KÜRESELLEŞME etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KÜRESELLEŞME etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2020 Salı

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 4

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 4


Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,
Enerjinin Ekonomi Politiği,Enerji Profili,


Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) 

2012 yılında İstanbul'da Azerbaycan ile Türkiye arasında imzalanan anlaşma ile 
Azerbaycan'ın Şahdeniz II alanından bir yılda 16 milyar metreküp gazı Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaştırılması planlanan bir proje gerçekleştirilmiştir. Projenin, %20 payı BOTAŞ'a ve %80’i Azerbaycan petrol şirketi olan SOCAR’a aittir. Boru hattının başlangıç kapasitesinin yıllık 16 milyar metreküpe ulaşması bekleniyor. Yaklaşık 6 milyar metreküp Türkiye'ye, geri kalanı ise Avrupa'ya teslim edilecek.30 

Ayrıca, Irak’ın kuzeyinde yer alan doğal gaz sahaları için saha geliştirme, üretim, gaz işleme ve boru hattı yapımını içeren kapsamlı bir proje geliştirilmiştir. Proje ile Irak doğal gazının Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya transit taşınması ile iki ülke arasında bir doğal gaz koridoru geliştirilmesi amaçlanmaktadır.31

SONUÇ 

Günümüzde Türkiye ekonomisi, gelişmekte olan ülkeler kategorisinde üst sıralarda yer almaktadır. Nüfus bakımından yeterli işgücüne sahip olması, nüfus yoğunluğu nun genç ve dinamik özellikte olması ve temel refah verilerinin yeterli düzeyde gelişmişlik göstermesi ile yükselmeye de devam etmektedir. Bu özellikler ve jeo-stratejik konumu ile Türkiye diğer alternatiflerine göre daha ayrıcalıklı konumdadır. 

Türkiye Soğuk Savaşın bitmesi, Doğu Blok'unun dağılmasından sonra bölge içerisinde rahat bir nefes almaya başladı. Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılması siyasi açıdan önemli avantajlara sahip olmasını sağlamıştır. Türkiye içerisinde bulunduğu bölge siyaseti sayesinde uluslararası ilişkilerde öne çıkmaya başlamıştır. Türkiye'yi öne çıkaran olgular yalnızca jeopolitik konumu değildir. Sovyetlerin dağılmasından sonra ortaya çıkan bağımsız Türk Cumhuriyetleri’nin de etkisi oldukça fazladır. Öyle ki bu devletlerin Türk asıllı olmaları din, dil, ırk ve tarih gibi ortak birliklerinin olması bu devletler ile gerçekleştirilebilecek her türlü işbirliğine zemin hazırlamakta, karşılıklı siyasi ve ekonomik çıkarlar açısından güvenilirlik sağlayacaktır. Bugünkü gelinen nokta da gösterilen somut gelişmeler ile Azerbaycan ve Kazakistan başta olmak üzere Türkmenistan ve Özbekistan ile yakın ilişkiler içerisine girilmektedir. Bu devletlerin bölgede etkin bir güç durumda olan, başta Rusya olmak üzere Çin, ABD ve AB gibi dışarıdan baskı unsurlarının kendi sistemlerini kurmaya çalıştıkları ve adına ''Yeni Dünya Düzeni'' dedikleri sömürgeciliğin sevimli gösterilen diplomatik boyutlu politikalarına boyun eğdirilmek durumda kalmaları oldukça üzücü bir durumdur. Bu nedenle 
Türkiye'nin daha gerçekçi ve gözle görünür adımlar atarak bölgeye yönelmesi ve bu şekilde politikalar geliştirmesi gerekmektedir. 

Yıllar boyunca Rus egemenliği altında Sibirya bölgesinde bulunan Türk devletleri, Çin kontrolünde ki Doğu Türkistan, Irak'ın Türk bölgesi olan Kerkük ve İran' da Türklerin yoğun şekilde yaşadıkları bölgelerde çıkarların petrol ve doğal gaz rezervleri dünya yüzdesinin önemli bir çoğunluğunu oluşturmaktadır. Genel olarak Türk Dünyası dünya petrol rezervlerinin yüzde 20'sine, doğal gaz rezervlerinin yüzde 50'sinden fazlasına sahip konumdadır. Ancak petrol üretiminin yüzde 18'i, doğal gaz üretiminin ise yüzde 30'luk kısmı Türk Dünyası topraklarında 
gerçekleşmektedir. Özellikle bir Türk gölü olan Hazar havzası Türk Dünyasının Basra Körfezi konumundadır. Hazar denizine kıyısı olan başta Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan'ın petrol ve doğal gaz açısından dünyanın önemli ülkeleri arasında yer alıyor olması bu ülkeler adına sevindirici bir durumdur. 

Fakat gerçek anlamda bağımsız ve güçlü bir devlet olabilmenin en önemli koşulu ekonomik anlamda bağımsız olabilmektir. Bu koşulu sağlayabilmeleri için, 
ülkelerin Rusya'dan geçerek uluslararası pazarlara çıkan tüm ihraç yolları ve sanayi alanında ki bağımlılıklarına yeni ve güvenilir bir alternatif bulmaları gerekmektedir. Aksi takdirde Rusya hala kendisini Sovyetler, bu ülkeleri de doğal uzantısı olarak görmeye devam edecektir. 

Türk Cumhuriyetlerinin tam olarak hem ekonomik hem de siyasi bağımsızlıklarına 
kavuşabilmeleri için kendi petrol ve doğal gaz boru hatlarına sahip olmaları gerekmektedir. 

Bunun içinde en doğru alternatif Doğu-Batı Enerji Koridoru'nun merkez noktası durumunda Türkiye hattıdır. Tengiz-Bakü-Ceyhan projesi ile Azerbaycan ve Kazakistan'ın doğal kaynaklarının uluslararası pazarlara kesintisiz yollardan ulaşmasını sağlayarak Rusya'ya olan bağımlılığını bir ölçüde azaltmaktadır. Aynı şekilde Türkmen gazının da alternatif güzergah olarak Hazar denizinin altından Türkiye kanalıyla uluslararası pazarlara çıkışının sağlanması Türkmenistan'a da ekonomik anlamda nefes aldıracak bir projedir. Bu güzergah içerisinde bir 
diğer önemli durum da işgal altında bulunan Azerbaycan topraklarının geri kazanılması ve Rusya-İran protokolüyle Türkiye'nin, Türk Dünyası ile olan bağlantısının kesilmesini amaçlayan bu projeye bir son verilmesidir. Nitekim Türkmen gazının bağımsızlık mücadelesine Ermeni işgali altında ki Dağlık Karabağ' ın da bağımsızlığıyla yeni bir boyut getirerek dünyaya tam anlamıyla Türk petrol ve gaz ihracının yapılması, tam bağımsız Türk Dünyası'nın imzası olacaktır. 

Bu durum sonucunda; Türkiye enerji kaynakları bakımından stratejik çeşitliliğe sahip olacak, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan petrol ve doğal gaz ihracatında doğal alternatiflere kavuşmuş olacak ve Doğu-Batı Enerji Koridoru ile Türk Dünyası ülkeleri, Avrasya’nın stratejik öneme sahip, bölgede söz sahibi devletleri konumuna geleceklerdir. Bu konumları ile gelecekte uluslararası siyasete yön veren, petrol ve doğal gazla sınırlı olmayan, her alanda yetkin ve söz sahibi yumuşak güç unsuru bir ülkeler topluluğu olacaklardır. 

KAYNAKÇA 

Akbulut Hakan, Enerji Diplomasisi, http://www.mfa.gov.tr/enerji-diplomasisi.tr.mfa. (08 Nisan 2015) 
Aktan Coşkun Can ve İstiklal Y. Vural, Globalleşme Sürecinde Çokuluslu Şirketler, 
 http://www.canaktan.org/ekonomi/cok-uluslu/aktan-makale.pdf , s.15 (15 Mart 2015) 
Ateş Zafer, Doğu-Batı Enerji Koridoru: 2 Tamam 1 Eksik, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, s:23 
Aybar Sedat ve Utku Ören KHÜ, Barış Sazak DEİK, Çokuluslu Türk Şirketleri 
Araştırma Raporu, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü, New York Columbia Üniversitesi Vale Center Columbia (VCC), İstanbul ve New York, 24 Mart 2014 
Azerbaijan International, SOCAR Section, Summer, 1996 
Bartold Vasily Viladimiroviç , “Türkistan ve Türkler”, Çeviren D. Ahsen Batur: “Orta Asya, Tarih ve Uygarlık”, Selenge Yayınları, İstanbul 2010, s. 28-36. 
Bayar Fırat, Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, S: 32, (2009), s.34 
Baycaunova Saule, Kazakistan Petrol ve Gazının Türk ve Rus Dış Politikalarında Önemi, Avrasya Dosyası, Cilt:6 sayı:2 (2000) s.252-275. 
Ertuna Özer, Kapitalizmin Son Direnişi, Alfa yayınları, 2005, İstanbul. International Energy Agency, Turkey-1997 Review, OECD Basım Merkezi, Paris, 1997. 
http://www.iea.org/ (27 Şubat 2015). 
NARULA Rajneesh ve John H. DUNNING, Endüstriyel Kalkınma, Küreselleşme ve Çokuluslu Şirketler: Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Yeni Gerçeklikler, 
 Çev. Hidayet Keskin, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Y.2008, C.13, S.2 s.415-443 
OAPEC http://oapecorg.org/index.html. (27 Şubat 2015). 
ÖZTÜRK Feza, Küreselleşme-Yeni Dünya Düzeni, 
 http://www.mfa.gov.tr/kuresellesme-yeni-dunya-duzeni.tr.mfa (25 Şubat 2015). 
Oğan, Sinan. “Mavi Akım Projesi: Bir Enerji Stratejisi ve Stratejisizliği Örneği”, Ağustos 2003. 
 http://www.stradigma.com/turkce/agustos2003/makale_04.html (05 Mart 2015). 
Pamir Necdet, Kafkaslar ve Hazar Havzasındaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının 
Türkiye’nin Enerji Güvenliğine Etkileri, Türkiye’nin Çevresindeki Gelişmeler ve Türkiye’nin Güvenlik Politikalarına Etkileri Sempozyumu, Harp Akademileri, İstanbul, 2006, s.14 
Pamir Necdet, “Orta Asya ve Kafkasya’da Güvenlik Arayışları Sürecinde Enerji 
Kaynaklarının Rolü”, İdris Bal(edit). 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara 2004, s.514 
Rzayeva Gulmira, Burcu G. Punsmann ve M. Mete Göknel, Tanap Raporu, Hazar Strateji Enstitüsü, Enerji Ararştırmaları Merkezi, (2012) 
Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 TPAO, Petrol ve Doğal Gaz Boru Hattı Raporu 
http://www.tpao.gov.tr/tp2/sub_tr/sub_icerik.aspx?id=146 (07 Mart 2015) 
UNCTAD (2002), World Inwestment Report 2002: Transnational Corporations and 
Export Competitiveness, 
http://unctad.org/en/docs/wir2002_en.pdf , New York: United Nations, s.151. (24 Şubat 2015) World Energy Outlook 2012, 
https://www.iea.org/newsroomandevents/speeches/weo_launch.pdf , Paris, OECD/IEA, 2012. 
Yalçınkaya Alaeddin, Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatlar›, Bağlam Yayınları, Ankara, 1998, s.70 (03 Mart 2015) 
Yusifzade, Khoshbakht., “The Development of the Oil and Gas Industry in Azerbaijan”, Caspian Oil and Gas, International Energy Agency, 
Paris, 1998, s.254. 

DİPNOTLAR;

1 Özer Ertuna, Kapitalizmin Son Direnişi, Alfa yayınları, 2005, İstanbul. 
2 Rajneesh NARULA – John H. DUNNING, Endüstriyel Kalkınma, Küreselleşme ve Çokuluslu Şirketler: Gelişmekte Olan Ülkeler 
   İçin Yeni Gerçeklikler, Çev. Hidayet Keskin, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Y.2008, 
   C.13, S.2 s.415-443 
3 Feza ÖZTÜRK, Küreselleşme-Yeni Dünya Düzeni, http://www.mfa.gov.tr/kuresellesme-yeni-dunya-duzeni.tr.mfa 
4 UNCTAD (2002), World Inwestment Report 2002: Transnational Corporations and Export Competitiveness, New York: United 
   Nations, s.151. 
5 Coşkun Can Aktan - İstiklal Y. Vural, Globalleşme Sürecinde Çokuluslu Şirketler, s.15 
6 Sedat Aybar, Utku Ören KHÜ, Barış Sazak DEİK, Çokuluslu Türk Şirketleri Araştırma Raporu, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu 
   (DEİK), Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü, New York Columbia Üniversitesi Vale Center Columbia (VCC), İstanbul ve 
    New York, 24 Mart 2014 
7 Kalkınmış Asya-Pasifik ülkeleri Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda’dır. 
8 Sedat Aybar, Utku Ören KHÜ, Barış Sazak DEİK, “a.g.m.” 
9 Fırat Bayar, Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, S: 32, (2009), s.34 
10 V.V. Bartold : “Türkistan ve Türkler”, Çev. D. Ahsen Batur: “Orta Asya, Tarih ve Uygarlık”, Selenge Yayınları, İstanbul 2010, s. 28-36. 
11 OAPEC ile ilgili ayrıntılı ve güncel bilgi için bkz. http://oapecorg.org/index.html. 
12 Uluslararası Enerji Ajansı ile ilgili ayrıntılı ve güncel bilgi için bkz. http://www.iea.org/ 
13 World Energy Outlook 2012, Paris, OECD/IEA, 2012. 
14 International Energy Agency, Turkey-1997 Review, OECD Basım Merkezi, Paris, 1997. 
15 Hakan Akbulut, Enerji Diplomasisi, http://www.mfa.gov.tr/enerji-diplomasisi.tr.mfa. 
16 Alaeddin Yalçınkaya, Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatlar›, Bağlam Yayınları, Ankara, 1998, s.70 
17 Necdet Pamir, Kafkaslar ve Hazar Havzasındaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının Türkiye’nin Enerji Güvenliğine Etkileri, 
    Türkiye’nin Çevresindeki Gelişmeler ve Türkiye’nin Güvenlik Politikalarına Etkileri Sempozyumu, Harp Akademileri, İstanbul, 
    2006, s.14 
18 Saule Baycaunova, Kazakistan Petrol ve Gazının Türk ve Rus Dış Politikalarında Önemi, Avrasya Dosyası, Cilt:6 sayı:2 (2000) 
     s.252-275. 
19 Yusifzade, Khoshbakht., “The Development of the Oil and Gas Industry in Azerbaijan”, Azerbaijan International, SOCAR 
     Section, Summer, 1996 
20 Caspian Oil and Gas, International Energy Agency, Paris, 1998, s.254. 
21 Necdet Pamir, ‘’a.g.m’’. 
22 Necdet Pamir, “Orta Asya ve Kafkasya’da Güvenlik Arayışları Sürecinde Enerji Kaynaklarının Rolü”, İdris Bal(edit). 21.Yüzyılda 
Türk Dış Politikası, Ankara 2004, s.514 
23 Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 
24 Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 
25 Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 
26 Zafer Ateş, Doğu-Batı Enerji Koridoru: 2 Tamam 1 Eksik, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, s:23 
27 TPAO, http://www.tpao.gov.tr/tp2/sub_tr/sub_icerik.aspx?id=146 
28 TPAO, http://www.tpao.gov.tr/tp2/sub_tr/sub_icerik.aspx?id=146 
29 Sinan Oğan, Mavi Akım Projesi: Bir Enerji Stratejisi ve Stratejisizlik Örneği, Stradigma Strateji ve Analiz E-Dergisi, sayı 7, (2003) 
30 Gulmira Rzayeva, Burcu G. Punsmann ve M. Mete Göknel, Tanap Raporu, Hazar Strateji Enstitüsü, Enerji Araştırmaları Merkezi, (2012) 
31 Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 

 
****

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 3

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 3


Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,
Enerjinin Ekonomi Politiği,Enerji Profili,

Türk Dünyası Enerji Profili 

Türk Dünyası coğrafyasında petrol ve doğal gaz rezervlerinin büyük bir bölümü Hazar havzasında bulunmaktadır. Hazar'ın böyle bir potansiyele sahip olması beraberinde birçok soruna da zemin hazırlamaktadır. Özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Hazar havzasında kıyısı olan devletler arasında, kaynakların sahipliği, yatırımcı teşviki ve vergilendirme gibi hakların hangi ülkeler tarafından kullanılacağı tartışması devam etmektedir. 

Bu hukuki statü sorunu genel olarak iki farklı görüşe sahiptir. Hazar'ın bir göl olduğunu iddia eden İran ve Rusya bir tarafta, deniz olduğunu kabul eden Azerbaycan ve Kazakistan bir taraftır. 
Türkmenistan’ın tutumu belirsizlik göstermektedir. Hazar deniz olarak kabul edildiğinde bütünü ulusal bölgelere ayrılacak, göl olarak kabul edildiği takdirde kıyısı olan ülkeler belli bir uzaklığa kadar özel alanlara sahip olacak, ortada kalan kısımda ortak alan olarak kullanılacaktır.16 Bu konuda Kazakistan ve Rusya arasında 1998 yılında imzalanan bir anlaşma ile Hazar Denizi’nin dibi ulusal bölgelere ayrılmış fakat yüzey kısmı herkesin kullanımına sunulması 
kararlaştırılmıştır. 

Türk Dünyası enerji jeopolitiği belirleyen etkenler arasında yer alan petrol rezervi en yüksek olan ülke Kazakistan’dır. 

Bu durum Kazakistan'ın ekonomi ve siyaseti için de büyük bir taşımaktadır. 

Hazar Bölgesi Ham Petrol Rezervleri17 



*Yalnızca Hazar kenarındaki bölgeler dahil edilmiştir. 

Orta Asya da Sovyetler Birliği'nden ayrılan ülkeler arasında Rusya Federasyonundan sonra ikinci en büyük petrol üreticisi olan Kazakistan, Petrol sektöründe ki dev yatırımcılar tarafından ilgi ile takip edilmekte ve ülkenin petrol sahalarına büyük yatırımlar yaparak sahaların kapasitesi geliştirilerek dünya pazarına entegre olmak için projeler geliştirilmektedir.18 

Aynı durum Azerbaycan içinde geçerlidir. Rusya ve Kazakistan’dan sonra üçüncü sırada gelen Azerbaycan da aynı dönemlerden geçmiştir. Birliğin dağılması ve yeni devletlerin ortaya çıkışından sonra piyasanın öncüleri ile Azerbaycan arasında 1994 yılında ''Asrın Mukavelesi'' adı verilen petrol anlaşmasının imzalanmış ve bu durum ülkenin dünya ile entegrasyonu konusunda ilk ciddi adım olarak yorumlanmıştır.19 

Petrolün yanı sıra zengin doğal gaz kaynaklarına da sahip olan Hazar havzası, Türk Dünyası Enerji jeopolitiğinin vazgeçilmez coğrafyasıdır. Rusya ve İran'dan sonra en geniş doğal gaz rezervlerine sahip olan Türkmenistan’ın yıllık doğalgaz tüketimi 10milyar metreküptür. Bu oranın yüzde 55'i sanayi yüzde 35'i de elektrik sektöründe kullanılmaktadır. Ülkede faaliyette bulunan elektrik santrallerinin toplamı 6 ve bu santrallerin 5'i doğalgaz ile çalışmaktadır.20 


Hazar Bölgesi Doğalgaz Rezervleri 21 



 *Yalnızca Hazar kenarındaki bölgeler dahil edilmiştir. 

Türk Dünyasının önemli bir devleti olan Özbekistan da dünyanın en büyük 8. doğal gaz üreticisidir. 

Aynı zamanda petrol tüketimini de büyük ölçüde karşılayacak üretime sahiptir. 
Ancak Özbekistan petrol ihracatı yapan bir konumda değildir. Dünyanın sayılı gaz üreticilerinden birisi olmasına rağmen ihraç ettiği ülkelerin başında Ukrayna, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan gibi tamamı eski Sovyetler Birliği üyesi ülkeler gelmektedir. 

Özbekistan’ın tek petrol ihraç yolu Rusya üzerinden Özbekistan rafinelerine petrol ürünleri taşımak üzere inşa edilen hattın tersidir. 

Bunun yanı sıra Türkmen ve Özbek petrolünü, Afganistan üzerinden Pakistan'a ulaştırmayı hedefleyen ''Orta Asya Petrol Boru Hattı'' projesinin gerçekleşmesi durumunda yeni bir imkana kavuşmuş olacaktır.22 

Türkiye 

Türkiye toplam enerji tüketiminin yüzde 90'ını petrol, doğalgaz ve kömürden sağlamakta büyük çoğunluğunu ithal ederek sağlamaktadır. 
Toplamda 43,1 milyon ton ham petrol, 6,2 milyar metreküp doğal gaz rezervine sahiptir.23 Yukarıda belirtilenlerin ışığında Türkiye’nin Türk Dünyası Enerji Profili içerisinde ki rolü üretimden ziyade transfer alanındadır. 
Ülkemizin enerji kaynakları tüketimi içerisinde en büyük paya yüzde 35 ile doğal gaz sahiptir. Başta Rusya Federasyonu olmak üzere Azerbaycan, İran, Cezayir ve Nijerya’dan doğal gaz ithal etmekteyiz. İran, Rusya, Suudi Arabistan ve Irak'tan da petrol ithalatı gerçekleştirilmektedir.24 Bunların yanı sıra 2003 yılından yapılan anlaşma ile 2007 yılından itibaren Yunanistan'a doğal gaz ihracatı yapmaktayız.25 

Türkiye’nin enerji alanında ki üretim, ihracat ve ithalat verileri göz önünde 
bulundurulduğunda, ülkede sektörün gelişmeye açık bir potansiyel oluşturduğu net bir şekilde görülmektedir. Bu verilere enerji profili açısından ülkemizin bir diğer önemli sektörü olan transfer projelerini de eklediğimiz de piyasa etkinliği daha da belirginleşecektir. 

Tengiz-Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi (BTC) 

Azerbaycan ve Türkiye arasında 1991 yılından itibaren yapılması planlanan, yapımına 2003 yılında başlanılan ve 2006 yılında da açılışı yapılan proje ile Azerbaycan petrolünün Türkiye'ye ve batı pazarlarına ulaştırılması sağlayan projedir. BTC yıllık 50 milyon ton varil kapasiteye sahiptir. Bu projeye 2006 yılında Kazakistan’ın da katılması ile hem Türk Dünyası hem de Enerji piyasası açısından çok büyük önem taşımaktadır.26 

Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı 

Bu proje ile Azerbaycan doğal gazının Gürcistan üzerinden Türkiye'ye taşınması 
amaçlanmaktadır. 2001 yılında yapılan anlaşma ile 15 yıl süreli yılda 16 milyar metreküp doğal gaz alımı tasarlanmıştır. 2010 yılı içinde toplam 6,8 milyar m³ gaz taşınmış olup, bu miktarın 4,4 milyar m³’ü BOTAŞ’a satılmıştır. Projenin ana hedefi ikinci aşamada bölgede üretilecek doğal gazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya iletilmesidir.27 

Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı 

Türkmen gazının uygun güzergah üzerinden Türkiye'ye Avrupa pazarlarına ihracını hedefleyen bir projedir. 1991 yılında yapılması planlanmış ancak çeşitli sebeplerden dolayı faaliyete geçirilememiştir. Hazar geçişli ismini Hazar Denizi'nin altından döşenecek bir boru hattıyla Azerbaycan'a ve Türkiye'ye taşınması sonrası Avrupa'ya ulaştırması düşüncesinden almaktadır.28 

Mavi Akım 

Mavi Akım Projesi, Türkiye ve Rusya arasında yapılan üçüncü doğal gaz alım 
anlaşmasıdır. Rus doğalgazının Karadeniz’in altından Türkiye'ye 25 yıl süreli yılda 16 milyar m³ doğal gaz taşınması kararlaştırılmıştır. Anlaşma süresince Rusya'dan toplam 365 milyar metreküp doğal gaz alınması planlanmıştır. Mavi Akım Projesi'nin en önemli özelliği Rusya Federasyonu ile daha önce yapılan iki anlaşmadan farklı olarak herhangi bir geçiş ülkesi ile muhatap olmaksızın, doğrudan Türkiye'ye doğal gaz verecek olmasıdır.29 


GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 2

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 2


Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,
Enerjinin Ekonomi Politiği,

Yeni Dünya Düzeni İçerisinde Türk Dünyası 

Yeni düzen oluşurken Türkiye’nin de bu sistemin içerisine jeostratejik konumu ile dolaylı olarak entegre olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Yukarıda detaylı olarak verilen bilgiler ışığında da sistemin içerisinde ki pay ve oranlarını belirtilmiştir. Bu süreç özellikle siyasi yapının değiştiği 1980 yılı ve sonrasında başlamıştır. Yeni yapı ile birlikte ekonomik sistem kendini yenilemiş serbest piyasa ekonomisi ve teşvik sistemi, dış ticaretin, faizin ve sermaye dolaşımının serbestliği ile yeni bir döneme geçiş yapılmıştır. Ekonomik boyutunun yanı sıra jeostratejik konumundan kaynaklı siyasi olarak da önemli bir rol üstlenmektedir. Avrasya’nın merkezinde olmasından dolayı Akdeniz, Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz, Orta Asya ve Orta 
Doğu gibi merkezi noktaların hem birbirleriyle hem de Avrupa ile bağlantılarının sağlanması durumunda bölgesel bir güç odağı konumundadır. 

Türkiye’nin bu konumu sayesinde önemli bir güç odağı olmasının birçok getirisi vardır. 

Bu durumun sonuçları kendini özellikle enerji alanında göstermektedir. Komşu olduğu bölgelerin dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olması ve bu kaynakların Doğu-Batı istikametinde taşınması konusunda iktisadi açıdan en kısa ve en az maliyetli güzergahı sunmaktadır. Türkiye’nin katkılarıyla Doğu-Batı Enerji Koridoru Projesi’nin gerçekleştirilmesi, bölgesel olduğu kadar küresel anlamda da ekonomik sonuçlar doğuracaktır.9 

Günümüzde aynı gelişmeler ışığında Orta Asya ve Kafkasya’da da değişimler 
yaşanmaktadır. Özellikle Sovyetler Birliğinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan devletler içerisinde, serbest piyasa ve ekonomik özgürlüklerine kavuşan Türk Cumhuriyetleri de aynı süreçlerden geçmiş bulunmaktalar. Yeni kurulan devletlerin hızlı bir şekilde ulus bilinci oluşturma ve devletin vazgeçilmezi olan millet olgusunu oluşturarak ekonomik anlamda gelişmelere başlanmıştır. Enerji rezervleri sayesinde hem ekonomik özgünlüklerini kazanmış hem de dünyada ki güç odağı devlet ve uluslar üstü kurumların ilgi odağı haline dönüşmüşlerdir. 

Özellikle 19.yy ve 20.yy'lar da İngiltere ve Rusya’nın Orta Asya üzerinde 
politik baskı ve kontrol uygulama çalışmalarına günümüzde İran ve Çin'in de dahil olduğunu görmekteyiz. Bölgenin jeopolitik konumu ve enerji rezervleri büyük devletlerin gözlemi altında ve bölge üzerinde yoğun bir nüfuz mücadelesine sahne olmaktadır. Bölgede etkin olan dış odakla üç güç merkezi Rusya, Çin ve İran Türk cumhuriyetlerini çevrelemekte ve baş güç odaklarının bölgeye müdahil olmasına engel olmaktadırlar. Ancak Azerbaycan ve Kazakistan’ın daha sonra da Özbekistan’ın merkeze dahil olmaları dengeleri değiştirmeye başlamıştır. 
Türkiye’nin içerisinde olmayan hiçbir oluşumun bölgeye ve bölge halklarına yarar 
sağlamayacağı aşikardır. Ancak bu oluşumun ne tür bir örgütlenme olacağı konusunda somut adımlar atılamamaktadır. Halihazırda bölgede faaliyet gösteren oluşumlardan en etkilisi ''Şangay İşbirliği Örgütü'' , ''Bağımsız Devletler Topluluğu'' ve ''Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’dür. Fakat Türkiye bu oluşumların hiçbirinde bir etkinliğe sahip değildir. Tarih boyunca Orta Asya Türk Milleti’nin ana vatanı olmuştur. Bozkırda göçebe bir hayat esası yaşayan Türkler bu coğrafyada kurdukları devletler ve yerleşik hayata teşkil etikleri büyük 
şehirler ile Türk medeniyetinin ve bölgesel kalkınma ve refahın ticaret yolu ile de gelişiminde yararlı olmuşlardır.10 Türkiye bölgesel bir aktör olarak öncelikle Türk devletleri ile işbirliği modelleri geliştirmek durumundadır. 

Enerjinin Ekonomi Politiği, 

Günümüzde enerji politikalarını anlayabilmek için öncelikle enerji jeopolitiğini incelemek gerekmektedir. Enerji jeopolitiği hem ülkeler hem de bölgesel dengeleri oluşturan önemli faktörlerdendir. Devletlerin güç durumlarını ve hükümet politikalarını önemli ölçüde etkilemektedir. 

Enerjiye ulaşım, devletlerin teknolojik yöntemleri, ham madde erişimi ve bu erişim araçlarının kullanımı, uluslararası alanda meşru gösterme gibi durumların yanı sıra; her durumda kaynaklara erişimi sağlamak gibi çıkar mücadeleleri ve bu süreçlerin getirisi karşısında alınan önlemler ve uygulanan yöntemlerin hepsi enerji eko-politiğinin zorlu parçalarıdır. 

19.yy ikinci yarısında ortaya çıkan petrol yeni keşiflere, endüstrisinin gelişmesine ve yeni bir ticari faaliyet alanına sebep olmuştur. Ülkeler kendi altyapılarını oluşturmuş gelişme sürecinde uluslaşma akımı ile kaynaklarını millileştirmeye gidilmiştir. Ülkelerin yanı sıra petrol şirketleri de kendilerine bir taban oluşturarak varlıklarını, konumlarını sağlamlaştırarak sürdürmeye çalışmışlardır. 20.yy başlarından itibaren savaşların hem varlık sebebi hem de yürüteci konumuna gelmiştir. Dünya sahnesinde ki önemi arttıkça uğrunda savaşlar verilmeye 
başlanmıştır. 1950'lerde Dünya da petrolün üretim merkezi ABD'den Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya kaymış ve fiyatı alternatiflerine (kömür, linyit vb.) göre daha da ucuzlamıştı. Bununla beraber piyasaya çıkan yeni petrol ürünleri ile petro-kimya sanayisi de gelişmekteydi. Petrol artık Dünyanın yeni kalkınma ve itici gücünü oluşturmaktaydı. 

Enerjinin bir savaş sebebi olması ve bugünkü enerji coğrafyaları üzerinde yaşanan sıkıntıların temeli ilk olarak 1960 yıllarda petrolün bir silah olarak kullanılmasını öngören ve sonucunda İsrail'in Mısır'a saldırmasıyla alevlenen devamında Arap-İsrail savaşlarının yaşanması durumudur. Arap milliyetçiliğinin yaygınlaştığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde başlayan bu yeni dönem ile batı karşıtı tutumlar sonucunda petrolün, İsrail ve onu destekleyen ABD ye karşı 
bir koz olarak kullanılmasıyla beraber Petrol Krizi sürecine girilmiş ve bu süreci ''Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Teşkilatı''nı (Organization of Arap Petroleum Exporting Coutries - OAPEC) kullanarak şekillendirmişlerdir.11 Bu süreç karşısında artan petrol fiyatları karşısında çoğunluğu ''Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'' (Organisation for Economic Co-operation and Development-OECD) üyesi ülkeler olan gelişmiş Batılı ülkeler, 1973 Arap petrol ambargosu benzeri gelişmelere karşı güvenliklerini sağlamak amacıyla ''Uluslararası Enerji Ajansı''nı 
(International Energy Agency - IEA) kurdular.12 Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre, mevcut koşullar altında küresel enerji talebinin 2035 itibarıyla bugünkü seviyesine oranla yüzde 50’den fazla artması beklenmektedir.13 

Avrupa’nın enerji tüketiminin 2020 itibarıyla yüzde 70'inin yabancı kaynaklarca karşılanıyor olması beklenmektedir. 

Bu bağlamda 2030’da Avrupa’da ki gaz tüketiminin de yüzde 85’i ithal ediliyor olacaktır. 
Bu gelişmeler ışığında ve Sovyetler Birliği'nin dağılması, Körfez Savaşının çıkması ve yeni petrol ve doğal gaz rezervlerinin ortaya çıkışı yeni bir Enerji ekonomi politiğinin de oluşturulmasına sebep olmuştur. Bu durum, Türkiye’nin dünyada ki toplam petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık yüzde 70'inin bulunduğu bölgede yer alması, jeopolitik konumu dolayısıyla doğu-batı koridoru ile Orta Asya, Orta Doğu ve Kafkasya'da ki petrol ve doğal gazı Avrupa’ya aktarımda potansiyel hat olması, OECD ülkeleri arasında en yüksek elektrik üretimi artışına sahip olması14 ve kendi bölgesi içerisinde bir enerji terminali olma iddiası ile çok büyük bir önem taşımaktadır.15 

***

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 1

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 1

Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,

Hakan Beyaz 
Özet; 

Sistemli olarak gelişmekte olan dünya da etkin bir güç olabilmek ya da mevcut 
konumu koruyabilmek için sistemin bir parçası olmak zorunluluk haline gelmiştir. 
Mevcut sistemin küreselleşme ve çokuluslu şirketler olarak geliştiği süreçte bölgesel hareketliliğin, siyasi ve kültürel alandaki etkinliğinin ekonomik alandan daha düşük olduğu açıktır. Bu sebeple Türk dünyasında etkinliğin ve yükselişin ekonomik anlamda olması gerekmektedir. Türk Cumhuriyetlerinde çıkarılan petrol ve doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarımı bu düşüncenin temelini oluşturmaktadır. Bu çalışmada küreselleşme sürecinin teorik açıklamaları, dünyada ki enerji politikaları ve gelişmekte ki düzen içerisinde ki rolü ve Türk dünyasının bu sürecin neresinde olması gerektiği analitik olarak ortaya koymaya çalışacağım. 

Giriş 

20.yy son çeyreği önemli gelişmelere sahne olmuştur. Soğuk savaşın sona ermesi 
Sovyetler Birliğinin kendini fesih etmesi, yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması gibi gelişmeler sonucunda dünya üzerinde yeni bir sistem ortaya çıkmak durumunda kalmıştır. Gelişen teknoloji ve popüler kültürün de etkisiyle yeni pazar arayışlarını daha da kolay hale getirecek bu sistem ''Küreselleşme'' olarak (karşımıza çıkmaktadır)adlandırılmıştır. Bu gelişmeler ışığında dünya üzerinde ki güç odakları da yerini yavaş yavaş büyük devletlerden çok uluslu şirketlere devretmiştir. Birçok ülkede, birden fazla alanda faaliyet gösteren bu şirketler, sağlamış oldukları istihdam, sosyal projeler ve ekonomik anlamda ki gelişmişlik  sayesinde birçok dünya ülkesinden daha zengin ve etkin bir konum kazanmışlar dır. Bu tür şirketlerin iş kollarından en önemlileri teknoloji, petrol ve doğal gazdır. 

 Belli başlı zengin ülkeler, gelir-gider dengesi arasındaki farklılıklarını koruyabilmek için yeni bir tür işbirliği ve yeni bir tür ekonomik düzen kurmak zorundadır. İşte kurulmakta olan bu düzen ''küreselleşme'' düzenidir.1 
Bu yeni sistem. ''Yeni Dünya Düzeni''nin yürüteci haline gelmektedir. Nitekim özellikle yeni teknolojilerin bulunması ve uygulanmasıyla ve pazar tabanlı 
kapitalizmin de etkisiyle, bunların yanında küreselleşmeyle gelen ekonomik değişikliklerle ülkelerin ve çok uluslu şirketlerin pazarlık güçlerinde değişimler yaşanmakta, bu değişimler birbiriyle bağlantılı olarak gerçekleşmekte dir.2 

Yeni Dünya Düzeni 

Siyasi krizler ve ekonomik çıkmazlar içerisinde çıkar yol bulma çabası içerisinde giren büyük devletler, 80'li yıllardan itibaren farklı bir piyasa düzeni inşa etme yoluna gitmişlerdir. 

Bu yeni kapitalist düzen için birçok farklı propaganda yürütmüşler ve bunun içerisinde en uygun olanı küreselleşme olarak benimsetmişler dir. Bunun neticesinde de gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere başka bir seçenek bırakmamışlardır. 
Her ne olursa olsun, günümüzde küreselleşme, ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar çeşitli alanlarda dünyayı etkileyen, uluslararası toplumun dokusunu ve yapısını eskiye oranla tanınmayacak ölçüde değiştiren bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler 1945 yılında kurulduğunda, uluslararası ilişkileri belirleyen temel aktörlerin devletler olduğu konusunda herhangi bir kuşku yoktu. Sadece devletler, uluslararası ilişkileri etkileyebilecek kaynaklara sahipti. Oysa günümüzde, uluslararası ilişkileri ve dünya ekonomisini zaman zaman 
devletlerden çok daha fazla etkileyen yeni aktörler ortaya çıkmıştır. Çokuluslu şirketler, hükümet dışı örgütler, medya kartelleri, araştırma ve düşünce (think-tank) kuruluşları, hatta bazı devletlerin yıllık GSMH’sinden daha fazla şahsi serveti bulunan bireyler ve yatırımcı konsorsiyumlar son 10 yıl içerisinde oluşan uluslararası sistemin yeni aktörleri olarak ön plana çıkmışlardır.3 

Küreselleşme aslında tam olarak ülke sınırlarının ortadan kalktığı bir sistem değildir. 

Ülkeler ucuz iş gücü için gerekli görülmektedir. Ancak, bu durum ulus kavramına da uzaktır. 

Uluslararası şirketler maliyeti düşürmek için mevcut ülke ve işçileri kullanırken pazar olarak gelişmekte olan ülkeleri seçmektedirler. Üretim maliyetlerini en alt seviyeye düşürmek için bazı üçüncü dünya ülkeleri tercih ediliyorsa da bu durum şirketlerin merkezinin bulunduğu ülkelerde istihdam sorununa neden olduğundan bu konuda farklı yöntemler izlemek durumunda kalınmıştır. 

Çok Uluslu Şirketler 

Yeni dünya düzenin oluşturulması ve küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla birlikte daha etkin bir rol alan çokuluslu şirketler, bu durumu biraz da sermayelerinin sağlam oluşu ve gelişen teknolojiyi en iyi şekilde uygulamalarına borçludur. 
Net bir tanım yapmak gerekirse; üretim, araştırma, yatırım, strateji, politika ve karar alma işlemlerinin belli bir ülkede olan genel merkezi tarafından belirlenen, birden fazla ülkede faaliyette bulunan ve şubeler aracılığıyla koordine edilen büyük işletmelerdir. Günümüzde özellikle uluslararası ticaret alanında etkin bir konuma sahiptirler. Bu konumlarının sayesinde uluslararası alanda bir çok yönden ve bir çok farklı kurum ve kuruluşlarla yoğun etkileşim içerisindedirler. Bu ayrıcalığın farkında olan uluslar üstü işletmeler kendilerini bu yöne doğru hızlı bir şekilde geliştirme çabası içerisine girerek, dünya üzerinde her açından söz sahibi olma pozisyonuna gelmek istemektedirler. Günümüzde bu duruma paralel olarak bu tür oluşumların sayısı ve etkinliği büyük bir artış göstermektedir. Çok uluslu şirketlerin ev sahibi ülkeye yaptığı katkıların en önemlisi ihracat rekabet 
gücünü arttırmasıdır.4 

Çok uluslu şirketler herhangi bir ülkede yatırım yaparken beraberinde 
sermaye, teknoloji ve yönetim bilgisi getirir; ev sahibi ülke dünya çapında pazarlara kolayca erişme olanağına sahip olan çokuluslu şirkete mal ve hizmet tedarik eden yerli firmalar sayesinde bölgesel ve global piyasalara erişim olanağına kavuşabilir. Yerli firmalar, yaparak öğrenme süreci sonrasında ihraç ürünlerinin çeşitlenmesini sağlarlar. Çokuluslu bir şirketin herhangi bir ülkede yatırım yapması halinde çokuluslu şirketin ev sahibi ülkeye getirdiği sermaye, bilgi ve beceri ile teknoloji ölçüsünde ev sahibi ülkenin reel milli gelirinde artış olur. Ev sahibi ülkenin vergiler yoluyla elde ettiği ek gelirler ile toplumun elde ettiği dolaylı faydalar çokuluslu şirketin elde ettiği getiriden daha yüksekse çokuluslu şirketin doğrudan ekonomik etkileri ev sahibi ülke lehine gelişir.5 

Yeni dünya düzeninin vazgeçilmez bir parçası olan bu sistem içerisinde ülkemizin de toplam yabancı varlığı 36,7 milyar Amerikan doları, yurtdışı satışları 23,4 milyar Amerikan doları ve istihdam ettikleri yurtdışı işgücü 115.539 kişiye ulaşan 29 Türk çokuluslu şirketi bulunmaktadır. İlk en büyük beş şirket toplam piyasanın %58’ini diğer bir deyişle 21,4 milyar Amerikan dolarını kontrol etmektedir. 

En büyük on şirket ise toplam yabancı varlığın %70’inden biraz daha fazlasını (toplam 26,4 milyar Amerikan dolarını) kontrol etmektedir.6 

Yurtdışında 426 iştiraki olan bu yirmi dokuz çokuluslu şirketin iştiraklerinin 326’sı Avrupa ve Orta Asya’da, 53’ü Ortadoğu ve Afrika’da, 31’i Doğu Asya, Güney Asya ve Kalkınmış Asya-Pasifik’te7 ve 16’sı ise Kuzey ve Güney Amerika’da faaliyet göstermektedir.8 

Çokuluslu şirketlerin küreselleşmeyle paralel olarak devam eden bu gelişmeleri 
ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda topluma sağlayacağı katkıların ve oluşacak türlü fırsatların yanı sıra yine aynı çeşitlilikte tehlikeli durumların da oluşabileceği gerçeğine karşı da bir takım önlemlerin alınmasında faydalı bir gereklilikte bulunmaktadır. 


***

3 Ekim 2019 Perşembe

DÜNYA TERÖR ÖRGÜTLERİ VE EKONOMİK MALİYETİ, TERÖRİZM ve TERÖRİZM İLE MÜCADELE BÖLÜM 6

DÜNYA TERÖR ÖRGÜTLERİ VE EKONOMİK MALİYETİ,  TERÖRİZM ve TERÖRİZM İLE MÜCADELE  BÖLÜM 6



4. KÜRESELLEŞMENİN TERÖRİZM ÜZERİNE ETKİLERİ 

Ulusal terör gruplarının olduğu gibi uluslararası terör örgütlerinin de en önemli aracı propagandadır. Örgütler propagandalarını yaparken - yukarıda da 
bahsedildiği gibi – en çok devletlerin yanlış politikalarından kaynaklanan sorunlardan beslenirler. Küreselleşmeyi hedef almış terör örgütleri de aynı stratejileri kullanmaktadır. Küreselleşmenin meydana getirdiği sonuçları veya sorunları kendi algılarına göre yeniden anlamlandırıp, desteklerini almak istedikleri hedef kitlelerine sunmaktadırlar. Bu sebeple yukarıda kavram olarak açıklamaya çalıştığımız küreselleşmenin, küresel terör örgütleri tarafından propaganda malzemesi olarak kullanılan / kullanılabilecek sonuçlarına ve bu sonuçların etkilerine bakmakta yarar vardır. Çünkü bir sorunla etkili bir şekilde mücadele edebilmek için öncelikle o sorunun temelinde yatan nedenleri anlamak gerekir. Eğer sorun iyi anlaşılmazsa, çözüm arayışları sorunu daha da büyütebilmektedir. 

Küreselleşmenin fiili ölçeği hala belli bir düzeyde kalırken, siyasal ve kültürel etkisi oransız denebilecek ölçüde büyüktür125. Küreselleşme ile beraber 
toplumlar ve medeniyetler arasındaki etkileşim de artmıştır. Tarihsel süreç içerisinde hemen hemen her medeniyet birbirini etkilemiş ve benzeşik yönleri iç içe geçmiştir. 
Fakat tümüyle değerler manzumesinin terki ile bir diğerini kabullenmek söz konusu olmamıştır126. Küreselleşme ile yaygınlaşan ‘batı kültürü’ ise saldırgan bir tavır göstererek medeniyetler arasında iyi – kötü ayrımı getirmiş, diğer medeniyetlerin bazı yanlarını içselleştirirken, diğer yanlarını ise tamamen dışlanmaktadır. Bu da etki altına aldığı medeniyetin ayrışmasına ve kendi özelliğini muhafaza edememesine yol açmaktadır. 

