AKP hükümeti ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında türban ve şeriatçı kadrolaşma ile başlayan gerilim son olarak Meclis Başkanı Bülent Arınç tarafından düzenlenen 23 Nisan resepsiyonun devlet protokolü tarafından protesto edilmesiyle birlikte tekrar şiddetlendi.
Cumhurbaşkanı’ndan Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarına, üst düzey bürokratlardan yargı organları başkanlarına kadar devletin bütün organları Arınç’ın eşinin türbanlı olarak resepsiyona katılacağının açığa çıkmasının ardından tepkilerini sert biçimde ortaya koydular ve resepsiyona katılmayacaklarını açıkladılar. Bu sert tepki karşısında geri adım atmak zorunda kalan ve eşinin resepsiyona katılmayacağını açıklayan Arınç’ın girişimleri ise sonuçsuz kaldı.
23 Nisan resepsiyonunun ardından toplanan ve 7.5 saat süren ve 28 Şubat’ın ardından tarihin en uzun ikinci MGK toplantısıyla AKP-Ordu ilişkilerinde yeni bir sürece de girilmiş oluyor.
AKP devlet savaşı büyüyor
AKP ve orduyu karşı karşıya getiren ve hükümet ordu çatışması olarak adlandırabileceğimiz sürecin ilk adımlarının da yine Arınç tarafından atıldığı düşünüldüğünde ordunun tepkisini görmezden gelmeye yönelik açıklamaların, oluşan tepkinin şiddetini azaltmaya yönelik bilindik açıklamalardan öte bir anlamının olmadığı ortada.
Zira 3 Kasım seçimlerinin ardından AKP ile orduyu karşı karşıya getiren ilk olay orduyu kastederek “bazı çevrelere inat Meclis başkanlığına aday oluyorum” diyen ve başkanlığa seçilmesinin hemen ardından türbanlı eşini devlet protokolüne sokan Bülent Arınç tarafından yaratılmıştı. Arınç’ın türban zorlamasına TSK’dan yine büyük tepki gelmiş ve Arınç’ı tebrik etmeye giden MGK üyesi komutanlar yalnızca otuz saniye süren bir ziyaretin ardından Arınç’ın makamını terk etmişlerdi.
Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın 23 Nisan Resepsiyonu Devlet-AKP çatışmasının en üst seviyede ortaya çıkmasına neden oldu. Daha önce türbanı devlet protokolüne sokmaya çalışan Arınç bu defa eşini resepsiyona getirmeyeceğini açıklamasına karşın, başta Cumhurbaşkanı ve Genel Kurmay Başkanı resepsiyonu protesto ettiler. Üst düzey devlet bürokrasisinin de protesto ettiği resepsiyon böylece AKP içi bir çay partisine dönüşmüş oldu. Resepsiyonda kendi başlarına kalan AKP’nin sergilediği görüntü aslında şeriatçı hükümetin Türkiye’de ne kadar tecrit olduğunu da ortaya çıkartmış oldu. Şeriatçılar devleti kuşatmaya çalışıyorlar ancak devlet içinde köşeye sıkıştıklarını sanırız hâlâ farkedemiyorlar.
Bu ilk ciddi gerginliğin ardından hükümetin hazırladığı acil eylem planıyla özellikle YÖK yasa tasarısı ve üniversitelerde türbanın serbest bırakılması konusundaki planlarını uygulamaya koyması ve Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki şeriatçı kadrolaşma çabalarına hız vermesi üzerine Cumhurbaşkanından Dışişleri Bakanlığına kadar bütün devlet organlarıyla AKP karşı karşıya gelmişti.
Bu gelişmeler yaşanırken toplanan MGK’da da hükümet uyarılmıştı. MGK toplantısında alınan kararlara muhalefet şerhi koyarak imza atan dönemin Başbakanı Abdullah Gül’e yanıt bizzat Genelkurmay başkanının ağzından “başbakan irticaya cesaret verdi” denilerek ortaya konmuştu. Bu açıklama aslında AKP’nin hükümette kalmasının artık mümkün olmadığını ve ordunun AKP iktidarının Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerine göz yummayacağını göstermişti.
Çatışmanın en üst seviyeye ulaştığı anda başlayan ABD’nin Irak saldırısı ise gündemi farklı bir noktaya taşıdı. Ancak bu süreç içinde AKP hükümeti bir yandan Kıbrıs ve Irak’ta devlet politikasını hiçe sayarak büyük tavizler verirken şeriatçı kadrolaşma çalışmalarını da sürdürmekten geri kalmıyordu.
Dolayısıyla her ne kadar varolan gerilim azalmış gibi görünse de AKP devlet savaşı alttan alta kızışmaktaydı. 23 Nisan resepsiyonunda ortaya çıkan durum işte tam da bu arka planda yürüyen kavganın patlak vermesinden başka birşey değildi.
AKP’den devlete şeriatçı kuşatma
Abdullah Gül’ün büyükelçiliklere şifreli genelgesi Ordunun büyük tepkisine yol açtı. Genelgede, Milli Görüş teşkilatları ile Fethullah Gülen cemaatine destek verilmesi isteniyordu.
AKP iktidara geldiği 3 Kasım’dan bugüne kadar aradan geçen altı aylık süre zarfında gerçekleştirdiği şeriatçı kadrolaşma operasyonunun bugün ulaştığı nokta Cumhuriyet’in şeriatçı bir kuşatmayla karşı karşıya kalması anlamına geliyor.
İlk olarak Türkiye’yi 28 Şubat’a taşıyana süreçte Cumhuriyet karşıtı şeriatçı hareket rejimi değiştirecek güce ulaşmış ancak ordunun müdahalesiyle iktidardan düşürülmüştü. Aradan geçen altı yıldan sonra bu kez yine aynı şeriatçı Milli Görüş geleneğinin temsilcisi AKP iktidarda. Üstelik AKP Refah Partisi döneminden farklı olarak Meclis’te anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa sahip ve tek başına iktidar. Böyle olunca da devlette şeriatçı kadrolaşma faaliyetlerinin engellenmesi oldukça zor hale geliyor.
AKP hükümeti iktidara geldiği ilk günden beri planlı bir kadrolaşma faaliyeti içinde bulunuyor ve bu plan bugün de aynı şekilde uygulanıyor.
THY, TRT, ISDEMİR ve daha birçok önemli devlet kuruluşlarının başına Milli Görüş kökenli kişiler atanmakta. Türbanın serbest bırakılmasına yönelik çalışmalar aynı şekilde devam ediyor. Kadrolaşma operasyonu öyle boyutlara ulaştı ki devletin en gizli belgelerinin bulunduğu Cumhuriyet Arşiv Daire Başkanlığı’na “Molla Üniversitesi” olarak bilinen şeriatçı El-ezher Üniversitesi İlahiyat mezunu Hüsnü Özer atandı. Daha önce de Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü görevine bir Muratbey Balta isimli bir imam atanmıştı.
Başbakan Tayyip Erdoğan, idealinin Amerikan modeli bir başkanlık sistemi olduğunu açıktan ifade etmeye başladı. Bu, şeriatçıların, mevcut Cumhuriyet rejimi içinde kalmak istemediklerinin, bir başkanlık yetkisi ile Türkiye imamlığına soyunmak istediklerinin de göstergesi.
Şeriatçı kadrolaşma faaliyetlerini engellemeye çalışan cumhurbaşkanı Sezer’in bütün çabalarına rağmen bu atamalara engel olunamıyor. Atama kararnamelerini geri çeviren Cumhurbaşkanı aynı atama kararnamesini tekrar karşısında buluyor. Ataması gerçekleşmeyenler de görevlendirme ile istenilen görevlere getiriliyor.
AKP özellikle son bir aylık süreçte kadrolaşma faaliyetlerini kolaylaştıracak bazı yasal düzenlemeleri de uygulamaya koydu. Sadece emeklilik yaşını 61’e düşüren yeni yasayla 2 bin 100 deneyimle bürokrat görevden uzaklaştırıldı ve bunların yerine şeriatçı kadrolar atandı.
Milli Eğitim ve üniversiteler üzerindeki şeriatçı kuşatma da günden güne artıyor. YÖK’ü kaldırma çalışmalarını gelen yoğun tepki üzerine bir süreliğine geri çeken AKP bu günlerde bu planlarını tekrar gündeme getiriyor. Önümüzdeki dönemde de artararak devam etmesi beklenen türbana özgürlük ise AKP için vazgeçilmez önemde.
