28 Kasım 2020 Cumartesi

ABD NİN KARADENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE. BÖLÜM 4

ABD NİN KARADENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE. BÖLÜM 4

 

Kadir Ertaç ÇELİK, Mehmet Seyfettin EROL, ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, Türkiye, Dış Politika, Karadeniz, ABD Karadeniz Politikası,

   Başkanlığımın ilk bir yılı boyunca benim dış politikama şahit oldunuz. Bir ulus olarak egemenlik haklarımızı korumaya ve vatandaşlarımızın çıkarlarına öncelik veriyoruz. Amerika tekrar dünya sahnesinin lideri. Karşılaştığımız zorlukları saklamıyoruz. Onlarla yüzleşiyoruz ve tüm Amerikalıların güvenliğini ve refahını artırmak için fırsatlar peşinde koşuyoruz. Amerika Birleşik Devletleri son yıllarda şiddetlenen çok sayıda tehdidin olduğu olağanüstü tehlikeli bir dünya ile karşı kaşıya kalmıştır. Göreve başladığımda serseri rejimler, tüm gezegeni tehdit eden nükleer silahlar ve füzeler geliştiriyorlardı. 

Radikal İslami terör gruplarının yıldızı parlıyordu. Teröristler, Ortadoğu’nun geniş arazilerini kontrol altına almıştı. Rakip güçler Amerikan’ın küresel çıkarlarının altını oyuyorlardı. İçerde, delikli (korunaksız) sınırlar ve uygulanamayan göçmen yasaları bir dizi güvenlik açıkları yarattı. 

Suç kartelleri, toplumumuza uyuşturucu ve tehlike saçmaktaydı. Haksız ticaret uygulamaları ekonomimizi zayıflatmış ve yurtdışına emek göçü olmuştu. 
Savunma yatırımlarımızın yetersizliği ve müttefiklerimizle adi olmayan yük paylaşımı, bize zarar vermek isteyenlere davetiye çıkarmaktaydı. 

Çok sayıda Amerikalı değerlerimize, geleceğimize ve hükümetimize olan inancını/güvenini kaybetmişti. 

Yaklaşık bir yıl sonra, ciddi zorluklar/meydan okumalar olmasına rağmen yeni ve farklı bir rota çiziyoruz. 

Kuzey Kore’deki serseri rejime ve kusurlu bir nükleer anlaşma yapanların göz ardı ettiği İran diktatörlüğünün yarattığı tehlikeyle yüzleşmek karşın dünyayı harekete geçiriyoruz. Ortadoğu’daki dostluklarımızı yeniledik ve teröristleri ve aşırıcılık yanlılarını defedecek, finansmanlarını kesecek ve onların şeytani ideolojilerini itibarsızlaştıracak bölgesel liderlerle ortaklıklar kurduk. Suriye ve Irak’taki savaşta IŞİD’i (Islamic State of Iraq and Syria-ISIS-DEAŞ) ezdik ve onlar yerle bir olana değin devam edeceğiz. Amerika’nın müttefikleri ortak savunmamıza daha fazla katkıda bulunuyor ve en güçlü ittifaklarımızı dahi güçlendiriyor. Ekonomik saldırganlığı ya da haksız ticaret uygulamalarını tolere etmeyeceğimizi belirtmeye devam edeceğiz. 

İçerde Amerika’nın hedefine olan inancı yeniden tesis ettik. Kurucu ilkelerimizi ve toplumumuzu başarılı kılan değerlerimizi yeniden ortaya koyduk. 

Ekonomimiz tekrar büyüyor. Amerika Birleşik Devletleri ordusuna tarihi yatırımlar yapıyoruz. Sınırlarımızı güçlendiriyor, ticaret ilişkilerini adalet ve karşılıklılık temelinde inşa ediyor ve Amerika’nın egemenliğini savunuyoruz. 

Amerikan liderliğinin yeniden ortaya çıkması ve Amerikan’ın yenilenmesiyle bütün dünya yükseltiliyor. Bir yıl sonra bütün dünya Amerikan’ın güçlü, müreffeh ve güvenli bir ülke olduğunu bilecek. Amerikan halkını ve çıkarlarını tehdit eden ve dünyayı istikrarsızlaştıran tehlike ve meydan okumalarla mücadele ederek insanlarımızın ve dünyanın istediği daha iyi bir geleceği inşa edeceğiz. 

Benim yönetimimce hazırlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi, dünyadaki Amerikan etkisine ivme kazandırarak, güç yoluyla barışı muhafaza ederek, refahımızı artırarak ve yaşam tarzımızı ve Amerikan halkını koruyan bir stratejik vizyon ortaya koymaktadır. Önümüzdeki yıl boyunca bu güzel vizyonu barış, özgürlük ve refahın bir arada olduğu kendi kültür ve idealleri olan bağımsız, egemen ve güçlü devletlerin olduğu bir dünya  takip edeceğiz. 

Bu geleceğin peşinde dünyaya daha berrak düşünce ve açık gözlerle bakacağız. Amerika Birleşik Devletleri, müttefiklerimiz ve partnerlerimiz lehine bir güç dengesi kuracağız. Değerlerimizi ve ilhamımızı asla yitirmeyeceğiz, yükselteceğiz ve dinç tutacağız. 

Her şeyden önemlisi Amerikan halkına ve onların çıkarlarına, refahına ve güvenine öncelik veren hükümeti savunma noktasında hizmet edeceğiz. Bu Ulusal Güvenlik Stratejisi “Önce Amerika” diyor.” 

Trump’ın belgeye dair yazıkları üzerinden bir okuma yapıldığında ilk olarak Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi’nin öncekilerle paralel şekilde sadece iç politikaya odaklanmadığı sonucuna varılmaktadır. ABD’nin uluslararası çıkarlar ve bunlara yönelik tehditlerin tamamını ulusal güvenlik bağlamında ele alındığı görülmektedir. ABD siyasetinde sağ eğilimleri daha ağır basan Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olarak Başkanlık koltuğuna oturan Trump’ın “Önce Amerika” anlayışıyla bir dış politika izleyeceği açık bir şekilde ifade edilmiştir. Ulusal güvenlik stratejisinin merkezine ekonomiyi koyacağının sinyallerini veren Trump, Radikal İslami terör grupları ve serseri rejimler tarafından gerçekleştirilen nükleer silah ve füzelerin hem 
ABD’nin güvenliğini hem de küresel güvenliği tehdit ettiğini ileri sürmektedir. 

Bu noktada radikal İslami terörist organizasyon olarak IŞİD/DAEŞ’i, 
serseri rejimler olarak ise Kuzey ve İran diktatörlüğünü işaret etmiştir. 
Uluslararası ticari ilişkilerin ülkesinin aleyhine olduğunu belirtilen Başkan, bir yandan ekonomik önlemler alacağının işaretlerini verirken diğer yandan 
da askeri kapasitesine vurgu yaparak sert güç unsurlarının altını çizmektedir. 
Başkanın imzasıyla giriş kısmında genel çerçevesine dair ipuçlarının yer aldığı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi 4 ana sütun üzerinden şekillendirilmiş 
olup bunların ardından belgede “Bölgesel Stratejiler” yer almaktadır. 

Bölgesel Bağlamda Strateji başlığının altında yer alan bölgeler; sırasıyla Hint Pasifiği, Avrupa, Orta Asya, Güney ve Merkez/Orta Asya, batı yarım küre (Amerika kıtası) ve Afrika’dır (NSS 2017: V-VI). Bu kapsamda ABD’nin Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi bağlamında bir Karadeniz politikası ortaya koymadığı ifade edilebilir. Bu iddiayı kuvvetlendiren daha önemli bir unsur ise metnin içerisinde “Karadeniz”in geçmemesidir. Belgede doğrudan yer almamasına karşın gerek Avrupa’ya yönelik strateji gerekse ekonomik ve askeri rekabet ile nükleer güçlere ilişkin önlem ve içerikler üzerinden Karadeniz politikasının hangi yönde olacağına ilişkin öngörülerde bulunma imkanını tanımaktadır. 

Karadeniz ile ilgili durumla aynı şekilde Türkiye ifadesi de belgede yer almamaktadır. Buna rağmen gerek Ortadoğu ve Avrupa stratejisi gerekse 
Güney ve Orta Asya stratejisinin Türkiye’den bağımsız olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Ayrıca IŞİD/DAEŞ ile mücadele, mülteci sorunu ve NATO konseptleri Türkiye’ye ilişkin dış politikanın alt yapı bileşenlerini oluşturmaktadır. Dolayısıyla her ne kadar doğrudan bir başlık açılmamış veya Karadeniz ve Türkiye ifadeleri yer almamış dahi olsa Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi bölgesel strateji ile askeri, ekonomik ve politik meselelerden dolayı ABD’nin Karadeniz politikasının ve bu kapsamda Türkiye’nin rolünün açıklanabilmesi noktasında önem arz eden bir belgedir. 

Söz konusu belge üzerinden bir okuma yapıldığında ilk olarak ele alınması gereken husus; ABD’nin Karadeniz politikasında en önemli aktörlerin başında gelen Rusya ve Rusya merkezli Karadeniz jeopolitiğini etkileyen gelişmelerdir. Bu kapsamda bakıldığında Trump yönetimi ABD’yi başat aktör olarak ele alırken üç ana meydan okumaya işaret etmektedir. Bunlar (NSS 2017: 25); 

. Revizyonist güçler olarak tanımlanan Rusya ve Çin. 
. Serseri devletler olarak tanımlanan İran ve Kuzey Kore. 
. Uluslararası tehdit grupları. Özellikle Cihatçı terörist gruplar. 


Üç Ana meydan okumadan biri içerisinde yer alan Rusya’nın Washington yönetimi tarafından ABD’nin küresel liderliğini tehdit eden bir aktör olarak ele alındığı görülmektedir. Ancak söz konusu tehdidin sadece ABD’ye karşı olmadığı; onun müttefiklerine yönelik olduğu belirtilmektedir. 

Rusya ve Çin’in ABD’nin değerleri ve çıkarlarına zıt bir dünya şekillendirmek istediği ifade edilmektedir. Bu kapsamda Rusya’nın yeniden eski büyük gücüne 
geri dönmeyi arzu ettiği ve bunun için sınırlarına yakın bölgelerde nüfuz alanları oluşturmayı amaçladığı ileri sürülmektedir. Ancak ABD yönetimi belgede her devletin ulusal çıkarlarının farklı olduğu gerçeğinden hareketle söz konusu iki ülkeyle iş birliğine hazır olduğunu da ifade etmiştir (NSS 2017: 25). 

Rusya’nın sınırlarına yakın alanlardan bir tanesi de doğal olarak Karadeniz bölgesidir. 

Dolayısıyla ABD, bir yandan Rusya’yı tehdit olarak görmekte ama diğer yandan çatışma arzusunda olmadığını da ifade etmektedir. Çatışmadan ziyade iş birliğinin karşılıklı olarak çıkarlara hizmet edeceği anlayışına öncelik verileceği ancak bu sürecin işlememesi halinde rekabet gerekirse çatışmadan kaçınılmayacağının mesajı da verilmiştir. Strateji belgeleri ile birlikte Genişletilmiş Karadeniz Projesi’ne bakıldığındaysa Rusya’nın demokratik bir sisteme evrilmesinin ABD’nin çıkarları bakımından önemli olduğu görülecektir (Canar 2012: 56). Dahası ABD, Genişletilmiş Karadeniz Projesi’yle enerji güvenliği ve serbest ticaretin 
sürdürülebilir olmasını arzu etmektedir. Özellikle Rusya Federasyonu’na olan enerji bağlılığını azaltmak amacıyla Hazar Havzası’nın enerji kaynaklarının 
arzı bağlamında tanker taşımacılığının ve boru hatlarının güvenceye alınması amaçlanmaktadır (Erol ve Demir 2012: 20). 

    Aralık 2017 tarihli Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’ne tekrar bakılması halinde küresel sistemdeki ABD etkisini zayıflatmayı ve ABD’yi müttefikleri ile ortakların dan ayırmayı amaçlayan Rusya’nın NATO ve Avrupa Birliği’ni (AB) tehdit olarak gördüğü ileri sürülmektedir. Ayrıca ABD’ye karşı en önemli varoluşsal tehdit olan nükleer sistemler ve siber kapasitesine yatırım yapan ve modern yöntemlerle yıkıcı bir şekilde ülkelerin iç işlerine müdahale eden Rusya’nın söz konusu hırsı ve askeri yeteneklerinin artışı Avrasya’da Moskova kaynaklı çatışma riskinin arttığı bir istikrarsızlık ortamı yarattığı da iddia edilmektedir (NSS 2017: 26). ABD yönetiminin bu endişesini haklı çıkaracak deliller olduğunu belirtmek gerekmektedir. 

    Bu noktada Kafkaslar’da Gürcistan, Doğu Avrupa ve Karadeniz jeopolitiğinde Ukrayna merkezli gelişmeler belgedeki endişelere kaynaklık edebilecek 
hadiselerdir. Her iki örnekte de Rusya’nın sınırları dışında askeri yöntemler kullandığı görülmektedir. 2008 yılında Gürcistan’da gerçekleşen savaş 
(Bkz.: Deibert, Rohozinski, Crete-Nishihata 2012: 3-24; Cohen and Hamilton 2011: 14-36). sonrası Kafkaslar jeopolitiği önemli oranda değişmiş olup 
Gürcistan’ın egemenlik haklarına darbe vurulmuştur. Savaş sonunda ise uluslararası sistemde meşruiyeti tartışmalı olsa dahi Gürcistan’dan bağımsızlık 
ilan eden siyasal birimler söz konusu olmuştur. Bu bağımsızlık ilanlarının Rusya tarafından tanındığının da altı çizilmesi gerekir. 

Ukrayna örneğinde ise Karadeniz jeopolitiğinin önemli bir parçası olan Kırım, Rusya tarafından ilhak edilmiştir (Mearsheimer 2014: 77-90; Kuzio 2007: 10-230; Green 2014: 3-10.). Bu örnekte İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da bir devletin başka devletin sınırlarını değiştirdiğine şahitlik edilmiştir (Erol 2014: 7-8). Rusya’nın Doğu Avrupa’da özellikle de Ukrayna üzerinde ciddi bir baskı kurarak Karadeniz bölgesinde söz konusu olan Batı lehine ve kendi aleyhine gerçekleşen jeopolitik değişime karşı önlem almaya çalıştığı görülmektedir (Gomart 2006: 17). Rusya’nın Ukrayna’nın Karadeniz kıyısındaki en önemli toprak parçası olan Kırım’ın ilhakı ABD’nin ve Avrupalı devletlerin ciddi anlamda tepkisini çekmiştir. 

Bu tepkinin temelinde Rusya’nın kendi aleyhine olan durumu Batı ve özellikle ABD aleyhine değiştirmeye yönelik revizyonist bir anlayışla hareket ettiği algısı yatmaktadır. 

Rusya’nın Avrasya jeopolitiğinde askeri araçlarla veya sert güç kapasitesine yaptığı yatırımlarla krizler, istikrarsızlıklar ve kaotik durumlar yaratmasının 
dışında yumuşak güç araçları kullanımının da ABD için bir tehdit olarak algılandığı gözlemlenmektedir. Konu bağlamında Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi analiz edildiğinde Çin ve Rusya’nın etkilerini genişletmek ve küresel rekabette ABD’ye karşı avantaj elde etmek için gelişmekte olan ülkelere yatırım yaptıkları durumuna dikkat çekildiği görülmektedir (NSS 2017: 38). Bu kapsamda başta günümüzün Yeni İpek Yolu Projesi olarak da ifade edilen “Kuşak-Yol” Projesi’nin (Bkz.: Wang 2016: 455-463) ABD’li karar alıcılar açısından bir tehdit olarak değerlendirildiği ileri sürülebilir. 

Beş güzergâhın söz konusu olduğu projede güzergâhların üçü denizden ikisi karadan geçmektedir. Bahse konu beş güzergâhtan bir tanesi Türkiye’den 
geçmekte ve Asya-Avrupa bağlamında stratejik güzergâhların tamamında Türkiye’nin kontrolü söz konusudur. 

Proje kapsamında Türkiye ve Çin’in  ekonomik, kültürel, güvenlik ve jeopolitik alanlarda birbirini tamamlayan iki ülke konuma geleceği ve günümüzde proje bağlamında birtakım sorunlar olsa dahi bunların aşılması halinde iki ülkenin stratejik işbirliğine çevrileceği iddia edilebilir (Durdular 2016: 91). Ayrıca projenin Rusya ve İran’ı üzerinden geçen kuşaklara sahip olması ve Karadeniz’in bu anlamda Hazar’la birlikte önem arz etmesi de bir diğer endişe sebebi olarak yer almaktadır. 

Bunun dışında Rusya’nın Türkiye ile Akkuyu nükleer santral inşası sürecinde ortak hareket etmesi de bir diğer örnek olarak gösterilebilir (Habertürk 03.04.2018). 
Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde değinilen bir diğer konu ise meselenin ideolojik boyutu ve bunun ittifaklar sistemine etkisidir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder