Alaettin Parmaksız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Alaettin Parmaksız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ekim 2018 Pazartesi

MHP, AKP'nin Koltuk Değneği mi?

MHP, AKP'nin Koltuk Değneği mi? 


Alaettin Parmaksız 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
26 Ağustos 2007 Pazar

İtiraf etmeliyim ki bu başlığı atarken kendi kendime çok düşündüm. Hatta başlığı birkaç defa değiştirdim. Ancak yaşanan süreci göz önüne getirdiğim zaman da 
farklı bir başlık seçemedim. Bu yazıyı okuyan ve MHP’ye oy veren birçok kişi de bana kızacak

Ancak MHP'nin politikalarını ve sonuçlarını objektif olarak göz önünde bulundurursa lar sanırım onlarda bana hak vereceklerdir.

 22 Temmuz öncesi Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu durum karşısında hayatında hiç MHP'ye oy vermemiş belki de bir daha asla vermeyecek insanlar MHP'nin Meclise girmesi için çalıştılar. Onları MHP'ye destek olmaya iten ana düşünce artık sağ sol kavramlarının kalmadığı, küreselleşmeden Türkiye'yi korumanın tek yolunun kendilerini Milliyetçi ve Ulusalcı olarak tanımlayan partilerin parlamentoda yer almalarıydı. Bunun için ortak noktaları ise ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, anayasada esasları belirlenmiş Cumhuriyetin korunması, Kıbrıs gibi, Sözde Ermeni Soykırımı gibi, Amerika ile ilişkiler gibi, Kuzey Irakta bir Kürt Devletinin kurulması gibi, Türkmenlerin asgari insan haklarına sahip olarak güvenlik içinde yaşamaları gibi, AB'nin ikiyüzlü dayatmalarına karşı olma gibi, ABD'nin BOP politikasına karşı olmak gibi dış konularda, bölücü terör örgütüne karşı yapılacak mücadele gibi, Cumhuriyet karşıtlarının devleti ele geçirilmesinin önlenmesi gibi, Türk ekonomisinin borç batağından kurtarılması gibi temel iç konularda ki öngörülen tutumlarıydı. 

22 Temmuz seçimleri öncesi yapılan propaganda döneminde AKP yaptığı propagandalarda DTP ile MHP'yi aynı kefeye koymuş, hatta DTP' in Meclise 
girmesine itiraz etmezken MHP için bunlar meclise girerse kavga olur bunlara oy vermeyin diye propaganda yapmış ve saldırıyı o kadar ileri götürmüştür ki MHP 
için bunlara Mecliste selam bile vermeye değmez diyecek kadar haddini aşmıştı.

Seçim günü akşamı ERDOĞAN tek başına iktidarı kazanmasına rağmen Cumhurbaşkanlığında istediği sonucu alamadığını görünce bildiği en iyi şeyi 
yaparak eski fikirlerinden çark ederek Cumhurbaşkanlığı için bütün partileri kapsayacak şekilde diyalog geliştireceğini açıklamış, parti liderlerini arayarak 
en kısa zamanda kendileri ile görüşeceklerini belirterek uzlaşma ortamı yaratmıştır. Hatta haklı olarak Bahçeli Erdoğan'la telefonla dahi görüşmemiştir.

 AKP de GÜL aday olduğu takdirde uzlaşmanın sağlanamayacağını gören başta Erdoğan olmak üzere bazı partililer ve onların güdümündeki medya Gül'ün 
adaylıktan çekilmesi kampanyasını başlatmak üzereyken MHP'nin açıklaması gelmiştir. Biz meclise gireceğiz. AKP kimi isterse Cumhurbaşkanı seçsin. 
Şüphesiz Siyasi Partilerin asli görevleri meclise girip ülke yararları doğrultusunda politikalar üretilmesine katkıda bulunmaktır. Ancak bu ne olursa olsun biz meclise gireriz demek yerine bazen de girmeyerek te sağlanabilir.

 MHP Meclise girmekle Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasına koltuk değneği olmuştur. Oy vermemek bir şey ifade etmez. Çünkü onların ihtiyacı olan MHP nin oyları 
değildi. Şimdi MHP oy vermese bile meclise girerek Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasının yolunu açmış, Bahçeli'nin açıklamasından sonra Başbakan bir daha 
uzlaşma lafını ağzına almamış, yine en iyi bildiği şeyi yapmış millet önünde verdiği sözden çark etmiştir.

