Çin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ocak 2021 Pazar

Çin, Kuantum Şifrelemeli Görüşme Hizmetini Başlattı

 

Çin, Kuantum Şifrelemeli Görüşme Hizmetini Başlattı..,
Telefon Görüşmelerini Dinlemek Tarih Oluyor: 




Çin, Kuantum Şifrelemeli Görüşme Hizmetini Başlattı

China Telecom, üçüncü bir kişinin telefon görüşmelerini dinlemesinin mümkün olmadığı kuantum şifrelemeli telefon görüşmesi hizmetini başlattı. 
Henüz pilot aşamada olan hizmetin ilk olarak askeriye, hükümet kurumları gibi üst düzey güvenlik gerektiren alanlarda kullanılması planlanıyor.
Çin’in devlete bağlı üç telekomünikasyon şirketinden biri olan China Telecom, kablosuz iletişimde yeni bir dönüm noktası olabilecek bir hizmeti 
hayata geçirdi. Henüz pilot program kapsamında belli bir bölgede kullanıma sunulan hizmet kapsamında China Telecom kullanıcıları, kuantum 
şifrelemeli telefon görüşmeleri gerçekleştirebilecekler.
Çin’in Anhui eyaletini pilot bölge olarak seçen China Telecom, özel bir SIM kart ve mobil uygulama ile birlikte kuantum şifrelemeyle korunan 
telefon görüşmeleri gerçekleştirilmesini mümkün kılıyor. Söz konusu hizmetin, Çin’in 5G ve yapay zekanın yanı sıra kuantum bilişime verdiği önemi 
de ortaya koyduğu ifade ediliyor.

Kuantum şifreleme ne işe yarıyor ve neden önemli?



Kullanıcıların kuantum şifrelemeli telefon görüşmesi hizmetinden faydalanabilmesi için öncelikle bir China Telecom mağazasına gidip hizmeti 
destekleyen bir SIM kart almaları gerekiyor. Sonrasında ise SIM kartın takılı olduğu telefona “Kuantum Güvenli Arama” uygulamasının indirilmesi gerekiyor. 
China Telecom, şu an için servisin fiyatı hakkında bir bilgi paylaşmadı.
Algoritma tabanlı geleneksel şifreleme yöntemleri, yeterince güçlü bir bilgisayar ile yeterli zaman verildiğinde kırılabiliyor. Kuantum şifreleme ise verileri 
ele geçirmeye yönelik herhangi bir girişim olduğu takdirde mesajda fiziksel bir değişiklik gerçekleşeceğinden tespit edilip göndereni ve alıcıyı uyarabiliyor.
China Telecom’un kuantum şifrelemeli telefon görüşmesi hizmeti, telefon görüşmelerinin uçtan uca şifrelenmesini sağlıyor ve gönderen tarafından 
oluşturulan her veri, kuantum şifreleme ile korunduktan sonra alıcıya iletiliyor. Söz konusu kuantum şifreyi yalnızca alıcı çözebildiğinden görüşme tam 
anlamıyla korunmuş oluyor.

Kuantum şifrelemeli telefon görüşmesi hizmeti şu an için yalnızca mutlak güvenliğe ihtiyaç duyan alanlarda kullanılacak

Bir kriptografi uzmanı olan Shanghai Hashvalue Information Technology’nin kurucu ortağı Gao Chengshi, alıcı ve gönderenin kimliğini doğrulamak için kullanılan mevcut asimetrik kriptografinin mevcut pazar talebini karşılamak için yeteri kadar güvenli olduğunu belirtirken; süper hızlı kuantum bilgisayarların gelişmesiyle birlikte mevcut kriptografi teknolojilerini kırmanın kolaylaşacağını bu nedenle de kuantum şifrelemenin gelecek için önemli olduğunu belirtiyor.
China Telecom tarafından yapılan açıklamaya göre yeni hizmet ilk olarak hükümet, askeri ve finans kurumları gibi “mutlak güvenliğe” ihtiyaç duyan alanlardaki kullanıcılara sunulacak ancak ilerleyen dönemde hizmet, sivil kullanıma da açık hale gelecek. China Telecom’un direktörü Liu Guiqing, önümüzdeki 5 yıl içinde hizmeti 10 milyon kullanıcıya ulaştırmayı hedeflediklerini belirtti.

Çin, Kuantum Şifrelemeli Görüşme Hizmetini Başlattı

 https://www.scmp.com/tech/innovation/article/3116659/china-telecom-launches-quantum-encrypted-phone-calls-smartphones

***

23 Ocak 2021 Cumartesi

Sırbistan’ın Arap Yatırımcıları

Sırbistan’ın Arap Yatırımcıları 





Gözde Kılıç Yaşın 

21. YÜZYIL TÜRKİYE ENSTİTÜSÜ BALKAN VE KIBRIS ARAŞTIRMALARI MERKEZİ BAŞKANI 

Sırbistan’ın dış ticaretteki en önemli ortağı yakın zamana dek Rusya olmuştur. 
Rusya’yı Almanya, İtalya ve Çin izlemektedir. Ancak “yabancı yatırım” denildiğinde tablo biraz değişmektedir. 
Resmi verilere göre Sırbistan’da 30 yatırımla en fazla Almanların boy gösterdiği,1 
23 yatırımla Avusturyalıların Almanları takip ettiği kaydedilmektedir. Son 10 yılda Sırbistan’daki en büyük yatırım ise mobil telefon şirketi Telenor (Norveç), petrol şirketi Gazprom (Rusya) ve otomobil şirketi Fiat (İtalya) tarafından yapılmıştır. Ancak son dönemde Arap, Rus ve Çin yatırımlarının hız kazandığı da bir gerçektir. Burada Arap yatırımının Sırbistan’a yönelme sebepleri irdelenecektir. 

Sırbistan’ın büyüyen ulusal borcu ve gayri safi yurtiçi hasılanın artırılması çabaları, yabancı yatırımcının çeşitlendirilmesini ve sıcak paranın artırılmasını gerektirmiştir. 

Bu çerçevede en az 10 milyon Euro yatırım ve 200 kişinin istihdamını sağlayan her yatırımcıya 10 yıllık gelir vergisi muafiyeti, çifte vergilendirmenin önlenmesi, yap-işlet-devret modelindeki yatırımlar için 5 seneye kadar vergi muafiyeti gibi vergi avantajları sağlanmasına dönük yasal düzenlemeler yapılmıştır. 

Sırbistan’ın aktif bir şekilde izlediği yatırımcı çekme politikası 2013 henüz tamamlanmadan olumlu sonuçlar doğurmayı başarmış ve 1 milyar 400 milyon Euro’yu ülkeye getirmiştir. 44 bin kişinin istihdamını garantileyen 200 aktif projenin varlığından bahsedilmektedir. 

2013 yılında hızlı bir kalkınma hedeflendiği ve BAE, Katar, Kuveyt ve Suudi Arabistan’dan yatırım beklendiği Sırbistan yetkililerince açıklanmıştır. Gerçekten de Arap ülkelerinin Balkan yatırımları incelendiğinde de en önemli ortağın Sırbistan olduğu görülmektedir. 

1 Almanya’nınSırbistan’dadoğrudanyatırımları 1,5milyar Euro düzeyindedir. 
2 Arabische Unternehmen auf Einkaufstour in Serbien, Economic Journal, 30 Temmuz2013 
3 Economic Chronicle – Arab investments reviving economy, Voice of Serbia, 1 Eylül 2013
4 Arabische Länder bereit, in Serbien zu investieren, Voice of Serbia, 9 Ocak 2013

Birleşik Arap Emirlikleri’nin Sırbistan Yatırımları 

Birleşik Arap Emirlikleri’nden yapılan sermaye girişi Sırbistan’da giderek önem kazanmaktadır. BAE’nin Sırbistan’daki yatırım alanları arasında tarım sektörünün ön plana çıktığı, savunma ve ileri teknoloji alanında da ortaklıklar kurulduğu görülmektedir. 

Önce Ekim 2012’de Abu Dabi’de sonra Ocak 2013’de Belgrad’da bir araya gelen BAE Veliaht Prensi Şeyh Abdullah bin Zayed el Nahyan ile Sırbistan Başbakan Yardımcısı Aleksandar Vuciç, BAE’nin 20 yıllık geri ödeme planıyla yüzde 1.5 faiz uygulanmak üzere 300 milyon Euro kredi vermesi, savunma alanında işbirliği ve iki ülkenin ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesi üzerine görüşmüştü. 19 Şubat 2013’de Abu Dabi’de tekrar bir araya gelen ikili, stratejik yatırım anlaşması imzalayarak bazı yatırımları süreğen kılmış, görüşülen konuları da neticeye erdirmiştir. 

Öncelikle gıda üretim tesislerine yatırım yapmak istediğini açıklayan BAE’nin, Sırbistan’a tarım alanında 200 milyon Euro yatırım yapacağı bu anlaşma 
ile kesinleştirilmiştir. 

Bu çerçevede Abu Dabi’nin önemli bir tarım şirketi olan ve Prens Nahyan’a ait Al Dahra’nın Sırbistan’daki yatırımlarının 300 milyon Euro’ya ulaştığı ifade edilmektedir.2 

BAE Kalkınma Fonu’ndan da aynı miktarda tarım kredisinin Sırbistan için çıkarılması gündemdedir. Al Dahra’nın, 300 milyon Euro’luk yatırımının 
75 milyon Euro’sunu iflas etmiş 8 tarım kooperatifini satın almak için kullanacağı, kalanını ise 14 bin dönüm alanı sulama imkanı sağlayan sulama sistemi yapımı ve beş otlak alanı oluşturmak için ayırdığı açıklanmıştır.3 

< Sırbistan’ın büyüyen ulusal borcu ve gayri safi yurt içi hasılanın artt ırılması çabaları, yabancı yatırımcının çeşitlendirilmesini ve sıcak paranın artt ırılmasını gerektirmiştir. >

Daha önce 16 bin hektarlık tarım arazisinin BAE tarafından kiralanması 4 gündeme gelmişse de anlaşmada bahsi geçen alan, 9 bin hektar olarak belirlenmiştir.
Sırp hükümetine ait bu arazilerde, Sırbistan küçük bir hisseyle ortak kalacaktır. Al Dahra, tarım ürünlerinin ihracatını sağlamak amacıyla oluşturulan “Yugoslav Nehir Filosu” projesi için de ek 30 milyon Euro ayırmıştır. Şirket aynı amaçla Pancevo’da
43 hektarlık bir alan üzerinde, 4.1 milyon Euro değerinde bir nehir limanı inşası planlamaktadır.
   BAE’nin özellikle tarım ve hayvancılık sektörlerinde yatırım yapmak istemesinde ki amaç “Sırbistan’ın gıda üretiminde potansiyelini sınırlı kullanması” ile izah edilmektedir. Tarım alanındaki ek yatırımla gıda üretiminin ve ihracatının on kata
dek arttırılabileceği de bu çerçevede ifade edilmektedir. BAE’nin tarım ürünlerine ve hayvansal gıdaya duyduğu ihtiyaç da anlaşmaların imzalanması aşamasında basına yansıyan bilgiler arasında yer almaktadır.
   Balkan coğrafyasının temiz ve güvenli tarıma elverişli olduğu ve Sırbistan’ın bu alanda yeterli devlet desteğini üreticiye sağlayamadığı doğrudur. Aynı şekilde Sırbistan’daki –güvenilir olması bakımından özellikle Sancak’taki- et ve süt ürünlerinin herhangi bir başka coğrafyanın ürünlerine göre tercih edilebilir kalite ve güzellikte olduğuna da şüphe bulunmamaktadır. Ne var ki, bu gerçek tüm Balkan coğrafyası, bilhassa da Kosova, Bosna-Hersek, Makedonya gibi Eski Yugoslavya’nın doğu kısmı için geçerlidir.
 
  Ne var ki BAE’nin yatırımları açık şekilde Sırbistan’da yoğunlaşmıştır. Bunun iki önemli sebebinden biri, Sırbistan’ın bürokratik kolaylık, vergi avantajı ve bir takım teşvikler sağlamasıdır. Diğer önemli sebep ise 1 Eylül’den itibaren İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi ile Sırbistan’ın AB ile hem siyasi hem ekonomik işbirliğinin derinleşeceği bir dönemin başlamasıdır. 2009’dan bu yana Sırbistan- AB arasında Geçici Ticaret Anlaşması uygulanmakta ve gümrük vergileri kademeli olarak kaldırılmaktaydı.

1 Ocak 2014’den itibaren de sanayi ürünleri üzerindeki gümrük vergilerinin kaldırılması başlatılacaktır. Dolayısıyla Sırbistan önemli bir pazar haline getirilmiştir. Sırbistan açısından ise bu alandaki en büyük kazanç, birkaç yıl içerisinde devlet çiftliklerindeki başta olmak üzere büyük sulama sistemlerinin inşası ve tarımsal üretim kalitesinin ve ihracat miktarını arttıracak yoğun üretime geçecek olmasıdır.
< BAE ’nin özellikle tarım ve hayvancılık sektörlerinde yatırım yapmak istemesindeki amaç “Sırbistan’ın gıda üretiminde potansiyelini sınırlı kullanması” ile izah edilmektedir. >

BAE, yatırımda önceliği tarım ve hayvancılık sektörüne vermektedir. Ancak Sırp tarafının esas mikroçip fabrikası için heyecanlandığı görülmektedir.
Nitekim mikroçip fabrikası, “1980’lerden sonraki en büyük yatırım” olacaktır. Sırbistan yetkililerine göre gerekli finansmanın sağlanması durumunda, Sırbistan, ABD’nin Silikon Vadisi’ne benzer bir yüksek teknoloji merkezi haline gelecektir. Mikroçip fabrikası kurulması projesinin ilk aşamasını araştırma merkezi kurulması oluşturmaktadır. Sadece bunun için bile 400 milyon Euro’luk yeni bir yatırımın gerektiği ifade edilmektedir.

   BAE’den gelen Mubadala şirketi temsilcileri ile Ağustos başında yapılan görüşmelerde Mubadala İleri Teknoloji Araştırma Geliştirme Merkezi’nin resmen açılacağı teyit edilmiş, iş son imzalara kalmıştı. BAE firması Mubadala da benzerleri Dresden (Almanya) ve NewYork’da bulunan 3 milyar Euro değerinde yarı iletken mikroçip üretecek bir fabrika kurmaya sıcak bakmaktadır.

    Böylesi bir yatırımın gerçekleşmesi durumunda, 4.500 yeni işyerinin açılacağına inanılmaktadır. Eylül 2013 sonuna varmadan mikroçip fabrikası için de BAE ile bir anlaşmanın imzalanacağı kesinleşmiştir.
İleri teknolojinin Avrupa’daki merkezi olmak isteyen Sırbistan, bu hedefteki ilk adımı garantilemiş, beyin göçü için yeni cazibe merkezi haline gelmeye yakınlaşmıştır.
    Öte yandan BAE Etihad Airways, Sırbistan ulusal havayolu şirketi JAT ile Ağustos’ta, Air Serbia ismi verilen ve yüzde 49 hissesi Etihad’a bırakılan ortak bir havayolu şirketi kurmuştur. Etihad, ortak şirket için toplamda 100 Milyon Euro’luk
yatırım yapacaktır. Eylül 2013’de imzalanması beklenen bir anlaşmayla BAE, ayrıca uçak parçaları üretimi yapacak bir fabrika da kuracaktır.

    Yıllık cirosu 300 milyon Euro olması beklenen fabrika 400 ila 500 kadar işçiyi istihdam edecektir.

Veliaht prensin aralarında NORA ve ATLAS roket sistemleri de olan askeri teknolojilerin geliştirilmesi için 150 milyon Euro yatırım planı da, savunma sektöründeki en önemli yatırım olmaya aday görünmektedir. Krusik, Teloptik ve Utva gibi Sırp askeri fabrikalarına da BAE yatırımı söz konusudur. Öte yandan

    BAE’nin Sırbistan’dan silah ihracatına hazırlandığı da iddia edilmektedir. Ayrıca roketatar kurulumu konusunda yatırım için yeni tur görüşmelerin yapılacağı duyurulmuştur.
    Kopaonik Dağı üzerindeki Jugobanka Oteli’nin satışı ise Şubat’ta imzalanan anlaşmadan hemen sonra doğrudan Muhammed Bin Zayed adına gerçekleştirilmiş, böylece turizm sektöründe de BAE’nin yatırımlarına Sırbistan açık hale getirilmiş tir. Otel demişken, modern tarzda yeni bir otelin yapımı da anlaşmada yer alan hususlardan. Üstelik bu otel, NATO’nun 1999’da bombaladığı eski bir askeri merkezin yerine yapılacaktır.

Bu otelle de Mubadala Emlak ve Altyapı şirketi ilgilenmektedir. Ayrıca Sırbistan Merkez Bankası’nın Royal Grup ile yaptığı görüşmelerin Sırbistan’da Royal’ın bir şube açması ile sonuçlanması gündemdedir.

Gerçekleşirse BAE’nin Avrupa’nın bu yakasındaki ilk bankası Sırbistan’da olacak demektir. Bankacılık sektöründeki böylesi bir işbirliği, yatırımlar için yeni bir finans desteği yaratacaktır. En son 7 Ağustos 2013’de Sırbistan Başbakanı Ivica Daciç ve
BAE Dışişleri Bakanı Danışmanı Muhammed Al Suvaidia’nın hazır bulunduğu bir toplantıda, BAE Küresel Sermaye Yönetimi (GCAM) CEO’su Arun Ramswaroopji Panchariya ile Sırbistan Şehircilik ve İmar Bakanı Velimir Ilic, Sırbistan için sanayi
ve altyapı projeleri geliştirecek ortak bir şirket kurulmasını içeren bir işbirliği memorandumu imzalamıştır. Anlaşmaya göre projeler, GCAM’ın ilk etapta 10-15 milyon Euro’luk katkı sağlayacağı bir ortak fondan finanse edilecektir..  

Bu anlaşma ve Eylül 2013 sonuna dek imzalanması beklenen üç yeni yatırım anlaşması da Prens Nahyan’la imzalanan stratejik anlaşmanın somut içerikteki
yeni anlaşmalara dönüşmekte olduğunun birer göstergesidir.

Sırbistan Neden Bu Kadar Davetkar?

Sırbistan’ın yatırım çekmek için ek önlemler aldığı dönem, aynı zamanda küresel krizin Avrupa’yı sarstığı döneme denk gelmiştir.

Almanya hala etkindir, Avusturya ve kendi krizine rağmen İtalya da varlık göstermektedir ancak Sırbistan’ın derin ekonomik sorunlarına çare olabilecek boyutta değildir Avrupa’dan gelen yatırımlar. Rusya ise yeni dönemde dış politikasını duygusallıktan uzak tacir zihniyetine yakın bir tavırla belirlemektedir. Gümrük kaldırılmıştır, borçlandırma söz konusudur, Güney Akımı gibi önemli bir projeye Sırbistan dahil edilmiştir, silah satılmaktadır ama bunların hiç birisi işsizlik sorununu da çözecek, büyük yatırımlar anlamına gelmemektedir. Kaldı ki yeni yatırımcıya açılan saha, mevcut yatırımcıdan vazgeçmeyi de gerektirmemektedir.
    Kesin olan ise küresel kriz düşünülecek olursa Çin ve Körfez Ülkeleri’nden gelecek yatırımlar ekonomiyi canlandıracak çok önemli faktör  olarak görülmüştür. Yabancı yatırımın gelmesi için Sırbistan da gerçekten olağanüstü bir çaba göster miş, her fırsatı değerlendirmiş, proje üretmiştir.

Açıkçası yeni işbirlikleri, hem Sırbistan ekonomisi için önemli bir büyüme sağlaması ve istihdam sorununu büyük ölçüde çözmesi yönüyle hem IMF, Dünya Bankası ve AB’nin, istikrar politikaları ve bütçe disiplini konularındaki dayatmalarına karşılık gösterilebilecek başarılı bir proje sağlaması nedeniyle Sırbistan’ın ihtiyaçlarını karşılamaktadır.

Öte yandan ekonomideki iyileşme, dış politikadaki sorunlu konuları çözmek konusunda da Sırbistan’ı rahatlatacaktır.

Bir kere işsizlik ve yoksulluk nedeniyle radikalleşen halkını, yaşanan dönüşüm sürecinden, istihdam ve refahın artışıyla daha sağlıklı bir şekilde geçirebileceği kesindir.
Diğer taraftan da ekonomik istikrarını sağlamış ve ekonomik ortaklıklar yoluyla siyasi destekçilerini arttırmış bir Sırbistan’ın bazı dış baskıları dengelemesi daha kolay olacaktır.
Bilhassa Balkanların istikrarını, Sırbistan’ın istikrarına bağlı gören çevrelerde, -istikrar istendiği müddetçe- bu siyasetin karşılığının olacağı kesindir. Eski Yugoslavya’nın eski parçası olan ancak henüz AB’nin parçası olamamış komşularıyla siyaseti bakımından da ekonomik olarak güçlenmiş bir Sırbistan sadece ortak işsizlik sorununda cazibe merkezi olmayacak aynı zamanda siyaseti
belirleyen konuma da ulaşabilecektir.

Kaldı ki bölgeselleşme faktörünün konuşulduğu ve Arnavutluk-Kosova-Makedonya hattından zaman zaman hararetle bahsedildiği düşünülecek olursa hem denge-fren hem de alternatif hat oluşturma gücünü elinde tutmak Sırbistan’ı gerçekten de her anlamıyla Balkanların kilit ülkesi haline getirebilecektir. 

Bunlara ekonomisini istikrara kavuşturmuş bir Sırbistan’ın AB üyeliğine daha da yakınlaşacağı eklenmeli ve Fransa’dan gelen “AB’nin 29. üyesi olarak Sırbistan’ı görmek istiyoruz” açıklaması hatırlanmalıdır.

Neden Sırbistan?

Yatırım ve ticaret kararlarında nüfuzunu güçlendirebilmek gibi kriterleri, enerji kaynaklarını güvenli bir rotadan taşımak gibi kriterlerle birlikte değerlendiren Rusya gibi bir ülkenin tarih, kültür, din, anlayış yönünden ortağı olarak gördüğü Sırbistan’da gerçekleştirdiği yatırımlar gayet anlaşılır tercihlerdir. Balkanların tamamında yatırımları ile ekonomik etkinliğini ve nüfuzunu arttıran Almanya gibi bir ülkenin Sırbistan’ı diğer Balkan ülkelerinden ayırmayan –nitekim neredeyse her Balkan ülkesinde aynı Alman menşeli firmalarla karşılaşılır- tercihi de anlaşılır bir yatırımcı tavrıdır. Hatta - belirtmeden geçemeyeceğim - Arap sermayesinin Sırbistan’daki hareketini en yakından izleyen de Alman basını olmuştur. Körfez Ülkeleri ise davete icabet eden taraf konumundadır. Sırbistan Devlet Başkanı Tomislav Nikolic’in Nisan 2013’e 9 günlük Sırbistan-Arap- Afrikalı Dostluk Günleri’nin 5 açılışını yaparken Arap ve Afrikalı ülkeleri “ortak tarihlerinin parçası olan Bağlantısızlar Hareketi”ne atıfla selamlaması da bir psikolojik bağ kurulması ile ilgilidir.

< Yeni işbirlikleri, hem Sırbistan ekonomisi için önemli bir büyüme sağlaması ve istihdam sorununu büyük ölçüde çözmesi yönüyle hem 
I M F, Dünya Bankası ve AB ’nin, istikrar politikaları ve bütçe disiplini konularındaki dayatmalarına karşılık gösterilebilecek başarılı bir proje sağlaması nedeniyle Sırbistan’ın ihtiyaçlarını karşılamaktadır. >

BAE’ni Sırbistan’a getiren ise Bağlantısızlar Hareketi’nin sıcak hatıralarından ziyade sağlanan ticaret ve yatırımda sağlanan yasal ve bürokratik kolaylıklardır. 

Örneğin Bosna-Hersek’te herhangi bir yatırımı zorlaştıran binlerce neden varken Sırbistanın kolaylaştırıcılığı karşılık bulmaktadır. Öte yandan hem Avrupa’ya hem Rusya’ya gümrüksüz ticaret yapabilen tek ülkedir ve ayrıca coğrafi olarak iki kanala da kolay sevkıyat gerçekleştirebilecek bir konumdadır. Kaldı ki her bir yatırımcı, Sırbistan’ın iki önemli Avrupa koridoru ile - Koridor 7 (Tuna Nehri) ve Koridor10 (Uluslararası otoban ve demiryolu) - AB, Güneydoğu Avrupa ve
Yakın Doğu pazarlarına yakınlığının sağladığı lojistik üstünlüğün ve nakliye kolaylığının farkındadır. Buna Arap yatırımcılar da dahildir.

    Şüphesiz ki aslında “Neden Müslümanlar değil de insanları Müslüman oldukları gerekçesiyle katletmiş bir ülke, Körfez sermayesiyle kalkındırılmakta ve bölgenin cazibe merkezi haline getirilmektedir?” sorusu, bu makalenin ana sorunsalı dır.

   Yanıtı ne yazık ki sağlanan ticari ve hali hazırda mevcut olan lojistik kolaylıklar yani “sermayenin zenginleşebileceği yere gittiği kuralı” olacaktır. Bu durumda “Paranın sınırları, dini ve milliyeti olmaz” sözü bir kez daha gerçekliğini ispatlamaktadır. Halbuki Sırbistan’a sınır bir ülkenin hiç değilse coğrafyanın sağladığı aynı kolaylıkları barındırdığı kesindir. Sırbistan’ın iyi diplomasi
yürüttüğü, cazip projeler hazırladığı, Boşnakların bu konuda yetersiz kaldığı ve ülkelerindeki siyasi kriz ve sorunların yatırımı güçleştirdiği gerçek olsa dahi Bosna’da 150 cami inşa/tamir eden bir ülkenin (Suudi Arabistan) yatırım konusunda bürokratik engelleri aşamadığını iddia etmek gerçekçi olmayacaktır. Farklı bir coğrafyadan başka bir Müslüman ülkenin, Bosna-Hersek sınırlarında ama Sırbistan’a bağlanmak isteyen Sırp bölgesinde yaptığı yatırımlar da düşünülecek olursa sorun çetrefilleşmektedir.

