17 Kasım 2020 Salı

ULUSAL GÜVENLİK., BÖLÜM 1

ULUSAL GÜVENLİK.,  BÖLÜM 1 



Dr. Ali Bilgin VARLIK,Ulusal güvenlik, Aile, vakıf, şirket, devlet,Sun Tzu, Savaş Sanatı,

Dr. Ali Bilgin VARLIK 
ULUSAL GÜVENLİK 


Giriş 

 Ulusal güvenlik kavramı en yalın ifadesiyle, devletin ve yurttaşların güvenliğinin sağlanması anlamına gelir. Ancak tanımın basitliği aldatıcı olmamalıdır. Çünkü bu kavram, strateji, uluslararası ilişkiler, hukuk, siyaset ve kamu yönetimi başta olmak üzere pek çok bilimsel disiplinin karmaşık ilişkilerinden beslenir ve bu disiplinlerdeki farklı yaklaşımlarından etkilenir. Bu nedenle ulusal güvenlik kavramının temel meseleleri aslında onu belirleyen unsurlardan kaynaklanır. Ayrıca birkaç yüzyılda gerçekleşebilecek değişikliklerin birkaç on yılda yaşandığı son küreselleşme evresinde, kavramın öznesini oluşturan devlet ve ulus olgularının maruz kaldığı etkiler dikkate alındığında, ulusal güvenlik kavramının nedenli derin ve geniş kuramsal tartışmalara konu olduğu açıklıkla görülmektedir. 

 Bu bölümde bahsi geçen alanlara ilişkin kuramsal tartışmalara girmeden olabildiğince ulusal güvenlik kavramını oluşturan denklem (algoritma) ortaya konacaktır. Bu kapsamda kavramın özellikleri, ulusal güvenlik anlayışının kazandığı yeni boyutlar, güvenlik yapılanmaları ile mevcut problem sahaları üzerinde durulacaktır. 
 Güvenlik kavramını tanımlayan birbiriyle ilişkili üç temel kabul bulunmaktadır. 

Bunlar: 

_ Sosyal varlıkların temel güdüsü beka ve refahtır: Aile, vakıf, şirket, devlet vb. bütün sosyal varlıklar bir kuruluş gayesi ile oluşturulurlar. Bu organizasyonlar, kuruluş amaçlarını yerine getirebilmek için varlıklarını (beka) ve gelişimlerini (refah) sürdürecek koşulları sağlamak zorundadırlar. 
_ Bütün birliktelikler ortak kimlikler, tehditler, çıkarlar ve değerler üzerine kurulur: Yapıları ne kadar basit ya da karmaşık olursa olsun, bütün birliktelikler bu dört unsurdan en az birinin mevcudiyeti halinde oluşabilir. Bu unsurlar (kimlik-tehdit-çıkar-değer), sosyal varlıkların bekasını ve refahını doğrudan belirler. 
_ Güvenlik, güç ilişkileri üzerine inşa edilir: Birey, toplum, ulus ve devlet gibi farklı inceleme birim ve düzeylerini esas alan yaklaşımlardan farklı sonuçlara ulaşılması doğal ve kaçınılmaz olsa da güvenlik, güç ilişkileri üzerine inşa edilebilir. Diğer bir ifadeyle; güvenlik bir güç işlevidir. Güç, tehditleri bertaraf edebilen, çıkarların elde edilmesini olanaklı kılan, değerleri muhafaza eden ve gelişimine katkı sağlayan niteliğiyle güvenliğin başlıca vasıtasıdır. Organizasyonların beka ve refah arayışlarının ve bunların seviyesini belirleyen ortak özelliklerin (kimlik-tehdit-çıkar-değer) güç kavram ile doğrudan bir ilişkisi bulunmaktadır. 

O halde matematiksel ifadesiyle güvenlik: “Gücün fonksiyonunda oluşan, çarpanlarını kimlik, tehdit, çıkar ve değerlerin oluşturduğu beka ve refah denklemidir.” 

Güvenlik kavramının tanımından hareketle ulusal güvenliği; “Devletin bekasının ve refahının sağlanması, bunlara yönelik tehdit ve risklere karşı gerekli tedbirlerin alınması, ortak kimlik ve değerlerin korunması suretiyle ulusal çıkarların gerçekleştirilmesi hali” olarak tanımlamak mümkündür. 