 MHP Meclise girerek Gülün izlediği AB politikalarına, Irak politikalarına, Annan planına, ABD karşısında izlenen teslimiyetçiliğe, Kuzey Irak ta bir Kürt 
Devletinin kurulmasına, PKK ya karşı izlenen politikalara dolaylı destek vermiştir. Şimdi televizyonlarda çıkıp bizim ilkelerimiz var diye yaptıkları hatayı telafi etmeye çalışıyorlar. Aynı hatayı 2002 öncesi idam cezasının kaldırılmasında da yapmışlardı. Biz idamın kaldırılmasına oy vermeyiz siz istiyorsanız kaldırın. Kaldırdılar. Günahı kime kaldı? MHP'ne. Hâlbuki milliyetçiliği kendisine şiar edinmiş parti kurum ve kişiler ben oy vermedim diyerek sorumluluktan kurtulamazlar. Ülke ve millet yararına olmayan konularda sadece oy vermemek yetmez onun gerçekleşmemesi için de gerekli çabaları göstermek zorundadır.

 Aslında Gül veya başka AKP linin seçilmesinin sistemin çalışması açısından pek bir farkı olmayacaktı. Köksal Toptan Meclis Başkanı seçildi de ne oldu? 
Cumhurbaşkanı kabineyi onaylamayınca Meclis Başkanlık Divanın Cumhurbaşkanını ziyaret programını iptal etti.Felsefe aynı oyuncular farklı. Ama burada Gül'ün durumu biraz farklıydı. Bu farkı yaratan yaklaşık 1970'lerden beri yürütülen karşı devrimin içinde ve öncü kuvvet olarak bulunan Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasının onlar açısından bütün kalelerin zapt edilmesi ve son kalenin fethedilmesi anlamı taşıyordu. İşte MHP bunu sağladı. Yarın seçim meydanlarında yine karşısına çıkarılacaktır. Tıpkı idam cezasının kaldırılması gibi.

 Benim Milliyetçilikten veya ulusalcılıktan anladığım ilk şey ülke ve millet menfaatleri söz konusu olduğu zaman bireysel menfaatler veya kurumsal 
menfaatlerin göz önüne alınmamasıdır.Devlet Bahçeli gerek 2002 seçimlerine giderken, gerekse Meclise girme konusunda hiçbir yetkili kurulları toplamadan 
kendisi karar alıp açıklamakta ve beyni özgür diye düşündüğümüz ve milliyetçiliği siyasal anlamda temsil etmekle sorumlu Milletvekilleri ve parti 
yöneticileri aynen uygulamaktadırlar. Yoksa ben mi milliyetçiliği anlamadım? 

Örneklerimi yanlış zaman gösterecek. 

Sayın Bahçeli Çiçek Bahçesini Sever, Gül' Hayırlı olsun iyi Kokar.

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/2007/08/26/907/mhp-akpnin-koltuk-degnegi-mi
..

Türk Silahlı Kuvvetleri ve Tehditler, Alaettin Parmaksız,

Türk Silahlı Kuvvetleri ve Tehditler, 


Alaettin Parmaksız 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                        
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
27 Eylül 2007 Perşembe

Kara kuvvetleri komutanı, Kara Harp Okulunun yeni öğretim yılının açılışı nedeniyle yapmış olduğu konuşmada çok önemli konulara vurgu yapmıştır. Aslında bu vurgulamalar Türk devletinin karşı karşıya olduğu tehditleri tehlikeleri ortaya koymaktadır.

Bunlar kısaca:

İrtica kaygı verici boyutlara ulaşmıştır. Cemaatler toplumu bu yönde etkilemiştir. Bununla bağlantılı olarak Anayasadaki laiklik tanımı tartışılamaz.

Ortak hedef ulus devlettir. Onu yaşatmak zorundayız. Bu nedenle etnik milliyetçilik kabul edilemez. Dilini kaybeden ulus yok olur. Aydınlar yaşanmakta 
olan fikir karmaşasında toplumu gerçeklerle aydınlatma yerine kendilerine dayatılan fikirleri savunmaktadır.