Sırbistan’la yatırım anlaşmalarının yapıldığı günlerde, BAE Kızılayı da Bosna’da 10 bin kadar öksüz ve yetim çocuğa 250 bin Euro değerinde kıyafet ve ayakkabı yardımı yapmıştı. Bosna-Hersek’te, çalışabilir durumdaki fabrika ve işletmelerin yüzde 80’i kapalı iken İslam dünyasının buraya neden 18 yıldır hala sadece sadaka, zekat, fitre, kardeşçe sevgi ve destek sunduğunu açıklayabilmek
için “sermaye kuralları” terimi çok mekanik kalmaktadır. Bosna-Hersek gerçekten de gözden çıkarılmış mıdır?

DİPNOT:

5 Katılan ülkeler Angora, Cezayir, Fas, Filistin, Gine, Irak, Kongo, Kuveyt, Lübnan, Mısır, Nijerya, Suriye ve Tunus’tur.

***

21 Ocak 2021 Perşembe

DOĞU ASYA’DA ÇİN-ABD REKABETİ...

DOĞU ASYA’DA ÇİN-ABD REKABETİ... 


Doğu Asyada, Çin-ABD Rekabeti ,Dr. Giray FİDAN,Obama,Vietnam savaşı, Asya – Pasifik bölgesi, Çin, Avustralya,

Dr. Giray FİDAN 
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi 
Yıl: 5 
Sayı: 17 
Kış 2012 



ABD’nin Asya’ya Dönüşü: 

ABD, Vietnam Savaşından sonra ilk kez Avustralya’ya Asker gönderme kararı almış ve resmi ağızlardan Doğu Asya’da varlığını artıracağını açıklamıştır. 
ABD Başkanı Obama’nın Asya ve Avustralya’yı kapsayan gezisi ve alınan kararlar Asya – Pasifik bölgesinde ABD’nin etkinliğini artırmaya yönelik yeni bir politika izlemeye başlayacağının işaretlerini vermektedir. ABD, 21. Yüzyılda dünya ekonomisinin merkezi haline gelmesi beklenen bölgedeki çıkarlarının hayati önemde olduğunu görmekte ve bu bölgeye büyük önem vermektedir. Bölgenin ve dünyanın yükselen gücü Çin bölgede ABD’nin en önemli rakibi ve ortağı olarak görülmektedir. 
Bölgede önümüzdeki dönemde yaşanacak gelişmeler dünyanın geleceğini belirleyecektir. 

Afrika’dan Asya’ya Çin-ABD Rekabeti: 

ABD, Asya dışında Afrika’da da Çin ile rekabet halindedir. Son yıllarda Çin’in Afrika ile gelişen ilişkileri ABD’nin bölgede ve dünyadaki etkinliğini etkilemeye başlayan bir vakıa haline gelmektedir.[1] 
Son dönemde Çin’in Kara Kıta’daki etkinliğinin Zambiya gibi bazı ülkelerde seçim sonuçlarını etkileyecek boyuta geldiği dile getirilmektedir. 

Bölgedeki Çin yatırımları ve Çinli yatırımcılar önemli bir güç haline gelmekte ve başta ABD Batı’ya önemli bir rakip haline gelmektedirler.[2] 

Çin-ABD ilişkilerinde Avustralya: 

Çin ve Avustralya ilişkileri son özellikle son on yılda her alanda hızla gelişmektedir. Avustralya, Asya’nın en büyük ekonomisi haline gelen Çin ile ilişkilerini geliştirme ye özen göstermektedir. 

Ancak ABD Başkanının 16 Kasım’da gerçekleştirdiği ziyaretinin ardından ABD’nin Vietnam savaşından sonra ilk kez Avustralya’da gelecek yıldan itibaren asker bulundurma kararı alması ve Avustralya’nın desteği [3] bölgedeki dengeleri etkileyecek türden görülmektedir. 

Çin’in bu gelişmeyi sıcak karşılamadığı ve ABD’nin bu hamlesiyle bölge dengelerinin Çin’in aleyhine gelişeceğini düşündüğü görülmektedir.[4] 
Çin de uzun zamandır Pasifikte bulunan bazı küçük ülkelerle askeri işbirlikleri geliştirme çabası içindedir. [5] ABD’nin Avustralya ile vardığı askeri anlaşma 
Çin’in bölgede yeni işbirliklerine gitmesine yol açacaktır. 

Sonuç: 

Özellikle son bir yıl içinde Asya’da yaşanan gelişmeler ABD’nin Irak’tan asker çekmesi ve Bush döneminde Asya’ya azalan ilgilinin Obama ve 
sonrasında gelecek başkan döneminde artacağı görülmektedir. ABD Irak’tan çekilme, Orta Doğu ve Afrika’da yaşanan Arap Baharı ve politik istikrarsızlıklar ile bu bölgelerde Fransa ve NATO vasıtasıyla büyük güçler bulundurmadan kontrol etme şansına ulaşmış görülebilir. ABD Başkanı ve Dışişleri Bakanının son dönemde yaptığı açıklamalardan ABD’nin önümüzdeki dönemde Asya bölgesine daha fazla yoğunlaşacağı anlaşılabilmektedir.[6] 

Dünyanın iki büyük gücü olan ABD ve Çin sonu savaşla bitmesi çok muhtemel görülmeyen bir rekabetin içine girmiş bulunmaktadır. Bölgede bulunan ve 
son dönemde Güney Çin Denizindeki anlaşmazlıklarla gündeme gelen Vietnam, Filipinler gibi görece küçük güçler ABD’nin bölgeye ilgisini ve askeri olarak da bölgede bulunmasını Çin’i dengeleyecek bir unsur olarak görmektedirler bu sebeple de ABD ile işbirliği yapmayı tercih etmektedirler. 

Doğu Asya’da başlayan bu rekabetin hangi noktaya geleceği Washington’dan çok Pekin’in tavrına bağlı olacaktır. 

Son dönemdeki büyük ekonomik gelişmesi ve ordusunu modernleştirmesi[7], Çin’in bölge ülkeleri ve ABD için bir tehdit haline gelme potansiyelini ortaya çıkarmıştır. 
Önümüzdeki dönemde Pekin’in alacağı kararlar en az Washington kadar önemli ve belirleyici olacaktır.[8] 

DİPNOTLAR;
[1] ABD Afrika’daki etkinliğini artırmanın bir yolu olarak 2006’da için Africom’u kurmuştur. Africom’un internet sitesi için bakınız: 
http://www. africom.mil. (Erişim 21 Kasım 2011) 
[2] Zambiya’da özellikle bakır madenleri ve diğer alanlarda Çin’in 2 milyar dolara yakın yatırımının olduğu bilinmektedir. Bakınız: Peter 
Wonacott, Nicholas Bariyo, The Wall Street Journal, “In Zambia Election, The Biggest İssue is China” “Zambia Seçimlerinde en büyük mesele Çin”,
http://online.wsj.com/article/SB100 01424053111904194604576582093246107906. html (Erişim 21 Kasım 2011) 
[3] İlgili haber için bakınız BBC: 
http://www.bbc.co.uk/news/world-asia-15739995 (Erişim 21 Kasım 2011) 
[4] Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığının resmi açıklaması için bakınız.
http://www.mfa.gov.cn/chn/gxh/tyb/fyrbt/t877838.htm (Erişim 21 Kasım 2011) 
[5] Pasifik’te bulunan Vanuatu ile Çin’in son dönemde askeri ilişkilerini geliştirdiği görülmektedir. Çin donanması ülkeyi ilk kez 
ziyaret etmiş bunun yanında Vanuatu ile askeri yardım anlaşması imzalanmıştır. Bakınız: Len Garae, Vanuatu Post, “Vt 100m military aid to 
Vanuatu” “Vanuatu’ya 100 milyon Vt değerinde askeri yardım”, Xin Hua Haber Ajansı, “Chinese Navy Ships Makes First Visit To Vanuatu” “Çin 
Donanması Gemileri Vanuatu’yu ilk kez ziyaret etti”
http://www.dailypost.vu/content/vt100m-military-aid-vanuatu,http://www.china.org.cn/world/2010-08/27/content_20808896.htm, (Erişim 21 Kasım 2011) 
[6] ABD Dışişleri Bakanı Hllary Clinton Foreign Policy dergisine verdiği mülakatta bu konunun altını çizmektedir. “The future of politics will be 
decided in Asia, not Afghanistan or Iraq, and the United States will be right at the center of the action.” “Politikanın geleceğine Afganistan veya 
Irak’ta değil Asya’da karar verilecektir ve Amerika Birleşik Devletleri bunun merkezinde olacaktır.” Bakınız:
http://secretaryclinton.wordpress.com/ (Erişim 21 Kasım 2011) 
[7] Çin son dönemde ordusunun modernizasyonu konusunda önemli adımlar atmaktadır. Bakınız: Fidan, Giray “Çin’in Hayalet Uçağı Jian-20” 
http://21yyte.org/tr/yazi6055-Cinin_Hayalet_Ucagi_Jian_20.html, Fidan, Giray Çin’in Uçak Gemisi Shi Lang (Varyag)“ 
http://21yyte.org/tr/yazi6227-Cinin_Ucak_Gemisi_Shi_Lang_(Varyag).html. (Erişim 21 Kasım 2011) 
[8] Çin’in ABD’ye yönelik stratejisi için bakınız: Fidan Giray, “Çin’in ABD Strateijisi: Yeni Bir Soğuk Savaşa Doğru”, 21. Yüzyıl Dergisi, s. 49-57. 

***

4 Ocak 2021 Pazartesi

Fare Yılından Öküz ve Kaplan Yılına Doğru Çin

Fare Yılından Öküz ve Kaplan Yılına Doğru Çin





Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

Çocuk  kitaplarının  fantastik  dünyası  hoştur.  

Bunları  da  yetişkinlerin  yazdığını  düşünecek olursanız her yaşa hitap etmelerine hayret etmemek gerek. Hele etrafınızda kitap önereceğiniz veya hediye edeceğiniz çocuklar varsa, çocuk edebiyatını izlemek iyi bir şeydir. Bu kitapların güncel yansımasını değerlendirmek, geçmiş için anlatılan gerçek veya hayali hikâyeleri bugünkü olaylarla ilişkilendirmek başka bir düşünsel boyut. Allison Llyod tarafından yazılan “Kaplan Yılı”(Year of the Tiger) adlı kitap işte böyle bir eser. Sanki geçmişi, bugünü ve yakın geleceği ile Çin’i, masal ve gerçek arasındaki bir köprü üzerinde yürürken gözleme imkânı gibi.  Bilindiği gibi Han hanedanı döneminde Çin dört yüzyıl boyunca altın çağını yaşadı. Hatta İpek Yolu bile bu dönemde açıldı ve Çin imparatorluğunun etki alanı genişledi. Ancak Hanedan ikinci yüzyılın sonunda büyük bir kargaşaya sürüklenip sona erdi.  Llyod’un hikâyesine göre o sırada, harabeye dönen Çin Seddi, Çin’i dışardan gelen pek çok tehlike ile karşı karşıya bıraktı. Çin ordusu duvarı onarmaya gelse bile verilen talimata göre duvarın dışındaki yabancı güçlere saldırmadı.  

Hatta  imparator  Xiand’e  haber  vermeden  mukabele  bile  edemedi.Her  şey merkezileşmiş, girişim ruhu törpülenmeye başlamıştı. Oysa “düşman”giderek güçleniyordu.İşte  böylesine  vahim  koşullarda  iki  çocuk  birlikte  hem  yaşadıkları  kasabayı,  hem  de imparatorluğu  tüm  tehlikelere  ve  sinsi  planlara  karşı  kurtarma  planı  yapmaya  başladı. Aralarındaki  ilişki  aslında  hiç  dostane  başlamamıştı.  Hayattan  beklentileri  ve  hedefleri  de farklıydı. Ama konu vatan olunca gerisi teferruattı. Tabii kitabın referans aldığı Han dönemi gerçekte sona erdikten sonra Çin çeşitli badireler atlatarak günümüze kadar geldi. Şimdi bakımlı seddin dışına kara, demir ve hava yolu ile salgının imkân verdiği kadar açık. Etki alanı geçmişte 2 olmadığı kadar geniş. Çin,benim diyen ülkeler için bile korkulu rüya. Ama onun da korku ve endişeleri var.

Fare Yılından Öküz Yılına Hızla İlerlerkenÇin takviminde 2020 Fare yılı. Yılın başında Çin, adına Covid 19 denilen bir başka vebanın etkisi altına girdi. Fare ve Domuz yıllarının zaten hep felaketler getireceğine inanan kadim Çin kültürü, belki  böyle  bir  felakete  hazırdı.  Önce  büyük  kaybetti.  Ama  çabuk  toparlandı.  Onmilyon kilometre karelik geniş alan içinde karantina hiç kolay olmadı. Ama felaketlerin fırsatlarla birlikte geldiği konusundaki iyimserlikle Çin yılmadı. 

Fare yılının başında Wuhan’ı Çin’e, Çin’i dünyaya bir süreliğine kapadı. Bunu belki sadece otoriter ama teknolojik yeteneği üstün olan bir ülkenin yapacağı  düşünüldü.  Ama  Çin  halkının,kapanmayı  kolay  kabul  edebilen  bir  halk  olduğu dikkatlerden nedense kaçtı. Bu arada “ulusal  askerler”denilen  sanayi  dalları,azami salgın önlemleri altında hız kesmeden çalıştı. Dünya ilaç sanayi devleri ile Covid aşısı yarışı hâlâdevam ediyor.Çin Fare yılının ikinci çeyreğinde yüzde 3,2,  2019 ve 2020 yıllarının ikinci çeyreği arasındaki mukayeseye göre yüzde  54,6 büyümeyi başarmış gözüküyor. Salgına rağmen Fare yılını yüzde 1,7 büyüme ile bitirme hedefi şimdi cebinde. En kötü yılda en son enflasyon oranı olan yüzde 2,4 ve yılsonu fiyat artışı beklentisi yüzde 3,5 ile dünyadaki durgunluğa meydana okuyor. Fare yılında işsizlik oranı sadece yüzde 3,8. Çin,diğer ülkeler nal toplarken Öküzyılıolan 2021’e işte bu tablo ile hazırlanmakta. Gücü var, azmi var, inadı, inancı ve imkânı var. Merhamet tanrısı Guan  Yin’in inayeti ile salgını defedipBereket ve Zenginlik tanrısı Bi  Gan’ın yardımı ile verimliliği arttırmaya devam edecekgibi gözüküyor. 

3“Su Kaplanı” Yılına Kadar Yù Huáng ( Her şeyin, herkesin hâkimi Çin Tanrısı) KerimDünyanın salgınla ivmelenen durgunluktan çıkmasına yine Çin katkıda bulunacak. Bu nedenle Öküz yılı Çin için diğer büyük ekonomik güçlerle rekabet yılı olacak. ABD’nin Trump yönetimi süresince, Çin’e karşı yürüttüğü ticaret, yaptırım ve teknoloji gerilimini, Han hanedanı yani ikinci yüzyıl sonunda Çin seddi dışındaki düşman güç etkisi ile mukayese edersek, arada birkaç önemli fark var: Bunlardan bir tanesi, o dönem Han hanedanının çöküş dönemi olması. Oysa 2021 ve 2022 Çin’in yükselme dönemi olacak. Ayrıca o zamanlar seddin ötesindeki dış düşmana yardım eden iç odaklar şimdi ortak bir refah çizgisi yakalama azmindeki Çinliler arasında yok gibi. “Konu  vatan  olunca  gerisi  teferruat”felsefesi o iki küçük çocuktan miras ve hâlâgeçerli. Şimdi seddin ötesine giden OBOR (One Belt-One Road) katarları dünyayı her yönden sarmalamaya devam. İpek yolunun yerini OBOR rayları, deve kervanlarının yerini ise trenler almış durumda. Çin’de Han Hanedanından bugüne Sarı Nehrin altından çok su, kenarından çok insan seli aktı. Ama kadim kültürün geleneksel takvimi gibi inanç sistemi de Maoizm’e, Leninizm’e ve Piyasa Leninizm’ine direndi. 

Çin, 2021 Öküz yılından sonra 2022 Su Kaplanıyılına hazırlanırken, Yù Huáng’ın yardımı ile yine dünyayı peşinden sürükleyecek. Ama eğer Yù Huáng“her şeyin ve herkesin hâkimi” ise Beijing yönetiminin aşırı merkeziyetçiliği yavaş yavaş yumuşatması gerekir. Bir de, eğer Çin gücünü, Hong Kong, Taiwan, Tibet, Sincan ve Keşmir gibi seddin dışında bulunan bölgelere baskı için harcarsa bu adalet tanrısıGao Yao’yurencide edebilir ve Su Kaplanıyılında Çin rekabete girmeye devam edeceği dünya güçleri ile başını iyice derde sokabilir. 

Bu da 2023 yılı olan Tavşan yılında Çin’e sadece ürkeklik vaad edecektir.


***

25 Aralık 2020 Cuma

Türkiye, Sınırlı gücüyle, ABD, Rusya ve Çin arasında oyun oynamak konusunda dikkatli olmalı.

 Türkiye, Sınırlı gücüyle, ABD, Rusya ve Çin arasında oyun oynamak konusunda dikkatli olmalı.


.
    Çinli uzman: Türkiye, sınırlı gücüyle ABD, Rusya ve Çin arasında oyun oynamak konusunda dikkatli olmalı ABD'nin Suriye'den çekilme süreciyle başlayan yeni dönemi ve Çin ve ABD ile ilişkileri bağlamında Türkiye'nin konumunu Sputnik'e değerlendiren Global Times yazarı Yang Sheng, "Türkiye, sınırlı gücüyle ABD, Rusya ve Çin arasında oyun oynamak konusunda dikkatli olmalıdır. Gücünün ötesinde bir oyuna girmesi, zarar görmesiyle sonuçlanabilir" dedi. ABD Başkanı Donald Trump'ın Suriye'den çekilme kararını açıklamasının ardından, bölge siyaseti yeni bir dönüm noktasına ulaştı. Söz konusu çekilme kararı ABD yönetimi içinde dahi istifalarla sonuçlanan siyasi çatlaklara yol açarken, ABD sonrası Suriye'deki güç dengelerinin ne yönde ilerleyeceği ise son dönemin en büyük tartışma konusu haline geldi. Söz konusu çekilme kararı, Trump yönetimiyle birlikte ABD dış politikasının ana unsuru haline gelen ‘America first' (Önce Amerika) politikasıyla doğrudan alakalı. Hatta, Suriye'den çekilme konusu, Trump'ın başkanlık yarışındaki vaatlerinden de öne çıkanlar arasındaydı. Dolayısıyla, ABD'nin Suriye'den geri adım atması, Trump başta olmak üzere —çeşitli itirazlara rağmen- ABD yönetimi tarafından bir başarı olarak da lanse ediliyor. ABD'nin çekilme süreciyle başlayan yeni dönemi, Suriye başta olmak üzere bölgenin siyasi geleceğini ve Rusya, Çin ve ABD ile ilişkileri bağlamında Türkiye'nin bölgedeki konumunu Global Times yazarı Çinli uzman Yang Sheng ile konuştuk.
    ‘ABD'NİN ÇEKİLMESİ, ORTADOĞU'DAKİ RAKİPLERİNİN, ÇIKARLARINI BAŞARIYLA KORUDUĞU ANLAMINA GELİYOR'
    Çin Komünist Partisi'nin yayın organlarından Global Times yazarı Yang, söz konusu çekilme kararının ABD için zafer niteliği taşımadığını belirterek şu değerlendirmeyi yapıyor: 'ABD çekilirse Rusya, İran ve Suriye için temel sorun Türkiye'nin askeri varlığı olur' "ABD'nin orijinal stratejik hedefi, Suriye hükümetini devirmek ve Ortadoğu'daki etkisini genişletmek için yeni bir Batı yanlısı rejim kurmaktı. Fakat şimdi, ABD bu hedefi çoktan terk etti ve birliklerini oradan geri çekme kararı aldı, bu da Rusya ve İran başta olmak üzere Ortadoğu'daki rakiplerinin kendi çıkarlarını başarıyla koruduğu anlamına geliyor." ‘IŞİD'LE MÜCADELE RUSYA, İRAN VE SURİYE TARAFINDAN BAŞARIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ' Trump'ın ABD'nin Suriye'deki varlığına ilişkin ‘IŞİD'le mücadele' konusunu öne sürdüğünü ve bunun ABD'nin Suriye'deki askeri varlığının bahanesi olduğunu hatırlatan Yang, ABD tarafından öne sürülen bu gerekçenin ise Rusya, İran ve Suriye tarafından büyük oranda başarıyla gerçekleştirildiğini vurguluyor.
    ‘ABD'NİN HALA YARARLANABİLECEĞİ BİR SENARYO VAR' Öte yandan, ABD'nin kuvvetlerini çekme kararının ABD açısından ‘kesin bir yenilgi de sayılamayacağını' da belirten Çinli uzman, bunun gerekçesi olarak ise ABD'nin bölgede varlığını hala sürdüren müttefiklerini işaret ediyor: "ABD ve müttefikleri, Suriye'nin yeniden birleşmesini başarıyla engelledi ve söz konusu müttefikler —İdlib'dekiler de dahil olmak üzere- varlıklarını sürdürüyorlar. Bu, ABD'nin bölgede hala yararlanabileceği bir senaryo olduğu anlamına geliyor." ‘ABD'İN BÖLGEDEN AYRILMASI, KÜRTLERE DESTEĞİN BİTECEĞİ ANLAMINA GELMİYOR' Yang ayrıca, ABD'nin bölgedeki en büyük müttefiki olan YPG'nin geleceğine ilişkin de görüşlerini belirterek, ABD'nin bölgeden ayrılmasının Kürtlere verilecek desteğin kesilmesi anlamına gelmeyebileceğini söylüyor. Bölgedeki Kürt kuvvetlerinin geleceğine ilişkin de konuşan Yang, "Kürt güçlerinin geleceği, biraz da Türkiye'nin kararına bağlı. Eğer Türkiye, Kürt kuvvetlerini çok fazla zorlarsa ve Suriye ile Rusya'nın çıkarlarını tehdit eder noktaya gelirse, o zaman Rusya, Suriye ve Kürt kuvvetlerinin ortaklaşacağı bir zemin oluşacaktır" ifadelerini kullanıyor. ‘RUSYA VE ÇİN İLE YAKINLAŞMA, BATIDAN FAYDA SAĞLAMA AMACINA HİZMET EDİYOR' Türkiye'nin Rusya ve Çin ile kurduğu ilişkilere ve son dönemde yeniden ‘olumlu yönde ilerleme' eğilimine giren ABD — Türkiye ilişkilerine ilişkin de konuşan Yang, Türkiye'nin ‘Öncelikle bir NATO ülkesi' olduğunu hatırlatarak şunları söyledi: "Öncelikle, Türkiye bir NATO ülkesi ve NATO üyeliğini sonlandıracağına dair somut bir işaret bulunmuyor. Bu yüzden, Çin ve Rusya'yla yakınlaşmak Türkiye için yalnızca Batı'dan daha fazla fayda sağlamak amacına hizmet ediyor. Türkiye aynı zamanda dünyaya başkaları tarafından kullanılan bir kukla yerine Rusya ile ABD arasında kendi pozisyonunu belirleyebilen bir ülke olduğunu göstermek istiyor." ‘RUSYA İLE ÇİN, BÖLGESEL BİR GÜÇ TARAFINDAN KULLANILMAK İSTEMEYECEKTİR' Rus uzman: Rusya, Suriye ile Türkiye arasında çatışma çıkmasına izin vermez Rusya ve Çin'in, Türkiye'den ABD'ye sırtını dönmesini beklemediğini söyleyen Yang, ‘Bu iki dünya gücünün bir bölgesel güç tarafından kullanılmak istemeyeceğini' belirterek "Batıya karşı avantajlı duruma geçmek için Türkiye'nin Çin ile Rusya'yı kullanması geçmişte işe yaramış olabilir, ancak bu durumun sonsuza kadar süreceği gibi bir gerçeklik bulunmuyor" diyor. ‘TÜRKİYE HÜKÜMETİ ÇOK HIRSLI'
    Öte yandan Yang, bu tablonun Türkiye hükümetinin ‘çok hırslı' olmasından kaynaklandığını belirterek "Türkiye, sınırlı gücüyle ABD, Rusya ve Çin arasında oyun oynamak konusunda dikkatli olmalıdır. Türkiye'nin, kabiliyetinin ötesinde bir oyuna girmesi, zarar görmesiyle sonuçlanabilir" ifadelerini kullanıyor. ‘ÇİN, SURİYE'YE DÜNYA STANDARTLARINDA YARDIM SUNABİLİR' Çin: Suriye krizinden tek gerçekçi çıkış yolu siyasi çözüm Çin'in Suriye'deki konumuna ilişkin de konuşan Yang, "Çin, Suriye'deki savaşa dahil olmak istemedi, ancak diğer bütün uluslararası meselelerde yaptığı gibi siyasi çözümü savundu. Ancak savaş sonrası yeniden yapılanma döneminde, Çin Suriye'ye dünya standartlarında yardım sunabilir" dedi. Yang ayrıca, Suriye'deki savaşın Çin'e olabilecek muhtemel etkilerine dair ise "Suriye'deki yeni durumla birlikte, savaş alanlarında tecrübe kazanan teröristler, yeni saldırılarda bulunmak üzere dünyanın diğer bölgelerine gidebilir. Bu durum, uluslararası kamuoyu gibi Çin için de çeşitli zorluklarla yüzleşmek anlamına gelebilir" dedi. ‘BAZI BÖLGE ÜLKELERİ TERÖRİSTLERE YARDIM ETTİ'
    Suriye'de oluşan bu tehlikeli durumun oluşmasında ‘bazı bölge ülkelerinin sorumluluğu' olduğunu da hatırlatan Yang, "Geçtiğimiz yıllarda, bazı bölge ülkeleri kendi çıkarlarını korumak ve teröristlerin Suriye'ye girebilmeleri için çok sayıda yardımda bulundular. Şimdi ise bu teröristler savaş tecrübesi edindi, daha tehlikeli hale geldiler ve uluslararası kamuouna yönelik tehditleri artıyor" ifadelerini kullandı.


    ***

    18 Mayıs 2020 Pazartesi

    ORTA ASYA'DA SINIR GÜVENLİĞİ - ARANIYOR,

    ORTA ASYA'DA SINIR GÜVENLİĞİ - ARANIYOR,



    Erdal Düzdaban *
    * Başmüfettiş (Kıdemli Albay)
    ULUSLARARASI GÜVENLİK KONGRESİ - 2013 KOCAELİ..


    Giriş

    1991'de Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra, Orta Asya cumhuriyetleri aniden kendilerini bağımsız devletler olarak buldular. - Kazakistan, 
    Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Türkmenistan, kendi dış politikalarını oluşturma göreviyle karşılaştılar:
    Birbirleri ile, eski hükümdarları kuzeye, İslam ülkeleri Güney ve Batı ile. Orta Asya siyasi ve sosyo-ekonomik istikrar, demokratik, sosyal ve ekonomik reformlar olmuştur politik ve finansal krizlerin sert gerçekleri yüzünden engellendi. 

    Yine de güvenlik sorunları sınır güvenliğini ve istikrarını güçlendirmeyi amaçlayan bölge.

    Özellikle, bu devletlerin güvenlik üzerindeki müdahaleci etkilerini sınırlama yeteneği bölgesel süper güçler meseleleri ancak 1990'larda yavaş  yavaş gelişti. merkezi Asya liderleri bölgesel gündemleri formüle etmede kararsız ve tutarsızdı lar. 

    Güvenlik işbirliği yapıları. Bu bölgesel çerçevelerin, yapıların ve süreçlerin belirgin bir güvenlik gündemi vardı; diğer durumlarda güvenlik işlevi yalnızca başlangıç ​​değeridir. Çeşitli, genellikle koordinasyonsuz ve konsolide olmayan ve bazen birbirleriyle rekabet halinde olan.

    11 Eylül'den sonra bölgedeki istikrarın kilit güvenliklerden biri olduğu anlaşılıyor terörist ve organize suç grupları gibi birbiriyle bağlantılı çok  uluslu örgütler küreselleşmeden faydalanırlar.

    Bu tür tehditlere karşı ortak bir yaklaşıma sahip olmak için, programlar bölge sınırını elden geçirmek, donatmak ve reform yapmak için tasarlanmıştır
    kontrol uygulamaları. Bu tür programlar Orta Asya'ya özgü değildir devletler, daha ziyade donör devletlerin ve uluslararası kuruluşlar tarafından  fonlanan sınır küresel ölçekte yönetim destek süreçleri ve sınır geçiş noktaları ve sınır kontrol stratejisinin revize edilmesine yardım, temelden  ileri seviyelere kadar tüm seviyelerde ekipman ve eğitim. bu programların amacı Orta Asya cumhuriyetlerinin sınırlara ulaşmasına yardımcı olmaktır hem daha güvenli hem de daha açık.

    Orta Asya'da sınır kontrolü kolay bir sektör değildir; Bazı cumhuriyetlerde sınır hizmetler güçlü yapılandırılmış bir cihaza iyi entegre edilmiştir.
    Cumhuriyetler, sınır hizmetleri yetersiz donanıma sahip, asgari düzeyde fonlanmış ve ulusal karargahtan verimsiz ve düzensiz yönetim.
    Bu makale Orta Asya'ya sınır yönetimi desteği konusunu ele alıyor Cumhuriyetler ve ötesinde bölgede ortak yaklaşım için cevap bulmaya 
    çalışıyor 2014.


    Orta Asya Devletleri ve Sınır Çizgileri Orta Asya bölgesi, kabaca kuzeydeki Rus bozkırıyla sınırlıdır, Doğuda Tien Shan Dağları, batıda Hazar Denizi  ve batıda İran'dan Pakistan'a güneye uzanan İslam ülkelerinin hilali bir

    Bu genel alan için daha eski bir terim, iç bölgelerin Batı Çin, Tibet ve Moğolistan dahil Asya kıtası. Beş Devlet, iki ayrı arasında yer almaları  anlamında da merkezidir.

    Uygarlıklar; Kuzeyde Slav Hıristiyanlığı ve güneyde İslam dünyası.

    Her birinin nüfusu yüksek doğurganlık oranlarına sahiptir ve orantısızdır genç ve Bölge genelinde yaşam beklentisi daha gelişmiş dünyadan  daha düşüktür.
    Batı'nın politik ve ekonomik hesaplamalarında bölge çevreseldir, ancak Bölgedeki istikrarsızlık güvenliği sadece batıda değil, aynı zamanda  dünyanın doğusunda da.

    Nükleer silahlar ve güney ülkelerine nükleer madde kaçakçılığı bölgesi ciddi sorunlar, terörizm ve Orta Asya'daki aşırılık yanlısı hareketler de soru altında. Birçok yönden uyuşturucu kaçakçılığı konusu dramatik Bölgedeki sorun ve suçluya ve teröristlere fon sağlamak için bir kaynak  olarak kullanılması grupları.

    Ve elbette sınır anlaşmazlıkları ve delamine edilmemiş sınırlar da uluslararası aktörler. Yeni ve sınırsız sınırları yükselmeye karşı savunmasız  olacaktır İslamcı akımlar veya sınır ötesi etnik çatışma.

    Afganistan ve Bölgedeki İstikrar

    Yaklaşan kaosun sürekli uyarılarına rağmen, Afganistan çok yol kat etti 2001 yılında Taliban'ın devrilmesinden bu yana.

       Ekonomi istikrar kazandı. Ulusal meclis anayasayı onayladı ve etkileyici hale getirdi ve cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. 

    İlerleme devam ederse, Afganistan terörizm savaşında önemli bir zafer kazandıracak. Eğer işaretlenirse, son kazanımlar aşınmaya başlayacak. 
    Bir bütün olarak Orta Asya da bir dönüm noktasındadır. Herşey Afganistan'ı bir güvenlik tehdidi olarak gördü ve bu yüzden yardım etmeye istekliydi.
    Merkez Asian eyaletleri bölgesel olarak tartışmasız artık kooperatif değil projeler. Orta Asya devletleri,

    Afganistan'a yakınlık. Tacikistan büyük ölçüde gözenekli bir sınır ve ihracat sürdürüyor Afganistan'a Elektrik gelmesi. Özbekistan ise tam tersine,
    Afganistan ve —Kuzey Dağıtımına geçiş izni dışında Ağ (NDN) ve Kabil ve Kuzey Afganistan'a elektrik sağlanması. 

    Kırgız Cumhuriyet karşılığında ABD'den kazançlı kiralar ve sözleşmeler aldı Manas Transit Center'ın çalışmasına izin vermek için.

    Sınır Yönetimi ve Güvenliğini Destekleme Orta Asya bölgesi çeşitli sınır yönetimi yardımına ev sahipliği yaptı programları. 

    Uluslararası Göç Örgütü (IOM), sınır yönetim bilgi sistemleri giriş limanlarında ve bölgede yeni pasaport sistemlerinin tanıtılması ve Orta Asya  yetkililerinin eğitilmesi seyahat belgelerinin güvenliği ve kontrolü.

       AGİT şimdi Orta Asya ülkelerinin sınırlarını elden geçirmekle aktif olarak ilgileniyor güvenlik stratejileri ve eğitim yetkilileri. 

    AGİT sadece kurumsal kapasite gelişimi ile kurumlar arası ve uluslararası işbirliği Ulusal Sınır Yönetimi Stratejisi çerçevesinde.

    Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve AB ortaklaşa bir Orta Asya'nın tamamını yenilemek isteyen beş cumhuriyetin tamamında  çok yıllı program sınır hizmetleri.

    Avrupa Birliği, sınır yardımı Orta Asya stratejisinin merkezinde yer aldı Avrasya'da uyuşturucu ve insan ticaretini sınırlarına kadar caydırmaya çalışan
    Schengen Avrupa da bölgeyi daha demokratik hale getirmeye çalışıyor.

    Eğitim

    Rusya, Tacikistan ve Kazakistan'a sınır kontrolü konusunda ihtiyari tavsiyelerde bulunuyor ve, Şanghay İşbirliği Örgütü'nün himayesi altında Çin başladı sınır komşularına iyi komşuya hizmette Kırgız sınır muhafızlarına ekipman ilişkiler.

    Amerika Birleşik Devletleri yarım düzine boyunca bir dizi ekipman ve eğitim sunmaktadır Devlet kurumları.

    Bu sponsorların Orta Asya'ya katılımlarının farklı nedenleri vardır. Bazıları küresel portföylerinin bir parçası olarak bölge. Orta Asya Sınır Güvenliği Girişimi (CABSI) CABSI, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan, AB Üye Devletleri temsilcileri, üst düzey temsilciler Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği Delegasyonlarının Orta Asya'daki Başkanları, uluslararası bağış camiası üyeleri ve sınırda yer alan ajanslar  AGİT, UNODC, IOM, Rus gibi güvenlik teknik yardımı Federasyon, Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Japonya ve diğer paydaşlar.

    Etkili sınır güvenliği, lisans ticaretinin kolaylaştırılması ve geçiş ve uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele ve bunların etkileri ve doğrudan etkileri Avrupa Birliği. CABSI'nin amacı sürekli olarak kapsamlı ve Orta Asya'da sürdürülebilir entegre sınır yönetimi yaklaşımı sınır güvenliğini artırmak,  ticareti kolaylaştırmak ve ekonomik kalkınmayı teşvik etmek. Yaklaşım Merkezi refah, istikrar ve güvenliğe büyük katkı sağlayacaktır Asya ve Orta Asya'daki AB Stratejisini desteklemektedir.

    Çin

    Çin Halk Cumhuriyeti hükümeti son zamanlarda ilgisini artırdı Orta Asya'da, özellikle Orta Asya ülkesinin petrol ve doğal gaz rezervlerinde, Çin’in devam eden büyümesini sağlamak için Pekin tarafından çok değer verilen emtialar kısa ve uzun vadede farklı alanlarda. Prensip olarak,  Pekin’in Özbekistan ve diğer Orta Asya ülkeleri (özellikle Kazakistan) büyük Çin hükümeti tarafından Çin Cumhuriyeti için hayati önem taşıyan  bu kaynakların miktarları ülkenin gelecekteki büyümesi. Son yıllarda, Çin agresif bir dış politikaya öncülük etti. sürekli bir petrol ve gaz arzı sağlayın.

    Pekin ayrıca bir bölge olan Orta Asya'nın eski Sovyet devletlerinde istikrar istiyor küresel olarak yayılabilecek aşırı uç İslam militanlığının bir  kasası olarak kabul edilir kendi bölgesi. Pekin istikrarını korumanın önemini vurguladı Çin destekli Şanghay İşbirliği Örgütü (SCO) aracılığıyla  Orta Asya. Çinli siyaset bilimci Wu Sezhi, “ SCO'nun yaratılması Çin'in Orta Asya'daki siyasi ve ekonomik çıkarları ve nüfuzunu artırıyor eski sosyalist cumhuriyetler üzerinde. Jeopolitik stratejinin nesneleri olarak rolleri ABD ve Rusya azalıyor ve büyüme gösteriyorlar Çin'de güven. ”

    Toplu Güvenlik Antlaşması Örgütü (CSTO) Mayıs 2002'de Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan ile Toplu Güvenlik Antlaşması Örgütü (CSTO), 
    CSTO adrese atandı Moskova'da bulunan ortak bir askeri komuta yoluyla yeni tehditler ve zorluklar Orta Asya için ortak bir tepki gücü savunma 
    sistemi ve ‘koordineli dış politika, güvenlik ve savunma politikaları.

    Kolektifin süregelen dönüşümünün Daha dar odaklanmış bir kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (CSTO) çok daha modern bir dizi ile tanışma 
    yeteneğine sahip bir organa güvenlik organizasyonu tehditleri NATO'dan sonra Orta Asya güvenliğindeki olası boşlukları doldurmaya çalışıyor
    2014 yılında Afganistan'dan çekildi.

    15 Mayıs 2012'de Moskova'da düzenlenen CSTO Zirvesi sırasında, Başkan Vladimir Putin CSTO’nun uluslararası güvenlikteki rolünün 
    “büyümeye devam edeceğini” vurguladı. Bu Moskova'nın algıladıkları bağlamda CSTO'nun rolünü güçlendirme politikası NATO’nun Orta Asya’daki 
    azalan etkisi de Rusya’nın rolünü artıracak şekilde hesaplandı bölgesel güvenlik alanında, silah pazarında olduğu kadar yakın tekelinin de güvence 
    altına alınması siyasi ve ekonomik konularda kaldıraç gücünü arttırmak.

    CSTO içindeki farklılıklar özellikle yeni Esas olarak bir Rus-Kazak kuvvet grubu olan Kolektif Hızlı Reaksiyon Kuvvetleri diğer üyelerin daha küçük 
    ölçekli katılımı ve Özbekistan'ın katılımı yok.

    Avrupa Birliği

    AB Özel Bakanı Duşanbe'de 24 Temmuz 2012'de yapılan toplantıda Orta Asya temsilcisi Patricia Flor, AB'nin Orta Asya Stratejisi ve ayrıca “…
    Orta Asya'dan Afganistan'a, AB güvenlik konularına daha fazla dikkat edecektir. AB, bölge ülkeleriyle üst düzey diyalog sunmayı planlıyor.
    Afganistan ve bu girişim önümüzdeki toplantıda ele alınacak. AB-Orta Asya Dışişleri Bakanları düzeyinde ". 

    Orta Asya Sınır Yönetimi Programı (BOMCA)

    AB, Orta Asya cumhuriyetlerine sınır yönetimi yardımı ihraç ediyor 2003 yılından bu yana Orta Asya Sınır Yönetimi Programı (BOMCA) ile sınır muhafızlarını eğitmeye, sınırda teknoloji ve altyapı sağlamaya çalıştı ve komşularıyla işbirliği içinde sınırlarını yönetmeye yönelik prod devletler.

    BOMCA AB tarafından finanse edilir ve UNDP tarafından uygulanır.

    BOMCA, Orta Asya devletlerini Entegre Sınır Yönetimini benimsemeye teşvik etti AB tarafından kullanılan yöntemler. 

    IBM, sınır kontrolü maliyetini düşürüyor ve devletlerin havuz polislik kaynaklarını kullanma koşulu sağlar. IBM hükümet alacak Sovyet tek taraflı  ve agresif kontrol ilkelerinden daha fazlasına doğru İşbirliği ve risk yönetimine dayanan düşük maliyetli ve verimli modlar güvenliği ve malların ve  insanların ruhsal hareketini artıracaktır. BOMCA programı Haziran 2014'e kadar finanse edilmektedir.

    Orta Asya sınır hizmetlerinin kapasitesi. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGİT, sınır dahil Orta Asya genelinde güvenlik sektörü reformunda  kilit bir oyuncudur yönetim yardımı. Bu rol bir takım hedefleri içerir, yani yardım eden devletler yeni sınır kanunları tasarlama, sınır hizmetlerinin  üyelerini eğitme ve Bölgedeki IBM girişimleri.

    Güvenlik sektörü reformuna yönelik AGİT faaliyetleri, sınır yönetimi yardımı tartışmasız Orta Asya'daki AGİT misyonlarının önemli bir parçası  haline geldi, özellikle Tacikistan'da. Kuruluşun Sınır Yönetimi Personel Koleji ve Tacikistan'daki teknoloji eğitimi girişimi, AGİT-Tacikistan’ın yıllık olağan bütçesinin tamamına eşdeğer.

    AGİT, Tacik ve Kırgız hükümetlerine şu konularda yardımcı oldu:

    Ulusal Sınır Stratejileri (NBS) geliştirmek. Bu bölgesel olarak önemli bir görevdir
    hükümetler, ince revize edilmiş paketler olan sınır yasalarını ve stratejilerini kullanmaya devam ediyor askeri yönetmelikleri ve direktifleri.

    AGİT, Sınır Yönetimi Personel Koleji ile ikinci sıraya yerleşti (BMSC), BMSC bölgesel sınır reformu stratejisinin bir parçasıdır. Yönüne geçiş eğitim zorlanmayacak. Orta Asya’nın yetkilileri tesisler ve sınır altyapısı inşa etmek için ücretsiz yüksek teknoloji ekipmanı ve yardımı daha az kazançlı eğitim girişimleri söz konusu olduğunda ılık kalmaya devam edin.

    Rusya Federasyonu

    Moskova, Orta Asya'da uzun vadeli stratejik çıkarlara ve gerçek kaygıya sahip olduğundan bölgesel barışı korumakla ilgili olarak, gelecekteki bir krizi çözmek için tek başına hareket etmek istemiyor ve bu anlamda en azından bazı ülkelerin katılabilmesini sağlamanın yollarını bulmak zorundadır.
    Rusya “kolektif bir yanıtta”.

    Birleşik Devletler

    Orta Asya'daki ABD politikası, büyük ölçüde Manas Transit Center ile ilişkilidir.
    Kırgızistan, Kuzey Dağıtım Ağı ve şimdi Yeni İpek Yolu girişim.

    ABD yardımı, belirgin bir şekilde çalışan bazı devlet kurumlarına ayrılmıştır
    sınır yardım programları.

    Orta Asya Sınır Güvenliği Girişimi AGİT Bakanlar Konferansı sırasında,
    Geoffrey Pyatt, Genel Sekreter Yardımcısı, Güney ve Merkez Bürosu
    Asya İşleri, “… Birleşik Devletler geleceğe bakmaya devam ediyor
    Orta ve Güney Asya ülkelerinin birlikte ve daha fazla ekonomik entegrasyon sağlamak için uluslararası toplum ve refah onunla gelecek. Değişimin hızı genellikle yavaş ve zorluklar olmasına rağmen ABD'nin katılımı uzun vadeli, anlamlı sonuçlara odaklanabilir ve odaklanacaktır ”.

    Sonuç

    Orta Asya'da Sınır Güvenliği sadece bölgesel devletler için değil, aynı zamanda
    sınır kurumlarına yardım sağlamada yer alan tüm aktörler için de geçerlidir.
    Ulusaşırı tehditler senkronize yanıtlara ihtiyaç duyduğundan, işbirliği olmalıdır
    tüm taraflar arasında faaliyetleri örtüşmemek ve kullanmamak için tehditleri ele almak finansal ve teknik kaynakları en etkin şekilde kullanır.

    Kaynakça;

    1. Roger N. McDermott, CSTO 2014 Sonrası Afganistan için Hazırlanıyor, Yayın Tarihi Orta Asya-Kafkas Enstitüsü Analisti (http://cacianalyst.org)

    2. Georgiy Voloshin, ABD-Tacik ilişkileri: tehlikeli bir irtibat,
    (Http://www.geopoliticalmonitor.com/us-tajik-relations-a-dangerous-liaison-4711/)

    3. S Frederic Starr, Orta Asya ortaklığı, Orta Asya Başkanı John Hopkins Üniversitesi’nin Paul H.Nitze İleri Okulu’nda Kafkas Enstitüsü Uluslararası ilişkiler,

    4. Duşanbe'de Orta Asya Sınır Güvenliği Sorunları Tartışıldı (15/03/2011)
    (http://eeas.europa.eu/delegations/tajikistan/press_corner/all_news/news/2011/201103 15_01_en.htm)

    5. Robert E. Ebel, Rajan Menon, Orta Asya'da Enerji ve Çatışma Kafkasya, Rowman ve Littlefield, 2000

    6. Michael Mandelbaum, Orta Asya ve Dünya: Kazakistan, Özbekistan,
    Tacikistan, Kırgızistan ve Türkmenistan, Dış İlişkiler Konseyi, 1994

    7. Orta Asya Sınır Bölümleri ve Letonya Eğitim Merkezleri Başkanları Toplandı
    Duşanbe'de, http://www.avesta.tj/eng/goverment/2454-heads-of-trainingcenters- of-the-orta asya ötesi-bölümler-ve-Letonya-toplamak-indushanbe.html

    8. Tacikistan ve AB Sınır Korumasında İşbirliğinin Güçlendirilmesi Çağrısında bulundu,
    http://www.avesta.tj/eng/goverment/2646-tajikistan-and-eu-called-forstrengthening-of-işbirliği-in-sınırındaki-protection.html

    9. Geoffrey Pyatt, AGİT Orta Asya Bakanlar Konferansı'nda yapılan açıklamalar
    Sınır Güvenliği Girişimi, Başkan Yardımcısı Sekreter Yardımcısı, Güney Bürosu ve
    Orta Asya İşleri http://www.state.gov/p/sca/rls/rmks/2012/187996.htm

    10. 2012 Bölgesel Operasyon Profili - Orta Asya Çalışma ortamı 
          http://www.unhcr.org/pages/49e4872e6.html

    11. W. Alejandro Sanchez, Ahlaksız Bir İlişki: Özbekistan’ın İslami Karimov
    ve Çin Halk Cumhuriyeti, Hemisferik Araştırma Bursu Konseyi
    19 Ağustos 2011

    12. Alexander Khramchikhin, Duşanbe, Rusya'yı Korurken Kaybediyor
    Siyasi ve Askeri Analiz Enstitüsü Müdür Yardımcısı, Genel Müdür Yardımcısı,
    RIA Novosti için. http://en.rian.ru/analysis/20120704/174395680-print.html

    13. Allison Roy, Bölgeselcilik, Bölgesel yapılar ve Güvenlik Yönetimi
    Orta Asya, Uluslararası İlişkiler, 2004 Blackwell Publishing Ltd

    14. George Gavrilis, Orta Asya’nın Sınır Sorunları ve Uluslararası Etkileri
    Asistan, Orta Avrasya Projesi Ara Sıra No 6, 2012

    ***

    15 Mayıs 2020 Cuma

    21. Yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri’nin Uluslararası Politikadaki Rolü ve Küresel Güvenlik BÖLÜM 2

    21. Yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri’nin Uluslararası Politikadaki Rolü ve Küresel Güvenlik BÖLÜM 2




    Bir devlet açısından kalabalık bir nüfusa sahip olmak askeri güç hesaplamaların da önemli olsa da, ekonomik refah, verimlilik, eğitim, teknolojiye kullanma gibi alanlarda dezavantaj olduğu açıktır. Bu durum, ülkelerin kişi başına düşen gayri safi milli hasılası verilerinde de gözlemlenmektedir (bkz. Tablo 4). Ayrıca, Dünya Bankası’nın 2009 verilerine göre Çin nüfusunun % 11.8’i (160 milyon kişi) günde 1.25 ABD Doları’nın altında bir gelirle yaşamaktadır. Hindistan içinse bu oran %32.7 gibi ürkütücü bir düzeydedir.10


    Tablo 4: Kişi Başına Gayri Safi Milli Hasıla, 2012
    Kaynak: Dünya Bankası, http://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD

    Dolayısıyla sadece ticari veriler yanıltıcı olabilir. Ticari verileri genel ekonomik verilerle karşılaştırdığımızda ilgili devletlerin hem ekonomik hem de politik güçleri hakkında daha dengeli bir görüşe sahip olabiliriz. Diğer taraftan, Çin ve Rusya gibi başat güç statüsü için ABD ile rekabet eden devletlerin bir dezavantajı da finansal konumlarıdır. Her ne kadar Çin Amerikan küresel borcunun önemli bir kısmına sahip olsa da, dünyada rezerv ve ödeme
    birimi olarak halen ABD Doları kullanılmaktadır. Aslında ABD’nin tüm dış borcu neredeyse

         Çin ve Japonya arasında paylaştırılmıştır. Bu durum, hem ilgili üç devlet arasındaki finansal ve ticari simbiyotik yaşamı göstermekte, hem de bu devletler açısından alacakların tahsili ve yatırıma çevrilmesinin güçlüğünü açığa çıkarmaktadır. Çünkü dünya piyasalarında geçerli olmayacak bir ABD Doları, Çin ve Japonya’nın da işine gelmeyecektir.


    Tablo 5: ABD hazine bonosuna sahip ülkeler ve payları, 2012 Temmuz itibariyle
    Kaynak: ABD Hazinesi (US Treasury), http://www.treasury.gov/resource-center/data-chartcenter/tic/Documents/mfh.txt.


    Dolayısıyla Çin ve diğer devletlerin başat güç olabilmeleri için hem ekonomik kalkınmalarını tamamlamaları hem de dünyada kabul görecek rezerv ve ödemelerde kullanılacak bir para birimi oluşturmaları hiç de kolay görünmemektedir.

    Askeri harcamalar ve askeri güç açısından da büyük güçleri karşılaştırdığımızda yine ABD’nin diğer devletlerden önde olduğu görülmektedir. ABD’nin 2010 yılındaki savunma bütçesi 692 milyar Dolar civarındadır. Çin’in savunma bütçesi ise 2011 tahminlerine göre 100 milyar Dolar’dır (603 milyar Yuan). Dolayısıyla ABD’nin savunma harcaması Çin’inkinden yaklaşık 7 kat fazladır. Oransal olarak bu verileri değerlendirecek olursak ABD’nin savunma harcaması GSMH’nın % 4.7’si iken, Çin’in harcaması GSMH’nın %1.6’sıdır. Diğer taraftan ABD’nin 5,113 nükleer savaş başlığı varken Çin’in savaş başlığı sayısı 250’dir.11 2011 IISS
    (International Institute for Strategic Studies) raporuna göre, Rusya’nın savunma harcaması 52.7 milyar Dolar, İngiltere’nin 62.7 milyar Dolar ve Hindistan’ın 31.9 milyar Dolar’dır.

    Temel savaş teçhizatı açısından da ABD diğer devletlerin oldukça ilerisindedir (bkz. Tablo 6).


