Türk Dış Politikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Dış Politikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Aralık 2020 Cuma

Yeni Dönemde Türk Dış Politikasında Kimlik Donüşümü.,

 Yeni Dönemde Türk Dış Politikasında Kimlik Donüşümü.,




O. Bahadır DİNÇER
Dilek AYDEMİR

Osman Bahadır DİNÇER


Yeni Dönemde Türk Dış Politikasında Kimlik Donüşümü.,
Türk Dış Politikasında Kimlik Dönüşümü

Türk dış politikasında yaşanan dönüşümü kimlik dönüşümünden ayrı değerlendirmek mümkün değildir.

Bu kimliğin dinamiklerini ise Türkiye’de yaşanan sosyal, ekonomik ve kültürel dönüşümlerin tamamında aramak gerekir.
Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand, 14 Nisan 1992’de Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın konuğu olarak İstanbul’da Sultanahmet
Camisi’ni gezmişti. 
AFP
Türkiye’nin yıllarca Batı dışı coğrafyalara ve özellikle Arap dünyasına uzaktan bakışında, yüzünü tamamen Batı’ya dönmüş olmasının rolü büyük. 
   Cumhuriyet Türkiyesi, kendisini sadece Batı ile tanımlamayı seçti. Modernleşme ve Batılılaşmayı biri diğerini ikame eden kavramlar olarak algıladı. 
Bu nedenle, Türkiye’nin İslam coğrafyası ile ilişkileri hep mesafeli ve düşük düzeyde tutuldu. Özellikle yeni Türk devletinin ajandasında Ortadoğu ve 
Kuzey Afrika ülkeleri, haritanın “zaman harcamaya değmeyen kısmı” olarak kaldı.
   Ancak gelinen noktada, bu olumsuz algıların büyük ölçüde giderildiği bir dış politika anlayışının yeşerdiği görülüyor.
Türk dış politikasında yaşanan bu dönüşümü kimlik dönüşümünden ayrı değerlendirmek mümkün değildir.
Bu kimliğin dinamiklerini ise Türkiye’de yaşanan sosyal, ekonomik ve kültürel dönüşümlerin tamamında aramak gerekiyor.

Değişen Kimlik Anlayışı

Cumhuriyet’in erken dönemlerinde gerçekleştirilen devrimler, toplumsal yapının geliştirilmesi ve düzenin sağlanmasında Batı tipi bir modernleşmeyi hedeflemişti. Bu model, dogmatik kalıplardan sıyrılmayı ve toplumsal yapıda pozitivist unsurları öne çıkarmayı amaçlamaktaydı. Dolayısıyla İslami geçmişten ve bu yapının bir dönem temsilcisi olmuş Osmanlı mirasından mümkün mertebe uzak duruldu. 
    Nitekim Niyazi Berkes, Türk modernleşmesinin bu dönüşümünü, “Batı medeniyetine koşulsuz şartsız bir yönelim ve oluşacak her türlü karşı dalganın önünün kesilmesi” olarak tanımlamıştır. Batılılaşma, yeni Türk devletinin hayallerini süsleyen ekonomik refah ve toplumsal düzenin kapısını açan bir anahtar olarak görüldü. “Batı ve ötekiler” dikotomisi üzerine bina edilen bu zihniyette “ötekilere” karşı kapı bu dönemde kapalı tutuldu.
   Her şeyden önce Türk dış politikasının geçirdiği dönüşümün Türk toplumundaki Arap algısı üzerinde önemli rolü var. Toplumsal düzeyde kimlik algısında yaşanan dönüşüm de benzer şekilde, Türk dış politikasına şekil veriyor. Bir başka deyişle değişim rüzgârı herkesi önüne katmış sürüklüyor. Ancak bu değişim birbirini tetikleyen unsurları içinde barındırıyor.
    Toplumun ve devletin farklı kesimleri, demokrasi kanallarının da açılmasıyla “değiştikçe değiştirmeye” devam ediyor.
Türk toplumunda Arap algısının şekillenmesinde, Osmanlı’nın son dönemindeki milliyetçilik hareketleriyle ortaya çıkan Arap isyanı önemli rol oynadı. İsyanın ardından Araplar, Türk toplumunda uzun yıllar “hain” olarak anıldı. Batı’nın da kışkırtması ile karşılıklı bir yanlış bilgilenme süreci yaşandı.
Türkiye’nin jeopolitik açıdan Batı bloğuna kayması ve Soğuk Savaş döneminde NATO’ya üye olması, Ankara’yı Doğu’dan iyice uzaklaştırdı. İsrail’i ilk tanıyan Müslüman ülke olması da Arap coğrafyası ile ilişkilerin kötüleşmesinde bir diğer etkili faktör oldu. 1980’lere kadar Türkiye’nin pusulasında dönem dönem değişme eğilimleri görülse de algıdaki temel kırılma Turgut Özal dönemine rastlamaktadır.

Özal’la Başlayan Değişim Süreci

1980’lere kadar dış politikada etkin olan devletçi ve milliyetçi seküler yapı, ilk kez Özal dönemindeki uygulamalarla sarsıldı. Soğuk Savaş döneminin sona
ermiş olması, Türkiye’nin bölgede artan stratejik önemi, çevre ülkelerde ortaya çıkan tehdit ve fırsatlardan örülü yeni yapı, Türk dış politikasının seyrini de
etkiledi. Yeni Türk dış politikası uygulamaları, Türkiye’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle ilişkilerinde farklı bir kimlik tanımıyla hareket etmesine
yol açtı.

   Ancak 1990’larda yeniden canlanan Türkiye-Ortadoğu ve Kuzey Afrika ilişkileri hem o dönemde hâkim olan uluslararası atmosfer hem de iç ekonomi
politik yapıda yaşanan problemler nedeniyle yeteri kadar olgunlaşamadı.
Bu dönemde, Türk medyasının Ortadoğu’ya yönelik eleştirileri, Arap halkı hakkındaki olumsuz fikirlerin oluşumunda merkezi rol oynadı.

Mevcut devlet yapısının özellikle 1980’lerden sonra yapısal eleştirilere maruz kalması, Türkiye’nin modernleşme serüvenini anlamamızda yol gösterici olan alternatif modernliklere zemin hazırladı. 1980 sonrası ekonomik alanda uygulanan liberal politikalar, yerel sermayeyi güçlendirerek toplumsal hayatta yeni aktörlerin ve bu aktörlere bağlı gelişen ekonomik dönüşümün habercisi oldu. Anadolu sermayesinin artan nüfuzu, “Anadolu kaplanları” olarak nitelenen sermaye grubunun doğuşunu sağladı. Geleneksel devletçi yapıda hem ekonomik hem de ideolojik olarak kaçınılan yatırımlara bu dönemde kucak açıldı. Ortadoğu, Afrika ve Asya ülkeleri ile son 30 yılda artan dış ticaret bunun bir göstergesidir. Diğer bir deyişle, Türk iş adamları ideolojik ve kısıtlayıcı bir yaklaşımdan ziyade pragmatik ve kapsayıcı bir yöntem benimsediler. Bu, toplumsal ve ekonomik bir dönüşüm olmasının yanı sıra, aynı zamanda siyasi bir dönüşümdür.

  İç dinamiklerdeki bu dönüşüm, politik ekonomideki bu değişimle birbirini destekler bir yapı arz etmiştir.
Nilüfer Göle, “alternatif modernlikler” yaklaşımında Türkiye’de toplumsal, ekonomik ve siyasi alanlarda yaşanan farklılaşmayı, Türk siyasetinin kapsayıcı yapısına bağlamaktadır. Benzer şekilde günümüz  Türkiyesinde, modernlik ve sekülerizmin öznesi olan seküler elit ile alternatif modernlikleri temsil eden pragmatik ve muhafazakar elit arasında bir devir teslim töreninden söz etmek mümkündür.

Halkın desteği ve beklentileri çerçevesinde iç siyasette ve ekonomide şekillenen bu tablo, şüphesiz ki Türk dış politikasını da etkiledi.
İç siyasette ve ekonomide yaşanan kimlik dönüşümünün Türk dış politikasına yansımasını Ersel Aydınlı “elitsizleştirme” (de-elitization) olarak niteliyor.
Aydınlı, bu noktada Türkiye’nin farklı ülkelerle ilişkilerinde elit perspektifinin yerini halklar arası ilişkilerin, benzerliklerin, ortak kültür ve miras gibi noktaların öne çıktığı bir yapının aldığını ifade ediyor. 




Öte yandan,

Türk dış politikasındaki gelişmeler, Türkiye’de toplumsal düzeyde yaşanan kimlik dönüşümüne paralel okunduğunda bu durumu bir “elitsizleşme” süreci sonrasında yaşanan “yeniden elitleşme” (re-elitization) olarak da tanımlayabiliriz. Bu yaklaşım bizlere, Türkiye’de merkezin kendi içindeki dönüşümünün yeni bir dış politika algısı yaratmadaki etkisini anlamada daha geniş bir çerçeve sunmaktadır.
Sosyal, siyasal ve ekonomik yapıdaki bu değişim, Türkiye’yi, bugün dış politikasında devletçi ve statükocu bir çizgi izlemek yerine pragmatik davranmaya
itiyor. Türkiye’nin pragmatik dış politikası ve değişen iç yapısı, daha kapsayıcı ve inşa merkezli bir yapının da habercisi.




Daha Aktif Bir Dış Politika

    Tehdit algısının çok ötesine geçen dış politika anlayışı, şüphesiz ki Türkiye’nin kapsayıcı ve inşa merkezli politikalarına paralel, bölgede ve dünyada artan rolünü destekleyici bir anlayışı simgeliyor.
Kimlik algısındaki bu kapsayıcı değişim, insanların kendilerine olan güvenlerini de artırıyor.
Türkiye’nin dengeleyici bir unsur olarak uluslararası arenada rol almaya başlamasını, bu değişimden ayrı görmek mümkün değil. Kapsayıcı bir
politikanın neticesinde hem Batı hem de Doğu ile konuşabilen bir Türkiye, olayları çok boyutlu ele alabiliyor. Bu netice, elbette sadece hükümetlerin
değişmesi ile elde edilen bir kazanım değildir. Bizatihi hükümetler bu değişimin birer ürünü. Dolayısıyla “dengeleyici bir unsur olma”, sadece
hükümetlerin inisiyatifi ile başarılmış değil, aynı zamanda halkın bu değişimin arkasındaki itici güç olmasıyla yakından ilişkilidir.
Başbakan Erdoğan’ın Mart ayının sonunda gerçekleştirdiği Irak ziyareti, bunun en bariz örneği. Kendisi ile barışık olmayan, kucaklayıcılıktan uzak ve
ötekileştirici kültürel kodlara sahip bir toplumun, böylesi bir ziyareti kabullenebilmesi zor olurdu. Oysa Türkiye, farklılıkları azaltmaya çalışan ve muhtelif tarafları uzlaştırmayı hedefleyen bir ülke olarak bunu başarmış görünüyor. Türkiye’nin komşu ülkelerle tarihi ve kültürel bağlarını yeniden tanımlaması, yeni bir coğrafi tasavvurla komşularına dair genel algının da değişmesine yol açtı.
Dış politika yapımında algıların çok önemli olduğu bilinen bir gerçek. Hatta kimi uzmanlara göre “dış politikada algı, yegâne gerçektir.” Türk dış politikasının Ortadoğu’ya ilişkin algılarındaki bu değişimin önemli paradigmatik değişimlere neden olduğu gözden kaçırılmamalı. Yıllarca Batı’nın da desteğiyle oluşturulmaya çalışılan dar ve tek yönlü kimlik kalıpları, değişen ve gelişen Türkiye’ye artık uymuyor. Bu kalıpların kırılmasının “eksen kayması” şeklinde tanımlanması ise Türkiye’ye biçilen elbisenin artık dar gelmesinden başka bir şey değil. Dahası bu yaklaşımlar, değişen dünyada Batı’nın da homojen bir yapı olmadığı gerçeğini görmezden geliyor.

Oysa “hangi Batı” sorusunun sıklıkla sorulmasını gerektiren bir dönemden geçiyoruz.

Kara Bulutlar Dağılırken

Özellikle ekonomik ilişkilerin artması ile ortaya çıkan yoğun etkileşim, tarafların birbirini daha yakından tanımasına zemin hazırladı. Bu da sınırlarımızın
hemen yanı başında yaşayan insanların bizden farklı olmadıkları gerçeğini anlamamızı sağladı. Bu konuda pratik anlamda farkındalığın artması, felsefi açıdan değişen kimlik algısının daha geniş çapta muhkemleşmesini sağladı. Vizelerin kaldırılması, ticaretin artması ve buna bağlı olarak gidiş gelişlerin sıklaşması klişeleşmiş olumsuz algıların azalmasına neden oldu. Bu nedenle, denilebilir ki, artık Türk-Arap ilişkileri üzerindeki kara bulutlar dağılmaya başladı.
   Günümüzde, dış politika sadece elitlerin iştigal ettiği bir uğraş ve inşa ettiği bir alan değil. Türkiye’de de yeni bir elit türü imal eden sosyo-politik ve ekonomik çarklar uzunca bir süredir dönüyor. Değişen toplumsal dinamiklerin Türk dış politikasını etkilemesi kaçınılmazdı, nitekim öyle de oldu.

Dinamik Türk toplumunun dış politikası da artık daha hareketli hale geldi. Bu dönüşüm, aynı zamanda, Türkiye’nin daha da ihtiyatlı davranmasını gerektiriyor.
Özgüven patlaması, Türkiye’nin “beklenti-kabiliyet” açığını daha da büyüterek hayal kırıklıkları yaratabilir.

Zira sadece algılarını değiştiren değil, aynı zamanda değişen algıları doğru yönetmek durumunda olan bir ülkeden bahsediyoruz

Kapak Konusu

Geçen ayki Irak ziyaretinde Başbakan Erdoğan’ı karşılamaya gelen Iraklılar, Bağdat havalimanı yolu boyunca Türk ve Irak bayrakları ile sevinç gösterilerinde bulundu. 

AFP/AHMAD AL-RUBAYE



9 Şubat 2020 Pazar

IŞİD Örneği Üzerinden AKP Dönemi Türk Dış Politikasına Bakış

IŞİD Örneği Üzerinden AKP Dönemi Türk Dış Politikasına Bakış 


Siyasal Eleştiri Alanı Olarak Mizah Dergileri: 


IŞİD Örneği Üzerinden AKP Dönemi Türk Dış Politikasına Bakış 

Fatih Fuat TUNCER 


Özet: 

 Ahmet Davutoğlu ile yeni bir formata geçtiği ve “stratejik derinlik” yakaladığı iddia edilen Türk dış politikası mizah dergileri tarafından sıkça eleştirilmekte ve sorgulanmaktadır. Davutoğlu ile “sıfır sorun”, “köprü değil merkez”, “güçlü Türkiye”, “çok yönlü dış politika” ve “yeni Osmanlılar” gibi metaforlar ile donanan Türk dış politikasına mizah dergilerinin bakışı ve yaklaşımı dikkat çekicidir. Bu çalışma da bu noktadan hareketle en çok satan üç mizah dergisi: Uykusuz, Penguen ve Leman’ın kapakları üzerinden mizah dergilerinin AKP 
dönemi Türk dış politika yapıcılarının IŞİD politikası konusuna bakış açısını örnek olaylar üzerinden inceleyecektir. Bu inceleme yapılırken yöntem olarak imge bilim ve söylem analizi uygulanacaktır. 

Giriş 

 Karikatürkiye isimli kitabı ile kitabı ile “Karikatürlerle Cumhuriyet Tarihi”ni 
inceleyen Turgut Çeviker; bir sanat veya edebiyat türü üzerinden bir ülkenin siyasal-toplumsal tarihini kurgulamanın sorunlu ve oldukça çetin bir iş olduğunu belirtmektedir.327 

Bu çalışma da bu noktadan hareketle mizah dergileri üzerinden AKP dönemi Türk dış politikasını incelemeyi amaçlamaktadır. Ancak çalışmanın bir sempozyum metni olmasının ortaya çıkardığı metin kısıtlaması nedeni ile tüm süreci incelemenin zorluğu göz önüne alınarak örnek bir konu üzerinden incelemenin yapılması daha uygun görünmektedir. 

Bu sebeple de son dönem oldukça tartışmalı bir konu olan IŞİD/İD(Irak Şam İslam Devleti/İslam Devleti) örneği üzerinden sempozyum bildirisinin hazırlanmasına karar verilmiştir. Bu kararın verilmesinde IŞİD terör örgütünün hem ülkemizde hem bölgemizde hem de uluslararası düzeyde en güncel tartışma konusu olması etkili olmuştur. 

 Çalışma iki ana bölümden oluşacaktır. Birinci bölüm “Siyasal Eleştiri Alanı Olarak Mizah Dergileri” başlığını taşıyacak olup; bu başlık altında “Türkiye’de geçmişten bugüne mizah dergileri” incelenecektir. Yine aynı bölümde “Türkiye’deki basın özgürlüğü tartışmaları ve 4.kuvvet olarak basın ve mizah dergilerinin yeri” tartışmasına değinilecektir. 

İkinci bölüm ise “Mizah Dergilerinde AKP’nin IŞİD Politikası” başlığını taşıyacaktır. Bu bölümde ilk alt başlık ise “AKP ve mizah” olacaktır. Bu alt başlık altında AKP iktidarı döneminde mizah dergileri ile olan ilişki ve tartışmalar ele alınacaktır. Bu bölümün son ve en önemli alt başlığı olan “Mizah dergilerinde IŞİD ve AKP” bölümünde de çalışmamızın asıl tartışma konusunu oluşturan AKP’nin İŞİD politikası ve bu politika minvalinde ortaya çıkan tartışmalara mizah dergilerinin bakışı ve yorumlaması mizah dergilerinin kapakları üzerinden 
incelenecektir. 

 Çalışmanın sonuç bölümünde de iki ana bölümünde tartışılan konu başlıkları 
değerlendirilecek olup. İŞİD örneği üzerinden mizah dergilerinin gerçekten bir siyasal eleştiri alanı olarak kabul edilip edilemeyeceği ve Türkiye’de oldukça tartışmalı olan basın özgürlüğü konusunda mizah dergilerinin duruşu tartışılacaktır. 

 Siyasal Eleştiri Alanı Olarak Mizah Dergileri 

Türkiye’de Geçmişten Bugüne Mizah Dergileri 

 Bölüme başlamadan önce belki de “mizah neye benzer?” sorusunu sormak 
gerekmektedir. Özge Mumcu bu soruyu şu şekilde cevaplamaktadır: 

 “Kısaca yanıt şu: hiçbir şeye benzemez ne içilen çaya, ne solunan havaya… Gündeme göre değişebilen, Levent Cantek’in deyişi ile bir yanıyla pansuman diğer yanıyla neşter özelliğini taşıyan kendine özgü bir varlıktır. Varlıktır çünkü yaşar, yaşadıkça değişir, değiştikçe de şeklini değiştirir.”328 

 Siyaset ve imgeler konusunda önemli çalışmalara imza atan Güven Gürkan Özkan “Sol Siyaset ve İmgelem” başlığını taşıyan makalesinde görsel ifadenin siyasal mücadele için önemini şu şekilde aktarmaktadır: 

 “Görsel ifade, çoğu zaman siyasal mücadele dilinin en etkin araçlarından biridir. Zira çarpıcı niteliği, sözü destekleyen hatta kimi zaman onun önüne geçen geçebilen hüviyetiyle kitleye sayfalarca metinden daha süratli ve etkili bir biçimde nüfuz edebilme özelliği taşır”329 

 Mumcu’nun Cantek’e dayanarak kullandığı ‘neşter’ ve ‘pansuman’ metaforu ile 
mizahın neşter olup var olan bir durumu keskince göstermesi yine pansuman olup sarıp sarmalayıp düşündürmeden de güldürmesi vurgulanmıştır.330 

 Neşteri vuran da pansumanı da yapan mizahçılar yani beyaz kağıda yaptıkları çizimleri ile yel değirmenlerine savaş açan Don Kişot’a benzetebileceğimiz çizerler belki de basın tarihinin en cesur savaşçılarıdır. Modern Türkiye tarihi bugün “eski” ve “yeni” başlıkları altında tartışılmaya çalışılsa da Türkiye çizerlerinin geçmişten bugüne en önemli ortak özellikleri sistem içerisinde bir ellerinde neşterleri diğer ellerinde pansuman malzemeleri ile muhalif olmaları ve toplumsal sorunları resmetmekten çekinmemeleridir. Tek parti döneminde “yazarları hapiste olmadığı zamanlar çıkar” sloganı ile yayın yapan Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’in Marko Paşa’sından, Gırgır gibi bir efsaneyi Türkiye mizah tarihine kazandıran ve “Çiçeği burnunda karikatürcüler” bölümü ile bugünlerin en beğenilen çizerlerini mizaha kazandıran “Avanak Avni” ve “Utanmaz Adam”ın yaratıcısı Oğuz Aral’a ve bugün hala yoksulların ve tutunamayanların hayatlarını mizah ile savunmaya çalışan Metin Üstündağ/Met-Üst’e karikatürcülerin ortak özelliği dönemin koşulları ne olursa olsun asla iktidar erkine yakın durmamak ve toplumsal sorunları dile getirmekten korkmamak olmuştur. 

 Nasrettin Hoca ile başladığını varsayabileceğimiz tarihimizdeki eleştirel mizah 
anlatımı 20.yüzyıl ile birlikte daha da gelişmiş ve siyasal mizah anlayışına dönüşmüştür. 

Modern Türkiye’de “Marko Paşa” dergisi ile derinlik kazanan siyasal mizah anlayışı “Gırgır” dergisi ile bir anlamda kitleselleşmiştir. Gırgır dergisinin 1975 yılında 500.000 tiraja ulaşarak “dünyanın en çok satan 3. mizah dergisi” olduğu düşünülürse, bu kitleselleşmenin geldiği boyut daha da iyi anlaşılacaktır. 

 Türkiye’nin gerçek anlamda ilk mizah dergisi/gazetesi olarak göze çarpan ilk dergi Diyojen olarak görünmektedir. Adını, Anadolulu bir düşünür olan Diyojen’den alan derginin sloganı da düşünürün en temel söylemi olan “gölge etme başka ihsan istemem”dir. Derginin kurucusu Ermeni kökenli Osmanlı vatandaşı Teodar Kasap’tır. Derginin yazar kadrosunda Namık Kemal gibi önemli muhalif aydınlar bulunmaktadır. 23 Aralık 1869’da yayın hayatına başlayan dergi bir dönemin siyasal yönetimi tarafından birçok kez kapatılmış ve  toplatılmış tır.331 

Diyojen’i, Hayal(1873), Çıngıraklı Tatar(1873), Kahkaha(1875) ve Çaylak  (1876) gibi dergiler takip etmiştir. Ancak II. Abdülhamit’in tahta çıkışı ile büyük baskılar ile karşılaşan mizah dergileri İstanbul dışında basılıp, İstanbul’a el altından sokulmak zorunda kalmışlardır.332 

 II.Meşrutiyet ile esmeye başlayan özgürlük rüzgarı dönemin mizah dergilerine de bir ivme kazandırmıştır. Bu dönemin en önemli dergileri olarak ise Kalem (1908), Karagöz(1908) ve Cem(1910) göze çarpmaktadır.333 Bu dergilerin kadrosunda Türk edebiyat tarihine yön vermiş olan yazarlar bulunmaktadır. Örneğin Süt Kardeşler filminden hatırladığımız Gülyabani”nin yaratıcısı olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, Kalem ve Cem dergilerinde yazar ve başyazar olarak karşımıza çıkmaktadır.334 

 Cumhuriyet öncesi son dönem olarak adlandırabileceğimiz Kurtuluş savaşı döneminde de Güleryüz (1921), Aydede(1922) ve Akbaba(1921) gibi mizah dergileri ön plana çıkmaktadır. Bu dergilerin kurtuluş savaşına bakış açısı ise birbirlerinden farklıdır. Sedat Simavi’nin Güleryüz’ü Milli Mücadeleyi desteklerken, Refik Halit Karay’ın Aydede’si işgal kuvvetlerini desteklemektedir. 30 Ağustos Zaferi sonrası Aydede taraf değiştirse de Karay sürgüne gönderilmiş ancak dergi 1949’a kadar yayın hayatını sürdürmüştür.335 

 Türkiye mizah dergiciliğinin muhalif karakterini oturtan dergi olarak 
değerlendirilebilecek Marko Paşa ise 1947’de yayımlanmaya başlamıştır. Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz gibi isimleri bünyesinde bulunan dergi tek parti yönetimine en büyük muhalefeti yapan taraflardan biri olarak göze çarpmaktadır. Dergi sürekli kapatılmakta ancak Malum Paşa, Merhum Paşa ve Öküz Paşa gibi isimlerle yeniden çıkarılmaktaydı.336 

 1950’lerde ise toplumcu mizah karakterinin daha da oturduğu görülmektedir. Örneğin İlhan Selçuk tarafından 1956 yılında kurulan Dolmuş ve Tef(1954) dergileri Turhan Selçuk ve Oğuz Aral gibi isimleri mizaha kazandırarak daha sonraki dönemlere de damga vurmuşlardır.337 

 1970’lerin mizah dergileri ise o günün Türkiye koşullarında da etkilenerek basına uygulanan sansüre rağmen en önemli siyasal eleştiri alanı olma görevini sürdürmüştür. 

Özellikle 1972’de çıkmaya başlayan Gırgır, satış rekorları kırmış ve Oğuz Aral öncülüğünde deyim yerinde ise mizah üniversitesi görevini görmüştür. 

Bu üniversiteden birçok yazar ve çizer mezun olmuş; kendi dergilerini kurmuştur.338 Örneğin bugün hala yayınlanan ve en çok satan üç dergi olan Leman(1991), Penguen(2002) ve Uykusuz(2007) bu mirasın en önemli 
örneklerindendir. Yine yayın hayatından çekilen Çarşaf (1976), Limon (1985), Hıbır(1989) ve Pişmiş Kelle (1990) dergileri Türkiye’nin yakın tarihini yansıtan çizgileri ile bir ansiklopedi niteliğindedir. 

 Bugün ise üç dergi göze çarpmaktadır. Oğuz Aral mirasını devam ettiren Leman, Penguen ve Uykusuz dergileri toplumsal olayları yakından izlemekte ve okuyucularına aktarmaktadır. Özellikle dergi kapakları ülke gündeminden etkilenmekte ve aynı zamanda ülke gündemini de belirleyebilmektedir. 

Günümüzde 4. Kuvvet Olarak Basın ve Mizah Dergileri 

 Toplumsal ve siyasal muhalefetin baskıya maruz bırakıldığı zamanlarda mizah 
dergileri geçmişten bugüne siyasal eleştirinin kendini en rahat ifade ettiği alan olmaktadır. 

Özellikle son dönem Türk basının tartışmalı durumu; uluslararası araştırmalara göre basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasından elde edilen 154.lük ve Türk basınının “kısmen özgür” durumundan “özgür olmayan” durumuna düşmesi dikkat çekicidir.339 Basının sindirildiği ve gazeteciliğin “4.kuvvet” olmaktan çıkarılarak “iktidar-sermaye” eksenine kaydığı son dönem Türkiye’sinde bütün bu yaşananlara rağmen mizah dergileri siyasal eleştiri yaparken kullandığı üslubu daha da sertleştirmekten çekinmemektedirler. Recep Tayyip 
Erdoğan’ın karikatüristlere ve mizah dergilerine açtığı davalar dahi son dönem Türk medyasında yaşanan dönüşümün bir benzerinin mizah dergilerinde yaşanmasını sağlayamamıştır. “Alo Fatih” ve “Penguen Belgeseli” gibi olayların ortaya çıkması ile güven kaybeden medyanın, yasama-yürütme-yargı sonrası kendisine atfedilen “4.kuvvet” rütbesi sorgulanır olmuştur. Özellikle ortaya atılan basına sansür uygulandığı iddiası toplumda tartışma yaratmıştır. Bütün sorgulamaya rağmen “4.Kuvvet” içerisindeki mizah dergileri görevini yerine getirmek için tüm elinden geleni ortaya koymaya çalışmaktadır. Tabi ki bu 
fikre katılmayanlar da vardır. Örneğin Akif Beki, Radikal Gazetesi’nde 3 Kasım 2011 tarihli ve “Türkiye’de sansür varsa mizah neden satmıyor?” başlıklı yazısında Beki “eğer bir sansür söz konusu olsaydı insanlar mizah dergilerinin satışlarını yükseltirdi” demektedir. Yani Beki’ye göre bir siyasi düzende kaliteli mizah yoksa orada baskı yoktur.340 Türkiye’deki mizahın kalitesinin kime göre ve neye göre belirleneceği bambaşka bir tartışma konusudur. 

Ancak Beki’nin bu satırları yazarken internet medyasının mizah dergilerinin satışlarını derinden etkilediği gerçeğini atladığı göze çarpmaktadır. Sosyal medya’da mizah dergilerinin kapaklarının yayınlanır yayınlanmaz haber olması ve tartışılması medyanın dijitalleşmesi ile mizah dergilerinin satış rakamları arasındaki ilişkiyi doğrular niteliktedir. 

 Çizerlerin yerine mizah dergilerinin ön plana çıkmasındaki neden dikkat çekicidir. Zira çizerlerin çalıştığı mecralar yani gazete veya dergiler onların özgürlük alanını belirlemektedir. Örneğin Çeviker yayınlamış olduğu Karikatürkiye kitabının önsözünde bu konuya şu şekilde yaklaşmaktadır: 

“Karikatür ‘bağımlı’ bir yaratıcılık alanıdır. Çizer, basın organına ‘ait’tir ve bu nedenle özgür değildir. O, istediğini çizmekte ‘özgür’dür; ancak, yazı işleri karikatürü yayımlarsa “söz”ünü kamuya iletebilir!”341 

 İşte tam da bu noktada çalışılan alanın dayanışma gücü de önem kazanmakta dır. Onun içindir ki 2006 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhuriyet Gazetesi yazarı Musa Kart’ın çizmiş olduğu “Erdoğan kafalı kedi karikatürü”ne açtığı davaya karşı Penguen dergisi çizmiş olduğu “Tayyipler Alemi” karikatürü ile cevap vermiştir. Her iki karikatüre de açılan davalar düşmüş ancak mizah dergileri ve çizerler duruşlarından vazgeçmemişlerdir.342 Yine geçtiğimiz haftalarda “17 Aralık Yolsuzluk Soruşturması”nın takipsizlikle sonuçlanmasını 
kendi üslubu ile çizen Musa Kart’a yönelik açılan dava Türkiye’deki mizahçılardan olduğu kadar yurtdışında da tepki ile karşılanmıştır. Musa Kart’a destek amacı ile The Guardian’ın çizeri Martin Rowson, Twitter’da #Erdogancaricature etiketi ile tüm çizerleri Erdoğan karikatürleri paylaşarak Musa Kart’a destek olmaya çağırmıştır.343 

Mizah Dergilerinde AKP’nin İŞİD Politikası 

AKP ve Mizah Dergileri 

 İktidardaki AKP ve Mizah dergileri arasındaki ilişki, AKP iktidarının göreve geldiği ilk günden itibaren dikkat çekicidir. Zira mecliste yapılamayan muhalefeti, medya tarafından dile getirilemeyenleri ve yazılamayanları ülkemizde mizah dergileri yapıyor görünmektedir. 

Örneğin 28 Aralık 2011 tarihinde kaçakçılık yapan köylülerin bombalanması haberi ulusal medyada bilerek tam 12 saat geciktirilmiş ve bu durum mizah dergileri tarafından eleştirilmiştir. Özellikle “Gezi Parkı” protestolarında üç maymunu oynayan Türk medyasının içler acısı haline rağmen mizah dergileri direnişi aktaran ve destekleyen çizimler yaparak 4.kuvvet görevini yerine getirmeye çalışmıştır. (bkz: Şekil 1) 


Şekil: 1 

 Mizah dergilerinin bu muhalefeti tabii ki de iktidar tarafından karşılıksız bırakılmamış ve mizah dergilerine davalar açılmıştır. Daha önceki bölümlerde değindiğimiz bu davalar ile mizah dergileri sindirilmeye çalışılmışsa da başarılamamıştır. Son dönemde iktidarın ve dolayısı ile “yeni Türkiye” muhalifi herkes bir kesimin paralı silahşoru olmakla suçlanmaktadır. Penguen Dergisi çizerlerinden Selçuk Erdem ve Erdil Yaşaroğlu; 28 Eylül 2014 tarihinde Wall Street Journall Türkiye servisine verdikleri röportajda bu durumu şu şekilde değerlendirmektedirler: 

“… Mesela ‘kimden para alıyorsunuz?’ gibi şeyler var. … Doğan Grubunun bir parçası olduğumuzu sanıyor bir kısım. Halbuki alakamız yok. Biz bağımsızız. Ama bunlar internet eleştirilerinin dışına da çıkabiliyor. Yani telefonla aramalarmış, tehditlermiş. Hatta hatırlarsanız bir ara saldırı bile olmuştu.”344 

 Görüldüğü üzere toplumsal kutuplaşmadan nasibini mizah dergileri de almakta ve tehditlere hedef olmaktadırlar. Buna rağmen iktidarların tutumu ne olursa olsun mizah dergilerinin muhalif tavrı devam ediyor görünmektedir. İktidar tarafından muhalefete sürekli yöneltilen “hiç mi güzel şeyler yapmadık bu ülkede?” sorusuna da mizah dergileri tarafından anında cevap verilmektedir.(bkz: şekil 2) 


Şekil:2 

Mizah Dergilerinde AK PARTİ’nin İŞİD Politikası 

 2011 yılının Mart ayında Arap Baharı’nın Suriye’yi de içine alması ile birlikte 
Türkiye’nin de Suriye politikası değişmiş ve Esad karşıtı bir politika izlenmeye başlanmıştır. 

Bu minvalde Türkiye, önce Esad’ı Esed yapmış; Suriye’ye uluslararası toplum tarafından bir askeri operasyon yapılması taraftarı olmuş ve Türkiye’nin Suriye içerisindeki muhalif grupları koşulsuz olarak desteklediği sürekli iddia edilmiştir. Yine bu süreçte Irak ve Suriye içerisindeki muhalif grupların hareketleri şüphe yaratmıştır. Bunlardan en dikkat çekeni ise IŞİD olmuştur. 2004 yılında Irak’ta Tevhid ve Cihat adı ile ortaya çıkan örgüt, 2006 yılında Irak İslam Devleti adını almış; Suriye ve Irak’taki kaos ortamında güçlenen örgüt Irak İslam Devleti  adını alarak güçlenmiş, 2013 yılında Suriye’deki karışıklıktan faydalanarak Irak Şam İslam Devleti adını kullanmaya başlayan örgüt 2014 yılında da kendine İslam Devleti adını vermiştir.345 Mizah dergileri ise bütün bu süreçte yaşananların nabzını tutmuş ve iktidarın yaklaşımını kapaklarına taşıyacak kadar yakından takip etmeye çalışmıştır. 

 2012 yılında Suriye’deki çatışmaların şiddetlenmesi ile sınır kapıları açılmış yüz 
binlerce mülteci Türkiye’ye alınmıştır. Ancak sınırların Esad kontrolünden çıkması sonucunda Türkiye-Suriye sınırı tartışmalı bir hal almış ve yabancı savaşçılar sorunu tartışılmaya başlanmıştır. Dönemin Başbakanı Erdoğan ve dönemin Dış İşleri Bakanı Davutoğlu tarafından başlatılan Esat karşıtı kampanya ülkede savaş beklentisi yaratmıştır. Savaş ve yabancı savaşçı tartışması mizah dergileri tarafından kapaklara taşınmış ve yaşananlara tepki gösterilmiştir.(bkz: Şekil:3) 
Şekil:3 

 2013 yılında ise Erdoğan ve Davutoğlu’nun tüm desteğine ve çabasına rağmen Özgür Suriye Ordusu tam olarak bekleneni verememiş ve Suriye konusunun Rusya ve ABD tarafından müzakere yolu ile tartışılmasına karar verilmiştir. Bu dönemde de uluslararası toplumun dışında politika üretmeye çalışarak “değerli yalnızlık” gibi kavramları ortaya atan hükümet kanadı mizah dergileri tarafından yoğun eleştiri almıştır. Özellikle Egemen Bağış’ın “Gezi’de ölenler Suriye’de ölenlerin yanında devede kulak kalır” sözü büyük tepki çekmiştir.(bkz: Şekil: 4) 


http://medyafaresi.com/i/haber/1068854-bwfmlgncmaapxyf_jpg_large.jpg 

Şekil:4 

 2014 yılında ise Suriye krizindeki en büyük tartışma konusu ise IŞİD olmuştur. 
İktidarın uzunca bir süre kamuoyu önünde eleştirmekten kaçındığı IŞİD örgütünün internet ortamına düşen katliam videoları Türkiye ve dünyada şok yaratmıştır. Özellikle Suriye’ye giden MİT’e ait tırların durdurulması ve içerisinde bulunduğu iddia edilen silahların IŞİD ve Nusra gibi örgütlere gittiğinin iddia edilmesi mizah dergileri tarafından işlenen konulardan birisi olmuştur. Yine aynı dönemde IŞİD’in Musul kentini ele geçirmesi ile Türkiye konsolosluk çalışanların IŞİD tarafından rehin alınması uygulanan haber yasağına rağmen mizah dergileri tarafından görmezden gelinmemiştir. (Bkz: Şekil: 5) 


Şekil:5 

 Rehinelerin kurtarılması sürecinde yaşanan tartışmalar ve IŞİD’e karşı oluşturulacak koalisyona Türkiye’nin rehinelerin can güvenliğini gerekçe göstererek katılmaması da mizah dergileri tarafından eleştirilmiştir. (bkz: Şekil:6) 
Şekil:6 

 Rehinelerin kurtarılması sonrası bu sefer de Türkiye’nin IŞİD’e karşı nasıl strateji izleyeceği tartışılırken gündem bir anda tezkere tartışmalarına odaklanmıştır. Tezkere tartışmaları sırasında ve sonrasında sık sık Kobane/Aynel Arap’ta YPG ve IŞİD arasındaki çatışmalar gündemi meşgul ediyor görünmekte dir; bu durum Leman, Penguen ve Uykusuz dergileri tarafından gündeme taşınmıştır.(Bkz: Şekil:7) 


Şekil:7 


Sonuç Yerine 

 IŞİD meselesinin henüz netleşmemiş ve neticelenmemiş olduğu noktasından hareketle bu bölüme “sonuç” adını vermektense “sonuç yerine” demek daha mantıklı olacaktır. Çalışmada iki ana bölüm yer almış ve bu bölümlerde Türkiye’deki mizah dergilerinin belli başlı toplumsal olaylara bakış açısı incelenmiştir. 

 Çalışmanın ilk bölümünde iki sorunun cevabı aranmıştır. Bu sorular: “Türk mizah dergileri siyasal eleştiri alanı olarak değerlendirebilir mi?” ve “mizah dergileri Türkiye’de 4.Kuvvet görevini yerine getirmekte midir?” sorularıdır. 

Her iki soru da birbiri ile bağlantılıdır. Çalışma metni göstermektedir ki mizah dergileri geçmişten bugüne Türkiye’de siyasal eleştiri alanı olarak değerlendirilebilecektir. Yine aynı şekilde Türkiye tarihinde basına 
uygulanan tüm baskı ve sansüre rağmen mizah dergileri bazen isim değiştirerek bazen de davalara karşı mücadele bayraklarını indirmeyerek Türkiye’de basının yerine getirdiği tartışmalı olan 4.kuvvet görevini bir şekilde yerine getirmeye çalışmaktadır. 

 Çalışmanın ikinci bölümünde ise yine başka iki sorunun cevabı aranmıştır. Bu sorular: “AKP ve mizah dergileri ilişkisi nasıldır?” ve “mizah dergilerinin IŞİD konusuna bakışı geçmişten bugüne tutarlı mıdır?” sorularıdır. Yine bir önceki bölümde olduğu gibi bu bölümün iki sorusu da birbiri ile bağıntılıdır. AKP ve mizah dergileri arasındaki ilişki diğer iktidarlar ve mizah dergileri ile olan ilişkiden farklı değildir. Yani 1940’ların Marko Paşa’sı tek parti yönetimine karşı nasılsa bugünlerin Uykusuz, Penguen ve Leman dergileri de AKP iktidarına aynı şekilde yaklaşmakta ve iktidara karşı toplumcu bir tutum sergiliyor görünmekte dir. IŞİD ve Suriye konusunda da mizah dergilerinin söz konusu dönemdeki tüm 
tartışmalarda hükümet aksine bir tutum takınarak Suriye ve IŞİD politikasını eleştirdiği görünmektedir. 

 Sonuç olarak Namık Kemal’in ve Teodor Kasap’ın Diyojen’inden, Marko Paşa’ya, Oğuz Aral’ın Gırgır’ına ve bugünün Leman, Uykusuz ve Penguen’ine kadar mizah dergileri çoğunlukla toplumsal muhalefetten yana olmuşlar; çoğunlukla iktidarın ve sermayenin sesinin yansıtıldığı basın tarihimizde bulundukları tarafı korumuşlar ve savunmuşlardır. Elbette her ortamda olduğu gibi mizah dünyası içinde de karşıt isimler de bulunmaktadır. Ancak ana akım mizah medyasının içerisinde bu isimlerin oldukça az olması okuyucunun takdirini kimden yana gösterdiği konusunda belirleyici olmaktadır. 

Kaynakça 

Leman Dergisi 

Uykusuz Dergisi 

Penguen Dergisi 

Çeviker, Turgut, Karikatürkiye:Karikatürlerle Cumhuriyet Tarihi(1923-2008), 3.cilt, İstanbul: NTV Yayınları, 2010. 

Aytekin, Akın, “Medyada En İyi Direnci Gösteren Mizah Dergileri”, 28 Eylül 2014, 
http://www.wsj.com.tr/news/articles/SB11976045344857054351604580181741300684832?mod=WSJ_article_EditorsPicks, (30.10.2014). 

Beki, Akif, “Sansür varsa mizah niye satmıyor?”, 3 Aralık 2011, Radikal, 
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/akif_beki/sansur_varsa_mizah_niye_satmiyor-1068361, (Erişim Tarihi: 26.10.2014). 

Öztan, Güven G., “Sol Siyaset ve İmgelem”, Bianet, 28 Şubat 2013, 
http://www.bianet.org/bianet/siyaset/144721-sol-siyaset-ve-imgelem, (Erişim Tarihi: 29.10.2014). 

Mumcu, Özge, “Mizah Neye Benzer?”, 20 Kasım 2011, 
http://ozgemumcu.net/2011/11/20/mizah-neye-benzer/, (Erişim Tarihi: 28.10.2014). 

Mumcu, Özge, “Türkiye’de Mizahın Anlamları: Levent Cantek ile Söyleşi”, 
http://www.ozgemumcu.com/2011/11/turkiyede-mizahn-anlamlar.html, (Erişim tarihi:   29.10.2014). 

Pınarcı, Gülden A., “Toplumun Kahkaha Aynası: Mizah Dergileri”, 
http://e-bulten.library.atilim.edu.tr/sayilar/2013-01/encok.html, (Erişim Tarihi: 12.09.2014). 

Seyhan, Salih, “II.Mizah Basını ve İçeriklerinden Seçilmiş Örnekler”, Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/3, Winter 2013. 

Saydur, Mehmet, “Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın Emperyalizme Karşı Açtıkları Bayrak”, 
http://www.markopasa.org/index.php?option=com_content&task=view&id=9&Itemid=1,  (Erişim Tarihi: 11.09.2014). 

Taşkın, Figen, “Osmanlı Karikatüristlerinin Gözünden Balkan Krizi”, 
www.journals.istanbul.edu.tr/iuydta/article/download/.../1023018338, (Erişim Tarihi: 10.09.2014). 

Yazıcı, Nermin, “Yazılı Türk Mizahının Gelişim Sürecinde Batılı Anlamda İlk Mizah Dergisi: Cem”, ”, Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3, Summer, 2011. 

“Aydede 91 Yıl Sonra Tekrar Huzurlarınızda!”, 17 Nisan 2013, 
http://www.gazeteciler.com/kitaplik/aydede-91-yil-sonra-tekrar-huzurlarinizda-65159h.html,  (Erişim Tarihi: 10.09.2014). 

“Türkiye Basın Özgürlüğü Sıralamasında 154. Sırada”, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/02/140212_rsf_turkiye, (Erişim Tarihi:  13.09.2014). 

 “Tayyipler Alemi Davası Reddedildi”, http://www.sendika.org/2006/02/tayyipler-alemi-
karikaturu-davasi-reddedildi/, (Erişim Tarihi: 13.09.2014). 

 “Syria is ‘Satistified’ With US Airstrikes Against Islamic State Positions”, RiaNovosti, 30.09.2014, 
http://en.ria.ru/world/20140930/193443992/Syria-Is-Satisfied-With-US-
Airstrikes-against-Islamic-State-Positions.html, (Erişim Tarihi: 30.09.2014). 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;


327 Çeviker, Turgut, Karikatürkiye:Karikatürlerle Cumhuriyet Tarihi(1923-2008), 3.cilt, İstanbul: NTV  Yayınları, 2010, s.537. 
328 Mumcu, Özge, “Mizah Neye Benzer?”, 20 Kasım 2011, 
      http://ozgemumcu.net/2011/11/20/mizah-neye-benzer/, (Erişim Tarihi: 28.10.2014). 
329 Öztan, Güven G., “Sol Siyaset ve İmgelem”, Bianet, 28 Şubat 2013, 
      http://www.bianet.org/bianet/siyaset/144721-sol-siyaset-ve-imgelem, (Erişim Tarihi: 29.10.2014). 
330 Mumcu, Özge, “Türkiye’de Mizahın Anlamları: Levent Cantek ile Söyleşi”, 
      http://www.ozgemumcu.com/2011/11/turkiyede-mizahn-anlamlar.html, (Erişim tarihi: 29.10.2014). 
331 Seyhan, Salih, “II.Mizah Basını ve İçeriklerinden Seçilmiş Örnekler”, Turkish Studies, International 
      Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/3, Winter 2013, s.497. 
332 Seyhan, a.g.m 
333 Yazıcı, Nermin, “Yazılı Türk Mizahının Gelişim Sürecinde Batılı Anlamda İlk Mizah Dergisi: Cem”, ”, 
      Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
      Volume 6/3, Summer, 2011, s.1305. 
334 Taşkın, Figen, “Osmanlı Karikatüristlerinin Gözünden Balkan Krizi”, 
       www.journals.istanbul.edu.tr/iuydta/article/download/.../1023018338, (Erişim Tarihi: 10.09.2014). 
335 “Aydede 91 Yıl Sonra Tekrar Huzurlarınızda!”, 17 Nisan 2013, 
     http://www.gazeteciler.com/kitaplik/aydede-91-yil-sonra-tekrar-huzurlarinizda-65159h.html, (Erişim Tarihi: 10.09.2014). 
336 Saydur, Mehmet, “Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın Emperyalizme Karşı Açtıkları Bayrak”, 
      http://www.markopasa.org/index.php?option=com_content&task=view&id=9&Itemid=1, (Erişim Tarihi: 11.09.2014). 
337 Pınarcı, Gülden A., “Toplumun Kahkaha Aynası: Mizah Dergileri”, 
      http://e-bulten.library.atilim.edu.tr/sayilar/2013-01/encok.html, (Erişim Tarihi: 12.09.2014). 
338 Pınarcı, a.g.m. 
339 “Türkiye Basın Özgürlüğü Sıralamasında 154. Sırada”, 
      http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/02/140212_rsf_turkiye, (Erişim Tarihi: 13.09.2014). 
340 Beki, Akif, “Sansür varsa mizah niye satmıyor?”, 3 Aralık 2011, Radikal, 
    http://www.radikal.com.tr/yazarlar/akif_beki/sansur_varsa_mizah_niye_satmiyor-1068361, (Erişim Tarihi: 26.10.2014). 
341 Çeviker, a.g.e, s.537. 
342 “Tayyipler Alemi Davası Reddedildi”, 
      http://www.sendika.org/2006/02/tayyipler-alemi-karikaturu-davasi-reddedildi/, (Erişim Tarihi: 13.09.2014). 
343 Walsh, James, “#ErdoganCaricature: cartoonists hit back at Turkish leader’s clampdown”, The Guardian, 23 Ekim 2014, 
      http://www.theguardian.com/world/2014/oct/23/erdogancaricature-cartoonists-hit-back-at-turkish-leaders-clampdown, (Erişim Tarihi: 28.10.2014). 
344 Aytekin, Akın, “Medyada En İyi Direnci Gösteren Mizah Dergileri”, 28 Eylül 2014, 
    http://www.wsj.com.tr/news/articles/SB11976045344857054351604580181741300684832?mod=WSJ_article_EditorsPicks, (30.10.2014). 


***


1 Eylül 2019 Pazar

Kolektif Emperyalizm Nedir., BÖLÜM 2

Kolektif Emperyalizm Nedir., BÖLÜM 2



Ultra-Emperyalizm kuramı (kendi ulusal sermayelerinin baskısı altında hareket eden) “ulus-devletler” arası bir ittifakı gerektirmekteydi. Oysa kolektif emperyalizmin işleyişinde çeşitli devletler içerisinde aynı anda temsil edilen 
uluslararasılaşmış sermayenin talepleri belirleyici olmaktadır. Tek tek devletlerin ittifakı bu uluslararasılaşmış temsilin yani farklı gruplar tarafından farklı ortamlarda üretilen ve kolayca devlet iktidarına dönüşebilen çok sayıdaki talebin 
ürünüdür.

Kolektif emperyalizm tezimiz yeni ölçeğinde işlev gören emperyalist bloklar mantığına dayanmamaktadır. 
Ancak kolektif emperyalizmin faili, Batı bloğunun iç içe geçen sermaye gruplarının her durumda olmasa da pek çok durumda ve önemli konularda- içinde temsil edildikleri ulus devletlerin iktidarını uyumlu kullanma ve benzer politikalara tahvil etme yeteneğine sahip bir oluşumdur. Bu durumda emperyalist politikaların kıtasal düzeyde tatbiki önündeki engeller ulus devleti inkar etmeden- aşılmış olacaktır. Sermaye birikimi (üretici güçler) değilse de düzenleme kıtasal düzeyde uyumlu hale gelecektir. Buradan “…Bu sonuncu emperyalistler arası rekabetin, Lenin’in çözümlemesindeki klasik emperyalizme 
kıyasla yeni olan yanı ilk olarak uluslararası emperyalist ekonomide sadece üç dünya gücünün karşı karşıya olduğu gerçeğidir…
” (Mandel, 2008:443) savına varıp varmamak somut sorunlara somut çözümler arayan düşünürlerin insafına kalmıştır.

Kolektif emperyalizm kolektif sömürgeleşme sürecinden ayrı düşünülemez. Çizilen tabloya birleşerek kolektif emperyalizmi oluşturan çok sayıdaki münferit kapitalist talebin, Sovyet Sisteminin çöküşü nedeniyle (az)gelişmekte olan ülkeler üzerinde artan/yoğunlaşan etkisini de eklemek gerekmektedir. Bir başka deyişle (az)gelişmekte olan ülkelerin Batı Kapitalizminden kaynaklanan taleplere direnebilme/direnme kapasitelerindeki önemli azalma bugünün dünyasını anlamak için temel unsurlardan birisidir.

***

27 Şubat 2016 günü, Prof. Dr. Ali Murat Özdemir Sunduğu “ Türk Dış Politikasının Ekonomi Politiği ” başlıklı konuşma ile dinleyenleri yeni ve farklı bilgilerle tanıştırdı.

Prof. Dr. Ali Murat Özdemir, konferansına, “ Türk Dış Politikasının Ekonomi Politiği '' başlıklı ve kitap olarak da yayınlanan uzun bir çalışma programının bir parçasından” konuşma yapacağını, klasik sol çevrelerin ulaşmadığı belki de ulaşması gerekmeyen bir yöntemle “kendi kapasitemizde bir hikâye” yazdıklarını söyleyerek başladı. “Karşımızda kompleks bir sorun var ve biz bunu anlamak ve açıklamaktan vazgeçmeyeceğiz. Öyle bir konuma sıkıştırıldık ki emperyalizmden söz eden milliyetçilikten söz eder anlayışı egemen durumda. Bu yıllarda ve günümüzde en hüzün verici şey emperyalizmden söz etmemek olmuştur.” 
dedi.

Prof. Dr. Ali Murat Özdemir, Özetle şunları söyledi:

“Bahsettiğimiz emperyalizm, Lenin’in kendi dönemini açıklarken çok iyi izah ettiği klasik tanımdan farklı. Çünkü İkinci Dünya Savaşından sonra durum değişti.

Kapitalizm kendine yeni bir rota çizdi. Bir devletin birden fazla sermaye grubuna ve birden fazla devletin yardımına ihtiyaç duyduğu döneme girdik. Marshall yardımı vs. gibi. Emperyalist merkez olarak ABD’nin öne çıkması söz konusu oldu. Bu anlamda sermayenin uluslararasılaşması dediğimiz şeyi görüyoruz. Aynı dönemde BM’nin Milletler Cemiyetinden çok daha farklı bir şey olduğunu görüyoruz. BM’nin Batılı gelişmiş devletlerin lehine yeni bir uluslararası hukukun inşasına başladığını görüyoruz. Daha önceki dönemde görülmeyen şeyler ortaya çıktı. NATO gibi. Rusya ile Çini devre dışı bırakacak bir yapı. Kendi aralarındaki çelişkinin üzerine gitmeyip görmezden gelen kolektif bir emperyalizm bu 1990’a kadar böyle gitti; SSCB çökene kadar.

Bu uluslararası emperyalizmdir. Bunu kolektif yapan şey sermaye gruplarının aynı anda değişik ülkelerde faaliyet gösterebilmeleridir aynı zamanda.
Bu Durum Barışçıl bir Süreç değildir. 

Kanlı Taylorizm.. 

Üretken sermaye masum değildir. Asya kaplanları Laos ve Kamboçya’dan gelenleri canavarca sömürüyorlar. 
Kemik ticareti diye bir şey var örneğin. Bir ölüden etleri dökülmeden alınan kemik platin yerine takılabiliyor… 
Böbrek kardeşliği gibi… Uzak Asya’da Cenin restoranları var. Düşük yapmış kadınların ceninlerinden yemek yapılan restoranlar.

Üretken yatırımda ya satamazsanız korkusu var. O zaman geleceğe gidemiyorsanız geçmişe gidersiniz. 
Üretim yapamayacaksanız ilerde geçmişte üretilene bakarsınız.

Sovyet özelleştirmeleri, yağmaları dönemi bitti. Bu bitiş müthiş bir birikimle bitiş oldu. Daha önce alım satıma konu olmayan şeyler gündeme geldi örneğin. Sular, havalar, kamu malları… Kolektif mülkiyetin özel mülkiyete tahvili için 
çalışmalar yapmanız lazım baskısı üçüncü ülkelerde birinci sorun oldu. Güç ilişkilerini radikal biçimde değiştirmeniz lazım dendi; kolay değildir. Bu ülke yöneticileri emperyalizmle ilişkilerinde her şeyi verecek durumda değillerdir. 
Kıyamet burada kopuyor zaten. İşbirliğini emperyalizmin isteği gibi mükemmelen yapmaya haiz değiller. 

Kızılca kıyamet kopuyor. Verecek ama veremiyor. Niçin veremiyor?

(…) 90’larda bilgisayar sistemlerinin gelişmesi var. 90 öncesi dünyayla 90 sonrası ayrı. İki binlerin dünyası da farklı. 
400 milyon insan yer değiştirmiş Çin’de. 20 milyon dolu yeni kent kurulmuş. Çin 1990’lardan sonra bütün büyük Marksistlerin hayalinde yokken emperyalist sistemi ekonomik yapısına bağlanarak dünyayı değiştirdi etkiledi.

İki binlerden sonra bizim hayatımızı doğrudan etkileyen ikinci bir etken Petro-dolar havuzlarının kendisini ifşa etmesi oldu. 

3 trilyon Dolar dolayında Suudi Arabistan’ın elindeki kamu havuzu zenginliği.

Şimdi batı Suudilere petrol bölgelerini kadastrodan geçir, sermaye grupları banka kurun, zenginliklerin bulunduğu kamusal alanlarda teknik yapılar oluşturun… Körfez, batının bu artan basıncını kendi dışına ihraç ederek kurtulmaya çalışıyor.

Bu çelişki Türkiye’yi yakından etkiliyor. Türkiye’ye de değişik Körfez talepleri var. Türkiye temsiliyle batı temsilinin Körfez temsilinde kabak gibi ayrıldığını görüyoruz.

2011’den sonra bizim ülkemize Körfez’den gelen para Batı’nın istediği sermaye değil.

Türk dış politikasının giderek Körfez’den etkilenmeye başlaması Türk dış politikasının körfez menfaatinde ağırlıklı olarak kullanılmasını da getirdi. Bu başkanlık sistemi ister. Körfez tarzı iş görme biçimini, “emirlik tipi” bir başkanlık sistemi ister. 
Başkanlık sistemi parlamenter sistemin dışında başkan mecliste kendini üretmekten azade kalarak mutlu bir hayat sürer.

Türkiye’nin kendi kuruluş felsefesine bu kadar kudurmuş biçimde saldırı irrasyoneldir. Ama eğer başka bir ülkedeki yönetici sınıfın uzantısına dönerseniz bu rasyonel olur.

Türkiye’yle batının arasında emperyalistlerin Kürt politikası da var. Körfez de var. Körfez etkisi olmasıydı Türkiye Türkmenlerini korurdu, Esat’ı desteklerdi.

Uluslararası ilişkileri özne devletler açısından okuyoruz. Sermaye grupları da belirleyici olabiliyor. Körfezde ne bir yönetici sınıf var ne siyasi ne ekonomik ama Türkiye’yi yönetiyor.

Körfez etkisinde politikada Türk yürütücüleri ülkenin sürekli olağanüstü hal içinde yönetmekten kaçınmayacak, rahatsız olmayacaktır. Böyle de oluyor.

Kolektif emperyalist temsil akıl Türkiye’de parlamenter sistemi içerir. Onlar da başkanlık isteyebilir ama Körfezin istediğinden farklı başkanlık olur.

Türk dış politikası Ortadoğu’da belirtilen yeni güç ilişkileri sistemine daha kolay adapte olacaktır.

Türkiye’de sermayenin değersizleşme riski var. Sermayenin yeniden üretimini olanaksız kılacak şeyleri de yanında getiriyor.

Milliyetçi Kürt talepleri öne çıkaranlar için bu durum kısa vadede olanak sunacaktır. Ama inşa edilmeye çalışılan bu alanda öznelerin kim olacağı, özlemlerin mekânının nasıl belirleneceği Arap- Fars ve Türk husumetinin boyutları uzun vadede rahatsız edici olacaktır.

Batı merkezli sermayeyle körfez sermayesi arasında bir çelişki mevcut ve bunun Türkiye’ye etkisi var. Türkiye’deki politik etkilenmeyi tetikliyor.”

Prof. Dr. Ali Murat Özdemir‘in bu değerlendirmelerine dinleyicilerden, “Ama gerçekte Körfez sermayesi bir hiçtir. 

Menşei bile kaynaklandıkları ülkenin gücüne bağımlıdır. Türkiye’deki kötülükler Körfez sermayesinden çok büyük neo liberal atakla ilişkilidir. (…)İran Suriye’de olup bitenlerin onların haritasından kaynaklanabilir. Körfez sermayesinin de Erdoğan’ın da bütün olup bitenlerde rolü olmuştur ama kırık dökük çekilecektir en sonu. Azrail ise orada duruyor.” biçiminde eleştiri geldi.

Prof. Dr. Ali Murat Özdemir bu eleştirileri şöyle yanıtladı: “Çubuğu fazla büktük. Çünkü Körfez sermayesinin etkisi hiç konuşulmuyor. Bunu öne çıkarmak istedim. Körfez sermayesinin batı sermayesiyle çelişik kırılgan ilişkisi doğrudur. 
Ancak Körfez zannettiğimizin aksine bütünüyle batının sofrası değil. Onların sınırlı otonom var oluşları bile bizim ülkemizde varoluşunu dikkate alacak etkiler üretiyor. Gözden kaçırılmaması gerekir; etkili.

Neoliberal ataka gelince, neoliberal atak üzerine yazmakla geçti ömrümüz. Kolektif emperyalizm neoliberale indirgenemez. 
Çünkü ülkemizde bir şeyler oluyor ve bunu da klasik bakışla göremiyoruz.

Emperyalizmi özgün kılan yenildiği zaman yumruk yemiyor. Emperyalistlerle emperyalist olmayanlar arasındaki kavga eşitsiz bir kavga aslında.”

Dinleyiciler, emperyalistler arası çelişkinin önemine vurgu yaparak “süper emperyalizm” benzeri teorilerin tuzağına düşülmemesi gerektiği yoksa Lenin’in söylediği gibi sosyalizmin kurulmasının imkânsızlığının söz konusu olacağı yönünde uyarılar yaptılar. Bu arada dinleyiciler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında meydana gelen emperyalistler arası çatışmalardan örnekler verdiler ve AB’nin kuruluşunun altında Batı sermayesi içindeki çatışmaların da olduğuna vurgu yaptılar. 
Bu arada Rusya ile Çin’in günümüzdeki konumlarının bu tezle ilişkisi üzerine de sorular yönelttiler.

Dinleyicilerin soruları ve açıklamaları üzerine de konuşan Ali Murat Özdemir “Türk Dış Politikası’nın Ekonomi Politiği” (İmge Yayınları) adıyla arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları kitaptan alıntılar da yaparak konuşmasını sonlandırdı.


Ali Murat Özdemir

***

Kolektif Emperyalizm Nedir., BÖLÜM 1

Kolektif Emperyalizm Nedir., BÖLÜM 1



Kolektif Emperyalizm Nedir
Ali Murat Özdemir
Tarih:12 Şubat, 2016



“ Emperyalizm Nedir? ”, “ İlgileneni var mıdır? ” gibi sıkıcı sorulara yanıt aramaksızın -ansızın ve apansızın- yazının tepesinde zikredilen soruyla başlayacağım. 
Bu soruyla başlayınca “ Kolektif Emperyalizm ” ve “ Türk Dış Politikası’nın Ekonomi Politiği ” adlı kitaplarda bahsi geçen tanımı kesip yapıştırma imkânım doğacak, bu bir. İkincisi, kavramı duyunca internete girip derli toplu bir yazı arayan az sayıdaki kimseye bir kolaylık sunabileceğim.

Yakın zamanlarda kullanılmaya başlanan Kolektif Emperyalizm teriminin mucidi Beytepe Ekonomi Politik Çevresi çatısında metin üreten bir grup yazar değildir muhakkak. Ancak bu terim adı geçen yazar grubu tarafından (Marksist Ekonomi Politiğin çerçevesinde kalarak ama) Kolektif Emperyalizm terimini kullananların o terime yüklediği anlamdan farklı ve özgün bir şekilde kullanılmaktadır. Farkın temelinde Panitch ve Gindin’in yazılarında geçtiği haliyle devletin uluslar arası Oluşması kavramının Althusserci bir devlet kuramına referansla somutlaştırılması diyebileceğimiz bir teorik tutum bulunmaktadır.

Eril ve zehirli dilimle bir ortaçağ ata sözünü kendi derdime uyarlamama izin verilsin: Fikirler babalarına değil kendi zamanlarına benzerler (atasözünün aslında “fikir” değil “çocuk” kelimesi bulunmaktaydı). Kolektif Emperyalizm terimi için olan da budur. İş bu yazıyla değerli okuyucuya yukarıda adı geçen kitaplar içerisinde bulunabilecek bir metin sunuyorum, kullandığımız haliyle kavramı tanıtmak maksadıyla.

Kolektif Emperyalizm, emperyalizmin güncel formudur. Emperyalizmin güncel biçimi klasik emperyalizmde olduğu gibi sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi için gerekli temsil mekanizmaları aracılığıyla devlet iktidarının (bunun getirdiği düzenleme ve şiddet kipliklerinin) kullanımını kapsamaktadır. Ancak aktüel emperyalist etkinlik -önceki dönemin aksine bir ulus devlet içerisindeki temsil imkanlarının kullanılması suretiyle, diğer ulusal alanlarda temsil bulan öteki ulusal sermaye öbeklerinin faaliyetinin dışlanmasına dayanmaz. Burada esas olan dinamikler İkinci Dünya Savaşı sonrasında belirmeye başlamıştır. Kolektif emperyalizm, bir devletin aynı oyun kurallarıyla hareket etmesi kaydıyla menşeine bakılmaksızın birden ziyade sermaye öbeğine ve bu öbeklerin de birden ziyade yerellikte gerçekleştirilecek değerlenme edimine bağımlı 
bulunmasının neticesi iktidar aygıtlarında ki biçimsel ve içeriksel dönüşümlerin etkisi olarak kavramsallaştırılabilir. 

Ancak yeni ve muğlak yapısı içerisinde siyasi alanın muhatap olduğu talepler ve ürettikleri iktidar, kimliklerin libidinal akışına değil, sermayenin artırılmış temsiline dayanmaktadır. Sermayenin küresel ölçekli yeniden üretimi bir imparatorluk devleti değil koordinasyon içerisindeki (ulus devlet demek zor olsa bile) yerel devletlerin etkinliğiyle gerçekleştirilmektedir. 

Tekrar edelim: Yerel devlet faaliyeti keyfiyete kültürel mülahazaya, kimlik politikalarına ve sair unsura değil, sermayenin küresel ölçekli yeniden üretimine dayalıdır.

Kolektif Emperyalizm faili büsbütün meçhul bir etkinlik değildir.

Küresel ölçekli yeniden üretimin çoklu ama koordineli siyasal merkezleri “hegemon devlet”, “Uluslararası Para Fonu”, “Dünya Bankası”, “Dünya Ticaret Örgütü”, “münferit büyük kapitalist devletler”, “sermaye kuruluşları tarafından fonlanan büyük ‘sivil toplum’ örgütleri” ve “yerel iktidarlar” kapsamında değerlendirilebilir. Ancak bu merkezler hiyerarşiden muaf olmadıkları gibi söz konusu sermayenin bütün yer küreyi eşit şekilde dönüştürdüğü küresel ölçekli genişletilmiş yeniden üretimin bir mekanı olmadığı- söylenemez. Verilen listedeki “yerel iktidarlar” çoğu kez emperyalist faaliyetin tek yönlü olmayan- nesnesini oluşturur. Bu bağlamda Rusya, Çin, Brezilya, Hindistan, Körfez Bölgesi gibi büyük iktisadi alanlar içerisindeki kapitalist sınıf ittifak ve faaliyeti, emperyalist etkinliğin asli bileşenin değil nesnesinin üretimine endekslenmiştir. 

Ancak bu saptamayı yapmakla ortada uyumlu bir küresel kapitalizm olduğu iddiasını sunmuş bulunmuyoruz. Aksine mevcut hiyerarşinin kapitalizmin oyun kuralları üzerinde farklı öneri ve teşkilatlanmalar arasında mevcut gerilimler içerisinden çatışmalı olarak belirdiğini ve her daim sorgulamaya açık olduğunu saptıyoruz. ABD ve Avrupa’ya ait mekânlarda yoğunlaşan emperyalist etkinlik, devlet biçiminin uluslararasılaşması ve çoklu değerlenme süreçleri (genişletilmiş yeniden üretim, özelleştirme, metalaşma) merkezinde kendi karşıtlarıyla yüzleşmektedir.

Kolektif Emperyalizmin işleyişinde hegemon devletin özgün bir rolü vardır.

Karşılıklı bağımlılık süreçlerinin küresel koordinasyonu –kapitalizmin küresel siyasi, ideolojik ve iktisadi ilişkiler ağının ürettiği etkinin neticesi olarak- genellikle hegemon devletin iktidarının kullanımıyla gerçekleştirilir; bu iktidar salt devletlerarası ilişkilerde değil uluslararası kurum ve kuruluşlarda hegemon devletin oynadığı ağırlıklı rolde de kendisini ifade eder. Bu bağlamda hegemon devlet diğer ülkelerdeki yapısal dönüşümleri imkân dâhiline sokan ilişki ağlarının 
merkezine yerleşip, koordinasyonun siyasi odağı haline gelirken, aynı dönüşümü kendisi de deneyimler.

Ancak kolektif emperyalist etkinlik her durumda – mutlaka - hegemon devlet faaliyetiyle örtüşmek durumunda değildir. 

Koordinasyon bazen Batı bloku içerisinde bulunan münferit merkezi devletlerin inisiyatif almasını da gerektirebilir.

Hegemon devletin ayrıcalıklı rolünden imparatorluk fikri çıkmaz. Aksine kolektif emperyalizm denildiğinde, küresel bir imparatorluk fikrinin ve bununla birlikte ulus devletlerin sönümlenerek ulus-üstü bir yapının doğmakta olduğu savlarının 
kavramsal zıddından bahsedildiğini -yeniden- belirtelim. Kavram ulus devletlerin –şimdilik eti-kemiği belirsiz ancak bolca ilkeli- üst bir siyasi yapılanma içerisinde erimesine değil, sermayenin aynı anda birden çok devlet içerisinde temsiline 
(dolayısıyla birden çok devletin muhafazasına) dayalıdır.

Egemenlik ve bağımsızlık ölçütleri yeniden şekillenmiş ve Sovyet öncesi tertipleri değişmiş olan devletler (yerel devletler) bugün hala küresel güç ilişkilerinin yoğunlaştığı, sermaye ilişkisinin temel uğrak olarak kullandığı ülkesel düzlemin 
tanımlayıcısı dırlar. Ülkeselliği önce üretmek (bir başka deyişle, kapitalist iş bölümünün gerçekleştiği uzamanın çok parçalı ve düzlemli yapısını homojenleştirmek), daha sonra da –emekçiler aşamazken- aşmak, kapitalist üretim ilişkilerinin zorladığı bir edimler seti olarak düşünülmelidir.

Marx’a göre sermaye, çeşitli biçimleri altında ne kadar yurtsuzlaştırılmış ve ulus-suz görünebilse de, kendini ancak ulus aşırılaştırmak suretiyle yeniden üretebilir. Bir başka deyişle, kolektif emperyalizm sermayenin ulus-aşırılaşmak 
(girdiği topraklardaki sınıf fraksiyonlarının bir parçası olarak ilgili siyasal alan içerisinde öncelikli olarak temsil edilmek) suretiyle yeniden üretimi sürecinin bir parçası olduğundan, aşılan şeyi korumak durumundadır.

Ülkesel egemenliğe içkin olan dışarısı ve içerisi diyalektiği, kapitalist sömürüye ve bunun yeniden üretimi için gerekli olan kapitalist devlete sıkı sıkıya bağlı olduğu için, içerisinde sınıf iktidarının yer alabileceği yerel-devlet-dışı (ulus devlet iktidarının dolayımı-katılımı-onayı olmaksızın işleyen) kapitalist bir alan hayal etmek, -iktidarın alternatif uzamsal ve kurumsal örgütlenmeleri için ulus devletten başka bir yer bulunamadıkça- mümkün görünmemektedir. Sınıf ilişkisinde ulusal devlet içerisinde temsilin kaçınılmazlığı veridir: “… çeşitli kurumlar; iktidar açısından, ‘iktidar organları’, önceden varolan ve onları etkinliğini tamamlamak amacı ile oluşturan bir sınıf iktidarının uygulama aletleri olmayıp iktidar merkezleridirler” (Poulantzas, 1992:116).

Kolektif Emperyalizm Komşu kavramlara indirgenemez.

Kolektif emperyalizm terimi ile ulaşılmaya çalışılan teorik maksadı güden akraba terimler mevcuttur. Bunların en başında neo-liberalizm kavramı bulunmaktadır. Ancak emperyalist etkinliğin aktüel neticelerini kavramsallaştırmak için istihdam 
edilen neo-liberalizm terimi kolektif emperyalizm teriminin eş anlamlısı değildir. Neo-liberalizm en geniş anlamıyla piyasaların üretimin koordinasyonunda yegane unsur olarak belirdiği ve piyasa menfaatinin toplumsal menfaatin önüne 
geçtiği bir hale, duruma gönderme yapar. Terimin aynı anda benzer sınıf etkileri üreten bir seri politikanın ortak adı olduğu da su götürmez. Ancak ikinci anlamıyla ele alındığında dahi neo-liberalizm terimi emperyalist etkinliğin 
(klasik emperyalizm çağına göre bir hayli muğlaklaşmış olsa bile) failine, tikel sermayelerin devlet iktidarını kullanabilme kapasitesine, piyasa dışı şiddet türlerinin amaç yönelimli tatbikine gönderme yaptığı söylenemez. 

Oysaki emperyalizm dediğimiz şey devlet iktidarının istihdamı ile elde edilen sonuçları da içerir. Daha da ötesine gidebilir, devlet biçiminin içerdiği şiddet dahi emperyalizmin kapsamına sokulabilir.

Kolektif emperyalizm düşüncesi aynı anda devletin ve sermayenin uluslararasılaşması hususuyla ilgilenir.Kolektif emperyalizm etkisini üreten mekanizma varlığını

a) Amerikan hegemonyasına denk gelen süreçte Amerika merkezli üretim ve tüketim normlarının ve bunlarla birlikte önce Amerika merkezli sermayenin ve sonra Japon ve Avrupa merkezli teşebbüslerin uluslararasılaşmasında

b) Sosyalist uluslararası işbölümü yaratma teşebbüsünün elem verici yenilgisinde

c) Münferit sermaye gruplarının farklı devletler içerisinde doğrudan yatırım yapabilmeleri ve bu devletler içerisinde temsil edilebilmeleri için gerekli hukuki-ideolojik-siyasi-iktisadi imkânlara ulaşmalarında, dolayısıyla devlet biçimdeki dönüşümlerde etkin ilişkilere borçludur.

Bu nedenle Günümüz emperyalizmini anlamlandırmak ve açıklamak maksadıyla yürütülen soruşturmaların aynı anda iki kulvarda/yolda birden ilerlemeleri gerekmektedir.

Bunlardan ilki sermaye birikiminin dinamikleri üzerine yapılan/yürütülen araştırmaların kulvardır. 
Bu ilk yol/kulvar, kendi dönemlerinde (Yirminci Yüzyılın ilk yirmi senesi) geçerli olan dinamikleri kurama aktarabilme başarısını gösteren ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki gelişmelerle yüzleşebilecek potansiyellerden mahrum kalmış olan klasik emperyalizm kuramlarının da koştuğu kulvardır.

İkinci kulvar devlet kuramının/teorisinin ilerlediği parkura aittir. Günümüz emperyalizminin anlaşılmasında bu ikinci kulvarın sunduğu katkının önemi esaslıdır. Bir başka deyişle, emperyalist etkinliğin bir ya da birden ziyade devletin (çoğu kez koalisyonlar biçiminde örgütlenen) iktidarına dönüşen sınıf talepleriyle bağlantısını kurabilmek için devlet kuramının sunduğu imkânların değerlendirilmesi gerekmektedir.

Kolektif Emperyalizmi anlamlandırabilmek için iki hususun incelenmesi zorunludur.

Bunlardan ilki merkez ülkeler nezdinde temsil imkânı bulan münferit kapitalist çıkarların merkez kapitalist ülkelerin devlet iktidarına tahvil ediliş sürecidir.

Kolektif Emperyalizmi anlamlandırabilmek için gerekli ikinci husus ise (az)gelişmekte olan ülkelerin kolektif varlıklarının metalaşması için devlet biçiminde gerekli olan dönüşümlerin tahlilidir.

Kolektif Emperyalizmle ultra emperyalizm kast edilmemektedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***