Irak'taki gelişmeler bu gelişmelerin Türkiye'ye etkileri ve bu konudaki Amerikan politikaları konusunda da şimdiye kadar hiçbir devlet adamının değinmediği kadar açıklıkla görüşlerini belirtmiştir. Bu sadece kendi görüşlerini değil, Türk Silahlı Kuvvetlerin görüşlerini temsil ettiğinden kimsenin şüphesi olmasın.  Muhtemelen benzer konuşmalar diğer Harp Okullarının açılışında da yapılacaktır.

Irak'la ilgili olarak öncelikle Türkmenlerin durumuna dikkat çekmiş ve "Türkmenlerin bir iç savaşta çatışan taraf olması Türkiye açısından çok ciddi 
bir durum ortaya çıkarabilir. Türkiye'nin belki olaylara tek başına yön verebilecek gücünün olmadığı söylenebilir, ancak gelişmeleri engelleyebilecek bir güce de sahibiz" demiştir. Hükümetin yok saydığı bu konunun Türkiye açısından önemini çok açık ortaya koyan bir açıklamadır.

Irak kuzeyindeki oluşumun Kürtlere tarihte hiç olmadığı kadar siyasal, hukuki, askeri ve psikolojik güç kazandırdığını bu durumun ülkemize etkilerini 
vurgulamıştır.

Irak'taki yuvalanan, beslenen ve desteklenen PKK terör örgütüne karşı ABD'nin hiçbir şey yapmamasının da iki ülke arasındaki ilişkileri olumsuz yönde 
etkilediğini, ABD'nin bu konuda laf üretmekten başka bir şey yapmadığını, artık eylem zamanın gelip geçtiğini ve bu bölgede Türkiye'nin içinde olmadığı bir 
çözümüm başarı şansının olmadığını açıklamıştır. Konuşmasının sonunda da "TSK'nın Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin temelini oluşturan ulus devlet, 
üniter devlet, Cumhuriyetin temeli olan demokratik, laik, sosyal ve hukuk devleti niteliklerine sahip çıkma ve koruma konusunda TSK her zaman taraf 
olmuştur ve olmaya da devam edecektir" diyerek, TSK'nın kırmızı çizgilerini ortaya koymuştur.

Konuşma kendi içinde tutarlı ve kelimelere muhteşem analizler sığdırılmış durumda, ancak sorun şu: Mevcut hükümetin bütün politikaları yukarda açıklanan görüşlerle çatışmaktadır.

Özetlersek, hükümet ve onun yandaşları açısından irtica diye bir tehdit yoktur. Cemaatler sivil toplum örgütleridir. Laiklik, yeni anayasa yapılırken yeniden 
tanımlanmaktadır. Hükümetin ulus devlet diye bir kaygısı yoktur. Sözde onu savunsa bile özde icraatları ile federal bir yapıyı gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Hükümetin Türkmenler diye bir sorunu yoktur. Kürt peşmergeler tarafından adeta soykırıma tabi tutulmalarına ve bu politikalar ABD tarafından fiilen desteklenmesine rağmen Hükümetin dişe dokunur tek bir açıklaması dahi yoktur.

Hükümet kuzey Irak'ta ortaya çıkan oluşumu tehdit olarak algılamadığı gibi ona maddi ve manevi alanda destek olmakta Talabani ve Barzani'yi kucaklamaktadır.

ABD'nin PKK'ya verdiği desteği adeta görmezden gelmektedir. Üretilen bütün laflarla oyalanmakta, bu arada ABD'nin isteklerini yerine getirmektedir.

Şimdi can alıcı noktaya geliyorum: Hükümetle TSK arasında ana konularda yani irtica, laiklik, Irak Kuzeyindeki oluşum, Türkmenlerin durumu, PKK ve bölgeye 
yönelik ABD politikaları konusunda bu kadar derin görüş ayrılıkları varken, dış politikayı hükümet belirlerken ve bu konuları hiç dikkate almazken ve yetkilerde 
siyasi otoritede iken TSK NASIL TARAF OLACAKTIR? İkinci önemli soru sözde mi taraf olacaktır, Özde mi taraf olacaktır? Nasıl?

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2007/09/27/1020/turk-silahli-kuvvetleri-ve-tehditler

..

