14 Kasım 2020 Cumartesi

Emperyalizmin “Kürt” Kartı., BÖLÜM 5

Emperyalizmin “Kürt” Kartı.,  BÖLÜM 5


Emperyalizmin Kürt Kartı, İhsan Şerif Kaymaz,Kürt sorunu,emperyalizm,İngiltere,İsrail,Irak,Türkiye,ABD,Suriye,



İsrail, bu amaçla Erbil’de büyük ve modern bir havaalanı inşa etmiştir. (Harita-2) 


ABD ve İsrail, Şah döneminde (1950’lerden 1970’lere kadar) yaptıkları 
uygulamanın aynısını, fakat tam ters yöne gerçekleştirmektedirler. O zaman 
Kürtleri kullanarak Irak içlerinde terörist eylemler düzenlemek için İran topraklarından yararlanıyorlardı. Şimdi İran’a karşı Irak topraklarından yararlanmaktadırlar. Değişmeyen, tek şey Kürtlerin kullanılıyor olmasıdır. 
Son dönemde Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmelerin Türkiye’ye yönelik olumsuz yansımaları PKK terörünün tırmanışa geçmesinde kendisini göstermiştir. 
Terör tırmanırken, Türk Ordusu’nun kayıpları da giderek artmaktadır. 
Terörist saldırılar, genellikle Kuzey Irak’ta üslenen gruplarca gerçekleştirilmekte, 
Türkiye’nin terör üslerinin ortadan kaldırılması yönündeki istemleri ise, sağır kulaklardan dönmektedir. ABD’nin bu konuda etkisiz kalması, bu ülkenin yetkili organlarınca, Irak’taki Amerikan işgaline karşı süre giden direnişe dayandırılmakta dır. Irak’ta zor durumda bulunan ABD, yalnızca Kuzey Irak’taki Kürtlerin desteğine sahiptir; PKK’ya karşı askeri bir operasyon düzenleyerek bu tek destek noktasını da yitirmeyi göze alamaz denmektedir.61 

İran, Kuzey Irak’ta kendisi için tehdit oluşturan yapılanmaya karşı gerekli önlemleri almış, askeri müdahale ile sınırda belli bir güvenlik koridoru oluşturmuş tur. Türkiye ise, tüm kayıplarına karşın bunu bir türlü yapamamıştır. Askeri kanatla hükümet arasındaki bir tür “kedi-fare oyunu”62 yüzünden aylardır süren müdahale söylentilerinin içi bir türlü doldurulamamıştır. Hükümet, Batı’nın, 
kendisi için yaşamsal olduğunu düşündüğü maddi desteğini yitirmekten çekinmektedir. 

Öte yandan asker kanadının da bazı kaygıları olduğu anlaşılmaktadır. 
Kuzey Irak’a yönelik bir askeri operasyonun anlamı, sınırın 3-5 kilometre 
içini hedef alan sınırlı bir müdahale değildir. Türkiye, sıcak takip hakkını kullanarak, bunu zaten her zaman yapmaktadır. Sorun, daha derin bir harekâtın 
Batı tarafından tolore edilmeyeceği endişesidir. 