Tamınlar başlangıçta sağladıkları pratik faydalarına karşın kavramları sınırlandırır. Bu nedenle kavramı anlayabilmek için onun boyutlarını ve özelliklerini irdelemek çok daha önemlidir. Ulusal güvenlik kavramının başlıca nitelikleri arasında, ulusal güvenlik anlayışının değişkenliğini ve göreceliğini, tarihsel gelişimini, karmaşık yapısını ve çoklu kimliğini; risk, tehdit ve fırsatlarla olan ilişkisini, güç boyutunu, politika ve strateji ile teşkilatlanma ihtiyaçlarını saymak mümkündür. 

Ulusal Güvenlik Anlayışının Değişkenliği ve Göreceliği 

Güvenliği, kazanılan değerlere yönelik bir tehdidin olmaması hali olarak tanımlayan, Arnold Wolfers, bu belirsizlik sorununu ilk kez 1952 yılında 
“Muğlak Bir Kavram Olarak Ulusal Güvenlik” adlı makalesinde dile getirilmiştir.1 
Gerçekten de kavramın değişkenliği ve bağıllığı bu alanda yapılan çağdaş çalışmaların merkezine oturmuştur. 
Kişilerin ve toplumların güvenlik anlayışı, onların siyasi bakış ve dünya görüşünden kaynaklanır.2 
Ulusal güvenlik kavramına yönelik algı kimin güvenliğinin sağlanacağına ve tehdidin çeşidine bağlı olarak toplumlara, zamana ve coğrafyaya göre farklılıklar 
gösterir.3 

Örneğin, 1750’ ler den itibaren sanayi devrimiyle başlayan emperyalizm sürecinde İngiltere’nin güvenlik algısı ile günümüzün İngiltere’sinin güvenlik algısı farklıdır. Benzer şekilde, Soğuk Savaş dönemine egemen olan iki kutuplu dünya düzeninin ulusal güvenlik algısıyla günümüzün çok kutuplu dünya düzeninin ulusal güvenlik algısı aynı değildir. Hatta Soğuk Savaş dönemi (1949-1990) içerisinde; 1969-1978 yılları arasında yaşanan “Yakınlaşma/Yumuşama (détente)” sürecinin güvenlik algısı ile 1979-1985 yılları arasında yaşanan “Gerginliğe Dönüş” döneminin genel ve ulusal güvenlik algıları da birbirine benzemez. Aynı şekilde küresel bir güç olan ABD ile Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti gibi kıtasal güçlerin ve İran, Türkiye, Hindistan gibi bölgesel aktörlerin ulusal güvenlik algıları da birbirinden çok farklıdır. 

Ulusal güvenlik yaklaşımlarındaki bu farklılıkların bir diğer sebebi de kavramın temel fonksiyonu olan gücün, değişken ve bağıl olmasıdır. Gücün coğrafi dağılımı, güçler arasındaki denge hali ve gücün kullanılmasına ilişkin tercih ve kararlar ulusal güvenlik algılarında farklılıklara sebep ulur. 

Ayrıca tehdit ve çıkarlara ilişkin beklenti ve değerlendirmeler nesnel özellikler taşımalarına karşın bir o kadar da sübjektiftir. Nitekim Arnold Wolfers; “Güvenlik, objektif anlamıyla kazanılmış değerlere yönelik bir tehdidin bulunmaması, sübjektif anlamıyla da bu değerlere bir saldırı olacağı korkusunun olmamasıyla ölçülür” ifadesiyle güvenlik anlayışının nesnel ve öznel boyutunu betimlemiştir.4 
Algı, doğruluğu sınanana kadar kendi başına bir gerçeklik ifade eder. Algıya dayanmayan nesnel gerçeklik ise bizim algı noksanlığımız nedeniyle yok olmaz. 

Örneğin 

dünyanın en büyük donanmasını bir araya getirmek, İtilaf Devletlerinde, İstanbul’un denizden zorlanmadan ele geçilebileceği gibi bir algı yaratsa da 19 Şubat-18 Mart 1915 tarihleri arasında cereyan eden Çanakkale Deniz Harekâtının ortaya koyduğu gerçek başkadır. 

Ulusal Güvenlik Kavramının Tarihsel ve Kuramsal Gelişimi 

Batılı kaynaklarda ulusal güvenlik kavramının kökeninin Westfalya Anlaşmasıyla (1648) Avrupa’da kurulan devletler sistemine dayandığı, konunun I. Dünya Savaşından sonra gündeme geldiği ve özellikle II. Dünya Savaşından sonra bugünkü anlamıyla kullanılmaya başlandığı yönünde genel bir yaklaşım mevcuttur.5 Bu kabul, Batı’nın başat olmaya başladığı Yeni Çağ’dan günümüze kadar olan dönemdeki dünya gerçekliğinin büyük bir bölümünü betimlemesi nedeniyle bazı pratik faydalar sağlar. Ancak, salt uluslararası ilişkiler merkezli bu 
yaklaşımın strateji boyutu zayıf, yöntemsel (metedolojik) boyutu eksiktir. Bu haliyle kavram, dünya coğrafyasının sadece batısına düşen kısmını aydınlatır. 
Oysaki felsefenin klasik dönemdeki konuları bugünkü tartışmaların özünü nasıl oluşturuyorsa, politika ve stratejinin özel bir uygulama alanı olan ulusal güvenlik kavramı için de durum bundan çok farklı değildir. Esasen kavramın özü değişmemiş, bileşenlerinin takip ettiği seyre bağlı olarak yeni boyutlar kazanmıştır. 
Ulusal güvenlik kavramı, gücün sahip olduğu bütün dinamiklerden ve yukarıda değinildiği üzere zaman ve mekân özelliklerinden etkilenmiştir. Farklı güvenlik algı ve uygulamaları incelemeden, kavramı bütüncül bir şekilde tanımlamak ve nasıl bir değişim gösterdiğini takip etmek olanaklı değildir. Örneğin II. Dünya Savaşından sonra iki kutuplu bir düzenin tesis edildiği söylense de gerçek çok daha karmaşıktır. Sovyet bloğu ile Batı dünyası farklı yapılanmalar göstermiştir, ayrıca bu süreçte Bağlantısızlar Hareketi doğmuştur.6 

Hiçbir şey zaman ve mekândan bağımsız izah edilemez. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğunun güvenlik anlayışını kıymetlendirmek için Roma İmparatorluğunu, Bizans’ı ve Anadolu Selçuklu Devletini anlamak gerekir. Benzer şekilde Osmanlı İmparatorluğunun yıkılış sürecini kavramadan Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarındaki ulusal güvenlik algısını anlamak olanaklı değildir. Kuramsal ve tarihsel irdeleme olmazsa “yeni” olarak sunulan siyasal projelerin, zihinsel bir değerlendirme sürecinden geçirilmesi mümkün olmaz. 

Kuramlar, sosyal bilimlerde her şeyin cevabını vermeseler de uygulamaları çözümlemeye yardımcı olurlar. Kuramsal yaklaşım, gerçeği basit ve anlaşılır kılar, belirli koşullarda düzenli bir şekilde meydana gelen ilişkileri açıklayabilir ve öngörüde bulunma imkânı verir.7 

Kuramlar, geliştirildikleri dönemi ve mekânı yansıtırlar, döneme içkindirler.8 
Bu nedenle zamanın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilirler. Yeni kuramlar, önceki kuramların eksikliklerinden kaynaklanan ihtiyaçları karşılamak üzere ortaya çıkar. Kuram ve uygulama arasındaki ilişki, sadece kuramın uygulamayı resmetmesi değil, aynı zamanda icracıların düşüncelerini de etkilemesidir. 

