Savaş Sanatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Savaş Sanatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Kasım 2020 Salı

ULUSAL GÜVENLİK., BÖLÜM 3

 ULUSAL GÜVENLİK.,  BÖLÜM 3 



Ulusal Güvenlik Kavramının Çok Boyutluluğu ve Karmaşık Yapısı 

Uluslararası ilişkilerin giderek daha girift ve karmaşık bir hal aldığı, aktörlerin, tehditlerin, karar birimlerinin çoğaldığı günümüzde geleneksel yaklaşımların yetersiz kalması nedeniyle ulusal güvenlik kavramının yeniden değerlendirilmesine yönelik tartışmalar yoğunluk kazanmıştır. Bu maksatla geliştirilen kuramların sağladığı kısmi katkıya karşın tek başlarına yeterli olamadıkları görülmüştür. Ulusal güvenlik kavramının bir “büyük kuram” şeklinde açıklanamamasının pek çok nedeni olabilirse de esasen bu sorunun, kendi içinde gizli iki kademeli bir cevabı varıdır. Birincisi küçük ölçekli (mikro) yaklaşımlarla büyük ölçekli (makro) çözümler üretilemez; ekonomik küreselleşmecilerin, çevrecilerin, Feministler in  yaklaşımları güvenlik kavramını zenginleştirirse de bütünüyle çözümleyemez. İkincisi, yukarıda “Ulusal Güvenlik Anlayışının Değişkenliği ve Göreceliği” başlıklı bölümde değinilen yapısal nedenlerden ötürü güvenlik bütüncül, tek bir çözümle izah edilemez. 

Ulusal güvenlik kavramının çok boyutlu ve karmaşık niteliği, devlet merkezli geleneksel yaklaşımdan köklü bir değerler dizini (paradigma) kaymasını ifade eder ve konunun farklı inceleme düzey ve birimlerinde irdelenmesini gerektiren geniş kuramsal tartışmaların kapısını aralar. Bu yeni yaklaşımın özünde bir devletle sınırlı olmayan, herkes için kabul edilebilen genel bir güvenlik arayışı yatmaktadır. Bu nedenle ulusal güvenlik, bütün boyutlarıyla ve karmaşık yapısını oluşturan devlet, uluslararası ortam ve kimlik özellikleriyle incelenmelidir. Bu kuramsal tartışmaların uygulamadaki anlamı, ulusal güvenliğin kimler tarafından ve ne şekilde sağlandığı veya tehdit edildiği sorusunun cevabı ile ilgilidir. Diğer bir 
ifadeyle ulusal güvenlik siyasetinin belirlenmesine ilişkindir. 

Ulusal Güvenlik Kavramının Boyutları, 

Herkes için kabul edilebilen genel bir güvenlik anlayışı, daha kapsayıcı bir yaklaşımı ve yeni çözümlemeleri zorunlu kılmıştır.48 

Soğuk Savaş dönemindeki savunma ağırlıklı yaklaşımın terk edilerek, güvenlik ortamının oluşturulmasının önem kazandığı bu yeni dönemde, ulusal güvenlik kavramı genişliğine ve derinliğine yeni boyutlar kazanmıştır. 

XXI. yüzyılın güvenlik anlayışında, salt tehdit tabanlı yaklaşım terk edilerek riskler ve fırsatlar da ulusal güvenliğin kapsamına dâhil olmuştur. Ayrıca tehdit kavramı, devlet dışı aktörlerden kaynaklanan tehlikeleri de içerecek şekilde genişlemiştir. Bu nedenle ulusal güvenliğin askeri güvenliği içeren geleneksel çizgisi devam etmekle birlikte; ekonomi, çevre, sağlık, cinsiyet, kültür, refah, kimlik gibi hususlar da ulusal güvenliğin konuları arasına girmiştir. 

Ulusal güvenlik kavramının derinlik kazanması; devletin üzerinde ve dışındaki alanlarda güvenlik arayışlarını ifade eder. Gerçekten de güvenlik konusu üzerine tartışmalar, devlet merkezli anlayışın sorgulanarak güvenliğin diğer konulara da istinat edebileceğini öneren yaklaşımlarla derinleşmiştir. Bu son dönemdeki derinleşme; bölgesel ve küresel kimlikler gibi yukarı doğru ve bireye kadar toplumu oluşturan bütün grupları içerecek şekilde aşağı doğru gerçekleşmiştir.49 

Ulusal Güvenliğin Karmaşık Yapısı Günümüzde ulusal güvenlik kavramının çok kimlikli (devlet, uluslararası ortam ve kimlik) yapısı, devletin uluslararası ortamın diğer aktörleriyle olan ilişkilerine karmaşık bir yapı kazandırmıştır. 

Ulusal Güvenlik Bakımından Devlet, Uluslararası Ortam ve Kimlik. 

Devlet Düzeyi, Günümüzde devletle sınırlı olmayan herkes için kabul edilebilen genel güvenlik anlayışı, devlet gerçeğini reddetmez, daha geniş algılar. Diğer taraftan devletin başlıca güvenlik olgusu olması onun tek güvenlik vasıtası olduğu anlamına da gelmez.50 

İnsanlığın ulaşabildiği en gelişmiş sosyal örgütlenme biçimi olan devletin, gücün her çeşidini elinde bulundurması onu uluslararası ortamın ve ulusal güvenliğin en belirleyici aktörü yapar. Nitekim Max Weber devleti; “Belirli bir toprak parçası üzerinde, meşru fiziksel güç kullanma tekeline -başarıyla- sahip çıkan bir insan topluluğu” olarak tanımlamıştır.51 Tarihsel oluşumu ve kuramsal dayanağı ne olursa olsun devlet, her şeyden önce bir güvenlik yapılanmasıdır.52 Tersinden okursak, güvenlik hiçbir şeye ait olmadığı kadar devlete dairdir; devletin temel işlevidir. Devletin unsur ve işlevleri -ne şekilde tanımlanırsa tanımlansın 53- ulusal güvenliğin konusudur. Bu nedenlerden ötürü güvenlik kavramı ulusal olma özelliğini muhafaza eder. Yeni güvenlik çalışmalarının insan güvenliğini merkeze almayı önermesi, devletin güvenliğini ortadan kaldırmaz. Devlet güvenliğinin sağlanması yurttaşların güvenliğini sağlamak için ön şarttır. Asıl sorun devletin güvenliğini sağlanmış olduğuna kimin nasıl karar verdiğidir.54 

Devletin beka ve refah gibi iki temel ihtiyacı, ulusal güvenlik anlayışının temelini oluşturduğu kadar, iç ve dış siyasette iki temel sorunun da kaynağıdır. 

Bunlar: “Devletin Yüce Çıkarı” ve “Güvenlik Çıkmazı”dır. 

_ Devletin Yüce Çıkarı ( Alî menfaat) (raison d’État), 

Kaynağını Makyavel’in devlet işlerinin yapısına ilişkin yaklaşımlarından alan devletin yüce çıkarı (raison d’État) terimi; her devletin kendi çıkarını gözetmesinin, bu uğurda amansız bir güç mücadelesine girmesinin doğal, haklı ve kaçınılmaz olduğu anlamına gelir. Devletin güvenliği o kadar büyük önem taşır ki güvenliği sağlamak için yöneticiler ahlaki ve hukuki değerleri ihlal edebilir.55 
Emniyetin ikame, savaşların telafi edilemez kayıpları güvenliği devletin en önemli işlevi haline getirir. Konu güvenlik olunca, kaynakların kullanılması sorgulanmaz, güvenlik arayışları dış politikanın temel belirleyeni olur.56 Ulusal güvenlik kavramının devletin başlıca yüce çıkarı olması ve belirsizliği, devleti yönetenlerin, kavramı yanıltıcı bir şekilde kullanmalarına,57 ahlak ve yasa dışı olayları ulusal güvenlik örtüsü altında gizlemelerine58 ve muhalefete karşı üstünlük kazanmalarına olanak sağlar.59 

Güvenlik Çıkmazı, 

Uluslararası ortamın anarşik yapısı, bütün devletleri diğerlerinin potansiyel hasmı haline getirir. Bu durumda devletler sadece kendi güçlerine dayanmak, kendi kendilerine yeterli olmak ve çıkarlarının gerçekleşmesi için diğer devletlere bel bağlamamak durumundadır; çünkü devletler arasındaki ilişkilerde güvensizlik esastır. Güvensizliğin temelinde, diğer devletin saldırı kapasitesine sahip olmasından kaynaklanan korku vardır.60 

Uluslararası ortamın anarşik yapısı, devletler arasındaki mücadeleyi, sıfır toplamlı bir hale getirir. Ulusal güvenliğin en temel yasasını oluşturan bu durum John Hertz tarafından “Güvenlik Çıkmazı” terimi ile açıklamıştır.61 Buna göre; varlıklarını devam ettirebilmek için sürekli güvenlik arayışı içinde hareket eden devletler, kendi güvenliklerini artırdıkça diğer devletlerin güvenliğini tehdit ederler. Devletlerin güvenlik arayışlarının bu kışkırtıcı yönü diğer devletleri de kendi güvenliklerini artırmaya zorlar. 

Güvenliğin algıya bağımlı öznel yapısı her zaman daha fazla emniyet ihtiyacını körükler. Güvenlik ölçülemez ve güvenlik için ne kadar gücün yeterli olacağı iki nedenden ötürü kestirilemez: Birincisi, güç bağıl ve ölçülemez olduğundan hasmın kuvvetinin kaç katına sahip olunması gerektiği bilinemez. İkincisi, güç değişken olduğundan elde edilen güç üstünlüğünün ne kadar bir süre için devam ettirileceği kestirilemez.62 

Ayrıca konu bekadan refaha doğru kaydıkça güvenlik, saldırganlığın telaffuz edilen hali olur. Çarlık Rusya’sı Dış İşleri Bakanı Gorçakov’un; “Ülkenin refah ve güvenliğini tehdit eden yarı-barbar kavmin kalmaması için giriştiğimiz mücadele nin sonunda yeni fethedilen topraklarda yeni kabilelerin tehdidine maruz kaldık” yönündeki yakınması bu duruma örnektir.63 

Benzer şekilde, II. Dünya Savaşı öncesinde Almanya; 1919 Versay Barış Anlaşmasının koşullarını ülke ekonomisine, Sovyet Rusya ve Fransa arasındaki jeopolitik sıkışmasını toprak bütünlüğüne tehdit olarak algılamıştır. 
Devletlerin ulusal güvenlik adına saldırgan bir şekilde davranma istekleri böyle davranacakları anlamına gelmez. Zira devletlerin davranışları sadece istekleri ile değil aynı zamanda kapasiteleriyle de sınırlıdır.64 Ayrıntıları ardıl bölümde sunulacak olan ulusal güvenlik kapasitesi, bir güç bileşeni olduğundan devletin uluslararası ortamdaki muhataplarının konumuna göre değer kazanır. 

Uluslararası Ortam Düzeyi, 

Uluslararası ortamın aktörleri: devletler, devlet niteliğini kazanmamış sosyal ve siyasal alt gruplar, uluslararası ve uluslar üstü kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları (STK) ve hükûmet dışı kuruluşlar (HDK), ulus-aşan ticari kuruluşlar (Trans National Corporations-TNC)/çok uluslu şirketler (ÇUŞ/Multinational Companies-MNC) ve bireylerdir. Uluslararası ortam özellikle devletler bakımından anarşik bir yapıya sahiptir ve hiyerarşik bir düzen arz etmez. Bu ortamda devletlerin başlıca aktör olması onların diğer aktörlerden etkilenmedikleri anlamına da gelmez. 

Joseph Nye’ın, uluslararası ortamın çok boyutlu yapısını ortaya koyan yaklaşımı, bu konudaki diğer kuramlara nazaran, ulusal güvenlik kavramının bütün boyutlarını kapsaması bakımından öne çıkmaktadır. Buna göre dünya siyaseti, üç boyutlu bir satranç tahtası haline gelmiştir. Satranç tahtasının birinci boyutunda devletler arasındaki askerî ilişkiler yer almaktadır. Bu katmanda hegemonya ve tek kutupluluk kavramlarını kullanmak anlamlıdır. Buna karşın, satranç tahtasının ikinci boyutunda yer alan ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerde gücün dağılımı çok kutupludur. Gücün ikinci boyutunda hegemonya kavramı bir anlam taşımamakta dır. Satranç tahtasının üçüncü boyutunda, terörizm, uluslararası suçlar, iklim değişikliği ve bulaşıcı hastalıkların yayılması gibi çok çeşitli sorunlar ve hükümet dışı aktörler yer almaktadır. Bu kademede de hegemonyadan veya imparatorluktan söz etmek olanaklı değildir.65 

Ulusal güvenlik kavramının ortam ile etkileşimi, birbiriyle ilişkili başlıca iki düzlemde gerçekleşir. Bunlar; devletlerin devletlerle ve devletlerin uluslararası ortamın diğer aktörleriyle olan ilişkileridir. Bu ilişkilerden hiçbiri bağdaşık (homojen) olmayıp, 66 ayrışık (heterojen) özellikler taşırlar. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

48 Pınar Bilgin, “Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları”, SAREM Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı.14 (Ocak) 2010, s. 69-96. 
49 MacFarlane ve Khong, op. cit., s. 1. 
50 Mangold, op. cit., s. 10. 
51 Max Weber, “Politics as a Vocation”, H.H. Gerth ve C.W. Mills (Ed.) From Max Weber, New York: Oxford University Press, 1972, s. 78 
52 Mangold, op. cit., s. 10. 
53 Charles Tilly, devleti şöyle tanımlamıştır: “Belli sınırları olan bir bölgede yaşayan bir nüfusu idare eden bir organizasyon, 
     1) Aynı toprak sınırları içinde faaliyet gösteren diğer organizasyonlardaki farklılaşmış 
     2) Özerk 
     3) Merkezileşmiş ve 
     4) Bölümleri birbirleriyle resmî bir koordinasyon içinde çalışıyor ise, devlettir”.
( Charles Tilly, The Formation of National States in Western Europe, 
 Princeton University Press, 1975, s. 70). Christopher Pierson’a göre modern devletin başlıca özellikleri: 

1) Şiddet araçlarının tekeli (denetimi) 
2) Toprak 
3) Egemenlik 
4) Anayasallık 
5) Kişisel olmayan iktidar 
6) Kamu bürokrasisi 
7) Yetki/meşruiyet 
8) Yurttaşlık 
9) Vergilendirmedir. (Christopher Pierson, Modern Devlet, (Çev. D.Hattatoğlu), İstanbul, Çiviyazıları, 2000, s. 24). 
54 Bilgin, op.cit s., 77. 
55 Gianfranco Poggi, Devlet: Doğası, Gelişimi ve Geleceği. İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007, s. 115. 
56 F.S. Northedge, The International PoliticalSystem. Londra, Faber&Faber, 1976, s. 224. 
57 Wolfers, op. cit., s. 147. 
58 Jordan vd. op. cit., s. 3. 
59 Buzan op. cit., s. 9. 
60 John Mearsheimer, “Anarchy and the Struggle for Power”, K.A. Mingst ve J.L. Snyder (Ed.), Essential Readings in World Politics, Londra, Norton Series, 2008, s. 60-79. 
61 John Hertz, “Idealist Internationalism and the Security Dilemma”, World Politics, Cilt 2, No. 2, 1950, s. 171-201. 
62 Mearsheimer, op. cit., s. 64. 
63 Mangold, op. cit., s. 31. 
64 Mearsheimer, op. cit., s. 65. 
65 Joseph S. Nye Jr, Soft Power: The Meansto Success in World Politics. New York, Public Affairs, 2005, s. 4. 
66 Barry Buzan vd. (1998: 17) devletler arasındaki ilişkilerin bağdaşık olduğunu ileri sürmüşlerdir. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

ULUSAL GÜVENLİK., BÖLÜM 2

ULUSAL GÜVENLİK.,  BÖLÜM 2 



Dr. Ali Bilgin VARLIK,Ulusal güvenlik, Aile, vakıf, şirket, devlet,Sun Tzu,Eleştirel Kuram, Uluslararası Politik Ekonomi Yaklaşımı, Liberal Realizm, İngiliz Okulu, Kopenhag Okulu, Feminist Akım,

Thomas More ve “Ütopya” 


İngiliz devlet adamı ve felsefeci Thomas More (1478-1535), 1516’da idealist bir yaklaşımla kaleme aldığı “Ütopya” adlı eserinde savaşın yıkıcılığına, kuvvete ancak son çare olarak başvurulması gerektiğine; bu maksatla önce savaşçı toplulukların, sonra müttefiklerin, en sonunda da ulusal ordunun kullanılabileceğine; kadınlı erkekli gönüllü vatandaş ordusunun başarılı olabileceğine; dolaylı tutum stratejileri nin, teknolojik üstünlüğün, ekonomik gücün önemine ve savaşın önlenebileceğine değinmiştir.14 

Klasik Liberalist görüşün öncüsü sayılan More’un önerdiği bu model ile başbakanlık yaptığı dönemde Protestanlara karşı girişilen baskı ve katliamlar çelişmektedir. 15 Bununla beraber, More’un başta uluslararası güvenlik sistemi olmak üzere yukarıda belirtilen görüşleri, realist güvenlik anlayışına bir alternatif olması bakımından önem taşımaktadır. 

Thomas Hobbes ve “Leviathan (Dev)” 

İngiliz felsefeci Thomas Hobbes (1588-1679), 1651’de yazdığı “Leviathan” adlı eserinde bencil içgüdülerin karşılıklı kuşku ve çatışmalara yol açtığı anarşik halin düzene sokulabilmesi için egemenliğin mutlak olması zorunluluğunu savunmuş; önerdiği devlet ve ulusal güvenlik yapılanmasını mutlak bir güç denklemi üzerine inşa etmiştir. Gücü bir amaç olarak kabul eden Hobbes’a göre ulusal güvenlik; mevcut ve muhtemel bütün hasımlara üstünlük sağlamak suretiyle elde edilebilir. 

16 İnsanların, devlet egemenliği altında yaşamalarının yegâne sebebi ve amacı, devletin güvenlik sağlama niteliğiyle açıklanabilir.17 Bu modelde egemenlik bir şahsın elinde olacağından başka şekillerde temsil edilemez; devletin güvenliği doğrudan ‘egemenin güvenliği’ anlamına gelir. 

İngilizceye ilk çevirisini yaptığı Tükidides’in “Pelepones Savaşları”nın Hobbes’un güvenlik anlayışını etkilediği açıktır. Onun mutlak güvenlik anlayışının, kralcı tutumundan olduğu kadar yaşadığı dönemde İngiltere’deki iç savaşın neden olduğu güvenlik boşluğunun önüne geçme çabasından kaynaklanması da olasıdır. Ayrıca Avrupa’da genel bir savaşa dönüşen Otuz Yıl Savaşları’nın (1618-1648) yarattığı istikrarsızlık ortamının, Hobbes’in güçlü merkezi otorite yaklaşımını körüklemesi kuvvetle muhtemeldir. 

Carl von Clausewitz ve “Savaş Üzerine 

Prusyalı asker ve düşünce adamı, Carl Philipp Gottliebvon Clausewitz (1780-1831), “Savaş Üzerine” adlı eserinde temel askeri kavramların olduğu kadar savaşı politikanın başka vasıtalar kullanarak devamı sayan tanımlamasıyla18 Avrupa’da II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar genel kabul gören ulusal güvenlik anlayışının temellerini atmıştır. 

Clausewitz’in savaş teorisi halk, ordu ve hükûmet üçlemesine dayanır. Bu kabul ile Clausewitz, savaşı üç yönlü bir nesne olarak da algılamaktadır. Bunların birincisi kin ve nefret, ikincisi ihtimal hesapları ve tesadüfler, üçüncüsü ise politik vasıtadır. Burada kin ve nefret halkla, ihtimal hesapları ve tesadüfler orduyla, politik araç vasfı ise hükûmetle ilişkilendirilmektedir.19 Savaşın karakterini belirleyen, bu üç unsur arasındaki karşılıklı etkileşimdir.20 Savaşta başarılı olma ve amaca ulaşma halk, ordu ve hükûmet arasında sağlıklı bir dengenin kurulabilmesine bağlıdır.21 
Clausewitz’in yaklaşımı ulus-devlet modelinde benimsenen topyekûn savaş / güvenlik anlayışına esas teşkil etmiştir. Onun ulusal güvenlik anlayışı; bağımsız Alman prenslikleri nedeniyle ülkesinin parçalı yapısının, Napolyon Fransa’sının yarattığı tehdidin sonucu olarak ortaya çıkan ve devleti öncelikle savaş aygıtı olarak gören Prusya modelinin bir ürünüdür. 

Liddell Hart ve “Strateji: Dolaylı Tutum” 

İngiliz stratejist Sör Basil Henry Liddell Hart (1895-1970), iki dünya savaşının tecrübesi ile kaleme aldığı “Strateji: Dolaylı Turum” adlı eseri ile Clausewitz’in topyekûn savaş ve imha stratejisine yoğunlaşmış olan Avrupa’nın savaş anlayışına, Sun Tzu’nun geliştirmiş olduğu dolaylı tutum yaklaşımı ile yeni bir alternatif getirmiştir. Liddel Hart’ın ulusal güvenlik kavramına en büyük katkısı, taktik, operatif ve strateji ile ulusal güvenlik politikası arasındaki ilişkiyi “Yüksek Strateji” kavramıyla bütünleştirmesidir. 

Liddell Hart, ulusal güvenliğe yönelik olarak, savaşın planlanması ve yönetiminde öngörülen barış koşullarının, ittifak üyeleri arasındaki güç dengesinin ve külfet paylaşımının, kitle imha silahlarının caydırıcılığının ve gayrinizami harp uygulamaları nın dikkate alınmasını vurgulamış, ulusal çıkarların kuvvetin dolaylı kullanımı ile en etkin bir şekilde elde edilebileceği ni savunmuştur. 

II. Dünya Savaşından Sonraki Dönem 

Kuvvet kullanılmasını önleyecek uluslararası kuruluşların, hukuk kurallarının ve rejimlerin tesis edilmesi halinde güvenliğin sağlanabileceği tezini savunan, Klasik Liberalist Kuramın, iki dünya savaşını engellemekteki başarısızlığı, II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ortamın Realizmin tekelinde şekillenmesine neden olmuştur.22 

Realist (Siyasal Gerçekçi) Kuram 

Klasik Realist Kuramın temsilcilerinden Hans Morgenthau, 1948 yılında yayımlanan “Uluslar Arasında Politika” adlı eseri ile dönemin ulusal güvenlik anlayışını tanımlamıştır. 
Morgenthau, ulusal güç unsurları ile politika arasındaki ilişkiyi irdeleyerek ulusal güvenlik kavramına derinlik kazandırmıştır.23 Ayrıca Morgenthau, güç bileşenlerinin maddi unsurlarla beraber liderlik, psikoloji vb. soyut unsurlardan oluştuğunu ve gücün; hasım devletlerin konumuna, kuvvetine, tehdit algılamaları na ve şartlara göre değişken olduğunu ortaya koymuştur.24 

Devleti bütünsel bir yapı olarak kavramsallaştıran Klasik Realistler, devletin güvenliğini bireylerin güvenliğinin toplamı olarak algılamışlardır.25 Tehditlerin dış kaynaklı olduğu düşüncesinden hareketle ulusal güvenliği; devletin egemenliğinin, kurumlarının, değerlerinin, sınırlarının ve halkının dış saldırılardan korunması şeklinde; devlet merkezli olarak değerlendirmiş, bu nedenle askeri gücün artırılması konularına yoğunlaşmışlardır.26 Bu yaklaşımın sonucu olarak güvenlik çalışmaları, askeri gücün uluslararası politikadaki kullanılmasına ilişkin bir uzmanlık alanı olarak değerlendirilmiştir.27 

Davranışçı Kuram (Şikago Okulu) 

Ulusal güvenlik, uluslararası sorunlara deneysel çalışmalarla çare arayan “Davranışçılar”ın, 1960’lı yıllarda başlıca uğraşları arasında yer almıştır. 

Bu kapsamda Harold Lasswell, 28 Ulusal güvenliği sağlamaya yönelik olarak istenen sonucun elde edilebilmesi için alınacak bütün tedbirlerin dış politika ile koordine edilmesi gereğini vurgulamıştır. Morton Kaplan gücün dağılımını, uluslararası ilişkiler alanında geliştirdiği sistem modelinde kullanmıştır.29 

Neo-Realist Kuram, 

Klasik Realizmin uluslararası ilişkilerin bütününü açıklayamaması, kuramın ulusal güvenlik yaklaşımının kapsamını daraltmıştır. Bu sakıncayı ortadan kaldırmak üzere geliştirilen ve Yapısalcı Realizm olarak da adlandırılan30 Neo-Realizmin başlıca katkısı, ulusal güvenlik ile uluslararası sistem arasındaki ilişkiyi ortaya koymasıdır. Kuramın temsilcilerinden Kenneth Waltz, 1959’da yayınladığı, “İnsan, Devlet ve Savaş” adlı eserinde, savaş kavramını, insan, devlet ve uluslararası ortam düzeylerinde incelemiştir.31 1960’lı yıllarda, askeri ve ekonomik güç gibi doğrudan güç kullanımını esas alan Neo-Realistler, giderek daha fazla bir şekilde, sistemi yönlendirme yetisi üzerine yoğunlaşmışlardır. 1970’li yıllarda, Neo-Realist 
kuramcılar, geleneksel çizgilerinden Neo-Liberalist kuramın öne çıkardığı, dolaylı güç unsurlarının kullanıldığı modele yaklaşmışlardır. Buna karşın, Neo-Realistlerin, öncülleri gibi güvenliği; mutlaka bir kaybedenin olduğu, devletlerin kendi güvenliklerini diğer ülkelerin aleyhine artırdıkları “sıfır toplamlı” bir oyun olarak gören yaklaşımı, yeni bir ulusal güvenlik modeli geliştirmelerine engel olmuştur. Neo-Realistler, güç kavramının bütün boyutlarını, devlet dışı aktörlerin önemini ve işbirliği ortamının ulusal güvenliğe olan katkısını yeterince kavrayamadıkları yönünde eleştirilmişlerdir. 

Çoğulcu (Pluralist) Kuram, 

Neo-Realizm’e bir tepki olarak ortaya çıkan Çoğulcu Kuramın ulusal güvenliğe sınırlı katkısı olmuştur. Bunlardan birincisi, Karl W. Deutsch’un karşılıklı bağımlılığın güvenlik topluluklarının doğuşuna yol açtığı tezi;32 ikincisi, güvenlik kavramının kapsamını çevresel ve sosyo-kültürel faktörleri de kapsayacak şekilde geliştirilmesidir. 

Neo-Liberalist Kuram, 1980’lerden itibaren gündeme gelen Neo-Liberalist akım güvenliğin; devletlerin karmaşık karşılıklı bağımlılıkları ve uluslararası rejimler ağından oluşan bir uluslararası sistem yardımıyla sağlanabileceği savını desteklemiş tir. Buna göre güvenlik ortamı “sıfır toplamlı” değildir. Bu ortamda; askerî güç önemini yitirmiştir, demokratik yönetimler arasında savaş tehlikesi azalmıştır. Neo-Liberalistlere göre, devlet dışı aktörlerin varlığı nedeniyle devletlerin tek başına uluslararası güvenlik ortamını kontrol etme imkânları kalmamıştır. 

Neo-Liberalizm, bir ulusal güvenlik modeli geliştirememişse de ortak değer ve çıkarlar yaratarak güvenliğin sağlanması, devlet dışı aktörlerin yarattığı tehditler, çoğulcu ve çok kutuplu güç yapılanması konularındaki açılımı ile realistlerin bütüncül olarak ele aldıkları ulusal çıkar konusunu tartışmaya açmak suretiyle ulusal güvenlik kavramına katkı sağlamıştır. 

Eleştirel Kuram, 

Güvenlik çalışmaları 1980’leden itibaren yaygınlık kazanan eleştirel uluslararası ilişkiler yaklaşımlarının tartışmalarına da konu olmuştur. Geleneksel güç ve devlet merkezli yaklaşımın bugünkü güvensizlik ortamının kaynağını oluşturduğu düşüncesiyle ortaya çıkan Eleştirel Kuramın güvenliğe yönelik temel savları; güvenliğin bireyi, toplumu ve kimliği esas alan yaklaşımlarla sağlanabileceği33 ve bireysel özgürlüğün sağlanmasıyla güvenliğin tesis edilebileceği34 ana konularında yoğunlaşmıştır. Kurama yönelik eleştiriler; devletin güvenlikteki belirleyici konumunu göz ardı etmesi, bunun yerine önerdiği bireyin özgürlüğü konusunu ise kavramsallaştıramaması, güvenliğin ne olduğu konusundan çok nasıl olması 
gerektiği konularına yönelmesi nedeniyle gerçeklerle değerler arasındaki farkı tanımlayamaması yönündedir.35 Eleştirel yaklaşımın mevcut sistemin yetersizliklerini ortaya koymadaki başarısını yeni bir model geliştirmede de gösterebildiğini söylemek neredeyse imkânsızdır. 

Son dönemde; ortak değerlerin, çıkarların ve kurumların küreselleşmesi ile birlikte ulusal güvenlik genel güvenlik kavramıyla birlikte ele alınmaya başlamıştır. 

Bu kapsamda barış ve güvenlik kuruluşları ve özellikle güvenlik kavramın insani boyutunun öne çıkaran BM İnsanî Gelişme Programı öne çıkmaktadır. Ayrıca temel kuramların yetersizliklerini ortadan kaldırmak maksadıyla geliştirilen orta ve küçük ölçekli ara kuramların kavramın gelişimine katkı sağladığı görülmektedir. 

Ara Kuramlar, 

İnşacı (Constructivist) Kuram, 

Mevcut kuramların Soğuk Savaşın bitişini algılayamadığı gibi sonrasının dünyasını kurmaya da yeterli olamayacağı eleştirisinden hareketle 1990’larda ortaya çıkan 

İnşacı Kuram, 

uluslararası ortamın; kitleleri peşinden sürükleyen fikirler, ortak değerler, kültürler ve sosyal kimlikler vasıtasıyla yeniden şekillendirilebileceği savına dayanmaktadır. Kuramın ulusal güvenliğe yönelik başlıca iddiası, uluslararası ortamdaki anarşik yapının devletler tarafından yaratıldığı,36 buna karşılık yeni bir güvenlik kültürü inşa edilebileceği yönündedir.37 Buna göre güvesizlik uluslararası sistemin değişmez verisi olmadığı gibi devletlerin geleneksel kabullerine göre oluşturulan ulusal güvenlik anlayışı ve yapılanmaları kalıcı barışın koşullarını sağlayacak bir yapıya dönüştürülebilir.38 Çünkü yapılar, aktörlerin kimliklerini, talep ve çıkarlarını şekillendirebilir ve dönüştürebilir. İnşacı Kuram, Avrupa’daki yeni ulusal güvenlik anlayışına sağladığı katkılara rağmen, güvenlik sorunlarına kapsayıcı bir çözüm getirememiştir. Bu nedenle siyasal gerçekçi yaklaşımları tamamlayıcı olma niteliğini aşamamıştır.39 

Uluslararası Politik Ekonomi Yaklaşımı, Robert Gilpin’in 1986’da gündeme getirdiği uluslararası ilişkilerin ekonomi politiği konusu, ulusal güvenliğe yönelik doğrudan hususları içermese de piyasa ekonomisinin devletler arasındaki ilişkilere olan etkisi, ekonomik ve siyasal değişimler arasındaki ilişki ve ulusal ekonomiler için dünya piyasa ekonomisinin etkisini vurgulaması yönüyle önem taşımaktadır.40 

E. Barnaby Kapstein “Ulusal Güvenliğin Ekonomi Politiği” adlı eserinde41 yer alan; savunma ekonomisi, makro ve mikroekonominin ulusal güvenlikle ilgili boyutu, 
silahlanma, askeri ittifakların ekonomik ilişkileri, küresel ekonomi ve ulusal güvenlik konularındaki tahlilleri ile ulusal güvenlik-ekonomi arasındaki kuramsal boşluğu doldurmuştur. 

Liberal Realizm, (İngiliz Okulu)

Neo-Realizmin ve Neo-Liberalizmin ara bölgesinde oluşan Liberal Realizm, ulusal güvenlik kavramına yeni boyutlar kazandırmıştır. Bu kapsamda, Martin Wight, Hedley Bull gibi yazarların katkısıyla güvenlik konusu üzerindeki tartışmalar, askeri konulardan güvenlik ihtiyacının duyulduğu diğer alanlara kaymak suretiyle genişlemiş ve derinleşmiştir.42 

Karmaşık Karşılıklı Bağımlılık Kuramı 

Neo-Realizme bir tepki olarak Joseph S. NyeJr. ve Robert Keohane tarafından geliştirilen kuram, devletler arasındaki formel ilişkilerin uluslararası ortamdaki geniş ilişkiler ağının çok az bir bölümünü oluşturduğu, esasen hükûmet dışı kuruluşlar, şirketler, insanlar ve diğer aktörler arasında cereyan eden yoğun iletişimin ve etkileşimin toplumlar arasında yarattığı karmaşık karşılıklı bağımlılığın devletlerin davranışlarında daha belirleyici olduğu, bu nedenle iç ve dış politika ayrımının kolay olmadığı, devletler arasındaki ilişkilerde mutlaka bir kaybedenin olmayabileceği tezlerini savunur.43 Kuram, devletlerin uluslararası ortamın belirleyici aktörü olma konumunu reddetmez. Ancak güç kullanmak yerine akılcı davranmayı tercih edeceklerini farz ve kabul eder. Kurama göre, toplumlar arasında kurulan yoğun ilişkilerin sorunların çözümlenmesini olanaklı kılması, devletlerin askeri güç kullanmaya başvurma eğilimini azaltacaktır. Ayrıca, Nye, “Kaba”, ”Yumuşak” ve “Akıllı” güç tanımları ile güç kavramının bütün veçheleriyle tanımlanmasına katkı sağlamıştır. 