    Tablo 6: Askeri Denge-Temel Teçhizat Sayıları
    Kaynak: IISS 2011 raporu, aktaran BBC, 
    http://www.bbc.co.uk/news/world-us-canada-16428133

    Bilginin üretilmesi, araştırma ve geliştirme açısından devletleri karşılaştıracak olursak,OECD’nin 2011 Bilim, Teknoloji ve Endüstri verileri raporuna göre ABD diğer devletlerden açık ara öndedir. “GSMH’den araştırma ve geliştirmeye (ARGE) harcanan yüzdelik oran anlamına gelen ARGE yoğunluğu, bir ekonominin yeni bilgi yaratmaya yaptığı yatırımı göstermektedir.” Tüm OECD bölgesine yapılan yatırım %100 ise, bu oranda ABD’nin payı %41.24; Japonya’nın payı %15, Almanya’nın payı %8, Çin’in payı %12.51 ve Rusya’nın payı ise sadece %3.11’dir. Avrupa Birliği’nin 27 üyesinin toplam payı ise %30.47’dir.12
    Tüm bu veriler dikkate alındığında ABD, diğer devletlere nazaran 21. yüzyılın başında halen en güçlü devlettir. Bu sonuç, diğer devletlerin güçsüz olduğu veya ABD’nin tek güçlü devlet olduğu veya dünyanın tek kutuplu olduğu anlamına gelmemektedir. Ancak ABD’nin hem sistemdeki konumu, hem yeterlilikleri açısından diğer devletlerden farklı olduğu ve halen en güçlü olduğu sonucuna varılabilir.

    Başat Güç Olarak ABD’nin Rolü ve Küresel Sorumlulukları

    Uluslararası sistemdeki bu özel konumu ABD’ye özel sorumluluklar ve işlevler
    yüklemektedir ve yüklemelidir de. 21. yüzyılda güvenliğin artık sadece devletlerin güvenliği değil, bireylerin de güvenliği anlamına geldiği genel kabul görmektedir. Bu açıdan bakıldığında güvenliğin, sadece askeri boyutu değil, ekonomik ve sosyal boyutları da bulunmaktadır. Dolayısıyla öncelikle ABD olmak üzere büyük devletler dünyanın askeri ve güvenlik açısından istikrarının yanında, ekonomik, finansal ve sosyal istikrarını da dikkate almak durumundadırlar.
    Ancak bireylerin güvenliğine ve küresel barışa giden yol sistemde devletler arasındaki istikrardan geçmektedir. Bu nedenle ABD’nin güvenlik ve istikrar açısından genel rolü şöyle özetlenebilir:

    ABD, uluslararası sorunlarda ve politik çatışmalarda öncelikle barışçıl çözüme şans tanımalıdır. Suriye hakkında Eylül 2013’te yaşanan gelişmeler Suriye’ye askeri müdahale olasılığını doğurmuş ve bazı çevrelerce müdahale desteklenmişti. Ancak ABD, Rusya ve Çin’in anlaşarak askeri müdahaleden ziyade kimyasal silahların imhası politikasını benimsemeleri ve bu yönde Birleşmiş Milletler’in mekanizmalarını kullanmaları olumlu bir gelişmedir. Gerek bu bölgede askeri güç kullanımının sorunları çözmemesi, gerekse Amerikan ekonomik gücünün kendi ekonomisindeki sorunları gidermek için kullanılmasının
    faydalı olacağı dikkate alındığında, Suriye’ye diplomatik şans tanınması yerindedir.

    Orta Doğu, Kafkasya, Orta Asya, Afrika coğrafyalarında devletlerin demokrasiyle imtihanı devam etmektedir. Her ne kadar “tarihin sonu” tezi yanlışsa da, demokrasi ve liberal yönetim yapısı bu coğrafyadaki devletler açısından cazip ve umut verici bir seçenek olmaya devam etmektedir. Ancak askeri ve askeri olmayan müdahaleler demokrasinin bu bölgede desteğini azaltmaktadır. ABD ve büyük devletler bu bölgelerde demokrasinin gelişmesini desteklerken askeri müdahale seçeneğini metot olarak devre dışı bırakmalıdır. J.S. Mill’in dediği gibi, iyi toplumlar ancak kendi üyelerinin eseri olacaktır.13 Dolayısıyla Ortadoğu’da demokrasiye gerçek bir şans verilmedir.14

    Terörizmin ve terör eylemlerinin engellenmesi konusunda da ABD’ye ve genel olarak Batılı devletlere rol düşmektedir. Terör eylemleri Pakistan, Afganistan, Irak, Suriye, Yemen gibi görece kalkınmamış bölgelerde meydana gelmekte veya filizlenmektedir. Bu eylemlere girişenlerin de daha ziyade eğitimini tamamlamamış, dezavantajlı kişiler olduğu ve ekonomik açıdan umutlarını da yitirmiş oldukları gözlemlenmektedir. 

    Dolayısıyla, ABD ve Batılı devletler “uluslararası toplum” vizyonunu ve uygulamasını genişletmeli ve diğer coğrafyalardaki, özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika ile Orta Asya devletlerini de “uluslararası toplum” içine dahil etmelidir. Uluslararası toplum bugüne kadar hem akademik hayatta hem de politik uygulamada, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika bölgesi ile Avustralya ve Japonya gibi birkaç devletle sınırlandırılmıştır. 15  
    Genişlemiş uluslararası toplumun pratik sonucu, dünya istikrarı ve ekonomisinin daha geniş bir açıdan değerlendirilmesi olacaktır.
    Yani dar bir grup ülkenin refahı ve güvenliği değil, daha geniş bir coğrafyanın (ve mümkünse tüm kürenin) refahı ve güvenliğinin dikkate alınması sağlanacaktır.16
    ABD’nin askeri gücünün gerekli olabileceği bir konu, soykırıma varabilen büyük çaptaki insan trajedileridir. Bunların niteliklerini belirlemek kolay değildir ve belki de gerekli değildir. Burada kastedilen “insani müdahale” teorisi değildir; yani insani gerekçeler öne sürülerek politik ve ekonomik amaçların elde edilmesine yönelik askeri bir tercihten farklı bir yaklaşım önerilmektedir. Tarihsel örnekler bu tür trajediler hakkında bir fikir verebilir.

    Örneğin bir taraftan Bosna-Sırbistan çatışmasına müdahalede çok geç kalındığı ve Srebrenitsa’da soykırım yaşandığı, diğer taraftan da Ruanda’ya hiç müdahale edilmeyerek bir trajediye sadece tanıklık edildiği genel kabul görmektedir. Her ne kadar bir büyük güç olarak uluslararası sorunlara askeri müdahalede bulunsa da bulunmasa da Amerikan dış politikasının eleştirilecek olsa da, yukarıdaki örneklerde açık olduğu üzere, bazı durumlarda ABD ve büyük güçlerin müdahalesi uluslararası istikrar ve bireysel güvenlik açısından gereklidir.
    Dolayısıyla ABD, “seçici müdahale” yaklaşımını dış politikasına yansıtmalıdır.
    ABD aynı zamanda küresel güvenliğin ve istikrarın sağlanması yolunda liderlik gösterebilir.

    Uluslararası politikada bürokratik liderlik yetersiz kalmaktadır. Örneğin BM genel
    sekreterlerinin yetkileri içerisinde gösterdikleri liderlik uluslararası sorunların çözümünde çoğu durumda yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla büyük güçlerin liderliği, yani politik liderlik sistemde gerekli olmaktadır.17 Çevresel sorunlardan kitle imha silahlarının yayılmasının engellenmesine, göç sorunundan eğitimin yaygınlaştırılmasına kadar birçok uluslararası konu vizyon ve finansal destek gerektirmektedir. Bunu da ABD, Rusya, Çin, Japonya ve Almanya başta olmak üzere büyük devletler ve bu devletlerin ortak eylemi başarabilecektir. 

    Bu noktada önemli bir teorik yaklaşım “çevre amaçları”dır (milieu goals).18 

    Bu yaklaşıma göre devletler, komşularına ve diğer devletlere yardım ederken aslında kendilerine de yardım etmiş olacaklardır. Çünkü istikrarsız ve kalkınmamış bir coğrafyanın olumsuzlukları, sonuçta bu bölgede bulunan devletleri etkileyecektir. Dolayısıyla ulusal çıkarlar ile küresel amaçlar
    arasında bir etkileşim vardır; yani küresel amaçlara hizmet ederek ulusal amaçlar daha iyi elde edilecektir. Bu nedenle devletler, ulusal çıkarları ile küresel amaçlar arasında bir denge kurmak durumundadırlar.

    ABD’nin ve Büyük Devletlerin Küresel Güvenlikteki Rolünü Gerçekleştirmesi Yolunda Diğer Devletlerin Muhtemel Katkısı: Küresel Güvenlik ve Temel Çatışma Bölgesi Olarak Ortadoğu

    Başat güç olarak ABD’nin ve diğer büyük devletlerin küresel güvenliği sağlamaları yolundaki rolünden yukarıda bahsedildi. Ancak bu rolü ve sorumluluklarını yerine getirirken büyük güçlere diğer devletlerin de yardımından söz edilmesi gerekir. Politik ve askeri her tür ilişki
    bir etkileşim içinde gelişeceğinden sorumluluklardan tek taraflı bahsedilmesi yeterli olmayacaktır. Bu nedenle, uluslararası politikada son dönemlerde yaşanan gelişmeler nedeniyle örnek bölge olarak Ortadoğu incelenecektir.

    Neden çatışmalar ve temel sorunlar Ortadoğu merkezli olmaktadır? 1948’den bugüne Ortadoğu sorunlu bir bölge olmasına rağmen, 1990 sonrasındaki gelişmeler Ortadoğu’nun tamamen bir savaş, çatışma ve en iyi ihtimalle bir rekabet bölgesi haline geldiğini göstermektedir. Örneğin şu gelişmelerden bahsedilebilir: 
    1) Körfez Savaşı (1990) ve ardından Irak’ta yıllarca süren çatışma ve istikrarsızlık; 
    2) Lübnan’da bitmeyen çatışma ve krizler; 
    3) Irak’ın tamamen işgali ve Balkanlaştırılması; 
    4) Libya’ya askeri müdahale, işgal ve siyasal sistemin tasfiye edilmesi; 
    5) Mısır’da darbe ve karşı-darbe süreçlerinde yaşanan çatışma ve süren istikrarsızlık; 
    6) Suriye iç savaşı; 
    7) Filistin sorunu ve Arap-İsrail çatışması. 

    Anılan bu gelişmeler, Ortadoğu bölgesinin niteliğini ve uluslararası politikadaki yerini açıkça göstermektedir.

    Neden bu çatışmalar yaşanmıştır? 
    Bu konuda değişik fikirler/hipotezler öne sürülebilir.

    Örneğin:

    Bölgedeki petrol başta olmak üzere enerji kaynaklarını ele geçirme,
    Petrolün güvenli bir şekilde dünya piyasalarına sevkiyatı, Büyük güçlerin mücadelesi, Bölge devletlerindeki rejimlerin istikrarsızlığı ve rekabetleri, Bölge toplumları arasındaki ayrılıklar ve anlaşmazlıklar, Silah endüstrisinin ürün deneme, tanıtım ve satış ihtiyacı, Büyük (grand) stratejiler için uygun ortamın varlığı, Medyanın gündem yaratma isteği, Temel stratejik konuların ve gündemin gizlenmesi için hedef yanıltma.
    Başka nedenler de öne sürülebilir olmasına rağmen, tüm bu nedenlerin bizi götürdüğü sonuç, bölgenin her ne kadar doğal, coğrafi, siyasi ve toplumsal yapısı itibariyle bir istikrarsızlık bölgesi olmaya aday olmasına rağmen, temelde bu yapının kullanmaya ve yönlendirmeye açık olduğudur.

    Bu yönlendirme ve kullanma stratejisinden kurtulmak için birşeyler yapılabilir mi? Bölge devletlerinin ve özellikle Arapların diplomatik yollarla aralarındaki sorunları çözmeleri (günlük dildeki ifadeyle “oturup konuşmaları”) bir tavsiye olarak sunulabilir olmasına rağmen, zaten asıl sorunun da bu olduğundan hareketle, böyle bir tavsiyenin ne faydası ne de pratikte bir anlamı olacaktır. Immanuel Kant’ın doğru öngörüsünden hareketle, bölgede barış ve istikrar yolunda tarihin bize faydalı olacağı, ancak bireylerin tarihten ders çıkarmalarının
    zaman alacağı ve bu nedenle gereksiz zarar ve acıya maruz kalınacağı söylenebilir. 19 Bu sürecin nasıl kısaltılabileceği yönünde bazı tavsiyeler verilebilir:

    Bölge devletlerinin eğitime, ancak bu eğitimde rasyonel düşünceye önem ve ağırlık vermesi gerekir. Eğitim sürecinin kolay olmadığı ve sonuçları için beklenmesi gerektiği genel olarak kabul gören bir düşüncedir. Ancak bölgenin kemikleşmiş sorunlarına kısa yollardan cevap verilmesi mümkün değildir. Eğitim ve diğer alanlarda sorunlara çözüm aramak ve bulmak, bir süreç işidir.

    Birinci tavsiyeden hareketle, bölge devletleri, toplumları ve bireylerinin bilim ve teknolojiye önem vermesi gerekmektedir. Bilimsel gelişme ve bunun günlük yaşama pratik uygulamasını sağlayacak teknolojik ilerleme olmadan, bölgede gelişmeden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Saat, matbaa, uçak gibi teknik gelişme ve icatların Ortadoğu toplumlarına geç geldiğini biliyoruz.20 Bunun temel nedenlerinden biri de bilim ve teknolojik gelişmelere direnmek olmuştur. Dolayısıyla bölgenin talihi açısından gelişimlere açık olmak ve bizzat
    teknolojik ve bilimsel yenilikler oluşturmak birincil önemdedir.

    Bölgede insani kalkınmaya ağırlık verilmelidir. Ortadoğu bölgesinin ve devletlerinin ekonomik açıdan yoksul olduğunu söylemek zordur. Hatta bölge, tarihin başlangıcından bugüne “Verimli Hilal” olarak adlandırılmaktadır. Ancak bu zenginliğin günlük yaşama ve kitlelere yansıtıldığını söylemek zordur. Bunun temel nedeni, milli gelirin savaşa, çatışmaya ve rekabete harcanmasıdır. Ekonomiden insani kalkınmaya ayrılan pay artırılmalıdır.

    Bölgenin Balkanlaşması ve yeni zayıf devletlerin ortaya çıkması bölgesel ve küresel istikrar açısından faydalı olmayacaktır. Küçük ve zayıf devletler büyük güçlerin çekişmesine davetiye çıkarmaktadır. Dolayısıyla Balkanlaşma sürecine bölge devletleri karşı çıkmalıdır.

    İç politik rejimlerin bir “kurum” olduğu anlaşılmalıdır. Klasik liberal yaklaşımın tarihsel olarak temel zayıf noktası ve hatası, gelişme ve kalkınmanın kurumsal değişimle olacağı inancı ve bu inancı yaygınlaştırmasıdır. Ancak kurumsal gelişme, toplumsal ve siyasal kalkınmanın sadece bir yöntemi ve safhasıdır. Dolayısıyla, yönetim şekillerini değiştirerek bölgenin kaderini değiştirmeye çalışmak, “şekilsel” bir değişiklik olacaktır. Sonuçta kalkınma, ilerleme ve gelişim “birey” düzeyinde ve bireyle mümkün olacaktır. Ortadoğu’da tüm rejimlerin demokrasi olması durumunda sorunların çözüleceği teorisi (Demokratik Barış
    teorisi) yanlış olduğu kadar sorunlar yaratacak bir reçetedir. 

    Kaldı ki demokrasinin yönetim sistemi ve değişimiyle çok da ilgisi yoktur. Bölge devletlerinin, parti ve sandık siyasetinden (yani iç politikada particilik yaklaşımından) uzak durması faydalı olacaktır. Partiler ve seçim, demokrasinin sadece şekilsel bir şartıdır. Ortadoğu devletleri daha az siyaset yapmayı ve fakat
    daha çok çalışmayı öğrenmek durumundadır. Yukarıda belirtildiği üzere, gerçek demokrasinin gelişmesi için bölgeye şans tanınmalıdır.

    Bölge dışından kurtarıcı beklemek de rasyonel değildir. Kısa dönemde rejimlerin ayakta kalmasına faydalı gibi gözükse de, uzun vadede bölge devletleri ve toplumlarının politik kalkınması ve ekonomik refahı kendi güçlerine dayanarak sağlanabilir. Yukarıda John Stuart Mill’in düşüncesine değinildiği üzere, iyi bir toplum ancak kendi üyelerinin eseri olabilir.

    Burada kastedilen, bölge dışından gelecek bilimsel, teknolojik veya ekonomik destek değil, bu desteğin bölge kaderi için bir kurtarıcı olarak görülmemesi gerektiğidir. Doğaldır ki bölge, karşılıklı etkileşim ve dışa açık bir şekilde gelişecektir.

    Gerek siyaset insanları (politika yapımcıları) gerekse medya, hem iç hem de dış politikada Ortadoğu ve çatışma yerine, gerçek ve temel konulara ağırlık vermelidir. İç politikada yukarıda değinildiği üzere, eğitim-gelişme-teknoloji-bilim-ekonomi-kalkınma gibi konular asıl ve temel konular ve sorunlar olarak ön plana çıkarken, dış politikada da gerçek ve birincil çatışma konuları vurgulanmalıdır. Örneğin, Arktik bölgede kaynakların bölüşümü, alternatif
    enerji kaynaklarının gelişimi, teknolojik ve bilimsel rekabet, dünya istikrarı, barış, az gelişmişlik gibi konular temel dış politika konularıdır.

    Bölge devletleri yukarıdaki tavsiyeleri gerçekleştirmek yerine, bugünkü politikalarını uygulamaya devam ederlerse, hem bölgedeki savaş ve çatışmalar devam edecek, hem de kendi toplumları sosyal, politik ve ekonomik açıdan kalkınamayacaktır. Böyle bir durumda da ABD başta olmak üzere büyük devletleri suçlamaya hakları olmayacaktır.

    Sonuç

    Gerek hegemonik istikrar tartışmalarında kullanılan gerekse Uluslararası İlişkiler disiplininde genel kabul gören kriterlere göre, ABD bugünkü sistemde en güçlü devlettir. Sadece GSMH’sının büyüklüğü ve ticari imalat gibi ekonomik verileri değil, sahip olduğu askeri teçhizat hacmi ve ARGE’ye ayırdığı pay da ABD’nin diğer devletlerden farklı bir konumda olduğunu göstermektedir.

    Çin, Almanya, Japonya, Hindistan, Rusya gibi devletler ABD’nin küresel çaptaki rakipleridir.

    Ama şimdilik sadece rakipleridir. Çin ve Hindistan’ın temel sorunu nüfus büyüklüğüdür.

    Ekonomik açıdan son dönem göstergeleri ve kalkınma hızları iyi olsa da, nüfuslarının büyük bölümü fakirlik içindedir. Ayrıca ARGE’ye ayırdıkları pay ve teknolojik inovasyon kapasiteleri de ABD ile karşılaştırılmaz. Rusya halen yeniden yapılanma döneminden geçmektedir. Ayrıca Rusya’nın ARGE’ye ayırdığı pay ve askeri harcama düzeyi ABD’nin oldukça gerisindedir. Avrupa Birliği bazen büyük güç olarak değerlendirilse de, tek başına Almanya’nın mücadelesi ve bazen Almanya’ya Fransa ve İngiltere’nin desteği AB’yi süper güç yapmaktan uzaktır. Ayrıca, devletlerden oluşan bir sistemde yaşıyoruz, AB ise halen
    hükümetler arası bir örgüt niteliğindedir. 2011 verilerine göre 27 AB üyesinin OECD bölgesindeki toplam ARGE payı %30’dur, tek başına ABD’nin payı ise %41’den fazladır.

    Bu özel konumu ABD’ye küresel güvenlikte bazı özel sorumluluklar yüklemektedir.
    Çatışmaların barışçıl çözümü, gerektiğinde büyük insani sorunlara askeri müdahale, uluslararası toplumun genişletilerek ekonomik ve sosyal kalkınmanın yaygınlaştırılması, uluslararası sorunların çözümü amacıyla küresel çapta liderlik, demokrasinin gelişmesi için politik destek, sosyal değerleri yaymak amacıyla yapılan askeri müdahalelerden kaçınma bunlardan en önemlileridir.

    Ancak küresel güvenlik yolunda büyük güçlerle ABD’nin uyumlu çalışması yanında, diğer devletlerin ve özellikle sorunlu bölgelerdeki devletlerin de bu sürece katkıda bulunması gerekmektedir. Yukarıda örnek bölge olarak Ortadoğu ele alındı. Ortadoğu devletlerinin de, bu süreçte eğitime ve sosyal konulara yatırım yapması ve insani kalkınmaya öncelik vermesi gerekecektir. Kalkınma, gelişme ve refahın küresel düzeyde ele alınması gereklidir, ancak bu
    yolda Ortadoğu devletlerinin de kendi ev ödevlerini yapması gerekmektedir.
    Böylece vurgulanması gereken felsefi ve teorik nokta, uluslararası sistemde elimizdekilerden yola çıkarak bu sistemin daha iyiye götürülebileceği dir. 21 
        Aşırı iyimser veya aşırı kötümser teoriler ve yaklaşımlar ne doğrudur ne de faydalıdır.  Küresel güvenliği ve buradan hareketle küresel refahı ve barışı gerçekleştirme noktasında konumu  ne olursa olsun her devlete görev düşmektedir. 

    Tabii ki bu görevlerin önemli bir kısmını da ABD ve diğer büyük devletler üstlenmelidir.


    DİPNOTLAR;

    1 Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Nilüfer Kuyaş (Çev.), İstanbul, Alan Yayıncılık, 2003.
    2 Nejat Doğan, “Uluslararası İlişkiler Teorileri: ABD’nin Uluslararası Sistemdeki Yeri ve Teorilerin
    Paradigmasal Değişimi” C. Çakmak, C. Dinç ve A. Öztürk (eds.), Yakın Dönem Amerikan Dış Politikası: Teori
    ve Pratik, Ankara, Nobel, 2011, s. 15-16.
    3 Bildirinin bu bölümü Nejat Doğan, “Uluslararası İlişkiler Teorileri: ABD’nin Uluslararası Sistemdeki Yeri ve
    Teorilerin Paradigmasal Değişimi” makalesi ss. 21-23’den alınmıştır.
    4 Robert O. Keohane, After Hegemony: Cooperation and Discord in the World Political Economy, Princeton,
    Princeton University Press, 1984.
    5 Bruce Russett. “The Mysterious Case of Vanishing Hegemony; or, Is Mark Twain Really Dead,” International
    Organization, Vol. 39, No. 2, 1985, ss. 205-231. Bu görüşler, Soğuk Savaş’ın bitiminde de kendini hissettirecek
    ve Francis Fukuyama, “tarihin sonu”nun geldiğini ilan ederek, liberalizmin Soğuk Savaş’ı kazandığını ve ABD
    liberal demokrasisinin bugün için ve gelecekte artık tek model olduğunu savunacaktı Bkz. Francis Fukuyama,
    “The End of History?” The National Interest, Summer 1989, ss. 3-18; The End of History and the Last Man,
    New York, Free Press, 1992.
    6 Susan Strange, “The Persistent Myth of Lost Hegemony,” International Organization, Vol. 41, No. 4, 1987, ss.551-574.
    7 John Lewis Gaddis, We Now Know: Rethinking Cold War History, New York, Oxford University Press, 1997.
    8 Joseph S. Nye, Yumuşak Güç: Dünya Siyasetinde Başarının Yolu. Ankara, Elips, 2005, ss.14-15.
    9 Yumuşak gücün yumuşak olmadığı teorik tartışması hakkında bkz. Janice Bially Mattern, “Why Soft Power
       isn’t So Soft: Representational Force and the Sociolinguistic Construction of Attraction in World Politics,”
       Millennium, No. 33/3, 2005, ss. 583-612; Demokratik barış teorisi için bkz. Nejat Doğan, “The Interaction
       Between Democracy and Peace: Bridging the Gap Between Liberalism and Realism in International Relations,”
       Expanded EU: From Autonomy to Alliance, K.M. Khovanova, N. Doğan, M. Kovalev (eds.), Amsterdam/New
       York, Rodopi, 2008, ss. 13-26.
    10 Dünya Bankası; http://data.worldbank.org/indicator/SI.POV.DDAY. Erişim: 29.9.2013
    11 http://en.wikipedia.org/wiki/Comparison_of_US_and_Chinese_Military_Armed_Forces. Erişim tarihi:  3 Ekim 2013.
    12 OECD (2011), “R&D expenditure”, OECD Science, Technology and Industry Scoreboard 2011, OECD
    Publishing. http://dx.doi.org/10.1787/sti_scoreboard-2011-16-en
    13 John Stuart Mill, “A Few Words on Non-Intervention,” Gertrude Himmelfarb (Ed.), Essays on Politics and
    Culture, New York, Doubleday, 1962, ss. 396-413.
    14 Nejat Doğan, “Demokrasi ve Ortadoğu’nun Geleceği,” 38th International Congress of Asian and North
    African Studies (ICANAS), International Relations - Vol. II, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu,
    Ankara, 2011, ss. 601-620.
    15 Örneğin bkz. Hedley Bull ve Adam Watson (Eds.), The Expansion of International Society, New York,
    Oxford University Press, 1984.
    16 Nejat Doğan, “Fighting International Terrorism: Combining Sic Semper Tyrannis with E Pluribus Unum,” 3rd
    International Social Science Congress of the Turkish World, Celalabat/ Kırgızistan, 2005, vol. 1, ss. 269–278.
    17 Nejat Doğan, Pragmatic Liberal Approach to World Order: The Scholarship of Inis L. Claude, Jr. University
    Press of America, Maryland, December 2012, ss. 161-194.
    18 Inis L. Claude Jr. “National Interest and the Global Environment: A Review of Arnold Wolfers, Discord and
    Collaboration: Essays on International Politics,” Conflict Resolution, No. 8/3, 1964, ss. 294-296.
    19 Immanuel Kant, “Perpetual Peace: A Philosophical Sketch,” Hans Reiss (Ed.) Kant: Philosophical Writings,
    Cambridge, Cambridge University Press, 1991, ss.93-130.
    20 Örneğin bkz. Bernard Lewis, What Went Wrong?: Western Impact and Middle Eastern Response, London,
    Phoenix, 2002, ss. 130-147.
    21 Nejat Doğan, Pragmatic Liberal Approach to World Order: The Scholarship of Inis L. Claude, Jr. University Press of America, Maryland, December 2012.

    ***