Batı’nın – özellikle ABD’nin – evrensel bir batı kültürünü teşvik etmesi ve bu kültüre ağırlık kazandırma çabaları ile bunu başararak hayata geçirebilme 
doğrultusunda giderek kaybolan becerisi arasındaki uyumsuzluk; batı ve diğerleri arasındaki ilişkilerin merkezindeki sorundur127. Küreselleşme, ortaya koyduğu mekanizmaya ‘yeni dünya düzeni’ demekte fakat ‘dünya’ denilen şeye yeni bir anlam katamamaktadır. Ayrıca herhangi bir yeni anlam katamadığı bu düzenin bütün dünya tarafından kabul edilmesini ve sisteme dahil olmasını istemektedir128. Bu sistemde oturmuş değerler övülmekte, diğer değerler ise kötülenmektedir. Böylece sistemin dışında kalan, itilen, dışlanan değerler oluşmaktadır. Bu sebeple batılı olmayan toplumlarda batılı değerlere yönelik yaygın şüphecilik ve şiddetli muhalefet oluşmaktadır. Batı için evrenselcilik anlamına gelen, diğer medeniyetler için emperyalizm anlamına gelmektedir129. 

Bu vesile ile batı medeniyeti tüm dünyaya kendisini batılı değerler bazında geliştirerek sisteme girmesini istemektedir. Ama batı medeniyeti bu değerler bazında kendini geliştirse bile ‘batılı’ olmayanı sistemin bir parçası haline getirmemekte, daha doğrusu buna ek olarak sisteme dahil edildiğinde kimliğini de inkar etmesini teklif etmektedir 130. Bu da meydana ‘batılı olan - olmayan’ olgusunu getirmektedir. Samuel P. HUNTINGTON’nun “Uygarlıkların Çatışması Yeni Dünya Düzeni’nin Yeniden Kurulması" adlı kitabında sık sık ‘batı ve diğerleri’, ‘batılı ve batılı olmayan’ gibi sözcükler geçmesi bu tezi destekler niteliktedir. Böylece terörizmin kaynaklarından biri olan ‘ötekileştirme’ kavramı ortaya çıkmaktadır. Ötekileştirme de zincirleme olarak beraberinde çifte standardı, kutuplaşmayı eşitsizliği ve adaletsizliği getirmektedir. 

Küreselleşmenin etki alanında kalan doğu medeniyetleri, batı ilkesi ve batı eylemi arasındaki çelişkilere dikkat çekmekte tereddüt etmezler. Riyakarlık, çifte standartlar ve yersiz itirazlar evrenselcilik takıntılarını bedelidir. 
Demokrasi, Müslüman kökten dincileri iktidara taşımaması koşulu ile desteklenir; silahsızlanma İran ve Irak için dayatılan, ama İsrail için dayatılmayan bir konudur; serbest ticaret, ekonomik büyümenin iksiri iken, tarım için bu söz konusu değildir. 

İnsan hakları Çin ile ilgili bir meseleyken, Suudi Arabistan’la pek ilgisi yoktur; petrol sahibi Kuveytlilere yönelik saldırıların önü kesilir, ama petrol sahibi olmayan Boşnaklara yönelik saldırılar engellenmez 131. 

Küreselleşme ile, bilgiye daha kolay ulaşılması geri kalmış toplumların da öğrendiklerini analiz ederek doğruyu bulabilme kabiliyetini arttırmıştır. 
Küreselleşmenin yaydığı insan hakları, demokrasi, eşitlik gibi kavramlar tüm dünya tarafından içselleşmeye başlamıştır. Bu standartları öğrenen kişide ise, yukarıdaki paragrafta aktarılan tipteki çifte standartlara karşı ve insan hakları, eşitlik gibi değerlere sıkı sıkıya bağlı kalmayı tahahüd eden bir coğrafyada ötekileştirmeye maruz kaldığında ( özellikle batılı olarak addedilen ülkelerde yaşayan diğer toplumlara mensup kişiler ) belli bir tepki doğmaktadır. Hindu kast sistemi içinde güvenlik ve hürriyet anlamında, bulunduğu kastta, eşitsizliğe, hürriyetsizliğe rağmen o bilinçle yetişmiş insan bunu adet, töre, devlet üstünlüğü gibi argümanlarla meşrulaştırarak tepki göstermeye bilirdi. 

Ama küreselleşmenin etkisiyle bu bilgileri içselleştirmiş olan insan bütün insanların eşit olduğu düşüncesine sahipse; artık o eşitsizliği ve hürriyetsizliği meşrulaştıramadığı için tepki göstermeye başlamaktadır. 

Zaten İslam medeniyetleri içerisinde şiddeti, terörü besleyen çok önemli bir ortam vardır. Bu medeniyette gelir bölüşümünde muazzam bir adaletsizlik, İslam dünyasında insanların çoğunun yoksulluk ve ihtiyaç içerinde yaşaması, siyasi baskılar ve diktatörlükler bu ortamı hazırlamıştır. Buna ek olarak Müslümanların kültürel ve sosyal olarak küreselleşme sürecinde kendilerine yaşatılan dışlanma ve giderilemeyen eşitsizlikler, küreselleşmeye verilen bu tepkiyi arttırmaktadır 132. 

Küreselleşme ile sıkı bağları bulunan teknoloji ve iletişim devrimi de terörizmin sonuçlarının hızla yayılmasında büyük etkene sahiptir. Özellikle internet ve medya sınır tanımadan tüm eylemleri trajik bir şekilde ortaya koyarak, terör örgütlerinin ihtiyaç duydukları propagandalarının iletilmesini kolaylaştırmaktadır. 

Batı, batılı olmayan toplumlarını ekonomilerini, kendisinin hakim olduğu küresel bir ekonomiyle bütünleştirmeye ve Uluslararası Para Fonu (International 
Monetary Fund – IMF) ve diğer uluslar arası ekonomik kurumlar aracılığı ile, kendi çıkarlarını ön plana çıkartarak, uygun olduğunu düşündüğü ekonomik politikaları diğer uluslara dayatmaktadır133. Halihazırda moda haline getirilmiş olan serbest piyasa küreselleşmesi, gerek uluslararası gerekse ulusal ölçekteki ekonomik ve toplumsal eşitsizlikleri gözle görülür derecede arttırmıştır. Özelliklede aşırı ekonomik istikrarsızlık ( 1990’larda küresel serbest piyasanın yarattığı istikrarsızlıklar gibi ) koşullarında bu eşitsizlikte gözlenen kabarış, yeni yüzyılda tanıklık ettiğimiz belli başlı siyasal ve toplumsal gerilimlerin kökenini oluşturur. 

Ayrıca küreselleşmenin etkisini en çok hisseden kesimlerin, küreselleşme sürecinden en az faydalanan kesimler olması kutuplaştırmayı arttırmıştır. 
Küresel serbest piyasa, devletlerin ve refah sistemlerinin kendi hayat tarzlarını koruma yeteneğini yok etmiştir. 

Küresel bir ekonomide işlerin çoğu, ülke dışındaki, Batı’daki ödeme dilimlerinin sadece bir kısmıyla aynı derecede vasıflı çalışma ortaya koyan insanlarla 
halledilmektedir. Bu da ülke içerisinde köylerden gelen vasıfsız ve yoksul grup üzerinde küreselleşmenin artı bir baskı yaratmasına sebep olmaktadır 134. 
Bu da üzerinde baskı birikmiş toplumların tepki gösterme potansiyelini attırmaktadır. 

Görüldüğü gibi küreselleşme süreci, özellikle insan hakları ve demokrasi kavramlarının yaygınlaştırılması açısından yaptığı etkiler bakımından, siyasal, 
ekonomik ve kültürel olarak fiilen gerçekleştirdiği tekelci ve tekilci (monistik) eğilimlerle, sert bir çelişkiler yumağını da beraberinde oluşturmaktadır. 
Küreselleşmenin meydana getirdiği kültürel – ekonomik sonuçlar bir takım adaletsizlikler doğurmuş, bu da özellikle az gelişmiş ülke halkları arasında yeni 
dünya düzenine karşı çok olumsuz duygular ve isyana dönük protestolar yaratmıştır. Bu gidişatta geri kalmış ülkeler açısından kalkınma umutlarını söndürmesi bu ülke halklarını umutsuzluğa sürüklemiştir. Toplumsal süreçlerdeki bu tip gelişmeler, her bir etkinin birbirleriyle uyumlu olmayan hatta birbirlerine zıt olan sonuçlar doğurması, kendi iç çelişkilerini de beraberinde getiren diyalektik bir etki - tepki sarmalını kaçınılmaz kılmaktadır. Küreselleşme süreci kaçınılmaz olarak birbiriyle çelişkili ve diyalektik gelişmelere gebe, yani birbirine karşıt sonuçlar doğurmaktadır 135. İşte bu çelişkilerin doğurduğu kafa karışıklığı ve adaletsizlik ortamı küreselleşme olgusuna karşı bir direnç geliştirmiştir. Bu da gerilimin artmasına ve tepkisel bir sürecin başlamasına sebep olmuştur. 

Her şeyden önce küreselleşme bir süreçtir. Bu süreç içerisinde sadece olumsuz sonuçlar değil, olumlu sonuçlarda meydana gelmektedir. Hatta olumlu 
sonuçlar daha fazla bile olabilir. Küreselleşme ile insanların öğrenme güdüleri arttığı gibi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi gibi kavramlar da genel geçerlilik kazanmaya başlamıştır. Fakat terörist stratejiyi kullanan gruplar, küreselleşme sürecinin içindeki aksaklıkları, ayrışmayı çok iyi analiz ederek kendi etki alanı içerisindeki toplumlara karşı bir propaganda malzemesi olarak sunmakta ve böylece küreselleşmeye karşı kullandığı şiddeti meşrulaştırmaya çalışmakta ve medeniyetler arasındaki ayrımı arttıran nefret tohumlarını insanların düşüncelerine ekmektedirler. 

Bu da küreselleşmenin sadece negatif etkilerine değil, tamamına bir nefret olarak yansımaktadır. 

Küreselleşme aynı zamanda tek taraflı olmayan bir etkileşim sürecidir. 
Bu etkileşim batı medeniyetinden doğu medeniyetine olduğu kadar, doğu 
medeniyetlerinden batı medeniyetlerine doğru da gerçekleşmektedir. 
Bu etkileşimde batı medeniyeti toplumlarının da doğu medeniyeti öğelerine karşı bir direnci söz konusunu olmaktadır. Şüphesiz küreselleşmeye karşı meydana gelen şiddet eylemleri de batı toplumlarında bir gerilim oluşturmaktadır. Böylece ortaya ortak özelliklerin geri planda, ayrışan özelliklerin ise ön planda olduğu, direnç ve gerilime dayalı bir etkileşim süreci meydana gelmektedir. Etkileşim içindeki tarafların birbirlerine karşı sert tutumu ve karşılıklı eylemlerinin daha büyük bir aşamaya getirdiği etkileşim sürecinde ise iki taraflı bir nefret sarmalına dönüşme ihtimali çok yüksektir. 
Karşılıklı anlayış yerine karşılıklı kinin geçmesi ise her zaman şiddeti strateji olarak benimsemiş grupların lehine olmaktadır. 

Küreselleşme, oluşturduğu negatif sonuçlar itibari ile terörizmi körüklerken; teknolojik gelişim ve ortaya koyduğu yeni dünya konjonktür de, bunlardan çok iyi yararlanmayı bilen teröristlerin işini kolaylaştırmıştır. Küreselleşme sürecinin, terörizmin hizmetine sunmuş olduğu birçok olanak bulunmaktadır. Modern 
teknolojinin sunmuş olduğu fırsatlar doğal olarak terörist örgütler tarafından da, amaçları doğrultusunda kullanılmakta ve bu durum terörist örgütlerin, örgütlen me, eylem stratejisi geliştirme, haberleşme, eylem gerçekleştirme gibi tüm süreçleri üzerinde etkili olarak, bir anlamda terörist örgütlerin hareket kabiliyetini arttırmaktadır. Sermayenin serbest dolaşımına olanak sağlayan, liberal ekonomi ilkelerinin hızla yaygınlaşması, özellikle terörizmin finansmanı bağlamında, terörist örgütlere daha önce görülmemiş düzeyde çeşitli olanaklar sunmaktadır. Terörist örgütler ile uluslararası organize suç örgütlerinin (mafya) iç içe geçtiği ve bu durumun terörist örgütlere, finansman, silah ticareti gibi lojistik destek imkânları yarattığı bir gerçektir. Teknolojik gelişmelerin ulaşım alanına yansımasıyla beraber öncelikle maliyetler açısından, diğer taraftan oluşturulan hukuksal düzenlemeler aracılığıyla (Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi) bireylerin ulusal sınırları aşan mobilize olma özgürlükleri genişlemiştir. Askeri teknolojinin hızla ticarileşmesi, birçok şirketin uydu teknolojisi aracılığıyla, gözlem, bilgi toplama gibi hizmetler sunması, terörist örgütler tarafından gerekli enformasyonun elde edilmesini kolaylaştırmıştır 136. Ayrıca iletişim teknolojilerindeki gelişim, terörizmin temel amacına ulaşmada en önemli etkiye sahip olan “duyurma” işlevini daha verimli bir şekilde yaygınlaştırabilmesini sağlamıştır. Böylece medya ve internet yolu ile terörist örgütler propagandalarını rahatlıkla yapabilmektedirler. 

5. TERÖR ÖRGÜTLERİ 

Özel bir amaç ve görev için var olan terörist örgütler sosyal topluluklardır. 
Bu sosyal topluluklar, belirli siyasal amaçlarına şiddet yolu ile ulaşmayı hedefleyen bir işbirliğini oluştururlar 137. Bu işbirliğinin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için oluşturulan örgüt, aynı ideolojiyi benimseyen kişiler tarafından oluşturulur. Eylemin sevk ve idaresinin belirli kişilere tahsis edilerek bölünmesi, gruplandırılması ve bu kişiler arasında ilişkilerin ortak amaçlara yönelmesini sağlayacak biçimde düzenlenmesi örgüt tarafından yerine getirilir. Genel olarak ülkelerin ulusal ceza kanunlarında bir oluşumun örgüt olarak adlandırılabilmesi için iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle meydana gelmiş olması gerekmektedir 138. 

Bir grubun (veya birlikte hareket eden grupların) işlevi ve yapısının anlaşılması, terörist eylemlerin sona erdirilmesine yönelik terörizmle mücadele metotlarının etkisinin değerlendirilmesinde çok önemlidir. Dolayısıyla bir terörist örgütü; gruplardan oluşan, amaçlarına ulaşmada şiddeti sürekli kullanan, değerleri ve inançlarını şiddet üzerine kuran bir sistemler bütünüdür. 
Bir terör örgütü, düşmanı veya destekçileri üzerinde psikolojik etki oluşturma özelliğiyle, şiddet kullanma amacı içinde olan gruptur 139. 
Terörist grupların amaçlarına ulaşmada gerçekleştirecekleri işbirliği hayati önem taşımaktadır. 
Bu işbirliğinin düzenli ve bir sistem halinde yürütülebilmesi için 
ise bu gruplar belli bir örgütlenme içine girmişlerdir. Genellikle hücre yapılanmalarından oluşan bu örgütler, üç ana hatta ayrılmaktadırlar. 

Askeri, siyasi faaliyet ve eylem gösteren gruplar, bu grupların her türlü ihtiyaçları ve örgüte para, silah vs. gibi lojistik destek sağlamakla görevli gruplar ve yönetici kadrolar, her örgütün şemasında bulunurlar. 

Silahlı mücadele yürüten teröristler, kendilerini hücresel birimlerle organize ederler. Hücreler, teröristler tarafından belirli görevleri gerçekleştirmek üzere 
oluşturulmaktadır. Terör örgütleri; hareketin veya partinin doğasından kaynaklanan, sayısı belli olmayan, dağılması oluşmasından daha kolay olan, kendi politika ve programlarına düşman kişilerin örgüt içine sızmalarına ve yıpratıcı çalışmalar yapmalarına açıktır. Bu olumsuzluğu en alt düzeye indirmek için, terör örgütleri göreceli olarak küçük ve gizliliğe önem veren bir yapılanmayı tercih etmektedirler. 

Hücrelerin çekirdeğini, arkadaşlık, evlilik, iş gibi ilişkilerin içinde iyi tanıyan bir grup insan oluşturmaktadır. Bu çekirdek bir grup sempatizan ile çevrelenir. 

Bu insanlar birlikte gösterilerde, protesto mitinglerinde, propaganda araçlarının dağıtımda ve benzeri sokak eylemlerinde yer almaktadırlar. Bu nedenle terörist hücreler başlangıçta sosyal, mesleki, dinsel ve politik düşünceler açısından homojen bir yapı gösteririler ve kendiliğinden bu grubun içinden oluşurlar140. 

Terörist bir örgütün en temel gereksinimlerinden biri de verimli bir idari yapı ve buna destek olacak yapılanmalardır. Terörist liderler destek ve eylem 
üniteleri arasında bir uyum sağlamaya çalışırlar. Yeni üyelerin katılımının ve eğitiminin sağlanması, propaganda faaliyetlerinin yürütülmesi ve güvenli örgüt 
evlerinin bulunması gibi işlevleri gerçekleştiren birimler oluşturulur. Örgütün eylem hücrelerinin varlığı ve sürekliliği bu gibi hizmet birimlerine bağlıdır141. 

Bu birimler eylemden ziyade eylem hazırlıkları için gerekli olan lojistik desteği sağlamak için çalışmaktadırlar. Terörist örgütlenmelerde bu tip görevleri üstlenen birimlere “destek kolu” adı verilmektedir. Bu destek yapılanmalarının bir görevi de örgütün maddi kaynağını oluşturabilmek için finansman bulmaktır. 
Uluslararası bir takım baskılar nedeniyle devletlerin kendi gündeminde olan veya düşman olarak gördüğü diğer bir devletin aleyhine faaliyet gösteren terör 
örgütlerine eskisi kadar mali ve lojistik destek sağlaması mümkün olmamaktadır 142. Bu durum destek kollarının önemi daha da arttırmıştır. Çünkü örgütlerini finanse etmekle de görevli olan destek kolları maddi kaynaklarda sıkıntı yaşamamak için kendi kaynaklarını yaratma yoluna gitmişlerdir. 

Terör örgütlerinin her ne kadar herkesçe bilinen ve örgüte tamamen hükmedebilen bir lideri varsa da, bu liderler tüm kararları kendileri almazlar. 
Örgütün yönetim sistemini “komuta konseyi” adı verilen bir organ yürütür. Bu konseyler kendi programlarındaki askeri ve politik eylemlerin düzenlenmesi, hücre, destek kolu ve diğer birimlerin oluşturulması ve feshedilmesi gibi konularda işlev görmektedir. Terör eylemlerinin askeri ve politik yönden hazırlanması; hedef seçimi, operasyonun planlanması, önceliklerin belirlenmesi oluşturulan komuta konseylerinin sorumluluğundadır 143. Fakat yine de liderin tartışmasız bir konumu ve şahsi olarak kendisine kesin bir bağlılık söz konusudur ve son sözü söyleme yetkisi kendilerindedir. 

Görüldüğü gibi terörist grupların örgütlenmesi genellikle operasyonel faaliyet gösteren (askeri veya politik) hücreler, bunlara her türlü lojistik desteği 
(araçlar, levazımat, enformasyon vs.) sağlamakla görevli olan destek kolları ve bunları oluşturmaktan ve faaliyetlerini düzenlemekten sorumlu olan komuta konseyi denen yönetim birimlerinden oluşmaktadır. Terörist örgütlenmelerin yapılanmalarında gizlilik esastır. Lidere ve yöneticilere sıkı bağlılık vardır ve bu 
lider kadrolarının hemen altında ise oluşturulan hiyerarşik yapı gereği bölge, il ve birim sorumluları vardır 144. Terörist gruplar bu şekilde örgütlenerek bütün üyelerinin kesin ve sürekli bir işbirliği içerisinde çalışmasıyla eylemsel faaliyet gösterebilecek duruma gelebilmektedirler. Bu işbirliği ve düzen ortamını sağlamak için yönetici sınıf katı bir disiplin uygulamaktadır. Hiyerarşik bir düzen içerisinde oluşturulan tüm birimlerin uyması zorunlu olan katı kurallar vardır. 

Bu kurallara uymayanlar ise gerek terör örgütlerinin kendi içlerinde kurdukları mahkeme benzeri yapılanmaların kararları gereği, gerekse hiyerarşik üstleri tarafından ölüm cezasına kadar varabilen çok sert cezalarla cezalandıra bilinmektedir. 

Bu şekilde sert bir hiyerarşik yapı ile örgütlenen terörist gruplar, şiddet uygulayarak politik hedefine ulaşmak için öncelikle illegal bir parti kurarlar. Bu parti ideolojilerinin temel bütünlüğünü sağlamak ve onu savunmak için emir komuta sistemi çok iyi çalışan bir parti mekanizması olmalıdır. Bu örgütün siyasi söylemini dillendirmesi açısından önemlidir. Daha sonara merkez komite denilen yönetici kadrolar oluşturulur. Bu merkez kadrolar her şeyden önce terör ve şiddeti ve zoru kullanmak üzere bir silahlı güç, bir ordu oluştururlar. Bu ordu oluşturulduktan sonra halkı yıldıran ve korkutan eylemlere başlanması gerekmekte dir. Bu eylemler sırasında devlete karşı halkı da yanına çekmeyi amaçlayan silahlı silahsız yoğun bir propaganda yapılır. Daha sonra kendi tarafına çektiği insanlarla davalarını devam ettirebilmek için bir de legal yapılanma kurulur. Bu legal yapılanma terörist örgütün ve ideolojinin siyasi arenada propagandasını yapmakla görevli olacaktır 145. 

Tüm terörist örgütler kendilerine yandaş bulabilmek için bir ideolojik amaç oluşturmaya mecburlar dır. Çünkü insanları terörist yapan şey, ne devletlerin yanlış politikaları ne de insanın sosyo-politik, sosyo-ekonomik durumudur. Tabii ki bunlarda belli bir ölçüde insanların terörist olmasında etki eden faktörlerdendir. 
Fakat insanları hayatları pahasına mücadeleye iten asıl sebep o davaya olan inançlarıdır. Belirgin bir dava uğruna mücadele etmek, insanı üst bir nosyona hizmet ettiği yönündeki düşüncesini geliştirmektedir. Belli bir amaca dönük eylemeleri içeren bir örgüt ise bu tip adanmış insanların birleştiği bir organizma görüntüsü verir. 

Bu ideoloji örgüt elemanlarının örgüte sıkı sıkıya bağlanmalarının yanında yenin eleman kazanma yolunda da örgütün vazgeçilmezidir. Fakat her ideoloji insanlar üzerinde böyle bir etki bırakmaktadır. İnsanlar üzerinde inandırıcılığın artması için belirlenen ideoloji ve amacın geniş kitlelerce bilinmesi ve bu uğurda savaşılması gerekmektedir. 

Terörizm daha çok sanayileşme insanın keşfettiği mücadele tarzının fikri kısmıdır. Terör ve terörizmin tarihi iki bin yıl öncesine kadar ilerlese de “modern 
terörizm” olarak adlandırılan olgunun stratejileri bakımından modern çağın bir ürünü olduğu gözlemlenmektedir 146. Modern terörizmde, terörist örgütlerin motivasyonunu oluşturan dört dalga vardır. Prof. Rapaport, modern terörizmi anarşist, sömürge karşıtı, yeni sol ve dini olmak üzere dört dalgaya ayırmıştır. ‘Anarşist dalga’, ilk küresel veya tarihte gerçekten ilk uluslararası terörist deneyimi olmuştur; üç benzer, birbirini takip eden ve birbirinin üstüne gelen dalga bunu takip etmiştir. ‘Sömürge karşıtı dalga’, 1920’lerde başlamış ve yaklaşık 40 yıl kadar sürmüştür. Sonra bugün sadece birkaç grubun Nepal, İspanya, İngiltere, Peru ve Kolombiya’da halen faal olduğu ‘Yeni Sol dalga’ yirminci yüzyıl sona ererken ortadan kalkmıştır. Son olarak 

20. Yüzyılın sonlarına doğru da bir ‘dini dalga’ ortaya çıkmıştır147. Bu dalgalar görüldüğü gibi dönemlerinin başat ve yeni gelişmekte olan ideolojileridir. Büyük bir insan grubu içerisine yayılmış bu ideolojiler bütün dünyaya sesleri duyurmak, haklı olduklarını ilan etmek ve istedikleri siyasi üstünlüklerin gerçekleşmesi amacı ile silahlı propaganda yolunu izleyerek terörist stratejileri kullanmışlardır. 

Bu terörist dalgaların oluşmasında hiç şüphesiz dünya genelinde varolan uluslararası politikaların da rolü büyüktür. Dünya savaşları, sanayileşme hareketleri, iki kutup arasında geçen soğuk savaş süreci terörizmi oldukça etkilemiştir. Özellikle iki kutuplu dünya düzeninde, kutupların birbirleriyle sıcak temasa geçmesindense, birbirlerine karşı diğer küçük devletleri ve terörist organizasyonları kullanarak üstünlük sağlama girişimleri terör örgütlerinin güçlerini arttırmalarına sebep olmuştur. 

Soğuk savaş döneminde SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) Afganistan’ı işgaline karşı desteklenen terörist gruplar güçlerini arttırmış ve 
günümüzün en tehlikeli organizasyonu haline gelmişlerdir. Soğuk savaş döneminde “Dünya’yı yönetme politikalarının” beşiği olan Ortadoğu coğrafyasında yaşanan dengesiz gelişmeler, kutupların terör organizasyonları daha fazla desteklemesine yol açmıştır. Ortadoğu coğrafyasında meydana gelen terör olayları her geçen gün artmış ancak destek aldığı veya destek için kullandığı ideoloji değişim göstermiştir. Bir dönem sosyalist, bir dönem milliyetçi özellik gösteren terör örgütleri, daha sonra artan şekilde dini fanatizm ideolojisi ile motive edilmeye başlanmıştır.148

 Soğuk savaş döneminde özellikle Ortadoğu coğrafyasında etkinlik gösteren terör örgütleri, taraf oldukları devletlerin şemsiyesi ve destekleri altında kendilerini güvende hissetmişler; soğuk savaş sürecinin sona ermesi ile de adeta açıkta kalmışlardır. Ancak bu süreç çok uzun sürmemiş ve ABD’nin ben merkezli 
politikaları tepkisel süreci başlatmakta gecikmemiştir. Bu defa devletler değil tabandan gelen ve soğuk savaş döneminde devlet desteği ile güçlenen örgütler ön plana çıkmaya başlamıştır. Teknolojinin sunduğu avantajları kendi kazanımlarına çeviren örgütler, yeni düzenin söylemlerini mağduriyet merkezli ajite ederek, özellikle 1990’lı yılların ikinci yarısından sonra hareketliliğini arttırmak suretiyle liderliğini Usame Bin Ladin’in yaptığı El – Kaide örgütü çatısı altında birleştirmeye başlamışlardır 149. Bu örgüt ise 11 Eylül 2001 tarihinde ABD topraklarına yaptığı saldırılarla tüm dünyaya meydan okuyarak yeni bir terörizm dalgasının sayfalarını açmıştır. Küresel terör olarak adlandırılan bu olgu ise diğer terör türlerinin öngörülebilir eylem, istek ve amaçlarından tamamen farklılık göstererek; gözle görülmeyen, kaotik, akıl dışı bir kıyamet terörizmi oluşturmuştur 150. 

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***