Emine Ülker Tarhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Emine Ülker Tarhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Eylül 2018 Pazar

BİR İHTİMAL DAHA VAR!

BİR İHTİMAL DAHA VAR!
SERDAR ANT
5.7.2014
İşçi Partisi, Aydınlık ve Ulusal Kanal çevresinin Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan, İhsanoğlu ve Demirtaş’ın dışında Cumhuriyetçi, laik ve demokrat güçlerin tercih edebileceği bir üçüncü aday çıkarmak için son dakikaya kadar mücadele ettiği biliniyor. Bu bağlamda CHP içinden bazı milletvekillerinin de desteğiyle Emine Ülker Tarhan’ın adaylığı gerçekleştirilmeye çalışıldı, ama aday olmak için gerekli olan 20 milletvekilinin desteği sağlanamadığından bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Dolayısıyla Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı yarışı bir “BOP eş başkanı”, bir “Osmanlı hayranı İslamcı” ve bir “bölücünün” arasında olacak ne yazık ki…
Peki, Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçler ne yapacak? Her şey bitti mi artık?
Örneğin Cumhuriyetçi güçler de 4 Temmuz akşamı Can Ataklı’nın Ulusal Kanal ekranlarından yaptığı gibi, isim vermeden, ama diğer bütün seçeneklerin olmazlığını vurgulayarak sonunda Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vereceğini mi ilan etmeli?
Cumhuriyetçi güçlerin kendilerine dayatılan Ekmeleddin İhsanoğlu seçeneği karşısında Can Ataklı gibi boyun eğmek dışında başka bir seçenekleri yok mu gerçekten?
Bu soruya bir yanıt vermeden önce, bir an için seçime Cumhuriyetçi güçlerin de bir adayla katıldığını varsayalım. Örneğin bir an için, Emine Ülker Tarhan’ın aday olması için gerekli olan 20 milletvekilinin imzasının elde edildiğini ve Tarhan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimine 4. aday olarak katılma hakkını elde ettiğini düşünelim.
Peki, o zaman ne olacaktı?
10 Ağustos günü, sandık başına gidecek ve Emine Ülker Tarhan için oy kullanacaktık. Amaç, Emine Ülke Tarhan’ın Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan daha fazla oy alarak ikinci tura kalmasını sağlamak ve böylece ikinci tur oylamada Erdoğan’a karşı Cumhuriyetçi oyların toplanacağı bir direniş cephesi yaratabilmekti. Emine Ülker Tarhan’ın adaylığının tartışıldığı günlerde, Erdoğan’ı durdurabilmenin tek formülü olarak, özelikle Doğu Perinçek tarafından savunulan görüş bu değil miydi?
Bugün artık kesinleşti ki Cumhurbaşkanlığı seçimi sadece üç adayın katılımı ile yapılacak ve ne yazık ki bu stratejinin uygulanması mümkün değildir. Ama her şey yine de bitmiş değil.
Eğer Emin Ülker Tarhan seçime aday olarak katılsaydı, sandığa gidip onun birinci turda en çok oy alan iki adaydan biri olması için oy kullanacak olanlar, bence bugün de hâlâ bir şeyler yapabilirler. 10 Ağustos günü, yine sandığa gider ve BOŞ OY kullanırlar! Kısacası biz Cumhuriyetçi, laik demokrat güçlerin Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayımız “BOŞ OY” olur!
Mesela bu şekilde davranılacak bir seçimde birinci tur sonunda şöyle bir sonuç ortaya çıkarsa bu nasıl yorumlanmalıdır?
ERDOĞAN: % 45
İHSANOĞLU: %22
DEMİRTAŞ: %7
BOŞ OY: %26
Bu durumda yasal olarak ikinci tur oylamaya Erdoğan ve İhsanoğlu katılma hakkını elde ederler. Ama birinci tur öncesinde Cumhuriyetçi, laik ve demokrat güçlerin birinci tur oylamada sandığa gidip BOŞ OY kullanacaklarının propagandası iyi yapılırsa, şu açık bir şekilde görülecektir ki, yasal sonuç ne olursa olsun bu, toplumsal gerçeği yansıtmamaktadır.
Böyle bir davranış tarzının iki sakıncası vardır: 
Birincisi, açıktır ki hukuksal sonuç almak olanaklı olmayacaktır.
Yani en nihayetinde ikinci tur oylama yine Erdoğan ile İhsanoğlu arasında olacaktır.
İkincisi de bu biçimde BOŞ OY kullanmak amacıyla sandığa gidip bir anlamda gövde gösterisi yapılsa bile, bu davranış en sonunda bu düzmece seçime, bu danışıklı dövüşe bir tür hukuksal geçerlilik, bir meşruiyet kazandıracaktır.
Ne var ki bu olumsuzlukların yanında elde edilecek bir kazanım vardır ki,
bence ilk iki sakıncayı dengeler.
Eğer Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda BOŞ OY’ların sayısı en azından sıralamada ilk iki arasında yer alırsa, başka bir anlatımla BOŞ OY’lar Ekmeleddin İhsanoğlu’na verilecek oylardan daha çok olursa,  o zaman bu ülkede Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçlerin hâlâ var olduğu; bu tür düzmece seçimlerle, dayatmalarla Cumhuriyeti tasfiye etme girişimlerine kimsenin meşruiyet kazandıramayacağı bütün dünyaya gösterilmiş olur.
Böyle bir seçenek Can Ataklı gibi, en sonunda boyun eğip “ne yapalım başka yapacak bir şey yok ki?” demeye getirerek üstü kapalı bir şekilde Ekmeleddin İhsanoğlu için destek vereceğini açıklamaktan çok daha onurlu ve çok daha işlevseldir.
Bu önerdiğim seçeneğin daha radikal olanı, hiç sandığa gitmemek ve seçime katılım oranını en azından yüzde 70 altına düşürmektir. Bu ikinci seçeneğin daha az göze batıcı ve ses getirici olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, eğer kitlesel olarak yapılabilirse ve sonunda boş oylar en azından % 20’ler düzeyine çıkarılabilirse, sandığa gidip BOŞ OY kullanmanın da aslında Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçlerin sesini duyurması için etkin bir yol olduğu açıktır.
Ayrıca böyle bir seçenek, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında gündeme gelecek CHP Olağanüstü Kurultay’ında Cumhuriyeti güçlerin elini güçlendirecek, Kılıçdaroğlu ve ekibinin tasfiyesini daha da kolaylaştıracaktır.
Kısacası, her şey bitmiş değil. Mücadele son dakikaya kadar sürmelidir. Hele ki sözkonusu olan Cumhuriyet, laiklik ve demokrasi mücadelesi ise umutsuzluğa kapılmak, teslim olmak asla düşünülmemelidir.
Ne güzel diyordu Nazım:
Mesele esir düşmekte değil,Teslim olmamakta tüm mesele…
SERDAR ANT5.7.2014

***

1 Aralık 2014 Pazartesi

ANADOLU PARTİSİ KONGRESİ TOPLANDI




ANADOLU PARTİSİ KONGRESİ TOPLANDI


Anadolu Partisi kongresiyle filli demokratik halk mücadelesi başladı.



Anadolu Partisi kongre yapıyor


Emine Ülker Tarhan liderliğindeki Anadolu Partisi, kurucular kurulu kongresini bugün gerçekleştirdi. Emine Ülker Tarhan Genel Başkanlığa seçilirken, birçok ilin  başkanları ve yönetim kurulları da belirlendi.İşte Emine Ülker Tarhan’ın konuşması;
“Değerli arkadaşlarım, Anadolulular, Trakyalılar… Kurucular kurulu toplantımıza, Anadolu Kongresi’ne hoşgeldiniz.
Zorlu geçen bir tarihsel süreçte, dünyanın bu en cennet ve bazen de cehennem olan bölgesinde, Anadolu’da yaşamanın, ona ait olmanın, mutluluğunu ve bazen de hüznünü yaşıyoruz.
Verilen kutlu mücadelelerin ardından tutunduğumuz son vatanımız Anadolu’nun şefkatli toprakları, yaşadığımız zaman diliminde, vicdansızlıklara, sömürüye, kutuplaşmaya zemin oldu.
Bir zamanlar, darbeciler bütün dayanışma deneyimlerini işkenceyle, cezaeviyle, sürgünle, ölümle cezalandırıp, faili meçhulleri uygulamış, bu yolla bir sağır ve dilsizler toplumu yaratmışlardı.
Bugün bizi yönetenler de benzer hukuksuz susturma teknikleri uyguladılar. Cezaevleri muhaliflerle doldu. Basılmamış kitaplar imha edildi. Zalimleri kutsayan kitle iletişim araçları, demokrasiye karşı kurulmuş sözde demokratik kurumlarıyla bir sessizler toplumu yarattılar. Buna karşı duran gençler sokakta öldürüldü.
Bununla yetinmediler, kendi mülkiyet haklarına diğer bütün hakları feda ettiler. Ağaç kesip beton diktiler. Yeşile savaş ilan ettiler. Çalmayanı cezalandırıp, çok çalanı ödüllendirdiler. Yalnızca biat edene ifade özgürlüğü ‘bahşettiler.’
Bu toprakların eşsiz devrimlerini, aydınlanmasını düşman gösteren bir sistem yarattılar. Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetir görünüp, sultanlığa göz kırptılar. Onlar, gösterişli saraylarını donatırken, masumlar yerin yedi kat altında can verdi.
Bizim, bu sistemi bir kadermiş gibi kabul edeceğimizi sanıyorlarsa yanılıyorlar. Biz böyle bir sistemin dekoratif malzemesi olmayacağız. ‘İleri demokrasi’ dedikleri ve halkın yaratıcı enerjisini zincirledikleri bu şeyin adı demokrasi değil.
Biz, sesi olmayanların sesinin ortaya çıkmasına yardımcı olmak isteyenler, Anadolu Partisi’ni kurduk. Gökkubbe altında yaşadığımız sürece, ismindeki Anadolu, resmindeki Trakya’nın değer ve kazanımlarından beslenecek, gösterişe karşı sadeliğini, kutuplaşmaya karşı engin hoşgörüsünü koyup, gücünden ilham alacağız.
‘Yeşil bir ağaç gibi gülen, merasimsiz ağlayanların’ yurdu Anadolu’nun ve Trakya’nın birliği ve aydınlık yolu yolumuzdur. Evet partimiz Anadolu Partisi bu düşünceyle kuruldu.
Ülkemiz kritik bir eşikteyken kurduk Anadolu Partisi’ni. Halkın umutsuzluğu had safhadayken. Çünkü seçim yapılsa da sonuç hiç değişmeyecek gibi hissediyorlar artık.
Son seçime baktığımızda tıpış tıpış söylemine nasıl karşılık verdiğini gördük. Bu sonuç sadece AKP ile açıklanamaz. Toplumsal muhalefet var ancak siyasal muhalefetten fayda yok.
Gezi’yi hatırlayın. Partisi yoktu. Hatırlayın, AKP’nin baskılarına karşı vicdanı olan her kesimden insan sokaklardaydı. O gün korku duvarlarını yıktılar. Sonuç aldılar mı, aldılar. Oraya Topçu Kışlası yapılamadı.
Ama siyasal muhalefet bunu başaramadı. Haftalık grup toplantılarına sıkışıp, iktidarı besledi. Kim istemez böyle muhalefeti.
İnsanlar bir çıkış arıyor. İşte bir çıkış yolu bulma arayışından doğdu Anadolu Partisi. Türkiye’nin sürüklendiği uçurumun farkındalar. Bunu gidermek, geleceği yeniden inşa etmek için onların talebiyle doğdu Anadolu Partisi. İktidar ve muhalefetin birlikte büyüttüğü kabusu defetmek için.
Yüzyıllardır bu ülkenin hırpalandığını gördükleri her anda bu erkekler ve kadınlar, gençler onu canlı tutma cesareti bulmuşlardı. Yine buldular. İşte bu yüzden burdayız. Birilerinin birşey yapması gerekiyordu. Bu da sadece siyasi bir örgütlenme ile mümkündü.
Tek tek yakılan ateşler, çiseleyen bir yağmura bile dayanamaz. Oysa yangına dönüşen bir halk ateşini söndürmeye okyanuslar yetmez. Bakın Anadolu’nun gençlerine, o ateşi göreceksiniz.
Önümüze çıkacak engellerin farkındaydık. Medyanın kapılarını kapatacağını biliyorduk ama farketmezdi. Bakmayın kenardan eleştirenlere, onlar için doğru yapılan her hareket yanlıştır.
Hele halkın çocukları bir şey yapmaya görsün, hemen parmak sallamaya kalkışırlar. Anadolu’nun gücüne, halkın enerjisine güvenmeyenler, dün de böyle demişlerdi, bugün de.
1919 yılında umutsuz bir imparatorlukta, işgale boyun eğmeyen Mustafa Kemal’e Refik Halit şöyle yazmış: ‘Anadolu’da bir patırtı, bir gürültü, kongreler, beyannameler filan….
Sanki birşey yapabilecekler… Blöf yapmanın sırası mı şimdi?
Hangi teşkilatın, ne gücün var? Bu ne hayal! Kuzum Mustafa sen deli misin?”
Sonuç; o deli dediği adam Kurtuluş Savaşı’nı kazanıp Cumhuriyeti kurmuştur.
Zübeyde Ana’nın oğlu ufkun ötesini görmüş, kimin ufkunun dolduğunu da göstermiştir. Anlattığım hikaye bir karşılaştırma değil asla, ama açık bir öykünme.
Yaptığımız şeye, buna ne derseniz deyin, politik değişim arzusu, meydan okumak, ne derseniz deyin.
Bakın arkadaşlar, sevgili kardeşlerim, dünyadaki başka hiçbirşey, hiçbir ordu, hiçbir güç, zamanı gelen bir düşünceden daha güçlü olamaz… Zamanı gelen o düşüncedir Anadolu Partisi. Gücünü zamanın ruhundan alır.
Diyelim ki, hayal görüyoruz, diyelim ki hayal ediyoruz. Söyler misiniz bunu yapmamıza hangi güç engel olabilir? Heyecanımızı kim zaptedebilir?
Burayı asla zaptedemezler. Çünkü burada Anadolu var, burada Cumhuriyet var. Ve buradan ilan ediyorum ki, burada hiçbir şey sıradan olmayacaktır.
Bize soruyorlar; ‘neye güveniyorsunuz, ne yapabilirsiniz?’ diye… Hâlâ göremiyorlar, hâlâ duyamıyorlar, hâlâ anlayamıyorlar… Anadolu’nun, cumhuriyetin kızlarına-oğullarına, bize ‘tıpış tıpış’ değil, sevgiyle, coşkuyla koşan milyonlara güveniyoruz.
Eşitlik, adalet, kardeşlik ve özgürlük yeniden hatırlansın istiyoruz. Sömürüsüz bir toplum istiyoruz.
Anadolu Partisi’nin çizgisi birleştirmektir. Ayrışarak küçülen bir Türkiye’de değil, birleşerek büyüyen bir Türkiye’de iktidar olmak temel hedefimiz. Bizim kuruluşumuz yeni bir halk hareketi, Anadolu Kongresi’yle işte tam buradan başlıyor.
Arkadaşlar, her tür saldırıya hazır olun. Çünkü korkuyorlar. Ama sermayeniz yüreğinizse eğer mesele yok demektir. Ve unutmayın, elleri çok, ama çok kirli olanların bizi elimizi yıkamaya davet etmelerine asla izin veremeyiz.
Kabul edin artık, yıllar yılları kovaladı, olmadı. Mevcut muhalefet iktidar olamıyor. Hele cumhurbaşkanlığı seçimine bakın durum içler acısı.
Bunun nedenini artık biliyorum. Belki hepsi birden dilimi kesmek isteyecekler ama ben doğruyu söylemeye devam edeceğim.
Bu gün siyasette sanki gizli bir koalisyon var. İktidar ve ana muhalefet partisi kontenjanı ve diğerleri. Mutlak hükümdarın altında majestelerinin hükümeti ve majestelerinin muhalefeti.
Muhalefet, iktidar ne söylerse peşinden gidiyor. Siyaset çözüm alanı değil, sorun haline gelmiş, tıkanmış. Halka dayanırlığını yitirmiş. Bize dayatılan birer yönerge, tebliğ ve usul olmuş sanki.
Üstelik, bakın, keşke bize karşı hergün atıp tutanlar, küçük bir matematik hesabı yapsalar. Mevcut seçim sistemine göre; meclis’e 3 parti girmesi halinde 1. Parti tek başına iktidar oluyor. Bir parti daha olursa tek başına iktidar olamıyor.
Cumhurbaşkanı adayı ile tarihe geçip, bir cumhuriyet karşıtına cumhurbaşkanlığını hediye edenler yine hesap hatası yapıyorlar.
Birileri tüm sorumluluğu paralele yüklüyorsa, birileri de şezlonglara, istihbarat servislerine yüklüyor. Kirli komplo teorilerine sarılıyor. Korkakça karınlarından konuşup, MİT’ti şuydu buydu deyip akılları sıra ortalık bulandırıyor.
Cesareti olan kapı arkasından konuşmaz, çıkar ne biliyorsa anlatır. Kirli siyaset yapmaz. Çamur atmaya kalkışacaksınız ha… Yok öyle yağma… Adam gibi çıkar ne biliyorsanız söylemezseniz korkak ilan edilirsiniz.
Unutmayın, kimsenin, hiç kimsenin icazetine ihtiyacımız yok. Küçümsediğiniz bu halkın oğulları, kızları kendi başına birşey yapamaz mı sandınız? Soruyorum, madem birşey yapamayız, niye hergün bizden bahsediyorsunuz. Bu kadar mı korkuyorsunuz? Anlayın artık, size benzemiyorum ben, biz.
Ben bunları söylediğimde, benim yıllanmış bir siyasetçi olmadığımı filan söylüyorlar. Evet ‘yıllanmış siyasetçi’ demek deneyim demekse, öyle değilim. Ama bunu söyleyenlere göre bakıyorum, ceket iliklemekten parmakların yorulmalı ki yıllanmış siyasetçi sayılasın. Oysa ben böyle yıllanmak istemiyorum ki.
Siyasetin gençleşmesi, ben görevimi yaptıktan sonra, yerimi bir an önce genç bir adama, ya da kadına bırakmak çok daha umut verici.
Siyaset nedir onlara göre bilinmez. Ama benim siyasetle tanışmam epey de eski sayılır.
Siyasi yaşamım; dünkü çocukken, babam Ali Usta’nın çalışmaktan şişmiş, yara olmuş ellerini iyileştirmeye çalışırken başladı.
Ülkemin yollarında, keşifler yaptığım dağlarında, köylerinde gelişti. O toprakların ve insanların birikimleri üzerine inşa edildi.
Tozlu yollarında, köy minibüslerinde, 2 göz oda evlerimizde, kapı komşularımda tanıdım her birini. Güzelliklerini yüreğimde biriktirdim. Kendimi onlara karşı borçlu hissettim. Hala o borcu ödemenin telaşı içindeyim.
Kocaman bir hazine sandığı olan Anadolu’nun mücevherleriydi her biri. Nar taneleriydi. Beni ben yapan değerlerin parçasıydı her biri. Her birine teşekkür ederim.
Ben olağanüstü bir hatip değilim. Ben kurnaz bir politikacı hiç değilim. Sadece haksızlıklara karşı dik durmayı, bu topraklara layık olmayı istedim. Kötü olana sıradan olana alışmak istemedim. Adaletsizlikle mücadele ettim. Çünkü adaletsizlik cinayetten farksızdır. Adalet cellatların eline düşünce iş başa düşmüş, ben de yollara düşmüştüm, hatırlayın.
Şimdi de biz siyasette oyun kuralları değişsin, bir maskeli balo olmaktan çıksın istiyoruz. Artık dini de, bu topraklardaki herkesin kahramanı olan Atatürk’ü de, Cumhuriyeti de kendine aitmiş gibi istismar edenlerin maskeleri düşsün istiyoruz.
Mustafa Kemal’in ülküsü sadece sözden, heykelden, biçimden ibaret olmasın istiyoruz. Ülkesinde öteki gibi yaşamak istemeyen çok insan var, bunu biliyoruz. Onlar sahipsiz kalmasın istiyoruz.
Siyasetin ilkeli ve ahlaklı yapılmasını istiyoruz. Sloganlarla, hamasetle, komplo teorileriyle değil. Masaya yumruk vuranlardan, ‘yalancıdan başbakan olmaz’ deyip sonra susmak zorunda kalanlardan, cumhuriyeti kurultaydan kurultaya hatırlayanlardan olmayacağız.
Bu maskeli baloyu değiştireceğiz, bu rant düzenini demokratik yollardan, sandıkta yıkacağız. Söylemiştim, çünkü biz sandıkları kadar az değiliz… Toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokuz.
Değerli dostlarım, arkadaşlarım!
Biraz geriye dönüp baktığımızda, ülkemizin, son yüzyılda büyük bedeller ödediğini görüyoruz. Kuma kanla yazılan haritalarla sınırlar değişti. Bugün, tarihi tekerrür ettirmek isteyenler kimin silah verdiği belirsiz IŞİD ile bizim savaşmamızı istediler.
Hükümet, çıkarttığı tezkereyi ateşten top misali ne yapacağını bilemedi. İmdadına muhalefet yetişti. Bir de baktık ki, mehmetçiğin çevresinde türlü düşmanların konuşlandığı bir yere girip, IŞİD’i hızlıca yok edip yine hızlıca dönmesi için dahiyane bir mini tezkere önerisinde bulunuldu bir basın toplantısıyla. Şaka gibiydi… Neyse…
Evet o kuma çizilen haritalardan kurtarabildiğimiz vatan toprağının adı Türkiye Cumhuriyeti oldu. Varolma sürecinde hatalar da yapıldı. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, herşeye rağmen, çağdaşlaşma projesini yürüttü. Kalkınmasını üretime dayandırdı. Kadını toplumsal yaşamın dokularında var kıldı.
Eksikleri var mıdır, vardır. Bana göre devrim tamamlanamamıştır. Ancak kurucu iradenin ne denli haklı olduğu, sınırlarımızın ötesine bir göz atınca anlaşılıyor.
Elleri birbirlerine zincirlenerek cariye pazarında satılan kız çocuklarını izledik. Bunlar sınırlarımızın hemen ötesinde gerçekleşti. Ezidiler, Kürtler, Aleviler, Sünniler topraklarından sürüldü. Birlikte yaşama iradesi yok edildi.
Bize döndüğümüzde ise bugün hâlâ elimizde olan kör topal bir seçimli demokrasi, hoyratça tartaklansa da bir yargı sistemi, kağıt üstünde de olsa kadın erkek eşitliği var hâlâ.
Şimdi bunları önce korumak, sonra geliştirmek zorundayız. Ülkemizi bulduğumuzdan daha iyi bir yer haline getirmek zorundayız. Bizi yaratan ruha sadakat ortak amacımız kimseyi terketmeyeceğiz, kimseyi unutmayacağız. Kimin ne giydiğiyle değil yoksulluktan ne giyemediği ile ilgileneceğiz.
Güçlenmek, güvenle, işbirliği ve dayanışmayla güçlenmek. Sadece parayla değil. Güçlü kadın, güçlü gençlik, inançlı ve mücadeleci. Üretenlerin lehine işleyen ekonomik sistemi yaratmalıyız.
Ekonomide, artık satılacak şey kalmadı. Satarken kirli rantlara, kişisel menfaatlere bulaştıkları anlaşıldı. Yakalanmamak için ne kanun kaldı değiştirmedikleri, ne tek bir polis müdürü. Arkalarına aldıkları güdümlü adalet sistemiyle, kendilerine mutlak dokunulmazlık sağladılar.
Oysa, adaletin sembolü terazidir, bukalemun değil. Bize yetki verildiğinde, kirli ilişkileri tek tek ayıklanacak; karanlıkların prenslerine karşı topyekun bir mücadele verilecektir.
Arkadaşlar…
Anlatıyorum, biraz da muhalefet yüzünden Türkiye bu duruma geldi. Ama muhalefet bizim ne hedefimiz ne de umurumuz. Asıl amaç iktidar. Bu yolda biz günebakan gibi güneşe dönecek ve yürüyeceğiz.
Bunun için burada toplandık ve buradan Anadolu’ya, Trakya’ya dağılacağız. Nafile toplantılarla zaman kaybetmeyeceğiz. Bu partiye giren herkes bir liderdir. Herkes kendisinin lideri, halkının iradesi, partisinin de neferidir.
Siyaset yorgunları ile yola çıkmadık. Herkes oturduğu koltukta sağına ve soluna baksın: yeni yüzlerle karşılaşacaktır. Var olduğumuzu Türkiye ile göstereceğiz, adının arkasına gizlenenlerle değil… Böyle bir ekiple yola çıktığım için onur duyuyorum. Başaracağız. Kırmadan, dökmeden ve en önemlisi hiç yılmadan.
Bize ‘siz nesiniz?’ diyorlar. Biz bu ülkenin yıpratılan değerlerini onarmak için yola çıktık.
Özgürlüğünü yitirmiş, ulusal hassasiyetleri çiğnenmiş, ekmeği elinden alınmış, madenlerde ölüme mahkum edilmiş, caanım zeytin ağaçları kesilmiş, 12 yılın sonunda bir karanlığa mahkum edilmiş milyonlara yakın hissediyoruz kendimizi. İktidar tarafından yaşamları, muhalefet tarafından umutları elinden alınmış herkestir; Anadolu…
Herkes kendini bir kalıba sokuyor. Birileri kendine ‘muhafazakar demokrat’ diyordu hatırlayın. Neyi muhafaza ettiğiniz önemli tabi. Yağma düzenini muhafaza etmek onlarınkisi. Cumhuriyet değerlerini, ulus devleti, kadın erkek eşitliğini, emeğin kutsallığını, doğal kaynaklarımızı muhafaza etmek bizimkisi. Yolsuzluklarla mücadele, yenilenebilir enerji sistemlerine bakış…
Eğitimse mesele, biz devrimciyiz.
Betona karşı yeşili, termiğe karşı zeytin ağacını, HES’e karşı dereleri savunmaksa, çevreciyiz.
Kültürlere saygı, çoğulculuksa eğer, demokratız. Ama elbette ve sonuna kadar cumhuriyetçiyiz.
Ülkemizin geleceği için mücadele etmek istiyoruz. Biz bunu söyledikten sonra dileyen yurtsever desin, dileyen özgürlükçü, dileyen ulusalcı desin, dileyen vatansever.. Yeter ki vatan haini ya da hırsız demesin.
Bize, ‘ülkeyi değiştirdik’ diyorlar. Değişimin gizli gündemle yapılması o toplumu bir kötüye mahkum eder. İşte etti. Bu kurgu, toplumu kutuplara ayırır. İşte ayırdı. Hatırlıyor musunuz ‘%50’yi evinde zor tutuyorum’ sözleri ne kadar da tehlikeliydi… 12 yılın sonunda kendini kırgın, öfkeli, mutsuz hisseden milyonlar yaratıldı.
Evet değişiyor. Tek millet değil iki millet var artık. Pastanın yarısını yiyen yüzde onluk zengin millet ile kalan yarısını yiyen yüzde doksan yoksul millet. Birileri hep zengin, birileri daimi fakir. Bir tarafı hep kazanmış, diğer tarafı hep yenilmiş bir millet.
Evet değişiyor, Türkiye bölünüyor değerli kardeşlerim, Türkiye bölünüyor…
Sadece duygularımızdaki bölünmeden, şiddet ve terörün bizi bölmesinden sözetmiyorum.
İşli işsiz, zengin, yoksul, imam hatıpli ya da değil, Türk, Kürt, Boşnak, Arap, Gürcü, diye bölünüyor… Ha bir de kadın erkek diye bölünüyorlar, buna engel olmalıyız. Yoksa bu çatışmalar ülkenin enerjisini bir ruh emici gibi tüketecek.
Evet değiştik. Her 5 gencinden 1’inin işsizlikle boğuştuğu, açlık sınırının altında bir asgari ücret anlayışı varken, yüzlerce işçimiz yeraltında can verirken, yerüstündeki şaaşalı kaçak bir sarayı donatabiliyorlardı. Bütün saraylar aynı hızla kirleniyor belki ama birinciliği kesinlikle bu Aksaray’a vermişlerdir eminim.
Eğitimde OECD ülkeleri arasında sonuncuyuz. Gençler, maaşlarının dörtte birini vergi olarak verecekleri bir işe girmek için kariyerlerini çoktan seçmeli sorulara bağlıyorlar. Sonra da kazandıklarının 4 katı borç altına girerek yaşamaya çalışıyorlar.
Evet değişti bazı şeyler. Sendikal ve siyasal etkinlikler bugün suç. Toplanma özgürlüğü kaldırıldı. Düşünmek yasak.
Evet değişti. Güneydoğu ayrı bir devlet gibi. Türk bayrakları indiriliyor, vergi topluyor, güvenlik kuvveti kuruyorlar.
Sorun kültürel haklar mı, toprak mı bunun tahlilini daha yapamamış, silahlarını bırakmamış bir terör örgütüyle sanki tüm Kürtlerin tek temsilcisiymiş gibi masaya oturmuş eveleyip geveleyen bir hükümet. Bu Kürtlere çok büyük haksızlıktır.
Değişti evet, yakın bir savaş tehlikesi yaşıyoruz. Teröre destek söylentileri ayyuka çıkmış. Ayağını ancak sığ sularda ıslatabilenler ‘derinlik stratejisi’nde vurgun yemişler.
Sınırlarımızı milyonlarca mülteciye açmak zorunda kalmışız. Savaş tehlikesi yaratan, teröre destek olmakla yaftalanan dış politikanın mimarı sanırım sadece bizde iş bulabilirdi. Üstelik başbakan olarak.
Bize ‘zenginleştik’ diyorlar, evet, zenginleştiler, onlar. İktidar ve onun gölgesinde yatanlar.
‘Başardık’ diyorlar, ağaç kesip beton atmaksa başarı, evet başardılar.
Bilimde, sanatta, eğitimde, sporda neredeler söyler misiniz? Zenginlik, üretimi arttırarak, hakça bir paylaşımla mümkündür. Emekli yaşlılarını, küçücük çocuklarını çalışmak zorunda bırakanlar zengin değildir.
Bize soruyorlar ‘Türkiye’nin en büyük sorunu sizce ne?’ diye. Saymaya başlayabiliriz, öyle çok ki. Ama bunu en çok sokaktaki insan biliyor.
Evine ekmek götürmek için elma toplamaya giderken yollarda can veren emekçilerin çocuklarına sorun bakalım en büyük sorun neymiş. Madende 350 metre suyun altında tüm umutları yok olan maden şehidi Tezca’nın on yaşındaki oğlunun o babasını özleyen gözlerine soralım bakalım neymiş?
Ve bize ‘hem iktidar hem muhalefetin saldırılarından korkmuyor musunuz?’ diyorlar? ‘Düşmanın yok mu, nasıl olmaz? Yoksa hiç adalet istemedin mi?’ der bir düşünür. Düşman öğretmendir. Ondan da öğreneceklerimiz var.
1500 korumayla dolaşıp, kefen giydik ağlaklıkları yapanlardan değiliz. Kefen deyince, aklıma geldi. Onların kefeni muhtemel ki, zırhlıdır kurşun geçirmez. Bizimkisi Anadolu’da bildik türden birkaç metre bez. Ama evet, biz hiç mi hiç korkmuyoruz.
‘Ne yapacaksınız ki’ diyorlar. Bakın, biz sadece ‘karşıyız’ demeyeceğiz. Yaşam pratiğine geçireceğiz herşeyi.
Taşerona karşıysanız kendiniz uygulayamazsınız. Kadınları yok sayarak, çıkarınıza uygun kota aldatmacaları yapamazsınız.
İnsanları dinlemek gerekir. İnsanlardan öğrenmek gerekir. Yalan söylememek, yalanları ortaya çıkartmak gerekir. Küçük zaferlerle övünmemek, onu büyük zaferler için rehber yapmak gerekir. Biz bunları yapacağız.
Kadınlar, ah kadınlar… Kanayan yaramız. Dünyada Ruanda’dan bile geride olmaya layık mı Türk kadınları? Günde ortalama iki kadın öldürülür mü sokaklarda?
Kadınların güçlenmeleri gerek. Evde oturmayı tercih edenler olabilir elbette. Ama isteyen kadınlarımızı üretime katmalıyız.
Kadının bir sorunu da çocuk ve yaşlı bakımı, bu konuda da zor durumdayız. Düşünün herkes bir gün yaşlanacak ve herkesin bir yaşlı annesi babası var. Onlarla ilgili yaşamı kolaylaştırıcı yöntemler önereceğiz.
Örneğin, kadınların okur yazarlık oranının yüzde yüze çıkarılmasını, yüksek eğitim almasını, talebi olan her kadının devlet desteğiyle sürücü belgesi almasını istiyoruz. Türkiye’nin yolculuğunda kadınlar direksiyona geçsin istiyoruz.
Birilerinin bizi benzetmeye çalıştığı, araba kullanması da sokağa çıkması da yasaklanmış Ortadoğu’daki kadınlara da umut olsunlar istiyoruz. Onların da umuda ihtiyacı var bu karanlık günlerinde.
Hepimiz cumhuriyetin okullarına, öğretmenlerine borçluyuz. Devlet okullarını güçlendireceğiz. Gençlerle ilgili istihdam, eğitim, kültür projelerimiz var.
Çocukken babamın, ‘dalını kırarsanız küser ağlar’ dediği, dokunmaya kıyamadığımız o güzelim zeytin ağaçlarının binlercesi sökülüyor. Be adam, keserken, sökerken kokusuna da mı acımadın…
İnsanlık bunlara ne yapmış da bu kadar insanlıktan uzaklaşmışlar bilinmez. İktidarı, muhalefeti neymiş bu ağaç düşmanlığı, nasıl bir kâr hırsı bu?
Neymiş efendim enerji… Derelerimizi, göllerimizi, tarım alanlarımızı rant kapısına dönüştürdükleri yetmiyor, şimdi de zeytinliklere göz diktiler. Sonuçları ağır olacak, ama farkında değiller.
Çevreye saygılı ‘alternatif enerji’ bizim önceliğimiz olacaktır. Rüzgar, güneş ve atıklardan enerji üretimi konusunda çalışacağız. Günde 4 saat güneş alan Almanya, güneşi elektriğe dönüştürüyor, günde 8 saat güneş alan ülkemizde ise insanlarımız enerji elde etmek için yeraltında ölüme mahkum ediliyorlar.
Eğer istiyorsa, herkes doğduğu, yaşadığı, yaşlanmak, ölmek istediği memleketinde ekmeğini kazanma şansına sahip olsun istiyoruz. Buna ilişkin tarım ve hayvancılık projelerimiz olacak.
Yolsuzlukla savaşta, vergi toplamada devrime ihtiyaç var. Düşünün şu anda devlet her işyerine %37 ortak. Oysa, az kazanan az, çok kazanan çok vergi ödemeli. Bu çalışmalar, ayaklarımın yere basması kadar somut ve gerçektir.
Değerli kardeşlerim…
Şimdi bakalım… Yeni bir hareket AKP’nin gücünü dizginlemezse, ne mi olur… Bugüne kadar ne olduysa o olur.
Açıkça ‘kuvvetler ayrılığı da neymiş, bize birkaç beden büyük geliyor. O halde tüm kuvvetleri birleştirelim de mal birliği rejimi yapalım’ dedi hatırlayın.
‘Yurtta barış, dünyada barışa ne hacet, yurtta beton dünyada beton bize yeter’ diyor.
‘Başkanlık yetmez kestirmeden sultanlık yapalım olsun bitsin’ diyor. Çünkü hesap vermekten o kadar korkuyor ki, mutlak iktidar istiyor.
O kadar korkuyor ki, kasalar, kutular üzerine üzerine geliyor.
O kadar korkuyor ki, farklılıktan, özgürlükten, gençlerden. Korkularına teslim olmuş biri yönetiyor ülkemizi.
Tek derdi var artık. Kaydı hayat şartıyla başkanlık. Onun için herşeyi göze almış, ülkeyi bölmeyi bile…
Ne mi olur? Anayasayı değiştirir. Yeni rejim eski rejimin simgeleri için bir sürek avı başlatır. Yasaklatır. Olacak budur…
Özgürlükler askıya alınır mı, alınır? İnterneti bir kez yasakladı mı yine yasaklar. Halka karşı işlediği suçlar ortada. Yine işleyebilir. Masumların nasıl hedef gösterildiğini, palalıların sokaklara salındığını, sokakta öldürülen gençleri hatırlayın.
Bazen öyle öfke patlamaları yaşandı ki, güvenlik yazılımı filan olmayan bir tüp gibiydi bu insan, direkt patlayacaktı sanki. Müsekkini saraymış meğer. Ancak muhalefetin de büyük desteği ile cumhurbaşkanı olup sarayına kavuşunca biraz teskin olabildi.
Bakın, halkı bunlara karşı topyekun sigortalatamayız. O halde hesap sormak için demokratik yollarla iktidar olmak gerekiyor. Ve biz göreceksiniz, eninde sonunda iktidar olacağız. Ve hesap soracağız.
Bu sessizliği sese çevirmeye, ah o güzelim ‘uyuyan güzeli’ uyandırmaya ihtiyacımız var.
Her hafta MYK toplamaktan başka bir şeyden sözediyorum. Gerekirse, işimizi, koltuğumuzu tehlikeye atan feda geleneğine inanmış kora kor bir mücadeleden sözediyorum.
Bizim bir davamız, Türkiye’ye karşı yeminimiz var. Siyasete başka bir pencere açmak istiyoruz. İçimizdeki büyük manifesto çoktan hazırlandı arkadaşlar. Okunmayı bekliyor. Hamur mayalandı dostlar, somun kabarıyor artık.
Özgürlük yok mu bu ülkede, bulmalıyız. Kayıp mı, aramalıyız. Uzakta mı, fethetmeliyiz.
Demokrasi fazla ileri gitti, gözden mi yitti, bulup geri getirmeliyiz.
Yoksulluk başa bela mı, yok etmeli, zenginleşmeliyiz.
Kuruluş dilekçemizi verdiğimiz günden, bugüne kadar o heyecanınıza, olağanüstü çabalarınıza tanık oldum. O heyecan karşılığını buldu. Her ilden, her ilçeden partimize katılım mesajları yağıyor. Bu heyecanı hiç yitirmeyeceğiz. Anadolu kadınları, Anadolu gençleri yollara düşecek…
Biz saraylarda yaşamak için yola çıkmadık. Elimizin tersiyle iter, iki göz odada mutlu oluruz.
Biz Ali ustanın, balıkçı İdris’in, madenci Memed’in, çiftçi Ökkeş’in, ev kadını Zeynep’in, avukat Ayşe’nin, memur Rıza’nın çocuklarıyız. Onlar ilham verecek bize.
Seyit Onbaşı gibi gücümüzün sınırlarını zorlayacağız. Adile Naşit gibi sevecek, Neşet Ertaş gibi sesleneceğiz. Pir Sultan gibi direnecek, Mevlânâ gibi kapılarımızı açacağız.
Ve öksüz bırakılan bir davaya, cumhuriyete, anadoluya sahip çıkacağız. Çünkü biz sadece külleri süpürmeyiz, ateşi de yakarız. Çünkü biz ölülerimizi sadece gömmeyiz, yaşatırız.
Hoyratça talan edilen bu toprakları birgün birilerinin sulayıp yeşertmesi gerekecek. Kim onlar dersiniz?
Evet, yolumuz zorlu, hayalimiz büyük. Ama peşinden gidecek cesaretin varsa bütün hayaller gerçek olurmuş. Ben peşinden gitmeye hazırım, birlikte gitmeye var mısınız? Anadolu’yu ayağa kaldırmaya hazır mısınız?
Peki öyleyse, yürüyelim arkadaşlar… Anadolu Kongresi uğurlu olsun…”
Emine Ülker Tarhan
Anadolu Partisi Genel Başkanı
30.11.2014

18 Kasım 2014 Salı

Emine Ülker Tarhan'ın Partisi Hakkında





Emine Ülker Tarhan'ın Partisi Hakkında


Fatma Sibel Yüksek

Açıkİstihbarat



Tarih:15/11/2014 




Olayın "ulusalcıların CHP'den kopuşu" olarak değerlendirilmesi de siyasi açıdan gerçekçi görünmüyor. Evet, bu hareketin ulusalcıların CHP'den kovuluşu anlamında sembolik bir değeri vardır ama "ulusalcıların" tek gövde halinde Tarhan'ın etrafında toplanacağını düşünmek yanıltıcı olabilir.
"Bölücülük yapıldı" demenin faydası yok. Parti kurmak her yurttaşın demokratik ve anayasal hakkıdır. neticede. Mevcut partilerin kendisini yansıtmadığını düşünen her vatandaş yeni bir parti kurabilir. Emine Ülker Tarhan açısından CHP'de yolun sonuna gelinmiş, ayrılmaktan başka çare kalmamış olabilir, buna da bir şey denilemez, şahsi durumudur...
Ancak kurulan partiye büyük beklentiler yükleyip büyük umutlar bağlamak, siyasetten bu derece ağzı yanmış bir coğrafyada safdillik olur. Nitekim, desteklerin büyük çoğunluğunun klavye başından geldiğini görüyoruz. Ayrıc,a Emine Ülker Tarhan'ın  üzerinde davasına inanmış kararlı ve programlı bir liderden çok "ısrarlara dayanamayıp" parti kurmuş birinin havası hissedilmektedir.
 
Sanırız böyle oldu; yani aslında parti kurmayı pek de düşünmeyen Tarhan, CHP'den umudu kesmiş olan küçük bir kesimin  baskısına maruz kaldı. İşçi Partisi'ne katılacağı yönündeki mebzul miktardaki tezvirat da kendisini yıpratmaya başlamıştı. Bir karar vermesi, bir adım atması gerekiyordu, aksi takdirde "bankamatik milletvekili" olunacak veya İşçi Partisi'ne  katılmaya mecbur kalınacaktı.
 
Facebook sayfasına baktığımızda destekleyenlerin genellikle orta yaşın üzerinde, sosyal medyayı kullanmayı bir şekilde öğrenmiş sıkıcı, didaktik paylaşımlarda bulunan, profil resminde bayrak, Atatürk vs. bulunduran insanlar olduğunu görüyoruz. Yani,bu yeni partinin oturacağı toplumsal taban, "milli irade" denilen engin denize atıldığında karşımıza yüzde 1'e ulaşmayan oy oranlarının çıkması pek olasıdır.
 
Olayın "Ulusalcıların CHP'den kopuşu" olarak değerlendirilmesi de siyasi açıdan gerçekçi görünmüyor. Evet, bu hareketin ulusalcıların CHP'den kovuluşu anlamında sembolik bir değeri vardır ama "ulusalcıların" tek gövde halinde Tarhan'ın etrafında toplanacağını düşünmek yanıltıcı olabilir.
 
Ulusalcı ve Kemalistler'in  çeşitli parti, görüş, siyasi oluşumlar vs. etrafında dağınık küme veya bireyler halinde dolaştığı unutulmasın.CHP'de kalanlar, İşçi Partisi'nde saf tutanlar, hiç bir siyasi oluşum içinde yer almayıp bireysel hareket edenler, "Milli Merkez", "Milli İrade" vs. şeklinde bağımsız siyasi grupların içinde yer alanlar, hatta MHP'ye yanaşmış olanlar bulunduğu gibi,   "dünya görüşü" bakımından da  birbiri ile çelişebilen ve de siyasal bakımdan "sorunlu" bir kesimdir. 
 
Misal, bu satırların yazarı gibi yakın tarihle yüzleşip İttihat ve Terakki geleneği ile arasına mesafe koyan ulusalcılar olduğu gibi, "Kürt sorunu" olarak tabir edilen siyasi problemle kendilerince yüzleşip çeşitli "çözüm süreçlerine" soğuk bakmayan ulusalcılar da mevcuttur. Aynı şekilde, gardrop Atatürkçülüğü'nü 12 Eylül zihniyetinin bile gerisine çekenler, hayatını mafya-komplo dizilerine bağlayıp "kafasına sıkılacaklar listesi" hazırlayanlar,  "antiemperyalizm" ortak paydasından hareketle Atatürkçülüğü Marksizm, Leninizm, Maoizm, Enver Hocaizm, Castroizm vs. ile bağdaştıran sol kesim "ulusalcılarımız" da mevcuttur.
 
Bunlara ek olarak, modernleşme tutkusunun altında yatan yabancı hayranlığı  siyasette mandacılığa tekâbül edenler, Kemalizmin özünde "Batıcı" bir hareket olduğu fikrine istinaden ultra liberallikte beis görmeyenler, namazında-niyazında ulusalcı-Atatürkçüler, yakasında her daim Atatürk rozeti taşıyan masonlar, uluslararası sermeye ile içli dışlı kodamanlar vs. de "ulusalcı" tabir edilen kesimde konuşlanabilmektedir.
 
Bu hal ve şart altında Emine Ülker Tarhan, CHP'den hangi "ulusalcı kanadı" koparmış olacaktır? Yukarıda sayılan ve unutulanlar da dahil, tüm ulusalcıların toplamının seçim barajını aşacak sayıya ulaşamayacağı kuşkusu ortadayken, zehirli bir sarmaşık gibi kök salmış olan AKP iktidarını devirecek bir rüzgar nereden yakalanacaktır?
 
Her şey bir yana, sandığa giden insanın son dakikada "oyunu ziyan etmeme" alışkanlığı nasıl aşılıp da Emine Ülker Tarhan'ı pek beğenenlerin dahi CHP'ye oy vermesi engellenecektir?
 
Emine Ülker Tarhan'ın başlattığı hareket böyle bir çekim merkezi yaratabilecek midir? Ulusalcı ve Atatürkçü tüm kesimlerin saflara çekilmesi bile yeterli değilken, geniş halk yığınları nezdinde nasıl alternatif haline gelinip de iktidar hedefine yönelinecektir?
 
İstifa mektupları manifesto niteliği taşımaları bakımından  kuşkusuz güçlü  retoriğe sahip metinlerdir Okuyanlara heyecan verip, ruhlarımıza coşku katarlar. Haklılığına güvenen insanlar edebi değeri yüksek istifa mektupları yazabilirler. Emine Ülker Tarhan'ın istifa mektubu da bu anlamda çerçeveletip duvara asılacak niteliktedir, CHP'nin neden ve nasıl umutsuz bir vakaya dönüştüğü herkesçe bilinen bir gerçektir.
 
Peki ya sonra? 
 
Hangi kadro, hangi program, hangi halk desteği ile yola devam edilecektir?,
 
Sağın ve solun kallavi ulusalcılarını bir araya getiren Milli Merkez veya mangal gibi yürek taşıdığına kimsenin şüphe duymadığı  Osman Pamukoğlu'nun durumları ortadayken, Emine Ülker Tarhan'ın bunlardan farklı olduğuna bizleri iknâ edecek olan nedir? 
 
Duygusal coşup taşmalar ve tebrik bildirimleri safhasını kısa tutup işe kendimizi kandırmama kararıyla başlamak acaba  mümkün müdür?...
Fatma Sibel Yüksek/ Açık İstihbarat
fasibel@twitter.com 

http://www.acikistihbarat.com/haberdetay.aspx?id=10522

..