Türkiye, 1983-1997 yılları arasında 36 kez Kuzey Irak’a yönelik sınırötesi 
operasyon yapmıştır. Hatta 1997 yılında 50 bin askerle sınırın 200 kilometre 
içine kadar girilmişti. Fakat o zaman koşullar çok farklıydı. Bağdat’ta, 
Kürt irredentist ulusçuluğuna gem vurulması gerektiği konusunda Ankara ile 
aynı görüşte olan Saddam Hüseyin yönetimi vardı. ABD, Türkiye ile arasındaki 
NATO ittifakını bugünkünden çok daha fazla önemsiyordu. Irak, dünyanın 
bir numaralı gündem maddesi değildi. Bugün, Bağdat’ta merkezî otorite diye 
adlandırılabilecek bir yönetim yoktur; ülke fiilen işgal altındadır. Kuzey Irak’ta 
de facto Kürdistan yönetimi iş başındadır. ABD ve İsrail başta olmak üzere tüm 
Batı’nın desteğine sahip olan bu yönetim, PKK’nın arkasında durmaktadır. 
Soğuk Savaş dönemindeki ve 1990’lardaki önceliklerini büyük ölçüde değiştirmiş 
olan ABD’nin stratejik hesapları içinde Kürtlerin ağırlığı ciddi olarak artmış bulunmaktadır. Türkiye’nin ise, her ne olursa olsun Batı’dan kopamayacağı 
ve denetim altında tutulacağına kesin olarak inanılmaktadır. Bir sonraki 
adım, Kerkük’ün Kürdistan özerk yönetimi sınırları içine dâhil edilmesi 
olacaktır. Türkiye’nin karşı çıkışlarına bakılmaksızın, bu süreç de kararlılıkla 
uygulanmaktadır. Kerkük’ün zengin petrol yataklarına da bu yolla el koyma 
beklentisi, ABD ve İsrail’in gözünde Kürtlerin değerini daha da arttırmaktadır. 
Fakat hepsinden önemlisi, tıpkı 90 yıl önce İngiliz emperyalistlerinin gördüğü 
gibi, ABD-İsrail ikilisi de Kürt ulusçuluğunu, bölgeye yönelik en güçlü potansiyel jeo-stratejik silah olarak görmektedir. Bu silahı kullanarak, kritik Türk-Arap-İran üçgenini denetim altında tutabileceklerini hesaplamaktadırlar. ABD ve İsrail, nihai amaçlarının bağımsız Kürdistan yaratmak olduğu gerçeğini açığa vurmaktan özenle kaçınmaktadırlar. Bu arada, bir yandan terör konusunda Türkiye’ye umut verici mesajlar gönderirken, bir yandan da PKK’ya el altından silah ve lojistik destek sağlamaktadırlar. Irak’taki varlığının uzun süreli olacağını hesaplayan ABD, burada Kore modelini uygulayarak 14 kalıcı askeri üs kurmayı tasarlamaktadır. Kürt medyasına göre bu üslerden 3 tanesi Kuzey Irak’ın Kürt bölgelerinde -Erbil, Dohuk ve Süleymaniye’de-kurulacaktır.63 Bu ise, ABD’nin Türkiye’deki İncirlik üssüne olan gereksinimini büyük ölçüde ortadan kaldıracak bir gelişmedir. Türk Ordusu’nun sınır ötesi operasyon yapacağı söylentileri artınca, iki Amerikan uçağı Türkiye-Irak sınırını “yanlışlıkla” ihlal etti. Bu, Amerikan diplomasisinin ince bir uyarısıydı. “Sınırı geçersen karşında beni bulursun” denmek isteniyordu. Bundan kısa bir süre sonra, yıllardır sözde Ermeni soykırım savlarına karşı çıkan ve bu konuda Amerikan Kongresi’ndeki girişimleri sürekli olarak etkisiz kılan ABD’deki en büyük Yahudi lobi kuruluşu AIPAC, Ermeni soykırım savlarını tanıdığını açıkladı. 
Türkiye’nin İsrail nezdindeki yoğun girişimleri sonucunda AIPAC, açıklamasını 
geri çekti ve Türkiye’ye bu konuda herhangi bir yaklaşım değişikliği bulunmadığı güvencesi verildi. Kuşkusuz ne AIPAC’ın İsrail hükümetinden, ne de İsrail’in ABD’den bağımsız hareket etmesi söz konusu değildir. Yani bu da yine ince bir diplomasi oyunuydu. Türkiye’ye “uyumlu” davranmazsa nelerin olabileceği anımsatılıyordu. 

Türkiye tüm bu uyarıları dikkate almayıp, Kuzey Irak’a kapsamlı bir müdahalede 
bulunsaydı, bu stratejik bir hata olurdu. Bir yıl önce Güney Lübnan’a müdahale eden İsrail Ordusu’nun Hizbullah direnişini kıramadığı ve hedeflerine tam olarak ulaşamadığı gözden kaçırılmaması gereken bir gerçektir. Kaldı ki, Kuzey Irak’a müdahale eden Türk Ordusu, karşısında yalnız gerilla güçlerini değil, yıllardır Amerikalı ve İsrailli uzmanlarca eğitilip silahlandırılan düzenli “Kürt Ordusu”nu bulabilirdi. Türk Ordusu, kendisini Kürtlerin, Arapların, İranlıların, Amerikalıların, İsraillilerin dahil olduğu bir büyük bataklığın içinde bulabilirdi. Olasılıkla bu, Kuzey Irak’taki de facto Kürdistan devletinin resmen tanınması sürecini kısaltan bir gelişme olurdu. Resmen tanıma için zaten fırsat kollayan Batılılar, bunu bir fırsat olarak değerlendirebilirlerdi. 

Sonuç: 

Bölgeyi Bekleyen Gelecek Bağımsız “Kürdistan” devleti projesinin gerçek sahibi ve mimarı, başından beri İsrail’dir. İsrail, “peripheral strategy” adını verdiği temel stratejisi içinde önemli bir yer tutan Kürdistan stratejisini daha 1930’larda, İsrail devleti kurulmadan önce oluşturmuş, o zamandan beri de başarıyla uygulayarak bugün gelinen noktaya ulaşmıştır. Kürdistan tasarısının, Türkiye Cumhuriyeti topraklarını hedef almadığını düşünmek saflık olur. Kuzey Irak’ta kurulacak bir 
devlet, hiç kuşku yok ki, daha uzun dönemli bir planın ilk halkasını oluşturacaktır. 
Gelecekte Ortadoğu için suyun petrolden çok daha büyük bir stratejik değer kazanacağı da, Ortadoğu’nun su kaynaklarının Doğu Anadolu’da bulunduğu 
da, gelecekte bu kaynakları denetleyebilen gücün, tüm Ortadoğu’yu denetleyeceği de bir sır değildir. Nitekim İngiliz istihbarat uzmanlarının bu saptamayı daha 90 yıl önce yapmış olduklarını gördük. Bu bağlamda, İsrail’in, GAP bölgesinden bol miktarda toprak satın alması elbette bir rastlantı değildir. 

İsrail’in Kürtlere ilgisi ne yenidir; ne de amaçsızdır. İsrail’in Kürtlere ve 
Kürt coğrafyasına duyduğu ilgi, uzun vadeli stratejisinin bir gereğidir. 64 
İsrailli, Alman ve Hintli genetik uzmanlarından oluşan bir araştırma ekibince yapılan kapsamlı bir araştırmanın sonuçları 2001 yılında açıklanmıştır. 
Ekibin başında Hebrew Üniversitesi profesörlerinden Ariella Oppenheim 
ve Marina Feurman bulunuyordu. Araştırma raporunda Yahudilerle Kürtler 
arasındaki genetik benzeşmenin, Yahudilerle Araplar arasındaki genetik yakınlıktan daha fazla olduğu ileri sürülüyordu.65 Oysa Araplarla Yahudilerin 
aynı etnik kökenden -Sami kökünden- geldikleri ve konuştukları dillerin de 
-Arapça ve İbranice- Semitik dil grubundan olduğu bilinmektedir. Kürtler ise 
İranî dilinin lehçelerini konuşmaktadırlar. Dolayısıyla araştırmanın inandırıcılığı 
ve bilimsel geçerliliği son derece tartışmalıdır. Tarihte ırkçılıktan en fazla zarar görmüş halk olan Yahudilerin, ırksal köklerini araştırmak, Kürtlerle aralarında ırksal bir yakınlık kurmak ve bunu tam da bu dönemde yapmak gereksinimini duymuş olmaları dikkat çekicidir. Bu “bilimsel” araştırmanın arkasında geleceğe ilişkin siyasal hesapların bulunduğu anlaşılmaktadır. 

Bugün Kuzey Irak’ın yönetsel denetimi görünüşte IKDP ve IKYB’nin elindedir. Ancak bu gruplar, ekonomik, siyasal ve askeri olarak ABD ve İsrail’in 
güdümü altındadırlar. Barzani ve Talabani, Batılı velinimetlerinin istek ve beklentileri doğrultusunda hareket ederek özerklik ve bağımsızlık yönünde ortak 
savaşım verdikleri görüntüsünü yaratmaya çalışsalar da, aralarında geçmişe 
dayanan derin bir düşmanlık bulunmaktadır. IKDP’nin daha feodal ve gelenekçi, 
IKYB’nin daha seküler bir anlayışa sahip olmasının yarattığı farklılık bir yana, ancak aşiret örgütlenmesinin yapısal zaaflarıyla açıklanabilecek aşılması olanaksız güvensizlik ve çekememezlikler, koşulların zorladığı ve Batılıların elbirliğiyle teşvik ettiği aldatıcı işbirliği görüntüsünün altında gizlenmeye çalışılmaktadır.66 

Kuzey Irak’ın 1991 yılından bu yana süregelen hukuksal statüsünün uluslararası hukukta bir karşılığı bulunmamaktadır. Resmen bir mandat ya da himaye durumundan söz edilemez. Ama bölge 16 yıldır Bağdat’taki merkezî yönetime de bağlı değildir. 1991 yılında Turgut Özal’ın girişimiyle oluşturulan ve yine uluslararası hukukta hiçbir tanımı olmayan “güvenli bölge”nin ilan edilmesinden bu yana, Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinin özerkliği günden güne güçlenmiş ve ortaya de facto bir devlet çıkmıştır. 2003 yılındaki Amerikan işgali, Kürtlerin 1991 yılından beri elde ettikleri kazanımları konsolide etmiştir. Bugün Kuzey Irak’ta, kendi hükümetine, meclisine, ordusuna, polis gücüne ve devlet olmanın gerektirdiği tüm simgesel ve kurumsal altyapıya sahip bir örgütlenme vardır. 

Bu, aslında bağımsız bir devlettir. Tek gereksinimi, bunu resmen ifade edebilmesini sağlayacak şekilde uluslararası tanınma koşulunun yerine getirilmesidir. Bunu gerçekleşmesi ise, yalnızca bir zaman sorunudur.67 
Bununla birlikte, Kürtlerdeki toplumsal örgütlenmenin yapısını ve niteliğini iyi bilenler, bağımsız bir Kürt Devleti’nin kendi gücüyle ayakta kalması olasılığının son derece zayıf olduğunun ayrımındadırlar. Kürtlerin, kendi aralarında birlik ve bütünlük oluşturmaları kolay değildir. Daha 1918 yılında Arnold T. Wilson tarafından yapılan bu saptama halen geçerliliğini korumaktadır. Aşiret ilişkileri üzerine siyasi bir kurumlaşma yapılandırılamaz. Tarihin hiçbir döneminde, başka hiçbir etnik gruba, kendi siyasi yapılarını oluşturabilmeleri için 20. yüzyılda, özellikle de son 15 yılda Kürtlere verilen destek çapında bir destek verilmemiştir. Buna karşın Kürtler, aralarındaki anlaşmazlıkları aşarak kendi ayakları üzerinde durmayı başaramamışlardır. Bugünkü yapı, varlığını bütünüyle ABD askeri korumasına borçludur. Amerikan koruması kalktığı anda Kuzey Irak’taki “devlet” kâğıttan bir kale gibi birdenbire yıkılacaktır. O zaman Kürtler, onları “hain” kimliğiyle damgalamış olan diğer bölgesel güçlerle ilişkilerinde çok zor bir durumda kalacaklardır.68 

Bu gerçeği bildikleri için ABD ve İsrail, süreci kendi inisiyatifleri altında sonuçlandırmaya kararlı görünmektedirler. Başlangıçta Irak’ta göstermelik bir 
federasyon kurulsa bile, bu zorlama ve geçici bir yapılanma olacaktır. Amerikan işgali, Irak’ın toprak bütünlüğünü fiilen ortadan kaldırmıştır. Atılacak son adım, bu durumun resmen kabul ve ilan edilmesidir. (Harita-3) Bu adım atıldığında bölge, İsrail Devleti’nin kurulmasının yol açtığından çok daha büyük bir çatışma ve kaos ortamına sürüklenecektir. Çünkü İsrail Devleti’nin karşısında esas itibariyle yalnızca Araplar vardı. “Kürdistan” Devleti’nin karşısında ise, tüm bölge güçleri yer alacaktır. Ortaya çıkacak çatışma ve kaostan tüm bölge halkları zarar görecektir. Fakat kuşkusuz en ağır bedeli yine Kürtler ödeyecektir. Ama emperyalizme güvenilemeyeceği konusunda tarihten ders almayanların bu aymazlıklarının bedelini er geç ödemeleri kaçınılmazdır. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder