1974 KIBRIS HAREKATI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1974 KIBRIS HAREKATI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ekim 2017 Pazartesi

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 5


AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 5



5.REFERANDUM SONRASI VE GÜNEY KIBRIS’IN AB ÜYELİĞİNİN ARDINDAN ADADAKİ DURUM

Referandumun ardından Türk tarafına yönelik “çözümsüzlük yanlısı”  algılamaları yön değiştirmiş, Rum tarafının uluslararası alanda psikolojik olarak eli zayıflamıştır. Fakat yine de bu değişim Türk tarafının üzerindeki izolasyonların kaldırılmasını ya da KKTC’nin tanınmasını sağlayamamıştır. Aksine referandum sonrası süreçte Rum tarafı AB üyeliği ile beraber rehavete kapılarak çözüm girişimlerine olumlu yaklaşmamıştır. 
Türkiye ise yaptığı açıklamada 1 Mayıs 2004’te Rumların, adanın tamamını temsil etmeye yetkili olmadıkları gibi, adanın tamamı üzerinde yetki ve egemenliklerinin de bulunmadığını, bundan sonra da Türkiye'nin KKTC'yi tanımaya devam edeceğini açıklamıştır. Aynı şekilde Güney Kıbrıs'ın AB'ye girişinin Türkiye'nin 1960 Anlaşmalarına dayanan Kıbrıs üzerindeki hak ve yükümlülüklerine hiçbir şekilde halel getiremeyeceği vurgulanmıştır. 
Türkiye ise referandum sonrası uzlaşılmaz taraf olmadığını göstermiş ve referandumda çıkan sonucu özellikle Türkiye-AB ilişkileri konusunda kendi yararına kullanmak istemiştir. Fakat bu konuda bir derece rahatlama görülse bile istenen ölçüde başarı sağlanamamıştır.
3 Haziran 2004 tarihinde BM Genel Sekreteri İyi Niyet Misyonu ve müzakere sürecine ilişkin 28 Mayıs’ta hazırladığı raporu sunmuştur. Raporda referandum sonrası Kıbrıs Türklerinin durumunun uluslararası camia tarafından ele alınmasının gerekliliği ve onları dünyadan tecrit etmenin yanlış olduğu belirtilmiştir. Genel Sekreter Kıbrıs Türklerine yönelik ambargo ve kısıtlamaların sona erdirilmesi için uluslararası camiaya ve Güvenlik Konseyi’ne çağrıda bulunmuştur. Raporda ayrıca Kıbrıs’ta kalıcı bir çözümün siyasi eşitlik ve ortaklı temeline dayalı olması gerektiği belirtilmiş, planın başarısız olma nedeni Rum tarafına yüklenmiştir. Kısacası Genel Sekreter raporuyla Rum tarafının Annan Planına değil, çözüme karşı olduklarını dile getirmiştir.  Buna karşı Türkiye’nin “çözüm istemeyen taraf” olarak görülen rolü Rum tarafına geçmiştir. Fakat Rusya zaten önceden de veto kullanacağı uyarısında bulunmuş ve rapor etkili olamamıştır.

16-17 Aralık 2004'teki AB Brüksel Zirvesine gelindiğinde zirvenin sonuç bildirgesinde Türkiye ile müzakerelerin 3 Ekim 2005’te başlaması kararlaştırılmıştır. Referandumdaki tutumu nedeniyle AB üyesi ülkelerle ilişkileri olumsuz olan Papadopulus ise müzakere tarihi konusunda Türkiye’yi engelleyememiştir. Türkiye,  yeni üyelerle Gümrük Birliği Uyum Protokolü imzalamayı kabul etmiş, ancak bunun GKRY'ni tanındığı anlamına gelmediğini belirtmiştir. Türkiye'nin bu açıklamasının üzerine ise AB karşı bildiri yayınlamış ve Türk limanlarının GKRY gemilerine açılmadıkça müzakerelerin ilerlemeyeceğini açıklamıştır. Bu baskılar üzerine Türkiye Dışişleri Bakanlığı kararlı bir şekilde Türklere yönelik baskılar kalkmadıkça ve çözüm bulunmadıkça limanların açılmayacağını ve GKRY'nin tanınamayacağını belirtmiştir. 
Referandum sonrası AK Parti hükümeti, İslam Konferansı Örgütünde Kıbrıs konusunda girişimlerde bulunmuştur. Mayıs 2004’te Erdoğan KKTC’nin statüsünün yükseltilebileceği mesajını vermiştir. Türkiye’nin bu diplomatik girişimleri sonucu Haziran 2004’te olumlu sonuç vererek, KKTC’nin İKÖ toplantılarına KKTC yerine Annan Planı’na da uyumlu olan “Kıbrıs Türk Devleti” sıfatıyla katılması kararlaştırılmıştır. Fakat yine de İKÖ üyeliği söz konusu olmamaktadır. Diplomatik başarı olarak kamuoyuna sunulan bu gelişme diplomatik bir krize neden olmuş, AB Dönem Başkanı Hollanda KKTC’nin yeni adıyla temsil edileceği AB-İKÖ Forumuna katılamayacağını açıklamış, diğer AB üyelerinin de katılmamalarını önermiştir. Kriz yaşamak istemeyen Türkiye ise İKÖ toplantısının iptal edilmesini sağlamıştır.  Bu gelişme ise Türkiye’nin Kıbrıs sorunun da pek fazla hareket edemediğini göstermektedir. 
Bu arada 20 Şubat 2005’te gerçekleşen KKTC’de genel seçimlerine göz atarsak; CTP %44.45 oy ile 24 milletvekili ile birinci parti olmuş, UBP %31.71 oyla 19 milletvekili, DP %13.49 oyla 6 milletvekili, BDH ise %5.81 oy ile 1 milletvekili çıkarmıştır. DP-CTP koalisyonu oluşturulmuş, 17 Nisan 2005'te ki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise koalisyon lideri Mehmet Ali Talat cumhurbaşkanı olmuştur. 1976’dan beri aday olan Rauf Denktaş ise 17 Nisan seçimlerine katılmamıştır. 9 Mayıs’ta ise Başbakan Ferdi Sabit Soyer’in kurduğu yeni hükümet göreve başlamıştır.  

29 Temmuz 2005 tarihine gelindiğinde, Türkiye’nin Aralık 2004’te ki AB Brüksel Zirvesinde imzalamayı taahhüt ettiği 1963 Ankara Anlaşması’nı tüm AB ülkelerine genişleten “Uyum Protokolü” imzalanmıştır. Ayrıca bu protokol imzalanırken GKRY’nin tanınmadığı da kayda geçirilmiştir. Fakat Türkiye’nin protokolü imzalarken yaptığı deklarasyona cevaben AB karşı bir deklarasyona yayınlamıştır. 

Referandum sonrası yapılan bir diğer girişim ise adaya “doğrudan uçuşlar” konusundadır. Kıbrıs ekonomisinde turizm önemli yer tutmaktadır. Adaya uçuş süre ve mesafesinin uzun olması ve ücretlerinde fazla olmasından dolayı soruna çözüm bulunmak istenmiştir. Kıbrıs’a Türkiye dışında başka bir ülkeden doğrudan uçuş yapılamamaktadır, bu da izolasyonların kaldırılmasını gerektirmektedir. Bu konuda ABD’li yetkililer Ekim 2004’te Ercan Havaalanına incelemeler yapmış ama bu faaliyetleri doğrudan uçuşların başlaması sonucunu vermemiştir. Bu yönde Azerbaycan Ağustos 2005’te somut bir adım atmış Ercan-Bakü arası tek bir doğrudan uçuş gerçekleştirmiştir. Bu uçuşla 31 yıl aradan sonra ilk kez Türkiye dışından bir ülkeden Kuzey Kıbrıs'a doğrudan uçuş gerçekleştirilmiştir. Rum kesimi ise bu olaya yasadışı olduğu gerekçesini göstererek tepki göstermiştir.    Fakat AB, Avrupa Komşuluk Politikası çerçevesinde ilişki kurduğu Azerbaycan’ın bu programa katılmasını ertelemiş ve Azerbaycan vazgeçmiştir. Öte yandan referandum sonuçları hakkında Aliyev’in KKTC’yi tanımada ön sıralarda yer alma vaadi sonraları, Yukarı Karabağ konusunda örnek olabileceği düşüncesiyle rafa kaldırılmıştır. 

Doğrudan uçuşlar ile ilgili diğer bir girişimde Aralık 2006’da İngiltere Başbakanı Blair’den Ankara ziyareti sırasında gelmiştir. Blair, uluslararası hukuk çerçevesinde mümkün olduğu kadar Kuzey Kıbrıs’a doğrudan uçuşlar gerçekleştirmeye çalışacaklarını belirtmiş, ancak somut adımlar atılmamıştır. Bunun üzerine Kıbrıs Türk Hava Yolları İngiliz Sivil Havacılık Otoritesine doğrudan uçuşlar başvurusu yaptıysa da bu başvuru uluslararası hukuka aykırılık gerekçesi ile reddedilmiştir. Kısacası doğrudan uçuşlar ile ilgili Türklerin hiçbir talebi karşılık bulamamış, Kıbrıs Türklerinin mağduriyetleri çözülememiştir.
Bir diğer girişim 24 Ocak 2006’da ise dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün girişimiyle sorunun çözümüne yönelik bir Eylem Planı ile yeni bir girişim başlamıştır. 10 maddeden oluşan bu planda Türkleri üzerindeki kısıtlama ve ambargoların kaldırılması amacıyla Türklerin limanlarını ve hava alanlarını Kıbrıs Rum bandıralı gemi ve uçaklara açılmasını öngörmekteydi. Uluslararası toplum tarafından destek gören bu plan Rum tarafınca hemen reddedildi. 
15 Haziran 2006'da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Kuzey Kıbrıs'a yönelik ambargolar kaldırılmadıkça Türkiye'nin AB baskılarına boyun eğmeyeceğini ve Kıbrıs'a limanlarını açmayacağını belirterek kararlı bir tutum sergilemiştir.
8 Temmuz 2006'da Cumhurbaşkanı Talat ile GKRY lideri Papadopulos, BM Genel Sekreter Siyasi İşler Yardımcısı İbrahim Gambari'nin eşliğinde görüşme gerçekleştirmiş, bu mutabakat sonunda varılmış olan karar ve "İlkeler Dizisi" kabul edilmiştir. Fakat sorunun özünü ilgilendiren bu kararlar GKRY'nin engellemeleri nedeniyle ilerleme kaydedilmemiştir. 

KKTC’nin kapsamlı bir çözüme yönelik girişimlerinde biri de 5 Eylül 2007’de Talat-Papadopulos görüşmesidir. İki lider bu tarihte BM gözetiminde ilk kez bir araya gelmiş, görüşmelerin en kısa zamanda başlaması gerektiği konusunda uzlaşmıştır.  

Sonuç olarak referandum esnasında adada dünyaya entegre olmak, ticaret yapmak isteyen çevreler “evet” oyu vermiş, ancak referandum sonrası bu istekler gerçekleşememiştir. Rum ve Yunan yetkililerin açıklamaları ve AB’nin takındığı tavırların gösterdiği üzere amaç KKTC’nin tanınması, izolasyonların kaldırılması, ambargoların hafifletilmesi değil, Kıbrıs Türklerini ekonomik olarak zor durumda bırakarak teslim olmaya zorlamak ve egemenlik haklarını elinden almaktır. Böylelikle Rum, Yunan ve AB adada ambargoları sürdürerek Kıbrıslı Türklerin Türkiye ile bağlantılıları koparmak, adanın Yunanistan’a yakınlaşmasını sağlamak ve de adadaki Türkleri Batı Trakya’da olduğu gibi azınlık durumuna düşürmek istemişlerdir.

6.TARİHTEN GÜNÜMÜZE KIBRIS SORUNUNUN “AVRUPALILAŞMASI” VE BU BAĞLAMDA YUNANİSTAN İLE İLİŞKİLER:

Yunanistan, 1981 yılında Avrupa Topluluğu’na üye olmuş, Kıbrıs Sorunu AB/AT’nin iç sorunlarından biri hâline gelmiştir. Bunun nedeni ise 1981’den itibaren Yunanistan’ın üyeliği sayesinde AB kurumlarını Rum tarafı lehine karar almaya zorlaması olmuştur. Kıbrıs Rum Kesimi’nin topluluğa üyelik başvurusu ise 1990’da gerçekleşmiş, üyeliğin 1993’te olumlu karşılanması ile Kıbrıs Sorunu nitelik değiştirmiştir. 1950’lerden beri Türk-Yunan ve belirli ölçüde İngiliz ilişkilerinin bir konusu olan Kıbrıs Sorunu Rum tarafının tam üyelik başvurusuyla beraber “Avrupalılaşma” ya başlamıştır. “Avrupalılaşma” 1990’lı yıllarda başlayan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirve kararları ile adım adım Türkiye-AB İlişkilerinin kilit noktası hâline gelmesiyle mümkün olmuştur. Bununla birlikte Rum tarafını çözüme teşvik eden bir unsur kalmamıştır.
Türkiye ise 1987’de AT’ na tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. 1989 yılında AT Komisyonu, Türkiye’nin üyeliği konusunda Kıbrıs sorununa bir çözümün ilk şart olduğunu açıklamıştır. Bu tarihten itibaren Kıbrıs sorununa dair her türlü belgede ya da Zirve sonuç belgelerinde sorununun sorumlusu olarak Türkiye gösterilmiştir. 

4 Temmuz 1990’da ise Rum tarafı Kıbrıs adasının tamamı adına AB’ye üyelik başvurusunda bulunmuş, Türkiye’nin itirazlarına rağmen AB Komisyonu 17 Ekim 1993’te ise Rumları tam üyeliğe uygun bulunmuş ve üyelik süreci başlamıştır. Güney Kıbrıs’ın tam üyelik başvurusunun ardından 1994 Korfu Zirvesi’nde Kıbrıs sorununda Rumları çözüm yönünde eylemsizliğe sürükleyen ilk karar alınmıştır. Zirvede Kıbrıs sorununun çözümü Kıbrıs için müzakerelere başlama şartı olmaktan çıkarılma kararı alınmıştır. Ayrıca Türkiye Gümrük Birliği müzakereleri bu zirvede pazarlık unsuru olarak kullanılmıştır. Yunanistan’ın veto tehdidi ışığında gerçekleşen zirvede Yunanistan, Kıbrıs ile müzakerelere başlaması için kabul edilebilir bir tarih vermedikçe Türkiye’nin Gümrük Birliği üyeliğine onay vermeyeceğini açıklamıştır. Sonraki yıllarda gerçekleşen 1996 Dublin Zirvesi’nde, 1997 gerçekleşen Gündem 2000’de, 1997 Lüksemburg Zirvesi’nde yine soruna yönelik kararlar alınmıştır. 

10-11 Aralık 1999 tarihli Helsinki Zirvesi ise Türk-Yunan ilişkilerindeki yumuşamanın ilk somut sonucu olmuştur.  Zirve sürecinin sonundaki bildiride Türkiye aday ülkeler arasında sayılmış, Yunanistan'da buna karşı çıkmamıştır. Kıbrıs konusunda ise AB Konseyi, politik bir çözümün Kıbrıs'ın AB'ye katılımını kolaylaştıracağının altı çizilmiştir. Üyelik müzakerelerinin tamamlanmasına kadar kapsamlı bir çözüme ulaşılamamış olursa, Konsey'in üyelik konusundaki kararı bir ön şart olmaksızın verileceği belirtilmiştir. Yani Helsinki'de bölünmüşlük sorununa çözüm bulunmadan Kıbrıs'ın AB'ye üye olabileceği açıklanmıştır. Ayrıca Kıbrıs’ta çözümün Türkiye’nin AB üyeliği için bir önkoşul olmadığı belirtilmiş, diğer yandan üstü kapalı biçimde de olsa Türkiye'nin üyelik sürecinin Ege ve Kıbrıs sorunlarında kaydedilecek ilerlemelerden etkileneceği belirtilmiştir.  Bununla beraber 2004’te gerçekleşen Annan Planı referandumuna Rumlar Helsinki Zirve kararlarının rahatlığıyla girmiş ve çözümden yana bir tutum sergilememiştir.

7.DOĞU AKDENİZDEKİ YETKİ ALANI SORUNLARI

2001 yılından itibaren Yunanistan ve GKRY basınında Doğu Akdeniz'de özellikle Kıbrıs'ın güneyinde zengin petrol ve doğalgaz yatakları bulunduğu belirtilmiş ve beraberinde kıta sahanlığı sınırlandırılması uyuşmazlıkları süregelmiştir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, AB adına rant elde etmeye çalışarak yaptığı girişimler sonucunda Doğu Akdeniz bölgesinde Mısır, Lübnan, Suriye ve İsrail ile bazı deniz alanları üzerine anlaşma yapma aşamasına gelinmiştir. Güney Rum Yönetimi Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması yaparak Rum Yönetimi tüm ada adına hareket etmiştir. Bu antlaşma Annan Planına dahil edilmiş, ancak Türkiye’nin bunu kabul etmediği kayıtlara geçmiştir. Ve Türkiye 2004’ten 2010’a kadar MEB Anlaşmasını kabul etmediğini BM’e de belirtmiştir. Türkiye’de tedbir için Güney Kıbrıs’a nota vermiştir. Şubat 2007’de Güney Kıbrıs 13 adet arama ruhsatı satışa çıkarmasıyla Türkiye ile ilişkileri gerilmiştir. Amerikalı şirketlerde belirtilen sahalarda arama yapmak için teklif vermişlerdir. Türkiye söz konusu Petrol ve doğalgaz araştırmalarına tepkisi savaş gemilerini belirtilen sahalarda sismik araştırma yapan gemilere müdahale ederek bölgeyi terk etmelerini sağlamak olmuştur. Ağustos 2007’de ise Türkiye, Kıbrıs’ın batısından bir bölgede TPAO’ya arama ruhsatı vererek burasının kendi kıta sahanlığının bir parçası olarak gördüğünü üstü kapalı olarak ortaya koymuştur. Kasım 2008’de ise Türkiye, Yunan savaş gemilerine rağmen bölgede jeofizik araştırmalar yapmış, ardından gerginlikler artarak sürmüştür. 

17 Aralık 2010'de Rum Yönetimi ile MEB imzalayan bir diğer ülke İsrail olmuştur. Bu esnada GKRY'nin açtığı ihale sonucu ABD'de bulunan Noble şirketi 18 Eylül 2011'de sondaj çalışmalarına başlamıştır. Bu olay Türkiye tarafından oldukça tepki almıştır. Bir diğer Türkiye'nin tepkisini çeken olay ise 11 Şubat 2012'de ise AB Resmi gazetesinde yayımlanan duyuruda GKRY'nin sözde münhasır ekonomik bölgesinde yeni bir uluslararası hidrokarbon arama ruhsat ihalesine çıktığının öğrenilmesi olmuştur. Türk Dışişleri Bakanlığı basın açıklaması ile Rumları bu sorumsuz adımlarından ötürü protesto ettiğini açıklamıştır. Diğer bir önemi gelişme 21 Eylül 2011'de Türkiye-KKTC arasında imzalanan Kıta Sahanlığı Anlaşması olmuştur.  Rum Yönetiminin Doğu Akdeniz’deki bencil politikalarını Yunanistan’da destek vermiş, bu da Türk-Yunan ilişkilerinde daha da çatlaklara neden olmuştur.

Eylül 2011’de Ban Ki-moon deniz zenginliklerinin kullanılması konusunda bir öneri yapmıştır. Kaynakların birlikte çıkarılmasını, daha sonra oluşturulacak bir komite tarafından alınan kararlarla da taraflar arasında paylaşılmasını önermiştir. Fakat bu öneri Rum Yönetimi tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarına halel getirdiği gerekçesi ile reddedilmiştir.
Türkiye ise kıta sahanlığının ihlâl ediliyor olmasından ötürü olaylara sessiz kalmamış, Doğu Akdeniz’de etkinliğini göstermek istemiştir. KKTC ise deniz yetki alanlarındaki sorunların ve zenginliklerin paylaşımının müzakereler sonucu bir çözüm bulunduktan sonraya bırakılmasını savunmaktadır. Ayrıca süregelen gelişmeler sonucu Ortadoğu devletleri de işin içine girerek deniz yetki alanları konusu oldukça karmaşık bir hâle gelmiştir.

8.KKTC’DE LİDER DEĞİŞİKLİĞİ: DERVİŞ EROĞLU DÖNEMİ

Seçimleri uluslararası kamuoyu da dikkatle izlemiştir, Eroğlu'nun seçilmesi hâlinde çözüm yönündeki çalışmaları sekteye uğratacağı düşünülmüştür. Hatta adaya uzun süre uğramayan BM Genel Sekreteri Ban'da seçimlere az bir süre kala adayı ziyaret etmiştir. Türkiye'de çözümü destekleyen AK Parti hükümeti ise adadaki taraflara eşit mesafede duruş sergilese bile, süreçte mevcut yönetimin sürmesi ve müzakerelerin devam etmesini istemiştir. Türkiye, Avrupa Birliği sürecinde önemli gördüğü Kıbrıs Sorununda, Rum tarafı, Yunanistan ve uluslararası aktörler de Talat'ı çözüm yönünde daha tavizkâr tutumda olduğu için desteklemektedir.
CTP’nin başarısızlıklarından etkilenen Cumhurbaşkanı Talat olumsuz yönde etkilenmiş ve adada sağ-milliyetçi siyaset yeniden yükselişe geçmeye başlamıştır. 2009 genel seçimlerinde görülen durum 2010’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de görülmüştür. Ve %50.38 oy alan Derviş Eroğlu ilk turda seçilerek Cumhurbaşkanı olmuştur. Seçim sonrası Yunan ve Rum medyaları ise "seçimleri yeni Denktaş kazandı", "çözüm isteyen tek lider Talat kaybetti" şeklinde yorumlamıştır. Eroğlu ise seçilmesinin ardından müzakerelerin devam edeceğini açıklamış, ama 1974 şartlarından geriye dönüş olmayacağını vurgulamış, her fırsatta iki devletin olduğu konfederal çözümü savunmuştur. Talat ve Hristofyas'ın ise müzakere masasında ulaşmaya çalıştıkları çözüm siyasi eşitliğe sahip iki toplumlu tek olarak federasyondur. Yani 1960'ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti'ne geri dönüş söz konusudur.
13 Aralık 2013’e gelindiğinde Atina'da Başbakan Andonis Samaras ardından da Yunan Dışişleri Bakanı Evangelos Venizelos ile görüşen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, mevkidaşı ile beraber Türkiye'nin Kıbrıs için müzakerelerin kısa sürede başlaması konusundaki isteğini ve çözüm yönündeki iradesini göstermiştir. Davutoğlu bu görüşmede Türk-Yunan ilişkilerinin son yıllarda dünyaya örnek olacak ilerlemeler kaydettiğini belirtmiştir. Venizelos ise Kıbrıs halkının kabul edebileceği bir çözümü desteklediklerini belirtmiştir. Türkiye ile Yunanistan müzakerelere cesaret vermek konusunda anlaşmıştır.
Aynı zamanda mevcut hükümetteki AK Parti 2023 açıkladığı 2023 vizyonunda adada eşit ve adil birliktelik istediğini açıkça dile getirmiştir. Türkiye bu zamana kadar Annan Planını onaylayarak barışçıl şekilde üzerine düşen görevi yapmışlardır, ancak Rum tarafı uzlaşmayı tercih etmemiştir. Ardından uzlaşmadan kaçarak BM planını reddeden Rum tarafı ödüllendirilmiştir. Ve Türkiye bu olanların farkındadır. Türkiye hala çözümden yanadır. Kıbrıs Türkleri yalnız değildir. Ayrıca Türkiye, Kıbrıs’ın ekonomik ve yapısal değişimlerine katkı verecek, mali desteğiniz sürdürecektir. Türkiye’nin ada ve çevresinde petrol ve doğalgaz aramaları sürdürülecektir. 

SONUÇ

Yunanistan tarihsel geçmişinin Eski Yunan ve Bizans İmparatorluğu’na dayandığını ileri sürmektedir. Osmanlı İmparatorluğu egemenliği içerisinde geçen yaklaşık 500 küsur yıl kimi tarihçiler için kara dönem, kimi tarihçiler için ise Osmanlı hoşgörüsü ve iki toplumun barış içinde yaşadığı dönem olarak tanımlanmaktadır.
1923 Lozan Barış Antlaşması'ndan kalan sorunlarının çözülmesinin ardından Türkiye ve Yunanistan kalkınma sorunları ile ilgilenmiş, dış tehditler karşısında bir yakınlaşma dönemine girilmiştir. Ancak Atatürk-Venizelos dönemi sorunların çözülmesiyle başlayan bu yakınlaşmanın olduğu tarihlerde Kıbrıs ve Ege gibi belirgin bir sorun bulunmayışından dolayı ilişkiler sorunsuz şekilde sağlanabilmiştir.  II. Dünya Savaşı sırasında Yunanistan'ın işgal edilmesiyle kesintiye uğrasa da 1950'li yılların ortalarına kadar bu yakınlaşma dönemi sürebilmiştir.
Türkiye ve Yunanistan arasındaki temel meseleler içinde Kıbrıs'ın önemli bir yeri bulunmaktadır. Kıbrıs, Doğu Akdeniz'in ortasında bulunması ve Ortadoğu'ya yakınlığı ile askeri üs niteliğinde olması nedeniyle tarihsel süreçte büyük güçlerin oyun alanı hâline gelmiştir. 
Yunanistan, adada yaşayan Rum nüfusunu kullanarak Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakını gerçekleştirmek için girişimlerde bulunmuştur. Yunanistan'ın bu girişimleri adada kanlı olaylara, darbelere, katliamlara neden olan bir noktadadır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile Türkiye adaya müdahale ederek Kıbrıs’ın Yunanistan'a ilhakını engellemiştir. Atina, Türkiye’nin garantörlük temelinde adaya müdahalesini kabul etmeyerek, adanın Türkiye tarafından işgal edildiğini öne sürmektedir. Yunanistan bunun sonucu Türkiye ile Kıbrıs konusunda baş edemeyeceğini kavrayınca farklı destek arayışlarına girmiştir. Bu destek ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin 2004'te AB'ne girmesi ile sağlanmıştır. GKRY' nin AB üyeliğinin ardından ise sorun Türk-Yunan sorunu olmaktan çıkıp Türkiye-AB meselesi hâline gelmiştir.

Türkiye uzun yıllar Kıbrıs Sorunu karşısında geleneksel politikasını korumuştur. 1950’lerden 2000’lere kadar sorun “milli dava” olarak görülmüş ve buna bağlı olarak politika üretilmiştir. Türkiye bu geleneksel Kıbrıs politikası gereği her zaman sorunun iki tarafında siyasi ve hukuki açıdan eşitliğine dayalı olarak çözülmesini istemiştir. Bu çerçevede sorunun BM çatısı altında ve “karşılıklılık” esasına göre çözülmesi amaçlanmıştır. AK Parti hükümetinin Kıbrıs politikasında da bu dalgalanmaya şahit olunmuştur. 1999 Helsinki kararları ve AB süreci ile beraber çözüm politikasında farklı bir dönem başlamıştır. Helsinki Zirvesi sonunda Kıbrıs sorunu üstü kapalı şekilde Türkiye’nin üyelik süreci ile ilişkilendirilmiştir. Hükümetlerin değişmesiyle beraber Kıbrıs politikası zamanla farklılaşsa bile belirli aşamalara gelindiğinde sonra geleneksel politikaya dönülmüştür. AK Parti hükümeti ile beraber ise sorunun çözümü konusunda daha radikal davranılmış, Yunanistan ile ilişkilerde de proaktif bir dış politika seyredilmiş ve de Annan Planı çerçevesinde soruna çözüm bulma arayışlarına girilmiştir. Bu çerçevede uzun yıllar süren Denktaş'ın konfederasyon tezinden uzaklaşarak, Belçika'daki gibi iki toplumlu devlet yönetiminin kurulmasını istemiştir. Ancak Rum kesiminin AB üyeliğini elde etmesi, peşi sıra Türk tarafının aksine Rum tarafının Annan planını reddetmesi Rum tarafının uzlaşılmaz taraf olduğunu tescil etmiştir. Ayrıca AK Parti adada kendi Kıbrıs politikasına paralellik gösteren partileri desteklemiştir. Planın reddi de adadaki siyasette dengeleri değiştirmiştir. AK Parti hükümetinin Kıbrıs politikasını Annan öncesi ve sonrası olarak iki ayaklı düşünülebilir. İlk dört yıllık süreçte AB odaklı olarak plan desteklenmiştir. Ancak referandum sonrası Rum tarafının ikiyüzlülüğü ve çözümden yana olmadığı açıkça tescil edilmiştir. Ayrıca uluslararası kamuoyu ve AB nezdinde Türkiye’nin lehine puan kazanılmıştır.  2009 seçimlerini UBP kazandı ve Derviş Eroğlu Cumhurbaşkanı olmuştur. Eroğlu döneminde de Rum tarafı ile görüşmeler sürdürülmüştür. Günümüze gelindiğimizde ise Türk tarafı ve Rum tarafı hâlâ çözüme yönelik görüşmelere devam etmektedir.
Ancak unutulmaması gereken şey hükümetlerin geçici, ülke dış politika ve duruşlarının kalıcı olduğudur. Hangi iktidar yönetime gelirse gelsin, Kıbrıs ile Türkiye’nin tarihsel geçmişi ve kültürel bağları unutulmamalı, stratejik açıdan da önemli olan bu ada ihmal edilmemeli, iki taraf için en uygun ve barışçı çözüm yöntemi bulunmalıdır.


Efendiler; Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs'a dikkat ediniz. Bu ada bizim için önemlidir.        
1937 Mustafa Kemal ATATÜRK..,


KAYNAKÇA

Kitaplar:

Denktaş Rauf R, Son Çağrı, Ankara: Remzi Kitâbevi, Mart 2007
Erol Mütercimler Erol, Satılık Ada Kıbrıs: Barış Harekâtı’nın Bilinmeyen Öyküsü, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yay. Kasım.
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Türk-Yunan İlişkileri ve Megali İdea, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. , Haziran 1985.
İkizer Hasan, Kıbrıs: İki Ulus İki Devlet, Ankara: Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayınları, Mayıs 2007 
İsmail Sabahattin, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu (1821-200) , Kıbrıs: Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, 2000
İsmail Sabahattin, 150 Soruda Kıbrıs Sorunu, İstanbul: Kastaş Yay. , 1998.
İşyar Ömer Göksel, Karşılaştırmalı dış politikalar: yöntemler-modeller-örnekler ve karşılaştırmalı Türk dış politikası, Bursa: Dora Yayıncılık, Ekim 2009.
Kıbrıs Sorunu ( Haz. Av. Mehmet Cengiz, Av. Uğur Uzel) , Ankara: Ankara Barosu Yay. , 2001.
Manisalı Erol, Avrupa Kıskacında Kıbrıs, İstanbul: Derin Yayınevi, Nisan 2004
Oran Baskın, Türk Dış Politikası(2001-2012)Kurtuluş Savaşından Bugüne, Olgular Belgeler, Yorumlar),  İstanbul: İletişim Yay. , 2013.
Örmeci Ozan, Bir Türk Sosyal Demokratı: İsmail Cem, Uşak: AKY Basım Yayın, Mayıs 2011
Özmen Süleyman, Avrasya’nın Kırılma Noktası: Kıbrıs, İstanbul: IQ Yay. , Mayıs 2005. 
Sönmezoğlu Faruk, Türkiye-Yunanistan İlişkileri ve Büyük Güçler: Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar, İstanbul: Der Yayınevi, 2000.
Tuncer Hünel, Kıbrıs Sarmalı, Ankara: Ümit Yayıncılık, Şubat 2005.
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Kıbrıs Sorununa Alternatif Yaklaşımlar: Çok Bileşenli Adım Modeli, USAK Raporları, No: 08-02Ankara: Nisan 2008, 

Makaleler:

Akgün, Sibel, Atatürk Dönemi Türkiye ve Kıbrıs Türk Toplumu İlişkileri (1923-1938), XVI. Türk Tarih Kongresi Bildirisi, Şubat 2012.
Boncukçu Emine, Doğu Akdeniz Kıta Sahanlığı Çerçevesinde Türkiye’nin Kıbrıs Sorunu,http://www.academia.edu/5119810/DOGU_AKDENIZ_KITA_SAHANLIGI_CERCEVESINDE_TURKIYENIN_KIBRIS_SORUNU , (e.t.14.12.2013)
Çakmak Zafer, Venizelos’un Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne Aday Göstermesi, http://perweb.firat.edu.tr/personel/yayinlar/fua_715/715_47877.pdf 2008.
Çolak Yılmaz, KKTC Siyaseti ve Kıbrıs Sorunu, http://www.sde.org.tr/userfiles/file/SDE_Analiz-Kibris.pdf (e.t.27.11.2013)
Demirtaş Bagdonas Özden , Türkiye’nin Vazgeçilmez İki Davası: AB ve Kıbrıs, Uluslararası Hukuk ve Politika (DERGİ), Cilt 3, No:11,  ss.17-40, 2007, http://www.usakgundem.com/makale/39/t%C3%BCrkiye%E2%80%99nin-%E2%80%98vazge%C3%A7ilmez%E2%80%99-%C4%B0ki-davas%C4%B1-k%C4%B1br%C4%B1s-ve-%E2%80%98bat%C4%B1%E2%80%99-%E2%80%98avrupa%E2%80%99ya-y%C3%B6nelim-.html  (e.t.08.12.2013)
Duran Hasan, BM ve AB Çerçevesinde Kıbrıs Sorununa Güncel Bir Bakış, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Ağustos 2008, Sayı:21 http://sbe.dumlupinar.edu.tr/21/8-hasan%20duran.pdf, (e.t.04.12.2013)
Göktürk, Turgay Bülent, Rumlar’ın Kıbrıs'taki Enosis İsteklerinin Şiddete Dönüşmesi: 1931 İsyanı; Öncesi ve Sonrası, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt VI, Sayı 16-17, Bahar-Güz 2008.
Güler Yavuz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna Kadar Kıbrıs Meselesi, G.Ü. Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, 2004
Günay Necla, Filik-i Eterya Cemiyeti, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 1, 2005.
Hülagü Metin, Türkiye, Yunanistan ve Avrupa İlişkilerinde Kıbrıs, http://www.metinhulagu.com/images/dosyalar/20120229230708_0.pdf (e.t.19.05.2013)
Kalelioğlu Oğuz, Türk-Yunan İlişkileri ve Megali İdea, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 41, Mayıs 2008.
Keser Ulvi, 2004 Referandum Döneminde Kıbrıs ve Yaşanan Gelişmeler, http://web.deu.edu.tr/ataturkilkeleri/pdf/13ncusonhali/12-S13_ulvikeser_173-188.pdf (e.t 04.12.2013)
Melek M. Fırat, Helsinki Zirvesinden Günümüze Türkiye-AB İlişkileri, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/16/1121/13203.pdf ,  (e.t.14.12.2013)
Meral Ömer Ertuğrul, Türk-Yunan İlişkileri ve Kıbrıs,  http://www.scribd.com/%C3%96mer_meral (e.t. 10.05.2013) 
Pirinççi Ferhat, Annan Planı Tarihi Bir Fırsat mı? Çözüm ve çözümsüzlüğün Karşılaştırmalı Analizi, http://www.ferhatpirincci.com/eserler/Annan_uludag.pdf, (e.t.27.11.2013)
Sarıkoyuncu, Esra, Demokrat Parti Döneminde Türkiye'nin Kıbrıs Politikası (1950-1960), Gazi Akademik Bakış Dergisi, Cilt6 Sayı11, Kış 2012
Toprak Serap, 1821 Mora İsyanı, Tarihin Peşinde Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, , Sayı 6, Yıl 2011.
Turan Aslıhan, Kıbrıs Sorununun Türkiye-AB İlişkilerine Etkisi, http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=553:kbrs-sorununun-tuerkiye-ab-likilerine-etkisi&catid=70:ab-analizler&Itemid=134 , (e.t. 04.12.2013)
Ünay Bora, Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Temel Sorunlar ve 1999 Sonrası Yumuşama Dönemi, http://acikarsiv.atilim.edu.tr/browse/185, (e.t.17.10.2013) 
Vatansever Müge, Kıbrıs Sorunu’nun Tarihsel Gelişimi, http://web.deu.edu.tr/hukuk/dergiler/dergimiz-12-ozel/3-kamu/9-mugevatansever.pdf, (e.t.27.11.2013)
Yalım Burak, Derviş Eroğlu: KKTC’de Yeni Dönem, s.1 http://www.academia.edu/230203/Dervis_Eroglu_KKTCde_Yeni_Donem, (e.t.13.12.2013) 
Yavuz Celalettin, Kıbrıslı Türkler Besleme Oldular. , 07.02.2011 , http://www.turksam.org/tr/yazdir2322.html , (e.t.06.06.2013)

Elektronik Kaynaklar:

AK Parti 2023 Siyasi Vizyonu, http://www.akparti.org.tr/site/akparti/2023-siyasi-vizyon, (e.t.04.01.2014)
AK Parti 3 Kasım 2002 Seçim Beyannamesi, http://www.akparti.org.tr/tbmm/tbmmgrup/SE%C3%87%C4%B0M%20beyanname-KISALTILMI%C5%9E.doc, (e.t.28.11.2013)
Anadolu’dan Kıbrıs Can suyu , http://ekonomiekibi.com/haber/detay/1798/anadoludan_kibris_cansuyu , 13.10.2012 , (e.t.06.06.2013)
Bravo Komşu, http://arsiv.sabah.com.tr/1999/08/23/d01.html , 23.08.1999 , (e.t.17.20.2013)
Denktaş: Annan Planı’nın Görüşülecek Bir Yanı Yok,  22.12.2003, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=99767 , (e.t.05.06.2013)
Denktaş’tan Klerides’e Yüz yüze Görüşme Çağrısı, 08.11.2001, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=20415 , (e.t.20.10.2013)
Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu_ I  http://akaum.atilim.edu.tr/pdfs/KibrisTarihiveKibrisSorunu_I.pdf (e.t.18.05.2013)
Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu_ III , http://akaum.atilim.edu.tr/pdfs/KibrisTarihiveKibrisSorunu_III.pdf  (e.t.24.05.2013)
Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu IV, http://crc.atilim.edu.tr/sorun/57-kbrs-tarihi-  , (e.t.06.06.2013)
İki Liderin Üzerinde Mutabakata Varmış Olduğu Karar ve İlkeler Dizisi için BKZ: http://akaum.atilim.edu.tr/pdfs/%C4%B0lkelerDizisi.pdf , (e.t.06.06.2013)
Kıbrıs Buluşması 5 Eylül’de , http://www.dw.de/k%C4%B1br%C4%B1s-bulu%C5%9Fmas%C4%B1-5-eyl%C3%BClde/a-2746773 , 21.08.2007, (e.t. 08.12.2013)
Kuzey Kıbrıs’a Doğrudan Uçuş, http://www.dw.de/kuzey-k%C4%B1br%C4%B1sa-do%C4%9Frudan-u%C3%A7u%C5%9F/a-2524266 , 28.05.2007, (e.t.05.12.2013)
Kıbrıs Konusundaki Son Gelişmeler , http://www.mfa.gov.tr/kibris-konusundaki-son-gelismeler.tr.mfa , 
Kıbrıs Kronolojisi, http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/118205.asp?cp1=1 , (e.t.25.05.2013)
Kıbrıs Tarihçe, http://www.mfa.gov.tr/kibris-tarihce.tr.mfa, 
Kıbrıs’ta Tarihi Referandum, http://dosyalar.hurriyet.com.tr/almanak2004/almanak_details.asp?sid=4&nid=90 , (e.t.27.11.2013)
Kıbrıs’ın Yarısı Bankazede Oldu , http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-133135, 13.02.2000,  (e.t.20.10.2013) 
Mehmet Bacaksız, Ak Parti’nin Dış Politika Karnesi ,  http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi28927-AKPnin_Dis_Politika_Karnesi_1.html , 19.04.2011 , (e.t.05.06.2013)
MFA 2002-2008 Arası Gelişmeler, http://www.mfa.gov.tr/2002-2008-yillarindaki-gelismeler.tr.mfa, (e.t.26.11.2013)
Rauf  Denktaş 6. Kez Yemin Etti,  http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-149733, 25.04.2000, (e.t.20.10.2013) 
Talat: Denktaş Ekibiyle Birlikte Görüşmeden Çekilmelidir, http://yenisafak.com.tr/arsiv/2003/aralik/20/p03.html, 20.12.2003, (e.t.27.11.2013)
Türkiye ve Yunanistan Müzakerelere Cesaret Verilmesi Konusunda Anlaştı. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25350067.asp, 13.12.2013, (e.t.04.01.2014)
1 Mayıs 2004 GKRY' nin AB'ye Katılımı Hakkında Açıklama, No:73,  http://www.mfa.gov.tr/no_73---1-mayis_-2004_-gkry_nin-ab_ye-katilimi-hk_.tr.mfa, (e.t. 04.12.2013) 


***

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 4

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 4


İLĞİ YAZININ  BÖLÜM 3: 

1999 SONRASI YUMUŞAYAN İLİŞKİLER VE AK PARTİ HÜKÜMETİ DÖNEMİ TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU


1.1999 SONRASI TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE YAKINLAŞMA ÇABALARI

Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde 1990’larda görülen yakınlaşma süreci Kıbrıs ve Ege sorunu başta olmak üzere çeşitli sorunlara rağmen 1999 yılından itibaren somutlaşmaya başlamıştır. 2001yılından itibaren ise bu yakınlaşma süreci daha fazla yoğunlaşmıştır. Bu süreç başta “düşük siyaset” olarak tanımlandırılan konularda başlamış olmakla birlikte, Kıbrıs ve Ege Sorunu gibi “yüksek siyaset”  konularında da sorunların çözümüne yönelik çalışmalar yapılmıştır. 
1999-2001 arası Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile birlikte 1999 yılı dönüm noktası olmuştur. Uluslararası sistemdeki gelişmeler ile birlikte iki ülke arasındaki yakınlaşmanın nedenlerinden biri de 15 Şubat 1999’da Yunanistan’ın Kenya Büyükelçiliğinden ayrıldıktan sonra yakalanan terörist başı Abdullah Öcalan’ın Yunanistanlı yetkililerle bağlantısının ortaya çıkması olmuştur. Bu bağlantıyla beraber Yunanistan hükümeti terörü destekler bir konuma gelerek uluslararası kamuoyu önünde zor duruma düşmüştür.  Türkiye ise Yunanistan’ın içine düştüğü bu zor durumdan yararlanmak istemiş, Kardak Krizi sonrasında Türkiye’ye karşı artan olumsuz politikaları düzeltmek isteyerek, iki ülke arasında dostça ilişkiler geliştirmek için çabalara girişmiştir.   Öcalan olayının ardından Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos görevden alınmış, yerine Yorgo Papandreu getirilmiş, iki ülke ilişkisi adına önemli bir gelişme yaşanmıştır. Türkiye, Öcalan'ın yakalanmasından sonra aktif bir politika izleyerek Yunanistan'ı terörizme verdiği destek temelinde uluslararası platformda suçlamış, terörizmle mücadele konusunda anlaşma imzalamaya mecbur bırakmıştır. Bu çerçevede 24 Mayıs'ta Cem, meslektaşına bir mektup ile terörle mücadele anlaşması yapmayı önermiştir. Papandreu ise bu anlaşmayı terörle mücadele ile sınırlı tutmayıp, ekonomi, çevre, turizm, örgütlü suç ve uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele gibi alanlarda da işbirliği yapma önerisinde bulunmuştur. Cem ve Papandreu 3 Temmuz 1999 tarihinde New York'ta bir araya gelerek, mektuplarla kurulan ilişkilerin ardından yeni bir anlayışın hayata geçirilmesi konusunda görüş birliğine varmışlardır. Bu mektuplar ikili ilişkilerin gelişmesinde önemli bir temel oluşturmuştur. Bu konuda İsmail Cem olağanüstü çabalar göstermiş, Yorgo Papandreu da bu çabalara karşılık vermiştir. Ağustos 1999’da gerçekleşen depremde ise iki ülkenin birbirine yardım ekipleri göndermesi ile ilişkiler daha da yumuşamış, “deprem diplomasisi” olarak tarihe geçen bu olay ile ikili ilişkilerde sıcak rüzgârlar esmiştir. 

Tarihte uzun süre düşman olarak görülen ve bir süre önce terör elebaşına kucak açmış olan bu ülkenin deprem sonrası yardımları Türk kamuoyunda sempati ile karşılanmıştır. 10 Aralık 1999’da ise AB Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin aday ülkeler arasında sayılmasına Yunanistan karşı çıkmamıştır. 17 Ocak 2000’e gelindiğinde ise Papandreu’nun 38 yıl aradan sonra Türkiye’yi ziyareti gerçekleşmiş, ardından 2 Şubat’ta İsmail Cem iade-i ziyarette bulunmuştur. Bu temaslarla beraber turizm, çevrenin korunması, karşılıklı yatırımlar, suç ve terörle mücadele, yasadışı göç, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele, bilimsel, kültürel, teknolojik işbirliği, deniz ve ticaret gümrük iadeleri gibi konularda çeşitli işbirliği anlaşmaları yapılmıştır. Fakat Cem’e sadece ikincil nitelikteki konuların ele alındığı yani Kıbrıs, Ege gibi esas meselelerin ele alınmadığı eleştirileri yapılmıştır. Fakat 40 yıl gibi uzun bir sürenin ardından yapılan bu anlaşmaların imzalanması güvensizlik ortamını güven ortamına dönüştürmüştür.  

2.24 NİSAN 2004 REFERANDUMLARI ÖNCESİ DÖNEM VE ANNAN PLANINA ZEMİN OLUŞTURAN DOĞRUDAN VE DOLAYLI GÖRÜŞMELER

31 Ağustos 1998’de KKTC Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş, Kıbrıs’ta kalıcı bir barış için “Kıbrıs Federasyonu” önerisinde bulunmuştur. Bu amaçla yapılacak müzakerelerin hedefi iki halktan ve iki devletten oluşan konfederal yapıyı öngören bir çözümdür. Fakat Rum tarafı AB üyelik sözü ile cesaretlendiği için çözümü reddetmiştir. İki yıllık bir durgunluk yaşandıktan sonra BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın çabalarıyla görüşmeler 1999 sonrası yeniden başlatılmıştır. 

1999’un ikinci yarısından itibaren ise Kıbrıs’ta müzakere süreci yeniden canlandırılmak istenmiştir. BM Genel Sekreteri Kofi Annan 14 Kasım 1999’da “tarafları kapsamlı bir çözüme yönelik anlamlı müzakereler için zeminin hazırlanması amacıyla aracılı görüşmelere 3 Aralık tarihinde New York’ta başlama konusunda mutabık kaldıklarını” bildirmiştir. 
Bu açıklamayı takibe aracılık görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Görüşmelerin ilk turu 3-14 Aralık 1999’da New York’ta, ikinci turu 31 Ocak-8 Şubat 2000 tarihinde Cenevre’de, üçüncü turu 5 Temmuz-Ağustos 2000 tarihinde Cenevre’de, dördüncü turu 12-26 Eylül 2000 tarihinde New York’ta, beşinci tur ise 1-10 Kasım tarihleri arasında Cenevre’de gerçekleştirilmiştir. 
Dolaylı görüşmelerin ilk turu 3-14 Aralık’ta New York’ta Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ve Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Glafkos Klerides arasında yapılmıştır. Daha birinci tur tamamlanmadan AB Helsinki Zirvesi sonuç belgesinde Kıbrıs sorununun geleceğini ifade eden şu cümleler yer almıştır: “Avrupa Konseyi politik bir çözümün, Kıbrıs’ın AB’ye katılımını kolaylaştıracağını belirtir. Ancak Kıbrıs’la katılım müzakereleri sonuçlandığında bir çözüme ulaşılmamış ise, bu durum Kıbrıs’ın AB’ye katılımı konusunda Konseyin vereceği karar bakımından bir önkoşul oluşturmayacaktır.” Yani Kıbrıs Sorununa çözüm bulunması Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği için bir koşul olarak sunulmuştur. Fakat görüşmelerden pek bir gelişme sağlanamamıştır. Türkiye ise Kıbrıs’a ilişkin bu ifadelere aday ülke statüsü kazanmanın memnuniyetiyle itiraz etmemiş, ve böylelikle Kıbrıs sorununun Türk- Yunan ekseninden çıkarak Türkiye- AB eksenine sokulmasına farkında olmaksızın onay vermiş olmuştur. 
Gerek Helsinki Belgesi, gerekse de KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri dolaylı görüşmelerin ikinci turunda da tarafların ilerlemesini engellemiştir. Bu durum 3. Görüşmede de değişmemiştir. 

Helsinki Belgesinin ve de KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de etkisiyle 2. Turda da pek bir şey değişmemiştir. 3. Ve 4, turlarda da aynı şekilde pek bir ilerleme sağlanamamıştır. 4. turun açılışında BM Genel Sekreteri Kofi Annan konuşmasında hedefin yeni bir ortaklık kurulması olduğu, iki tarafın siyasi eşitliğini ve bir tarafın diğerini temsil etmediğini, ayrıca iki tarafın eşit statüsünün varılacak kapsamlı çözümün esası olacağını vurgulamıştır. Rum tarafı ise Annan’ın bu konuşmasına sert tepki göstermiş ve görüşmeleri iki gün boykot etmiştir.  Görüşmelerin kopma tehlikesi karşısında Kofi Annan’ın Kıbrıs Özel Danışmanı Alvaro De Soto, müzakerelerde bu türden bir yaklaşımı benimsemiş olmanın herhangi bir şekilde KKTC’nin tanınması anlamına gelmediğini garanti eden bir açıklama yapmıştır. Ve süreç ancak bu açıklamadan sonra devam edebilmiştir.

1-8 Kasım’da Cenevre’de yapılan beşinci yani son turda ise Annan taraflara “Sözlü İfadeler” adı altında bir kâğıt sunmuştur. Bu belgede yer alan unsurları yetersiz bulan Denktaş dolaylı görüşmelerin esas amacından uzaklaştığını ve görüşmelerin bu şartlar altında devam etmesinin Kıbrıs Türklerinin çıkarlarına zarar vereceğini açıklayarak görüşmenin sona erdiğini açıklamıştır. 
Bu arada 1999 sonlarında Kıbrıs’ta ortaya çıkan ekonomik sorunlar ve kriz sonucu bazı yerel bankalar iflas etmiş, ekonomik kriz siyasi bir krize de yol açarak hükümete baskıların artmasına neden olmuştur. 1976'dan beri Kıbrıs Federe Türk Devleti Başkanlığı'na seçilen Denktaş bu tarihten itibaren yapılan tüm seçimleri kazanmıştır. 1995'e kadar hep ilk turda zafere ulaşan Denktaş, yapılan seçimlerde ilk kez Derviş Eroğlu ile ikinci tura kalmış,   rakibi Eroğlu'nun çekilmesi ile yeni tura gerek kalmadan Cumhurbaşkanı ilân edilmiştir.
14 Kasım 1999’da görüşmelerin sonra ermesinden birkaç ay sonra 28 Ağustos 2001’de Kofi Annan, görüşmeleri yeniden başlatmak amacıyla Denktaş ile Strasbourg’ta yeniden görüşmüştür. Annan, görüşmelerin dördüncü turunda yaptığı gibi kapsamlı bir anlaşmayı mümkün kılacak müzakerelere geçilebilmesinin teminen önkoşulsuz olarak yürütülecek aracılı görüşmelerin eşit iki taraf arasında yapılacağını ve kapsamlı bir anlaşmada tarafların eşit statülerinin açıkça tanınması gerektiğini vurgulamıştır. Türk tarafı ise bu tutum karşısında Rumlarla eşit statüde bir ortaklık kurmaya hazır olduklarını belirtmiştir. 
8 Kasım 2001’e gelindiğinde ise Denktaş, uzlaşmacı tutum ve tavrını ortaya koyarak, Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla Rum Yönetimi lideri Klerides’e bir mektup göndererek adada yüz yüze görüşme talebinde bulunmuştur. Klerides ise bu çağrıyı geri çevirmiştir. Fakat Denktaş, taraflar arasında doğrudan görüş alışverişinde bulunulmasının faydalı olacağını düşündüğünü belirten ikinci bir mektup gönderince, Klerides’te bu öneriyi kabul etmiştir. Adadaki ara bölgede De Soto’nun da hazır bulunduğu toplantıda iki lider bir araya gelmiş, Ocak 2002’de BM gözetiminde doğrudan görüşmelere başlamayı kabul etmişlerdir. Buna göre görüşmeler önkoşulsuz ve her şey kabul edilene kadar hiçbir şey kabul edilmeyeceği anlayışıyla başlayacaktır. 
16 Ocak 2002’de gerçekleşen doğrudan görüşmelerde liderler bir araya gelmiştir. Bu görüşmeler 11 Kasım 2002’de Kofi Annan’ın taraflara “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” yani “Annan Planı” belgesini sunmasıyla sonuçlanmıştır.

3.AK PARTİNİN YENİ KIBRIS POLİTİKASI, ANNAN PLANINA GİDEN SÜREÇ VE KKTC SİYASETİ

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Denktaş ve Klerides arasında gerçekleşen doğrudan ve dolaylı görüşmelerin ardından tarafların tezlerini dikkate alarak 11 Kasım 2002’de “Kıbrıs Sorununun Çözümü için Anlaşma Temeli” adlı belgeyi taraflara sunmuştur. I. Planı taraflarca Kopenhag Zirvesi öncesi imzalanmamış, sonra plan revize ederek 10 Aralık 2002’de tekrar taraflara sunmuştur. II. Planda kabul edilmeyince 26 Şubat 2003’te planın üçüncü versiyonu sunulmuştur. 10 Şubat 2004’te Annan, tarafları planı kabul edip etmediklerini bildirmek üzere New York’a davet etmiştir. New York’taki görüşmeler doğrultusunda ise Lefkoşa’da ikili görüşmeler yapılmış, sonuç alınamayınca taraflar dörtlü görüşmeler için İsviçre’nin Burgenstock kentinde bir araya gelmişlerdir. Dörtlü görüşmelerden de sonuç alınamayınca tarafların görüşleri dikkate alınarak tekrar revize edilen IV. Annan Planı’nı 31 Mart 2004’te taraflara sunmuştur.
Bu sürece giderken Türkiye’ye bakarsak 2002 yılında gelindiğinde Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı döneminde Türkiye’nin Kıbrıs politikası değişmiş, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye üyeliği karşıtı politikalardan vazgeçilerek adada barış süreci desteklenmiş ve Türkiye’nin AB üyeliğinin yolunun açılması denenmiştir. Kıbrıs politikasının mevcut politikadan farklı olacağı AK Parti’nin  3 Kasım 2002 seçimleri öncesi yayınlanan seçim beyannamesinde, Kıbrıs sorununa mutlaka bir çözüm bulunması gerektiğini, bulunacak çözümün Türk halkının varlığını, kimliğini ve kendi geleceğini tayin etme hakkını göz ardı edemeyeceğini, Belçika’da olduğu gibi egemen iki toplumdan oluşan bir devlet yönetiminin kurulması gerektiğini ve de bu sorun çözülmeden Rum Kesimi’nin AB’ye alınmasının sorunu daha fazla karmaşık hâle getireceği belirtilmiştir.  
Seçimden öncede belirttiği üzere AK Parti Türkiye’nin AB üyeliği için yoğun çalışmalar yapacak, bunun için Kıbrıs’ta çözümsüzlükten yana taraf olmadığını belirtecektir. 18 Kasım 2002’de hükümet kurulunca da AB ile ilişkileri öncelikli hedef olarak görmeye devam edilmiştir. Kısacası AK Parti hükümeti geçmişte süregelen “konfederasyon” tezinden ayrılmıştır.
14 Aralık 2003 tarihinde KKTC’de yapılan genel seçimler önceki seçimlerden oranla büyük önem kazanmıştır. Ada ABD büyükelçisinin ve elçilik personelinin propagandasına, iktidar partisi aleyhine girişimlerine sahne olmuştur. Bir taraftan ise ABD Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Özel Koordinatörü T.Weston muhalefet partileriyle görüşmeler yapmıştır. Bununla beraber AB’nin KKTC’deki muhalefet partisi Belediye Başkanı ile Ticaret Odası vasıtasıyla KKTC vatandaşlarıyla belirli çevrelere ekonomik yönden yardımlarda bulunulduğu anlaşılmıştır. Bu çalışmalarla amaçlanan muhalefeti güçlendirerek iktidarı ele geçirmek, Annan Planı’nı kabul ettirmektir.
Kuzey Kıbrıs siyasetine bir göz atarsak 2000’li yıllardan itibaren dönüşüm yaşadığı görülmektedir. Bu dönüşüm Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB üyeliği söz konusu olunca başlamıştır. KKTC’de Kıbrıs Türk milliyetçiliğine bir alternatif olarak sol partiler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu partiler Kıbrıs’ı Rumlarla paylaşılan ortak vatan fikrini benimsemekte ve “Kıbrısçılık” ideolojisini savunmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’nin ve adadaki Türk askerinin varlığını sorgulamışlardır. İçte yaşanan ekonomik sorunlarda sol grupların adada taban bulmasına neden olmuştur. Ve Burada Mehmet Ali Talat liderliğinde CTP-BG ön plana çıkmıştır. Adadaki sağ-milliyetçi partiler için ise Türkiye’nin KKTC’deki varlığı elzemdir. 
KKTC seçimlerinin ardından Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler %35.18 ile 19 milletvekili, Ulusal Birlik Partisi %32,93 ile 18 milletvekili, Demokrat Parti %12,93 ile 7 milletvekili, Barış ve Demokrasi Hareketi ise %13.14 ile 6 milletvekili çıkarmıştır. Bu durumda Ana Muhalefet Partisi ve Birleşik Güçler Hareketi oylarını yükseltmiştir. Kuşkusuz 2003 seçimlerinde parti programlarından ziyade Annan Planı etkili olmuştur. AB, ABD ve Yunanistan destekli sol partiler ile adada Türk varlığını savunan sağ partiler arasında mücadele verilmiştir.  Ve sonunda CTP-DP koalisyon hükümeti kurulmuş, Mehmet Ali Talat Başbakan olmuştur. 2005 yılına gelindiğinde ise %55 oy alarak Talat, Cumhurbaşkanı olmuştur. CTP’nin bu başarısında AB yolculuğunda acele uzlaşma isteyen Türk hükümetinin etkisi yadsınamaz.
14 Aralık seçimleri öncesi ve sonrası muhalefet partilerinin Denktaş karşıtı mitingleri olmuştur. Talat, seçimlerden aldığı cesaretle Denktaş’ın görüşmecilik görevinden uzaklaştırılmasını ve görüşmelere kendinin devam etmesini istemesi tepki ile karşılanmıştır. 
Annan Planı süreciyle beraber Türkiye-Yunanistan ilişkileri çeşitli işbirliği girişimlerine sahne olmuştur. Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu 3 maddelik güven arttırıcı önlemler paketi üzerinde anlaşmışlardır. Arkasından ise Kıbrıs, kıta sahanlığı, Heybeliada Ruhban Okulu gibi sorunlar ve yeni güven arttırıcı önlemler alınmıştır. Eylül 2003’te ise Yunanistan Toksotis-Nikiforos, Türkiye ise Barbaros-Toros tatbikatlarının yapılmayacağını açıklamıştır. Bu olaylarda ilişkileri yumuşatmaya yardımcı olmuştur.
Türkiye ve KKTC, 2003 yılının sonuna doğru Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm için yeni bir girişim başlatmışlardır. 10-13 Şubat 2004’te New York’taki olumlu görüşmeler sonunda adada müzakereler tekrar başlatılmıştır. New York’ta ki mutabakatta Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının belirli bir tarihe kadar Annan Planı’nı müzakere etmelerini, üzerinde anlaşılamayan konularda ise Türkiye ve Yunanistan’ın katılımıyla görüşmelere devam edilmesi, yine de sorun çözülmezse BM Genel Sekreteri’nin yetkisini kullanarak formüller üretmesi, ortaya çıkacak belgenin Türk ve Rum halklarının onayına sunulmak üzere referanduma götürülmesi kararlaştırılmıştır. Böylece 1 Mayıs 2004’ten önce AB’ne birleşmiş bir Kıbrıs’ın katılımı hedeflenmiştir. 19 Şubat 2004’te başlayan müzakereler 31 Mart 2004’e kadar sürmüştür. 31 Mart 2004’te ise planın nihai hâli taraflara sunulmuştur. 

4.ANNAN PLANININ ANAHATLARI VE KIBRIS POLİTİKASININ ŞEKİLLENİŞİ

BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın iyi niyet misyonu çerçevesinde taraflara sunduğu, dört kere revize edilen plan temel konular bağlamında birbirinden farklı düzenlemeler içermektedir. Türk tarafı için planı incelersek revize edilmeden önceki hâllerine göre nispeten olumlu hâle getirilmiştir, ancak yine de ideal bir çözüm olduğu kesin değildir. Plan KKTC’nin egemenliğini tanımamaktadır, planın kabul edilmesinde sonra ise Türk oluşturucu gücüne egemenlik vermemektedir. Önceden gözetilen iki kesimlilik ilkesine dayanmamaktadır. Planda Kıbrıs Türklerinin kimliğinin korunmasına yönelik bazı geçici önlemler alınmış ancak bu önlemlerin öngörülen süre dolmadan Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliği kapsamında sona erme ihtimali bulunmaktadır. Yani Annan Planı önceden olan bazı düzenlemeleri ortadan kaldırıcı niteliktedir. Bunların yanında adadaki Türk toplumunun bütünlük ve güvenliğinin garantisi niteliğinde olan Türk askerinin süreçte adada sembolik sayıda kalması doğru bulunmamaktadır.  
Planda görüldüğü üzere Kıbrıs Türk halkı mevcut hak ve imtiyazlarını yitirmekte, iki kesimlilik ortadan kalkmaktadır. Böylece Zürih, Londra ve Lefkoşa Antlaşmalarının oluşturduğu yapı ve iki toplumun varlığı reddedilmektedir. Plandaki mülkiyet düzenlemesi ve AB normları ile ilgili yaklaşımlar Kıbrıs Türk Devleti'ne bırakılacak bölgeye, belirlenen süreler içinde ve olanlarda yerleştirilecek önemli sayıdaki Rum nüfusu ve toprak tavizleri gibi hususların düzenleniş biçimi, iki kesimliliği ortadan kaldırması yanında Kıbrıs Türklerinin önemli bir bölümünü göçe zorlamaktadır. Rauf Denktaş’ın da ifade ettiği üzere Annan Planı Kıbrıslı Türkleri adada Yunanistan’da ki soydaşlarımızın olduğu gibi “korunmaya alınmış azınlık” hâline getirecektir. 
Referandum öncesi adada yoğun tartışmalar yaşanmıştır. İsviçre’deki görüşmelerinin ardından propaganda savaşları başlamıştır. KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat, Rumların iki büyük partisi AKEL ve DİSİ'den referanduma “evet” desteği vermelerini istemiştir. Rum yönetimi lideri Tasos Papadopulos ise Rum halkından zaten bir hafta sonra AB üyesi olacaklarını, bu nedenle “hayır” demelerini istemiştir. AKEL plana “hayır” derken, DİSİ evet diyerek Papadopulos’a destek vermiştir. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ise “hayır” kampanyası yürütmüştür. Beş kez değişikliğe uğramış olan Annan Planı 24 Nisan 2004'te her iki tarafta ayrı ayrı referanduma sunulmuştur. Kıbrıslı Türkler plana %64.9 evet, Rumlar %75,8 hayır oyu kullanmıştır. Bu nedenle plan geçersiz sayılmış ve uygulanamamıştır. Planın Türk tarafı tarafından kabul görürken, Rum tarafı tarafından reddedilmesi Türklere yöneltilen "uzlaşmayı istemeyen taraf" suçlamalarının ne kadar haksız olduğunu göstermiştir. Fakat yine de referandum sonuçlarına rağmen 1 Mayıs 2004'te Rum kesimi bütün adayı temsilen AB'ye üye olmuş ve böylelikle amacına ulaşmıştır.
2004 yılında Türk-Yunan ilişkilerine bir göz atarsak; 1996’dan beri PASOK genel başkanı aynı zamanda Başbakan da olan Kostas Simitis Kıbrıs konusundaki gelişmeleri sağlayacak yeni bir hükümetin kurulması gerektiğini belirtmiş ve 7 Ocak 2004’te parti başkanlığından ayrılarak, erken seçimlere gidileceğini açıklamıştır. Simitis’in ardından ise Yorgo Papandreu PASOK liderliğine getirilmiştir. 10 Mart’ta ise Türkiye’nin AB üyeliğine girmesini destekleyen ve ikili ilişkilerin normalleşmesinden yana olan Kostas Karamanlis başbakan olmuştur. 6 Mayıs 2004 tarihine gelindiğinde ise Başbakan Erdoğan, 16 yıl aradan sonra ilk kez Yunanistan’a resmi ziyarette bulunmuştur. 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 3


AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 3



3.1960-1980 DÖNEMİ TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ

1960 Anlaşmaları ile Türkiye, İngiltere ve Yunanistan garantör ülkeler olmuşlardır. Bu çerçevede Yunanistan, 950 kişilik bir Yunan alayını adaya konuşlandırma fırsatı yakalamıştır. Makaryos ise Kıbrıs’ın bağımsızlığını her zaman için Enosis’e ulaşma yolunda bir araç olarak görmüştür.  Yunan alayının Kıbrıs’a gelişi Rumlarda Enosis heyecanı yaratmıştır. Cumhuriyetin kurulması ile bir süre yeraltına geçen EOKA, Yunan alayı aracılığıyla eğitilip yeniden harekete geçmiştir. 
Yunanistan’da Karamanlis’in iktidardan düşüşünden sonra yerine Londra ve Zürih Antlaşmalarını tanımayan Papandreu Başbakan seçilmiştir. Bunun üzerine Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını uygulamak istemeyen Makaryos Garanti ve İttifak Antlaşmalarının feshedilmesini önermiştir. Bu çerçevede Makaryos, 30 Kasım 1963’te Türkiye’ye 13 maddelik bir anayasa düzeltme teklifi sunmuştur. Türkiye’nin reddettiği bu teklif Kıbrıs Türklerini azınlık statüsüne sokan bir değişikliktir.  Bu değişiklik teklifini Yunanlıların desteklediklerini o dönemin Yunan Başbakan yardımcısı Sofokles Venizelos gizlememiştir. Makaryos bu teklifi Türkiye’nin reddedeceğini bilerek adada eğitilerek hazır hâle gelen EOKA ile Türkleri adada yok etmeyi hedeflemiştir.
1963 yılından itibaren Türklere yönelik saldırılar başlamıştır. Rum tarafı Türkler’in imhasını öngören Akritas Planını uygulamaya koymuş, sistemli şiddet politikasına geçilmiştir.  Aralık 1963’te tarihe “Kanlı Noel” adıyla geçen olaylar yaşanmıştır. Bu olaylar sırasında 21 sivil Türk katledilmiştir. 30 Aralık günü ise Lefkoşe’de İngiliz askerleri tarafından Yeşil Hat oluşturulmuştur. Türkiye ise adadaki bu katliamlara karşı Türk Hava Kuvvetleri’ne ait uçakları Lefkoşe üzerinde havalandırmıştır. 

 1 Ocak 1964’te Makaryos 1960 Antlaşmalarının tek taraflı feshedildiğini açıklamıştır. Rum saldırıları daha fazla artmıştır. Türkiye ise saldırıların durdurulması için 13 Şubat 1964’te BM Güvenlik Konseyine başvurmuştur. 4 Mart 1964’te BM bir “Barış Gücü” oluşturma kararı almıştır. Ayrıca BM işgalci Rumlara “ Kıbrıs Hükümeti” ifadesini kullanarak bir mektup göndererek tarihi bir hataya imza atmıştır. Yapılan bu hata sonucu Rumlar, fiilen bir hükümet gibi kabul edilmişlerdir.
Yeşil Hat’tın çizilmesi ve BM’nin sözde barış gücü çatışmaları durduramamıştır. Bu nedenle Türkiye, Garanti Antlaşması’nın dördüncü maddesinin verdiği hak ile Haziran 1964’te adaya müdahale kararı almıştır. Ancak “Johnson Mektubu” ismiyle literatüre geçen ABD Dışişleri Bakanı’nın İsmet İnönü’ye ilettiği mektupla Türkiye müdahale fikrinden vazgeçmiştir.
Grivas’ın adaya dönmesiyle Türklere yönelik saldırılar artarak devam etmiştir. 1964 yılında Erenköy olayları yaşanmıştır. Garanti Antlaşması uyarınca NATO ve BM’ye başvuru sonrası Türk uçakları Kıbrıs üzerinde 7 Ağustos 1964’te ihtar uçuşu yapmış, 8 Ağustos’ta ise Rum mevzilerini vurmuştur. 
15 Temmuz 1964’te ABD, Acheson Planı’nı devreye sokmuştur. Planda Karpas’da Türkiye’ye bir üs verilecek, buna karşılık Türkiye ise Enosis’i kabul edecek ve de Türkler adada azınlık olacaktır. Acheson planı, Makaryos tarafından şartsız Enosis olmadığı için reddedilmiştir. Zaten Türkiye’de bu planı reddetmiştir. Ağustos’ta sunulan ikinci Acheson Planı ise yine aynı gerekçelerle reddedilmiştir.
1964 yılından sonra Barış Gücü’nün de çabalarıyla adada çatışmalar bir süre duraklamıştır. Fakat 3 yıl sonra çatışmalar geri alevlenmiştir. 1967 yılında Rumlar yeniden silahlanmaya başlamışlardır. 21 Nisan 1967’de ise Yunanistan’da askeri cunta bir darbe yapmış, Yorgi Papandreu iktidara getirilmiştir. Eylül 1967’de Demirel ile Kollias arasında Dedeağaç’taki görüşmelerde pazarlığa kalkışılmış, ama sonuç alınamamıştır. Bunun üzerine Kıbrıs’ta Boğaziçi ve Geçitkale köylerine karşı saldırılar düzenlenmiştir.  Türkiye’nin adaya askeri müdahale kararı sonucu ABD araya girerek bir kısım Yunan askerinin ve Grivas’ın geri çekilmesini sağlamasıyla Yunanistan’ın adadaki etkinliği hem askeri olarak azaltılmış, hem de cunta yönetiminin prestij kaybetmesine yol açmıştır.  Geçitkale saldırılarının ardından 28 Aralık 1967’de Geçici Türk Yönetimi ilân edilmiş, daha sonra Türk Yönetimi adını almıştır. Yönetimin başına ilk kez Dr. Fazıl Küçük getirilmiş, 1973seçimleri ise Rauf Denktaş seçilmiştir. 
Bu arada EOKA içinde görüş ayrılıkları belirmiş, Türkiye’nin müdahalesinden çekinip Türkiye’yi ekonomik yollardan alt etmeye çalışan Makaryos ile eski cuntacıların yer aldığı EOKA-B karşı karşıya gelmiştir. 15 Temmuz 1974’te Yunan cuntasının desteğini alan EOKA’cı Nikos Sampson, Makaryos’a darbe yapmıştır. Türkiye ise bu durumda Garanti Antlaşması gereği İngiltere’ye müdahalede bulunmayı teklif etmiş, olumsuz yanıt alınca adanın güvenliği için 20 Temmuz 1974’te Barış Harekâtını başlatmıştır. Böylece Sampson’un isteği olan Yunanistan’a ilhak gerçekleşmemiş, adadaki Türklerin can güvenliği güvence altına alınmıştır. Bu harekât Yunanistan’daki askeri cuntanın da sonu olmuştur. Harekâtın ardından Rum toplumunun liderliğine Klerides gelmiştir.
Türkiye harekât ile beraber adadaki güvenliği sağladıktan sonra bu durumu muhafaza etmek istemiştir. İlk barış harekâtının ardından BM’nin 353 sayılı kararı ile ateşkes çağrısında bulunması ile 25 Temmuz 1974’te Cenevre görüşmeleri başlamıştır. Sonuç olarak ateşkese uyulması ve Yunan Kuvvetlerinin bölgeden çekilmesine karar verilmiştir. 8-13 Ağustos’ta ki Cenevre Konferansı’nın ikinci ayağında ise Rauf Denktaş federal bir yapı içerisinde iki kesimli otonom bölgelerin oluşturulacağı bir anayasa talep etmiş, fakat bu durum Klerides tarafından reddedilmiştir.  1974’ten sonra Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu iki toplumlu ve iki bölgeli bir federasyon sistemini savunan politikaların savunucusu olmuştur.

II. Cenevre Konferansı sırasında görüşmelerden bir uzlaşmanın çıkamayacağı anlaşılınca ise Kıbrıs’a ikinci harekât yapılmıştır. Harekâta uluslararası toplum ve ABD tepki göstermiştir. Türkiye kendine uygulanan silah ambargosu kararının üzerine ise 5 Şubat 1975’te cevap olarak Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD)’ni ilân etmiştir.  BM Genel Kurulu ise bu durumu 12 Mart 1975’te 367 sayılı karar ile rahatsızlığını belirtmiştir. Güvenlik Konseyi ise arabuluculuk aracılığı ile görüşmelere çağırmıştır.
İkinci harekât sonrası BM Genel Sekreteri gözetiminde Denktaş ile Klerides arasındaki görüşmeler başlatılmıştır. Sadece Nüfus Mübadelesi konusunda uzlaşmaya varılmış, Kuzeydeki Rumlar ile Güneydeki Türkler yer değiştirmiştir. 
12 Şubat 1977 yılında Denktaş ile Makaryos arasında 4 maddeden oluşan İlk Zirve Antlaşması kabul edilmiştir. Bu antlaşma ile iki toplumlu federal yapı üzerinde karar birliğine varılmıştır. 19 Mayıs 1979’da yapılan Denktaş-Kiprianu görüşmeleri sonucu 10 Nokta Antlaşması imzalanmıştır. 15 Haziran’da yapılan görüşmelerde ise Rumlar, Türk tarafının ambargosunu kaldırmayarak 10 Nokta Antlaşmasının 6. Maddesini ihlâl etmişlerdir. Makaryos’un ölümü üzerine liderliğe geçmiş olan Kiprianu ise Papandreu’dan aldığı destekten dolayı meseleyi iki taraflılıktan çok taraflılığa getirmenin yollarını aramıştır. 
Rumların uzlaşmaya varamaması, federal devlet statüsünün bir çözüm getiremediğinin anlaşılması ve Rumlar’ın Mayıs 1983’te BM Genel Kuruluna başvurmaları üzerine ise Türk tarafı self determinasyon hakkını kullanarak 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’ni kurmuştur.

4.1980-1990 DÖNEMİ TÜRKİYE YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ

15 Kasım 1983’te Rauf Denktaş’ın bağımsızlık bildirisini okuması ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilân edilmiştir. Rumlar, Yunanistan ve BM ilâna tepki göstermiştir. BM Güvenlik Konseyi tepki olarak 541 sayılı karar ile Türk tarafının kararından vazgeçmesini istemiştir. Türkiye ve KKTC ise BM’nin bu çağrısına uymamıştır.

Türkiye’deki hükümet ise KKTC’yi tanımıştır. KKTC Kurucu Meclisinin hazırladığı anayasa 12 Mart 1985’te kabul edilmiştir. Ardından yapılan seçimler sonucu ise Rauf Denktaş KKTC’nin ilk cumhurbaşkanı olmuştur. Ve sonuç olarak kuzeyde Türk, güneyde Rum devletli, iki toplumlu bir ada oluşmuştur. Kurulan KKTC’yi ABD’nin baskılarından dolayı hiçbir ülke tanımamıştır. Yunanistan ise konuyu hemen uluslararası platforma taşımıştır.
Kıbrıs Rum tarafı, tüm dünyada “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanınmanın rahatlığından dolayı hiçbir anlaşmaya yanaşmamıştır. KKTC’nin ilânından sonra 2 Ocak 1984’te Denktaş, Rum yönetimine Maraş ve Lefkoşe havaalanının açılması, Kayıp Kişiler Komitesi kurulmasını içeren iyi niyet önerilerinde bulunmuştur. Fakat Rumlar bu iyi niyet önerisini reddetmiştir. Ayrıca Rumlar BM Genel Sekreteri tarafından sunulan iki toplumlu iki federasyonlu Ocak 85 belgesini de Türk tarafının kabul etmesine rağmen reddetmişlerdir.
29 Mart 1986 tarihinde BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar taraflara “Kıbrıs Üzerine Anlaşma Taslağı” adlı federal çözümü öngören bir belge sunmuştur. KKTC’nin kabul ettiği bu belgeyi Rum tarafı reddetmiş, bunun üzerine Genel Sekreter Rum tarafını uzlaşmaz taraf olarak nitelendirmiştir.
Rum tarafında yapılan 1988 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucu Kipriyanu’nun yerini Yorgo Vassiliu almıştır. Denktaş’ın 3 Mart 1988’de sunduğu iyi niyet önerileri diğerler öneriler gibi reddedilmiştir. Vassiliu’da Kiprianu’dan farklı bir davranış sergilememiştir.
25 Temmuz 1989’da BM Genel Sekreteri Cuellar taraflara yeni bir tasarı sunmuştur. Ancak Türk tarafının görüşünün alınmadığı gerekçesiyle Denktaş tarafından reddedilmiştir. Ardından yapılan görüşmelerde ise Vasiliou’nun adada Türk tarafının self determinasyon hakkını kabul etmemesi üzerine kesilmiştir.

5. SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEMDEN 1999 YILINA KADAR YAŞANAN GELİŞMELER

1989’da taraflar arasında kabul görmeyen tasarılar nedeniyle kesilen görüşmeler 1990’lı yılarda tekrar başlamıştır. 27 Mart 1991 tarihinde BM Genel Sekreteri Cuellar tarafların üzerinde anlaşılan noktalar Güvenlik Konseyine sunmuştur. Turgut Özal ise “Dörtlü Konferans” (Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Türk Tarafı, Kıbrıs Rum Tarafı) önerisinde bulunmuştur. Buna karşılık Yunan tarafı “Dokuzlu Konferans” (Güvenlik Konseyinin beşlisi de dahil) önermiştir. Fakat tarafların isteksizliği nedeniyle bu toplantı yapılamamıştır.
1992’te Rauf Denktaş Güzelyalı’nın dahil olduğu, Türk tarafının %29+ payı olan bir harita ortaya çıkarmıştır. Buna karşılık BM Genel Sekreteri Boutros Gali ise Güzelyalı’yı Rumlara veren, %28,2’lik Türk toprağı olan bir haritayı ortaya çıkarmıştır. Gali’nin “Fikirler Dizisi” adlı çözüm planını sunmuştur. Bu harita 26 Haziran 1992’de BM’nin 774 sayılı kararı bu harita resmileştirilmiştir. Ardından yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamamış, BM Güvenlik Konseyi bir önceki karara benzeyen 789 sayılı kararına almıştır.
1993 yılına gelindiğinde ise Rum tarafında yapılan Başkanlık seçimlerini Fikirler Dizisine karşı olan Klerides kazanmıştır. Klerides bu diziyi müzakere etmeyeceğini bildirmiş, Avrupa Birliği üyeliği çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Yunanistan’da Rumlar’ı üyelik konusunda desteklemiştir. 
Mayıs 1993’te BM Genel Sekreteri’nin önerisi ile “Güven Arttırıcı Önlemler” paketi üzerinde durulmuştur. Fakat Temmuz 1994’te Avrupa Birliği Adalet Divanı, Rumlar’ın isteği ile KKTC’nin AB’ye ihracatını yasaklayan bir karar alması ile güven arttırıcı paketin Kıbrıs Türk Tarafına getireceği faydalar ortadan kaldırılmıştır. 30 Mayıs 1994’te Gali Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda Türk tarafını sonuca ulaşamamadan sorumlu tutmuştur. Bu sırada AB Korfu Zirvesi yapılmış, zirvede GKRY’ni temsil eden Kıbrıs AB genişleme programına dahil edilmiştir. KKTC’de buna peki olarak Demirel-Denktaş Deklarasyonu imzalamıştır. Böyle KKTC ile Türkiye arasındaki ilişkiler derinleştirilmek istenmiştir. 
20 Ocak 1995’te Rauf Denktaş’ın ortaya koyduğu Rum tarafını görüşmelere davet eden 14 maddelik barış planı yine Klerides tarafından çözümden önce AB üyelik sürecinin tamamlanması stratejisi doğrultusunda görüşmeyi reddetmiştir. Türk tarafı ise buna tepki göstermiştir.
1996-1997 arası dönem ise oldukça gergin geçmiştir. Bu gergin süreçte sınır gösterileri, çatışmalar, Kıbrıs’a konuşlandırılması düşünülen Rus S-300 füzeleri meseleleri, Rum kesinin bitmek bilmeyen AB üyelik çabaları, bir Rum askerinin BM bölgesinde bir Türk askeri tarafından vurulması, Türk bayrağını direkten indiren Rum göstericinin öldürülmesi, Rum motosikletlilerinin sınır delme girişimleri v.s.  gibi olaylar dizisi yaşanmıştır.
24 Şubat 1997 tarihinde AB’nin Kıbrıs Sorununa bakışında bir değişim yaşanmıştır. AB, Kıbrıs’ın tam üyeliği için öncelikle adada siyasi bir çözümün olması gerektiğini şart koşmuştur. Yunanistan Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos ise bu açıklamanın ardından AB’nin Doğu’ya doğru genişlemesini veto edeceklerini bildirmiştir. Aralık 1997’ye gelindiğinde ise AB Lüksemburg Zirvesi’nde AB çerçevesinde Kıbrıs Rum tarafı tüm Kıbrıs’ın temsilcisi sıfatıyla tam üyelik görüşmelerine başlanılması kararı alınmıştır. Türkiye’nin bu karara tepkisi KKTC-Türkiye Ortaklık Konseyi kurmak olmuştur.
1997’de BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafların arasında kapsamlı bir çözüme yönelik müzakereler için yoğun çabalarda bulunmuştur. Bu çerçevede Newyork’ta görüşmeleri başlatmıştır. Annan’ın aracılığı ile gerçekleşen görüşmelerde Rum tarafının AB’ye tam üyelik başvurusu nedeniyle Denktaş ile Klerides’in görüşebilmesi söz konusu dahi olamamıştır.
31 Ağustos 1998 yılında soruna kalıcı bir çözüm amacıyla Denktaş adada iki devlet arasında bir konfederasyon tezini açıklayarak Kıbrıs konusundaki tutumunu net bir şekilde ortaya koymuş ve yeni bir dönem başlamıştır.
Konfederasyon tezninin açıklanmasının ardından bir süre durgunluk dönemi yaşanmış, daha sonra Kofi Annan’ın çabalarıyla yeniden görüşmelere başlanmıştır. 3-14 Aralık 1999 tarihleri arasında Klerides ve Denktaş arasında Newyork görüşmeleri başlamış, sonrasında Cenevre’de görüşmelere devam edilmiştir. Görüşmelerden pek bir verim alınamamasının ardından 12 Eylül 2000’de Annan’ın konuşmasında yeni bir ortaklık kurulmasının hedeflendiği, iki tarafın eşit temsili ve statüsünün doğru bir çözüm olacağını belirten açıklamalar yapması Rum yönetimin tarafından sert şekilde eleştirilip, boykot edilmiştir. Bundan sonraki aşamalarda ise BM Rum tarafının durumunu güçlendirip, Türk tarafını göz ardı eden davranışlar sergilemiştir. 1-10 Kasım’da Cenevre’deki görüşmelerden de bir sonuç alınamamıştır. Bunlara ek olarak 8 Kasım 2000’de AB’nin yayınlamış olduğu Katılım Ortaklığı Belgesinde Kıbrıs Türkiye’nin üyeliği önünde bir önkoşul olarak açıklanmıştır. 
2001 yılında AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi'nin Kıbrıs Sorunu çözülmeden Güney Kıbrıs'ın üyelik başvurusunun değerlendirilebileceği açıklaması Türk tarafı için sarsıcı bir gelişme olmuştur. Denktaş ise Klerides ile BM gözetiminde Yeşil Hat'ta görüşmelerde bulunmuşlardır. Bu görüşmeler sonunda liderler 2002 Ocak'ta yeniden bir araya gelip, tüm konuların masaya yatırılacağı bir görüşme yapmaya başlayacaklarını bildirmişlerdir.
Görüldüğü üzere 1990’dan başlayarak ilişkilerde Rum tarafının AB üyelik süreci, dönem dönem -yaşanan çatışmalar ve sonuçsuz kalan sayısız müzakere ve görüşmeler gerçekleşmiştir. Bu süreçte Yunanistan, Rum tarafının destekçisi olmayı hiçbir zaman ihmal etmemiştir.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..



***

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 2


AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 2


BÖLÜM 2: 1923’TEN 1999’A TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU

1.1923-1950 DÖNEMİ TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU

Kurtuluş Savaşı’nın ardından 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve uluslararası alanda tanınmıştır. Bu antlaşmanın 16. , 20. , 21. Maddeleri doğrudan Kıbrıs ile ilgilidir. 
Antlaşmanın 16. maddesi adanın hukuki durumuyla ilgili bir madde olup, Türkiye'nin antlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar ile adalar üzerindeki sıfatlarından, Hak ve Egemenliklerinden vazgeçtiğini belirtmektedir.
Lozan’ın 20. Maddesi ile Türkiye adanın İngiliz Mülkü olduğunu kabul etmiş ve adadaki haklarından vazgeçmiştir. 

Söz konusu antlaşmanın 21. maddesine göre ise 5 Kasım 1924 tarihinde İngiliz tabiiyetinde kalanlar, Türk tabiiyetini kaybetmiş olacaklardır. Bununla beraber antlaşmanın yürürlüğe girdiği andan itibaren iki yıl içinde Türk tabiiyetinde kalmakta serbesttirler. Ayrıca bu haklarını kullanmaya başladıkları andan itibaren 12 ay içinde Kıbrıs adasını terk edeceklerdir.

Adanın İngiltere’ye ilhâkını içeren hususun 6 Ağustos 1924’te İngiltere tarafından onaylanmasının ardından çok sayıda Kıbrıslı Türk, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmiş ve birçoğu adadan ayrılmak zorunda kalmışlardır. 10 Mart 1925’te ise ada İngiltere tarafından Taç Koloni İlân edilmiştir. Bu tarihten önce Yüksek Komiser ile yönetilen ada, bundan sonra atanan Vali ile yönetilmeye başlanmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Lozan Antlaşması ile uluslararası alanda tanınan Türkiye modernleşme ve inkılâplar yoluna gitmiş, İngiliz toprağı olan ada ile ilgili herhangi bir tavır içinde olmamaya özen göstermiştir. Bunun nedeni ise Lozan’da çözülemeyen Musul sorunu, mübadele sorunu gibi sorunlara bir yenisini eklememektir. Fakat Türkiye gerek Kıbrıs’ta ki Türk varlığı, gerekse de adanın stratejik konumu nedeniyle yine de ada ile bağlantısını kesmemiş ve Kıbrıs ile olan bağlarını hiçbir zaman koparmamıştır. Adaya açılan Türk Konsolosluğu aracılığıyla Türkiye her zaman Kıbrıs Türk toplumunun yanında olmuştur. Misak- ı Milli sınırları dışında dahi kalsa Atatürk her zaman Kıbrıslı Türklere karşı duyarlı ve ilgisini kaybetmemiştir.

1923-1928 yılları Yunanistan’ın askeri darbeler ve ekonomik sorunlarla başa çıkmaya çalıştığı yıllar olmuştur. 1928'de Venizelos'un iktidara gelmesi Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde yeni bir sayfa açmıştır. Venizelos'un, Megali İdea hedefleri çerçevesinde gerçekleştirdiği yayılmacı politikasından vazgeçmesi Atatürk tarafından memnuniyetle karşılanarak, bir süre için Türk-Yunan dostluk sürecini beraberinde getirmiştir. Venizelos'un Türkiye'ye 1930 yılındaki resmi ziyareti ile Türkiye-Yunanistan arasında imzalanan antlaşmalar ile ilişkilerin gelişmesine büyük katkı sağlanmıştır.  Venizelos'un Megali İdea politikalarına geri dönmemesi ise 1933 yılında iktidarı bırakmasına yol açan nedenlerden biri olmuştur.

Bu dönemde yaşanan olaylardan biri de 1931 İsyanı olmuştur. Rumlar buldukları her fırsatta Enosis isteklerini İngilizlere bildirmekten geri kalmamış ve her defasında olumsuz yanıt almışlardır. 1929’da İngiliz yönetimine Enosis isteklerini bildiren Kıbrıs Rum Delegasyonu yine olumsuz yanıt ile karşılaşmış, bu istekleri gerçekleşmeyince ise Kition Piskoposu Nikodimos Milanos ve Kyrenin Piskoposu’nun liderliğinde 1931 yılında İngiliz İdaresine karşı ayaklanmışlardır. Bu fiili ayaklanmaların başlamasının bir nedeni de Yunanistan’ın kışkırtmaları ve İstanbul Rum Ortodoks Kilisesi’nin desteği olmuştur.  İsyanlarda Rumlar Enosis çığlıkları ve ilhak sloganları atmışlardır. Rumlar’ın çıkardığı bu isyanlar sonucu bölgedeki Türkler de etkilenmişlerdir. 1943’e kadar süren bu terör dönemi sert müdahaleler ile bastırılmıştır. 1931’den II. Dünya Savaşı’na kadar adada baskı dönemi devam etmiştir. 

1941 yılına gelindiğinde ise İngiliz yönetiminin adada siyasi örgütlenmelere izin vermesiyle beraber bazı sorunlar ortaya çıkmıştır. Rumlar, AKEL ( Çalışan Halkın İlerici Partisi) Partisi’ni kurarak örgütlenmeye başlamışlardır. Kilise ise komünist olarak gördüğü AKEL’e karşı Kıbrıs Ulusal Partisi’ni kurmuştur. Böylece Rumlar kendi içlerinde ideolojik bir bölünme yaşamışlardır. Kıbrıs meselesine Türkiye’nin duyarsızlıkları nedeniyle ve kendilerini korumak için Kıbrıs Türkleri adada KATAK( Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu) Milli Parti, Kıbrıs Milli Türk Talebe Birliği, Kıbrıs Türk Kurumları Birliği ve Milli Cephe Partisi’ni kurarak örgütlenmeye gitmişlerdir.

Kıbrıs konusundaki Atatürk dönemindeki Lozan’da belirlenen statüko tek partili dönemde de sürdürülmeye çalışılmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası ise çok partili hayata geçen Türkiye, Kıbrıs konusunda Batılı devletlerin yanında yer almıştır. Bu dönemde de Kıbrıs Türk Dış Politikasında fazla bir yer işgal etmemiştir. Türkiye’nin bu yıllardaki yaklaşımlarına karşın Yunan Hükümetleri ise Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhâkı için Enosis çalışmalarından vazgeçmemiştir. Buna rağmen Türk Hükümeti, Yunanistan ve İngiltere’yi karşısına almamaya özen göstermiştir. 

II. Dünya Savaşı’nda sonra Rumların Enosis çabaları artarak devam etmiştir. Türkiye ise Lozan statüsünü bozmamak ve Soğuk Savaş ortamında müttefik İngiltere’nin içişlerine karışır vaziyette olmamak için adaya ilişkin gelişmelerle pek fazla ilgilenememiştir. Bu durumdan endişe duyan Kıbrıs Türkleri ise Rum girişimlerine karşı örgütlenmeye başlamışlardır.

II. Dünya Savaşından zaferle çıkılması ve On İki adaların Yunanistan’a verilmesi Enosis hayallerinin tekrar canlanmasına neden olmuştur. Yunan Parlamentosu 27 Şubat 1947’de Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi için bir karar almış ve bunu dünyaya açıklamıştır. Ve Yunan Hükûmeti adanın kendilerine verilmesi karşılığında ABD’ye ve İngiltere’ye adada üs verebileceğini açıklamıştır.
1947 yılında Kıbrıs’ta İngiltere’nin desteğiyle, adada bir Kurucu Meclis çalışması yapılmıştır. Bu çalışma esnasında AKEL, ada halkının kendi kendini yönetme yani özerk siyasal yönetim hakkının verilmesini isterken, Türkler bu fikre karşı çıkmışlardır. İngiliz Vali ise self-goverment hakkı olmayan bir anayasa taslağını tartışılmak üzere Kurucu Meclise getirmiştir. Bu durumda AKEL kurucu meclis çalışmalarını terk etmiş ve 12 Ağustos 1948’de meclis feshedilmiştir. Bunun üzerine AKEL ise İngiliz yönetimine sert tepki vererek Enosis’i desteklemeye başlamıştır. Ve böylece Rumlar adada self-determinasyon hakkını tek yol olarak seçmişlerdir. Kilise ise AKEL ile mevcut rekabetinden dolayı Enosis çabalarını arttırmıştır.
Türkiye, 1948’den itibaren Kıbrıs ile tekrar ilgilenmeye başlamış, yine de hükümet konuyu doğrudan ele almamıştır. Örneğin; 17 Aralık 1949’da Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak’ın yaptığı açıklamada, İngiltere’nin Kıbrıs’tan çekilmesinin söz konusu olmadığını, Yunan Hükümeti’nin de resmen sorunu ele almadığını ve endişeye gerek olmadığını söylemekteydi. 
1948’de ise Makaryos’un Kition Başpiskoposu olarak adaya dönmesiyle yeni bir dönem başlamıştır.  Rum toplumunun lideri olan Makaryos’un çabaları neticesinde adada Enosis faaliyetleri büyük ivme kazanmıştır. 25 Aralık 1948’da Kıbrıs’ta 15.000 Türk’ün katılımı ile Enosis karşıtı bir miting yapılmıştır. Buna karşılık 29 Ocak 1948’de ise Yunanistan Üniversite gençliği Enosis yanlısı gösteriler yapmıştır. 
21 Kasım 1949’da Rumlar Birleşmiş Milletlere Enosis için self determinasyon başvurusunda bulunmuşlardır. Ve bu doğrultuda plebisit çalışmalarına başlamışlardır. Bu esnada kilise Rum halkına plebisite katılmaları çağrısında bulunmuştur.  Türkler’in Rumların artan Enosis çabalarına karşı tepkileri ise 11 Aralık 1949’da Lefkoşa’da Ayasofya Meydanında düzenlenen mitingler ile olmuştur. Mitingden kısa süre sonra ise 15 Ocak 1950’de plebisit gerçekleşmiştir.  

2.1950-1960 DÖNEMİ TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU

1950-1960 dönemi Türk Dış Politikasında Demokrat Parti’nin etkisi görülmektedir. 7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti 14 Mayıs 1950 seçimleri ile iktidara gelmiş, 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ile iktidardan uzaklaştırılmıştır. 1950’li yıllar ile Kıbrıs Sorunu Türk Dış Politikası’nın ana konularından biri hâline gelmiştir. Demokrat Parti, Kıbrıs Meselesi’ne dönem dönem farklılaşan şekillerde politika üretmiştir. 
Demokrat Partinin yönetimde olduğu bu yıllarda Mayıs 1950-Nisan 1955 Dönemi arası Statükonun devamı niteliğinde politikalar güdülen yıllar, Nisan 1955-Aralık 1956 arası Türkiye’nin ada üzerinde hak iddia ettiği yıllar, Aralık 1959-Mayıs 1960 arası dönem ise Taksim tezinin savunulduğu yıllar olmuştur. 
Ocak 1950 plebisitinden sonra Rum kiliselerinde hareketlenmeler başlamıştır. 8 Ekim 1950’de Başpiskoposluk görevine seçilen Makaryos, Enosis faaliyetleri için yoğun çaba sarf etmiştir. Makaryos’un görevi devralmasıyla Yunanistan’da ve Kıbrıs’ta Enosis çığlıklarının sesi çok daha fazla duyulmaya başlamıştır. Bu nedenle 1950’li yıllar Kıbrıs Sorununun alevlendiği yıllar olmuştur. Bu arada 16 Şubat 1951’de Sofokles Venizelos, Yunan hükümetinin Enosis isteğini açıklamıştır. 23 Eylül 1953 tarihinde Yunan Başbakanı Papagos İngiliz Dışişleri Bakanı A.Eden ile görüşerek yeniden adanın Yunanistan’a ilhakını istemiştir. 30 Temmuz 1954’te Yunanistan’daki tüm partiler Enosis’i ulusal dava ilân etmişlerdir. 

Bu yıllar Türkiye’de ana muhalefet partisi CHP’nin tepkileri olmuştur. 10 Ekim 1953’te Genel Sekreter Kasım Gülek bir demecinde “Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili olduğunu ve Kıbrıs’ta yapılacak her değişiklikte söz sahibi olacağını” söylemiştir. Dönemin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ise 1 Nisan 1954’de TBMM’de yaptığı bir konuşmada  “Kıbrıs üzerinde Türkiye’nin de söz sahibi olduğunu, adanın Yunanistan’a verilmeyeceğini” söylemiştir. 31 Ağustos 1954’te bir açıklama yapan Menderes ise, Türkiye’nin Yunanistan’a ilhâkını hiçbir zaman kabul edemeyeceğini belirtmiştir. 

Yunan Başbakanı Papagos’un sorunu 1954 yılında Birleşmiş Milletlere götürmesiyle ise mesele uluslararası bir boyut kazanmıştır. Türkiye ise doğrudan taraf hâline geldiği sorun karşısında uluslararası sistemin gerektirdiği gibi davranmıştır. Türkiye, NATO dışında bir politika benimsememiş, yani politikasızlığı tercih etmiştir. Dolayısıyla Türkiye, Kıbrıs Sorununda İngiliz politikalarını desteklemiş, statükocu bir anlayışı savunmuştur. 
15 Aralık 1954’te BM Genel Kuruluna getirilen Yunanistan’ın self determinasyon isteği reddedilmiş, ada Yunanistan’a bırakılmamıştır. Birleşmiş Milletler’in kararından sonra Yunanistan, Kıbrıs’ın kendine verilmeyeceğini anlamış, adada terör faaliyetlerini tırmandırmaya başlamışlardır. Bunun için 1954 yılında EOKA adlı bir yeraltı örgütü kurulmuş ve örgütün başına Albay Grivas getirilmiştir. EOKA'nın kuruluş amacı; Silâhlı eylemler gerçekleştirmek, adayı Türklerden temizleyerek Enosis hayaline ulaşmaktır. Türkler ise bu örgütün saldırganlığına karşı 1957 yılında Türk Mukavemet Teşkilâtı adlı bir karşı örgüt kurmuşlardır. 
EOKA'nın kuruluş sürecine bakarsak; ilk gizli görüşmeler 2 Temmuz 1952 yılında Makaryos'un başkanlığında yapılmıştır. Bir ihtilal konseyi kurulmuş ve Enosis için gizli yeminler edilmiştir. 1954 yılından başlayarak Yunanistan hükümetinin bilgisi dahilinde adaya gizli silah sevkiyatı başlamıştır. Ve 9 Kasım 1954'te Grivas'ın adaya gizlice ayak basması gerçekleşmiştir. 1 Nisan 1955'te ise EOKA'nın ilk saldırıları Yunan Dışişleri Bakanı Stefanoplus'un direktifleriyle yapılmıştır. Amaç; önce adadan İngilizleri çıkarıp, ardından Türkleri yok ederek Enosis hayallerini gerçekleştirmektir. Fakat bir süre sonra örgüt adadan İngilizlerin gitmesini beklemeden Türklere saldırılar yapmaya başlamıştır. Makaryos'un EOKA'nın siyasi lideri olduğu İngilizler tarafından öğrenilince ise Makaryos, 9 Mart 1956'da Seyşel adalarına sürgüne gönderilmiştir. EOKA ise eylemlerinde yüzlerce Türk'ü bunun yanı sıra birçok Rum ve İngiliz'i de katletmiş, köyleri yakıp yıkmış, adadan Türklerin göç etmesine neden olmuştur. Saldırılarına 1963'te yeniden devam eden örgüt 103 Türk köyünü yakıp, insanları göçe zorlamıştır.  15 Temmuz 1974'e gelindiğinde ise EOKA B adı altında silahlarını Rumlara çevirmiş, 2000 Rum'u katletmiştir.

EOKA'ya karşı örgüt olarak kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı ise 27 Temmuz 1957'de Rauf Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısevdi tarafından Lefkoşa'da kurulmuştur. 1 Nisan 1955'ten beri adadaki Türklere saldırmaya başlayan EOKA'ya karşı Türklerde adada çeşitli mukavemet grupları oluşturmuştur. Fakat bu gruplar EOKA gibi askeri yapıda ve destekli değil, küçük, dağınık ve eğitimsiz gruplardı.  

Kısacası 1950’li yılların temel politikası olan statükoculuk ve sorunu İngiltere’nin iç meselesi olarak görme anlayışı, EOKA’nın terörü tırmandırmasıyla son bulmuştur. Adnan Menderes’in bu yıllardaki politikalarında 1952 yılına gelene kadar NATO’ya üyelik sürecindeki temkinli davranışlarının da payı bulunmaktadır.

II. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra İngiltere sorunu çözmek için çeşitli planlar yapmıştır. Bunlar sırasıyla 1947 Lord Minster Planı, 1948 Jackson Planı, 1955 MacMillan Planı, 1956 RadCliffe Planı, 1958 II. MacMillan Planı, 1958 NATO Genel Sekreteri Spaak Planı olmuştur.

İngiltere’nin 29 Ağustos 1955 tarihinde düzenlediği Kıbrıs ve Doğu Akdeniz meseleleri konusu ile Londra Konferansı’nı toplanmıştır. Konferansta İngiltere Dışişleri Bakanı MacMillan görüşlerini açıklamıştır. Konferansta Yunanistan self-determinasyon ve Enosis isteğini yinelemiştir. Macmillan İngiltere’nin Nato ve Bağdat Paktı içinde üstlendiği görevleri yerine getirebilmesi için Kıbrıs’ın tümünün İngiltere’nin elinde kalması gerektiğini öne sürmüştür.  Konferansta Türkiye’yi temsil eden dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ise ilhaka karşı çıkarken adanın Anadolu yarımadasının bir uzantısı olduğu ve adadaki Türk varlığını öne çıkaran tezleri ileri sürmüştür.  Zorlu adada statükonun korunmaması hâlinde Türkiye’ye verilmesi gerektiğini savunmuş ve ileriye dönük kendi kendine yönetim şeklini önermiştir.

Fatin Rüştü Zorlu’nun Londra görüşmelerinde iki halkın eşitliğini savunmasının ardından konferans devam ederken 6-7 Eylül olayları gerçekleşmiştir. Ve Londra konferansından bir sonuç alınamamıştır.  6-7 Eylül olayları ise Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginliğin daha fazla artmasına neden olmuştur.

Türkiye’nin konferansta ilhaka karşı çıkması sonucu İngiltere ve Yunanistan alternatif çözüm arayışlarına girişmiştir. Bu arayışların sonucu ise “taksim” fikri akıllara gelmiştir. 28 Aralık 1956’da TBMM’de bir konuşmasında Adnan Menderes Türkiye’nin çıkarlarını en iyi koruyacak çözümün taksim olacağını beyan ederek taksime olumlu yaklaştığı göstermiştir. 

Londra Konferansı sonrasında uzlaşma sağlamak isteyen İngiliz Hükümeti 1955-1956 yılları arasında Makaryos ile görüşmeler gerçekleştirmiş, ancak görüşmelerden sonuç alamayınca Makaryos’u Şeyşel Adaları’na sürgün etmiştir. Bu sürgün sonrası çatışmalar daha da şiddetli bir hâl almıştır. Makaryos’un sürgününden sonra iyice başıboş kalan EOKA eylemlerini arttırmıştır. Türk toplumu ise bu saldırılar karşısında Türkiye’ye yardım çağrısında bulunmuştur. 
Aralık 1956 ile Mayıs 1960 arası yıllar Türkiye’nin adanın taksimi tezini savunduğu yıllar olmuştur. Demokrat Parti’nin iktidarının ilk yıllarındaki politikalarında ciddi değişiklikler yaşanmıştır. Bu değişikliklerin bir nedeni de İngiltere’nin 1956’da yumuşayan politikası ile self determinasyona yanaşması olmuştur. İngiltere ilk kez self determinasyon hakkını veren bir anayasa önerisinde bulunmuştur. Bu öneriye göre 6 Türk, 30 Rum temsilcilerden oluşan 36 kişilik bir meclis kurulacaktı. Sürgündeki Makaryos ise bu önerileri yeterli bulmayarak karşı çıkmıştır. Çünkü Makaryos’un isteği sömürge düzeninin tamamen sona erdirilmesidir. Türkiye ise adanın bölünme olasılığını olumlu karşılayarak, anayasa önerisini kabul etmiştir.

28 Mart 1957 yılında Makaryos’un sürgünü sona ermiştir.  Sürgünün sona erdirilmesi ise Türkiye’nin tepkisini toplamıştır. Başbakan Menderes ise sürgün kararından dolayı Yunanistan’a verdiği demeçlerle tepkisini sert bir şekilde dile getirmiştir.

İngiltere 1957 yılından sonra peş peşe yeni plan önerilerinde bulunmuştur. 1957 yılındaki Foot Planı bunlardan biridir. Foot Planı, Makaryos’un sürgününü bitiren, Rumlar ve Türkleri eşit taraf kabul eden bir süreci planlıyordu. Türkiye ve Yunanistan bu planları kabul etmemiştir. Bu plan kabul edilmeyince Macmillan’ın yeni geliştirdiği plan devreye girmiştir. Fakat bu planda da uzlaşma sağlanamamıştır. 

1957 yılında yeniden self determinasyon ve Enosis isteği ile BM Genel Kuruluna başvuran Yunanistan’a karşı, İngiltere BM’ye başvurarak Yunanistan’ın Kıbrıs’a uyguladığı şiddet ve terörizmi şikâyet etmiştir. 26 Şubat 1957’de sorunu görüşen BM ise barış görüşmeleri çağrısında bulunmuştur. 
Planlar üzerinde bir anlaşmanın sağlanamaması üzerine Amerika Birleşik Devletleri devreye girmiştir. İki NATO üyesinin anlaşmazlığını çözmek için ABD,1958’de Kuzey Atlantik Paktı toplantısında çözüm arayışlarına katılmıştır. Bu toplantıda Türkiye taksim politikasından, Yunanistan ise Enosis’ten vazgeçtiğini açıklamıştır. Ve 1959 yılından itibaren bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması yönünde çalışmalara başlanılmıştır. 
11 Şubat 1958’de Zürih Antlaşması ve 19 Şubat 1959’da da Londra Antlaşması imzalanmıştır.  Kıbrıs Cumhuriyeti’nin doğuşu ise Londra ve Zürih Anlaşmalarına göre oluşturulan Kuruluş, İttifak ve Garanti Anlaşmalarının yürürlüğe girmesi ile mümkün olabilmiştir. Kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti tamamen bağımsız olmamakla birlikte, ek olarak yapılan Garanti Antlaşması ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğü altında özel bir statüde kurulmuştur.
Londra ve Zürih Antlaşmalarının ana hatları ise şu şekildedir; bu antlaşmalar toplumların birbirleri üzerinde egemenlik kurmalarını önleyecek şekilde hazırlanmıştır. Cumhurbaşkanı Rum, veto hakkına sahip Cumhurbaşkanı yardımcısı ise Türk olacaktır. Bakanlar Kurulu 7 Rum, 3 Türk’ten oluşacaktır. Bu doğrultuda 14 Aralık 1959’da Makaryos Cumhurbaşkanı, yardımcısı ise Dr. Fazıl Küçük olmuştur. Zürih ve Londra Anlaşmaları sonucu geçici bir hükümet kurulmuştur. Kıbrıs Anayasası hazırlandıktan sonra imzalanan Lefkoşe Antlaşmaları ile 16 Ağustos 1960 tarihinde Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti ilân edilmiştir.


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 1

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu,




Yıldız ÇELİKTAŞ


BÖLÜM 1: KIBRIS SORUNUNUN TARİHİNE BİR BAKIŞ

1.1.Kıbrıs’ın Coğrafi Konumuna ve Tarihine Bir Bakış
1.2.Adanın Osmanlı’nın Hâkimiyetine Geçmesi
1.3.Kıbrıs’ın İngilizlere Devredilmesi
1.4.Megali İdea
1.5.Filiki Eterya ve Etniki Eterya
1.6.1821 Yunan İsyanı ve Bağımsızlığı
1.7.İngilizlerin Adayı İlhâkı ve Enosis

BÖLÜM 2: 1923’TEN 1999’A TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU

2.1. 1923-1950 Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu 
2.2. 1950-1960 Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu
2.3. 1960-1980 Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu
2.4. 1980-1990 Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu
2.5. Soğuk Savaş Sonrası Dönemden 1999 Yılına Kadar Yaşanan Gelişmeler

BÖLÜM 3: 1999 SONRASI YUMUŞAYAN İLİŞKİLER VE AK PARTİ HÜKÜMETİ DÖNEMİ TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU

3.1.1999 Sonrası Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Yakınlaşma Çabaları
3.2. Annan Planına Zemin Oluşturan Doğrudan ve Dolaylı Görüşmeler
3.3. AK Parti’nin Yeni Kıbrıs Politikası, Annan Planına Giden Süreç ve KKTC Siyaseti
3.4. Referandum Sonrası ve Güney Kıbrıs’ın AB Üyeliği Ardından Adadaki Durum
3.5. Annan Planının Ana Hatları ve Kıbrıs Politikasının Şekillenişi
3.6. Tarihten Günümüze Kıbrıs Sorununun “Avrupalılaşması” ve Bu Bağlamda Yunanistan İle İlişkiler
3.7. Doğu Akdeniz’deki Yetki Alanı Sorunu
3.8. KKTC’de Lider Değişikliği: Derviş Eroğlu Dönemi

KISALTMALAR

AB: Avrupa Birliği
ABD: Amerika Birleşik Devletleri
AKEL: Emekçi Halkın İlerici Partisi (Anorthotikó Kómma Ergazómenou Laoú) 
AKP: AK Parti
AT: Avrupa Topluluğu
BDH: Barış ve Demokrasi Hareketi
BG: Birleşik Güçler
BM: Birleşmiş Milletler
CTP: Cumhuriyetçi Türk Partisi
DİSİ: Demokratik Seferberlik Partisi
DP: Demokrat Parti
GKRY: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
İKÖ: İslâm Konferansı Örgütü
KKTC: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
MEB: Münhasır Ekonomik Bölge
ÖRP: Özgürlük ve Reform Partisi
PASOK: Panhelenik Sosyalist Hareket Partisi (Panhellinion Sosialistiku Kinema)
TPAO: Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı
UBP: Ulusal Birlik Partisi
YDP(ND): Yeni Demokrasi Partisi (Nea Dimokratia)



Giriş:

Kıbrıs. Her şey kıtaların birbirinden ayrılmasıyla başladı. Tarih boyunca, yeryüzünde çok fazla stratejik önemi olan coğrafyalar çıkmıştır. Hemen her tahlilde Türkiye hattı dünya için en önemli bir kuşak oluşturmuştur. Kara, deniz hâkimiyet teorileri başta olmak üzere, her türlü değerlendirme ve teoride bizim de içinde yer aldığımız bu hat; dünyanın strateji tahtasında devletlerin gıpta ile baktığı ve büyük hesapların döndüğü bir alanın adıdır.
Kıbrıs; tarihsel arka planda kuzeyin güneyle, doğunun batıyla bütünleşmesi arasında bir üs olmuştur. Türkiye’nin tarihte iki kıta ile kurduğu köprü görevi göz önüne alındığında Kıbrıs’ın bu stratejik önemi daha da artmaktadır. Hititlerden Cenevizlilere, Venediklilerden Osmanlılara, İngilizlere kadar uzanan tarihsel arka planda Kıbrıs, ticari koridorun en önemli merkezi noktasındadır.
Bölgenin otokton halkları olan Türklerin ve Rumların çok eski tarihlere kadar götürülebilen bir aradalığı, adanın taşıdığı ticari önem sebebiyle bölge üzerinde çeşitli emelleri olan ülkelerce sömürülmüştür. 1800’lü yıllarda isyanlarla başlayan olaylar, Yunan milliyetçiliğinin yarattığı Megali İdea ile de bütünleşmeye başlayınca Kıbrıs, çok uzun yıllar acının ve savaşın coğrafyası olmuştur.
Lozan Antlaşması ile adanın İngiliz toprağı olduğu kabul edilince, Türkiye’nin stratejik hamleleri genellikle Londra ve Atina hattında gerçekleşmiştir. Kıbrıs bu süreçte, diplomasiden sıcak savaşa, isyana kısacası insana dair ne varsa her şeyle karşılaşmış ve bulunduğu yerde dünya ile entegrasyon kurmaya çalışmıştır. Lozan’daki tavrın üzerinden yürütülen mekik diplomasisi Türkiye’nin çağdaşlaşma hamleleri ve Musul sorununun arkasında kalmıştır. Buna karşın Venizelos’un Yunanistan’da göreve gelmesi ile ilişkilerin yumuşaması görülmüştür. Bu tavrın uzun süreli olmadığı, bir anlamda iki ülke arasında yalancı bahar yaşandığını söylemek, sonraki döneme bakınca zor değildir.
İngilizlerin 1960 Antlaşmasıyla Türkiye ve Yunanistan ile birlikte adada garantör ülke olmasıyla ilişkilerin boyutu daha da karmaşık hal almıştır. Makaryos yönetiminin yarattığı gerginlikle birlikte adada Türklere yönelik şiddet olaylarının artması 1970’lere kadar süregiden politikaları etkilemiştir.
Barış Harekatı olarak bilinen 1974 müdahalesi, adadaki Türkleri korumak için Türkiye’nin 1960 antlaşmasından doğan garantörlük hakkı çerçevesinde gerçekleşirken, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere dünyanın bu harekata karşı takındığı tavır izolasyonu arttırmaya yönelik olmuştur. Bu tarihten sonra diplomasi süreçleri çok daha fazla öne çıkmıştır. Kıbrıs dışında, Cenevre’de, NewYork’ta, Camp David’de, Londra’da, Ankara’da bu soruna ilişkin müzakereler yapılsa da net olan tek şey Kıbrıs sorununun hala çözümsüz olarak devletlerin önünde durduğudur. 1983 yılında Kuzey Kıbrıs’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle ada ikili devlete dönmüştür. Rauf Denktaş’ın konfederasyon önerisine karşı çıkılması çözümsüzlüğün bir politika olarak benimsenmesi algısını doğurmuştur. Avrupa Birliğinin referandum sürecinde Türk tarafına verdiği sözü tutmaması ve adanın güney kesimini birlik üyesi yapması da fiilen tecridin olduğu izlenimini kuvvetlendirmektedir.
1999'dan itibaren iki taraf arasında birçok doğrudan ve dolaylı görüşme yapılmış, bu görüşmeler Annan Planına zemin oluşturmuştur. Kasım 2002'ye gelindiğinde ise Türkiye'de AK Parti hükümeti iktidara gelmiş ve Türkiye'nin Kıbrıs Politikasına yeni bir bakış açısı getirmiştir. Değişen dış politika çerçevesinde ise Denktaş'ın konfederasyon tezinden ayrılarak Annan Planına destek vermiştir. 1 Mayıs 2004'e gelindiğinde ise Güney Kıbrıs'ın bütün ada adına AB'ye üye olmuştur.
Bu çalışmada tarihsel süreç tahlil edilerek Kıbrıs sorunun geçmişine bakılacak, 1999’dan itibaren sorun daha detaylı olarak gözlemlenerek Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetiyle beraber farklılaşan politikalar analiz edilerek, bunların Türkiye-Yunanistan İlişkilerini hangi yönlerde etkilediği değerlendirilecektir. 


BÖLÜM 1: KIBRIS SORUNUNUN TARİHİNE BİRE BAKIŞ

1.KIBRIS’IN COĞRAFİ KONUMUNA VE TARİHİNE BİR BAKIŞ

Sicilya ve Sardunya’dan sonra Akdeniz’deki üçüncü büyük ada olan Kıbrıs’ın yüzölçümü 9.251 km² dir. Ada Türkiye’ye 65, Yunanistan’a ise 965 km uzaklıkta bulunmaktadır. Jeolojik dönemin birinci zamanında Anadolu’nun Hatay Bölgesine bitişik vaziyette olan Kıbrıs, ikinci ve üçüncü zamanlarda oluşan çökmelerle Anadolu’dan kopmuştur.
Kıbrıs tarihin ilk dönemlerinden günümüze kadar jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeniyle büyük güçlerin oyun alanı olmuştur ve hâlâ da olmaktadır. Doğu Akdeniz’in ortasında bulunan ada Ortadoğu’ya yakınlığından dolayı askeri bir üs niteliğindedir.  Mahan’ın ortaya attığı Deniz Hâkimiyet Teorisi açısından düşünürsek dünya imparatoru olmak isteyen bir devlet deniz ticaret yollarına hâkim olacağı görüşü de Kıbrıs’ın önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir. 
Adanın Türkiye için önemine bakarsak; Kıbrıs, Türkiye’nin Akdeniz’e açılan bütün kapılarını kapatmakta, İskenderun Körfezi ve Mersin Limanı’nın güvenliğini sağlamaktadır. Adanın yabancı bir devletin elinde bulunması Anadolu’nun güneyini tehlikeye sokabilir ve Yunan kuşatma çemberinin tamamlanmasına neden olabilir. 
Mısır ve Doğu Akdeniz ticaret yollarının üzerinde bulunması nedeniyle ada farklı medeniyetlerin ilgisini çekmiştir. Osmanlı, 1571 yılında Kıbrıs’ı fethedene kadar ada tarihsel sırasıyla; Hititler, Mısırlılar, Fenikeliler, Asurlular, Persler, Ptolemiler, Romalılar, Araplar, Bizanslılar, Templer Şövalyeleri, Lüzinyanlar, Cenevizliler ve Venedikliler’in elinde olmuştur. 


2. ADANIN OSMANLI’NIN HÂKİMİYETİNE GEÇMESİ

Osmanlı’nın fethinden önce adada Venedikliler hüküm sürmüşlerdir. Adada yaşayan yerli halk Venedik yönetiminin ağır vergileri ve baskıları altında ezilmiş, Ortodokslar zorla Katolik yapılmaya çalışılmıştır.  
1571 Yılına gelindiğinde ise Osmanlı, Kıbrıs’taki korsanların Akdeniz’den geçen gemilerine saldırmasını önlemek için ve adanın Venediklilerin elinde olmasını kendisi için sürekli bir tehdit unsuru olarak gördüğü için Kıbrıs’ı Venediklilerin elinden almıştır. Böylelikle Kıbrıs Osmanlı’nın hâkimiyet alanına girmiştir.  Ardından Kıbrıs’ın Türkleşmesi için İç ve Güneydoğu Anadolu’dan göçler yapılmış, bu göçler 18.yy’ın sonuna kadar sürmüştür.  Bu tarihten sonra ada fiilen 307 yıl, hukuken 352 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. Süreç içerisinde Osmanlı, Venedik’in baskıları altında ezilmiş olan Rum halkına dini özgürlükleri tanınmış, Ortodoks Kilisesini yeniden bağımsızlığına kavuşturmuştur. Kıbrıs’taki bu huzur ortam Osmanlı’nın egemenliğinde 1571-1878 yılları arasında sürmüştür. Var olan barış ortamı Yunanlılar “Megali İdea” fikrini ortaya atıncaya kadar devam etmiştir. 

3.KIBRIS’IN İNGİLİZLERE DEVREDİLMESİ

18. yy’ın sonuna doğru İngiltere, Kıbrıs ile ilgilenmeye başlamıştır. Bunun nedeni 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılması ve adanın Hindistan yolu üzerinde bulunmasıdır. İngiltere’de bu fırsatı 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucu imzalanan Ayestefanos (Yeşilköy) Antlaşması sonucu bulmuştur. İngiltere, Rus ilerleyişini durdurmak için Osmanlı’ya Kıbrıs’ın kendisine devredilmesine karşılık yardım etmeyi önermiştir.  
4 Haziran 1878 tarihinde Türk-İngiliz “İttifak Antlaşması” imzalanmıştır. İttifak Antlaşması ile ada İngilizlere devredilmiştir. Antlaşmaya göre Rusya, Kars ve civarında ele geçirdiği yerleri geri verirse İngiltere’de Kıbrıs’ı boşaltacak ve yapılan antlaşma hükümsüz kalacaktı. Fakat Ruslar, Kars’ ı Türklere geri verdiği hâlde, İngilizler Kıbrıs’ı iade etmemiştir. Böylece adada 85 yıllık İngiliz hâkimiyeti dönemi başlamıştır. Rus ilerleyişini bahane ederek İngiltere çıkarları doğrultusunda adayı egemenliği altına almıştır. I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı’nın İttifak Devletleri arasında olmasını fırsat bilen İngilizler 1914’te adayı ilhak etmiştir. 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile Türkiye adadaki İngiliz egemenliğini resmen tanınmıştır.. Osmanlı adayı geçici olarak İngiltere’ye verilmişse de, İngiltere 1959’da Kıbrıs Cumhuriyeti ilân edilinceye kadar adayı elinde tutmuştur.

4. MEGALİ İDEA

Büyük Fikir, Büyük Ülkü anlamına gelen Megali İdea Fatih Sultan Mehmet'in 1453 yılında İstanbul'u fethederek Bizans İmparatorluğu'na son vermesinden itibaren oluşmuştur. Megali İdea’nın temel fikri Bizans İmparatorluğu ile Pontus Rum devletinin yeniden canlandırılması, Makedon olmasına karşın Yunanlı saydıkları Büyük İskender’in fethettiği tüm yerleri içine alan “Konstantinopolis” (İstanbul) diye bahsettikleri başkentleri ile Büyük Helen İmparatorluğunun kurulmasıdır.
1791-1796 yıllarında Rigas Ferreros isimli milliyetçi Yunanlı bir şair tarafından ilk Megali İdea haritasının yayınlanmasıyla bu harita Büyük Ülkü’nün temel belgesi hâline gelmiştir. Rumlar bu tarihten itibaren Kıbrıs'ı bir Yunan Adası hâline getirmek ve Yunanistan ile birleştirmek (ENOSİS) için çalışmışlardır. Bu çerçevede Rumlar 1878'de adanın İngiltere'nin egemenliğine geçmesini, 1914'te İngiltere'nin adayı ilhak etmesini, Birinci Dünya Savaşı sonrası yapılan Paris Barış Konferansını, Lozan'da Türkiye'nin adadaki İngiliz varlığını hukuken kabul etmesini kendileri için Megali İdea ve ENOSİS düşünceleri yönünde büyük gelişmeler olarak görmüş ve bu fırsatları değerlendirmeye çalışmışlardır.

5. FİLİKİ ETERYA ve ETNİKİ ETERYA

Megali İdea haritasında yer alan bölgelerin ele geçirilmesi için bazı gizli yeraltı örgütleri kurulmuştur. Bunlardan biri 1814 yılında Emmanuoil Ksantos, Nikolaos Skoufas ve Athanasios Tsakalof tarafından kurulmuş olan Filiki Eterya adlı gizli örgüttür.  Daha sonra örgütün başına Rus Çarı I.Alexander’ın yaveri Alexander İpsilanti’nin getirilmiştir. Megali İdea’nın hedefleri Filiki Eterya’nın programında yer almıştır.
Filiki Eterya örgütünün faaliyetlerinde kilisenin büyük etkisi bulunmaktadır.  İstanbul’daki Patrik Grigoryas’ın da üyesi olduğu örgüt kilise ile ortak çalışmış, Rumları silahlandırmış, isyan için hazır hâle getirmiştir. Megali İdea fikrinin yaşatılması ve nesilden nesile aktarılması görevini Rum Ortodoks kilisesi ve İstanbul'daki Patrikhane beraber üstlenmiştir. Bu amaçlar çerçevesinde kilise Osmanlı İmparatorluğu'nun hoşgörüsünden faydalanarak eylemlerini gerçekleştirmiştir. Kilisenin çalışmalarına büyük devletlerde destek vermiştir.
Büyük Ülkü için silahlanan Rumların önünde bir engel olarak 1788’den beri Yanya Valiliğinde olan Tepedelenli Ali Paşa bulunmaktadır. İstanbul Fener Rum Patrikhanesinin entrikaları ile Tepedelenli Ali Paşa 1820 yılına gelindiğinde ortadan kaldırılmış ve Megali İdea’nın eylem aşamasının önü açılmıştır. Ve ilk hedef olan “Yunan İsyanı” başlatılmıştır. 
Filiki Eterya’nın çalışmaları sonucu Rus Çarı’nın da desteği ile 1821 yılında Mora İsyanı çıkmış, Yunan bağımsızlığının kazanılmasından sonra Megali İdea haritası içinde bulunan toprakların ele geçirilme faaliyetleri başlamıştır.1821 Yunan İsyanı Avrupa Devletlerinin yardımları ile hedefine ulaşmış, Yunanistan’da Osmanlı egemenliği sonra ermiştir. Bu şekilde Megali İdea’nın ilk hedefi gerçekleşmiştir.
 Filiki Eterya’nın 1876’da dağıtılması sonrasında örgüt değişik şekillerde devam ettirilmiştir. Yabancı ülkelerin yardımlarını alan bu örgüt 1894 yılında Etniki Eterya adını almıştır. Etniki Eterya Atina’da Yunan ordusu içinde kurulmuştur. Temel hedefi ise Girit, Trakya ve Batı Anadolu’nun işgali olmuştur. Etniki Eterya, Girit’in ilhakı konusunda başarı elde etmiştir. 1919’da kurulan Mavri Mira adlı örgütte Etniki Eterya’nın faaliyetlerini devam ettirmiştir. 1922’de Kurtuluş Savaşı’nın başarı ile kazanılması sonucu ise bu örgüt dağıtılmıştır.

6.1821 YUNAN İSYANI VE BAĞIMSIZLIĞI

Rumlar, 1821 Mora İsyanından önce çok sayıda başarısız isyan girişiminde bulunmuştur. 1821 yılında Alexander İpsilanti önderliğindeki başarısız Eflâk ve Boğdan ayaklanma girişimlerinden sonra Mora'da isyan başlatılmıştır. Mora'da isyan fitilini ateşleyen Filiki Eterya ve beraberinde Fener Rum Patrikhanesi olmuştur. Mora isyanı Yunanistan'ın bağımsızlık kazanmasında oldukça önemlidir. Bu isyanlar sonucu çok sayıda Müslüman, hatta Ortodoks olmayan Hristiyanlar katledilmiştir. 
Yunanistan'ın uyguladığı yayılmacı politikalar Kıbrıs'a barış yüzü göstermemiştir. Yunan isyanından sonra Kıbrıs içerisinde milliyetçi çevreler kilise ortaklığında isyan hazırlıklarına girişmişlerdir. Filiki Eterya'nın liderlerinden Konstantin Kanaris 1821'de Kıbrıs'ta isyan propagandası yapmış, Yunanistan isyancılarına götürmek üzere Kıbrıs'tan para, silah ve yiyecek desteği almıştır. Ayaklanma hazırlığı çalışmalarını ayrıca Başpiskopos Kiprianos'ta kiliseleri silah deposuna çevirerek, kilise mensuplarını kışkırtarak destek olmuştur. Fakat Ayanni köyündeki bir Rum'un Osmanlı Valisi Küçük Mehmet Paşa'ya ihbar mektubu ile isyan ortaya çıkmıştır. Mehmet Paşa ise isyanı başlamadan bastırmış, Başpsikopos ve isyancıları idam ettirmiştir, bazılarını ise sürgüne göndermiştir. Paşa'nın sürgüne yolladığı bazı isyancılar Roma'da toplanarak 1821 yılı sonlarında İlk Enosis bildirisini yayınlamışlardır. Bu bildiri ile Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı için Hristiyan Krallara yardım çağrısında bulunmuştur.
 1821-1829 yılları arası süren isyanlar sonucu Yunanistan Osmanlı'dan ayrılarak bağımsızlığını kazanmıştır. Yunanistan’ın bağımsızlığı sonucunda Megali İdea Yunanistan’ın açık ve milli bir politikası olarak dile getirilmeye başlanmıştır. Yunan Başbakanı Ioannis Kollettis 15 Ocak 1840’ta Mecliste yaptığı konuşmada“ Hedefimiz, Türkleri Avrupa’dan söküp atmaktır”.sözlerinde açıkça ortaya koymuştur.


7.İNGİLİZLERİN ADAYI İLHÂKI ve ENOSİS

Enosis, ilk Megali İdea haritasının 1796 yılında yayınlanmasıyla beraber Kıbrıs'ı bir Yunan Adası hâline getirerek Yunanistan ile birleştirmek ülküsüdür.
1571-1878 yılları arasında tam 307 yıl boyunca Müslümanlar ve Rumlar Osmanlı yönetiminde barış içinde yaşamışlardır. Fakat Megali İdea iddiaları ile Osmanlı’nın zayıflaması ve Yunan bağımsızlığı sonucu Kıbrıs’ta Megali İdea ve Enosis faaliyetleri hız kazanmıştır.
 Adanın 1878 yılında İngilizlere devredilmesi ile adadaki Enosis faaliyetleri daha fazla hız kazanmaya başlamıştır. Bunun bir nedeni de İngilizlerin Yunan dostluğu ve bağımsızlığına sempati ile bakması olmuştur. 
Adanın kiralanmasıyla beraber Türkler ve Rumlar arasında çatışmalar yaşanmış, Yunanistan’ın tahrikleriyle ilhak faaliyetleri artmıştır. Hatta Rumlar İngiltere’nin Ege adalarını olduğu gibi Kıbrıs’ı da kendilerine vereceğini düşünerek adaya gelen İngiliz Yüksek Komiserini sevinçle karşılamışlardır. 
 Adada yaşayan Türk halkı ise adanın Yunanistan’a verilmesinden endişe duymaktaydı. Bu nedenle İngiliz yönetiminde itibaren adadan Türkiye’ye çok sayıda göç hareketleri oldu. Bugünkü adadaki Rumların nüfus fazlalığının da nedeni budur. 
Yunanistan ile Rumlar, Enosis doğrultusunda ellerine geçen her fırsatı değerlendirmeye çalışmışlardır. Bunlardan biri de 1878 anlaşmasını feshederek, 5 Kasım 1914 yılında Kıbrıs'ın İngilizler tarafından tek taraflı ilhakıdır. I.Dünya Savaşı başladıktan sonra Osmanlı'nın Almanya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu'nun yanında savaşa girmesi üzerine İngilizler adanın tek taraflı ilhâkını gerçekleştirmişlerdir. Türkiye’nin bu ilhâkı tanıması ise 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile mümkün olmuştur. 
Böylece ada İngilizler’in mülkü hâline gelmiştir. İlhâktan hemen 3 gün sonra Başpiskopos, İngiliz Yüksek Komiserine bir mektupla Enosis isteklerini ve İngiliz yönetiminden memnunluğunu dile getirmiştir. Hatta coşku ile Türkleri taciz edici hareketlerde bulunmuşlardır.  Rumlar, Kıbrıs’ın ilhâkını Enosis yolunda atılan ilk adım olarak görmüşlerdir ve son adım ise kuşkusuz adanın Yunanistan’a katılması düşüncesi olacaktır. 
Rumların tutumları doğrultusunda adadaki Türk halkı yaşananlardan oldukça fazla endişe duymuşlardır. Bu endişe nedeniyle Kadı Efendi, Müftü Efendi, Evkaf Murahhası İrfan Bey, Kavanin Meclisi üyesi Mehmet Şevki Bey Türk halkı adına endişelerini bildiren ve Enosis’e karşı güvence talep eden bir mektup ile İngiliz Yüksek Komiserine başvurmuşlardır. Mektupta adanın Yunanistan’a bağlanmasının nasıl bir felakete yol açacağını anlatılmıştır. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***