II. Dünya Savaşına Kadar Olan Dönem 

Uygulamalar, kavramın oluşumu ve gelişimini kuramsal çalışmalardan daha büyük oranda etkilemiştir. Örneğin, M.Ö 3500’lerde Mezopotamya’da, M.Ö. 3200’lerde Mısır’da, M.Ö. 2500’lerde İndus vadisinde, M.Ö 1800’lerde Doğu Çin’de9 ilk devlet formundaki toplulukların ulusal güvenlik konusunda en azından; toprak, mülkiyet, egemenlik kavramlarına sahip oldukları ve stratejik su kaynakları, ticaret, tarım ve avlanma alanlarının güvenliği konularında ilkelere sahip olduklarını kabul etmek gerekir. Bunu takip eden dönemlerde de güvenlik kaygısı, devletlerin ulusal güvenlik anlayışının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Güvenlik kaygısının ilk formel biçimini, Hitit, Asur ve Mısır uygarlıklarında görmek olanaklıdır.10 Uluslaşma sürecini ve devlet kurma bilincini ilk geliştiren toplumlardan olan Türklere ait Orhun yazıtları ve Kutatgu Bilig, ulusal güvenlik siyaset belgesinin VIII ve XI. Yüzyıllardaki ilk örnekleridir. Ayrıca, uygulamaların kavrama kazandırdıkları arasında tek tanrılı dinlerin getirdiği ilkeler önemli bir yer tutmaktadır. Bugünün dünyasına bir şekilde aktarılan başta “haklı savaş (bellum iustum)”, “savaşanların hukuku (jus in bello )” ve “savaşa başvurma hukuku (jus ad bellum)” olmak üzere güvenliğe ilişkin pek çok kavram bu kapsamdadır. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkünse de bu kapsamda yeterli çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle biz burada daha çok ulusal güvenlik kavramının gelişimine katkı sağlayan bazı temel düşüncelere yer vereceğiz. 

Sun Tzu ve “Savaş Sanatı” 

Çinli askeri danışman SunTzu, (M.Ö. 400-320) “Savaş Sanatı” adlı eserinde, askerî bilimlerin -stratejik, operatif ve taktik- bütün seviyelerine ilişkin temellerini ortaya koyduğu gibi ulusal güvenlik anlayışının da ilk örneğini oluşturmuştur. 
Sun Tzu’nun yaklaşımları; savaşın yıkıcılığı, uzun süren savaşın galibinin olmayacağı, asıl olanın savaşmadan düşmana isteklerinizin kabul ettirilmesi olduğu, savaşın ekonomik külfeti, halkın savaştaki konumu, moral değerler ve dolaylı tutum stratejisi gibi konulardaki yaklaşımları, kuvvet kullanmayı son çare olarak gören normatif bir ulusal güvenlik anlayışını yansıtır. 

Onun ulusal güvenlik anlayışı, askeri güce ilave olarak ulusal gücün diğer unsurlarını ve stratejinin temel belirleyenleri olan kuvvet, zaman ve mekân etkenlerini kapsayan bir genişlik içerir. Ayrıca, diplomasi, istihbarat, askeri teknolojinin kullanılması, güç dengesi, vb. pek çok konudaki özgün yaklaşımları nedeniyle Sun Tzu’nun düşüncelerinin, yaşadığı döneme göre benzeri olmayan bir derinlik içerdiğini söyleyebiliriz.11 
Sonuç olarak, Sun Tzu, eserinde savaşı anlatırken esasen bir ulusal güvenlik modeli geliştirmiştir. Bu model, kuvvet kullanmayı son çare olarak gören Taocu felsefenin bir ürünü olduğu kadar, “Savaşan Devletler Dönemi (M.Ö. 403-M.Ö. 221)” olarak tarihe geçen yaşadığı dönemin güvenlik anlayışının da doğal bir sonucudur. 

Tükidides ve “Pelepones Savaşları” 

Sun Tzu’nun çağdaşı sayılabilecek Eski Yunanlı general ve tarihçi Tükidides (M.Ö. 460-400), Atina ittifakı ve Sparta arasında cereyan eden savaşları konu alan “Pelepones Savaşları” adlı eserinde tehdit ve güç merkezli güvenlik anlayışı ile Batı Dünyasına uzun dönem hâkim olan siyasal gerçekçi kuramın (realizm) Antik Çağdaki ilk örneğini oluşturmuştur. 

Eserin “Melos Diyaloğu” adlı bölümünde yer alan; devletler arasındaki ilişkilerin hak ve ahlaki değerlerden çok kuvvet tarafından belirlendiği, Emperyalist Atina’nın giderek güç kazanmasının sonucunda Sparta ve müttefiklerinin (Pelepones İttifakı) aleyhine değişen güç dengesizliğinin sistemik bir şekilde Pelepones Savaşlarını başlattığı yönündeki betimlemeler iki kutuplu ittifaklar düzenine egemen olan güvenlik anlayışını tanımlamaktadır. 

Niccolo Machiavelli ve “Prens” 

İtalyan diplomat, tarihçi ve hümanist felsefeci Niccolò Di Bernardo Machiavelli (Makyavel) (1469-1527), Avrupa’da feodal beylikler arasında parçalanmış otoritenin yerini ulusal birliklerin ilk biçimlerine bıraktığı, dünya ve kilise işlerinin giderek ayrıştığı, mezhepler arası gerginliğin tırmanışa geçtiği, cumhuriyet ve krallık ideolojilerinin çarpıştığı, Orta Çağların kuvvet-yoğun devlet yapılanmasın dan, sermaye-yoğun yapılanmaya geçtiği bir dönemde yaşamıştır.12 

İtalyan birliğinin kurulması idealini benimseyen Makyavel, bunun için cumhuriyeti, laikliği ve ulusal orduyu gerekli görür ve bu hedefe ulaşmak için başta güç kullanılması olmak üzere her yolu mübah sayar. Bu nedenledir ki Makyavel İtalyan Faşizminin benimsediği emperyalist ve yayılmacı ulusal güvenlik anlayışının ilham kaynağı olmakla eleştirilecektir. 

Makyavel 1513’de kaleme aldığı “Prens” adlı eserinde bir hükümdarın gücü nasıl kazanıp elde tutabileceğini irdeler. Bu kapsamda eser; diplomasiden kuvvet kullanmaya, askeri gücün yapısından halkı kazanmaya, farklı devlet teşkilatlarının tahlilinden bürokratların ve hükümdarın özelliklerine kadar döneminin ulusal güvenlik anlayışına ilişkin pek çok konuyu içerir.13 

Ahlaki değerleri bile bir vasıta olarak gören Makyavel’in güvenlik anlayışının, Avrupa’nın o dönemdeki başat devletleri olan Fransa, İspanya ve Avusturya arasında on yedi devletçiğe bölünmüş İtalya üzerinden sürdürülen güç mücadelesinde, amaca ulaşmak için her şeyin mübah görülmesinden kaynaklandığını söylemek mümkündür. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 Arnold Wolfers, “National Security as an Ambiguous Symbol”, Discord and Collaboration: Essays on 
   International Politics, Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1962, s. 147-164. (Orijinali, Political Science 
   Quarterly, Cilt 67, 1952). 
2 Keen Booth, “Security and Self: Reflections of a Fallen Realist”, K. Krause. ve M.C. Williams (Ed.) Critical 
   Security Studies: Concepts and Cases, Minneapolis, University of Minnesota Press, 1997, s. 83-119. 
3 Peter Mangold, National Security and International Relations, New York, Routledge, 1990, s.4. 
4 Wolfers, op. cit., s. 150. 
5 S. Neil MacFarlane ve Yuen Foong Khong, Human security and the UN: a critical history, Bloomington, Indiana University Press, 2006, s. 25. 
6 Amos A. Jordan, William J. Taylor Jr, Michael J. Mazar, American National Security. Baltimore, The John Hopkins University Press, 1999, s. 6. 
7 David J. Singer, “The Level of Analysis Problem in International Relations”, World Politics, Cilt 14, No. 1, The International System: Theoretical Essays, (Kasım 1961), s. 77-92. 
 http://sitemaker.umich.edu/jdsinger/files/the_level_of_analysis_problem_in_international_politics.pdf (10 Eylül 2012). 
8 İlhan Uzgel, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Ankara, İmge, 2004, s. 11 ve Richard Wyn Jones, Security, Strategy, and Critical Theory, Lynne Rienner Publishers,1999, http://library.northsouth.edu (10 Eylül 2012), s. 8. 
9 Geoffery Parker, The Times Atlas of World History, Londra, Times, 1997, s. 19 
10 Beril Dedeoğlu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji. İstanbul, Derin Yayınları, 2003, s. 15. 
11 Ali Bilgin Varlık, “Sun Tzu: Savaş Sanatı”, A.B. Varlık (Ed.), Strateji, Harp ve Askeri Harekât Üzerine Dünya Klasikleri Öz İncelemeler Dizini, Ankara, KHO Basımevi, 2012, s. 1-72. 
12 Jacques Attali, Geleceğin Kısa Tarihi, (Çev. T. Ilgaz), Ankara, İmge, 2007, s. 57. 
13 Ali Bilgin Varlık, “Niccolo Machiavelli: Prens”, A.B. Varlık (Ed.), Strateji, Harp ve Askeri Harekât Üzerine Dünya Klasikleri Öz İncelemeler Dizini, Ankara, KHO Basımevi, 2012, s. 125-226. 


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder