Kolektif Emperyalizm Nedir., BÖLÜM 2
Ultra-Emperyalizm kuramı (kendi ulusal sermayelerinin baskısı altında hareket eden) “ulus-devletler” arası bir ittifakı gerektirmekteydi. Oysa kolektif emperyalizmin işleyişinde çeşitli devletler içerisinde aynı anda temsil edilen
uluslararasılaşmış sermayenin talepleri belirleyici olmaktadır. Tek tek devletlerin ittifakı bu uluslararasılaşmış temsilin yani farklı gruplar tarafından farklı ortamlarda üretilen ve kolayca devlet iktidarına dönüşebilen çok sayıdaki talebin
ürünüdür.
Kolektif emperyalizm tezimiz yeni ölçeğinde işlev gören emperyalist bloklar mantığına dayanmamaktadır.
Ancak kolektif emperyalizmin faili, Batı bloğunun iç içe geçen sermaye gruplarının her durumda olmasa da pek çok durumda ve önemli konularda- içinde temsil edildikleri ulus devletlerin iktidarını uyumlu kullanma ve benzer politikalara tahvil etme yeteneğine sahip bir oluşumdur. Bu durumda emperyalist politikaların kıtasal düzeyde tatbiki önündeki engeller ulus devleti inkar etmeden- aşılmış olacaktır. Sermaye birikimi (üretici güçler) değilse de düzenleme kıtasal düzeyde uyumlu hale gelecektir. Buradan “…Bu sonuncu emperyalistler arası rekabetin, Lenin’in çözümlemesindeki klasik emperyalizme
kıyasla yeni olan yanı ilk olarak uluslararası emperyalist ekonomide sadece üç dünya gücünün karşı karşıya olduğu gerçeğidir…
” (Mandel, 2008:443) savına varıp varmamak somut sorunlara somut çözümler arayan düşünürlerin insafına kalmıştır.
Kolektif emperyalizm kolektif sömürgeleşme sürecinden ayrı düşünülemez. Çizilen tabloya birleşerek kolektif emperyalizmi oluşturan çok sayıdaki münferit kapitalist talebin, Sovyet Sisteminin çöküşü nedeniyle (az)gelişmekte olan ülkeler üzerinde artan/yoğunlaşan etkisini de eklemek gerekmektedir. Bir başka deyişle (az)gelişmekte olan ülkelerin Batı Kapitalizminden kaynaklanan taleplere direnebilme/direnme kapasitelerindeki önemli azalma bugünün dünyasını anlamak için temel unsurlardan birisidir.
***
27 Şubat 2016 günü, Prof. Dr. Ali Murat Özdemir Sunduğu “ Türk Dış Politikasının Ekonomi Politiği ” başlıklı konuşma ile dinleyenleri yeni ve farklı bilgilerle tanıştırdı.
Prof. Dr. Ali Murat Özdemir, konferansına, “ Türk Dış Politikasının Ekonomi Politiği '' başlıklı ve kitap olarak da yayınlanan uzun bir çalışma programının bir parçasından” konuşma yapacağını, klasik sol çevrelerin ulaşmadığı belki de ulaşması gerekmeyen bir yöntemle “kendi kapasitemizde bir hikâye” yazdıklarını söyleyerek başladı. “Karşımızda kompleks bir sorun var ve biz bunu anlamak ve açıklamaktan vazgeçmeyeceğiz. Öyle bir konuma sıkıştırıldık ki emperyalizmden söz eden milliyetçilikten söz eder anlayışı egemen durumda. Bu yıllarda ve günümüzde en hüzün verici şey emperyalizmden söz etmemek olmuştur.”
dedi.
Prof. Dr. Ali Murat Özdemir, Özetle şunları söyledi:
“Bahsettiğimiz emperyalizm, Lenin’in kendi dönemini açıklarken çok iyi izah ettiği klasik tanımdan farklı. Çünkü İkinci Dünya Savaşından sonra durum değişti.
Kapitalizm kendine yeni bir rota çizdi. Bir devletin birden fazla sermaye grubuna ve birden fazla devletin yardımına ihtiyaç duyduğu döneme girdik. Marshall yardımı vs. gibi. Emperyalist merkez olarak ABD’nin öne çıkması söz konusu oldu. Bu anlamda sermayenin uluslararasılaşması dediğimiz şeyi görüyoruz. Aynı dönemde BM’nin Milletler Cemiyetinden çok daha farklı bir şey olduğunu görüyoruz. BM’nin Batılı gelişmiş devletlerin lehine yeni bir uluslararası hukukun inşasına başladığını görüyoruz. Daha önceki dönemde görülmeyen şeyler ortaya çıktı. NATO gibi. Rusya ile Çini devre dışı bırakacak bir yapı. Kendi aralarındaki çelişkinin üzerine gitmeyip görmezden gelen kolektif bir emperyalizm bu 1990’a kadar böyle gitti; SSCB çökene kadar.
