Efkan Ala etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Efkan Ala etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Eylül 2019 Pazar

Reis'ine Fazla Güvenenler İçin İbret Hikayesi,

Reis'ine Fazla Güvenenler İçin İbret Hikayesi : 



Ali Fuat Yılmazer

Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
2017--0-3-


Hırslı ve davasına bağlı bir adamdı, cemaat ve parti büyüklerine güveni tamdı. Genç bir polis olarak başladığı meslek kariyerinde devletin ve memuriyetin değil paralel iradelerin emirlerini uygulayarak adım adım ilerledi.

Sakin yükselişten, büyüklerinin övgülerinden memnundu ama kendisini daha kısa sürede, daha yüksek makamlara lâyık görüyordu. Bunun, büyük bir "devlet operasyonunda" önemli bir pozisyon yakalayarak gerçekleşebileceğini biliyordu.

Beklediği fırsat "Ergenekon" adı altında zuhur etti. "Eski devletin" kalıntılarına hukuksal bir dava görünümü altında son verilecekti. Kirli, çok kirli adamlar lazımdı. Rüşvetçi savcılar, işkenceci polisler, kariyer için her şeyi yapabilecek hakimler, kalemini ve vicdanını satmaya hazır gazeteciler..

Bu önemli operasyonu Reis'in " Bizzat yöneteceği" söylendi. Talimatlar direkt ondan gelecekti. Sıraya giren hakimler, savcılar, polisler, gazeteciler oldu ancak Ali Fuat Müdür hiç telaş etmedi, kendi şansından emindi çünkü. Böyle önemli bir görevde Reis'e sadece cemaat referansta bulunabileceğini biliyordu. Sessizce bekledi. Büyükleri Reis'e çıkıp, "Efendim elimizde çok yetenekli, bize çok bağlı bir polis var, adı Ali Fuat Yılmazer. Delil toplama ve tutuklatma işini siz ona bırakın" dediler.

Bu referanstan sonra İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğüne getirildi. Zaten sıradan bir polis memuruydu, gerçek istihbarat ile bir işi yoktu.Onun görevi istihbaratın yerine geçecek sahte bilgi, belge ve iddiaları toplayıp savcıları yönlendirmekti. Savcılara da "Ali Fuat'tan gelen malzemeleri sorgusuz sualsiz dosyaya koyacaksınız" talimatı çoktan verilmişti.

Savcıların kendisinden emir beklediğini gören küçük memur Ali Fuat coştukça coştu. Hele de kendisine "Çalışmalarından Reis bire bir haberdar, senden çok memnun" denildiğinde; baskın yaptırdığı evlerde bulduğu düğün davetiyelerini bile basına ve savcılara "örgüt delili" diye dikte etmeye başladı.

Reis'e kendisi hakkında gerçekten çok iyi referanslar gidiyordu. Reis kendisini takdir ettikçe, onun da Reis'e olan saygı ve bağlılığı artıyordu. Artık her şeyi yapmaya hazırdı, her şeyi!

Bir gün, Reis'le tanışma vaktinin geldiği, artık ona doğrudan bilgi vereceği söylendi. O gece uyuyamadı. Artık gözünde İçişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı canlanıyordu. Sabah erken elinde bir dosya ile Atatürk Havalimanı'nın VİP salonuna dikildi. Bazı gazeteciler de bu önemli buluşmayı görüntülesinler diye önceden haberdar edildi. Reis geldi, bu küçük memura büyük bir ilgi gösterdi, ihsanlarda bulundu,VİP salonuna alıp baş başa görüştü..

Havaalalanı buluşmaları rutine dönüştü. Ali Fuat artık Başbakan'ı bizzat bilgilendiriyor, hatta kimlerin tutuklanmasının "isabetli olacağı" konusunda tavsiyede bile bulunabiliyordu.

Küçük memur Ali Fuat'ın bu önlenmeyen (önlenemeyen değil) yükselişi, kısa sürede etkilerini havalimanı sınırları dışında da göstermeye başladı. Artık amirlerine kafa tutuyor, Emniyet müdürünü, valiyi, savcıyı azarlıyor, mesleki hiyerarşiyi hatırlatacak olanları Başbakan ile olan şahsi bağlarını öne sürerek susturuyordu. Kendi ekibini kurdu, atamalar, görevlendirmeler yaptı. İstanbul Emniyeti bir şube müdürünün emrine verilmişti, bir dediği iki edilmiyordu.

Binlerce sahte delil üretti, yüzlerce hayat kararttı. İftiralar altında ölenler, ağır hastalıklara yakalananlar, ailesi dağılanlar, ocağı sönenler oldu. Küçük memur Ali Fuat, bu insanlık suçlarını yükselişinin ayak sesleri olarak gördü. Kazandığı ikramiyeleri çocuklarının kursağından gönül rahatlığıyla geçirdi.

Gel zaman git zaman devran döndü, eski çamlar bardak oldu. Kendisini Reis'e refere edenlere bundan sonra hain muamelesi yapılmasına karar verildi. Dört yıl boyunca karşılıklı yenilen kilolarca hurmanın faturası Ali Fuat'ın hesabına yazıldı.

İnanamadı; olamazdı, birileri Reis'e mutlaka yanlış bilgi veriyor, kendisini onun gözünden düşürmeye çalışıyordu. Telaşla Reis'e ulaşmaya çalıştı ama kendisine en alt düzeyde bir muhatap dahi bulamadı. Telefonlarına çıkılmadı, randevu taleplerine cevap verilmedi.

Reis bunu neden yapıyordu?

Kendisi bir görev adamıydı. Reis istesin, bugün "hain" ilan edilen eski ağabeyleri için de delil üretir, onların da tutuklanmasını sağlardı oysa..

Feryatları duyulmadı. Bir sabah, bir zamanlar kendisine koridorda selam duran genç polisler eve gelip ters kelepçe ile derdest ettiler Ali Fuat Müdürü. Vaktiyle azarladığı savcılardan biri tutuklama talep etti, gönderdiği sahte delillerle asker, gazeteci, politikacı tutuklamış hakimlerden biri de tutuklayıverdi. Hem de terör örgütü mensubu olmaktan!

Tam üç yıldır bir zamanlar kimlerin gönderileceğinin listesini yaptığı ceza evinde olup bitenleri düşünüyor. Başına bunların neden geldiğini anlamaya çalışıyor. Geleni giden, arayanı, sahip çıkanı yok. Avukat bulmakta bile zorlanıyor. Daha kaç yıl bu şekilde yatacağı, suçlamaların altından nasıl kalkacağı belli değil.

Bitmedi. Sadece kendisini bu soğuk betona gömmekle kalmadılar. Emekli maaşına, mal varlığına, parasına puluna da el koyup geride bıraktığı ailesini açlığa mahkum ettiler.

O da yetmedi, son bir hamleyle can evinden vurdular ve binbir zorlukla okullarını bitirip babalarına destek olmaya çalışan iki kızını da tutukladılar.

Şimdi hücresinde düşünüreken biliyor ki bu kadarını kendisine hayatlarını kararttığı Ergenekon ve Balyoz sanıkları bile yapmazdı. Suçun şahsiliği ilkesine sadık kalırlar, hiç değilse çoluk çocuğuna ilişmezlerdi.

Kızların tutuklanmasına en kadim dostları bile sessiz kaldı. Sıradan bir gazete haberi olarak geçiştirildi. Yine biz Ergenekon sanıklarının vicdanı rahat durmadı, tepki gösterdik, sosyal medyada itiraz sesleri yükselttik, "Bu kadarı fazla, çocukların ne suçu var" dedik..

Netice..

Makam,mevki ve para için vicdanını satan, sadece kendi hayatını değil, çoluk çocuğunun hayatını da cehenneme atar.

Evet, ilahi adalet zalimleri birbirine kırdırarak da olsa, kendi düzenini mutlaka hakim kılar.

Önünde veya Sonunda..

NOT: Bu ibret hikayesinin İdris Naim Şahin; Ahmet Davutoğlu, Efkan Ala, Bülent Arınç, Ekrem Dumanlı vs. versiyonları da mevcuttur.

http://acikistihbarat.com/Haberler/10633-Haberler-Reis


*************

19 Haziran 2016 Pazar

Ne Garip Günlerden Geçiyoruz?


Ne Garip Günlerden Geçiyoruz?



Yazar: Ümit Özdağ
13 AĞUSTOS 2014 ÇARŞAMBA


PKK-PYD’liler, yani PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde 2004 senesinde kurduğu terör örgütünün üyeleri tarafından yapılan saldırıda 21 Temmuz 2014’te 3 askerimiz şehit oldu. Genelkurmay Başkanlığı, Şanlıurfa Ceylanpınar’da 21 Temmuz saat 21.20 sıralarında PKK-PYD üyelerinin sınırda askerlerimize kurduğu tuzak ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştı: "3. Hudut Alayı 1’inci Hudut Taburu 1’inci Hudut Bölük Komutanlığı, Şanlıurfa Ceylanpınar Karadağ Hudut Karakolu sorumluluğunda bulunan Yedi Numaralı Çelik Kule bölgesindeki nöbetçiler tarafından, sınırın Suriye tarafından Türkiye istikametine yasa dışı geçiş teşebbüsünde bulunan 10-15 kişilik gruba "dur" ikazında bulunulduğu" belirtilerek, sonrasında yaşananlar şöyle aktarıldı: İkaza uymayan şahıslar tarafından, nöbetçilere ateş açılmıştır. Anılan silahlı grup tarafından açılan ateş sonucu; P. Er Adem Dövüşgen, P. Er Berat Sağırkaya ve Shh. Onb. Yiğit Şahan ağır yaralanmıştır. Yaralı personelden; P. Er Adem Dövüşgen Ceylanpınar Devlet Hastanesinde yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak saat 22.10’da şehit olmuştur. P. Er Berat Sağırkaya ise, Gaziantep Üniversite Hastanesinde yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak, 22 Temmuz 2014 günü saat 02.45’te şehit olmuştur. Shh. Onb. Yiğit Şahan’ın tedavisine, Şanlıurfa Harran Üniversitesi Hastanesinde devam edilmektedir. Saldırı olayına müteakip; olay yerine, Karadağ ve Aksoy Hudut Karakollarından süratle birer Ani Müdahale Mangası sevk edilmiş olup, açılan ateşe ateşle karşılık verilmiştir. Çatışmada, en az altı PYD/PKK mensubu teröristin öldüğü belirtilmektedir.

PKK bu saldırıyı inkar etmemiştir. Aksine PKK’lıların tuzağa düşürüldüğünü ve TSK’nın ateşkesi ihlal ettiğini açıklamıştır. 27 Temmuz 2014’te Başbakan Erdoğan gazetecilerin PKK saldırısı ile ilgili  “TSK, PKK ’nın yaptığını açıkladı. Yorumunuz nedir?” sorusuna şu cevabı vermiştir. “PKK mı yoksa PYD mi? Orada bir yanlışınız var. Benim bildiğim PYD diye açıklandı. Kuzey Suriye’de şu anda PYD ile IŞİD arasında yapılan bir mücadele var. Bu mücadele neticesinde Türkiye’ye sızma gayreti içerisinde olanların askerlerimize karşı böyle bir saldırısı oldu. Tabi bizden üç şehit olurken, karşı taraftan da 6 tane bu noktada terörist etkisiz hale getirildi.” (Zaman, 28 Temmuz 2014)

Diğer bir ifade ile PKK “Ben yaptım” diyor, TSK, “PKK yaptı” diyor. Başbakan Erdoğan,  “Hayır, PKK yapmadı, PYD yaptı” diyor. Erdoğan, PKK’yı terör örgütünün kabul ettiği cinayetlerden bile aklıyor. Aslında Başbakan Erdoğan PYD’nin PKK olduğunu biliyor. 2 Ağustos 2014’te Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberde  “Mersin’de PYD Cenazesi”  başlığı altında 27 yaşındaki Yusuf Çağlı’nın Suriye’nin kuzeyinde PYD saflarında IŞİD’e karşı çatışırken öldüğü ve cenazesinin Mersin’de toprağa verildiği, cenazede Öcalan resmi ve Kürdistan bayrağı taşındığı haberi yer alıyordu.

PKK’nın silahlı gücü Halk Savunma Güçleri (HPG) tarafından kendi internet sitesinden eylemi gerçekleştiren grubun PKK’lı olduğunun açıklanmasına, ayrıca PYD’nin yani PKK’nın Suriye kolunun, PKK’dan ayrı bir grup olmadığının ilgili güvenlik birimleri tarafından açık ve net şekilde bilinmesine rağmen, Başbakan’ın PYD’yi PKK’dan ayrı gösterme çabası, yeni bir algı yönetiminin amaçlandığının güçlü sinyallerini vermektedir. Ayrıca Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne tehdit olan şekli şemali belli bir terör örgütünü, üst düzey yetkili bir devlet görevlisinin, dezenformasyon yaparak farklı bir yapıdaymış gibi gösterme çabası, gerçek demokrasilerde herhalde bu şekilde dikkatsizce göz ardı edilmezdi.

Bu bağlamda tek adam yönetimiyle idare edilen bir iktidara sahip olduğumuzun diğer somut örneğini de İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın, “HDP ve örgüt bölünme değil, demokrasi istiyor” açıklamasıyla görmekteyiz. Örgütün ve uzantılarının amaç ve faaliyetleri ilgili güvenlik birimlerince açık bir şekilde tespit edilmiş ve edilmekte olmasına rağmen sırf sözde açılım süreci sorgulanmasın diye örgütün masumane gösterilme çabası, AKP’nin çıkarları uğruna ülkemizi nerelere sürüklediğinin en önemli emarelerindendir. Bu açıklamayı tarihten bir açıklama ile kıyaslarsak ancak Balkan Savaşı’nın çıkmasından kısa bir süre önce “Balkan meselesini fazla büyütmeyin, sizi temin ederim ki, Balkanlardan imanım kadar eminim” diyen Dışişleri Bakanı Asım Bey’in açıklaması kadar anlamlı olduğunu görürüz. Üstelik, İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın bu açıklaması, Türkiye’ye sızmak isteyen PKK’lıların tuzak kurarak üç askerimizi şehit etmelerinden iki gün sonra gerçekleşti. PKK’nın demokrasi istediğini Efkan Ala bir de gidip Suriye sınırında şehit olan Mehmetçiklerimizin annelerine ve babalarına anlatsın.

Öte yandan Abdullah Öcalan, İmralı’da bölücü milletvekillerine “bağımsız Kürdistan’dan” vazgeçmediğini söylüyor. Cemil Bayık, PKK’nın silah bırakacağına inananların hayal gördüğünü açıklıyor. Barzani’nin sağ kolu olan Fuat Hüseyin, gergin olan KDP-PKK ilişkilerinden bahsederken  “Eninde sonunda bölge Kürtleri birleşmek zorunda” diyerek, pankürdist vizyonu ortaya koyuyor. PKK’sından KYB’sine kadar bütün Kürtçü örgütler Bağımsız-Birleşik Kürdistan hedefinden asla taviz vermiyorlar. 2003’den bu yana Türkiye, Irak ve Suriye’de Kürtçü örgütler milliyetçi hedeflerine doğru adım adım ilerliyorlar. Türkiye’de ise İçişleri Bakanlığı yetkilerini ancak güneydoğu Anadolu dışında kullanabilen, günlerce kapatılan şehirler arası yolları açamayan, kendilerini korumak için ateş açan jandarmaların ellerinden “PKK’lı vurdun” diyerek silahlarını alan bir Bakanlığın Bakanı olan Efkan Ala ise Türk Milletine “PKK bölünmek istemiyor, demokrasi istiyor” diyebiliyor.

Beşir Atalay ise, PKK’lıların “daha iyi yaşam” koşullarına kavuşabilmeleri için dağdan indikten sonra psikolojik destek görmeleri, iş kurabilmeleri için ekonomik ve psikolojik destek verileceğinden bahsediyor. Öte yandan çatışma sırasında yanında el bombası patlayan asker gazi sayılmadığı için kendi imkanları ile nasıl tedavi olamadığını anlatıyor gazetelerde.

Özel Harp Teşkilatı’nın bölge başkanlıkları ve MAK adlı elit birliği tasfiye ediliyor. Ortadoğu’da yer yerinden oynarken, Ortadoğu’yu en yakından izleyen Diyarbakır’daki Hava Üssü tasfiye ediliyor ve Eskişehir’e taşınıyor.  Ve Obama yönetimine yakınlığı ile bilinen düşünce kuruluşu Center For American Progress son raporunda Amerikan Yönetimine PKK’nın terörist örgütler listesinden çıkarılmasının düşünülebileceğini söylüyor. 

Özetle garip günlerden geçiyoruz ve daha garip günlerden geçeceğiz.

http://www.21yyte.org/ sitesinden 19.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/08/13/7735/ne-garip-gunlerden-geciyoruz

..