Nabucco etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nabucco etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Nisan 2020 Pazar

AVRUPA BİRLİĞİNE GİRİŞİN BEDELİ: NABUCCO

AVRUPA BİRLİĞİNE GİRİŞİN BEDELİ: NABUCCO



Oğuz Ketenci*
* BÜSAM Enerji Uzmanı, Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğrencisi,
oguzkoguz@hotmail.com


ÖZET



NABUCCO, doğalgazın Türkiye’den Avusturya’ya kadar balkan ülkelerini de geçerek karadan uluslararası taşınmasını içeren milli bir doğalgaz taşıma projesidir.
Erzurum’dan başlayıp Avusturya’daki depolama merkezine kadar uzanacaktır. Özelliği, Rusya’nın bildik doğalgaz ulaşım yolları dışında kalan alternatif bir taşıma hattı olması ve çoğu Avrupa devletleri ile ABD tarafından desteklenmesidir. Hat 3296 km uzunluğunda olup 2000 km. si Türkiye’den geçecektir. Projenin toplam maliyeti 7.9 milyar dolardır. Türkiye bu projede yer almadığında başkaca taşımanın B planının olmadığı anahtar ülke konumundadır. Türkiye, Avrupa Birliği ülkeleriyle projenin detaylarını görüşmeye devam ederken, aynı zamanda da projeye sıcak bakmalarına rağmen sadece transit geçiş isteyen Avrupa birliği ülkeleriyle de uzlaşma zemini aramaktadır. Avrupa Birliğine üyeliğini istemeyen Fransa ve Almanya’ya karşı Nabucco projesinde ABD‘in desteğini almayı başaran Türkiye’nin bu projedeki rolü ve önemi Avrupa birliğine giriş için yeterli olacak mı!


GİRİŞ



Artan enerji ihtiyacı gelişmiş ülkeleri yeni enerji kaynaklarına itmektedir.
Özellikle sanayisi gelişmiş Avrupa ülkelerinin, termik ve nükleer enerjinin
olumsuz çevresel etkilerini gelecek nesillere taşımak istememesi alternatif
enerji kaynaklarını devreye sokmasını gerektirmektedir. Bu kaynaklardan en
önemlisi, sanayinin her alanında rahatlıkla kullanılabilen doğalgazdır. Avrupa
19. yy’dan beri kendi doğalgaz kaynaklarından yararlanarak doğalgaz
kullanımına geçmesine rağmen Türkiye’de doğalgaz kullanımı yüzyılın son
çeyreğinde başlamıştır. Bu gecikmenin temel nedeni yeraltı kaynaklarının
yetersizliği ve komşu kaynaklara uzaklıktır. Yerleşik kültüründe doğalgaz
kullanımında öncelik alınmayı engellediği de söylenebilir. Günümüzde
doğalgaz kaynakları Avrupalı kullanıcılar için yetersizleşmektedir Yeni
kaynaklardan yararlanma gereği vardır. Potansiyel kaynaklar; Doğu Avrupa,
Batı Asya ve Türki Cumhuriyetlerindedir ve kaynaklardan alıcılara doğalgazın
aktarımı stratejik önem taşımaktadır.

NEDEN TÜRKİYE?



Doğalgaz enerjisine bağımlı Avrupa ülkeleri için Norveç dışında belirgin
doğalgaz kaynağı bulunmamaktadır. Bu kaynaklarda sadece kendi ihtiyaçları
için kullanıma yeterlidir. Doğalgaz kaynaklarının yeryüzünde bolca bulunduğu
ülkeler ihtiyacı fazla olan ülkelere de oldukça uzaktır. Bu nedenledir ki 2003
Irak işgaline kadar başta Fransız, İtalyan ve diğer Alman firmaları bireysel
olarak Ortadoğu da anlaşmalar imzalayıp kaynak ihtiyaçlarını güvence altına
almışlardır. Ancak ABD’nin Irak işgali dengeleri değiştirmiş neticesinde
Avrupa, öncelikleri arasına Ortadoğu’yu dahil ederek Rusya‘ya yönelmiştir.

Günümüzde artık enerji güvenliğini teminat altına almak için boru hatları
projeleri gündeme gelmektedir.

Özellikle Rusya’ya bağımlılığı ortadan kaldıracak Nabucco projesi de
bunlardan biridir. Zengin Avrupa ülkeleri için, doğal kaynak çeşitliliği ve
zenginliğini değerlendiremeyerek bakir kalmış, kapasitesini tam olarak
kullanamayan uzak ülkeler hedeflenerek kaynakların bu topraklara akışı bu
projede birleştirilmiştir. Proje devasa büyüklükte bir işletimi gerektirmektedir
ve kaynakların toplanarak birleştiği en uygun bölge Türkiye’dir. Deniz yoluyla
aktarımın oldukça güç ve maliyetli olması Türkiye üzerinden ve karadan doğal
yolla ulaşımı gerektirmektedir

Türkiye jeopolitik konumundan dolayı enerji güvenliği açısından da Avrupa
için önemi büyük bir ülkedir. Doğalgazın yurtiçinde kullanımına uzak kalmış
olan Türkiye böyle bir proje ile hem kullanım hem de hattı kiralanan etkin bir
ülke konumuna gelmektedir.

Asrın projesin de Türkiye’nin yer almasındaki haklı gerekçelerden en
önemlisi şüphesiz projeyi destekleyecek aktarım hatların varlığı ve tüm
hatların geçiş bölgesinde yer almasıdır..Mevcut ve planlanmış hatlarını biraz
detaylıca incelediğimizde Türkiye’nin projede ki güç ve etkisi daha
anlamlı olacaktır.


TÜRKİYE’DEN GEÇEN DOĞALGAZ HATLARI

Halen Kullanılan Hatlar;

1. Irak-Türkiye Petrol Boru Hattı

Bu hat gerçekte paralel iki hattan oluşmaktadır. Irak'ın Kerkük ve diğer üretim
sahalarından elde edilen ham petrolü Ceyhan (Yumurtalık) Deniz Terminali'ne
ulaştırmaktadır. 1976 yılın -da işletmeye alınmış olan birinci hat, fiilen Mayıs
1977'de çalışır duruma gelmiştir. 1983 yılında başlayıp, 1984 yılında
tamamlanan 1.Tevsii Projesi ile de hattın kapasitesi 46.5 milyon ton'a
yükseltilmiştir. 1. Boru Hattı'na paralel olan ve Ağustos 1987'de işletmeye
alınan II. Boru hattı ile de yıllık taşıma kapasitesi 70.9 milyon tona ulaşmıştır.
BOTAŞ1, hattın Türk topraklarında kalan kısmının mülkiyetine sahip olup, bu
kısmın işletilmesi, kontrolü, bakım ve onarımını da üstlenmiştir. Irak - Türkiye
Ham Petrol Boru Hattı'nın, Uzunluk Değeri Toplam 1.876 km.dir. 1990 yılında
Körfez Krizi nedeniyle kapatılan hat, 1996 yılında tekrar işletmeye alınmıştır.

1 Boru hatları ile Petrol Taşıma A.Ş

Birleşmiş Milletler'in kararı doğrultusunda sınırlı petrol sevkıyatı
yapılabilmektedir.

2. Batman-Dörtyol Petrol Boru Hattı

Batman ve çevresinden elde edilen ham petrolü tüketim noktalarına ulaştırmak
üzere, 1967 tarihinde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı tarafından işletmeye
açılmıştır. Boru hattı, Batman'dan İskenderun Körfezi'ne ulaşarak, Dörtyol'da
son bulmaktadır. Yıllık kapasitesi 3.5 milyon ton olan boru hattının uzunluğu
511 km.dir.

Boru hattına entegre edilen besleme kollarıyla Batman, Diyarbakır Bölgesinde
üretilen ham petrol de Dörtyol'a taşınmaktadır (Tes.Müh.Dergisi, 2005).

3. Ceyhan-Kırıkkale Petrol Boru Hattı

Kırıkkale Rafinerisi'nin ham petrol ihtiyacını karşılayan boru hattı, Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığı'ndan, 1983 tarihinde devralınmış olup, Eylül 1986
tarihinde işletmeye açılmıştır.
448 km uzunluğundadır. Hattın kapasitesi yıllık 5 milyon ton’dur.Ceyhan
Deniz Terminali'nden başlayarak Kırıkkale Rafinerisi'nde son bulur.. Projenin
Erzurum-Sivas-Kayseri, Kayseri-Ankara, Kayseri-Konya-Seydişehir
bölümlerinin yapım çalışmaları tamamlanmıştır. Bu hatta 2001 tarihinden
itibaren İran’dan doğal gaz sevkıyatına başlanmıştır.

4. Rusya-Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı

Rusya Federasyonu-Türkiye doğal gaz boru hattı ülkemize, Bulgaristan
sınırında Malkoçlar’dan girmekte Hamitabat, Ambarlı, İstanbul, İzmit, Bursa,
Eskişehir güzergahını takip ederek Ankara'ya ulaşmaktadır. Hat 842 km
uzunluğundadır.

Ana kontrol merkezi Ankara-Yapracık'tadır. 1986 tarihinde inşasına başlanan
hat, 1987 tarihinde ilk durağı olan Hamitabat'a ulaşmıştır. Bu tarihten itibaren,
yerli doğal gazın yanı sıra, ithal doğal gaz da Hamitabat'taki Trakya Kombine
Çevrim Santralında elektrik enerjisi üretiminde kullanılmaya başlanmıştır. Hat,

1988'de de Ankara'ya ulaşmıştır. Ana hat, 1996 yılında 209 km. uzunluğundaki
İzmit-Karadeniz Ereğli Doğal Gaz iletim Hattı ile Batı Karadeniz Bölgesine,
208 km uzunluğundaki Bursa-Çan Doğal Gaz iletim Hattı ile Çan'a
uzatılmıştır.

5. Doğu Anadolu Doğal Gaz iletim Hattı(Türkiye-İran Doğalgaz hattı)
Türkiye ile İran arasındaki doğalgaz boru hattı 1996 yılında imzalanan
anlaşma çerçevesinden inşa edilerek ağrıdan girip Erzurum’a kadar
uzanmaktadır.

Bu projede, Doğudaki kaynaklardan alınacak doğal gazın boru hattıyla
Türkiye'ye taşınması amaçlanmaktadır. Bu kapsamda İran ile Türkiye arasında,
Doğal Gaz alım satım anlaşması1996'da Tahran'da imzalanmıştır. Bu
anlaşmaya göre; Türkiye İran’dan 23 yıl süre ile doğal gaz alacak olup, alım 3
milyar m küp ile başlayıp, yıllar itibariyle artarak 10 Milyara ulaşacaktır
(TMMOB).

Mevcut ve Yapımı Devam Eden Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatları

_ Şelmo - Batman Ham Petrol Boru Hattı


Şelmo sahasında üretilen ham petrolü Batman Terminali'ne taşıyan boru
hattının uzunluğu 42 km olup, yıllık taşıma kapasitesi 800.000 tondur. Şelmo-
Batman Ham Petrol Boru Hattı ile 2002 yılında 691 Bin varil ham petrol
taşınmıştır.

_ Karacabey (Bursa)-İzmir Doğal Gaz iletim Hattı.,

1986 tarihinde inşasına başlanan hat Rusya federasyonu Türkiye doğalgaz boru
hattı 842 km. ülkemize Bulgaristan sınırından girmekte ve Ambarlı İstanbulİzmit- Bursa-Eskişehir güzergâhını takip ederek ana kontrol merkez Ankara’ya ulaşmaktadır. Ankara’dan sonra Bursa-İzmit-Eskişehir’de konut ve ticaret sektörlerinin kullanıma sunulmuştur. 251km. uzunluğundaki Bursa-İzmir
doğalgaz iletim hattının yapım çalışmaları bitirilmek üzeredir (Güngörürler,
2004).

_ Bursa-Çanakkale-İpsala Yunanistan hattı


Mevcut doğal gaz ana iletim hattı, Karacabey'den (Bursa) İzmir ve Aliağa'ya
uzatılarak, doğal gaz bu güzergâhtaki sanayi ve konut sektörlerinde kullanıma
sunulmaktadır. 241 km uzunluğunda ki boru hattının yapım çalışmaları
tamamlanmış ve 2003 yılında sisteme gaz arzı sağlanmıştır.

_  Çan-Çanakkale Doğal Gaz iletim Hattı

300 milyon dolara mal olan 285km’lik hat ile Yunanistan’a yılda 500 milyon
metreküp doğalgaz aktarılmaktadır. Doğal gaz kullanımının yurt çapında
yaygınlaştırılması çalışmaları kapsamında, Bursa-Çan Doğal Gaz iletim Hattı,
Çan'dan Çanakkale'ye uzatılmıştır. 107 km uzunluğundaki Çan-Çanakkale
Doğal Gaz Boru Hattı'nın yapım çalışmaları da 2000 yılında tamamlanmıştır.

Yapım Aşamasında Olan Boru Hatları.,

Halen yapımı devam etmekte olan üç ana boru hattı bulunmaktadır.

1. Mavi Akım Projesi

Bu proje; Rusya Federasyonundan Türkiye'ye, Karadeniz tabanından geçecek
boru hattı ile 16 milyar m3 doğal gaz getirmeyi amaçlamaktadır. Bu hatla ilgili
anlaşma15 Aralık 1997 tarihinde imzalanmış Dünya Bankası'ndan sağlanan
kredi yapılmıştır..Söz konusu doğal gaz boru hattı Rusya Federasyonundan
başlayarak, karadan yaklaşık 390 km yol aldıktan sonra, Karadeniz'e
girmekte,denizin 2100 m altından 380 km yol alarak Samsun'da Türkiye'ye
ulaşmaktadır. Daha sonra 444 km.'lik bir boru hattıyla Samsun-Ankara arasını
kat edecektir Karadeniz geçişi yedekli olması için çift hat olarak döşenmiştir.
2005 tarihinde açılan boru hattını inşa etmesindeki amaç, Rus gaz iletim
hatlarını artırmak ve Türkiye’nin üçüncü ülkelerle enerji anlaşmaların
yapmasına engel olmaktır (T.C. Enerji Bakanlığı Web Sitesi).
Mavi akım dışında Türkiye,1999’da Türkmenistan’dan doğal gaz alımı için
Hazar Denizi altından, Azerbaycan ve Ermenistan üzerinden geçen 1.050 mil
uzunluğunda ve 2-2,4 milyar dolara mal olacak bir doğal gaz boru hattı yapımı
için anlaşma imzalamıştır Azerbaycan’daki 35 trilyonluk büyük gaz
potansiyeline sahip Şah Deniz gaz bölgesinin Türkiye’ye Türkmenistan’dan
çok daha yakın olmasına rağmen, Hazar Geçişli Türkmenistan-Türkiye-
Avrupa Boru Hattı (TCP) daha tercih edilir bir durumdadır.

İçinde bulunduğumuz dönemde Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattının, Mavi
Akım projesi, İran ve özellikle de Azerbaycan doğal gazı ile rekabet
etmektedir. Azerbaycan’ın Şahdeniz bölgesinden gaz dağıtımı, Türkiye ve
Azerbaycan’ın 2001’de 15 yıl için imzaladıkları anlaşmaya göre 2004 yılında
başlamıştır (TMMOB).

2. Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı

Kamuoyunda Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı olarak bilinen bu projeyle, Hazar
Havzası'nda bulunan, Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan gibi ülkelerde
üretilen ham petrolün, boru hattı ile Ceyhan'a taşınması, Ceyhan'dan
tankerlerle dünya pazarlarına ulaştırılması amaçlanmıştır. Bakü-Ceyhan Boru
hattı uluslararası politik ayak önü olduğundan, üzerinde çok spekülasyon
yapılan bir hattır. Türkiye bu boru hattının yapılması için kararlı bir siyaset
izlemiş, ABD desteğini kazanmış, Azerbaycan ile ortak politika oluşturmuştur.

3. Güney Doğal Gaz Boru Hattı

Doğal gaz kullanımının yurt çapında yaygınlaştırılması çalışmaları
kapsamında, bu projele güney ve güneydoğu bölgelerimizin doğalgaz talebinin
karşılanması amaçlanmaktadır.560 km. uzunluğundaki hat, Sivas'tan başlayıp
Malatya, Kahramanmaraş, Gaziantep, Osmaniye, Adana üzerinden Mersin'e
uzatılacaktır.

NABUCCO’NUN GELİŞİMİ.

Görüldüğü üzere Türkiye tamamen aktarıcı ülke konumundadır. Kurulu
sistemin işlerliği ve ucuza mal edilmesi doğalgaz kullanıcılarının ihtiyaçlarının
devamlılığını daha da cazibeli kılmaktadır. Doğalgazın öncelikle orta
Avrupa’ya aktarımı iyice önem kazanmıştır. Bu anlamda başı çeken Alman ve
Fransız petrol işletmeleri taşıma öz sermayesini finanse ederek doğalgaz’ın
bölgelerine aktarılması teşvikleri Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan doğalgaz
krizi nedeniyle hızlanmıştır (Batılı, 2000).

Bu anlamda ilk girişim olan Nabucco, Ortadoğu ve Hazar bölgesi doğalgaz
rezervlerini Avrupa pazarlarına bağlamayı ön görecek şekilde 2004 yılında
başlatılmıştır. 3300 km. boru hattının Türkiye’de inşasına 2010 yılında
BOTAŞ’ca start verilecek. 2013 yılında Avusturya’da sonlanacaktır. Hat
Erzurum'da Türkiye-İran Doğalgaz Hattı ile birleşerek, yine yapımı düşünülen
Trans-Kafkas Gaz Hattı ile bağlanacaktır. Bu özellikleriyle hat, hem Orta
Asya'yı, hem de Orta Doğu'yu gaz hatları olarak bağlayacak ve batı ucunda
Avusturya'nın temel doğal gaz taşıyıcısı hattı ile birleşecektir.
Terminal ülke Avusturya ya kadar sırasıyla Bulgaristan, Romanya ve
Macaristan'dan geçecek boru hattı ortakları eşit hisse ile BOTAŞ (Türkiye),
Bulgargaz (Bulgaristan), Transgaz (Romanya), MOL (Macaristan), OMV
(Avusturya ve RWE (Almanya)'dır.

2020 yılında 31 milyar metreküp doğalgaz taşıyacağı varsayılan hat, aynı
zamanda AB'nin Trans-Avrupa Enerji Hattı'nın bir parçası olarak
öngörülmekte olup fizibilite ve mühendislik çalışmaları için AB fonlarından da
faydalanılmıştır. İlk hesaplara göre toplam maliyet 4.6 milyar Euro'dur.

Projenin Temel Dayanakları

Türkiye’nin doğalgaz arzında sadece ücret ödenen bir ‘geçiş ülkesi’ olarak
tanımlandığı projede esas amaç Türkiye üzerinden Azerbaycan, Türkmenistan,
İran, Irak ve Mısır doğalgazının AB pazarına ulaştırılmasıdır. 6 ortaklı projede
Türkiye geçiş ülke konumundadır. Projenin tamamlanması için Nabucco Gas
Pipeline International GmbH adlı firma 2004 yılında Viyana'da kurulmuştur.
20%'şer ortaklıkla altı firma şunlardır:

OMV (Avusturya), MOL (Macaristan), Transgaz (Romanya), Bulgargaz
(Bulgaristan), BOTAŞ (Türkiye), RWE (Almanya). Projenin durumuna göre
Rus Gazprom'un da ileride katılımının söz konusudur. Fransa, Romanya
aracılığı ile dolaylı olarak projeye ucundan da olsa dahil olmuştur.

Projedeki Çekinceler

2003’de imzaları atılan projenin hayata geçmesi konusunda kaynak sorunu
katılımcı ülkelerin desteğine sunulurken, hattın en büyük ortaklarından başta
Türkiye’nin çıkarlarını zedeleyecek yaklaşımlar projenin hız almasını
engelleyici özellikler olarak halen süregelmektedir (BOTAŞ).
Nabocco’da sadece geçiş ücreti ile yetinin telkininin yanında Avrupa birliği,
projenin enerji bakanlığından alınıp dış işlerinin inisiyatifine verilerek
Türkiye’nin ‘’ticari ortak olarak’ taleplerini reddetme eğilimdedir.Her şeyi
garanti altına almak içinde hükümetler arası anlaşmalar imzalayarak
Türkiye’ye baskı yapılmaktadır.ABD’ nin de desteğini alan projenin zayıf
yönü Rusya’nın başta Türkmenistan olmak üzere eski Sovyetler birliği
ülkeleriyle doğalgaz anlaşmalarını yenilemesi girişimlerinde
etkisizleşmesidir..Bu duruma alternatif yaratmak adına ABD,İran
doğalgazının kullanılmasına sıcak bakmaktadır.Aynı zamanda projenin
ortaklarından Bulgaristan’ın Rusya ile alternatif bir proje olan güney akımı
anlaşmasını imzalaması Nabucco’nun elini zayıflatan etkenlerdendir (İGDAŞ).
Ticari faaliyeti tamamen Avrupalılar eliyle yapılacağı bu proje, her iki tarafa
da cevaplandırılması gereken acil sorunlar yaratmaktadır. Taraflar sorun
çözümünde karşı tarafı zayıflatacak önerileri sunduklarından proje
uygulanabilirliği tartışılır duruma gelmiştir. Avrupa ülkelerinin isteklerine göz
attığımızda, Türkiye; bölgeden geçen hattı finanse etmek, sadece geçiş
ücretiyle yetinmek ve hat bitince tüm haklarını devretmek şeklinde izole
edilmektedir. Türkiye’nin ise elinde sağlam koz olarak kullanabileceği sadece
AB ne üyelik isteme fırsatını değerlendirme avantajı vardır. Zira inşa edilecek
boru hattının en büyük bölümü ki -2000 km.- Türkiye’de olacağı
düşünüldüğünde uygulanacak projenin esas belirleyicisi ülke durumundadır.
Proje Avrupa’yı Neden İlgilendiriyor?