Bu uluslararası emperyalizmdir. Bunu kolektif yapan şey sermaye gruplarının aynı anda değişik ülkelerde faaliyet gösterebilmeleridir aynı zamanda.
Bu Durum Barışçıl bir Süreç değildir.
Kanlı Taylorizm..
Üretken sermaye masum değildir. Asya kaplanları Laos ve Kamboçya’dan gelenleri canavarca sömürüyorlar.
Kemik ticareti diye bir şey var örneğin. Bir ölüden etleri dökülmeden alınan kemik platin yerine takılabiliyor…
Böbrek kardeşliği gibi… Uzak Asya’da Cenin restoranları var. Düşük yapmış kadınların ceninlerinden yemek yapılan restoranlar.
Üretken yatırımda ya satamazsanız korkusu var. O zaman geleceğe gidemiyorsanız geçmişe gidersiniz.
Üretim yapamayacaksanız ilerde geçmişte üretilene bakarsınız.
Sovyet özelleştirmeleri, yağmaları dönemi bitti. Bu bitiş müthiş bir birikimle bitiş oldu. Daha önce alım satıma konu olmayan şeyler gündeme geldi örneğin. Sular, havalar, kamu malları… Kolektif mülkiyetin özel mülkiyete tahvili için
çalışmalar yapmanız lazım baskısı üçüncü ülkelerde birinci sorun oldu. Güç ilişkilerini radikal biçimde değiştirmeniz lazım dendi; kolay değildir. Bu ülke yöneticileri emperyalizmle ilişkilerinde her şeyi verecek durumda değillerdir.
Kıyamet burada kopuyor zaten. İşbirliğini emperyalizmin isteği gibi mükemmelen yapmaya haiz değiller.
Kızılca kıyamet kopuyor. Verecek ama veremiyor. Niçin veremiyor?
(…) 90’larda bilgisayar sistemlerinin gelişmesi var. 90 öncesi dünyayla 90 sonrası ayrı. İki binlerin dünyası da farklı.
400 milyon insan yer değiştirmiş Çin’de. 20 milyon dolu yeni kent kurulmuş. Çin 1990’lardan sonra bütün büyük Marksistlerin hayalinde yokken emperyalist sistemi ekonomik yapısına bağlanarak dünyayı değiştirdi etkiledi.
İki binlerden sonra bizim hayatımızı doğrudan etkileyen ikinci bir etken Petro-dolar havuzlarının kendisini ifşa etmesi oldu.
3 trilyon Dolar dolayında Suudi Arabistan’ın elindeki kamu havuzu zenginliği.
Şimdi batı Suudilere petrol bölgelerini kadastrodan geçir, sermaye grupları banka kurun, zenginliklerin bulunduğu kamusal alanlarda teknik yapılar oluşturun… Körfez, batının bu artan basıncını kendi dışına ihraç ederek kurtulmaya çalışıyor.
Bu çelişki Türkiye’yi yakından etkiliyor. Türkiye’ye de değişik Körfez talepleri var. Türkiye temsiliyle batı temsilinin Körfez temsilinde kabak gibi ayrıldığını görüyoruz.
2011’den sonra bizim ülkemize Körfez’den gelen para Batı’nın istediği sermaye değil.
Türk dış politikasının giderek Körfez’den etkilenmeye başlaması Türk dış politikasının körfez menfaatinde ağırlıklı olarak kullanılmasını da getirdi. Bu başkanlık sistemi ister. Körfez tarzı iş görme biçimini, “emirlik tipi” bir başkanlık sistemi ister.
Başkanlık sistemi parlamenter sistemin dışında başkan mecliste kendini üretmekten azade kalarak mutlu bir hayat sürer.
Türkiye’nin kendi kuruluş felsefesine bu kadar kudurmuş biçimde saldırı irrasyoneldir. Ama eğer başka bir ülkedeki yönetici sınıfın uzantısına dönerseniz bu rasyonel olur.
Türkiye’yle batının arasında emperyalistlerin Kürt politikası da var. Körfez de var. Körfez etkisi olmasıydı Türkiye Türkmenlerini korurdu, Esat’ı desteklerdi.
Uluslararası ilişkileri özne devletler açısından okuyoruz. Sermaye grupları da belirleyici olabiliyor. Körfezde ne bir yönetici sınıf var ne siyasi ne ekonomik ama Türkiye’yi yönetiyor.
Körfez etkisinde politikada Türk yürütücüleri ülkenin sürekli olağanüstü hal içinde yönetmekten kaçınmayacak, rahatsız olmayacaktır. Böyle de oluyor.
Kolektif emperyalist temsil akıl Türkiye’de parlamenter sistemi içerir. Onlar da başkanlık isteyebilir ama Körfezin istediğinden farklı başkanlık olur.
Türk dış politikası Ortadoğu’da belirtilen yeni güç ilişkileri sistemine daha kolay adapte olacaktır.
Türkiye’de sermayenin değersizleşme riski var. Sermayenin yeniden üretimini olanaksız kılacak şeyleri de yanında getiriyor.
Milliyetçi Kürt talepleri öne çıkaranlar için bu durum kısa vadede olanak sunacaktır. Ama inşa edilmeye çalışılan bu alanda öznelerin kim olacağı, özlemlerin mekânının nasıl belirleneceği Arap- Fars ve Türk husumetinin boyutları uzun vadede rahatsız edici olacaktır.
Batı merkezli sermayeyle körfez sermayesi arasında bir çelişki mevcut ve bunun Türkiye’ye etkisi var. Türkiye’deki politik etkilenmeyi tetikliyor.”
Prof. Dr. Ali Murat Özdemir‘in bu değerlendirmelerine dinleyicilerden, “Ama gerçekte Körfez sermayesi bir hiçtir.
Menşei bile kaynaklandıkları ülkenin gücüne bağımlıdır. Türkiye’deki kötülükler Körfez sermayesinden çok büyük neo liberal atakla ilişkilidir. (…)İran Suriye’de olup bitenlerin onların haritasından kaynaklanabilir. Körfez sermayesinin de Erdoğan’ın da bütün olup bitenlerde rolü olmuştur ama kırık dökük çekilecektir en sonu. Azrail ise orada duruyor.” biçiminde eleştiri geldi.
Prof. Dr. Ali Murat Özdemir bu eleştirileri şöyle yanıtladı: “Çubuğu fazla büktük. Çünkü Körfez sermayesinin etkisi hiç konuşulmuyor. Bunu öne çıkarmak istedim. Körfez sermayesinin batı sermayesiyle çelişik kırılgan ilişkisi doğrudur.
Ancak Körfez zannettiğimizin aksine bütünüyle batının sofrası değil. Onların sınırlı otonom var oluşları bile bizim ülkemizde varoluşunu dikkate alacak etkiler üretiyor. Gözden kaçırılmaması gerekir; etkili.
Neoliberal ataka gelince, neoliberal atak üzerine yazmakla geçti ömrümüz. Kolektif emperyalizm neoliberale indirgenemez.
Çünkü ülkemizde bir şeyler oluyor ve bunu da klasik bakışla göremiyoruz.
Emperyalizmi özgün kılan yenildiği zaman yumruk yemiyor. Emperyalistlerle emperyalist olmayanlar arasındaki kavga eşitsiz bir kavga aslında.”
Dinleyiciler, emperyalistler arası çelişkinin önemine vurgu yaparak “süper emperyalizm” benzeri teorilerin tuzağına düşülmemesi gerektiği yoksa Lenin’in söylediği gibi sosyalizmin kurulmasının imkânsızlığının söz konusu olacağı yönünde uyarılar yaptılar. Bu arada dinleyiciler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında meydana gelen emperyalistler arası çatışmalardan örnekler verdiler ve AB’nin kuruluşunun altında Batı sermayesi içindeki çatışmaların da olduğuna vurgu yaptılar.
Bu arada Rusya ile Çin’in günümüzdeki konumlarının bu tezle ilişkisi üzerine de sorular yönelttiler.
Dinleyicilerin soruları ve açıklamaları üzerine de konuşan Ali Murat Özdemir “Türk Dış Politikası’nın Ekonomi Politiği” (İmge Yayınları) adıyla arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları kitaptan alıntılar da yaparak konuşmasını sonlandırdı.
Ali Murat Özdemir
***