Kolektif Emperyalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kolektif Emperyalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2019 Pazar

Kolektif Emperyalizm Nedir., BÖLÜM 2

Kolektif Emperyalizm Nedir., BÖLÜM 2



Ultra-Emperyalizm kuramı (kendi ulusal sermayelerinin baskısı altında hareket eden) “ulus-devletler” arası bir ittifakı gerektirmekteydi. Oysa kolektif emperyalizmin işleyişinde çeşitli devletler içerisinde aynı anda temsil edilen 
uluslararasılaşmış sermayenin talepleri belirleyici olmaktadır. Tek tek devletlerin ittifakı bu uluslararasılaşmış temsilin yani farklı gruplar tarafından farklı ortamlarda üretilen ve kolayca devlet iktidarına dönüşebilen çok sayıdaki talebin 
ürünüdür.

Kolektif emperyalizm tezimiz yeni ölçeğinde işlev gören emperyalist bloklar mantığına dayanmamaktadır. 
Ancak kolektif emperyalizmin faili, Batı bloğunun iç içe geçen sermaye gruplarının her durumda olmasa da pek çok durumda ve önemli konularda- içinde temsil edildikleri ulus devletlerin iktidarını uyumlu kullanma ve benzer politikalara tahvil etme yeteneğine sahip bir oluşumdur. Bu durumda emperyalist politikaların kıtasal düzeyde tatbiki önündeki engeller ulus devleti inkar etmeden- aşılmış olacaktır. Sermaye birikimi (üretici güçler) değilse de düzenleme kıtasal düzeyde uyumlu hale gelecektir. Buradan “…Bu sonuncu emperyalistler arası rekabetin, Lenin’in çözümlemesindeki klasik emperyalizme 
kıyasla yeni olan yanı ilk olarak uluslararası emperyalist ekonomide sadece üç dünya gücünün karşı karşıya olduğu gerçeğidir…
” (Mandel, 2008:443) savına varıp varmamak somut sorunlara somut çözümler arayan düşünürlerin insafına kalmıştır.

Kolektif emperyalizm kolektif sömürgeleşme sürecinden ayrı düşünülemez. Çizilen tabloya birleşerek kolektif emperyalizmi oluşturan çok sayıdaki münferit kapitalist talebin, Sovyet Sisteminin çöküşü nedeniyle (az)gelişmekte olan ülkeler üzerinde artan/yoğunlaşan etkisini de eklemek gerekmektedir. Bir başka deyişle (az)gelişmekte olan ülkelerin Batı Kapitalizminden kaynaklanan taleplere direnebilme/direnme kapasitelerindeki önemli azalma bugünün dünyasını anlamak için temel unsurlardan birisidir.

***

27 Şubat 2016 günü, Prof. Dr. Ali Murat Özdemir Sunduğu “ Türk Dış Politikasının Ekonomi Politiği ” başlıklı konuşma ile dinleyenleri yeni ve farklı bilgilerle tanıştırdı.

Prof. Dr. Ali Murat Özdemir, konferansına, “ Türk Dış Politikasının Ekonomi Politiği '' başlıklı ve kitap olarak da yayınlanan uzun bir çalışma programının bir parçasından” konuşma yapacağını, klasik sol çevrelerin ulaşmadığı belki de ulaşması gerekmeyen bir yöntemle “kendi kapasitemizde bir hikâye” yazdıklarını söyleyerek başladı. “Karşımızda kompleks bir sorun var ve biz bunu anlamak ve açıklamaktan vazgeçmeyeceğiz. Öyle bir konuma sıkıştırıldık ki emperyalizmden söz eden milliyetçilikten söz eder anlayışı egemen durumda. Bu yıllarda ve günümüzde en hüzün verici şey emperyalizmden söz etmemek olmuştur.” 
dedi.

Prof. Dr. Ali Murat Özdemir, Özetle şunları söyledi:

“Bahsettiğimiz emperyalizm, Lenin’in kendi dönemini açıklarken çok iyi izah ettiği klasik tanımdan farklı. Çünkü İkinci Dünya Savaşından sonra durum değişti.

Kapitalizm kendine yeni bir rota çizdi. Bir devletin birden fazla sermaye grubuna ve birden fazla devletin yardımına ihtiyaç duyduğu döneme girdik. Marshall yardımı vs. gibi. Emperyalist merkez olarak ABD’nin öne çıkması söz konusu oldu. Bu anlamda sermayenin uluslararasılaşması dediğimiz şeyi görüyoruz. Aynı dönemde BM’nin Milletler Cemiyetinden çok daha farklı bir şey olduğunu görüyoruz. BM’nin Batılı gelişmiş devletlerin lehine yeni bir uluslararası hukukun inşasına başladığını görüyoruz. Daha önceki dönemde görülmeyen şeyler ortaya çıktı. NATO gibi. Rusya ile Çini devre dışı bırakacak bir yapı. Kendi aralarındaki çelişkinin üzerine gitmeyip görmezden gelen kolektif bir emperyalizm bu 1990’a kadar böyle gitti; SSCB çökene kadar.

Bu uluslararası emperyalizmdir. Bunu kolektif yapan şey sermaye gruplarının aynı anda değişik ülkelerde faaliyet gösterebilmeleridir aynı zamanda.
Bu Durum Barışçıl bir Süreç değildir. 

Kanlı Taylorizm.. 

Üretken sermaye masum değildir. Asya kaplanları Laos ve Kamboçya’dan gelenleri canavarca sömürüyorlar. 
Kemik ticareti diye bir şey var örneğin. Bir ölüden etleri dökülmeden alınan kemik platin yerine takılabiliyor… 
Böbrek kardeşliği gibi… Uzak Asya’da Cenin restoranları var. Düşük yapmış kadınların ceninlerinden yemek yapılan restoranlar.

Üretken yatırımda ya satamazsanız korkusu var. O zaman geleceğe gidemiyorsanız geçmişe gidersiniz. 
Üretim yapamayacaksanız ilerde geçmişte üretilene bakarsınız.

Sovyet özelleştirmeleri, yağmaları dönemi bitti. Bu bitiş müthiş bir birikimle bitiş oldu. Daha önce alım satıma konu olmayan şeyler gündeme geldi örneğin. Sular, havalar, kamu malları… Kolektif mülkiyetin özel mülkiyete tahvili için 
çalışmalar yapmanız lazım baskısı üçüncü ülkelerde birinci sorun oldu. Güç ilişkilerini radikal biçimde değiştirmeniz lazım dendi; kolay değildir. Bu ülke yöneticileri emperyalizmle ilişkilerinde her şeyi verecek durumda değillerdir. 
Kıyamet burada kopuyor zaten. İşbirliğini emperyalizmin isteği gibi mükemmelen yapmaya haiz değiller. 

Kızılca kıyamet kopuyor. Verecek ama veremiyor. Niçin veremiyor?

(…) 90’larda bilgisayar sistemlerinin gelişmesi var. 90 öncesi dünyayla 90 sonrası ayrı. İki binlerin dünyası da farklı. 
400 milyon insan yer değiştirmiş Çin’de. 20 milyon dolu yeni kent kurulmuş. Çin 1990’lardan sonra bütün büyük Marksistlerin hayalinde yokken emperyalist sistemi ekonomik yapısına bağlanarak dünyayı değiştirdi etkiledi.

İki binlerden sonra bizim hayatımızı doğrudan etkileyen ikinci bir etken Petro-dolar havuzlarının kendisini ifşa etmesi oldu. 

3 trilyon Dolar dolayında Suudi Arabistan’ın elindeki kamu havuzu zenginliği.

Şimdi batı Suudilere petrol bölgelerini kadastrodan geçir, sermaye grupları banka kurun, zenginliklerin bulunduğu kamusal alanlarda teknik yapılar oluşturun… Körfez, batının bu artan basıncını kendi dışına ihraç ederek kurtulmaya çalışıyor.

Bu çelişki Türkiye’yi yakından etkiliyor. Türkiye’ye de değişik Körfez talepleri var. Türkiye temsiliyle batı temsilinin Körfez temsilinde kabak gibi ayrıldığını görüyoruz.

2011’den sonra bizim ülkemize Körfez’den gelen para Batı’nın istediği sermaye değil.

Türk dış politikasının giderek Körfez’den etkilenmeye başlaması Türk dış politikasının körfez menfaatinde ağırlıklı olarak kullanılmasını da getirdi. Bu başkanlık sistemi ister. Körfez tarzı iş görme biçimini, “emirlik tipi” bir başkanlık sistemi ister. 
Başkanlık sistemi parlamenter sistemin dışında başkan mecliste kendini üretmekten azade kalarak mutlu bir hayat sürer.

Türkiye’nin kendi kuruluş felsefesine bu kadar kudurmuş biçimde saldırı irrasyoneldir. Ama eğer başka bir ülkedeki yönetici sınıfın uzantısına dönerseniz bu rasyonel olur.

Türkiye’yle batının arasında emperyalistlerin Kürt politikası da var. Körfez de var. Körfez etkisi olmasıydı Türkiye Türkmenlerini korurdu, Esat’ı desteklerdi.

Uluslararası ilişkileri özne devletler açısından okuyoruz. Sermaye grupları da belirleyici olabiliyor. Körfezde ne bir yönetici sınıf var ne siyasi ne ekonomik ama Türkiye’yi yönetiyor.

Körfez etkisinde politikada Türk yürütücüleri ülkenin sürekli olağanüstü hal içinde yönetmekten kaçınmayacak, rahatsız olmayacaktır. Böyle de oluyor.

Kolektif emperyalist temsil akıl Türkiye’de parlamenter sistemi içerir. Onlar da başkanlık isteyebilir ama Körfezin istediğinden farklı başkanlık olur.

Türk dış politikası Ortadoğu’da belirtilen yeni güç ilişkileri sistemine daha kolay adapte olacaktır.

Türkiye’de sermayenin değersizleşme riski var. Sermayenin yeniden üretimini olanaksız kılacak şeyleri de yanında getiriyor.

Milliyetçi Kürt talepleri öne çıkaranlar için bu durum kısa vadede olanak sunacaktır. Ama inşa edilmeye çalışılan bu alanda öznelerin kim olacağı, özlemlerin mekânının nasıl belirleneceği Arap- Fars ve Türk husumetinin boyutları uzun vadede rahatsız edici olacaktır.

Batı merkezli sermayeyle körfez sermayesi arasında bir çelişki mevcut ve bunun Türkiye’ye etkisi var. Türkiye’deki politik etkilenmeyi tetikliyor.”

Prof. Dr. Ali Murat Özdemir‘in bu değerlendirmelerine dinleyicilerden, “Ama gerçekte Körfez sermayesi bir hiçtir. 

Menşei bile kaynaklandıkları ülkenin gücüne bağımlıdır. Türkiye’deki kötülükler Körfez sermayesinden çok büyük neo liberal atakla ilişkilidir. (…)İran Suriye’de olup bitenlerin onların haritasından kaynaklanabilir. Körfez sermayesinin de Erdoğan’ın da bütün olup bitenlerde rolü olmuştur ama kırık dökük çekilecektir en sonu. Azrail ise orada duruyor.” biçiminde eleştiri geldi.

Prof. Dr. Ali Murat Özdemir bu eleştirileri şöyle yanıtladı: “Çubuğu fazla büktük. Çünkü Körfez sermayesinin etkisi hiç konuşulmuyor. Bunu öne çıkarmak istedim. Körfez sermayesinin batı sermayesiyle çelişik kırılgan ilişkisi doğrudur. 
Ancak Körfez zannettiğimizin aksine bütünüyle batının sofrası değil. Onların sınırlı otonom var oluşları bile bizim ülkemizde varoluşunu dikkate alacak etkiler üretiyor. Gözden kaçırılmaması gerekir; etkili.

Neoliberal ataka gelince, neoliberal atak üzerine yazmakla geçti ömrümüz. Kolektif emperyalizm neoliberale indirgenemez. 
Çünkü ülkemizde bir şeyler oluyor ve bunu da klasik bakışla göremiyoruz.

Emperyalizmi özgün kılan yenildiği zaman yumruk yemiyor. Emperyalistlerle emperyalist olmayanlar arasındaki kavga eşitsiz bir kavga aslında.”

Dinleyiciler, emperyalistler arası çelişkinin önemine vurgu yaparak “süper emperyalizm” benzeri teorilerin tuzağına düşülmemesi gerektiği yoksa Lenin’in söylediği gibi sosyalizmin kurulmasının imkânsızlığının söz konusu olacağı yönünde uyarılar yaptılar. Bu arada dinleyiciler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında meydana gelen emperyalistler arası çatışmalardan örnekler verdiler ve AB’nin kuruluşunun altında Batı sermayesi içindeki çatışmaların da olduğuna vurgu yaptılar. 
Bu arada Rusya ile Çin’in günümüzdeki konumlarının bu tezle ilişkisi üzerine de sorular yönelttiler.

Dinleyicilerin soruları ve açıklamaları üzerine de konuşan Ali Murat Özdemir “Türk Dış Politikası’nın Ekonomi Politiği” (İmge Yayınları) adıyla arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları kitaptan alıntılar da yaparak konuşmasını sonlandırdı.


Ali Murat Özdemir

***

Kolektif Emperyalizm Nedir., BÖLÜM 1

Kolektif Emperyalizm Nedir., BÖLÜM 1



Kolektif Emperyalizm Nedir
Ali Murat Özdemir
Tarih:12 Şubat, 2016



“ Emperyalizm Nedir? ”, “ İlgileneni var mıdır? ” gibi sıkıcı sorulara yanıt aramaksızın -ansızın ve apansızın- yazının tepesinde zikredilen soruyla başlayacağım. 
Bu soruyla başlayınca “ Kolektif Emperyalizm ” ve “ Türk Dış Politikası’nın Ekonomi Politiği ” adlı kitaplarda bahsi geçen tanımı kesip yapıştırma imkânım doğacak, bu bir. İkincisi, kavramı duyunca internete girip derli toplu bir yazı arayan az sayıdaki kimseye bir kolaylık sunabileceğim.

Yakın zamanlarda kullanılmaya başlanan Kolektif Emperyalizm teriminin mucidi Beytepe Ekonomi Politik Çevresi çatısında metin üreten bir grup yazar değildir muhakkak. Ancak bu terim adı geçen yazar grubu tarafından (Marksist Ekonomi Politiğin çerçevesinde kalarak ama) Kolektif Emperyalizm terimini kullananların o terime yüklediği anlamdan farklı ve özgün bir şekilde kullanılmaktadır. Farkın temelinde Panitch ve Gindin’in yazılarında geçtiği haliyle devletin uluslar arası Oluşması kavramının Althusserci bir devlet kuramına referansla somutlaştırılması diyebileceğimiz bir teorik tutum bulunmaktadır.

Eril ve zehirli dilimle bir ortaçağ ata sözünü kendi derdime uyarlamama izin verilsin: Fikirler babalarına değil kendi zamanlarına benzerler (atasözünün aslında “fikir” değil “çocuk” kelimesi bulunmaktaydı). Kolektif Emperyalizm terimi için olan da budur. İş bu yazıyla değerli okuyucuya yukarıda adı geçen kitaplar içerisinde bulunabilecek bir metin sunuyorum, kullandığımız haliyle kavramı tanıtmak maksadıyla.

Kolektif Emperyalizm, emperyalizmin güncel formudur. Emperyalizmin güncel biçimi klasik emperyalizmde olduğu gibi sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi için gerekli temsil mekanizmaları aracılığıyla devlet iktidarının (bunun getirdiği düzenleme ve şiddet kipliklerinin) kullanımını kapsamaktadır. Ancak aktüel emperyalist etkinlik -önceki dönemin aksine bir ulus devlet içerisindeki temsil imkanlarının kullanılması suretiyle, diğer ulusal alanlarda temsil bulan öteki ulusal sermaye öbeklerinin faaliyetinin dışlanmasına dayanmaz. Burada esas olan dinamikler İkinci Dünya Savaşı sonrasında belirmeye başlamıştır. Kolektif emperyalizm, bir devletin aynı oyun kurallarıyla hareket etmesi kaydıyla menşeine bakılmaksızın birden ziyade sermaye öbeğine ve bu öbeklerin de birden ziyade yerellikte gerçekleştirilecek değerlenme edimine bağımlı 
bulunmasının neticesi iktidar aygıtlarında ki biçimsel ve içeriksel dönüşümlerin etkisi olarak kavramsallaştırılabilir. 

Ancak yeni ve muğlak yapısı içerisinde siyasi alanın muhatap olduğu talepler ve ürettikleri iktidar, kimliklerin libidinal akışına değil, sermayenin artırılmış temsiline dayanmaktadır. Sermayenin küresel ölçekli yeniden üretimi bir imparatorluk devleti değil koordinasyon içerisindeki (ulus devlet demek zor olsa bile) yerel devletlerin etkinliğiyle gerçekleştirilmektedir. 

Tekrar edelim: Yerel devlet faaliyeti keyfiyete kültürel mülahazaya, kimlik politikalarına ve sair unsura değil, sermayenin küresel ölçekli yeniden üretimine dayalıdır.

Kolektif Emperyalizm faili büsbütün meçhul bir etkinlik değildir.

Küresel ölçekli yeniden üretimin çoklu ama koordineli siyasal merkezleri “hegemon devlet”, “Uluslararası Para Fonu”, “Dünya Bankası”, “Dünya Ticaret Örgütü”, “münferit büyük kapitalist devletler”, “sermaye kuruluşları tarafından fonlanan büyük ‘sivil toplum’ örgütleri” ve “yerel iktidarlar” kapsamında değerlendirilebilir. Ancak bu merkezler hiyerarşiden muaf olmadıkları gibi söz konusu sermayenin bütün yer küreyi eşit şekilde dönüştürdüğü küresel ölçekli genişletilmiş yeniden üretimin bir mekanı olmadığı- söylenemez. Verilen listedeki “yerel iktidarlar” çoğu kez emperyalist faaliyetin tek yönlü olmayan- nesnesini oluşturur. Bu bağlamda Rusya, Çin, Brezilya, Hindistan, Körfez Bölgesi gibi büyük iktisadi alanlar içerisindeki kapitalist sınıf ittifak ve faaliyeti, emperyalist etkinliğin asli bileşenin değil nesnesinin üretimine endekslenmiştir. 

Ancak bu saptamayı yapmakla ortada uyumlu bir küresel kapitalizm olduğu iddiasını sunmuş bulunmuyoruz. Aksine mevcut hiyerarşinin kapitalizmin oyun kuralları üzerinde farklı öneri ve teşkilatlanmalar arasında mevcut gerilimler içerisinden çatışmalı olarak belirdiğini ve her daim sorgulamaya açık olduğunu saptıyoruz. ABD ve Avrupa’ya ait mekânlarda yoğunlaşan emperyalist etkinlik, devlet biçiminin uluslararasılaşması ve çoklu değerlenme süreçleri (genişletilmiş yeniden üretim, özelleştirme, metalaşma) merkezinde kendi karşıtlarıyla yüzleşmektedir.

Kolektif Emperyalizmin işleyişinde hegemon devletin özgün bir rolü vardır.

Karşılıklı bağımlılık süreçlerinin küresel koordinasyonu –kapitalizmin küresel siyasi, ideolojik ve iktisadi ilişkiler ağının ürettiği etkinin neticesi olarak- genellikle hegemon devletin iktidarının kullanımıyla gerçekleştirilir; bu iktidar salt devletlerarası ilişkilerde değil uluslararası kurum ve kuruluşlarda hegemon devletin oynadığı ağırlıklı rolde de kendisini ifade eder. Bu bağlamda hegemon devlet diğer ülkelerdeki yapısal dönüşümleri imkân dâhiline sokan ilişki ağlarının 
merkezine yerleşip, koordinasyonun siyasi odağı haline gelirken, aynı dönüşümü kendisi de deneyimler.

Ancak kolektif emperyalist etkinlik her durumda – mutlaka - hegemon devlet faaliyetiyle örtüşmek durumunda değildir. 

Koordinasyon bazen Batı bloku içerisinde bulunan münferit merkezi devletlerin inisiyatif almasını da gerektirebilir.

Hegemon devletin ayrıcalıklı rolünden imparatorluk fikri çıkmaz. Aksine kolektif emperyalizm denildiğinde, küresel bir imparatorluk fikrinin ve bununla birlikte ulus devletlerin sönümlenerek ulus-üstü bir yapının doğmakta olduğu savlarının 
kavramsal zıddından bahsedildiğini -yeniden- belirtelim. Kavram ulus devletlerin –şimdilik eti-kemiği belirsiz ancak bolca ilkeli- üst bir siyasi yapılanma içerisinde erimesine değil, sermayenin aynı anda birden çok devlet içerisinde temsiline 
(dolayısıyla birden çok devletin muhafazasına) dayalıdır.

Egemenlik ve bağımsızlık ölçütleri yeniden şekillenmiş ve Sovyet öncesi tertipleri değişmiş olan devletler (yerel devletler) bugün hala küresel güç ilişkilerinin yoğunlaştığı, sermaye ilişkisinin temel uğrak olarak kullandığı ülkesel düzlemin 
tanımlayıcısı dırlar. Ülkeselliği önce üretmek (bir başka deyişle, kapitalist iş bölümünün gerçekleştiği uzamanın çok parçalı ve düzlemli yapısını homojenleştirmek), daha sonra da –emekçiler aşamazken- aşmak, kapitalist üretim ilişkilerinin zorladığı bir edimler seti olarak düşünülmelidir.

Marx’a göre sermaye, çeşitli biçimleri altında ne kadar yurtsuzlaştırılmış ve ulus-suz görünebilse de, kendini ancak ulus aşırılaştırmak suretiyle yeniden üretebilir. Bir başka deyişle, kolektif emperyalizm sermayenin ulus-aşırılaşmak 
(girdiği topraklardaki sınıf fraksiyonlarının bir parçası olarak ilgili siyasal alan içerisinde öncelikli olarak temsil edilmek) suretiyle yeniden üretimi sürecinin bir parçası olduğundan, aşılan şeyi korumak durumundadır.

Ülkesel egemenliğe içkin olan dışarısı ve içerisi diyalektiği, kapitalist sömürüye ve bunun yeniden üretimi için gerekli olan kapitalist devlete sıkı sıkıya bağlı olduğu için, içerisinde sınıf iktidarının yer alabileceği yerel-devlet-dışı (ulus devlet iktidarının dolayımı-katılımı-onayı olmaksızın işleyen) kapitalist bir alan hayal etmek, -iktidarın alternatif uzamsal ve kurumsal örgütlenmeleri için ulus devletten başka bir yer bulunamadıkça- mümkün görünmemektedir. Sınıf ilişkisinde ulusal devlet içerisinde temsilin kaçınılmazlığı veridir: “… çeşitli kurumlar; iktidar açısından, ‘iktidar organları’, önceden varolan ve onları etkinliğini tamamlamak amacı ile oluşturan bir sınıf iktidarının uygulama aletleri olmayıp iktidar merkezleridirler” (Poulantzas, 1992:116).

Kolektif Emperyalizm Komşu kavramlara indirgenemez.

Kolektif emperyalizm terimi ile ulaşılmaya çalışılan teorik maksadı güden akraba terimler mevcuttur. Bunların en başında neo-liberalizm kavramı bulunmaktadır. Ancak emperyalist etkinliğin aktüel neticelerini kavramsallaştırmak için istihdam 
edilen neo-liberalizm terimi kolektif emperyalizm teriminin eş anlamlısı değildir. Neo-liberalizm en geniş anlamıyla piyasaların üretimin koordinasyonunda yegane unsur olarak belirdiği ve piyasa menfaatinin toplumsal menfaatin önüne 
geçtiği bir hale, duruma gönderme yapar. Terimin aynı anda benzer sınıf etkileri üreten bir seri politikanın ortak adı olduğu da su götürmez. Ancak ikinci anlamıyla ele alındığında dahi neo-liberalizm terimi emperyalist etkinliğin 
(klasik emperyalizm çağına göre bir hayli muğlaklaşmış olsa bile) failine, tikel sermayelerin devlet iktidarını kullanabilme kapasitesine, piyasa dışı şiddet türlerinin amaç yönelimli tatbikine gönderme yaptığı söylenemez. 

Oysaki emperyalizm dediğimiz şey devlet iktidarının istihdamı ile elde edilen sonuçları da içerir. Daha da ötesine gidebilir, devlet biçiminin içerdiği şiddet dahi emperyalizmin kapsamına sokulabilir.

Kolektif emperyalizm düşüncesi aynı anda devletin ve sermayenin uluslararasılaşması hususuyla ilgilenir.Kolektif emperyalizm etkisini üreten mekanizma varlığını

a) Amerikan hegemonyasına denk gelen süreçte Amerika merkezli üretim ve tüketim normlarının ve bunlarla birlikte önce Amerika merkezli sermayenin ve sonra Japon ve Avrupa merkezli teşebbüslerin uluslararasılaşmasında

b) Sosyalist uluslararası işbölümü yaratma teşebbüsünün elem verici yenilgisinde

c) Münferit sermaye gruplarının farklı devletler içerisinde doğrudan yatırım yapabilmeleri ve bu devletler içerisinde temsil edilebilmeleri için gerekli hukuki-ideolojik-siyasi-iktisadi imkânlara ulaşmalarında, dolayısıyla devlet biçimdeki dönüşümlerde etkin ilişkilere borçludur.

Bu nedenle Günümüz emperyalizmini anlamlandırmak ve açıklamak maksadıyla yürütülen soruşturmaların aynı anda iki kulvarda/yolda birden ilerlemeleri gerekmektedir.

Bunlardan ilki sermaye birikiminin dinamikleri üzerine yapılan/yürütülen araştırmaların kulvardır. 
Bu ilk yol/kulvar, kendi dönemlerinde (Yirminci Yüzyılın ilk yirmi senesi) geçerli olan dinamikleri kurama aktarabilme başarısını gösteren ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki gelişmelerle yüzleşebilecek potansiyellerden mahrum kalmış olan klasik emperyalizm kuramlarının da koştuğu kulvardır.

İkinci kulvar devlet kuramının/teorisinin ilerlediği parkura aittir. Günümüz emperyalizminin anlaşılmasında bu ikinci kulvarın sunduğu katkının önemi esaslıdır. Bir başka deyişle, emperyalist etkinliğin bir ya da birden ziyade devletin (çoğu kez koalisyonlar biçiminde örgütlenen) iktidarına dönüşen sınıf talepleriyle bağlantısını kurabilmek için devlet kuramının sunduğu imkânların değerlendirilmesi gerekmektedir.

Kolektif Emperyalizmi anlamlandırabilmek için iki hususun incelenmesi zorunludur.

Bunlardan ilki merkez ülkeler nezdinde temsil imkânı bulan münferit kapitalist çıkarların merkez kapitalist ülkelerin devlet iktidarına tahvil ediliş sürecidir.

Kolektif Emperyalizmi anlamlandırabilmek için gerekli ikinci husus ise (az)gelişmekte olan ülkelerin kolektif varlıklarının metalaşması için devlet biçiminde gerekli olan dönüşümlerin tahlilidir.

Kolektif Emperyalizmle ultra emperyalizm kast edilmemektedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***