Genel Seçimlerin Galibi Barzani ve ABD

  Genel Seçimlerin Galibi Barzani ve ABD 


Alaettin Parmaksız 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
27 Temmuz 2007 Cuma


ABD, terör örgütüne gösterdiği hoşgörü ve verdiği destek nedeniyle, Türk halkının %90'ı tarafından sevilmemekte dir.


Hal böyleyken Amerikanın her dediğini kayıtsız şartsız yapan bir iktidar neredeyse Türkiye de iki kişiden birinin oyunu almıştır? Terörün bu kadar 
azgınlaşmasına Barzani'nin küstahlaşmasına kılını kıpırdatmayanlar iki kişiden birinin oyunu almışlardır. 

Fakirin daha da fakirleştiği, yoksulun açlığa mahkûm edildiği, zenginlerin daha doğrusu haksız kazanç sağlayanların azmanlaştığı, gelir dağılımının iyice 
bozulduğu, tarımın öldüğü, çiftçinin ürününün tarlada kaldığı, işsizler ordusuna yeni işsizlerin katıldığı, ülkenin bütün stratejik değerlerinin haraç mezat 
satıldığı, yolsuzluğun giderek arttığı, nufuz kullanımının gemiciklerle Başbakana bakanlara kadar ulaştığı cari açığın ve borçlanmanın rekorlar kırdığı 
bir ülkede iki kişiden birisi AKP oy vermiştir? Demek ki bu ülkede her gün gencecik insanların can vermesinin, ulusal birlik ve bütünlüğümüzün tehlike 
altında olmasının, haksızlıkların, yolsuzlukların, kadrolaşmanın diz boyu olması bu ülkenin yarısının umurunda bile değildir. İki kişiden biri AKP oy vererek 
Kıbrıs'tan vaz geçebilirsiniz, Ermenistan'ın istediklerini derhal verin Irakta bir Kürt devletinin kurulmasının hiçbir mahsuru olmadığı gibi Türkiye'yi de 
parçalamayı ön gören BOP eş başkanlığa devam edebilirsiniz demiştir. Zaten benzer görüşler hemen seçim öncesi Amerikanın sesi Yasemin Çongar tarafından yazılarında dile getirilmiştir. Halkımız sadece bunları dememiştir. Ülkede yavaş yavaş bir federasyona gitmenin temellerini atabilirsiniz. Kalan üç beş malı satabilirsiniz, borçlanarak ülkenin geleceğini servi imzalatmak isteyenlere teslim edebilirsiniz demiştir.

Seçime katılan bütün siyasi parti liderleri oturup bu konuyu ciddi şekilde analiz etmelidir. Ancak benim kanaatim Türkiye de on yıllardır uygulanan psikolojik harekat sonuç vermeye başlamıştır.

Psikolojik harekat; insanların duygu ve düşüncelerini etkileyerek onların kararlarını ya kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmektir ya da doğru 
bildikleri konular hakkında beyinlerinde şüphelerin doğmasına sebep olmaktır. Bu harekâtın safhaları ise önce konuyu önemsizleştirme, sonra kişileri konulara 
karşı duyarsızlaştırma daha sonra da tepkisizleştirmedir. Dördüncü ve son safhası ise teslim alma safhasıdır.Şu anda Türkiye bu safha ile karşı karşıya 
olup neler olabileceğini yaşayarak göreceğiz. 

Bu seçim sonuçlarından sonra ekonomik psikolojik sosyolojik kültürel siyasi ve askeri ne gibi senaryolarla karşılaşabileceğimizi tahlil edilmelidir, ancak bu 
seçimin mutlak galibi Amerika ve Barzani'dir. Bundan sonra artık bölge politikalarını daha rahat uygulayacaklar ve bu konuda hükümetten daha rahat 
destek alacaklardır.

Hemen olayların analizine güneydoğuda ki oy dağılımından başlayalım. Seçim sonuçlarına göre oyların yaklaşık % 80 den fazlası Bölücü Terör örgütünün 
desteklediği DTP'nin adayları ile AKP ye verilmiştir. Bu oy dağılımından üç değişik sonuç çıkarılabilir. 

* Bölge halkı terör örgütüne verdiği desteği azaltmaktadır. Bu bölge insanı artık terörden bıkmıştır. Türkiye'nin kalanı ile entegrasyonu kendi yararına 
gördüğünden AKP ye yönelmiştir. Eğer bu durum gerçekse Terörün siyasi boyutu ile mücadele açısından çok anlamlıdır. Ancak acaba gerçekten böyle mi analizi 
gerektirir.

* İkinci sonuç bilindiği gibi seçimler öncesi Barzani AKP'nin desteklenmesi için bölge halkına çağrı yapmıştır. Bu çağrı nedeniyle halk AKP ye yönelmiştir. Bu 
durumda bilimsel olarak incelenmelidir. Bu durumla ilgili yeterli emare olup bu milletin ve ülkenin bütünlüğü açısından çok ciddi bir risk olup önemle üzerinde 
durulup eğer böyleyse gerekli tedbirlerin ivedilikle alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu gerçekten böyleyse terörle mücadele zorlaştığı gibi Kuzey 
Iraktaki oluşumunda önlenmesini güçleştirecektir.

* Üçüncü olasılık AKP adaylarının kişilikleridir. Bu adayları yeterince tanımadığım için kanaat belirtmemekle birlikte şu kadarını ifade edeyim. 
Adayların kişilikleri ve vaatleri bölge halkına ters gelmemiş olabilir veya feodal yapıyla uyum sağlamış olabilir. 

Maksatlı olarak düşünmeyen birçok aydınımız da PKK terör örgütünün bölücülüğü konusunda yanlış bir algılama vardır. Onlara göre konu ekonomik ve demokrasi sorunuydu. Oysa PKK terör örgütünün nihai amacı, Bağımsız birleşik Kürdistan devletini kurmaktır. Şiddet boyutu ise amacına ulaşmak için kullandığı bir araçtır. Bu amaca ulaşmak için önce ayrıcalıklı kültürel haklar, sonra azınlık hakları, daha sonra federasyon en sonunda da bağımsızlık talep ederler. Kısaca 
söylemek gerekirse nihai amaçları siyasidir. Meclise girerek te bu siyasi amaçları doğrultusunda önemli bir adım atmış olacaklardır. 

Bunun böyle olduğunu çok açık şekilde Van da ki konuşmasında Leyla ZANA açıkladı. Türkiye eyalet sistemine geçecek ve Kürdistan kurulacak dedi. Bu şimdi kabul edilmese de en geç 5–10 yıl içinde gerçekleşeceğini söyledi. Bu konuşma bir seçim mitinginde yapıldı. O bölgenin geri kalmışlığı işsizliği vurgulanmadı. Daha iyi eğitim talebi, daha çok iş talebinde bulunulmadı, yatırım artırılması gelir dağılımının düzeltilmesi, sağlık hizmetlerinin daha iyi olması talebinde bulunulmadı.

Şimdi bölücü örgütün siyasi temsilcilerinin meclise girince radikalleşmekten vaz geçeceklerini savunmak bu konunun metodolojisini bilmemek demektir. Ancak bunu 90 yıllarda yaptıkları gibi yapmayacaklar. Tenceredeki kurbağa misali alıştıra alıştıra yapacaklardır. Bazı bilim adamlarımız Avrupa'dan bazı devletleri bize örnek göstererek eyalet sistemini savunmaktadırlar. Hâlbuki o ülkelerde tarihlerinde de eyalet sistemi vardır. Tarihsel gerçeklere baktığımız zaman da 
Anadolu da hiç eyalet sistemiyle idare edilen bir devlet olmamıştır. Yapılan konuşmada sıralanan taleplerde mevcut Anayasaya aykırıdır. Bir bakanın elini 
sıkmak istemeyen genci tutuklayan demokrasimiz, terör örgütünün uzantılarının talepleri konusunda ancak inceleme başlatabilmektedir.

Şimdi bende buradan açıklıyorum bu ülkede bir federasyon veya eyalet sistemi olmayacaktır. Bunu ABD istese de AB istese de olmayacaktır. Bunun sonu kardeş kavgasıdır. Bu kavganın sorumluları da uyguladıkları politikalar ve yazdıkları yazılar ve yaptıkları konuşmalarla bu kardeşlerimize bu ümidi verenler olacaktır.

Bu seçim sonuçlarından sonra kimse Kuzey Irak'a operasyon beklemesin. Bu AKP'nin mevcut iç yapısı açısından artık imkansız değilse de çok zordur. Peki, ne 
olacak? Bir yandan şehitler gelmeye devam ederken diğer yandan konunun Kürtlerin istekleri yapılmadan çözülemeyeceği fikri yerleştirilecektir. Nasıl bir zamanlar Kitler bilinçli olarak zarar ettirilerek satılmanın kılıfı hazırlandıysa şimdi de terörle mücadelenin başarılı olamayacağı fikri yavaş yavaş kamuoyuna yer 
ettirilecektir. 

Artık Amerika Birleşik Devletlerinin koruduğu kolladığı ve temelini attığı Kürt Devletinin oluşumuna fiili olarak Türkiye'nin karşı çıkması pek mümkün 
görülmemektedir. Bir takım demeçlerle geçiştirilecektir. Zaten Başbakan bunun mesajını vermiştir. Etrafımızda düşmanlar değil dostlar yaratacağız demiştir. Bu 
nedenle Barzani hem Türkiye den nemalanmaya devam edecek hem de kendi devletinin temellerini atacaktır.Tarihteki hiçbir Türk Devleti dışardan bir saldırı ile yıkılmamıştır. Hep dışardan tezgahlanan oyunlara içerden işbirlikçiler bulunmuştur. Şimdi Türkiye Cumhuriyetinde olduğu gibi.

Cumhuriyet yavaş yavaş tarikatların kontrolüne girmiş olup Atatürk'ün ümmetten millete dönüştürme fikri maalesef yarım kalmış olup tekrar ümmetleşme safhası başlamıştır. Bu arada daha lüks arabalara binebiliriz, daha kaliteli cep telefonları kullanabiliriz, başkalarının müziğini Filmlerini dizilerini baş tacı edebiliriz. Avrupa da Amerika da ne varsa bizde de olabilir. Çünkü genellikle sömürgeleşmiş ülkelerde böyle olur.

Olaylar bu safhaya doğru giderken halkın kalan %50 si ne diyecek bu çok önemlidir. Yoksa o %50 de mi yavaş yavaş alıştırılacak ve tepkisizleştirilecek mi?

O gün geldiğinde bu ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü için yemin ederek göreve başlayan kamu görevlileri ne yapacak? Cevaplanması gereken en kritik soru budur. 

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/2007/07/27/703/genel-secimlerin-galibi-barzani-ve-abd

..

Edip Başer ve Terörle Mücadele

Edip Başer ve Terörle Mücadele  

                         


Alaettin Parmaksız 
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
23 Mayıs 2007 Çarşamba

2006 Yılında terör faaliyetlerinin artması üzerine kamuoyunda PKK’ya ve onun koruyucusu olarak gördüğü ABD karşı yükselen tepki üzerine hatırlayacağınız gibi Sayın Başbakan yine milleti oyalamaya yönelik bir açıklama yapmıştı.  Açıklamanın özeti geceler veya Bakanlar Kurulu çok şeylere gebe idi. Bu açıklamanın arkasından benim gibi konuyla ilgilenen yüzlerce kişi bunun bir tansiyon düşürme olduğunu ABD'ye sormadan AKP'nin asla bir şey yapamayacağını gazetelerde yazdık televizyon programlarında açıkladık.

Aradan birkaç gün geçmeden ABD projesi gündeme düştü. Terörle mücadele de özel temsilci atanması. Sanırım 28 Ağustosta da Emekli Orgeneral Raltson bu iş için görevlendirildi. Yine ABD tarafı karşısına da Türkiye'nin bir Emekli Orgeneral ataması istendi. Ancak sorun şuydu. Medyaya konuşan Emekli generallerin tamamı bu işin bir oyalamadan ibaret olduğunu sonuç getirmeyeceğini ve bu oyunda rol almanın ABD'nin ekmeğine yağ süreceğini ama şehit kanlarının akmaya devam edeceğini açıkladık

Çok yoğun tartışmalar oldu ve Sayın Genelkurmay Başkanı da koordinatörlük konusuna inanmadığı anlamına gelen açıklamalarda bulundu. Herkes bu görevi kabul edebilecek Emekli Orgeneral bulunabilecek mi? diye düşünürken Sayın Edip BAŞER'in bu göreve atandığı açıklandı.

Başbakanlıktan yapılan açıklamada atanan kişi hakkında Genelkurmayın da mutabakatı olduğu bildirildi. Hatta daha sonra ismin Genelkurmay Başkanı 
tarafından verildiği kamuoyuna duyuruldu.

Kamuoyu ikiye ayrılmıştı. Terörle mücadele konusunu ve bu konudaki Amerikan politikalarını yakından bilenler bu konunun asla sonuç vermeyeceğini, bu konunun Amerikanın konuyu ötelemesi için bir ortam yaratmaya yönelik olduğunu, şehit kanlarının akmaya devam edeceğini Edip Paşanın bu görevi derhal bırakmasını istedik. Hükümete yakın olanlar ABD'nin önce boğazımızı sıkmasını sonrada elini biraz gevşeterek nefes almamıza izin vermesini politika gören işbirlikçilerde bu konuyu hararetle savundular

Eylül ayında çıktığım bir televizyon programında ilerde bu günlerin tarihi yazılacağını ve bu yazılan tarihte de herkesin son rolü ile yer alacağını, 
Edip Paşanın da bu rolle anılmasının kendi geçmişindeki başarılı görevlerine ve parlak kariyerine haksızlık olacağını açıklayarak derhal istifa etmesi 
çağrısında bulundum. Bu şekilde çağrı yapan emeklide olsam ilk asker bendim.

Benzer çağrılar çoğalınca kendisi yapmış olduğu toplantılarda ve vermiş olduğu konferanslarda bu konuya inandığını ve çözüme katkı sağlayacağını açıkladıktan 
sonra bizim gibi düşünenleri de şiddetle eleştirmişti. Özetle bekâra karı boşamak kolaydır diyordu.

Oysa olayın ortaya çıkışı sakattı sistem sağlam temellere oturmuyordu. Dünyada terörle mücadele de bu şekilde bir örnek yoktu. Ara buluculuk müessesi vardı. 
Az kalsın Irak tarafında bir PKK sempatizanı da terörle mücadele koordinatörü olarak atanmak üzereydi. Raltson PKK' nın üç hamisinden biri olan Barzani ile 
görüşmüş, görüşme sonrasında Barzani yaptığı açıklamada istenirse PKK yetkilileri ile görüşebileceğini açıklamıştı.

Zemin bir anda PKK lıları resmileştirmeye doğru kayıyordu. Terörle mücadele konusunda Hükümetle Genelkurmay arasında uygulanacak politikalardaki temel 
farklılıklar ortaya çıkıyordu. Genelkurmay Başkanlığı terörü koruyan ve destekleyenlerle bu konuda konuşulacak bir şey olmadığını açıklarken, hükümet 
kanadı Amerika öyle istediği için görüşmeleri destekliyor hatta daha ileri giderek Başbakan, Leyla Zana'nın üç büyüğünden biri olan Talabani ile yanak 
yanağa öpüşüyordu.

Ülkenin talihsizliği çözümü kendi gücünde dayanağı, kendi milletinde arayacak bir iktidar yerine sırtını Amerika'ya dayamış onun direktiflerinden asla 
çıkamayacak bir iktidara sahip olmasındandı.

Yeter ki iktidarları sürsün varsın akarsa şehit kanları aksın. Askerlik yan gelip yatma yeri değildi. 

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2007/05/23/19/edip-baser-ve-terorle-mucadele



Edip Başer ve Terörle Mücadele ( 2 )


Alaettin Parmaksız 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
24 Mayıs 2007 Perşembe

Dün Terörle mücadele özel temsilcisi Edip Başer’in görevi ile ilgili genel kapsamlı bir değerlendirme yapmış görevden alınışını bu güne bırakmıştım.
Ancak dün akşam saatlerinde Ulus'ta meydana gelen patlama olayın başka yönlerini öne çıkarmıştır. Hükümet görevden alma nedenini şu şekilde açıklamıştır.