13 temmuz 2009 tarihinde taşıyıcı ülkelerin katılımıyla Ankara da imzalanan
proje start almıştır. Proje, Türkiye`den daha çok Avrupa’yı ilgilendirmektedir.
En başta “bağımlılık” geliyor. BP’nin açıkladığı 2007 Dünya Enerji
Raporu’nda yer alan verilere göre, 2006’da dünya petrol tüketimi yüzde 0,4,
doğalgaz tüketimi yüzde 2,5 oranında artmıştır.

Özellikle doğalgaz tüketimindeki büyüme dikkat çekicidir. Son 10 yıldır
ortalama artış yüzde 2 dolayında olup. Dünya tüketiminin yüzde 40’ı Avrupa
ve Avrasya bölgesinde gerçekleşmektedir. Dünyadaki toplam doğalgaz ithalatı
748 milyar metreküp ve bunun 537 milyarı boru hatları ile Geri kalan kısım da
sıkıştırılmış doğalgaz olarak deniz tankerleriyle yapılmaktadır. Boru hatlarıyla
yapılan ithalatta en büyük gaz hareketi Rusya’dan Avrupa’yadır ve Avrupa,
doğalgazda büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı ve ihtiyacının büyük bölümünü bu
ülkeden boru hatlarıyla temin etmektedir.

Özetle, Avrupa’nın dışarıdan ithal etmek zorunda kaldığı gaz miktarı 207
milyar metreküptür ve bunun yüzde 73`ünü Rusya’dan temin edilmektedir.
Yedi Avrupa ülkesi gaz ithalatının tamamını Rusya’dan yapmaktadır.
Enerjide tek kaynağa bağımlılığın ekonomik ve siyasi riskleri vardır. Bu
gerçeğin farkında olan Avrupa, yıllardır kaynak çeşitlendirmesine gitmek, riski
dağıtmak için uğraşmaktadır. Bu sebepten dolayı, Azerbaycan, Türkmenistan
ve Kazakistan’da son dönemde geliştirilen kaynaklar ve bu kaynakların
Türkiye üzerinden nakline sürekli ilgi duyulmaktadır.

Türkiye içinse Türk devletlerinin dünya pazarlarına Türkiye üzerinden
açılması, bunun yanında bir enerji köprüsü olma iddiası da önemli bir hedeftir.
Ancak Rusya, Sovyet döneminin uygulamalarıyla ele geçirdiği üstünlüğü
kaybetmek, başkalarıyla paylaşmak niyetinde görünmemektedir. Hem arz
kaynağı olma, hem de nakil yollarındaki söz sahipliğini devam ettirmek isteği
zor, pahalı ve iddialı olan bu yeni projede şekillenerek Türkiye için tarihi bir
fırsat yaratmaktadır.

Hayata geçmesi kolay görünmeyen ama geçtiği takdirde Avrupa’nın
hedeflerinin de darbe alacağı bu proje, tek kaynağa bağımlılığı daha da
pekişecektir. O yüzden gelişmeler, Türkiye`den ziyade Avrupa’yı da yakından
ilgilendirmektedir.

En önemli doğalgaz tedarikçisi olarak devrede olan Rusya’nın, fiyat
anlaşmazlığı nedeniyle Ukrayna üzerinden nakledilen doğalgazı kesmesi,
milyonlarca Avrupalının yakıtsız kalmasına yol açması, AB ülkelerini daha
kalıcı ve alternatifli hatların devreye sokulmasına zorlamaktadır. Avrupa'da şu
anda 500 milyar metreküp gaz kullanılmakta, 200 milyar metreküp gaz
üretilmekte; dolayısıyla 300 milyar metreküp gaz de ithal edilmektedir.
Uzmanlara göre Avrupa’nın enerji ihtiyacı 2030 yılına kadar en az yüzde 70
oranında artacak olması " 2010 ve 2020 arasındaki dönemde yaptıkları
sözleşmelerde doğalgaz ithalatının çok büyük ivme kazandığı görülmektedir
(www.nabucco-pipeline.com).

Türkiye’nin Nabucco Avantajı

Nabucco projesinin Türkiye'ye, Türkiye'nin de Nabucco projesine ihtiyacı var
konusunun gerekçelerini sıralarsak; Projeye her paydaşın yani her şirketin eşit
düzeyde ve aynı miktarda para yatıracak olması, Türkiye'nin de bütün ortaklar
gibi bu kapsamda bir yararlanıcı ülke durumuna sokmaktadır. Bu anlamda hem
işletme açısından hem de boru hattının bakımı noktasında fayda sağlayacaktır.
Farklı ülke ve bölgelerden gelen gazların Nabucco projesine dahil edilmesi bu
projeyi besleyen hatları arttıracağından merkez ülke konumundaki Türkiye’nin
gücünü arttıracak, Mavi Akım gibi alternatif projeleri etkisiz hale getirecektir
(www.euroactive.com.tr).

Türkiye’nin Nabucco Gayretleri



Türkiye, konumunun mükemmelliği nedeniyle hem Orta Asya'daki gaz
kaynaklarını hem de Avrupa'nın ihtiyaçlarını dikkate alarak bir enerji merkez
üssü olmak için bir takım stratejiler geliştirirken aynı zamanda projenin hangi
safhasında AB üyelik vurgusunun yapılacağının zamanlamasını da iyi
hesaplamaktadır.

Son gelişmeler göstermektedir ki projeye dahil olan ülkeler, başta Macaristan,
Çek Cumhuriyeti ve Bulgaristan olmak üzere `Türkiye projede çok süratli
çalışabilir` tezini işlemekte projenin planlandığı zamanda hayata geçmesini
istemektedirler. Türkiye ise bu yaklaşıma`Türkiye projede çok süratli
çalışabilir, yeter ki diğer ortaklarımız ellerini çabuk tutsunlar ve ortaya somut
bir şeyler sunsunlar’ şeklinde açıklamalarıyla ivme kazandırmaktadır.

5 Milyar Euroluk İmza

13 Temmuz 2009’da proje gösterişli bir imza töreniyle Ankara’da
imzalanmıştır. Törene, doğalgazın kaynağını elinde tutan ülkelerin katılıma
yetkili olmayan temsilcilerle iştirak etmiştir. Doğalgazın ulaşacağı ülkeler ise
tam yetkili katılımda bulunmuşlardır. İmza öncesi Rusya-Azerbaycan ikili
doğalgaz anlaşmasının yapılması, Türkmenistan’ın projeye başından beri çok
sıcak bakmaması, bu nedenle de her üç ülkenin imza törenine katılmaması
Nabuco’nun hızlı adımlarla hayata geçirilmesi konusunda kuşkular yaratmıştır.
Ancak AB ülkelerinin desteğindeki Türkiye projeyi eksiklerde olsa
uygulamaya sokmayı başarmıştır. Bu güvenli adımının altında şüphesiz ki
Türkiye-İran doğalgaz aktarımı sözleşmesinin yürürlükte olması
bulunmaktadır. Bilindiği üzere hattın kaynak uçları Azerbaycan ve İran
doğalgaz çıkışlarıdır. Nabucco bu anlamda boş kalan bir hat olmayacaktır. Her
ne kadar ABD’nin İran’ı bu projede saf dışı tutma yaklaşımı olsa da ilerleyen
zaman içinde siyasi ilişkilerin düzeleceği durumda İran’dan sağlanacak
doğalgaz projeyi destekleyecek potansiyeldedir.
Rusyanın Şahdeniz projesini alternatif olarak geliştirme çabaları sonuçta
Türkiye üzerinden aktarımı zorunlu kılacağından Türkmen ve Azeri gazlarının
akış yönü Nabucco olacaktır.

SONUÇ

Nabucco projesinin ortaya çıktığı günden imzalanana kadar geçen zaman
içinde en önemli sorun doğalgazda arz güvenliğinin önemidir. Türkiye’nin
tutumu gayet net olmasının yanında Nabucco projesine başından beri tam
destek veren ortak durumundadır. Projenin Avrupa’nın güvenliği ve stratejisi
açısından da büyük öneminin olması bu projenin süratle imzalanarak hayata
geçirilmesini kolaylaştırmıştır. Bu safhada Türkiye, Bakü-Ceyhan hattını
tamamlayarak projenin uygulanabilirliğini AB ülkelerinin önüne sağlam bir
seçenek olarak koymuştur. Boru hatları sayısını halen üç tanesi ham petrol ve
üç tanesi doğal gaz olmak üzere altı ana boru hattına çıkararak cazibesini iyice
arttırmıştır.

Ayrıca tüm bu yatırımlarını desteklemek amacıyla başta ABD olmak üzere
bazı Avrupa ülkeleri de devreye sokularak Türkiye’nin AB üyeliği
önceliklendirilmiştir. Her iki tarafta bilmektedir ki Türkiye’nin AB üyeliği
kaçınılmazdır ancak zamanlaması konusunda güçlü AB ülkelerinin engelleyici
yaklaşımları aşılamamaktadır. Finansör ülkelerin çıkarlarından projeye
bakıldığında, mevcut doğalgaz kaynaklarının çekilmesi yanında bu projeye
karşı hazırlanmış alternatif projelerin sisteme dâhil edilmesinin amaçladığı
görülebilir. Şöyle ki;

Rusya ve Bulgaristan’a uzanan mavi akım projesi Nabacco’yu besleyen
hatlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Sonraki aşamalarda ise Irak, İran,
Mısır istemese de Rusya sisteme dâhil edilerek kaynaklar genişletilecektir.
Ancak Rusya’nın projeye uzak durması ve bu anlamda imza eden ülkeler
içinde yer almaması sorun gibi görünse de, elindeki kozlarını
kuvvetlendirmeye çalışması şeklinde bir yaklaşımda olduğuyla açıklanabilir.
Türkiye’nin tek geçiş hattı olması kaynak ülkelerin alternatif hatlar
geliştirmesini imkânsız kılmaktadır. Mavi akım projesi Nabucco’ya muhtaçtır.
Projenin her iki ucuna - kaynak başlangıç ve bitiş noktaları olarakbakıldığında
ise kapsam ve derinliğin büyüklüğü görülmektedir. Türkiye’nin
kilit ülke konumu ve uygulanacak projedeki vazgeçilmezliği göz ardı
edilememektedir. Bu nedenle projenin A planını oluşturan Türkiye’nin, sadece
geçiş ücretiyle ödüllendirmesi ulusal menfaatlerimiz açısından çok karlı
olduğu söylenemez. Uluslararası anlaşmaları baskı aracı olarak kullanarak
güvence altına alınması düşünülen ve bu projede taşıyıcı ülke konumunun
olumlu-olumsuz getirileri mutlaka düşünülmelidir. Montrö anlaşması bazında
bir anlaşma uluslar arası alanda kullanıcı ülkelerin baskılarına neden olabilir.
Özellikle Almanya ve Fransa’nın doğalgaz vanasını ellerinde tutmak istemeleri
ve bu anlamda Türkiye’yi saf dışı bırakma gayretleriyle AB özleminin
Nubacco anlaşması sonrasına kalacağı söylenebilir. Doğalgaz hattı inşasında ki
vazgeçilmez isteğin yanında Türkiye'nin AB üyeliğiyle irtibatlı hale
getirilmeyip, şantaj imkânı yaratmasının önlenmeye çalışılması konunun
uluslar arası boyuta taşınacağının göstergesidir.

Böylelikle Uluslararası anlaşmalar ile kendini garantiye alınan Nabucco koz
olarak kullanılmaktan çıkacaktır. Bunu bilen taraflar hareket tarzlarını
Nabucco öncesi ve sonrasında dengesine oturtmaya çalışmaktadırlar.Türkiye,
imzalanmış bir Nabucco sonrası AB kozunu kullanmaktan çok AB ile entegre
olabilecek ortak güçlü yönleri belirlemeyi hedeflemektedir..Bu nedenle
oylarına ihtiyaç duyacağı çoğul AB ülkelerini devreye alma gayretlerini
sürdürmektedir. Türkiye, enerji faslından konuya dalarak hem AB üyeleri
tarafından enerji faslından müzakereleri açılmasını gütmekte hem de Fransa’yı
olumsuz kararını değiştirmesi yönünde sıkıştırmaktadır. Bu yaklaşımının AB
Komisyonunun açıklamalarının "Türkiye ile enerji faslının müzakerelere
açılmasında AB Komisyonu açısından bir engel bulunmadığı" şeklinde
somutlandırılması Türkiye için umut verici gelişmelerden biridir. Enerji
faslından AB üyeliğinin kısmı kabul edilmesi bile beraberinde başta ulaşım,
güvenlik, sağlık olmak üzere ticari ilişkilerde açılımları doğuracaktır.
Nabucco projesine desteğini tam gaz sürdüren Türkiye, ekonomik anlamda
kazanımlar sağlayacak bu projeden azami yararlanma gayretindedir. Bu
kazanımların en önceliklisi boru hattıyla gelecek gazın yüzde 15`inin
taşımacılık maliyetleri düşürüldükten sonra kendisine verilmesi tezidir.
Anlaşma metninde yer almasa da Türkiye bu isteğini projenin ilerleyen
safhalarında marjınal seviyede gerçekleştirecektir. Boru hattının üçte ikisinin

Türkiye’den geçmesi doğal olarak böyle bir isteğin geçerliliğini haklı
kılmaktadır.

Başlangıçta belirlendiği üzere Türkiye’nin hattan büyük oranda ortaklık ısrarı
ya da AB üyeliği seçenekleri Nabucco’nun ilerleme hızına ve gereğine
bırakılması doğru bir yaklaşım olacaktır bırakılmıştır. Zira vanayı elinde
tutmak isteyen ve AB katılımı konusunda ısrarcı bir Türkiye ile projenin
gerçekleşme ihtimali de azdır. Böyle bir tercih doğalgaza bağımlı enerji
politikalarından vazgeçemeyen ve kendi enerjisini tamamen üretemeyen
Türkiye’nin kazanımlarını azaltabilir. 

Türkiye için bu projenin gerçekleşmemesi yönünde alınacak kararların, ulusal çıkarlar düzeyinde ve uzun periyotları içerecek şekilde düşünülmesi gerekmektedir. Görünen o ki; her iki şarttan birinin seçimi Türkiye için ne kadar rantble olacağı tahminen hesaplanabilse de gayretlerin AB ne üyelik yönünde halen geçerli olan imtiyazlı ortaklığının AB ile entegreyi arttıracak ticari faaliyetlerle desteklenmesi uzun vadede daha faydalı olacaktır.

KAYNAKÇA

Tesisat Mühendisliği Dergisi, Sayı 87, 2005.
GÜNGÖRÜRLER S. , Trans-Trakya Projesi, Ağustos -2004, İzmir.
TMMOB Makine Mühendisleri Odası Doğal Gaz Komisyonu, Doğal Gaz &
Enerji Yönetimi Bildiriler Kitabı, Gaziantep, 2001.
BATILI, M., Türkiye Doğalgaz Zirvesi, İstanbul, 2000.
Boru hatları ile Petrol Taşıma A.Ş. Web Sayfası, www.botas.gov.tr
BOTAŞ, BTC Proje Direktörlüğü Sayfası, www.btc.com.tr
İstanbul Gaz Dağıtım A.Ş. (iGDAŞ) Web Sayfası, www.igdas.com.tr
http://www.nabucco-pipeline.com
T.C Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı İnternet Sitesi, http://enerji.gov.tr
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası,www.bizdensize.com/AF_SYSTEM
www.euractiv.com.tr/.../almanyadan-nabuccoya
Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (3),2009,165-182


***

6 Aralık 2019 Cuma

TÜRKİYE’NİN RUSYA POLİTİKASI 2009 BÖLÜM 2

TÜRKİYE’NİN RUSYA POLİTİKASI 2009 BÖLÜM 2



Kültürel-Toplumsal İlişkiler

Türkiye ile Rusya arasında kültürel ve toplumsal ilişkiler gün geçtikçe artmakta  dır. Örneğin, 1991’den beri Rus dili ve edebiyatına ilgi giderek artmakta dır. Sovyetler dağıldığı 1991 yılında sadece Ankara Üniversitesi’nde bulunan Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü20 2009 itibariyle altı devlet ve üç de vakıf üniversitesi olmak üzere dokuz eğitim kurumunda21 bulunmaktadır. Bunların yanında yaklaşık 17 üniversitede de Rus dili eğitimi verilmektedir. Artık Türkiye’yi kendilerine bir yaşam yeri olarak seçen Rusyalı vatandaşların sayısı da artmaktadır. 
2009 yılı itibariyle Türkiye’de ikamet eden Rusya vatandaşlarının sayısı (tam sayı bilinmemekle beraber) yaklaşık 50 bine ulaşmıştır. 

Ankara’da 2-2.5 bin, Antalya’da 12-15 bin, İstanbul’da ise 25-30 bin Rusya vatandaşı bulunduğu tahmin edilmektedir.22 Rusya’da yaşayan Türklerin sayısı da bu civardadır. İki ülke vatandaşları arasındaki evliliklerin de yine 40-50 bin civarında olduğu ifade edilmektedir.

2009 yılında Türkiye ile Rusya arasındaki kültürel programlar önceki yıllara göre daha az yoğunluk kesb etmiştir. Şöyle ki, 2007’de Türkiye’de Rusya yılı, 2008’de ise Rusya’da Türkiye yılı olarak kutlanmış ve bu bağlamda karşılıklı pek çok programa imza atılmıştı. 2009 yılı içinde en önemli husus ise, Putin’in Ağustos ziyareti esnasında Eğitim, Bilim, Kültür, Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Programı (Kültürel Değişim Programı, KDP) isimli belgenin hükümetler arasında imzalanmasıydı. Türkiye tarafının inisiyatifi ile ilk kez dile getirilen İstanbul’da bir Türk-Rus üniversitesi ve bir de koleji kurulması teklifi de iki ülkenin kültürel temasında önemli bir aşamadır. Bu öneri hayata geçerse, Galatasaray ve Türk-Alman Üniversitesi’nden sonra Türkiye’de hükümetlerarası antlaşma ile kurulan üçüncü eğitim kurumu Türk-Rus Üniversitesi olacaktır. Bu üniversitenin yanında bir Türk-Rus koleji de önümüzdeki dönemde açılırsa, Amerikan, Fransız, İtalyan, Avusturya vb. kolejlerinden sonra kısmen Batı-dışı sayılabilecek bir ülke ile ortak bir orta öğretim kurumu tesis edilmiş olacaktır.

Hükümetler arasında vatandaşlar için verilen burs sayıları rakamsal olarak henüz çok aşağılarda olsa da, bu yönde de gelişme kaydedildiği söylenebilir. Her iki hükümetin de her geçen yıl daha fazla kişiye burs verdikleri gözlemlenmektedir. Rusya hükümetinin Türkiye vatandaşları için verdiği eğitim amaçlı burs sayısındaki artış rakamlara şöyle yansımaktadır: 2008’de ilk aşamada 33 kişiye verileceği ilan edilen burslar, daha sonra 40 kişiye çıkmış, 2009 yılında ise bu rakam 50’ye yükselmiştir ki, bunun içinde 8 yüksek lisans, 8 doktora ve 34 dil kursu bursu bulunmaktaydı.23 Son üç seneden beri Rusya hükümetince Türkiye’ye ayrılan burs kontenjanının diğer ülkelere kıyasla en yüksek olduğunu da ifade etmek gerekir. Türkiye’nin de Rusya vatandaşlarına çeşitli eğitimler için tahsis ettiği burs kontenjanının da arttığı görülmektedir; bu çerçevede 2008’de 65, 2009’da da 67 kişiye burs verileceği ilan edilmiştir.24

Toplumsal temaslar çerçevesinde, iki ülke arasındaki turizm sayesinde insan hareketliliğinin önem kazandığını belirtmek gerekir. 1991’den beri önemli miktarda Rus turist Türkiye’yi hem ticaret, hem dinlenme vesilesiyle ziyaret etmiştir. 2000’li yıllarda hızla yükselen turist sayısı, 2009’da ekonomik daralmaya rağmen 2.7 milyona ulaşmıştır. Daha önce tarihte yalnız savaşlarda kitlesel olarak karşı karşıya gelmeler dışında söz konusu toplumlar arasında bu türden bir hareketlilikten bahsedilemez.25 İki ülke arasında daha önce görülmeyen bu insan hareketliliğin, tarihten gelen olumsuz algıların da yavaş yavaş değişmesine neden olacağı umulmaktadır.

Askeri Alandaki Münasebetler

1992’de Rusya ile askeri teknoloji alanında işbirliğine giden ilk NATO ülkesi olan Türkiye’nin terörle mücadele amacıyla zırhlı araç, helikopter ve otomatik silahlar almasının akabinde uzun zaman bu alanda pek bir ilerleme kaydetmediği bilinmektedir. Hatta 2000’li yılların ortalarında Türkiye’ye KA-50 Erdoğan isimli saldırı helikopterlerinin satılması gündemdeydi. Bununla beraber, 2001’den 
beri yapılan Savunma Sanayii Hükümetlerarası Komisyonu 6 toplantı yapmış ve savunma alanında birçok işbirliği sahasının olduğu kaydedilmiştir.26 Ajansların verdiği bilgilere göre, 2009 sonuna dek Türkiye’ye 80 adet “Kornet” füze savunma sisteminin teslim edilmesi planlanmıştır. 
Nisan 2009’da ise Rusya Savunma Bakanlığı temsilcileri, silah ticaretinin ihracıyla görevli Rosoboroneksport firması ve çeşitli üretici Rus firmaları İstanbul’da yapılan İDEF savunma sanayi fuarına katılmış ve 120’den fazla silah sergilemişlerdir. Fuar esnasında Rosoboroneksport’un bir yetkilisi Türkiye’nin, Rusya’nın S-400 füzeleriyle ilgilendiğini açıklamıştır.27 Söz konusu füzeler, 400 kilometrelik bir alanda havadan gelen tehditleri imha edebilir özelliktedir. Bunların yanında 2009 yılında basında Rusya’dan helikopter alınacağına 
dair haberler çıksa da henüz somut bir ilerleme kaydedildiği söylenemez.28

Bu arada iki ülkenin deniz kuvvetleri, Türkiye’nin inisiyatifiyle oluşturulan ve Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin insani yardım, aramakurtarma ve çevre koruma amacıyla dahil olduğu BLACKSEAFOR’da ve söz konusu kıyıdaş ülkelerin katıldığı ve terör, kitle imha silahlarının yayılması ve yasadışı faaliyetlere karşı mücadele eden Karadeniz Uyumu Harekatı’nda işbirliğini sürdürmektedirler. Bu çerçevede 
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç, 9 Temmuz 2009 tarihinde Moskova’yı ziyaret ederek Rusya Deniz Kuvvetleri Komutanı Vladimir Visotski ile karşılıklı ilişkiler ve Karadeniz’in güvenliği konularında görüşmelerde bulunmuştur.29

İkili İlişkilerde Gerilim Alanları

Son yıllarda Türkiye ve Rusya arasında gelişen bu ilişkilere rağmen taraflar arasında perde arkasında bazı sorunların, görüş ayrılıklarının var olduğunu ve bazı konularda rekabet eğiliminin olduğunu da vurgulamak gerekir. Bu konuların birçoğu 2009 yılında da varlığını korumuştur. Öncelikle, mevcut ticaret hacminin dörtte üç oranında Türkiye aleyhine gelişmesi, Ankara’nın çözmesi gereken bir 
sorundur.30 İkincisi, Türkiye’nin doğalgazda Rusya’ya olan bağımlılığını azaltması da enerji güvenliği açısından gereklidir. Üçüncü ayrışma noktası da enerji hatları konusunda iki ülke arasında perde arkasında bir rekabetin olduğu görüşüdür. Nabucco ile Güney Akım projelerinin birbirine rakip olduğu birçok uzman tarafından dile getirilmektedir. Bununla beraber, Avrupa’da doğalgaz arzı arttığı sürece bu iki projenin birbirine rakip olmasını söylemek zordur. Ne var ki, Türk yetkililer bu projelerin rakip olmadığını belirtirken, Rus yetkililer Nabucco’yu sorgular mahiyette açıklamalar yapmışlardır. Örneğin, Başbakan Putin’in resmi sözcüsü Dmitri Peskov, basına verdiği bir mülakatta Nabucco’ya doğrudan karşı çıkmasa da bu hatta verilecek doğalgaz rezervlerinin olup olmadığını gündeme getirmiş ve burada (Hazar’ın hukuki statüsünün henüz çözülmediğinden hareketle) kimsenin evet diye garanti veremeyeceğini kaydetmiştir.31 
Peskov’un ifadeleri, zamanında Rus yetkililerin Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının ekonomik olmadığı yönündeki açıklamalarını hatırlatmaktadır.

Dördüncüsü, Balkanlar ve Kafkaslardaki bölgesel sorunlara bakışta iki ülke arasında ciddi görüş farklılıkları mevcuttur. Türkiye Kosova’nın bağımsızlığını tanıyan ilk devletlerden biri iken Rusya buna kesinlikle karşı çıkmıştır; diğer yandan Rusya Güney Osetya ve Abhazya’yı bağımsız bir devlet olarak tanımakta, ancak Türkiye bu bölgeleri Gürcistan’ın bir parçası olarak görmektedir. Türkiye, Ankara-Erivan ilişkilerinin, Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmesiyle ilerleyebileceğini ifade ederken, Rusya, 
her ne kadar protokollere destek verse de, bunları birbirinden ayrı süreçler olarak addetmektedir.

Beşincisi, ikili ilişkilerde her ne kadar resmi ziyaretlerin yoğunluğu gün geçtikçe artsa da, siyasi diyalogun32 ve kültürel ilişkilerin, ekonomi ve turizme kıyasla çok geride olduğu görülmektedir. İlişkilerdeki kırılganlığı gidermek ve işbirliği perspektiflerini sürekli hale getirmek amacıyla söz konusu alanların geliştirilmesi elzemdir. Son olarak, Türk-Rus ilişkilerinin son on yılının yükselen bir işbirliği çizgisinde devam etmesine rağmen, karşılıklı algılamalarda hala tarihten gelen negatif imgelerin bertaraf edildiği söylenemez. Savaş, rekabet ve gerilimlerle kolektif hafızalarda kök salan bu karşılıklı olumsuz imgelerin olumlu yönde dönüştürülmesi, kalıcı ilişkilerin tesisi için son derece önemlidir. 

Sonuç

Türkiye’nin 2000’li yıllardaki Rusya politikasının, bir önceki on yıla kıyasla ciddi manada dönüşüm geçirdiği görülmektedir. Rusya, rekabet edilen bir ülke olarak değil, birçok alanda işbirliğinin yapılabileceği bir ortağa dönüşmüş, ilişkiler derinleşirken ülkeler yakınlaşma sürecine girmiştir. Bu, geleneksel Türk dış politikasında stratejik zihniyetin değişime uğradığını göstermektedir. Şunu da kaydetmek gerekir ki, Türk-Rus ilişkilerindeki dönüşüm sadece bir önceki on yıla göre kaydedilen bir dönüşüm değil, aynı zamanda tarihteki yakınlaşma dönemlerinden farklılaşan bir duruma işaret etmektedir. Burada münasebetlerin dinamiklerinde daha önceki askeri güç/yardım gibi konulardan ekonomi / enerji/kültür gibi yumuşak güç parametrelerine doğru bir kayış söz konusu olmuştur. Önceki yakınlaşma dönemlerinde tek taraflı olan ilişkiler (Rusya’nın askeri yardımı vs.), günümüzde karşılıklı ekonomik temaslarla çok karmaşık hale gelmiştir.

2000’li yılların başlarından itibaren yakınlaşma sürecine giren Türk-Rus ilişkileri, üst düzeyde karşılıklı ziyaretler ve enerji başta olmak üzere birçok projede işbirlikleri ile ivme kazanmış ve çok-boyutlu aşamaya doğru adımlar atılmıştır. Bu çerçevede 2009, Türk-Rus ilişkilerinin çok-boyutlu dönüşümü açısından sürekliliklerin devam ettiği önemli bir yıl olmuştur. Yıl içinde gerçekleşen Cumhurbaşkanı Gül’ün Moskova ve Kazan, Başbakan Erdoğan’ın Soçi, Başbakan Putin’in Ankara ziyaretlerinin yanı sıra bakanlar düzeyindeki temaslar, imzalanan siyasi ve ekonomik belgeler, ticaret hacminde ulaşılan rakamlar, karşılıklı yatırımlar ve ilişkilerde yeni işbirliği alanlarının açılması gibi hususlar Rusya’nın, Türkiye’nin dış politikasında önemli eksenlerden biri olma pozisyonunu koruduğunu ve hatta 2009 yılında kaydedilen gelişmelerle ilişkilerin daha da derinleştiğini söylemeye imkan vermektedir.

Türkiye ve Rusya arasında siyasi diyalogun gelişmesi, ekonomik işbirliği noktalarının artması, ilişkilerin karşılıklı olarak tamamlayıcı ve çok-boyutlu hale gelmesi ve nihayet yeni ortaklık projelerine başlanmasının sadece bu iki ülke münasebetleri açısından değil, bu iki ülkenin yakın çevresinde barış ve istikrarın korunması ve bölgesel sorunların çözümü bağlamında da kolaylaştırıcı ve faydalı rol oynadığı ileri sürülebilir. Bu çerçevede mevcut ilişkilerin sürekliliğinin korunması için ikili ilişkilerdeki muhtemel gerilim alanlarının bertaraf 
edilmesi üzerine düşünülmeli ve münasebetlerde kırılganlığa yol açacak davranışlara yer verilmemelidir.

Türkiye’nin Rusya Politikası 2009 Kronoloji

13-14 Ocak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Rusya Enerji Bakanı Shmatko’nun daveti üzerine Moskova’ya bir ziyarette bulunmuştur.

17 Ocak RF-Ukrayna doğalgaz sorununun çözüme kavuşturulması amacıyla, Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev’in inisiyatifiyle Moskova’da düzenlenen zirveye Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren başkanlığında bir heyet iştirak etmiştir.

12-15 Şubat Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Rusya’nın başkenti Moskova’ya ve Tataristan’ın başkenti Kazan’a dört günlük bir “devlet ziyareti” gerçekleştirmiştir. Ziyarette iki ülkenin cumhurbaşkanları, ülkeler arasında mal ve hizmetlerin serbest dolaşımına imkan sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması ve her alanda karşılıklı işbirliği alanlarının derinleştirilmesine dair ortak bir deklarasyon imzalamıştır.

4 Mart Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı F. Sinirlioğlu Moskova’da Rusya’nın Ortadoğu’dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı A. V. Saltanov ve A. N. Borodavkin ile Ortadoğu Sorunu ve Afganistan’la ilgili istişarelerde bulunmuştur.

17-19 Mart Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve beraberindeki heyet Moskova’da düzenlenen Uluslararası Seyahat ve Turizm Fuarı’na (MITT) katılmıştır.

27 Mart Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un davetine icabetle Moskova’da düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü Afganistan Özel Konferansı’na katılmış ve konferans esnasında Lavrov ile kısa bir görüşme de gerçekleştirilmiştir. 

16-21 Nisan Bayındırlık ve İskân Bakanı Nafiz Özak, Türk müteahhitlik firmalarının karşılaştıkları sorunları yerinde incelemek maksadıyla Rusya’nın Yekaterinburg, Omsk ve Moskova şehirlerini kapsayan bir çalışma ziyareti gerçekleştirmiştir.

11 Mayıs New York’ta Ortadoğu sorunuyla ilgili Dışişleri Bakanları toplantısında Türk tarafının inisiyatifi ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleştirilmiş ve ikili, bölgesel ve uluslararası sorunlar üzerine müzakerelerde bulunulmuştur.

16 Mayıs Başbakan Erdoğan, Soçi’de Rusya Başbakanı Putin’le ikili ve bölgesel konuları ele alan bir görüşme yapmıştır.

22 Mayıs Moskova’da Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı V. G. Titov ve Türkiye Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Yardımcısı Ünal Çeviköz eşbaşkanlığında üst düzey işbirliği ortak çalışma grubunun toplantısı yapılmış ve işbirliği perspektifleri üzerinde durulmuştur.

22-24 Haziran TBMM Başkanı Köksal Toptan, Rusya Parlamentosu üst kanadı Federasyon Konseyi Başkanı Sergey Mironov’un davetlisi olarak bir milletvekili grubu ile Moskova ve Petersburg’u ziyaret etmiştir.

1-2 Temmuz Dışişleri Bakanı Davutoğlu Moskova’ya bir çalışma ziyaretinde bulunmuş ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la bir araya gelmiştir.

1-3 Temmuz Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Rusya Enerji Bakanı Sergey Shmatko’nun davetine icabeten Moskova’ya bir ziyaret gerçekleştirmiştir.

3 Temmuz Cumhurbaşkanı Gül, Medvedev ile bir telefon görüşmesi yapmıştır. 

4-6 Temmuz İlk yurtdışı gezisini Türkiye’ye düzenleyen Rus Ortodoks Kilisesi Patriği Kiril, İstanbul ve Ankara’da çeşitli temaslarda bulunmuştur. 

İstanbul’da Fener Rum Patriği Bartholomeos’u ziyaret ederek ortak bir ayine katılmış, Ankara’da da Başbakan Erdoğan ve Diyanet İşleri Başkanı 
Ali Bardakoğlu ile görüşmüştür. 

3-5 Ağustos Türkiye-Rusya Federasyonu Karma Ekonomik Komisyonu (KEK) IX. Dönem Toplantısı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Rusya Başbakan Yardımcısı İgor Seçin’in eşbaşkanlıklarında Ankara’da düzenlenmiştir.

6 Ağustos Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Başbakan Erdoğan’ın davetine icabetle Ankara’ya gelmiştir. Putin’in ziyareti sırasında çeşitli alanlarda 20 belgeye imza atılmıştır. 

1 Eylül Rusya Dışişleri Bakanlığı, Türkiye ile Ermenistan arasındaki “protokol süreci”ni destekleyen bir açıklama yayınlamıştır.

26 Eylül New York’ta BM’nin 64. Genel Kurul Toplantısı esnasında Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la görüşerek bölgesel ve uluslararası sorunlarla ilgili istişarelerde bulunmuştur.

22 Ekim Erdoğan-Putin-Berlusconi arasında bir telekonferans gerçekleştirilmiştir.

10-11 Kasım Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu tarafından Moskova’da düzenlenen “Avrasya’da Türk Girişimleri Özelinde Rusya” konulu toplantıya katılmak üzere, Rusya Federasyonu’na bir ziyaret gerçekleştirmiştir.

9 Kasım Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı V. G. Titov, Ankara’ya bir çalışma ziyareti yapmış ve burada Dışişleri Bakanlığı Müsteşar yardımcıları Ünal Çeviköz ve Halit Çevik’le istişarelerde bulunmuştur.

19-20 Kasım İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Moskova’da gerçekleştirilen “Birinci Global Karayolu Güvenliği Bakanlar Konferansı”na katılmış ve Rusya İçişleri Bakanı Raşid Nurgaliyev’le bir görüşme yapmıştır. 

22-24 Kasım TBMM’nin yeni başkanı Mehmet Ali Şahin, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi’nin 34. Genel Kurulu’na katılmak üzere Moskova’ya gitmiştir.

DİPNOTLAR;

1 Bu konuların kronolojik dökümü için bkz. O. Kolobov, A. Kornilov ve F. Özbay, Çağdaş Türk-Rus İlişkileri: Sorunlar ve İşbirliği Alanları 1992-2005, çev. 
   E. Osmanov, V. İmanov ve R. Memmedov, İstanbul: Tasam, 2006.
2 Türk dış politikasının gündemini 2009 yılında meşgul eden konular özetle şunlardı. İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırının yansımaları, Dünya Su Forumu, ABD Devlet Başkanı  Barack Obama’nın 2009 Nisan Ankara-İstanbul ziyareti, Medeniyetler İttifakı’nın İkinci Forumu’nun yanı sıra AB süreci ile birlikte Türk dış politikasının mesaisini harcadığı dosyalar arasında Pakistan-Afganistan uzlaşması, Filistin meselesi, Ermenistan’la diplomatik  ilişkilerin tesisine yönelik protokol süreci, Bosna-Hersek ile Sırbistan arasında arabuluculuk, Körfez İşbirliği Konseyi ile Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalog 1. Dışişleri Toplantısı, 
Kıbrıs müzakereleri, Irak ve Suriye ile Stratejik İşbirliği Konseylerinin tesisi ve yıl sonuna doğru da İran nükleer dosyası bulunmaktaydı.
3 ..........Protokollerin kamuoyu ile paylaşılmasının akabinde Rusya Dışişleri Bakanlığı bu süreci  destekleyici bir açıklama yapmıştır, bkz. Rusya Dışişleri Bakanlığı, 1 Eylül 2009, http://www.mid.ru
4 ......Protokollerin imza töreninden sonra Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bir daha süreci destekleyici beyanda bulunmuştur. Bkz. Rusya Dışişleri Bakanlığı, 10 Ekim 2009, http://www.mid.ru
5 Deklarasyon Rusça metni için bkz. Rusya Cumhurbaşkanı’nın resmi sitesi, 13 Şubat 2009, http://archive.kremlin.ru; Türkçe metin için bkz. Dışişleri Bakanlığı, 13 Şubat 2009, http://www.mfa.gov.tr
6 ........Sergey Semerkin, “Preziden Turtsii i Prezident Tatarstana Proveli Peregovory v Kazanskom  Kremle” [Türkiye ve Tataristan Cumhurbaşkanları Kazan Kremlin’de görüşmeler yaptılar], 14 Şubat 2009, http://www.tatar-inform.ru.
7 Putin’in resmi sözcüsü Dmitri Peskov’a göre, daha önce on dakika planlanan görüşme  gündemin yoğunluğu nedeniyle üç saate uzamıştır. “Gümrük Krizini Putin İzliyor, Sonuç Bekliyoruz”, Radikal, 3 Haziran 2009.
8 Basın brifingi için bkz. Rusya Federasyonu Hükümeti resmi web sayfası, 16 Mayıs 2009,  http://www.government.ru
9 “Toptan Nazım Hikmet’in Kabrini Ziyaret Etti”, Sabah, 22 Haziran 2009.
10 İmzalanan belgeler şunlardı: 
1. Türkiye ile Rusya 9. Dönem KEK toplantısı protokolü, 
2. Türkiye ile Rusya arasında nükleer enerji alanında işbirliği protokolü, 
3. Türkiye ile Rusya  arasında nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımına ilişkin işbirliği antlaşması, 
4. Türkiye ile Rusya arasında nükleer kazaların erken bildirimi ve nükleer tesisler hakkında bilgi değişimi antlaşması, 
5. Türkiye ile Rusya arasında doğal gaz alanında işbirliği protokolü, 
6. Türkiye ile Rusya arasında petrol alanında işbirliği protokolü, 
7. Türk Standartları Enstitüsü ile Rusya Federal Teknik Regülasyon ve Metroloji Servisi arasında standardizasyon ve uygunluk değerlendirmesi alanlarında işbirliğine ilişkin memorandum, 
8. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ile Rusya Federal Uzay Ajansı  (ROSCOSMOS) arasında dış uzayın keşfi ve barışçı amaçlarla kullanımı alanında işbirliğine ilişkin mutabakat zaptı, 
9. Eğitim, Bilim, Kültür, Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Programı (Kültürel Değişim Programı, KDP), 
10. Türkiye Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile Rusya Federal Bitki Karantina ve Veterinerlik Servisi arasında ithal ve ihraç edilen su ürünlerinin gıda güvenliği konusunda işbirliğine ilişkin memorandum, 
11. Türkiye Gümrük Müsteşarlığı ile Rusya Federal Gümrük Servisi arasında gümrük işlemlerine ilişkin mutabakat zaptı, 
12. Türkiye Sermaye Piyasası Kurulu ile Rusya Federal Finansal Piyasalar 
Servisi arasında bilgi alışverişi hakkında mutabakat zaptı, 
13. Akron (Rusya Federasyonu) ve Ost Olgun Dış Ticaret (Türkiye) şirketleri arasında madeni gübre üretimi ve dağıtımı alanında işbirliği protokolü, 14. TETAŞ ve Inter RAO EES şirketleri arasında elektrik enerjisi alımıyla ilgili niyet protokolü, 
15. Rosneft ile Aksa Enerji şirketleri arasında mutabakat zaptı, 
16. Rosneft ile Çalık Holding arasında mutabakat zaptı, 
17. Rosneft ile Türk Petrol arasında mutabakat zaptı, 
18. Rosneft ile Tüpraş arasında mutabakat zaptı, 
19. Gazprom Export ile Çalık Holding arasında niyet protokolü, 
20. Gazprom Export ile Aksa Enerji arasında niyet protokolü. 11 “Ortodoks Aleminin En Güçlü İki Din Adamı İstanbul’da Buluştu”, Radikal, 5 Temmuz 2009; “Patrik Kiril: ‘Ruhban Okulu Açılabilir’”, 7 Temmuz 2009, 
http://www.cnnturk.com
12 3 Temmuz 2009, www.1news.az
13 Rusya Ülke Raporu, Dış Ticaret Müsteşarlığı, http://www.dtm.gov.tr
14 Bkz. Rusya Federal İstatistik Servisi, http://www.gks.ru.
15 “Ülkelere Göre İthalat,” Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığının dokümanı, Ocak 2010, http://www.gumruk.gov.tr
16 Rusya Federal Gümrük Servisi, Şubat 2010, http://www.fts.ru
17 .......Rusya’nın toplam 470 milyar dolar olan ticaret hacminde Türkiye’den önce bulunan ülkeler şunlardır: 
    1. Almanya %8.5 (39.9 milyar dolar), 
    2. Hollanda %8.5 (39.8 milyar), 
    3. Çin %8.4 (39.5 milyar), 
    4. İtalya %7 (33 milyar), 
    5. Belarus %5 (23.4 milyar), 
    6. Ukrayna %4.9 (22.9 milyar). Oranların farklılığına rağmen 2008 sıralamasının da yine aynı şekilde olduğu tespit edilebilir. Türkiye’nin peşinden gelen ülkeler ise, %3.9 (18.9 milyar) ile ABD ve %3.7 (17.1 milyar) ile Fransa’dır. Rusya’nın ticaret hacminde AB ülkeleri toplamda %50 civarında bir oranla yer almıştır.
18 “Dünyanın Dilindeki Otele Görkemli Açılış”, Yeni Şafak, 17 Mayıs 2009.
19 “Tatarstan i Turetskie Kompanii Podpisali Srazu 3 Biznes-Soglasheniia” [Tataristan ve Türk firmaları 3 iş antlaşması imzaladı], 14 Şubat 2009, 
http://www.tatar-inform.ru
20 Soğuk Savaş yıllarında Kara Harp Okulu’nda verilen Rusça eğitim, yaygın değil, istisna bir eğitimdi.
21 Rus Dili ve Edebiyatı bölümleri olan üniversiteler Ankara, İstanbul, Gazi, Selçuk, Erciyes, Kafkas, Fatih, Okan ve Beykent’tir. Son iki üniversitede 
ilgili bölümler Rusça Mütercim-Tercümanlık adını taşımaktadır.
22 “Interviiu Posla Rossii v Turtsiiu V. E. Ivanovskogo” [Rusya’nın Ankara Büyükelçisi İvanovski’yle mülakat], Konsul (Petersburg), n. 4, Aralık 2009, s. 7.
23 Bkz. Milli Eğitim Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün web sayfası, http//digm.meb.gov.tr. 
24 Bkz. Rusya’daki çeşitli üniversitelerin web sayfaları.
25 ..........1917 Ekim Devrimi akabinde Bolşevik Rusya’dan kaçarak İstanbul’a gelen ve bir süre burada yaşayan 2-2.5 milyon muhacir Rus’un durumu istisnadır.
26 A. Buravov, “O Rossiisko-Turetskom Voenno-Tekhnicheskom Sotrudnichestve” [Rusya-Türkiye askeri teknoloji işbirliğine dair], 26 Nisan 2009, http://www.iimes.ru 
27 “Türkiye, Rusya’nın S-400’lerine İlgi Duyuyor”, 28 Nisan 2009, http://www.dunyabulteni.net
28 Interfax haber ajansına dayandırılan bu türden bir haber için bkz. “Rusya: Türkiye Bizden Mi-28 İstedi”, 18 Haziran 2009, http://www.rusya.ru
29 “Deniz Kuvvetleri Komutanı Ataç Rusya’da”, Cihan Haber Ajansı, 7 Temmuz 2009.
30 Genelde bu konu gündeme geldiğinde Rusyalı yetkililer özellikle Türk inşaat şirketlerinin yaptıkları iş hacmini de hesaba katarak aslında dengeli bir durumun olduğundan bahsetmektedirler. 
Bu durumda, artık Türkiye’de milyarlarca dolar yatırım yapmaya girişen Rus 
şirketlerinin de iş hacimleri dikkate alınmalıdır.
31 Başbakan Putin’in resmi sözcüsü Dmitri Peskov’un Rusya’nın Sesi Radyosu ile Anadolu Ajansı’na bu yönde yaptığı açıklamaların Türkçe metni için bkz. Rusya’nın Sesi Radyosu, 28 Ocak 2009, http://turkish.ruvr.ru; Peskov’un bir süre sonra söz konusu görüşlerini tekrarladığı haber için bkz. “Gümrük Krizini Putin İzliyor, Sonuç Bekliyoruz”, Radikal, 3 Haziran 2009.
32 .....Bu arada şu nokta da kaydedilmelidir ki, 2009 yılında gerçekleştirilen üst düzeyde ziyaretlere rağmen Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın “2009 yılında Dış Politikada Başlıca Olaylar” isimli 26 maddelik raporunda Türkiye’nin ismi sadece bir kere geçmektedir. Güney Akım için Karadeniz’de inceleme yapmak amacıyla Ankara’dan izin alındığı belirtilmektedir. Osnovnye Vneshnepoliticheskie Sobytiia 2009 goda [2009 yılında dış politikada başlıca olaylar], Rusya Dışişleri Bakanlığı Internet sayfası, Şubat 2010, 
http://www.mid.ru.


***

23 Eylül 2019 Pazartesi

Akdeniz’de Enerji Oyunu.,

5 Soru: Akdeniz’de Enerji Oyunu.,





     Akdeniz’deki son gelişmeler 'enerji oyunu' çerçevesinde değerlendirilebilir mi? 
Türkiye’yi dışlayarak enerji kaynaklarının pazarlanması mümkün mü? Doğu Akdeniz’de bulunan gazın East-Med Boru Hattı ile Avrupa’ya taşınma ihtimali nedir? AB’nin Doğu Akdeniz’deki jeopolitik oyunda tutumu nedir? AB/Avrupalılar Doğu Akdeniz’de nasıl bir tutum takınmalı?

Akdeniz’deki son gelişmeler “Enerji Oyunu” Çerçevesinde değerlendirilebilir mi?
Öncelikle 2009’da Doğu Akdeniz’de doğal gaz rezervlerinin ilk keşfi yapıldığında bölgedeki enerji kaynaklarının bölge ülkeleri arasındaki siyasi sorunları çözmek konusunda özendirici bir mahiyet taşıyacağı düşünüldü. 

Özellikle, Obama yönetimi bu düşünce ile hareket etmekte ve Kıbrıs meselesinin çözümünde de Akdeniz’de bulunan gaz rezervlerinin kolaylaştırıcı bir etken olacağına inanmaktaydı. O gün için basit bir mantığı vardı işin: gaz çıkaran ülkeler iç-tüketim fazlasını doğal olarak satmak istiyorlardı. Avrupa pazarı da hem coğrafi yakınlığı hem de enerji çeşitlendirme ihtiyacı nedeniyle bu iş için mantıklı görünüyordu. Avrupa pazarına ticaret barışını savunan Türkiye üzerinden ulaşmak mümkündü ve ABD’de Obama yönetimi Avrupa’nın Rusya’ya bağımlılığını azaltmak için tüm bu paketi destekliyordu. Hatta yine o günlerde Kıbrıs adası çevresindeki bloklarda var olan gaz rezervlerinin Kıbrıs sorununun siyasi çözümünde taraflar arası kolaylaştırıcı olacağı fikri ortaya atıldı.

Ancak, 2009’da bir ekonomik enerji oyunu paketinde sunulan Doğu Akdeniz gaz rezervleri meselesinin zaman içerisinde ekonomik oyun hattından kaydığını gözlemliyoruz. Zaten o günden bugüne farklı gaz anlaşmaları imzalansa ve farklı jeopolitik gaz koalisyonları kurulsa da 2009’dan beri gazını satmak için kapı kapı dolaşan İsrail bile henüz somut bir ekonomik kazanç sağlayabilmiş değil. İsrail, Doğu Akdeniz’de özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) sağladığı çerçeve üzerinden ekonomik kazançtan ziyade donanma kabiliyetlerini geliştirmeye çalışıyor izlenimi veriyor. İsrail’in bu genel tutumu Akdeniz’deki jeoekonomik oyunun jeopolitik oyuna paralel olarak değiştiği savımızla uyumlu.
Akdeniz’deki jeopolitik oyun bölgeye Rusya Federasyonu’nun 2015 tarihinden itibaren gelişiyle tamamen değişti. Moskova’nın anılan tarihten sonra Suriye üzerinden Doğu Akdeniz’de belirli bir alanı askeri kapasitesiyle (A2/AD) rakiplerinin erişimine kapatması üzerine, Trump yönetimi, ABD’nin jeopolitik açıdan Akdeniz’e geri dönüşünün bir zorunluluk olduğu sonucuna vardı. Haziran 2019’da, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Akdeniz’i Washington için yeni bir stratejik cephe olarak ilan etmesi de bu bağlamda bir tesadüf değildi. Trump yönetimi, Akdeniz’e geri dönüşü iki aşamalı olarak somutlaştırmaya karar verdi.
İlk aşamada, ABD Akdeniz’de var olan donanmasının gücünü artırmak suretiyle deniz sahasındaki askeri varlığını ve dolayısıyla görünürlüğünü ciddi şekilde artırdı. İkinci olarak, GKRY, Yunanistan, İsrail ve Mısır’dan oluşan yeni bir dörtlü ittifakı doğal gaz alanında oluşturdu. İlk aşamanın göze batmaması (Rusya ile askeri sınırlı çatışma riskinin kontrolü) için ikinci aşamadaki enerji oyunu faydalı bir kılıf işlevi de görmekteydi.

GKRY ve Yunanistan için ise bu bir fırsatı ifade ediyordu. Böylece GKRY, 2003 senesinden itibaren sürdürdüğü adanın doğal kaynaklarının paylaşımından KKTC’yi dışlayarak Kıbrıs Türk toplumu üzerindeki ekonomik ve siyasi baskıyı artırma politikasını bir adım daha ileri götürme fırsatı yakaladığını düşünebilecekti. Bilindiği üzere Kıbrıs adası etrafında bulunan doğal kaynaklar üzerinde eşit hakka sahip KKTC’nin meşru haklarından mahrum edilmesi tam olarak 2003 senesinde GKRY’nin tek taraflı MEB ilan etmesi ve buraya uluslararası firmaları çağırmasıyla başlamıştı. Uluslararası hukuka göre son derece sorunlu bu adımlara farklı jeopolitik nedenlerle İsrail, Mısır ve ABD’den, nihayetinde de AB’den destek bulmak elbette GKRY için  cesaretlendirici bir etki yaratıyor.

Aslında Türkiye ve KKTC’nin açıkça, Rusya’nın örtülü olarak dışlandığı bu enerji projeleri (örneğin East-Med) a)- ekonomik ve siyasi maliyeti çok yüksek, b)- jeopolitik riskler nedeniyle geleceği belirsiz ve c)- Türkiye ve KKTC’nin haklarını yok saydığı için gayri-hukukidir. Tüm bu nedenlerle de Doğu Akdeniz’deki oyun saf bir ekonomik enerji oyunu olsaydı kâr-zarar/ fırsat-risk hesaplarındaki zarar-risk hanesinin ağırlığı nedeniyle yapılabilir bulunamazdı. Üstelik Türkiye ve KKTC’nin haklarının göz ardı edilmesi üzerine odaklı bu projeler bölgesel ticaretin olmazsa olmazlarından biri olan istikrara katkı sağlamak bir yana kaynak çıkarımı ve ticaretini bölgede istikrarsızlık üretmenin bir aracı haline getiriyorlar. Kimi odaklarca zikredilen olası rezervlerle ilgili rakamlar çok büyük olsa da henüz kanıtlanmış rezerv miktarları ve ticaret hacmi bu tür bir sıfır toplamlı oyun dayatmaktan çok uzak. Tüm bu gerçekler bize, enerji oyunu kisvesi altında rakibi kıymetli alanlardan dışlamaya yönelik bir jeopolitik oyunun ABD tarafından (kimileri için de Rusya tarafından) bölgeye dayatıldığını ve başta GKRY ve İsrail olmak üzere çeşitli aktörlerce bir fırsat olarak çıkarcı bir biçimde satın alındığını düşündürtüyor.

Türkiye’yi dışlayarak enerji kaynaklarının pazarlanması mümkün mü?
Oyun, enerji oyunu ise yukarıda zikrettiğimiz nedenlerle cevap çok açık bir “hayır”. Ancak oyun jeoekonomik görünümlü bir jeopolitik oyun. Jeopolitik oyun a)- Rusya’nın bölgedeki 2015 kazançlarından geri püskürtülmesi çok zor olduğu için bu kazançların dengelenmesi ve sınırlanması, 
b)- Rusya’nın sınırlanması üzerinden İran’ın sıkıştırılması, 
c)- Türkiye’nin sınırlandırılması üzerinden Ankara’nın Doğu Akdeniz mücadelesinde kendi adına iki rakip arasında ve kendine yönelik tehlikeler karşısında “dengenin dengeleyicisi” rolünü oynamasının engellenmesi gibi farklı amaçlar taşıyor. 

Bu nedenle Doğu Akdeniz’deki enerji oyunu bahane edilerek Ankara,

a)- enerji oyununa dahil edilmemiş; yalnızmış, izole edilmiş gibi gösteriliyor ki Ankara, kendi karasularında ve KKTC’den aldığı yetki ile Kıbrıs çevresinde arama ve sondaj faaliyetleri yapma yeteneğine ve gücüne sahip olduğu müddetçe izole edilmiş, dışlanmış değil oyunun tam ortasındadır.
b)- Ankara ve KKTC sanki meşru haklarını savunmuyorlarmış gibi gayri hukuki bir algı oluşturuluyor (Fatih gemisi personeli ile ilgili GKRY’nin izlediği politika buna örnek olarak verilebilir). Böylece bu fırsatçı aktörler, East-Med projesi ya da Sevilla Haritası gibi akla ve günün siyasal gerçekliğine uygun olmayan revizyonist projelerin (hem Türkiye’yi hem KKTC’yi hem de Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik haklarını yok sayan) gayri hukukiliğini de çıkarılan bu gürültü esnasında unutturmaya çalışıyorlar.

Bu noktada Türkiye alan-kapatma kabiliyetlerini geliştirerek son derece yerinde bir politika izliyor ve bu nedenle de karşı aktörlerde endişe yaratıyor. 
Bu çerçevede S-400 gibi alan-kapatma sistemlerinin ve geliştirilen donanma ve hava kabiliyetlerinin çok önemli olduğunu ifade etmek gerekir. Benzeri milli sistemler de geliştirilmeli, geliştirilecektir. Türkiye’nin sismik araştırma ve derin sondaj kabiliyetine sahip sayılı ülkeler arasında olmasının ve bölgede mütecaviz ve saldırgan hareketleri caydırabilecek deniz ve hava kabiliyetlerine sahip bulunmasının aslında yukarıda zikredilen jeopolitik oyunun Türkiye ayağını akamete uğrattığı da bir gerçektir. Çünkü bu kabiliyetler artıkça ve kullanıldıkça Türkiye ve KKTC’nin haklarını yok sayan hiçbir projenin ekonomik ve siyasi olarak yapılabilir olması mümkün olmayacaktır. Zaten Ankara, Türkiye ve KKTC’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanarak Akdeniz’de bir oldu bittiye müsaade etmeyeceğini de her fırsatta göstermektedir.

Türkiye, halihazırda Akdeniz’de 2004 senesinden itibaren BM‘ye kaydettirdiği kıta sahanlığının dış sınır limitleri dahilinde hukuki haklarını kullanıyor. Ayrıca, TPAO’ya KKTC 2009 ve 2012 senelerinde off-shore lisans garantisi verdi. Nitekim, Kıbrıs Rum yönetiminin 2004 senesinde tek taraflı olarak ilan ettiği sözde MEB’e karşı Ankara da 2011 yılında KKTC ile ruhsat anlaşması yaptı ve Türkiye’yi ada çevresinde kendi deniz yetki alanlarında hidro-karbon kaynak araştırması yapmakla yetkilendirdi. Bu çerçevede, Fatih gemisinin sondajı, KKTC tarafından Türkiye’ye verilen ruhsat anlaşması kapsamında devam ediyor. Temmuz ayı başında Yavuz da sondaj faaliyetine başladı. Türk yetkililer, Türkiye ve KKTC’nin belirli alanlardan dışlanamaz olduğunu gösterecek şekilde kabiliyetlerin kullanılmaya devam edeceğini her fırsatta belirtiyorlar.

Doğu Akdeniz’de bulunan gazın East-Med Boru Hattı ile Avrupa’ya taşınma ihtimali nedir?

2009 yılında Israil’in Tamar ve Leviathan bölgeleriyle GKRY’nin Afrodit alanında gaz bulmasıyla birlikte AB üyesi devletler Rus gazına bir alternatif bulabilecekleri konusunda heveslendiler. 
Bu bağlamda, Avrupa’ya nakledilecek gaz için en kısa ve ekonomik güzergah Kıbrıs üzerinden denize döşenecek bir boru hattı ile gazın Türkiye üzerinden sevk edilmesiydi. 

Ancak, daha sonra jeopolitik unsurların devreye girmesiyle East-Med boru hattı projesi, KKTC ve Türkiye’yi dışlayan bir opsiyona dönüştürülüp, İsrail ve GKRY’nin çabalarıyla pişirilip masaya getirildi. Halihazırda, AB’nin de desteklediği bu projenin bazı ciddi sorunları var. 

Bir defa, East-Med’in hayata geçmesi için 3000 km. uzunluğunda boru hattı döşenmesi gerekiyor. Üstelik bu hattın döşenmesi planlanan Girit ile Yunanistan arasındaki deniz tabanında ciddi jeolojik zorluklar mevcut. 

Ayrıca, East-Med Boru Hattı projesinin tamamlanması halinde maliyetinin yaklaşık 10 milyar euroyu bulması bekleniyor. Sonuçta, bu projenin hem teknik açıdan ciddi zorlukları içinde barındırması hem de iktisadi açıdan oldukça maliyetli olması yakın gelecekte East-Med’in hayata geçirilmesi önünde ciddi bir engel olarak duruyor. Mevcut şartlar altında, East-Med projesinin tıpkı Nabucco boru hattı projesi gibi rafta kalması da pekala mümkün. Elbette proje, bazı aktörler tarafından her şeye rağmen finanse edilebilir. Bu durumda beklenti ekonomik bir kazanç olmayacaktır. Siyasal olarak aktörlerin ne kazanacağı da Türkiye’nin kendi ve KKTC’nin haklarını korumak konusundaki kararlılığı nedeniyle belirsiz. Dolayısıyla proje daha çok hedefi belirsiz bir siyasi manipülasyon aracına dönüşmüş durumda.

AB’nin Doğu Akdeniz’deki jeopolitik oyunda tutumu nedir?

AB genel olarak, Avrupalı ülkeler özelde Doğu Akdeniz’deki Soğuk Savaşa hazırlıksız yakalandılar. Aslında Avrupa kendi içinde kendi sorunlarıyla boğulmuş durumda. Brexit sonrası belirsizlikler cevaplardan çok soru getiriyor ve Avrupalı liderler hala sol ya da sağ yükselen popülizmle mücadeleden korkuyor. Ayrıca Trump LNG ve NATO politikaları üzerinden Avrupalıları bölerken sıkıştırmayı başarmış görünüyor. Elbette AB, PESCO gibi bir B planı için hazırlıklar yapıyor ama pek çok ciddi uzmana göre, PESCO kabiliyetler, planlama ve bütçe gerçeklikleri açısından henüz ciddi bir alternatif değil.

Bu sınırlılıklar nedeniyle AB ve Avrupalı liderler Doğu Akdeniz’deki jeopolitik oyunu dönüştürücü bir proje öneremiyor, üyeleri olması hasebiyle kabiliyetleri Doğu Akdeniz’i dönüştürmek konusunda çok çok sınırlı olan ve şimdilik ABD destekli projelere angaje GKRY’nin peşine takılan bir tutum takınıyorlar. Kısaca, Avrupalılar ABD-Rusya-Türkiye arasındaki pazarlıkların uzağına düşmüş, ABD’nin temelde Rusya karşıtı kurguladığı politikanın bir aracı haline dönüşmüş durumdalar, ancak bu sürecin doğru akıllıca bir jeopolitik tercihi ifade edip etmediğinden de emin değiller. Avrupalılar, Doğu Akdeniz’deki soğuk savaşın aktörü olmaktan uzaklaşırken, Doğu Akdeniz’deki, şimdilik ABD’nin desteklediği, Rusya’nın seyrettiği ve Türkiye ile KKTC’yi dışlamaya odaklanan oyunun parçası oluyorlar. Bu yüzden maalesef Avrupa’nın Annan planı referandumu sonrası barış ve istikrar üretmekte başarısız, aldatmacaya dayalı Kıbrıs politikasının da giderek güçlendiğini gözlemliyoruz. Bu tür bir Türkiye karşıtı maske takmak, Rusya karşıtı bir bloğun desteklenmesi gerçeğinden daha güvenli bir seçenek olarak görülüyor. Oysa bu seçeneğin güvenli ve AB’nin stratejik duruşunu/var oluşunu güçlendirici bir tercih olduğunu söylemek çok zor çünkü bu seçenekle AB/Avrupalılar sadece jeopolitik riskleri ve tırmandırma stratejilerini besliyorlar.

AB/Avrupalılar Doğu Akdeniz’de nasıl bir tutum takınmalı?
AB’nin kurumsal olarak yaşadığı ve kimi uzmanlarca AB krizi olarak nitelendirilen süreç küçük aktör çıkarcılığına ya da büyük aktörlerin küçük aktörler tarafından çatışmaya sürüklendiği (chainganging) irrasyonel davranış biçimlerine de fırsat veriyor. Nitekim GKRY’nin uzun bir süredir AB nezdinde sürdürdüğü Türkiye ve KKTC karşıtı kara propaganda Brüksel’in Ankara aleyhine bazı sınırlı yaptırım kararları almasına neden oldu. Aslında bu tür tırmandırmanın caydırıcılık fonksiyonu hemen hemen hiç yok çünkü Ankara hem Akdeniz’deki kendi deniz yetki alanları içinde hem de KKTC’nin TPAO’ya verdiği ruhsat yetkilendirme alanlarında Fatih ve Yavuz derin sondaj gemileriyle çoktan faaliyetlerine başladı. Dolayısıyla caydırmadan ziyade Türkiye’ye yönelik bir cezalandırma eylemi söz konusu ki bu hem bugüne kadar Kıbrıs sorunu dahil Akdeniz’deki çözülmemiş sorunların kaderi düşünüldüğünde son derece faydasız bir eylem hem de tırmandırma riskinin bulunduğu bir ortamda son derece risk üreten bir stratejidir.

Ayrıca cezalandırma eyleminin Türkiye açısından bir etkisi olduğunu söylemek de zor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ifade ettiği üzere Brüksel’in bu yaptırımları ciddiye alınmayacak kadar önemsiz, zira Brüksel zaten AB Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) kesintilerini çok önceden devreye sokmuştu. Kısaca, AB’nin etkisiz, bölgedeki istikrar adına negatif sonuçlar üreten, bölgenin çok önemli bir gücünü ve Kıbrıs Türk toplumunu ötekileştiren bu sağduyudan uzak akılsız politikaları, caydırıcılık işlevi olmayan dolayısıyla aslında güçsüzlüğe işaret eden cezalandırma stratejilerini bir kenara bırakarak bir an önce “fabrika ayarlarına” dönmesi ve Avrupa için çok önemli olan bu bölgede Türkiye ile akılcı diyalog mekanizmalarını ve güven artırıcı tedbirleri devreye sokması gerekiyor.

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney, BAU CEMES- Akdeniz Güvenliği Merkezi Başkanı, BAU Kıbrıs İİSBF Dekanı

https://www.setav.org/5-soru-akdenizde-enerji-oyunu/


***