Doğalgaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doğalgaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Nisan 2020 Pazar

AVRUPA BİRLİĞİNE GİRİŞİN BEDELİ: NABUCCO

AVRUPA BİRLİĞİNE GİRİŞİN BEDELİ: NABUCCO



Oğuz Ketenci*
* BÜSAM Enerji Uzmanı, Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğrencisi,
oguzkoguz@hotmail.com


ÖZET



NABUCCO, doğalgazın Türkiye’den Avusturya’ya kadar balkan ülkelerini de geçerek karadan uluslararası taşınmasını içeren milli bir doğalgaz taşıma projesidir.
Erzurum’dan başlayıp Avusturya’daki depolama merkezine kadar uzanacaktır. Özelliği, Rusya’nın bildik doğalgaz ulaşım yolları dışında kalan alternatif bir taşıma hattı olması ve çoğu Avrupa devletleri ile ABD tarafından desteklenmesidir. Hat 3296 km uzunluğunda olup 2000 km. si Türkiye’den geçecektir. Projenin toplam maliyeti 7.9 milyar dolardır. Türkiye bu projede yer almadığında başkaca taşımanın B planının olmadığı anahtar ülke konumundadır. Türkiye, Avrupa Birliği ülkeleriyle projenin detaylarını görüşmeye devam ederken, aynı zamanda da projeye sıcak bakmalarına rağmen sadece transit geçiş isteyen Avrupa birliği ülkeleriyle de uzlaşma zemini aramaktadır. Avrupa Birliğine üyeliğini istemeyen Fransa ve Almanya’ya karşı Nabucco projesinde ABD‘in desteğini almayı başaran Türkiye’nin bu projedeki rolü ve önemi Avrupa birliğine giriş için yeterli olacak mı!


GİRİŞ



Artan enerji ihtiyacı gelişmiş ülkeleri yeni enerji kaynaklarına itmektedir.
Özellikle sanayisi gelişmiş Avrupa ülkelerinin, termik ve nükleer enerjinin
olumsuz çevresel etkilerini gelecek nesillere taşımak istememesi alternatif
enerji kaynaklarını devreye sokmasını gerektirmektedir. Bu kaynaklardan en
önemlisi, sanayinin her alanında rahatlıkla kullanılabilen doğalgazdır. Avrupa
19. yy’dan beri kendi doğalgaz kaynaklarından yararlanarak doğalgaz
kullanımına geçmesine rağmen Türkiye’de doğalgaz kullanımı yüzyılın son
çeyreğinde başlamıştır. Bu gecikmenin temel nedeni yeraltı kaynaklarının
yetersizliği ve komşu kaynaklara uzaklıktır. Yerleşik kültüründe doğalgaz
kullanımında öncelik alınmayı engellediği de söylenebilir. Günümüzde
doğalgaz kaynakları Avrupalı kullanıcılar için yetersizleşmektedir Yeni
kaynaklardan yararlanma gereği vardır. Potansiyel kaynaklar; Doğu Avrupa,
Batı Asya ve Türki Cumhuriyetlerindedir ve kaynaklardan alıcılara doğalgazın
aktarımı stratejik önem taşımaktadır.

NEDEN TÜRKİYE?



Doğalgaz enerjisine bağımlı Avrupa ülkeleri için Norveç dışında belirgin
doğalgaz kaynağı bulunmamaktadır. Bu kaynaklarda sadece kendi ihtiyaçları
için kullanıma yeterlidir. Doğalgaz kaynaklarının yeryüzünde bolca bulunduğu
ülkeler ihtiyacı fazla olan ülkelere de oldukça uzaktır. Bu nedenledir ki 2003
Irak işgaline kadar başta Fransız, İtalyan ve diğer Alman firmaları bireysel
olarak Ortadoğu da anlaşmalar imzalayıp kaynak ihtiyaçlarını güvence altına
almışlardır. Ancak ABD’nin Irak işgali dengeleri değiştirmiş neticesinde
Avrupa, öncelikleri arasına Ortadoğu’yu dahil ederek Rusya‘ya yönelmiştir.

Günümüzde artık enerji güvenliğini teminat altına almak için boru hatları
projeleri gündeme gelmektedir.

Özellikle Rusya’ya bağımlılığı ortadan kaldıracak Nabucco projesi de
bunlardan biridir. Zengin Avrupa ülkeleri için, doğal kaynak çeşitliliği ve
zenginliğini değerlendiremeyerek bakir kalmış, kapasitesini tam olarak
kullanamayan uzak ülkeler hedeflenerek kaynakların bu topraklara akışı bu
projede birleştirilmiştir. Proje devasa büyüklükte bir işletimi gerektirmektedir
ve kaynakların toplanarak birleştiği en uygun bölge Türkiye’dir. Deniz yoluyla
aktarımın oldukça güç ve maliyetli olması Türkiye üzerinden ve karadan doğal
yolla ulaşımı gerektirmektedir

Türkiye jeopolitik konumundan dolayı enerji güvenliği açısından da Avrupa
için önemi büyük bir ülkedir. Doğalgazın yurtiçinde kullanımına uzak kalmış
olan Türkiye böyle bir proje ile hem kullanım hem de hattı kiralanan etkin bir
ülke konumuna gelmektedir.

Asrın projesin de Türkiye’nin yer almasındaki haklı gerekçelerden en
önemlisi şüphesiz projeyi destekleyecek aktarım hatların varlığı ve tüm
hatların geçiş bölgesinde yer almasıdır..Mevcut ve planlanmış hatlarını biraz
detaylıca incelediğimizde Türkiye’nin projede ki güç ve etkisi daha
anlamlı olacaktır.


TÜRKİYE’DEN GEÇEN DOĞALGAZ HATLARI

Halen Kullanılan Hatlar;

1. Irak-Türkiye Petrol Boru Hattı

Bu hat gerçekte paralel iki hattan oluşmaktadır. Irak'ın Kerkük ve diğer üretim
sahalarından elde edilen ham petrolü Ceyhan (Yumurtalık) Deniz Terminali'ne
ulaştırmaktadır. 1976 yılın -da işletmeye alınmış olan birinci hat, fiilen Mayıs
1977'de çalışır duruma gelmiştir. 1983 yılında başlayıp, 1984 yılında
tamamlanan 1.Tevsii Projesi ile de hattın kapasitesi 46.5 milyon ton'a
yükseltilmiştir. 1. Boru Hattı'na paralel olan ve Ağustos 1987'de işletmeye
alınan II. Boru hattı ile de yıllık taşıma kapasitesi 70.9 milyon tona ulaşmıştır.
BOTAŞ1, hattın Türk topraklarında kalan kısmının mülkiyetine sahip olup, bu
kısmın işletilmesi, kontrolü, bakım ve onarımını da üstlenmiştir. Irak - Türkiye
Ham Petrol Boru Hattı'nın, Uzunluk Değeri Toplam 1.876 km.dir. 1990 yılında
Körfez Krizi nedeniyle kapatılan hat, 1996 yılında tekrar işletmeye alınmıştır.

1 Boru hatları ile Petrol Taşıma A.Ş

Birleşmiş Milletler'in kararı doğrultusunda sınırlı petrol sevkıyatı
yapılabilmektedir.

2. Batman-Dörtyol Petrol Boru Hattı

Batman ve çevresinden elde edilen ham petrolü tüketim noktalarına ulaştırmak
üzere, 1967 tarihinde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı tarafından işletmeye
açılmıştır. Boru hattı, Batman'dan İskenderun Körfezi'ne ulaşarak, Dörtyol'da
son bulmaktadır. Yıllık kapasitesi 3.5 milyon ton olan boru hattının uzunluğu
511 km.dir.

Boru hattına entegre edilen besleme kollarıyla Batman, Diyarbakır Bölgesinde
üretilen ham petrol de Dörtyol'a taşınmaktadır (Tes.Müh.Dergisi, 2005).

3. Ceyhan-Kırıkkale Petrol Boru Hattı

Kırıkkale Rafinerisi'nin ham petrol ihtiyacını karşılayan boru hattı, Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığı'ndan, 1983 tarihinde devralınmış olup, Eylül 1986
tarihinde işletmeye açılmıştır.
448 km uzunluğundadır. Hattın kapasitesi yıllık 5 milyon ton’dur.Ceyhan
Deniz Terminali'nden başlayarak Kırıkkale Rafinerisi'nde son bulur.. Projenin
Erzurum-Sivas-Kayseri, Kayseri-Ankara, Kayseri-Konya-Seydişehir
bölümlerinin yapım çalışmaları tamamlanmıştır. Bu hatta 2001 tarihinden
itibaren İran’dan doğal gaz sevkıyatına başlanmıştır.

4. Rusya-Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı

Rusya Federasyonu-Türkiye doğal gaz boru hattı ülkemize, Bulgaristan
sınırında Malkoçlar’dan girmekte Hamitabat, Ambarlı, İstanbul, İzmit, Bursa,
Eskişehir güzergahını takip ederek Ankara'ya ulaşmaktadır. Hat 842 km
uzunluğundadır.

Ana kontrol merkezi Ankara-Yapracık'tadır. 1986 tarihinde inşasına başlanan
hat, 1987 tarihinde ilk durağı olan Hamitabat'a ulaşmıştır. Bu tarihten itibaren,
yerli doğal gazın yanı sıra, ithal doğal gaz da Hamitabat'taki Trakya Kombine
Çevrim Santralında elektrik enerjisi üretiminde kullanılmaya başlanmıştır. Hat,

1988'de de Ankara'ya ulaşmıştır. Ana hat, 1996 yılında 209 km. uzunluğundaki
İzmit-Karadeniz Ereğli Doğal Gaz iletim Hattı ile Batı Karadeniz Bölgesine,
208 km uzunluğundaki Bursa-Çan Doğal Gaz iletim Hattı ile Çan'a
uzatılmıştır.

5. Doğu Anadolu Doğal Gaz iletim Hattı(Türkiye-İran Doğalgaz hattı)
Türkiye ile İran arasındaki doğalgaz boru hattı 1996 yılında imzalanan
anlaşma çerçevesinden inşa edilerek ağrıdan girip Erzurum’a kadar
uzanmaktadır.

Bu projede, Doğudaki kaynaklardan alınacak doğal gazın boru hattıyla
Türkiye'ye taşınması amaçlanmaktadır. Bu kapsamda İran ile Türkiye arasında,
Doğal Gaz alım satım anlaşması1996'da Tahran'da imzalanmıştır. Bu
anlaşmaya göre; Türkiye İran’dan 23 yıl süre ile doğal gaz alacak olup, alım 3
milyar m küp ile başlayıp, yıllar itibariyle artarak 10 Milyara ulaşacaktır
(TMMOB).

Mevcut ve Yapımı Devam Eden Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatları

_ Şelmo - Batman Ham Petrol Boru Hattı


Şelmo sahasında üretilen ham petrolü Batman Terminali'ne taşıyan boru
hattının uzunluğu 42 km olup, yıllık taşıma kapasitesi 800.000 tondur. Şelmo-
Batman Ham Petrol Boru Hattı ile 2002 yılında 691 Bin varil ham petrol
taşınmıştır.

_ Karacabey (Bursa)-İzmir Doğal Gaz iletim Hattı.,

1986 tarihinde inşasına başlanan hat Rusya federasyonu Türkiye doğalgaz boru
hattı 842 km. ülkemize Bulgaristan sınırından girmekte ve Ambarlı İstanbulİzmit- Bursa-Eskişehir güzergâhını takip ederek ana kontrol merkez Ankara’ya ulaşmaktadır. Ankara’dan sonra Bursa-İzmit-Eskişehir’de konut ve ticaret sektörlerinin kullanıma sunulmuştur. 251km. uzunluğundaki Bursa-İzmir
doğalgaz iletim hattının yapım çalışmaları bitirilmek üzeredir (Güngörürler,
2004).

_ Bursa-Çanakkale-İpsala Yunanistan hattı


Mevcut doğal gaz ana iletim hattı, Karacabey'den (Bursa) İzmir ve Aliağa'ya
uzatılarak, doğal gaz bu güzergâhtaki sanayi ve konut sektörlerinde kullanıma
sunulmaktadır. 241 km uzunluğunda ki boru hattının yapım çalışmaları
tamamlanmış ve 2003 yılında sisteme gaz arzı sağlanmıştır.

_  Çan-Çanakkale Doğal Gaz iletim Hattı

300 milyon dolara mal olan 285km’lik hat ile Yunanistan’a yılda 500 milyon
metreküp doğalgaz aktarılmaktadır. Doğal gaz kullanımının yurt çapında
yaygınlaştırılması çalışmaları kapsamında, Bursa-Çan Doğal Gaz iletim Hattı,
Çan'dan Çanakkale'ye uzatılmıştır. 107 km uzunluğundaki Çan-Çanakkale
Doğal Gaz Boru Hattı'nın yapım çalışmaları da 2000 yılında tamamlanmıştır.

Yapım Aşamasında Olan Boru Hatları.,

Halen yapımı devam etmekte olan üç ana boru hattı bulunmaktadır.

1. Mavi Akım Projesi

Bu proje; Rusya Federasyonundan Türkiye'ye, Karadeniz tabanından geçecek
boru hattı ile 16 milyar m3 doğal gaz getirmeyi amaçlamaktadır. Bu hatla ilgili
anlaşma15 Aralık 1997 tarihinde imzalanmış Dünya Bankası'ndan sağlanan
kredi yapılmıştır..Söz konusu doğal gaz boru hattı Rusya Federasyonundan
başlayarak, karadan yaklaşık 390 km yol aldıktan sonra, Karadeniz'e
girmekte,denizin 2100 m altından 380 km yol alarak Samsun'da Türkiye'ye
ulaşmaktadır. Daha sonra 444 km.'lik bir boru hattıyla Samsun-Ankara arasını
kat edecektir Karadeniz geçişi yedekli olması için çift hat olarak döşenmiştir.
2005 tarihinde açılan boru hattını inşa etmesindeki amaç, Rus gaz iletim
hatlarını artırmak ve Türkiye’nin üçüncü ülkelerle enerji anlaşmaların
yapmasına engel olmaktır (T.C. Enerji Bakanlığı Web Sitesi).
Mavi akım dışında Türkiye,1999’da Türkmenistan’dan doğal gaz alımı için
Hazar Denizi altından, Azerbaycan ve Ermenistan üzerinden geçen 1.050 mil
uzunluğunda ve 2-2,4 milyar dolara mal olacak bir doğal gaz boru hattı yapımı
için anlaşma imzalamıştır Azerbaycan’daki 35 trilyonluk büyük gaz
potansiyeline sahip Şah Deniz gaz bölgesinin Türkiye’ye Türkmenistan’dan
çok daha yakın olmasına rağmen, Hazar Geçişli Türkmenistan-Türkiye-
Avrupa Boru Hattı (TCP) daha tercih edilir bir durumdadır.

İçinde bulunduğumuz dönemde Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattının, Mavi
Akım projesi, İran ve özellikle de Azerbaycan doğal gazı ile rekabet
etmektedir. Azerbaycan’ın Şahdeniz bölgesinden gaz dağıtımı, Türkiye ve
Azerbaycan’ın 2001’de 15 yıl için imzaladıkları anlaşmaya göre 2004 yılında
başlamıştır (TMMOB).

2. Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı

Kamuoyunda Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı olarak bilinen bu projeyle, Hazar
Havzası'nda bulunan, Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan gibi ülkelerde
üretilen ham petrolün, boru hattı ile Ceyhan'a taşınması, Ceyhan'dan
tankerlerle dünya pazarlarına ulaştırılması amaçlanmıştır. Bakü-Ceyhan Boru
hattı uluslararası politik ayak önü olduğundan, üzerinde çok spekülasyon
yapılan bir hattır. Türkiye bu boru hattının yapılması için kararlı bir siyaset
izlemiş, ABD desteğini kazanmış, Azerbaycan ile ortak politika oluşturmuştur.

3. Güney Doğal Gaz Boru Hattı

Doğal gaz kullanımının yurt çapında yaygınlaştırılması çalışmaları
kapsamında, bu projele güney ve güneydoğu bölgelerimizin doğalgaz talebinin
karşılanması amaçlanmaktadır.560 km. uzunluğundaki hat, Sivas'tan başlayıp
Malatya, Kahramanmaraş, Gaziantep, Osmaniye, Adana üzerinden Mersin'e
uzatılacaktır.

NABUCCO’NUN GELİŞİMİ.

Görüldüğü üzere Türkiye tamamen aktarıcı ülke konumundadır. Kurulu
sistemin işlerliği ve ucuza mal edilmesi doğalgaz kullanıcılarının ihtiyaçlarının
devamlılığını daha da cazibeli kılmaktadır. Doğalgazın öncelikle orta
Avrupa’ya aktarımı iyice önem kazanmıştır. Bu anlamda başı çeken Alman ve
Fransız petrol işletmeleri taşıma öz sermayesini finanse ederek doğalgaz’ın
bölgelerine aktarılması teşvikleri Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan doğalgaz
krizi nedeniyle hızlanmıştır (Batılı, 2000).

Bu anlamda ilk girişim olan Nabucco, Ortadoğu ve Hazar bölgesi doğalgaz
rezervlerini Avrupa pazarlarına bağlamayı ön görecek şekilde 2004 yılında
başlatılmıştır. 3300 km. boru hattının Türkiye’de inşasına 2010 yılında
BOTAŞ’ca start verilecek. 2013 yılında Avusturya’da sonlanacaktır. Hat
Erzurum'da Türkiye-İran Doğalgaz Hattı ile birleşerek, yine yapımı düşünülen
Trans-Kafkas Gaz Hattı ile bağlanacaktır. Bu özellikleriyle hat, hem Orta
Asya'yı, hem de Orta Doğu'yu gaz hatları olarak bağlayacak ve batı ucunda
Avusturya'nın temel doğal gaz taşıyıcısı hattı ile birleşecektir.
Terminal ülke Avusturya ya kadar sırasıyla Bulgaristan, Romanya ve
Macaristan'dan geçecek boru hattı ortakları eşit hisse ile BOTAŞ (Türkiye),
Bulgargaz (Bulgaristan), Transgaz (Romanya), MOL (Macaristan), OMV
(Avusturya ve RWE (Almanya)'dır.

2020 yılında 31 milyar metreküp doğalgaz taşıyacağı varsayılan hat, aynı
zamanda AB'nin Trans-Avrupa Enerji Hattı'nın bir parçası olarak
öngörülmekte olup fizibilite ve mühendislik çalışmaları için AB fonlarından da
faydalanılmıştır. İlk hesaplara göre toplam maliyet 4.6 milyar Euro'dur.

Projenin Temel Dayanakları

Türkiye’nin doğalgaz arzında sadece ücret ödenen bir ‘geçiş ülkesi’ olarak
tanımlandığı projede esas amaç Türkiye üzerinden Azerbaycan, Türkmenistan,
İran, Irak ve Mısır doğalgazının AB pazarına ulaştırılmasıdır. 6 ortaklı projede
Türkiye geçiş ülke konumundadır. Projenin tamamlanması için Nabucco Gas
Pipeline International GmbH adlı firma 2004 yılında Viyana'da kurulmuştur.
20%'şer ortaklıkla altı firma şunlardır:

OMV (Avusturya), MOL (Macaristan), Transgaz (Romanya), Bulgargaz
(Bulgaristan), BOTAŞ (Türkiye), RWE (Almanya). Projenin durumuna göre
Rus Gazprom'un da ileride katılımının söz konusudur. Fransa, Romanya
aracılığı ile dolaylı olarak projeye ucundan da olsa dahil olmuştur.

Projedeki Çekinceler

2003’de imzaları atılan projenin hayata geçmesi konusunda kaynak sorunu
katılımcı ülkelerin desteğine sunulurken, hattın en büyük ortaklarından başta
Türkiye’nin çıkarlarını zedeleyecek yaklaşımlar projenin hız almasını
engelleyici özellikler olarak halen süregelmektedir (BOTAŞ).
Nabocco’da sadece geçiş ücreti ile yetinin telkininin yanında Avrupa birliği,
projenin enerji bakanlığından alınıp dış işlerinin inisiyatifine verilerek
Türkiye’nin ‘’ticari ortak olarak’ taleplerini reddetme eğilimdedir.Her şeyi
garanti altına almak içinde hükümetler arası anlaşmalar imzalayarak
Türkiye’ye baskı yapılmaktadır.ABD’ nin de desteğini alan projenin zayıf
yönü Rusya’nın başta Türkmenistan olmak üzere eski Sovyetler birliği
ülkeleriyle doğalgaz anlaşmalarını yenilemesi girişimlerinde
etkisizleşmesidir..Bu duruma alternatif yaratmak adına ABD,İran
doğalgazının kullanılmasına sıcak bakmaktadır.Aynı zamanda projenin
ortaklarından Bulgaristan’ın Rusya ile alternatif bir proje olan güney akımı
anlaşmasını imzalaması Nabucco’nun elini zayıflatan etkenlerdendir (İGDAŞ).
Ticari faaliyeti tamamen Avrupalılar eliyle yapılacağı bu proje, her iki tarafa
da cevaplandırılması gereken acil sorunlar yaratmaktadır. Taraflar sorun
çözümünde karşı tarafı zayıflatacak önerileri sunduklarından proje
uygulanabilirliği tartışılır duruma gelmiştir. Avrupa ülkelerinin isteklerine göz
attığımızda, Türkiye; bölgeden geçen hattı finanse etmek, sadece geçiş
ücretiyle yetinmek ve hat bitince tüm haklarını devretmek şeklinde izole
edilmektedir. Türkiye’nin ise elinde sağlam koz olarak kullanabileceği sadece
AB ne üyelik isteme fırsatını değerlendirme avantajı vardır. Zira inşa edilecek
boru hattının en büyük bölümü ki -2000 km.- Türkiye’de olacağı
düşünüldüğünde uygulanacak projenin esas belirleyicisi ülke durumundadır.
Proje Avrupa’yı Neden İlgilendiriyor?

13 temmuz 2009 tarihinde taşıyıcı ülkelerin katılımıyla Ankara da imzalanan
proje start almıştır. Proje, Türkiye`den daha çok Avrupa’yı ilgilendirmektedir.
En başta “bağımlılık” geliyor. BP’nin açıkladığı 2007 Dünya Enerji
Raporu’nda yer alan verilere göre, 2006’da dünya petrol tüketimi yüzde 0,4,
doğalgaz tüketimi yüzde 2,5 oranında artmıştır.

Özellikle doğalgaz tüketimindeki büyüme dikkat çekicidir. Son 10 yıldır
ortalama artış yüzde 2 dolayında olup. Dünya tüketiminin yüzde 40’ı Avrupa
ve Avrasya bölgesinde gerçekleşmektedir. Dünyadaki toplam doğalgaz ithalatı
748 milyar metreküp ve bunun 537 milyarı boru hatları ile Geri kalan kısım da
sıkıştırılmış doğalgaz olarak deniz tankerleriyle yapılmaktadır. Boru hatlarıyla
yapılan ithalatta en büyük gaz hareketi Rusya’dan Avrupa’yadır ve Avrupa,
doğalgazda büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı ve ihtiyacının büyük bölümünü bu
ülkeden boru hatlarıyla temin etmektedir.

Özetle, Avrupa’nın dışarıdan ithal etmek zorunda kaldığı gaz miktarı 207
milyar metreküptür ve bunun yüzde 73`ünü Rusya’dan temin edilmektedir.
Yedi Avrupa ülkesi gaz ithalatının tamamını Rusya’dan yapmaktadır.
Enerjide tek kaynağa bağımlılığın ekonomik ve siyasi riskleri vardır. Bu
gerçeğin farkında olan Avrupa, yıllardır kaynak çeşitlendirmesine gitmek, riski
dağıtmak için uğraşmaktadır. Bu sebepten dolayı, Azerbaycan, Türkmenistan
ve Kazakistan’da son dönemde geliştirilen kaynaklar ve bu kaynakların
Türkiye üzerinden nakline sürekli ilgi duyulmaktadır.

Türkiye içinse Türk devletlerinin dünya pazarlarına Türkiye üzerinden
açılması, bunun yanında bir enerji köprüsü olma iddiası da önemli bir hedeftir.
Ancak Rusya, Sovyet döneminin uygulamalarıyla ele geçirdiği üstünlüğü
kaybetmek, başkalarıyla paylaşmak niyetinde görünmemektedir. Hem arz
kaynağı olma, hem de nakil yollarındaki söz sahipliğini devam ettirmek isteği
zor, pahalı ve iddialı olan bu yeni projede şekillenerek Türkiye için tarihi bir
fırsat yaratmaktadır.

Hayata geçmesi kolay görünmeyen ama geçtiği takdirde Avrupa’nın
hedeflerinin de darbe alacağı bu proje, tek kaynağa bağımlılığı daha da
pekişecektir. O yüzden gelişmeler, Türkiye`den ziyade Avrupa’yı da yakından
ilgilendirmektedir.

En önemli doğalgaz tedarikçisi olarak devrede olan Rusya’nın, fiyat
anlaşmazlığı nedeniyle Ukrayna üzerinden nakledilen doğalgazı kesmesi,
milyonlarca Avrupalının yakıtsız kalmasına yol açması, AB ülkelerini daha
kalıcı ve alternatifli hatların devreye sokulmasına zorlamaktadır. Avrupa'da şu
anda 500 milyar metreküp gaz kullanılmakta, 200 milyar metreküp gaz
üretilmekte; dolayısıyla 300 milyar metreküp gaz de ithal edilmektedir.
Uzmanlara göre Avrupa’nın enerji ihtiyacı 2030 yılına kadar en az yüzde 70
oranında artacak olması " 2010 ve 2020 arasındaki dönemde yaptıkları
sözleşmelerde doğalgaz ithalatının çok büyük ivme kazandığı görülmektedir
(www.nabucco-pipeline.com).

Türkiye’nin Nabucco Avantajı

Nabucco projesinin Türkiye'ye, Türkiye'nin de Nabucco projesine ihtiyacı var
konusunun gerekçelerini sıralarsak; Projeye her paydaşın yani her şirketin eşit
düzeyde ve aynı miktarda para yatıracak olması, Türkiye'nin de bütün ortaklar
gibi bu kapsamda bir yararlanıcı ülke durumuna sokmaktadır. Bu anlamda hem
işletme açısından hem de boru hattının bakımı noktasında fayda sağlayacaktır.
Farklı ülke ve bölgelerden gelen gazların Nabucco projesine dahil edilmesi bu
projeyi besleyen hatları arttıracağından merkez ülke konumundaki Türkiye’nin
gücünü arttıracak, Mavi Akım gibi alternatif projeleri etkisiz hale getirecektir
(www.euroactive.com.tr).

Türkiye’nin Nabucco Gayretleri



Türkiye, konumunun mükemmelliği nedeniyle hem Orta Asya'daki gaz
kaynaklarını hem de Avrupa'nın ihtiyaçlarını dikkate alarak bir enerji merkez
üssü olmak için bir takım stratejiler geliştirirken aynı zamanda projenin hangi
safhasında AB üyelik vurgusunun yapılacağının zamanlamasını da iyi
hesaplamaktadır.

Son gelişmeler göstermektedir ki projeye dahil olan ülkeler, başta Macaristan,
Çek Cumhuriyeti ve Bulgaristan olmak üzere `Türkiye projede çok süratli
çalışabilir` tezini işlemekte projenin planlandığı zamanda hayata geçmesini
istemektedirler. Türkiye ise bu yaklaşıma`Türkiye projede çok süratli
çalışabilir, yeter ki diğer ortaklarımız ellerini çabuk tutsunlar ve ortaya somut
bir şeyler sunsunlar’ şeklinde açıklamalarıyla ivme kazandırmaktadır.

5 Milyar Euroluk İmza

13 Temmuz 2009’da proje gösterişli bir imza töreniyle Ankara’da
imzalanmıştır. Törene, doğalgazın kaynağını elinde tutan ülkelerin katılıma
yetkili olmayan temsilcilerle iştirak etmiştir. Doğalgazın ulaşacağı ülkeler ise
tam yetkili katılımda bulunmuşlardır. İmza öncesi Rusya-Azerbaycan ikili
doğalgaz anlaşmasının yapılması, Türkmenistan’ın projeye başından beri çok
sıcak bakmaması, bu nedenle de her üç ülkenin imza törenine katılmaması
Nabuco’nun hızlı adımlarla hayata geçirilmesi konusunda kuşkular yaratmıştır.
Ancak AB ülkelerinin desteğindeki Türkiye projeyi eksiklerde olsa
uygulamaya sokmayı başarmıştır. Bu güvenli adımının altında şüphesiz ki
Türkiye-İran doğalgaz aktarımı sözleşmesinin yürürlükte olması
bulunmaktadır. Bilindiği üzere hattın kaynak uçları Azerbaycan ve İran
doğalgaz çıkışlarıdır. Nabucco bu anlamda boş kalan bir hat olmayacaktır. Her
ne kadar ABD’nin İran’ı bu projede saf dışı tutma yaklaşımı olsa da ilerleyen
zaman içinde siyasi ilişkilerin düzeleceği durumda İran’dan sağlanacak
doğalgaz projeyi destekleyecek potansiyeldedir.
Rusyanın Şahdeniz projesini alternatif olarak geliştirme çabaları sonuçta
Türkiye üzerinden aktarımı zorunlu kılacağından Türkmen ve Azeri gazlarının
akış yönü Nabucco olacaktır.

SONUÇ

Nabucco projesinin ortaya çıktığı günden imzalanana kadar geçen zaman
içinde en önemli sorun doğalgazda arz güvenliğinin önemidir. Türkiye’nin
tutumu gayet net olmasının yanında Nabucco projesine başından beri tam
destek veren ortak durumundadır. Projenin Avrupa’nın güvenliği ve stratejisi
açısından da büyük öneminin olması bu projenin süratle imzalanarak hayata
geçirilmesini kolaylaştırmıştır. Bu safhada Türkiye, Bakü-Ceyhan hattını
tamamlayarak projenin uygulanabilirliğini AB ülkelerinin önüne sağlam bir
seçenek olarak koymuştur. Boru hatları sayısını halen üç tanesi ham petrol ve
üç tanesi doğal gaz olmak üzere altı ana boru hattına çıkararak cazibesini iyice
arttırmıştır.

Ayrıca tüm bu yatırımlarını desteklemek amacıyla başta ABD olmak üzere
bazı Avrupa ülkeleri de devreye sokularak Türkiye’nin AB üyeliği
önceliklendirilmiştir. Her iki tarafta bilmektedir ki Türkiye’nin AB üyeliği
kaçınılmazdır ancak zamanlaması konusunda güçlü AB ülkelerinin engelleyici
yaklaşımları aşılamamaktadır. Finansör ülkelerin çıkarlarından projeye
bakıldığında, mevcut doğalgaz kaynaklarının çekilmesi yanında bu projeye
karşı hazırlanmış alternatif projelerin sisteme dâhil edilmesinin amaçladığı
görülebilir. Şöyle ki;

Rusya ve Bulgaristan’a uzanan mavi akım projesi Nabacco’yu besleyen
hatlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Sonraki aşamalarda ise Irak, İran,
Mısır istemese de Rusya sisteme dâhil edilerek kaynaklar genişletilecektir.
Ancak Rusya’nın projeye uzak durması ve bu anlamda imza eden ülkeler
içinde yer almaması sorun gibi görünse de, elindeki kozlarını
kuvvetlendirmeye çalışması şeklinde bir yaklaşımda olduğuyla açıklanabilir.
Türkiye’nin tek geçiş hattı olması kaynak ülkelerin alternatif hatlar
geliştirmesini imkânsız kılmaktadır. Mavi akım projesi Nabucco’ya muhtaçtır.
Projenin her iki ucuna - kaynak başlangıç ve bitiş noktaları olarakbakıldığında
ise kapsam ve derinliğin büyüklüğü görülmektedir. Türkiye’nin
kilit ülke konumu ve uygulanacak projedeki vazgeçilmezliği göz ardı
edilememektedir. Bu nedenle projenin A planını oluşturan Türkiye’nin, sadece
geçiş ücretiyle ödüllendirmesi ulusal menfaatlerimiz açısından çok karlı
olduğu söylenemez. Uluslararası anlaşmaları baskı aracı olarak kullanarak
güvence altına alınması düşünülen ve bu projede taşıyıcı ülke konumunun
olumlu-olumsuz getirileri mutlaka düşünülmelidir. Montrö anlaşması bazında
bir anlaşma uluslar arası alanda kullanıcı ülkelerin baskılarına neden olabilir.
Özellikle Almanya ve Fransa’nın doğalgaz vanasını ellerinde tutmak istemeleri
ve bu anlamda Türkiye’yi saf dışı bırakma gayretleriyle AB özleminin
Nubacco anlaşması sonrasına kalacağı söylenebilir. Doğalgaz hattı inşasında ki
vazgeçilmez isteğin yanında Türkiye'nin AB üyeliğiyle irtibatlı hale
getirilmeyip, şantaj imkânı yaratmasının önlenmeye çalışılması konunun
uluslar arası boyuta taşınacağının göstergesidir.

Böylelikle Uluslararası anlaşmalar ile kendini garantiye alınan Nabucco koz
olarak kullanılmaktan çıkacaktır. Bunu bilen taraflar hareket tarzlarını
Nabucco öncesi ve sonrasında dengesine oturtmaya çalışmaktadırlar.Türkiye,
imzalanmış bir Nabucco sonrası AB kozunu kullanmaktan çok AB ile entegre
olabilecek ortak güçlü yönleri belirlemeyi hedeflemektedir..Bu nedenle
oylarına ihtiyaç duyacağı çoğul AB ülkelerini devreye alma gayretlerini
sürdürmektedir. Türkiye, enerji faslından konuya dalarak hem AB üyeleri
tarafından enerji faslından müzakereleri açılmasını gütmekte hem de Fransa’yı
olumsuz kararını değiştirmesi yönünde sıkıştırmaktadır. Bu yaklaşımının AB
Komisyonunun açıklamalarının "Türkiye ile enerji faslının müzakerelere
açılmasında AB Komisyonu açısından bir engel bulunmadığı" şeklinde
somutlandırılması Türkiye için umut verici gelişmelerden biridir. Enerji
faslından AB üyeliğinin kısmı kabul edilmesi bile beraberinde başta ulaşım,
güvenlik, sağlık olmak üzere ticari ilişkilerde açılımları doğuracaktır.
Nabucco projesine desteğini tam gaz sürdüren Türkiye, ekonomik anlamda
kazanımlar sağlayacak bu projeden azami yararlanma gayretindedir. Bu
kazanımların en önceliklisi boru hattıyla gelecek gazın yüzde 15`inin
taşımacılık maliyetleri düşürüldükten sonra kendisine verilmesi tezidir.
Anlaşma metninde yer almasa da Türkiye bu isteğini projenin ilerleyen
safhalarında marjınal seviyede gerçekleştirecektir. Boru hattının üçte ikisinin

Türkiye’den geçmesi doğal olarak böyle bir isteğin geçerliliğini haklı
kılmaktadır.

Başlangıçta belirlendiği üzere Türkiye’nin hattan büyük oranda ortaklık ısrarı
ya da AB üyeliği seçenekleri Nabucco’nun ilerleme hızına ve gereğine
bırakılması doğru bir yaklaşım olacaktır bırakılmıştır. Zira vanayı elinde
tutmak isteyen ve AB katılımı konusunda ısrarcı bir Türkiye ile projenin
gerçekleşme ihtimali de azdır. Böyle bir tercih doğalgaza bağımlı enerji
politikalarından vazgeçemeyen ve kendi enerjisini tamamen üretemeyen
Türkiye’nin kazanımlarını azaltabilir. 

Türkiye için bu projenin gerçekleşmemesi yönünde alınacak kararların, ulusal çıkarlar düzeyinde ve uzun periyotları içerecek şekilde düşünülmesi gerekmektedir. Görünen o ki; her iki şarttan birinin seçimi Türkiye için ne kadar rantble olacağı tahminen hesaplanabilse de gayretlerin AB ne üyelik yönünde halen geçerli olan imtiyazlı ortaklığının AB ile entegreyi arttıracak ticari faaliyetlerle desteklenmesi uzun vadede daha faydalı olacaktır.

KAYNAKÇA

Tesisat Mühendisliği Dergisi, Sayı 87, 2005.
GÜNGÖRÜRLER S. , Trans-Trakya Projesi, Ağustos -2004, İzmir.
TMMOB Makine Mühendisleri Odası Doğal Gaz Komisyonu, Doğal Gaz &
Enerji Yönetimi Bildiriler Kitabı, Gaziantep, 2001.
BATILI, M., Türkiye Doğalgaz Zirvesi, İstanbul, 2000.
Boru hatları ile Petrol Taşıma A.Ş. Web Sayfası, www.botas.gov.tr
BOTAŞ, BTC Proje Direktörlüğü Sayfası, www.btc.com.tr
İstanbul Gaz Dağıtım A.Ş. (iGDAŞ) Web Sayfası, www.igdas.com.tr
http://www.nabucco-pipeline.com
T.C Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı İnternet Sitesi, http://enerji.gov.tr
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası,www.bizdensize.com/AF_SYSTEM
www.euractiv.com.tr/.../almanyadan-nabuccoya
Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (3),2009,165-182


***

9 Şubat 2020 Pazar

Bolivya’da Su Hakki Kazanim Süreci,

Bolivya’da Su Hakki Kazanim Süreci, 



Canan KIŞLALIOĞLU 



Özet 

Bolivya darbelerle dolu geçmişi ve verilen mücadelelerle dolu tarihi ile Latin Amerika’nın önemli ülkelerinden biridir. Latin Amerika’nın en fazla yerli nüfusunu barındıran bu ülke, aynı zamanda kıtanın en adaletsiz uygulamalarına da sahne olmuştur. Su konusu da bu adaletsizliklerden birinin kaynağı olmuş ve yağmur suyunun bile özelleştirildiği Bolivya, bu konudaki mücadelesi ile suyun bir insan hakkı olduğunu dünyaya kabul ettirmiştir. Bu çalışmada Bolivya halkının su için olan mücadelesi ülke tarihi ile birlikte ele alınmıştır. 


Giriş 

Latin Amerika’nın önemli ülkelerinden biri olan Bolivya’nın ve yerli halklarının su 
için olan mücadelesinin anlatılacağı bu sunumda, Bolivya’nın girişimleriyle artık bir insan hakkı olduğu kabul edilen suyun, Bolivya halkı tarafından geri kazanılması süreci incelenmiştir. 

Su her insan için vazgeçilmez bir unsurken, neoliberal politikalarla alınıp satılabilir meta haline dönüştürülen ve para kaynağı olarak görülen suyun, bu politikalarla ne kadar kısıtlanabileceği Bolivya örneğinde ortaya çıkmıştır. Yağmur suyunun bile toplanmasının yasaklanması ile bu politikaların acımasızlığı ve buna karşı özellikle yerli halkın öncülüğündeki tepki süreci incelenmiş, Bolivya’da örgütlü tepkinin kazanımlarının BM’ye etkisi de sonuca dahil edilmiştir. 

Latin Amerika dünyada en fazla sorunun ve adaletsizliğin yaşandığı başlıca yerlerden biridir. Bu bölgede bulunan ülkeler ilk önce İspanyol sömürgeciler tarafından sömürülmüş, yerliler katledilmiş ve köleleştirilmiştir, ardından da ABD’nin kurulması ve Monroe Doktrini’yle bölge ABD’nin etkinlik alanı haline gelmiştir. Bu arada çok uluslu şirketler de ABD ile birlikte bu bölgenin sömürülmesinde beraber hareket etmişlerdir. Zengin kaynaklara ve coğrafi güzelliklere sahip olan bu bölgenin önemli ülkelerinden biri de Bolivya’dır. Adını, 
hayatını kıtanın İspanyol sömürgeciliğinden kurtulmasına adamış olan Simon Bolivar’dan alan ülke, diğer Latin Amerika ülkeleri gibi sömürülmekten kaçamamış, bunun yanında uzun bir darbeler tarihine ve kıta ülkeleriyle savaşlara sahip olmuştur. 

Bolivya kıtada önemli oranda yerli nüfusa sahip ülkelerden biridir. Bolivya’da sadece kaynaklar değil yerli halk da sömürülmüştür. Yerliler 1952’ye kadar herhangi bir hakka sahip olmazken, binek hayvanı olarak bile kullanılmışlardır. 

Bolivya doğalgaz, petrol gibi önemli bir madenlere sahip olmasının yanında önemli oranda su kaynağına da sahiptir. Uzun süre klasik sömürgeciliğin yaşandığı ülke, daha sonra neoliberal politikalara teslim edilmiş, zenginler zengin kalmaya devam ederken, halın yoksul kesimi özellikle de yeliler daha çok sorunla mücadele etmeye başlamışlardır. 

Darbeler ve sonrasında neoliberal politikaların sıkı birer uygulayıcısı olan başkanlar döneminde ülkenin yer altı kaynaklarının yabancı şirketlere büyük imtiyazlarla kullanıma açılmasının yanında su gibi hayati bir kaynak bile özelleştirme kapsamına alınmıştır. Çok uluslu şirketlerin Bolivya suyu üzerindeki uygulamaları, suyun halka çok pahalıya satılmasına neden olmuştur. 2000’de Cochabamba şehrinde başlayan olaylar, yaşanan su savaşları ve halkın mücadeleyi kazanması, Bolivya’nın kötü şansını kırabilmesinin önünü açmıştır. 

Bolivya Tarihi 

Bolivya 1825 yılında İspanyollardan bağımsızlığını kazanmıştır. “İspanyol 
sömürgeciliği döneminde Yukarı Peru olarak adlandırılan bu bölgeye daha sonra Güney Amerika’yı İspanyol boyunduruğundan kurtaran Simon Bolivar’ın anısına Bolivya [Bolivar’ın ülkesi] ismi verilmiştir.”346 

Bolivya; % 60 oranla, kıtada en fazla yerli nüfusa sahip ülkedir. Ülke, Brezilya, 
Arjantin, Paraguay ve Şili ile komşudur. Ülkede keşfedilen yeraltı kaynakları arsında petrol, gümüş, demir, doğalgaz ve kalay vardır. 

Bolivya 2000’li yıllara kadar istikrarlı bir yönetime sahip olamamıştır. Bolivya için kıtanın en problemli ülkesidir denilebilir. Ülke, sürekli olarak sömürgeci güçlerin etkisi altında kalmış ve kıtadaki diğer ülkelerle çekişmeleriyle çok fazla zarar görmüştür. Bolivya’nın en önemli partisi olan Devrimci Ulusal Hareket [Movimiento Nacionalista Revolucionario] (MNR) 1941 yılında Hernan Siles Suazo ve Victor Paz Estenssoro tarafından kurulmuştur. Parti 1951 yılında yapılan seçimleri kazanmasına rağmen askeri darbe ile yönetimden düşürülmüştür. 347 

9 Nisan 1952’de yapılan devrimle MNR tekrar göreve gelmiştir. Bu devrimle yerlilere ilk kez hakları verilerek sömürge dönemi uygulamalarından vazgeçilmiştir. Yıllarca sömürge yönetimleri ya da bunlara yakın işbirlikçiler tarafından yönetilen ülkede, yerliler köleleştirilmiş ve hiçbir hak tanınmamıştır. 

1980 yılında Unidad Democratica y Popular (UDP) [Demokratik Halk Birliği) adına seçimleri kazanan Hernan Siles Suazo, General Luis Garcia Meza Tejada’nın yaptığı darbeyle devrilmiştir. İki yıl boyunca iktidarda kalan general döneminde uyuşturucu ve terörist bağlantılarının artması nedeniyle Bolivya, uluslararası politikadan dışlanmıştır. Baskılar sonucu General Tejada 1982 yılında görevden uzaklaştırılarak seçimler yapılmış ve Suazo tekrar iktidara gelmiştir. 

1985’ten itibaren Bolivya’nın IMF ile ilişkileri artarak birçok program uygulamaya konmuştur. Piyasalar liberalleştirilip, ekonomi dışa açılmıştır. ABD’nin uyuşturucuyla savaşından da büyük zarar gören ülke, 80’li yıllarda koka üretimi nedeniyle uyuşturucu trafiğinin merkezi olarak da nitelendirilmiştir. Latin Amerika geleneği olan kokayı yerliler dini ayinlerde kullanıyorlardı, ayrıca koka çiğnemek yerliler için günlük bir alışkanlıktır. Kokanın imhası ve alternatif ürünlerin de yetiştirilememesiyle, IMF programlarıyla ve oluşan hiperenflasyonla yoksulluk giderek artmıştır. 

1997’de eski darbeci General Hugo Banzer Suarez cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. 

Aynı yıl ülkenin güneyinde önemli miktarda doğalgaz rezervi keşfedilmiştir. Suarez’in başkanlığının üçüncü yılında Bolivya’nın en önemli sorunlarından biri açığa çıkmıştır. Ülkede bol miktarda su olmasına rağmen su dağıtımı özel şirketlerin elindedir ve suyu çok pahalıya satmaktadırlar. 

2002’de yapılan başkanlık seçimlerini %22,5 oy oranıyla Gonzalo Sanchez de Lozada kazanmıştır. Aynı seçimde ülkenin şu anki başkanı olan Evo Morales, Movimento al Socialismo [Sosyalizme Doğru Hareket] (MAS) adına seçimlere katılıp %20 oy almış ve o dönemde başlayan su savaşlarında da yerli halka destek vermiştir. 

18 Aralık 2005’te yapılan seçimle su savaşı sürecinde de aktif şekilde yer alan Juan Evo Morales Ayma %53 oy alarak Cumhurbaşkanı seçilmiştir. 22 Ocak 2006’da göreve başlayan Morales ilk iş olarak ülkenin en büyük kaynağı doğal gazı ve petrolü kamulaştırmıştır.348 Morales aynı zamanda Bolivya’da başkan olan ilk yerli olmuştur. 

2006’dan itibaren Chavez’in politikalarını da yakından takip eden Morales, ülkenin içindeki zengin kesimden büyük tepki görmeye başlamıştır. 

Su Savaşları 

2000’de, Suarez’in başkanlığının üçüncü yılında Bolivya’nın en önemli sorunlarından biri açığa çıkmıştır. Ülkede bol miktarda su olmasına rağmen su dağıtımı özel şirketlerin elindedir ve suyu çok pahalıya satmaktadırlar. Su fiyatlarının yüksek olması ve aynı yıl su yataklarının 2039 yılına kadar Bechtel şirketine kiraya verilmesi ve yerlilere kuyuların kullanılmasının bile yasaklanması nedeniyle köylülerin ayaklanmasıyla ülkede üç aylığına sıkıyönetim ilan edilmiştir. 

2002’de ülkenin önemli şehirlerinden Cochabamba’da suyun özel şirketlerin tekelinde olmasından dolayı çıkan ayaklanma sonucu Bechtel şirketi ülkeden atılmıştır. 

2004 yılının Kasım ayında su nedeniyle toplumda tepkiler oluşmaya başlamıştır. El Alto şehrinin su işlerini yürüten Aguas del İllimani şirketine karşı halk ayaklanmıştır. 

2000’de su şirketi Bechtel’in ülkeden atılması ve ardından 2003–2005 yılları 
arasındaki Gaz Savaşlarındaki tutumu, Evo Morales’in başkanlık şansını arttıran önemli unsurlar olmuştur. 

Cochabamba Su Savaşı 

Bolivya’da su savaşları, Bolivya’nın 3. büyük kenti olan Cochabamba’da başlamıştır. Neoliberal politikalar eşliğinde özelleştirme politikalarının su gibi temel ihtiyaç maddesine ulaşması, bu sorunun temelidir. 1997 yılında Dünya Bankası ile olan anlaşma gereğince 2029 kanunu çıkarılmıştır ve ilk olarak Cochabamba’da su özelleştirilmiştir. 

Dünyanın en büyük küresel su şirketlerinden, ABD menşeli Bechtel’e bağlı Aguas del Tunari şirketi 1999’da Cochabamba belediyesiyle su hizmetlerini yürütmek üzere bir anlaşma imzalamıştı. Özelleştirmeden kısa süre sonra suyun fiyatı %300 artmış, çoğunluğunu yoksul kesimin oluşturduğu insanlar kısıtlı bütçelerinde suya ayrılan kalem büyüdüğü için, hastaneye gitmek, beslenmek gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmişti. Öyle ki günde 2 dolar kazanan ailelerin aylık gelirlerinin dörtte biri su faturasına gidiyordu349 

Şirket altyapı çalışmalarının masraflarını bile halktan tahsil etme yoluna gitmiştir, bu durum o kadar abartılmıştır ki, Bechtel şirketi yağmur suyunun mülkiyetinin bile kendilerine ait olduğunu belirterek, yağmur suyunun toplanmasını bile yasaklamıştır. Bu kadar ileri gitmeleri tepkilerin de artmasına neden olmuştur. Cochabamba’da protestolar başlamış, halk su faturalarını meydanda yakmış ve greve gidilmiştir, bunun üzerine o dönemki hükümet 
Cochabamba’da sıkıyönetim ilan etmiştir. Çıkan olaylarda ölenler ve yaralananlar olunca Bechtel şirketi su hizmetlerini belediyeye devrederek çekilmiştir. 

Bechtel şirketi sonrasında, 1992 yılında Hollanda- Bolivya arasındaki ticaret 
anlaşmasını kullanarak Bolivya hükümetini uğradığı zarar ve gelecekteki kazançlarının tazmini için en az 25 milyon dolar tazminat için dava etmekle tehdit etmiştir.350 Şirket daha sonra bu davayı Bolivya’ya karşı Dünya Bankası’nda ISCID (Yatırım Uyuşmazlıklarını Çözmek için Uluslararası Merkez)’e açmıştır. Bechtel, 7 yıl Cochabamba’daki su işlerini yürütecek olmanın bedeli olarak 50 milyon dolarlık dava açmıştır. 

ISCID, ülkeler ile yabancı yatırımcılar arasındaki sorunları çözmek için 1966’da 
Dünya Bankası’nın bir kolu olarak kurulmuştur. Bu davanın burada görülmesi Bolivya aleyhine bir durum oluşturmaktadır çünkü dava süreci, tanıklıklar ve ifadeler kamuoyundan gizli tutulmaktadır. 

Burada süreç Bolivyalıların ihtiyacı olduğu temsili, Bolivya hükümetinin Washington hukuk firmasından tuttuğu temsilci tarafından gerçekleştirilmesine müsaade etmektedir.351 

 Bu süreçte ISCID’in Bechtel’e sağladığı avantaj; sadece o anki kayıplarının değil gelecekteki karının da istenen tazminata eklenerek, Bolivya hükümetinden ve doğal olarak Bolivya halkından tazmininin davaya dahil edilmesidir. 

Cochabamba’daki su savaşları sırasında Fabrika İşçileri Sendikası Genel Sekreteri olan Olivera, Coordinadora oluşumunun temsilcisi olarak su savaşının simge ismi haline dönüşmüştür. Coordinadora, bu dönemde su savaşının içinde yer alan örgütlerin çatısı haline gelmiştir. Bu örgütün başarısı ve Oscar Olivera’nın çabaları ile de yerliler siyasi hayatta aktif ve ektili bir hale gelmişler bu da Bolivya’nın değişim sürecinde önemli bir mihenk taşı 
olmuştur. 

Coordinadora’nın başını çektiği Cochabamba’daki protestolarda, hükümetin tutumu da tepki toplamış ve insanlar hükümeti de protesto etmişlerdir, halk desteğini kaybeden başkan Lozada, 2003 yılında bu politikalarına devam etme çabası yüzünden iktidardan düşürülmüştür. 

El Alto Su Savaşı 

Bechtel’in ülkeden çıkarılmasının ardından başka su şirketleri ile de mücadele 
başlamıştır. 2004 yılında bu sefer El Alto şehrinin halkı su işlerini yürüten Fransız menşeli çok uluslu Suezx-Lyon-Naise des Eaux şirketine bağlı bir kuruluş olan Aguas del İllimani S.A. (AISA)’ya karşı savaş açmışlardır. Bu şirket de döviz kuru olarak dolara bağlı kaldığından, su dağıtımını almalarının ardından çok kısa bir süre içerisinde fatura oranları % 35 artmıştır. 

Ayrıca hükümetin ve El Alto şehrinin avukatlarının söylediğine göre, şirketin şehrin genişleyen bölgelerindeki altyapı yetersizliğinden dolayı da yaklaşık 200.000 insan susuz kalmıştır.352 

Bu şirket de önceliği kârdan yana tutmuş ve insanların suya ulaşımı konusunda 
herhangi bir sorumluluk almaktan kaçınarak, anlaşmanın hükümlerine uygun şekilde davrandığını ileri sürmüştür. Bu şirketin su dağıtım işlerini aldığı El Alto şehrinde birçok insanın suya ulaşması imkansız hale gelmişken, yeni ev yapanların su ve kanalizasyon hizmetlerine ulaşmaları da yüksek maliyet gerektirir olmuştur. 

Günde 1 doların altında gelirle yaşamak zorunda olan El Alto sakinlerinin büyük kısmı 450 dolara patlayan su dağıtım şebekesine bağlanma ve kanalizasyon imkanından yoksundular.353 

 Bolivya’nın o dönemki devlet başkanı olan Mesa, bu şirketin de Bechtel gibi tazminat davası açması olasılığına karşı, şirketle olan anlaşmanın iptali için ilk başta çekimser davransa da sonraki süreçte şirketin anlaşması iptal edilmiştir. 

2005’te, halkta oluşan huzursuzluk ve protestolar iktidar değişikliğine neden olmuş ve 18 Aralık 2005’te yapılan seçimle Juan Evo Morales Ayma %53 oy alarak Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Morales aynı zamanda ülkenin ilk yerli başkanı olmuştur. 

Morales Başkan seçildikten sonra 2007 yılında yeni bir anayasa kabul edilmiştir. Bu anayasaya su kaynakları ve bunların kullanımı ile ilgili maddeler konulmuş, öncelik kamunun kabul edilmiştir. 

Su ile İlgili Düzenlemeler 

Bolivya’da yaşanan gelişmelerin ardından su ile ilgili ulusal ve uluslararası birçok düzenleme yapılmıştır. 21. yy.da, suyun insani bir ihtiyaç olduğu tekrar belirlenmiştir. 

Kullanılabilir temiz su gelişmiş ülkeler için halen bir öncelik olurken, diğer ülkeler için alınıp satılabilir bir maden görevi görmüştür. Suyun ulaşılabilirlikten çıkarılıp çokuluslu şirketler için bir meta haline getirilmesi, onun mavi altın olarak isimlendirilmesine neden olmuştur. 

 Güney Amerika Ülkeleri Topluluğu’ndaki Düzenlemeler 

Latin Amerika ülkeleri ticari ve siyasi işbirliğini daha da ileri götürerek Avrupa birliği benzeri bir örgüt kurmak için çalışmaya başlamışlardır ve Güney Amerika Ülkeleri Topluluğu (UNASUR) kurulmuştur ve yayınladıkları bildiride Latin Amerika’da özelleştirmeler nedeniyle sorun haline gelen su meselesine de değinilmiştir. Buna göre suyun bir insan hakkı olduğu belirtilerek su kaynakları nın korunması ve dağıtılması için beraber hareket edileceği  belirtilmiştir. 

Bolivya Anayasasındaki Düzenlemeler 

Chavez’i örnek alan ve sıkı bir Chavista olan Morales de kamulaştırma konusunda Chavez’in politikalarını takip etmiştir. Su kaynakları ve bunların kullanımı hakkındaki düzenlemeler de yeni yapılan Bolivya anayasasında yer almıştır. Bolivya anayasasının beşinci bölümünde su ile ilgili bazı maddeler şunlardır: 

• Madde 373. 

Su, halkın egemenliği çerçevesinde hayat için gerekli bir hakkı teşkil etmektedir. Devlet dayanışma, yardımlaşma, karşılıklılık, eşitlik, çeşitlilik ve sürdürülebilirlik prensipleri temelinde suyun kullanımını ve suya erişimi teşvik eder. 

Su kaynakları, tüm fiziksel halleriyle, yer altı ve yer üstünde, sınırlı, etkilenebilir, stratejik kaynaklardır ve sosyal, kültürel ve çevresel işlevleri vardır. Bu kaynaklar özel mülkiyetin bir nesnesi olamaz ve buna ek olarak su hizmetleri, kullanım hakkı olarak verilemez ve yasaya uygun biçimde kurulacak bir sistemde lisanslama, kayıt ve yetkilendirmesi yapılır. 354 

373. Madde su savaşlarının bir kazanımı olarak görülmelidir, suyun 
özelleştirile meyeceği bu madde ile anayasal güvence altına alınmıştır. Anayasada suyun korunması ve vatandaşların suya ulaşımı devlet garantisi ve sorumluluğunda kabul edilmiştir. Kamu çıkarı ön planda tutulmuştur. Anayasada su ile ilgili düzenlemelerden en ilginci ise yerlilerin de su üzerinde olan haklarının ayriyeten belirtilmesidir. 374. maddenin II. fıkrasında bu konu üzerinde tanımlama yapılmış ve bu haklar da güvence altına alınmıştır. Bu madde: 

Devlet yerel yönetimlerin, komünitelerin ve özgün yerli köylü örgütlenmelerin, sürdürülebilir su hakkı, suyun yönetimi ve idaresi üzerindeki kullanımlarını ve geleneklerini tanır, saygı duyar ve korur. 

Birleşmiş Milletler’deki Düzenlemeler 

2010 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Bolivya’da yaşanan olayları da dikkate alarak su üzerine bir karar almıştır. Bu Birleşmiş Milletler’de su hakkı üzerine alınan ilk karardır. 

Haziran 2010’da, BM Genel Meclisi, “güvenli ve temiz içme suyu ve yeterli sağlık koşulları hakkını, yaşam hakkı ve tüm insan haklarından yararlanmak için temel olan bir insan hakkı” olarak tanıyan kararı kabul etti (A/RES/64/292, 28 Haziran 2010)355 

124 üyenin kabul ettiği ve 48 üyenin çekimser kaldığı bu karar, suyun özelleştirilen bir ürün olmaktan çıkarılıp bir hak olarak görülmesi bakımından anlamlıdır. 

Su hakkıyla ilgili yapılan oylamada suyun dünyada ticarileşmesinde önemli bir rol oynayan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Kanada gibi ülkelerin yanında Türkiye de çekimser oy kullandı.356 

Bu tutum çokuluslu şirketlerin insan hakları üzerinde belirleyiciliğini göstermek 
bakımından anlamlıdır, böyle bir konuda çekimser kalmak insanların ulaşılabilir temiz suya hakkı olduğunu kabul etmemek demektir. 

Sonuç 

Suyun kullanımını kısıtlamak, pahalıya satmak ve bu politikaların Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlarca desteklenmesi, bir ülkenin gelişmişliğinin yer altı ve yer üstü zenginliğine değil, kaynaklarını özgürce kullanabilmesine bağlı olduğunu göstermiştir. 

Bolivya’da su meselesi çokuluslu şirketlerin açlığını ve neoliberalizmin katılığını 
göstermesi bakımından simgesel bir öneme sahiptir. Havadaki bulutun veyağmur suyunun mülkiyetine bile sahip olduğunu iddia edebilmek, insan yaşamından önce zarar etmeme güdüsünün bazı kurum ve kuruluşlarca ön planda tutulduğunun göstermiştir. 

Su, bir insanın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli temel maddedir, insan sadece suya değil hayatı için ulaşılabilir temiz suya ihtiyaç duyar. Suyun özelleştirilmesi ise insanların temiz sudan önce su şebekesine bile ulaşımını güç hale getiren bir durumdur. Mavi altın betimlemesi, suyun günümüz dünyasındaki önemini anlatmak için yeterlidir. 

Savaşların sadece altın, petrol gibi kaynaklar için değil, su için de olacağı uluslararası ilişkilerin öngörülerinden biridir. Özellikle temiz suya ulaşımı kısıtlı ülkeler ve suyun kontrolünü elinde tutan ülkeler arasında bu tür savaşlar beklenmektedir. Bu duruma çokuluslu şirketlerin de dahil olması, olası savaşların şirket karı nedeniyle de yaşanabileceğini de göstermiştir. 

Sonuç olarak Bolivya halkı verdiği su savaşlarıyla büyük bir kazanım elde etmiş ve bu kazanımların diğer halklar için de geçerli olması için bir örnek haline gelmiştir. 

Su gibi temel bir ihtiyaç için verilen mücadelede yerlilerin de aktif olarak siyaset 
sahnesini etkilemeye başlamaları, Bolivya açısından sadece suyun değil insani hakların kazanımı sonucunu da getirmiştir. 

Su savaşları Bolivya’nın istikrarsız yönetimlerine ve özelleştirmeye tepki haline 
dönüşmüş, bu süreç ardından gaz savaşı ile Bolivya siyasi hayatının değişmesinin temelini oluşturmuştur. 

Temiz ve kullanılabilir suya erişim bir insani hak olarak BM’de ve Bolivya 
anayasasında yer almıştır, ancak bu girişimler su mücadelesinde henüz başlangıç noktasını ifade etmektedir. En azından mücadelenin kazançlı bir şekilde başladığını söylememiz mümkündür. Bolivya’nın verdiği su savaşı, öngörülen su savaşları için halkın öncelikli olduğunu ve gücünü kullanabileceğini göstermesi açısından önemli ve umut vericidir. 

Kaynakça 

Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, çev. Atilla Tokatlı, Roza Hamken, İstanbul, Çitlembik Yayınları, 2006 

Masis Kürkçügil, Devrimden Devrime Bolivya, İstanbul, Yazın Yayıncılık, 2007 

Mahmut Fevzi Özlüer et.al., Bolivya Anayasası Hukuk, Demokrasi, Özerklik, Ankara, Phoenix Yayınevi, 2012 

Beril Köseoğlu, “Latin Solunun Farklı Yüzleri”, Radikal Gazetesi, 2 Mart 2006 

İnternet Kaynakları 


http://www.prnewswire.com/news-releases/review-of-aguas-del-illimani-suez-activities-in-bolivia-54229727.html 
http://www.ratical.org/co-globalize/waterBo 

SHULTZ, Jim. The Cochabamba Water Revolt and It’s Aftermath, 
http://www.ucpress.edu/content/chapters/11049.ch01.pdf (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

Soaking The Poor, 
http://www.ratical.org/co-globalize/waterBolivia.html(Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

http://www.sfgate.com/news/article/Bechtel-battles-against-dirt-poor-Bolivia-
2878502.php(Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

BM: Su Hakkı ve Yeterli Sağlık Koşulları Hakkının Yasal Bağlayıcılığına Tarihi Kabul, 
http://www.amnesty.org.tr/ai/node/1484(Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

BM Suyun İnsanlık Hakkı Olduğunu Kabul Etti, 
http://www.dogadernegi.org/birlesmis-milletler-suyun-insanlik-hakki-oldugunu-kabul-etti.aspx(Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

Bolivya, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Bolivya (Erişim Tarihi: 29 Şubat 2014) 

Bolivya ve Güney Afrika’da Su mücadeleleri, 
http://www.suhakki.org/2012/12/bolivya-ve-guney-afrikada-su-hakki-mucadeleleri/#dn3(Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 
http://www.cdca.it/spip.php?article1633&lang=it(Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

Cüneyt Göksu, “Bolivya’da Ulusallaştırma Süreci ve Bölgeye Etkileri”, 
http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=626, (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

Documents of The Wolrd’s People Conference on Climate Change and The Rights of Mother Earth, Nisan 2010. (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

 BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

346 Bolivya, http://tr.wikipedia.org/wiki/Bolivya (Erişim Tarihi: 29 Şubat 2014) 
347 Kürkçügil, a.g.e., s. 11. 
348 Cüneyt Göksu, “Bolivya’da Ulusallaştırma Süreci ve Bölgeye Etkileri”, 
      http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=626, (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 
349 Bolivya ve Güney Afrika’da Su mücadeleleri, 
      http://www.suhakki.org/2012/12/bolivya-ve-guney-afrikada-su-hakki-mucadeleleri/#dn3 (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 
350 Soaking The Poor, 
      http://www.ratical.org/co-globalize/waterBolivia.html (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 
351 Jim Shultz, The Cochabamba Water Revolt and It’s Aftermath, 
      http://www.ucpress.edu/content/chapters/11049.ch01.pdf (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014) s. 22. 
352 Bolivya’da İkinci Su Savaşı, 
      http://zcomm.org/znetarticle/the-second-water-war-in-bolivia-by-jim-shultz/   (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 
353  Masis Kürkçügil, Devrimden Devrime Bolivya, İstanbul, Yazın Yayıncılık, 2007, s. 80 
354 Mahmut Fevzi Özlüer et.al., Bolivya Anayasası Hukuk, Demokrasi, Özerklik, Ankara, Phoenix Yayınevi, 2012, s. 320. 
355 BM: Su Hakkı ve Yeterli Sağlık Koşulları Hakkının Yasal Bağlayıcılığına Tarihi Kabul, 
      http://www.amnesty.org.tr/ai/node/1484 
356 BM Suyun İnsanlık Hakkı Olduğunu Kabul Etti, 
      http://www.dogadernegi.org/birlesmis-milletler-suyun-insanlik-hakki-oldugunu-kabul-etti.aspx. (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014) 


***

21 Aralık 2019 Cumartesi

DÜNYANIN VE TÜRKİYENİN ENERJİ GÖRÜNÜMÜ., BÖLÜM 6

DÜNYANIN VE TÜRKİYENİN ENERJİ GÖRÜNÜMÜ., BÖLÜM 6





SİYASİ KİRİZLER VE ENERJİ

Dünyada ve ülkemizde enerjinin görünümü hem bugün hem de gelecekte ülkelerin enerji politikalarını anlamada önemli ipuçları sunmaktadır. 
Bu ipuçları genellikle belirli krizler üzerinden kolayca görülebilirken, çoğu zaman enerji politikaları ile siyasi krizler arasındaki bağlantı gözlerden 
kaçabilmektedir. Enerji ile siyasi krizler arasındaki ilişki oldukça karmaşık bir arka planda yaşandığından, hangisinin diğerini tetiklediği 
konusu genellikle ucu açık kalan izahatlara dayanmaktadır. 

Dünya tarihinin son 50 yılında özellikle Ortadoğu’daki siyasi gelişmelerle enerji rekabeti arasında yakın bir ilişki olduğuna kuşku yoktur. 
Dünyadaki tüm petrol kaynaklarının üçte ikisine sahip olan bir bölgenin böyle bir unsurdan hali olduğunu düşünmek mümkün değildir. Ancak bu ilişki sürecinde bölgesel politikaları belirleyen etnik ve mezhebî farklı unsurların da bulunması, enerjiyi tek başına tüm sorunların sebebi olarak göstermeye yetmemektedir. 

Son 50 yıllık süreç dikkate alındığında Ortadoğu bölgesindeki hemen her olay ya önemli bir enerji krizinin ardından yaşanmış ya da tam tersine bir süreçle, ciddi bir gelişme sonrasında enerji krizleri ortaya çıkmıştır. Örneğin; İran’da 1953 yılında Muhammed Musaddık’ın ABD destekli bir askerî darbeyle iktidardan indirilmesi ve ülkenin uzun vadeli bir istikrarsızlığa itilmesi ardında İran’ın petrol kaynaklarını millileştirmesi kararı bulunmaktadır. Bu karardan rahatsızlık duyan İngiltere ve ABD, milliyetçi bir lideri görevden uzaklaştırmak için askerî darbeyi desteklemiş ve ülke 1979 yılına kadar sürecek bir kaosa sürüklenmiştir. Benzer şekilde Soğuk Savaş yıllarının acımasız rekabet koşullarında Doğu Bloku’nu 
ekonomik anlamda çökertmeye çalışan ABD’nin dünyadaki petrol fiyatları üzerinden spekülasyonlar yaparak kriz çıkarmaya çalışması, enerji ile siyasi krizler arasındaki ilişkinin farklı bir örneğidir. Dünya siyaset literatürüne “Yedi Kız Kardeşler” (Seven Sisters) olarak geçen Batılı büyük petrol şirketlerinin çevirmiş olduğu entrikalar da geçen yüzyılın tarih kitaplarında geniş yer tutmaktadır. 

Osmanlı’nın dağılmasında dahi payı bulunan bu enerji rekabetinin bölgesel siyaseti etkileyen büyük bir koz olma rolü bugün de kendini hissettirmektedir. 

1970’li ve 80’li yılların enerji krizlerinde adı sıklıkla geçen ülkeler ve bunların oluşturduğu Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), zihinlerde derin izler bırakan diğer bir aktör olmuştur. 1960’ta İran, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Venezuela’dan oluşan beş üye tarafından kurulan örgüt, 1971 sonuna kadar Katar, Endonezya, Libya, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir ve Nijerya gibi ülkeleri de bünyesine katmıştır. 1971’e kadar petrol fiyatlarını ABD kontrol ederken bu yıldan itibaren ham petrol fiyatlarını kontrol etme gücü neredeyse bütünüyle OPEC’e geçmiştir. 

Özellikle 1973 Arap-İsrail Savaşı sonrası dönemde petrolün Batı’nın sanayileşmesinde daha hayati bir rol oynamasıyla birlikte arz-talep dengesi 
bozulmuş ve varil bazında satın alma gücü %40 oranında azalmıştır. Bu savaşta ABD ve Batılı ülkelerin İsrail’e destek vermesi üzerine petrol ihraç eden Arap ülkeleri üretimi günde 5 milyon varil azaltarak İsrail’i destekleyen ülkelere ambargo uygulamıştır. Ambargonun uygulanmaya başladığı ilk altı ay içinde fiyatlar %400 artmış ve Batılı ülkelerde ciddi bir ekonomik belirsizlik ortaya çıkmıştır. Nitekim bu enerji krizinin ardından Batılı ülkeler kendi aralarında yeni bir ittifak geliştirmiş ve G-7’yi kurmuşlardır. O tarihten itibaren G-7 oluşumu zengin Batılı ülkelerin dünya siyasetine yön vermek üzere kullandıkları yeni bir platforma dönüşmüştür. 



<  Son 50 yıllık süreç dikkate alındığında Ortadoğu bölgesindeki hemen her olay ya önemli bir enerji krizinin ardından yaşanmış ya da tam tersine bir süreçle, ciddi bir gelişme sonrasında enerji krizleri ortaya çıkmıştır. >

Irak’ın 1980’de İran’a saldırmasıyla yaşanan sekiz yıllık savaş, iki ülkenin de petrol üretimine ve dolayısıyla dünya petrol fiyatlarına büyük oranda yansımıştır. İran ve Irak’ın toplam üretimi günde 6,5 milyon varilden savaşın ilk aylarında 1 milyon varile gerilemiştir. Üretimin düşmesi sadece savaşan ülkelerin ve bölgenin değil, küresel ekonomik dengelerin de sarsılmasını tetiklemiştir. 

Birçok ülkede ekonomik kriz baş gösterirken, yaşam kalitesi düşmeye başlamış; yükselen fiyatlar sanayileşmiş ülkelerdeki maliyetleri etkilerken, kalkınmakta olan ülkelerdeki dış borç yükünü arttırmış ve bunun doğrudan etkisiyle birçok ülkede ekonomik krizler siyasi kaosu beslemiştir. 
Nitekim doğrudan sebebi olmamakla birlikte, 1990 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşünü ve dolayısıyla Soğuk Savaş’ın bitişini getiren unsurlardan biri de 1980’li yıllarda yaşanan enerji fiyatlarındaki bu istikrarsızlık ve Moskova yönetiminin ekonomik rekabeti daha fazla devam ettirememesidir. 

Enerji fiyatlarındaki dalgalanma ile siyasi krizler arasındaki bağlantıyı gösteren önemli detaylardan biri de hemen her kriz öncesinde veya ertesinde 
yaşanan fiyat değişimleridir. 

Örneğin; 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali sadece bölgesel değil, tüm küresel dengeleri de değiştirmiştir. Kendisi de bir petrol üreticisi olan Irak’ın diğer bir büyük petrol üreticisi olan Kuveyt’i işgali ve bu işgalin ardından başlayan Körfez Savaşı’nın yol açtığı belirsizlik, ham petrolün 20 dolarlık varil fiyatında %50 artışla ani bir yükseliş getirmiş, bu yüksek fiyatlar savaştan sonra 1994’e kadar ancak istikrara kavuşmuştur. Başta Türkiye olmak üzere, bu fiyat istikrarsızlığı birçok ülkede derin ekonomik krizlere sebep olmuştur. 1990’dan 1997’ye kadar dünya petrol tüketimi günde 6,2 milyon varil seviyesinde artmış, aynı dönemde ABD ekonomisi güçlenmiş, Asya Pasifik bölgesi ciddi bir gelişme kaydetmiştir. Ancak çok geçmeden bu kez Asya’da patlak veren ekonomik kriz birçok ülkede iktidar değişimlerini getirmiş, 11 Eylül 2001 saldırılarından itibaren de petrol fiyatları yeniden hızlı bir şekilde artış trendine girmiştir. 





TÜRKİYE HARİTA PETROL BORU HATTI EKLE

Bugün de benzer şekilde mevcut enerji kaynakları ile köklü siyasi krizler arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Hatta Türkiye özelinde düşünüldüğünde son yıllarda devletlerin yanı sıra silahlı grupların da enerji odaklı bir politika izlemeye başladıkları görülmektedir. Yaşanan çatışmaların ve uluslararası krizlerin arkasında yatan asıl sebebin bölgede faal halde bulunan enerji kaynakları ve bu kaynakların geçtiği güzergâhların güvenliğini sağlamak olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 

Ortadoğu, Orta Asya ve Hazar Havzası bölgelerindeki enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara ulaştırıldığı petrol ve doğalgaz hatları üzerindeki 
gerilimler; artık enerji ile güvenlik politikaları arasında doğrudan bağlar kurulmasını getirmiştir. 

Kafkasya bölgesinde Gürcistan, Ermenistan, Dağıstan ve Azerbaycan gibi ülkelerin yaşadıkları gerilim ve çatışmaların bu bölgeden geçen petrol ve doğalgaz boru hatları ile bağlantılı olduğuna kuşku yoktur. Veya Türkiye’nin Kuzey Irak’a ilişkin politikaları ve PKK terörünün Kerkük-Musul petrolleri ile bağlantısı da zannedilenin aksine oldukça ilgilidir. 

Irak’ta DAEŞ’in ortaya çıkış sebebi büyük oranda Sünni-Şii çatışması özelinde gözükse de Kuzey Irak Kürt Yönetimi, merkezî hükümet ve DAEŞ arasında petrol konusunda gelinen nokta itibarıyla yaşanan gerilimin arkasında enerji kaynakları nın kontrolünün önemli rolü olduğu çok açık şekilde görülmektedir.2 150 milyar varillik rezerv bulunduran Irak’ta Musul’u ve Beyci rafinerisini, ardından da ülkenin doğusundaki bazı alanları ele geçiren DAEŞ, Irak petrol rezervlerinin %17’lik bölümünü kontrol altında tutmaktadır.3 Suriye’de de Rakka ve el-Ömer gibi ülkenin önemli petrol alanlarını ele geçiren DAEŞ, bölgede tamamen enerji odaklı bir strateji izlemektedir. 

Irak petrolünün dünya pazarına ulaşmasında önemli bir yere sahip olan Kerkük-Yumurtalık boru hattı, şu an DAEŞ’in bölgedeki saldırıları sebebiyle tehdit altında dır. DAEŞ’in bölgede bir aktör olarak varlık kazanması, buradan yapılan petrol sevkiyatının da önemli derecede aksamasına neden olmaktadır. Bunun da ister istemez başta Türkiye ve Irak ekonomisi olmak üzere bölgesel ve küresel enerji politikalarına yansımaları bulunmaktadır. 

Enerji rezervlerinin olduğu yerlerin çatışma alanı ya da devletler arasında sorunlu ve üzerinde mutabık kalınamayan alanlar olmasına bir diğer örnek ise Kıbrıs Adası ve Doğu Akdeniz’dir. Doğu Akdeniz, KKTC’nin varlığından dolayı Türkiye için bir “ulusal güvenlik meselesi” olmasının yanı sıra, doğu-batı yönlü ticari hareketliliğin merkezi ve keşfedilen petrol/doğalgaz rezervleri ile birlikte küresel/ bölgesel güç mücadelesinin kavşağı olması beklenen bir coğrafya olmaya adaydır. 

2003 yılında GKRY adanın çevresinde petrol ve doğalgaz arama çalışmalarına başlamıştır. Rum yönetimi, 

AB’nin de desteğini alarak 2 Nisan 2004 tarihinde BM’ye, KKTC ve Türkiye’nin uluslararası hukukta var olan haklarını yok sayarak “Kıbrıs Cumhuriyeti” 
adına 21 Mart 2003 tarihinden geçerli olmak üzere 200 millik bir Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilanı gerçekleştirmiştir. MEB ilanının ardından GKRY, 26 Ocak 2007 tarihinde Kıbrıs Adası’nın güneyinde 13 adet petrol arama ruhsat sahası ilan ederek bu sahaları ihale etmiştir. İhale edilen sahalardan 12 numaralı sahaya ait haklar, İsrail menşeli Delek Grup ile ABD menşeli Noble Energy şirketleri tarafından alınmıştır. 

Kasım 2014’te Türkiye’nin ikili ilişkilerde sorun yaşadığı Rum Yönetimi, Yunanistan ve Mısır hükümet başkanları Kahire’de bir araya gelerek Doğu Akdeniz’de enerji sondajı, üretimi ve pazarlanması konularında iş birliği yapılması başta olmak üzere, bölgesel güvenlik meselelerinde iş birliğine giden bir anlaşma imzalamışlardır.4 

İsrail’in 20. yüzyılın ortalarından itibaren işgal altında tuttuğu toprakları tüm uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayar şekilde genişletme uygulamaları, deniz yetki alanlarında da devam etmektedir. İsrail ile GKRY arasında yapılan MEB anlaşması sonrasında İsrail, diğer sahildar devletlerle hiçbir anlaşma imzalamaksızın, 12 Temmuz 2011 tarihinde MEB sınırlarını gösteren koordinat listesini BM Genel Sekreteri’ne bildirerek MEB ilanında bulunmuştur. Ayrıca İsrail, aynı sularda hakkı bulunan Filistin’in bağımsızlığını tanımamakta ısrar ederek Gazze Şeridi’ne ait Gaza Marine 1 ve Gaza Marine 2 alanlarında tespit edilmiş olan doğalgaz yataklarını kullanabilmek için sürekli olarak Gazze’ye yönelik askerî saldırılar düzenlemektedir.5 

Bölgesel olarak enerji geçiş noktalarında yer alan ülkeler arasında yaşanan bir diğer önemli problem kaynağı ise Azerbaycan-Ermenistan arasındaki askerî çatışmalardır. Dağlık Karabağ’ın da dâhil olduğu Azerbaycan topraklarının %20’sini işgal etmesi sebebiyle Türkiye ve Azerbaycan, 1993 yılından itibaren kara sınırlarını Ermenistan’a kapatmıştır. Bu durum İran’ı Gürcistan’la birlikte Erivan’ın dünyaya açılabileceği iki kapıdan biri haline getirmiştir. Ayrıca, Karabağ Savaşı sırasında bile Ermenistan’a mal akışını kesmemesi ve Karabağ meselesinde tarafsızlık politikası benimsemesi, İran’ı Ermenistan nezdinde diplomatik ve ekonomik alanda stratejik bir ortak konumuna getirmiştir.6 

Bugün bölgemizde devam eden gerilimlerin büyük bölümü var olan enerji kaynaklarının paylaşımı veya bu kaynakların uluslararası pazarlara 
ulaştırıldığı hatlar üzerinde bulunmaktadır. Dolayısıyla dünyanın enerji konusundaki geleceği planlanırken, sahada yaşanan sıcak çatışmaların 
da bunlara göre azalıp artma eğilimi göstereceğini söylemek yanlış olmayacaktır. 

Enerji bağlamında yeni bir çatışma noktası olarak Doğu ve Güney Çin Denizi’nden de bahsetmek gerekmektedir. Zira Güney Çin Denizi’nin 
zengin petrol, doğalgaz ve deniz ürünleri kaynakları, bu bölgede egemenlik tartışmalarını körükleyen en önemli unsurlardan biridir. Güney Çin Denizi üzerindeki bu tartışmalar, aslında Soğuk Savaş öncesi döneme dayanmaktadır. Stratejik bir bölge olan Güney Çin Denizi Malakka Boğazı, Hint Okyanusu, Körfez Bölgesi ve Doğu Afrika sahillerini Çin’e açar durumdadır. Uzun zamandır belirsizliğe itilen bu sorunun gün yüzüne çıkmasında, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte hızlı bir kalkınma sürecine giren Güneydoğu Asya Uluslar Birliği ülkelerinin Güney Çin Denizi’ne önem vermeye başlamaları belirleyici olmuştur. Özellikle son 20 yıldır Çin’in bölgeyi ve küresel pazarı etkileyen kalkınması ile birlikte bu bölge küresel dengeleri etkileyecek şekilde ön plana çıkmıştır. Büyük Okyanus ile Hint Okyanusu arasındaki önemli uluslararası nakliye güzergâhını barındırmasıbakımından başta ABD olmak üzere Batılı devletler ve Avustralya da bu bölge üzerindeki tartışmalara dâhil olmuştur. 
7-11 milyar varil petrol ve 5,3 trilyon metreküp doğalgaz potansiyeline sahip olduğu tahmin edilen Güney Çin Denizi, bölge petrol ve doğalgaz rezervlerinin
%70’ini barındırmaktadır.

SONUÇ 

Önemi giderek artan enerji, son dönemde uluslararası sistemde ülkelerin refahı ve kalkınması açısından en stratejik araçlardan biri haline gelmiştir. Bugün dünya liderliği ile enerji kaynakları arasında doğrudan bir ilişki vardır. 1. Dünya Savaşı’ndan itibaren dünya üzerinde yaşanan çatışmaların görünürdeki sebepleri bir yana, arka planlarında gelişmiş devletlerin enerji rezervlerine sahip olma yahut enerji nakil güzergâhlarını kontrol altında tutma isteklerinin olduğu görülmektedir. İnsanların ihtiyacının karşılanmasında ve kalkınmadaki rolü göz önüne alındığında, devletler arasında yaşanan siyasi krizlerin ve devlet dışı silahlı aktörler arasındaki çatışmaların enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelerde yoğunlaştığı gözlenmektedir. Petrol ve doğalgaz, ticari değer taşımaya başladıklarından bu yana yaşanan politik çatışmaların temel sebebi 
haline gelmiştir. Çatışma bölgelerinin enerji kaynakları ile doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Suriye, Irak ve bölgedeki diğer çatışmalar, Doğu Akdeniz’de bulunan ve dünya enerji rezervlerinin büyük kısmını içinde barındıran doğalgaz rezervlerini kimin kontrol edeceği meselesinden kaynaklanmaktadır. 

Ortadoğu petrolleri ve Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerinin yanı sıra yeni bir küresel çatışma alanı olarak Doğu ve Güney Çin Denizi de ön plana çıkmakta dır. Güney Çin Denizi’ndeki zengin petrol, doğalgaz ve deniz ürünleri kaynakları, bölge ülkelerinin hak iddialarını gündeme getiren önemli unsurlardan birini oluşturmaktadır. 

Enerji politikaları siyasi krizlere yol açtığı gibi, enerjide karşılıklı bağımlılık da devletlerin birbirleri ile olan ilişkilerini düzenleyen bir faktör olarak uluslararası sistemde önemli bir yere sahiptir. Türkiye’nin Rusya ile yaşadığı uçak krizinin kısa sürede atlatılmasının en temel sebebi, Türkiye ve Rusya arasındaki Türk Akımı ile Akkuyu Nükleer Güç Santrali projeleridir. 

Genel olarak bakıldığında ise, fosil yakıtlar, dünya enerji görünümünde sıralamadaki yerlerini yenilenebilir enerjiye bırakmaktadır. 2014’te yenilenebilir 
kaynaklar dünyanın yeni enerji yatırımlarının neredeyse yarısını oluşturmaktadır. 2030 yılında yenilenebilir enerjinin kömürü geçerek elektrik üretiminde öncü rol oynayacağı tahmin edilmektedir. World Economic Outlook/WEO 2015 verilerine göre, 2040 yılında özellikle Hindistan, Çin, Afrika, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya kaynaklı olarak küresel enerji kullanımının üçte bir oranında artacağı öngörülmektedir. 

SON NOTLAR 

1 T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, “Petrol”, http://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Petrol 
2 http://aa.com.tr/tr/dunya/isid-enerji-depoluyor/145232 
3 http://aa.com.tr/tr/dunya/isid-enerji-depoluyor/145232 
4 http://politikaakademisi.org/2014/11/16/dogu-akdenizde-turkiye-karsiti-bir-ittifak-mi/ 
5 Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Arasında Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırması Anlaşması, 17 Şubat 2003, 
   http://www.un.org/dep-ts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/PDFFILES/TREATIES/EGY-CYP2003EZ.pdf; 
   Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Lübnan Arasında Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşması, 17 Ocak 2007; Güney Kıbrıs 
   Rum Yönetimi ile İsrail ile Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşması, 17 Aralık 2010. 
6 http://www.bilgesam.org/incele/162/-iran-ermenistan-iliskileri--tecri-de-karsi-dayanisma/#.V772F5iLTIV 

KAYNAKÇA 

An Annotated History of Oil Prices Since 1861, 
http://www.businessinsider.com/annotated-history-crude-oil-prices-since-1861-2014-12 
Annual Energy Outlook 2015 with projections to 2040, U.S. Energy Information 
Administration, DOE/ EIA- 0383 (2015), Nisan 2015. 
“BP Energy Outlook 2016 edition Outlook to 2035”, 
http://www.bp.com/content/dam/bp/pdf/energy-economics/energy-outlook-2016/bp-energy-outlook-2016.pdf 
“BP Energy Outlook 2035 Country and Regional Insights-Global”, http:// 
www.bp.com/en/global/corporate/energy-economics/statistical-review-of-world-energy/downloads.html 
“Dünya ve Ülkemiz Enerji ve Tabii Kaynaklar Görünümü”, T.C. Enerji ve Tabii 
Kaynaklar Bakanlığı, 1 Temmuz 2016, http://www.enerji.gov.tr/File/?path=
ROOT%2f1%2fDocuments%2fEnerji%20ve%20Tabii%20Kaynaklar%
20G%C3%B6r%C3%BCn%C3%BCm%C3%BC%2fSayi_13.pdf 
“Enerji Diplomasisi”, 
http://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Enerji-Diplomasisi 
“Energy Efficiency Market Report 2015”, 
http://www.iea.org/publications/freepublications/publication/energy-efficiency-market-report-2015-.html 
“Ham Petrol ve Doğalgaz Sektör Raporu, Türkiye Petrolleri”, Mayıs 2016, 
http://www.enerji.gov.tr/File/?path=ROOT%2f1%2fDocuments%2fSekt%C3%B6r%20Raporu%2fTP_HAM_PETROL-DOGAL_GAZ_SEKTOR_RAPORU__2015.pdf 
James D. Hamilton, Historical Oil Shocks, Department of Economics University of California, San Diego, February 2011, 
http://econweb.ucsd. edu/~jhamilton/oil_history.pdf 
“Key Natural Gas Trends, Excerpt Gas Natural Gas Information (2015)”, International Energy Agency, https://www.iea.org/ 
“Technology Roadmap Nuclear Energy (2015)”, Nuclear Energy Agency & International Energy Agency, 
https://www.iea.org/media/freepublications/technologyroadmaps/TechnologyRoadmapNuclearEnergy.pdf 
Turkey International Energy Data and Analysis, U.S. Energy Information Administration August 6, 2015. 
Turkey, U.S. Energy Information Administration, August 6, 2015, 
https://www.eia.gov/beta/international/analysis_includes/countries_long/Turkey/turkey.pdf 
“Uluslararası Boru Hatları ve Boru Hattı Projeleri”, 
http://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Uluslararasi-Boru-Hatlari-ve-Boru-Hatti-Projeleri 
“World Energy Outlook 2015”, International Energy Agency, 
http://www.worldenergyoutlook.org/weo2015/ 

..............

Karagümrük Mh. Kaleboyu Cd. Muhtar Muhittin Sk.No:6 PK.34091 Fatih / İstanbul - TÜRKİYE 
www.insamer.com info@insamer.com 

ARKA KAPAK KAPANIŞ  BİLĞİSİ



Önemi giderek artan enerji, son dönemde uluslararası sistemde ülkelerin refahı ve kalkınması açısından en stratejik araçlardan biri haline geldi. Bugün dünya liderliği ile enerji kaynaklarına sahip olma arasında doğrudan bir ilişki söz konusu. 1. Dünya Savaşı’ndan itibaren dünya üzerinde yaşanan çatışmaların görünürdeki sebepleri bir yana, bu çatışmaların arka planlarında gelişmiş devletlerin enerji rezervlerine sahip olma yahut enerji nakil güzergâhlarını kontrol altında tutma isteklerinin olduğu görülüyor. 
Günümüzde Suriye, Irak ve bölgedeki diğer çatışmalar, Doğu Akdeniz’de bulunan ve dünya enerji rezervlerinin büyük kısmını içinde barındıran doğalgaz rezervlerini kimin kontrol edeceği meselesinden kaynaklanıyor. 

Ortadoğu petrolleri ve Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervlerinin yanı sıra yeni bir küresel çatışma alanı olarak son dönemde keşfedilen zengin petrol, doğal gaz ve deniz ürünleri kaynakları, Doğu ve Güney Çin Denizi’ni yeni bir gerilim bölgesi olarak gündeme getiriyor. 

www.insamer.com 
info@insamer.com 

***