"Orgeneral Edip Başer'in konu ile ilgili olarak ulusal ve uluslar arası platformlarda ve basın-yayın organlarında yer alan bazı beyanatlarının 
çalışmaları olumsuz yönde etkileyeceği göz önünde bulundurularak görevinin sona erdirilmesi uygun görülmüştür" denildi

Aslında Hükümetin rahatsızlığının iki boyutu vardır. Birinci boyutu Sayın Başer'in Cumhurbaşkanlığı seçimi konusundaki değerlendirmesidir.İkinci boyutu ise muhtemelen ABD tarafından gelmiş olabilir.Çünkü Sayın Başer ABD'nin oyalamalarına sessiz kalmıyor ve ABD'nin vurdumduymazlığını halkı ile 
paylaşıyordu.

Hükümetin görevden alma biçimi ise sanki 27 Nisanda Genelkurmay Başkanlığı e-muhtırasına bir tepki olarak şık olmayan bir şekilde cereyan etmiştir.

Ankara Ulus'ta meydana gelen patlamalar şüphesiz ki herkesi şok etmiştir. Hayatlarını kaybedenlere Allah'tan rahmet yaralananlara da acil şifalar 
diliyorum. Ancak terörle mücadele ile düşünce düzeyinde bile ilgilenenler bu patlamaların ayak sesleri geliyorum diyordu. Geçen ay Taksim'de patlayıcılarla 
yakalanan bayan, İzmir mitingi öncesi orada meydana gelen patlama ve PKK'nın genel terör siyaseti göz önünde bulundurulduğunda bu patlama bir gün olacaktı. 
Yurt içine sokulan patlayıcılar konusunda gerek Emniyetin gerekse Genelkurmayın değişik zamanlarda yapılan açıklamalarda ortaya konulmuştur.

Eylemin olmuş olması güvenlik kuvvetlerinin başarısız olduğu anlamına da gelmez.Çünkü güvenlik kuvvetleri bizim haberimiz olmadan yüzlerce eylemi 
önlemektedir.Bu tür eylemler her zaman tekrar yapılabilir.Kullanılan patlayıcının gücü dikkate alındığında bunun bir plastik patlayıcı olduğu ve plastik patlayıcıların genelde PKK tarafından kullanıldığı, geçmişte de bu tür eylemler yaptığı göz önünde bulundurulursa bu bir PKK eylemi olma olasılığını 
artırmaktadır.

Seçilen yer ve zamanlama açısından bu bir profesyonel eylemdir. Terör eylemlerinin en önemli amaçlarından birisi belki de en önemlisi propagandadır. 
Bu nedenle bu tür olaylarda asla üst düzeyde değil en alt düzeyde açıklamalar yapılmalıdır.

Bu gün tartışma günü değil, birlik olma günüdür. Ancak bu birlik nasıl olabilecek bu çok tartışmalı çünkü hükümetle her gün şehitler veren silahlı kuvvetler arasında terörle mücadele konusunda çok ciddi farklılık vardır. Bu kadar ağır terör karşısında olup da en ağır bedeli ödeyip ancak terörle mücadele konusunda hiçbir stratejisi olmayan tek ülke Türkiye dir.

Sıfıra yakın bir terörle iktidara gelen hükümet maalesef Türk Silahlı Kuvvetlerin elini kolunu bağlamakta küstah Barzani'ye karşı tek kelime 
edememektedir. 

Gelinen noktayı düşünebiliyor musunuz? Barzani bu iktidarın devamından yana açıklamalar yaparken bu konuda faaliyetlerde bulunurken AKP'lilerin sesi 
çıkmadığı gibi ülkemizi ona buna oyuncak etmektedir.

Şimdi bir taraftan terörle mücadele eden Silahlı Kuvvetlerin elini kolunu bağlayacaksın sonrada bu patlama nasıl oldu diye soracaksın.Yazık oluyor bu 
ülkenin çocuklarına yazık oluyor.Onların şehit olmalarında en büyük sorumluluk hiçbir hükümete olmadığı kadar bu hükümete aittir.

Şimdi 22 Temmuzda bir seçime gidiyoruz.Eğer vatandaş olarak terörle mücadelede Amerika'nın talimatları dışına çıkamayan hükümeti değiştiremezse daha çok ağlayacağız.Sadece ağlamakla kalmayacağız ülke bölünmenin eşiğine gelecek.

Başta Türk milleti olmak üzere kahraman Türk Ordusu buna asla müsaade etmeyecektir.Ancak bedeli ağır olacaktır.Bedeli en aza indirmek için önce bu 
hükümeti 22 Temmuzda değiştirmek zorundayız.


***