bütün dünyada, benzer bir biçimde ‘ötekine’ karşı güvensizlik içinde bulunan, yani yabancı düşmanlığı hisseden insan 
toplulukları, milli devletler içinde yaşamaktadırlar. Biz-onlar ayırımı temel bir anlayışa dönüşmüştür ve bu anlayış düşünce alanında egemenliğini duyurmaktadır. Milliyetçilere göre ‘bizim milli çıkarımız’ en yüce, hatta en kutsal ilkedir. ‘Milli çıkar’ bir fetişe dönüşmüştür. Kimi araştırmacılara göre milliyetçilik, milli toplumun ‘ilelebet’ devamlılığı aracılığıyla ölümsüzlüğü arayan ve insanlara 
bu duyguyu ve güveni sağlayan dünyada çok yaygın yeni bir dindir (Bora, 2002, s. 2). 1930’lu yıllar, milliyetçiliğin bütün dünyada saygın bir yer edindiği dönemdir. Batılı devletler eğitim sistemlerini milliyetçi ideolojiye göre dizayn etmişlerdir. Tabii, Türkiye’ de 20. Yüzyılın milliyetçi düzenine kısa sürede adapte olmuştur. 

Milli kimliğin pekiştirilmesinde öncü rolü üstlenen en örgütlü organ milli devlet olmuştur, bu devletin resmi görüşünü en iyi yansıtan ise okul kitaplarıdır. Zaten Cumhuriyet döneminde (1930lu yıllarda) geliştirilen Türk Tarih Tezi en geniş biçimiyle ancak okul kitaplarında bulunabilir. Atatürk’ün toplumsal olayları değerlendirişinde ve dünya görüşünde tarihin önemli bir yer tuttuğu 
bilinmektedir. O’ndaki tarih bilinci olayları, tarihsel gelişimi içinde görecek ve değerlendirebilecek bir tarih kültürüne dönüştüğü gibi, Türk tarihini gerçek boyutları ve içeriği ile ortaya çıkarmayı amaç edinen bir tarih tezi ve tarih çalışmalarına yol açmıştır. Türk Tarih Tezi adı ile bilinen, emperyalist 
Batının Türk’ü ve Türklüğü hakir gören tarih anlayışının yanlış ve taraflı yaklaşımlarını ortaya koyarak, Türklerin medeniyet tarihinde ve insanlık âleminde seçkin yerini göstermeyi ve Türk milletine özgüven vermeyi amaçlayan bu tez, Atatürk’ün sistemleştirilmiş tarih anlayışıdır (Çolak, 2014, s. 376). 

Türk Tarih Tez’inin oluşmasındaki “iç” sebeplerin başında Türk devletini çağdaş ve millî temellere dayandırmak gelir. Her rejim, uyguladığı ideolojisini mensubu olduğu toplumun fertlerine benimsetmek ister. Bunun yanında her yeni oluşum, sağlamlığını tarihte arar. Bu yüzden Türk Tarih Tezi, Cumhuriyet ideolojisinin de önemli bir parçasıdır. Tarih Tezi ile Cumhuriyetin temel ideolojisini oluşturan milliyetçilik ve çağdaşlaşmaya gerekli teorik bir zemin sağlanması düşünülmüş tür. Böylece Türkiye Cumhuriyeti devletini, tarihî bir temele bağlamak suretiyle devlete milli kimlik, topluma da millî şahsiyet kazandırmak ve bununla birlikte Cumhuriyet ve beraberinde getirdiği kültürel değişimi ve yapılan inkılâpları topluma benimsetmek ve inkılâpların yerine oturması sağlanmak istenmiştir. 
Atatürk, Cumhuriyeti emanet edeceği genç kuşaklara ve topluma, Cumhuriyetin ideolojisini hâkim kılmayı sağlamak için tarih anlayışının da uygun hale getirilmesinin önemini biliyordu. Çünkü eski değerlerin yerine ikame ettiği yeni değerleri tarihî bir perspektiften hareketle temellendirmek suretiyle inkılâpların geniş kitle arasında benimsenmesinde kolaylık sağlayacaktı. Bu yüzden Türk 
Tarih Tezi, Türkiye Cumhuriyetinin dünya görüşünü açıklayan ve Cumhuriyet rejiminin temel esaslarını destekleyen mahiyette olmalıydı. Aynı zamanda Türk medeniyetinin evrenselliğini ve Avrupa medeniyeti ile özdeşliği görüşünü savunmalıydı. Bir başka deyişle Tarih Tezi, yapılan inkılâpları millî kaynaktan çıkarma ve millî tarihle köklendirme fonksiyonunu yerine getirmeliydi. 
Bunun yanında Türk Tarih Tezi, Türkiye’de yaşayan her yaştaki ve seviyedeki insanlara hitap etmekle aynı zamanda vatandaşlık eğitiminin esasını oluşturacağından pedagojik bir değere sahip olmalıydı (Köken, 2002, s. 89). 

Bu bölüme kadar Vatandaş İçin Medeni bilgiler kitabının oluşum aşamalarından, yazılış amacından, kitabı etkileyen Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisinden bahsettik. Şimdi, kitabın içeriğine geçmeden önce kitap yazımında görevli olan Afet İnan’ ın neden seçildiğini anlamak için O’nun hayatından kısaca bahsedelim. 

Afet İnan Kimdir? 

Afet İnan’ın annesi Makedonyalı, babası Bulgaristan’ ın Şumnu kasabasındandır. Babası, İstanbul ziraat mektebinde eğitim görmüş olan İsmail Hakkı Bey’ dir. Gelenekçi bir aileye sahip olan Afet İnan, Bursa Kız Öğretmen okulunu bitirmiştir. İlk görevini, İzmir’de ilk mektep öğretmenliği olarak yapmıştır. 11 Ekim 1925’ te çalıştığı okulda Mustafa Kemal ile tanışmıştır. Atatürk, 1908’li yıllarda Afet İnan’ ın ailesinden yardım görmüştür. Ankara’da ilk görevi, Musiki Muallim Mektebi’nde Yurt Bilgisi ve Tarih ve Yurt Bilgisi öğretmenliğidir. 1938’de Cenevre Üniversitesi’nde yakın ve modern tarih bölümünde lisansını tamamlamış tır. 1939’da doktora, 1942’ de doçent ve 1950’de de profesör olmuştur (İnan, 1997, s. 273). 

Türkiye’ de tek parti yönetiminin pekiştirme süreci olarak bilinen 1930’lu yıllar, aynı zamanda rejimle uyumlu yurttaş üretimi misyonunun cumhuriyet pedagogları tarafından ele alındığı bir dönemdir. Bu süreçte Afet İnan’ ın Atatürk’ ün yönlendirmesi ile kaleme aldığı ve Maarif Vekâleti Talim ve Terbiye 
Dairesi’nin 07.09.1931 tarih ve 2197 numaralı emriyle okullar için bastığı Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, yurttaş eğitimi açısından önemli bir dönüm noktası oluşturur. Kitabın yazımı için Afet İnan’ın görevlendirilmiş olması, hiç kuşkusuz rastlantı değildir. Bunun nedeni; onun yaşamıyla yakından 
ilgilidir (Üstel, 2011, s. 215). 

Vatandaş İçin Medeni Bilgilerin İçeriği 

Atatürk, yerli tarih yazımını desteklemektedir. 1931-1932 de tarih reformu ya da tarih tezleri adı verilen olgu 19. Yüzyılın son otuz yılında doğan ve sonraki altmış yılda olgunlaşan tarih yazımına oranla fazla bir özgünlük taşımıyordu. Türk Tarih Tezi, Hititlere kadar uzanması 1936 yılında ortaya çıkan Güneş Dil Teorisi ni ortaya atmayı da kolaylaştırmıştır. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil teorisi, Türk kimliğini iki coğrafi kutup etrafında oluşturdu: Orta Asya ve Anadolu. Bu tarihsel araştırmalar özellikle tarih öncesi ve antik çağa yönelerek kökenler sorununu önemsizleştirmiştir (Copeaux, 2000, s. 33). 

Bu bağlamda daha önce de belirttiğimiz gibi iki kitap yayınlanmıştır. I. Cilt, afet İnan’ın hazırlamış olduğu Vatandaş İçin Medeni Bilgiler; II. Cilt ise, Recep Peker’in hazırladığı Medeni Bilgiler kitabıdır (Afetinan, 2010, s. 8). Recep Peker, kitaba başlarken bölümünde kitabı şöyle anlatmıştır: “ Bu kitap, 
bütün devlet teşkilatının, TBMM’nin, hükümetin, bakanlıkların, mahkemelerin, vilayetler özel idarelerinin, belediyelerin, şirketlerin, bankaların kurulmasını ve işlemesinin ve bu münasebetle değinilen kapitülasyonların, siyasi partiler ve aile gibi diğer yararlı konuları kapsıyor. Bu itibarla okul hayatından uzaklaşmış vatandaşlar için de derli toplu okuma ortamı olabilir (Afetinan, 2010, s. 237).” 
Recep Peker’in de dediği gibi, hazırlamış olduğu II.cilt daha çok devlet kurumları ve kurumların işleyişini anlatmaktadır. 

Ödevimizin asıl konusu Afet İnan’ ın hazırlamış olduğu Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabı olduğundan yoğun olarak I. Cilt incelenmiştir. 

1930’ lu yıllardan itibaren Kemalist tarih anlayışının Türk Tarih Kurumu tarafından düzenlendiği biçimiyle ders kitaplarına yansıması, bürokratik milliyetçiliğin anayasada öngörülen sözleşmeci ulus söylemi ile geçimsiz olmasının, önceki dönemlere göre daha fazla hissedildiği bir dönemdir (Üstel, 2011, s. 222). 

Afet İnan’ın Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının ilk konusu olan millet-ulus bölümünde, dil, kültür ve mefkûre birliğine dayanarak sözleşmeci olma iddiasındaki ulus tanımı, Türk ulusunun tarihsel vatanı ve Türklerin kökenine ilişkin açıklama ve göndermelerle giderek organik bir ulus anlayışına 
doğru ilerler. Bu ilerleyişte tarihsel vatanın büyüklüğüyle buluşan, Büyük Türklük anlatısının kuşkusuz önemli bir katkısı vardır (Üstel, 2011, s. 223). Atatürk’ün millet anlayışının en açık ve ayrıntılı şekilde ifadesi olan sözleşmeci olma iddiasındaki bu tanım, onun sübjektif ve kültürel millet anlayışını benimsemiş olduğunu ifade eder. Vatandaş İçin Medeni bilgiler kitabının Türklerin kökeni, 
oluşum biçimleri bölümünde kökeni şöyle açıklar: 

“Türk milletinin her kişisi, birtakım farklarla ve fakat umumî surette birbirine benzer. Bazı yapılış farklarını ise tabiî bulmak gerekir. Çünkü Mezopotamya, Mısır çöllerinden başlayan malûm tarihten evvel Sibirya bozkırlarından başlayan Orta Asya, Rusya, Kafkasya, Anadolu, dünkü ve bugünkü Yunanistan, Girit, 

Romalılardan evvel Orta İtalyada, velhasıl Akdeniz sahillerine kadar yayılmış ve yerleşmiş bu başka başka iklimlerin tesiri altında, başka başka cinslerle binlerce sene yaşamış, kaynaşmış olan bu kadar eski ve bu kadar büyük bir insan cemiyetinin bugünkü çocuklarının tam tamamına birbirlerine benzemeleri mümkün müdür (Afetinan, 2010, s. 27).” 

Kitapta Türk milletinin çok eski tarihe dayandığını, çok geniş sınırlara hâkim olduğu vurgulanmaktadır. Bu açıklama, aslında Türk Tarih Tez’inin kitaptaki etkisini en açık biçimde ifade etmektedir. 

Afet İnan’ın Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında milletin genel tanımı şöyledir: 

“a) Zengin bir hatırat mirasına sahip bulunan, 

b) Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvakkatte samimi olan; 

c) Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri Müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir (Afetinan, 2010, s. 32).” 

Kitabın millet tarifini özetlersek, milleti oluşturan ortak zafer ve ortak hüzün, geleceğe dair ortak ülküdür diyebiliriz. Özetle millet; ortak bir tarih, beraber yaşama istek ve inancında olan topluluk olarak; devlet ise, kendine özgü “kuvveti olan ve belli bir alanda yerleşmiş mevcudiyet olarak tanımlanır. Öğrencilere milli aidiyet duygusu, ölçüsüz ve abartılı bir üslupla Türklerin eskiden beri en uygar, en savaşçı, en bağımsız, kısaca en büyük olduğuna dair güven duygusu verilerek aşılanır. Afet İnan, “Milli His” başlıklı bölümde bu durumu şöyle betimler: “Bir işin ahlâkî bir kıymeti olması, ayrı ayrı insanlar dan daha ulvî bir membadan sadır olmasıdır. O memba; cemiyettir, millettir. Filhakika, ahlakiyat, hususî fertlerden ayrı ve bunların fevkinde, ancak içtimaî millî olabilir. Milletin içtimaî nizam ve sükûnu hal ve istikbalde refahı, saadeti, selâmeti ve masuniyeti, medeniyette terakki ve tealisi için insanlardan her hususta alâka, gayret, nefsin ferağatini ve icap ettiği zaman seve seve nefsinin fedasını talep eden millî ahlâkıyet icapları, o millet efradı tarafından adeta muhakeme edilmeksizin vicdanî, hissî bir saikle yapılır. En büyük millî his, millî 
heyecan; işte budur. Millet analarının, millet babalarının, millet hocalarının millet büyüklerinin; evde, mektepte, orduda, fabrikada, her yerde ve her işte millet çocuklarına, milletin her ferdine bıkmaksızın ve mütemadiyen verecekleri millî terbiyenin gayesi işte bu yüksek millî hissi sağlamlaştırmak olmalıdır… Türkler İslâm dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din; ne Arapların; ne ayni dinde bulunan Acemlerin ve ne de sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine tesir etmedi. Bilâkis Türk 
milletinin millî bağlarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu (Afetinan, 2010, s. 29).” 

Burada ahlâk, dinsel kaynaklarından koparılarak dünyevileştirilir, daha sonra ise millîleştirilir. Söz konusu millîleştirme işlemi, ahlâkî, seküler bir kutsallıkla buluşturulur. Başka bir anlatımla “milli his”, “dini his ”in yerine geçen bir karşı kutsallık alanı oluşturur. Bu hissin sağlanmasında ise, ordu, aile, okul temel görevliler olarak seçilir ve toplumun her alanında bu hissin yaratılması için “milli 
terbiye” yolunda gidilmesi gerekliliği vurgulanır. Din birliğinin, ulus oluşumunda ki rolü kabul edilmez. Böylece, İslamiyet öncesi, İslamiyet sonrası tarih anlatısındaki “Türkler ”in bütünü itibariyle Müslüman olduğu kabulü, bir yandan Müslüman olmayanı ulus tanımından dışlayarak ve Araplarla Acemleri de, modern öncesi ümmet ve modern millet hiyerarşisine dayalı olarak “ötekileştirilir. 

“Arap” sözcüğünün kullanımı ise, çatışma dönemlerine saklanır. Uyum dönemlerinde sadece “Müslümanlar”, “Osmanlılar” hatta “Türkler” vardır (Gürses, 2010, s. 241). 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının yazıldığı dönem ve koşullar nedeniyle bütünleştirici ve kapsayıcı olma iddiasındadır. Çünkü paramparça olmuş çok uluslu bir yapıdan milli bir devlet olma adımı atılmıştır. Yeni kurulan ulus devlet yapısında da ufak çaplı da olsa kıpırdanmalar meydana gelmiştir. Bu nedenle temkinli davranılmaya çalışılmıştır. “Medenî His” başlıklı bölümde, Türk Milleti: 

 “
a) Siyasi varlıkta birlik; 

b) Dil birliği; 

c) Yurt birliği; 

d) Irk ve menşe birliği; 

e)Tarihi karabet; 

f) Ahlaki karabet” olarak, özelliklerin bir araya gelmesiyle oluştuğu belirtilir. 

Diğer milletlerde ise, bunların hepsinin birden olmadığı savunulur. “Kürtlük”, “Çerkezlik” gibi yanlış “adlandırmalar” istibdat döneminin bir ürünü olarak ifade edilir. Düşmanın yani dış mihrakların, “iç düşman” olan “mürteci” üzerindeki yönlendirmelerinin sonucu olduğu belirtilir. 

Öte yandan söz konusu unsurlara ilişkin “bu millet efradı” ifadesi; Kürtler, Çerkezler, Lazlar ve Boşnakların bu kez “ulus” olarak konumlandığını gösterir. 
Cumhuriyet’in kuruluş döneminin “öteki ”sini oluşturan ve ders kitaplarında ayrı bir başlık altında yer alan “ecnebi” belirsizliği, aileye tehdit oluşturma potansiyeline sahip olarak görülür (Afetinan, 2010, s. 30).” 

Atatürk’ün kendi el yazısı ile yazdığı medeni bilgilerin, ulus tanımı şöyledir: “ Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir 
(Ozankaya, 2000, s. 17).” Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, Atatürk’ün ulus tanımı, ırk temelli bir yaklaşım değildir. 

Afet İnan’ın Vatandaş İçin Medeni Bilgiler de ulusu oluşturan öğeler anlatılırken din ile ilgili bölümde şunlar anlatılmaktadır: “ Din birliğinin de bir milletin 
oluşumunda etken olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun tersini görmekteyiz. 

Türkler İslam dinini kabul etmeden önce de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de 
diğerlerinin Türklerle birleşip bir millet oluşturmalarına etki yapmadı. Bilakis, Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli duygularını, milli heyecanını uyuşturdu. 

Bu pek doğal idi. Çünkü Hz. Muhammed’in kurduğu dinin amacı bütün milliyetlerin üstünde kapsamlı bir ümmet siyaseti idi (Afetinan, 2010, s. 30).” 

Atatürk’ün el yazmalarında ise milleti oluşturan unsurlar bölümünde din ile ilgili oldukça ayrıntılı açıklama yapılmaktadır: “ Din birliğinin de bir ulus oluşturmada 
etkin olduğunu söyleyenler vardır. Ama biz, bizim gözümüz önündeki Türk ulusu tablosunda bunun tersini görmekteyiz. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,



***

Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ” BÖLÜM 2


Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ”  BÖLÜM 2

Mesut Gülmez’in de belirttiği gibi “ Cumhuriyet’ten üç yıl sonra kabul edilerek ilk on yılında uygulanan 1926 ilkokul programı dönemi, gerek program ilkeleri gerekse Yurt Bilgisi kitaplarının içeriği yönünden, sonraki on yılına oranla hem daha liberaldir hem de hak ve özgürlüklere daha geniş yer vermiştir. Program ve kitaplarda demokrasi sözcüğü kullanılmakla birlikte, programın Türkiye’yi 
demokratik bir devlet olarak nitelemiş ve öğrencilerin okul yaşamına katılımını öngörmüş olması dikkati çekmektedir. Üstel (2011)’e göre, 1926 ilk mektep müfredat programı ile yurttaşlığın devlet eksenli militan bir nitelik kazanmaya başladığına tanık olunur. 

İsmail Kaplan’ a göre, 1929 ilkokullar yönetmeliğine göre, ilkokulların amacı, çocuklara disiplinli bir eğitim vermek ve böylece onları ulusal topluma uyumlu hale getirmektir. Öne çıkarılan değerler, ulusal devlete uyum ve düzendir. Aydınlanma, eleştirel bir bakış kazanma, evrensel değerleri özümlemiş bir insan olma gibi değerlere hiç değinilmez. 10 Kasım 1930 tarihinde kabul edilen lise ve 
ortaokullar yönetmeliği, 1927 yönetmeliğinde yer alan amaçları hiçbir değişiklik yapmadan kabul etmiştir (Kaplan, 1999, s. 191) 

Daha önce Malumatı Vataniye veya Vatanı Malumat adlarıyla 1932 den sonra da Yurttaşlık Bilgisi olarak adlandırılan ders için yazılan Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabı, 1931 yılında iki cilt olarak yayınlanmışlardır. Atatürk, cumhurbaşkanı sıfatıyla İsmet İnönü’den kitabın basılmasını istemiştir 
(Afet İnan, 2010, s. 3-7). 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, iki cilt olarak düşünülmüştür. 1. Cilt, Afet İnan adıyla yayınlanmıştır. 
II. Cilt ise, Kütahya mebusu Recep Peker tarafından hazırlanmıştır2. II. Cilt, daha çok devlet teşkilatının işleyişiyle ilgili bilgiler bulunmaktadır. I. Cilt, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, okulda yurttaş eğitimi açısından verilmiştir. Kitap, ilk kez Maarif Vekaleti Talim ve Terbiye dairesinin 07.09.1931 tarih ve 2917 numaralı emriyle 40 bin adet basılmıştır (Gürses, 2010, s. 236). 

Afet İnan, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının oluşumunu şöyle anlatmakta dır: “ İnsanlar, tanıdıkları bildikleri ve sevdikleri şeylerle alakadar olurlar. Bu sebeple, Yurt Bilgisi’nin vatandaşlarda ülke sevgisini beslemek noktasında çok önemi vardır. Yurt Bilgisi notlarından, seçim, vergi, askerlik kısımlarını, ülkemizin büyük zatlarının lütufkâr yardımlarıyla birer kitap halinde toplamış ve 
Himaye-i Etfal Cemiyeti yararına ayrı ayrı bastırmıştım. Bunlardan sonra, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ismi altındaki kitap da aynı suretle bastırıldı. Bütün bunları her zaman değişen kanunlara ait ayrıntılardan ayırarak bir araya topladım (Afetinan, 2010, s. 21).” 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabı, 1929- 1930 yıllarında Yurt Bilgisine ilişkin çeviri, çeşitli notlar, Atatürk’ün Tevfik Bıyıklıoğlu’ nun ve Afet İnan’ ın el yazılarıyla tutulmuş notlardan oluşmuştur. Bu hazırlanan belgelerden yararlanılarak hazırlanan broşür ve kitaplar şunlardır: 

1. Broşür ve risale şeklinde. “ Türk Çocuklarına Yurt Bilgisi Notları, Ankara, 1929. 
2. İntihap, Askerlik Vazifesi, Şirketler ve Bankalar, Vergi Bilgisi, 1930 da İstanbul’ da basılmışlardır. 
3. Bütün konuların toplu basımı 1930 da 141 sayfa olarak Vatandaş İçin Medeni Bilgiler adını almıştır. 1931 de basılana ise; İntihap vergi askerlik ilave edilmiştir. 
4. Vatandaş İçin Medeni Bilgiler adıyla basılanlar, Maarif Vekâleti Talim terbiye Dairesinin emriyle 7.6.1932 tarih ve 1908 numaralı emriyle 191 sayfa, 
27.06.1933 tarih ve 3113 numaralı emriyle 302 sayfa olarak basılmıştır. 
5. 1969-1988-1998 yıllarında Medeni Bilgiler adıyla basılmıştır (Afetinan, 2010, s. 15). 

Afet İnan, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının sonuç bölümünde; “ Medeni Bilgiler bütün belgeleriyle görülmüş oldu. Böylece, Atatürk’ün el yazılarıyla ispatlanmış konular onun fikirleri olarak tarihte yer alacaktır (Afetinan, 2010, s. 421).” demektedir. 

1930’lu Yıllarda Dış Dünyada Eğitime Bakış 

1930’lu yıllar, Türkiye’nin dış siyasetinde ülke çıkarlarını ön planda tutarak oldukça yoğun ve yorucu bir süreci yürütmek durumunda kaldığı bir dönem olmuştur. 1923-1932 yılları arasında yürütülen Türk dış siyasetinin temel özelliklerini, Lozan Anlaşması’nda ortaya konan ilkelerin uygulanmaya 
çalışılması, büyük devletlerle ilişkilerin normalleştirilmesi ve komşularla ilişkilerin geliştirilmesi oluşturmuş, bu dönemde uluslararası genel gelişmeler yakından takip edilerek içeride ve dışarıda istikrarın sağlanması için çaba harcanmıştır (Uzun, 2010, s. 60). 

Nazi Almanya’sı, dünya halklarına inanılmaz acılar yaşatan ve II. Dünya Savaşı’nı başlatan nasyonal sosyalizmin totaliter diktatörlüğü, modern çağda despotik eğitim anlayışının en başarılı uygulayıcısı olmuştur. Hitler’in, Nazi döneminde okullarda zorunlu okuma metni olarak kullanılan Mein Kampf 
(Kavgam) adlı kitabında ilan ettiği gibi, Nazizm, ırkların eşitliğine asla inanmaz, ırklar arasındaki farklılıkları kabul ettiği gibi, kimi ırkların üstün, kimi ırkların aşağı olduğunu savunur. Hitler, “ Yeni bir çağı yaratanlar, edebiyatçılar değil, savaşçılardır; yani halklara gerçekten şekil verenler ve önderlik edenler, böylece tarih yapanlardır” der. Buna bağlı olarak, Nazi anlayışında, okullar entelektüel 
aydınlanma merkezleri olmadığı gibi, öğretmenler de insanlığın çağlar boyunca biriktirdiği bilgi hazinesine dayanarak, nasıl eleştirel olunacağını öğreten kılavuzlar değildir. Ewald Banse; “Okulda vereceğiniz eğitimin amacı, öğrenciye bilgi yığınlarını aktarmak değil, Alman halkının sinirlerine çelik 
dökmektir (Kaplan, 1999, s. 101-102)” demektedir. Alman Nazizm’i, hümanizm, özgürlük, barışçılık, demokrasi ve eşitlik yerine herkesin ortak dünya görüşüne yani faşist ideolojiyi savunur. Alman Goebbels, “toplama kampına gitmekten korkmayan herkes homurdanmakta veya hükümeti eleştirmekte serbesttir (Kaplan, 1999, s. 105)” demektedir. 

İtalya’da eğitim, faşist ideolojinin can alıcı derecede önem taşıyan bir öğesidir. Öyle ki; Benito Mussolini, ilk faşist hükümetin olağanüstü yetkiler tanıdığı Kamu Eğitimi Bakanı Giovanni Gentile’nin uygulamaya koyduğu eğitim reformunu faşist reformlar içinde en faşisti olarak tanımlamıştır. Faşist devlet teorisi, faşist eğitim sisteminin temelidir. Milliyetçilik ise; bu eğitim sisteminin vazgeçilmez bileşenidir. Eğitim bakanlığının 1931-1932 yıllarına ilişkin faaliyet raporunda 
açıklandığı gibi, faşist eğitim, faşist devletin totaliter ruhunu İtalyan kuşaklarına aşılama aracıdır. İtalyan ideolojisine göre, okullar esinini İtalyan ırkının ve uygarlığının ebedi değerlerinden alan halk kültürünün taşıyıcılarıdır. Faşist rejimin düzenlediği milli eğitim sistemi, din öğretimini yani Katolik 
inancın öğretimini de içerir ancak; eğitim kilise kontrolünden bağımsızdır. Japonya’da eğitimin amacı; devlete sadık ve faydalı yurttaşlar yetiştirmektir. İlk ve orta öğretiminin asıl ödevi, öğrencilerde milli karakter oluşturmaktır. Bir başka deyişle; ilk ve ortaokulların görevi, öğrencileri Japon olmaktan şeref 
duyan ve imparatora, Japon devletine ve Japon ulusuna karşı ödevlerini ve sorumluluklarını bilen gerçek Japon vatandaşları yapmaktı. Amerika’da okul, devletin en büyük ve en etkili Amerikalılaştırma kurumudur. Devlet okulu, çocukları bir araya getiren ve böylece Amerikan kahramanlarını çocukların kahramanı yapan, çocukları Amerikan tarihine bağlayan, onlara dersliklerde her zaman gözlerinin önünde bulunan Amerikan bayrağına her gün selam vermeyi 
öğreten bir kurumdur. Öğrencilere boyun eğme, itaat etme ve yöneticilere bağımlılık tutum ve davranışı geliştirmeyi öğretir (Kaplan, 1999). 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler’in Yazılma Amacı 

Millî Mücadele’nin kazanılıp Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak, ülkenin ilerlemesinin önündeki engelleri kaldırmak, laik ve millî bir yapı oluşturmak için Atatürk inkılâpları uygulanmaya başlamıştır. Özellikle Türk inkılâbının 
başarısının eğitim alanındaki başarıya bağlı olduğu gerçeği, eğitimin yaygınlaşması ve değişmesi için kararlı ve acil adımların atılmasını zorunlu kılmıştır. Bu amaçla Atatürk döneminde eğitim ve öğretimin ilkokuldan yükseköğretime kadar olan her alanında köklü çözümlere gidilmiştir. Getirilen 
çözümler ise, eğitimin hem niceliksel hem de niteliksel durumunu geliştirdiği gibi Atatürk’ün özlemini duyduğu yeni Türkiye’nin temel taşlarını oluşturmuştur (Demirtaş, 2008, s. 156). 

Mehmet Alkan’a göre; “Türkiye’nin siyasal tarihi ile eğitim alanında meydana gelen değişimler arasında paralellik vardır (Alkan, 2004, s. 77).” Kurtuluş Savaşından sonra, modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk, ulus devletin kökleşmesi ve Türkiye’nin çağdaşlaşması için siyasal, hukuki, ekonomik ve sosyal alanlarda kapsamlı bir reform hareketi başlattı. Atatürk’ün başlıca hedefi 
Türkiye’nin modern Avrupa Devletleri arasında yerini alması idi. O, Osmanlı İmparatorluğunun küllerinden laik ve demokratik bir cumhuriyet rejimi kurmayı başardı. Bu Türk halkı açısından gerçek bir kültürel devrimdi. Atatürk döneminde Türkiye sosyal, siyasal, ekonomik, hukuksal ve kültürel alanlarda önemli atılımlar yaptı ve Cumhuriyet kültürünü yerleştirdi (Atabay, 2009, s. 455). Bu, 
özellikle eğitim ve kültür çalışmalarında kendisini göstermiştir. 

Cumhuriyet dönemi Türk tarihçiliği üzerinde etkili olan tarih anlayışı bir anlamda “Alman idealizmi”den kaynaklanan “Alman tarihselciliği” (Historisizm) XIX. yüzyıl başlarında Almanya, da ortaya çıkmış ve daha sonra bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Romantizmin, milliyetçiliğin ve muhafazakârlığın ortak paydası konumundaki Alman tarihselciliğinin iki temel özelliği; devlete atfedilen değer ve rol, diğeri ise milletlerin orijinalliğidir (Köken, 2002, s. 37). 

Türkiye’de siyasal modernleşmenin kaynağı ve yayıcısı olarak devletin milli kimliğin oluşturulmasında oynadığı merkezi rolün anlaşılmasında milli eğitimin işleyişi son derece önemli ipuçları vermektedir. Siyasal alanda gözlenen yönetenler/yönetilenler ayrımının eğitim alanına yansıması olarak eğitenler/ eğitilenler ayrımı özellikle ulus devletin kuruluş sürecinde önem kazanmaktadır. 

Eğitimin tüm halka eşit olarak verilebilmesi için gerçekleştirilen inkılâp hareketlerinden biri de Harf İnkılabıdır. Türk inkılâbının dayandığı millîleşmek ve çağdaş uygarlık düzeyine çıkmak düşüncesinin ürünü olan ve Cumhuriyet’in en köklü atılımlarından olan dil meselesinin çözümü amacıyla atılan ilk adım 28 Mayıs 1928’de sadece alfabeyle ilgilenecek ilk Dil Encümeni’nin kurulması olmuştur. Arap alfabesinin yerine Türk alfabesinin kullanılması kararı bir sonraki aşama olmuştur. Aslında Atatürk bunu çok daha önceden düşünmüştür. Erzurum Kongresi’nde Mazhar Müfid Kansu’ya söylediği hususlardan birisi de Türk harflerinin kabulüdür. Yine 1923’te İzmir İktisat Kongresinde Türk harflerinin kabulü için bir önerge verilmiştir. Yeni harflere yönelik çalışmalar Cumhuriyet’in ilanından sonra kamuoyunda uzun süre tartışılmış olmakla birlikte, 1927’den itibaren resmiyet kazanmıştır. Böylece Atatürk, 8/9 Ağustos 1928’de Cumhuriyet Halk Fırkasının Sarayburnu Parkı’nda tertip ettiği toplantıda Harf İnkılâbının başladığını açıklamıştır. 3 Kasım 1928 tarihli “Türk Harfleri 
Hakkındaki Kanun3” (Şentürk, 2012, s. 47) un yürürlüğe girmesiyle, 1928 yılı Aralık ayından itibaren, resmî ve özel bütün Türkçe gazeteler ve dergiler yeni Türk harfleriyle çıkmaya başlamıştır. Yeni kanun, 1 Ocak 1929’dan itibaren devlet yazışmalarının da bu harflerle yapılmasını sağlamıştır. Ayrıca 
1 Ocak 1929 tarihinde Millet Mektepleri açılmıştır. Halka önce okuma-yazma öğretme amacı güden bu mektepler ilerleyen dönemlerde yaşamak için lazım gelen diğer bilgileri de öğretme amacı gütmüştür. 

Bu sırada Türk Ocakları, Halkevleri ve Halkodaları da okuma yazma kursları düzenlemiştir. Millet Mekteplerinin vazifelerini icra edebilmeleri için Cumhuriyet Halk Fırkası teşkilatlarının da gayretleri görülmüştür. 1929 Ekim’inde ise aynı fırkanın Millet Mektepleri Talimatnamesini fırkanın teşkilat kademelerine gönderdiği görülmektedir. Yeni harflerin kabulünden sonra bu harfleri öğretmek için açılan Millet Mekteplerinde 1928’den 1937 yılı sonuna kadar dokuz senede 1.451.759 öğrenci mezun olmuştur. Bu öğrencilerin %73.15’i erkek, %26.85’i kadındır. Millet Mekteplerine devam eden ve bu mektepleri bitiren öğrencilerin özellikle 1928-1932 arasında en yüksek sayı ve oran arz ettiği görülmektedir (Demirtaş, 2008, s. 162). Ancak 1930’ların resmi söyleminde millet neredeyse tamamen dil ve hatta ırkla özdeşleştirilmiştir. Örneğin, 1934 tarihli İskân Kanunu’nun Kemalistlerin Türkiye’de ırk temelli bir sosyal yapı inşa çabalarını gözler önüne sermektedir. Avrupa çapındaki Nazizm dalgasının, Kemalizm’in ırkçı eğilimlerinin 1930’larda baskın bir görünüm kazanmasındaki etkisi 
yadsınamaz bir gerçektir. 

Türk dili ve gelişimine cumhuriyet döneminde önem verilmiştir. Türk Dil Kurumu’ nun 11 Temmuz 1931’de kurulmasıyla Türkçe ile ilgili çalışmalar hız kazanmıştır (Bayraktar, 2012, s. 137). Türk Dil Kurumunun çalışmalarından sonra 1930’lu yıllara damgasını vuran dil çalışması Güneş Dil Teorisidir4. Güneş Dil Teorisi “Türk ırkına” yaptığı referanslarla dönemin ırkçılık dozu yüksek siyasi ve entelektüel ortamının tam da aradığı yanıttır. Ancak Güneş Dil Teorisi’nde yalnızca Kemalizm’in ırkçı eğilimlerinin izlerini aramak resmin tamamının gözden kaçırılmasına neden olacaktır. Söz konusu olan bundan daha fazlasıdır. Bu teoriyle birlikte aslında dilin “ulusal özü” “öteki ”den ayrıştırmakta oynadığı rol azaltılmış görünmektedir; çünkü Türk diliyle diğer diller arasındaki sınırların geçirgenliğine bir nevi meşruiyet kazandırılmıştır. Ancak çağdaş uygarlığın ve dünya dillerinin Orta Asya Türk medeniyetinden ve Türk dilinden kaynaklandığı iddiası milliyetçi seçkinlerin Batı dışı bir ulusun yara almış onurunu iyileştirme ve toplumu Batılılaştırma “çabalarını” meşrulaştırma girişimi olarak da görülebilir. Çünkü Türk Tarih Tezi ve onun üzerine inşa edilen Güneş Dil Teorisi sayesinde birlikte bütün maddi ve manevi yönleriyle birlikte “Batılılaşma” projesinin topluma yabancı bir hayat tarzının dayatılması demek olmadığını, tersine söz konusu bu projenin tam da “ulusu uykusundan uyandıracak prens öpücüğü” olduğunu söylemek kolaylaşmıştır. Tüm bunların yanında Güneş Dil Teorisi dil devriminin fantastik boyutlar kazanan aşırılıklarının törpülenmesine ya da hızının kesilmesine de pratik bir dayanak sağlamıştır. Bu açıdan Teori milliyetçi 
seçkinlerin “Batılı olmak” ile “milli olmak” arasındaki sınırları idare etmenin zorluğu karşısında buldukları pragmatist bir çözümdür (Bayraktar, 2012, s. 149). 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ” BÖLÜM 1


Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ”  BÖLÜM 1



Emine GÜNTEPE YEŞİLBURSA 
Milli Eğitim Bakanlığı, 
eguntepe80@gmail.com 

Ali ALTIKULAÇ 
Çukurova Üniversitesi, aaltikulac@cu.edu.tr 

Özet 

Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi.,
Vatandaşlık Bilgisi ders kitapları, imparatorluktan ulus-devlete geçişte işe koşulmuş, genç Cumhuriyetin yeni vatandaş modelini yaratmada temel araçlar olarak kullanılmıştır. Bu kitapların en önemlilerinden biri “ Vatandaş için Medeni Bilgiler ” isimli eserdir. 1930'lardan itibaren okutulmaya başlanan ve Prof. Dr. Afet İnan'ın yazdığı bu önemli eserin büyük bir kısmı Mustafa Kemal Atatürk 
tarafından bizzat yazılmıştır. Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, iki cilt olarak düşünülmüştür. 1. Cilt, Afet İnan adıyla yayınlanmıştır. II. Cilt ise, Kütahya mebusu Recep Peker tarafından hazırlanmıştır. II. Cilt, daha çok devlet teşkilatının işleyişiyle ilgili bilgiler bulunmaktadır. I. Cilt olan Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ise, okulda yurttaş eğitimi amacıyla yazılmıştır. Daha sonra, eğitim kurumlarında " Yurttaşlık Bilgisi " adı altında okutulan bu derslere, Atatürk'ün büyük bir önem verdiği bilinmektedir. Atatürk bu önemli eseri ile yurttaşlık hak ve ödevleri konusunda, yetişmekte olan ve Türkiye Cumhuriyetinin geleceği olarak gördüğü gençlere bilinç kazandırmaya çalışmıştır. Çağdaş bir toplumun nasıl olması gerektiği konusunda bilgiler veren bu eserin yeni toplumun oluşturulmasında önemli bir rolü olduğu görülmektedir. Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının içeriğine baktığımızda; günümüzde ortaokullarda okutulan Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi dersi ile birebir örtüştüğünü görmekteyiz. Bu bağlamda çalışmamız, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının biçimlenmesini, kapsamını, etkisini ve ayrıca Türkiye’de ve Dünya’da buna pararlel olarak yaşanan siyasi gelişmeleri göstermeyi amaçlamaktadır. 

Anahtar Kelimeler: vatandaşlık eğitimi, Atatürk, vatandaşlık için medeni bilgiler, 


Giriş 

Tanzimat sonrasında bürokrasi dışında, üç meslek grubu; öğretmenler, hekimler ve mühendisler, modernleşme militanı haline gelmişler ve Cumhuriyet’in de yönetici elit ve aydın tabakasını oluşturmuşlardır. Türkiye’ nin siyasal tarihi ile eğitim alanında meydana gelen değişimler arasında paralellik vardır. Siyasal değişimin özellikleri eğitim sistemine yansımakta gecikmemiş, siyasal iktidarlar eğitim aracılığı ile kendi değerlerini topluma aktarmaya çalışmışlardır (Alkan, 2004, s.77). 

Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı sonrasında yıkılmış, Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde verilen büyük bir savaşla Türkler, sömürgeci ülkelere karşı bağımsızlıklarını elde etmişlerdi. İmparatorluğun ardında bıraktığı sorunların çözümünün yanı sıra bir de Yeni Türkiye’nin yeni bir sistem belirleme sorunu vardı (Gözcü, 2008, s. 273). 

Yeni Türkiye, 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla birlikte somutlaşan ve hızla devam eden değişim hamleleriyle her alanda dünyaya bakış açısını değiştirmiştir. Kendisini değiştirmiştir ancak; toplumun bazı kesimleri de bu değişimden rahatsız olmuştur. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ nın kurulması, 
Şeyh Sait İsyanı, Mustafa Kemal’ e suikast girişimi, Serbest Cumhuriyet Fırkasının kuruluşunun ardından Menemen Olayı’ nın gerçekleşmesi toplumdaki rahatsızlığı gösteren olaylardır. Yönetenler, bu olayları cumhuriyet rejimine karşı olarak kabullenmiştir. Bu sebeple 1930’lu yıllarda bir takım önlemler alınmıştır. Türkiye’de siyaseten durulmanın yaşandığı bu yıllarda Latin Harflerinin 
kabulünden sonra özellikle inkılapların benimsenmesi için kültürel anlamdaki değişiklikler hayati öneme sahip hale gelmiştir. Türkçe, ulus inşasında önemli bir harç olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Eğitim ile inkılapları halka öğreterek benimsetmeye çalışılmıştır (Uzun, 2009, s. 58). 

1930’lu Yıllar Türkiye’si 

1930’lu yıllarda, dünyadaki ekonomik buhranla birlikte, Türkiye’de daha baskıcı bir sisteme başlamıştır. 1931 yılında CHF’nın başına daha katı olarak bilinen Recep Peker geçmiştir. Ve bu yıllarda ülke, tüm hızıyla İnkılapları halka benimsetmeye çalışmıştır. Bunun için birçok kuruluş kurulmuştur. 

Cumhuriyet'in ilânıyla beraber halkın eğitimi ve propaganda faaliyetleri ile ilgili olarak ilk on yıllık evrede ve ikinci evrede.., 
Halk Hatipleri Teşkilâtı’nın (1931) yanı sıra, görev üstlenmiş birçok başka kuruluş ve uygulamaya rastlamak mümkündür. 
Türk Ocakları (1912), 
Millet Mektepleri (1929), okullarda okutulan 
Tarih ve Yurttaşlık Bilgisi dersleri, 
Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti (1931) ve 
Türk Dilini Tetkik Cemiyeti (1932), 
Halkevleri (1932), 
Kadro (1932), 
Ülkü (1933) ve benzeri dergilerle (yani Halk evi Merkez neşriyatları yanında halk evlerinin Dergileri ) Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından çıkarılan ve tüm yapılanların rapor ve grafikler hâlinde düzenlenerek anlatıldığı  Cumhuriyetin  Onuncu Yıl, On beşinci Yıl Kitapları, İstanbul Üniversite’si bünyesinde kurulan Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü (1933), Üniversitedeki Türk İnkılâp Tarihi dersleri (1934), Türk Spor Kurumu (1934–1936), Halk Odaları (1940), Köy Enstitüleri (1941) Türk İnkılâbı'nın esas ruhunu yayıcı ve etkin kılıcı araçlar olarak kabul edilebilir. Halkın ideolojik eğitimi ve dolayısıyla İnkılâp ideolojisinin propagandası bu kuruluşların çalışmalarıyla da sınırlı kalmamış, CHF, bunu sistematik bir şekilde hemen her zeminde yapmaya çalışmıştır. Halkevleri aracılığıyla ve belli bir plana göre mahkûmların da kitap okumasının  sağlanması için bir takım çalışmalar yapılmıştır (Uzun, 2010, s. 90). 

Siyaset sahnesine kimlikli bir grup olarak 19. Yüzyılda çıkmış olan gençlik olgusu, esasta ulus-devlet modelinin oluşumunda önemli bir rol üstlenmiştir. Gençlik olgusuna Faşizm, Nazizm ve Komünizm gibi modern totaliter ideolojiler de değer atfederek, bu ideolojilerin aktarıcı toplumsal gücü ve simgesi haline getirilmiş, belirgin bir rol biçilmiş ve rejimle özdeşleştirilmiştir. Gençler, devleti, rejimi, yeniliği, ilerlemeyi, geleceği gücü temsil eden bir özne olarak düşünülmüş ve onlara devleti, rejimi koruma ve kollama görevi verilmiş, siyaset sahnesindeki yerlerini almışlardır (Uzun, 2010, s. 59). 