Bütün bu kadrolaşma tartışmaları sürerken biraraya gelen Cumhurbaşkanı Sezer ve Tayyip Erdoğan arasında geçen ve basına da yansıyan diyalog yaşanan sürecin vehametini en açık biçimde ortaya koyuyor. Sezer’in “Devletin her kademesine imamları dolduruyorsunuz” şeklindeki sözlerine Erdoğan’ın yanıtı şu oluyor: “Ben de imamlık yaptım ama şimdi başbakanım”
Şeriatçı terör örgütlerine devlet protokolü
AKP hükümeti bir yandan devlet bürokrasisi içinde yoğun bir kadrolaşma hareketine girerken bir yandan da bağlantılı bulunduğu yurt dışındaki şeriatçı örgütlenmeleri açıktan destekliyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından 16 Nisan tarihinde yayınlanan ve MGK toplantısının en önemli maddelerinden birisi olan Milli Görüş ve Fethullah Gülen cemaatinin kollanması yolundaki genelge Türkiye Cumhuriyeti devleti aleyhine faaliyet gösteren kuruluşların bizzat hükümet tarafından korunduğunu gösteriyor. Abdullah Gül imzasıyla bazı ülkelerdeki büyükelçiliklere gönderilen genelgede Cumhuriyet aleyhtarı faaliyetler içinde bulunan Milli Görüş teşkilatının çalışmalarının desteklenmesi isteniyor.
İran’dan gelen çarşaflı heyet de AKP’nin nasıl bir düzen istediğini gösteriyor.
Türkiye’nin terörist örgüt olarak kabul ettiği Milli Görüş, yalnız Türkiye’de değil faaliyet gösterdiği ülkelerden Almanya’da da sıkı takip altında ve 26 bin üyesi ve büyük ekonomik gücüyle “takip altındaki en büyük yabancı örgüt” konumunda. Genelgede yer alan “Milli Görüş zararlı bir teşkilat değildir. Milli Görüş Teşkilatı’nın organizasyonlarına gerektiğinde büyükelçiler ve diplomatlar da gitmelidir. Resmi heyet programlarına bundan sonra bu teşkilat da dahil edilmelidir” şeklindeki ifadelerle Türkiye tarihinde ilk kez şeriatçı terör örgütleri devlet protokolüne alınmış oluyor.
Yine aynı genelgede 28 Şubat’ın ardından Amerika’ya tedaviye giden ve nedense bir türlü iyileşip Türkiye’ye dönemeyen Fethullah Gülen ve cemaaatinden övgüyle sözediliyor. Cumhuriyet aleyhtarı faaliyetler yürüttüğü iddiasıyla yargılanan Fethullah Gülen ve cemaatinin yurtdışındaki okulları için Türk kültürünü yayan kurumlar ifadesi kullanılıyor ve bu okullarla ilişkilerin geliştirilmesi isteniyor.
AKP orduya savaş açtı
MGK toplantısı öncesinde ortamı geren bir diğer önemli gelişme de İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Rıza Arif ve beraberindeki ekibin Ankara’da ağırlanması sırasında yaşanan olaylardı. Devletin resmi kuruluşu olan TRT ve Anadolu Ajansı’nın dahi içeri alınmadığı ve adeta gizli örgüt toplantılarını andıran yemekteki haremlik selamlık uygulaması ve çarşaflı kadınların yarattığı manzara Ankara’nın içine düştüğü kuşatmanın ne boyutlara ulaştığını göstermesi açısından önemli bir örnekti.
Tüm bu kadrolaşma çabalarına Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay başta olmak üzere devlet organları tarafından gösterilen karşı çıkış yaklaşan MGK toplantısı öncesinde taraflar arasındaki gerginliği daha da tırmandırdı.
AKP cephesi MGK’da hükümetin irticayla mücadele konusunda uyarılacağının ortaya çıkmasıyla birlikte saldırıya geçti. MGK’nın siyasilerin hesap vereceği bir yer olmadığını söyleyen AKP yetkilileri “MGK’da hesap vermeyeceğiz” tavrıyla tabanlarına dik durma mesajı vermeye çalıştılar. Orduya yönelik en sert saldırı ise Tayyip Erdoğan’dan geldi. Erdoğan orduyu kastederek “devletin en üst noktasından en alt noktasındana kadar hiç kimse la yü’sel (sorumsuz) değildir” diyerek MGK toplantısı öncesinde orduya meydan okumaya çalıştı.
Medyanın da yoğun desteğini arkasına alan Erdoğan partisinin Meclis’teki çoğunluğundan da güç alarak orduyu hedef alan açıklamalarına devam etti.
Erdoğan Belediye başkanlığı döneminde karıştığı ve yargılandığı yolsuzluk dosyalarını unutarak “Türkiye’nin imkan ve kaynaklarını boşa harcayanlar, statükonun korunması için direnenler, yolsuzluklar ve usulsüzlüklere bulaşanlar iddia edildiği gibi sadece siyasiler değil” sözleriyle silahlı kuvvetleri ve cumhurbaşkanını eleştirdi.
MGK toplantılarında hep dinleyen konumunda kalan şeriatçılar tek başına iktidar olmanın verdiği güçle bu kez karşı atağa geçerek baskın çıkmayı hedefliyorlardı. MGK’nın asker kanadı Milli Görüş ve Gülen cemaatini koruyan genelge, kadrolaşma ve türban tartışmalarıyla YÖK tarafından hazırlanan ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ciddiye alınmayan raporu gündemine alırken AKP kanadı da kadrolaşma faaliyetini savunacak karşı hazırlıklara girişti.
AKP AB kozunu kullanarak Orduyu tasfiye etmek istiyor
Medyanın büyük desteğini arkasına alan AKP ordu üzerinde kurmaya çalıştığı psikolojik baskıyla MGK toplantısını kazasız belasız atlatmaya çalışırken uzun vadede ordunun müdahalelerini engelleyecek bazı düzenlemelere girişeceğinin de ipuçlarını veriyor.
Özellikle AB süreci içinde demokratikleşme adı altında ordunun siyasete müdahalesini engellemeye yönelik planın iki ayağı var. ilk olarak Askerin icraat ve söylemlerinin “askeri tehdit” konularıyla sınırlandırılması öngörülüyor. İkinci olarak da 2004 sonuna kadar MGK’nın tamamen ortadan kaldırılması ya da en azından hükümete tavsiye kararı vermesi engellenmek isteniyor.
Hedefine ulaşma yolunda en büyük engel olarak gördüğü orduyu tasfiye planlarını yürürlüğe koyan AKP’nin elindeki en büyük koz da sözde AB üyelik süreci. AB üyeliği için siyasetin sivilleştirilmesi ve ordunun siyasetin dışına itilmesi AB’nin Türkiye’den taleplerinin ilk sırasında yeralıyor.
AB Komisyonu Genişlemeden sorumlu üyesi Gunter Verheugen’in Türkiye’deki ordu siyaset ilişkileri konusundaki görüşleri de AKP ile son derece uyumlu. Verheugen AKP AB ittifakının orduyu tasfiye planlarını şu sözlerle açığa vuruyor: “ordu siyasilerin emrinde olacak, siyasiler ordunun değil”
Başkanlık sistemiyle devlet ortadan kaldırılacak
Tayyip Erdoğan’ın “siyasetteki tek arzum başkanlık ya da yarı başkanlık modelidir. Bunun ideali de Amerika’da uygulanan sistem” açıklaması da orduyu tasfiye planları yapan AKP’nin geleceğe dönük niyetlerinin ne olduğunu anlamak açısından son derece önemli.
AKP, şeriat hedeflerinin önünde engel olarak orduyu ve devlet bürokrasisini görüyor ve bu amaçla giriştiği icraaatların sürekli bu organlardan geri tepmesi üzerine bu kez de başkanlık sistemini gündeme getiriliyor.
Başakanlık sistemi, devlet bürokrasisinin ortadan kalkması ve yetkinin tıpkı Amerikan sisteminde olduğu gibi başkan ve etrafındaki danışman kadrosunun denetimine girmesi demek. Başkanlık sistemine geçiş aynı zamanda Cumhuriyet rejiminin ortadan kaldırılması anlamına geliyor
Bakanlık yapmak için seçilmiş olma zorunluluğunun aranmadığı ve dışarıdan atamaların mümkün olduğu böylesi bir sistemin Türkiye’yi nerelere sürükleyeceğini tahmin etmek hiç de zor değil. Bunun şeriatçı hareket açısından yaratacağı fırsatları saymaya da herhalde gerek yok.
Başkanlık sisteminin yanısıra hükümet tarafından hazırlanan yerel yönetimler yasasayla da merkezi devlet çökertilerek yetki ve karar belediyelere devrediliyor ki bunun sonucunda şeriatçı belediyeler ve özellikle Güneydoğu’daki HADEP çizgisindeki belediyelerin etkinlikleri daha da artacak. Bu üniter devletin ortadan kaldırılması ve Türkiye’nin eyaletlere parçalanmasına yolaçacak bir gelişme