Yeni kurulan devlet, her ne kadar Osmanlı Devleti’nin modernleşme hareketlerinin ortaya çıkardığı miras üzerine kurulmuşsa da, kendine özgü farklılıkları da sergileyerek, imparatorluktan ulus-devlete geçişin bir örneği olmuştur. Dolayısıyla yeni ulus-devlet projesinin hayata geçirilmesi olarak da ifade edilebilecek olan Türk İnkılâbı, çoğu yerde, Osmanlı Devleti’nin kurduğu ekonomik, siyasî ve toplumsal düzenden kopuşun da bir ifadesi olmuştur. Bu durum, kökten bir değişimin yaşandığı ülkede, yaşanan değişimin topluma benimsetilmesi sorununu da ortaya çıkarmıştır. Bu amaçla, Cumhuriyet döneminde, halk eğitimine ve onun üzerinde uygulanacak siyasetlere dair propaganda çalışmalarına önem verilmiş, 'Cumhuriyet Halk Fırkası Halk Hatipleri Teşkilâtı' da bu anlayış ve sürecin bir parçası olarak, 1931’de kurulmuştur (Uzun, 2010, s. 85). 

Dolayısıyla 1930’lu yıllar Halk Hatipleri, Millet Mektepleri ve okullarda uygulanan Vatandaşlık dersleri Cumhuriyet yönetiminin rejimi halka benimsetme çabası olarak görülmelidir. 

Vatandaşlık Dersinin Tarihi Süreçteki Gelişimi 

II. Meşrutiyet aydınlarının yeni insan-yeni toplum projesi çerçevesinde üzerinde hassasiyetle durdukları okulda vatandaş eğitimi, Cumhuriyet’in ilanını izleyen dönemde, kurucu önderlerin ulus inşa projesinin önemli bir boyutunu oluşturdu. Kurucu önderlerin ulus inşa projesinin önemli bir boyutunu oluşturdu. Kurucu önderlerin yurttaşların ulusal toplulukla bütünleşmesinde özel bir yer tanıdıkları okul, cumhuriyetçi ideoloji ve özelde Fransız cumhuriyetçilerinin bu kurumdan 
beklentileriyle büyük ölçüde örtüşüyordu. Cumhuriyet seçkinleri için okul, öncelikle bireylerin sosyalizasyonunda, yeni toplum projesine eklemlen melerinde, dolayısıyla da söz konusu projeyi tanımlayan norm ve değerlerin genç kuşaklar tarafından içselleştirilmesinde merkezi bir yere sahipti. 
Öte yandan okul, devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak bilginin, ulusal değerlerin ve özellikle de ulusal kimliğin belkemiği olan Türkçe’ nin aktarımında temel bir öneme sahipti. Okul, inşa edilmek istenen seküler toplum laik devlet projesinde vicdanların eğitimi ve denetimi tek merkezden yönlendirebilmek ve biçimlendirebilmek avantajını savunuyordu1. Böylece, 1924 yılında TBMM 
tarafından kabul edilen Tevhidi-i Tedrisat Kanunu nun gerekçesinde yer alan milletin duygu ve düşünce bakımından birliğin gerçekleşmesinde okul ve bu bağlamda Türkçe, Türkiye Tarihi, Türkiye Coğrafyası ve Malumat-ı Vataniye dersleri stratejik bir önem kazandı (Üstel, 2011, s. 129). 

Öğretim programlarında yapılan değişikliklerden biri de II. Meşrutiyet’in tebaadan vatandaşa geçiş projesinde önemli bir yer tutan Malumat-ı Medeniye dersinin adının Malumat-ı Vataniye olarak değiştirilmesidir (Üstel, 2011, s. 129). Hasan Ali yücel, Malumat-ı Vataniye dersinin amacı için, “Cumhuriyet rejiminin iyiliklerini telkin etmek” demektedir (Yücel, 1994, s. 209). Malumatı Vataniye 
dersi, kız ve erkek lise birinci devresinde 2. ve 3. senesinde haftada 1 ders olarak iptidai darulmualliminde 5. sınıfta 2 saat, iptidai darulmualliminde 5. sınıfta 2 saat, iptidai darulmuallimatında ise 4. sınıfta 2 saat okutulmaktadır (Yücel, 1994, s. 166-170; Üstel, 2011, s. 129). 

1926 yılında ilk mektep müfredat programı düzenlenir. Yeni programda ilkokulların ilk üç yılında Tarih, Coğrafya, Tabiat Eşya ve Yurt Bilgisi dersleri Hayat Bilgisi adı altında birleştirilerek toplu öğretime geçilmiştir. Programa göre ilkokulların başlıca amacı “ genç nesli muhitine faal bir halde intibak ettirmek süratiyle iyi vatandaşlar yetiştirmektir”. Bu programda, Malumat-ı Vataniye dersinin adı Yurt Bilgisi olarak değiştirilir. Program uyarınca Yurt Bilgisi, ilkokul 4 ve 5. Sınıfların ikinci devrelerinde haftada ikişer saat okutulmaktadır. 1927- 1928’ de açılan köy öğretmen okullarında ise Yurt Bilgisi ikinci ve üçüncü sınıflarda haftada 1 saat, 1931’de muallim mekteplerinde ise her sınıfta 
haftada 1 ders verilmektedir. 1926 tarihli ilk mektep müfredat programında Yurt Bilgisi dersinin hedefleri altı maddede toplanmıştır: 

1. Çocuğa, etrafında olup biten işlerin, cereyan eden hadiselerin ahlaki, iktisadi ve hukuki.. Kısacası, içtimai manalarını idrak ettirmek. 
2. Çocukta devlet, milliyet ve aile tesanütüne iptina eden bir ahlakiyat hissi tevlit ettirmek ve yaşatmak. 
3. Çocuğa içinde yaşadığı cemiyette kendisinin oynadığı ve oynayacağı rolü sezdirmek. Onu demokratik bir devlette vatandaşların hak ve vazifeleri hakkında esaslı bir fikre sahip etmek. 
4. Çocuğa en geniş mana ile yurdunu ve milliyetini sevdirmek. 
5. Türk say ve teşebbüsü ile meydana gelen ve aynı say ve ikdam ile işletilen müesseselere bilhassa dikkati celp süretiyle çocukta Türkün iktisadi ve medeni 
kudret ve kabiliyeti hakkında itimat ve iman etmek ve yaşatmak. 
6. Çocuğu devlet teşkilatı ve hükümet makinası hakkında esaslı fikirlere ve malumata sahip etmek (Üstel, 2011, s. 132). 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***