Kopenhag Okulu, 

Barry Buzan ve Ole Weaver, ulusal güvenlik alanındaki kuramsal çalışmaları ile öne çıkmaktadır. Buzan, “Halk, Devlet ve Korku” adlı eserinde “Karmaşık Güvenlik Kuramı”nı geliştirmiştir.44 Buzan ayrıca “Güvenlik: Yeni Bir İnceleme Çerçevesi” adlı eserinde, bölgesel güvenlik anlayışını ve ulusal güvenliğin askeri güç dışındaki boyutlarını tartışmaya açmış 45, süper güçsüz (adem-i merkeziyetçi) bir dünya modelinde ulusal güvenlik kavramını incelemiştir. Kavramın zenginleştirilmesine olan katkılarına karşın Kopenhag Okulu, toplum ve kimlik olgularını objektif değişmez gerçeklikler olarak kabul etmesi, bunların yeniden yaratılan, şekillendirilen yönünü göz ardı etmesi nedeniyle bağımsız bir güvenlik modeli 
geliştirememiştir.46 

Feminist Akım 

Feminist akımın ulusal güvenlik kavramına yaklaşımının esasını erkek egemen anlayışın militarizmi ve çatışmayı körüklediği ana eleştirisi oluşturur. Cynthia Enloe, 47 mevcut güvenlik ortamında kadının konumu, kadın askerler ve kadın istismarı konularındaki çalışmaları ile güvenliğin cinsiyet boyutunu tanımlamaya çalışmıştır. 

Feminist akım, güvenliğin tali konularına yoğunlaşması ve şiddeti cinsiyete tahvil eden yaklaşımı ile kurama sınırlı ölçüde katkı sağlayabilmiştir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

14 Thomas More, Utopia, (Çev. M. Okuyucu), İstanbul, Beda Yayınları, 2009, s. 89-94. 
15 R. Marius, Thomas More: A Biography, Londra, Collins, 1986, s. 407. 
16 Hobbes Thomas, Leviathan or the Matter, Forme, &Power of a Common-wealth Ecclesiasticall and Civill, Londra, Andrew Crooke, 1651, s. 77. 
17 Ibid. s. 103. 
18 Carl von Clausewitz, On War, P. Paret (Ed.), New York, Alfed A. Knopf, 1993, s. 99. 
19 Haldun Yalçınkaya, “Savaşın Değişimi ve Savaş Çalışmalarında Farklı Disiplinler”, H. Yalçınkaya (Ed.), Savaş: Farklı Disiplinlerde Yeni Yaklaşımlar, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2010, s.13-30. 
20 Thomas G. Mahnken, “Strategic Theory”, J.Baylis vd. (Ed.), Strategy in the Contemporary World: An Introduction to Strategic Studies, Oxford UniversityPress, 2010, s.67-83. 
21 Aytekin Cantekin. Carl von Clausewitz: Savaş Üzerine, A.B. Varlık (Ed.), Strateji, Harp ve Askeri Harekât Üzerine Dünya Klasikleri Öz İncelemeler Dizini, Ankara, KHO Basımevi, 2012, s. 227-300. 
22 James E. Dougherty ve Robert L. Pfaltzgraff, Contending Theories of International Relations, New York, Longman, 1997, s. 11. 
23 Hans J. Morgenthau, Uluslararası Politika. (Çev. Ünsal Oskay), Ankara, Sevinç Matbaası, 1970, s. 140-211. 
24 Hans J. Morgenthau, “A Realist Theory of International Politics”. K. A. Mingst ve J.L. Snyder (Ed.), Essential Readings in World Politics, New York, W.W. North & Company, 2008, s. 56-60. 
25 Christian Reus Smit, “Realist and Resistance Utopias: Community, Security and Political Action in the New Europe”, Millennium: Journal of International Studies, Cilt 21, No. 1, 1992, s. 1-28. 
26 MacFarlane vd., op.cit, s. 1. 
27 Oktay F. Tanrısever, “Güvenlik”, Atilla Eralp (Ed.), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 107-124. 
28 Harold D. Lasswell, National Security and Individual Freedom, New York, McGraw-Hill, 1950, s. 75. 
29 Morton A. Kaplan, “Variants of Six Models of the International System”, International Politics and Foreign Policy, James N. Rosenau (Ed.), New York, Free Press, 1969, s. 291-303. 
30 Chris Brown ve Kirsten Ainley, Understanding International Relations, Çin: Palgra ve Macmillan, 2005, s. 40. 
31 Bkz. Kenneth N. Waltz, Man the State and War, New York, Columbia University Press, 1959. 
32 Karl W. Deutsch, Political Communityandthe North Atlantic Area, Princeton University Press, 1957, s. 58. 
33 Keith Krause ve Michael Williams (Ed.), Critical Security Studies, Minneapolis, University of Minnesota Press. 1997. 
34 Keen Booth, “Security and Emancipation”, Review of International Studies, Cilt 17, No. 4, 1991, s. 313-326. 
35 Steve Smith, “The Concept of Security on a Globalizing World”, R.G. Patman (Ed.), Globalization and Conflict: National Security in a ‘New’ Strategic Era, Londra, Routledge, 2006, s. 33-55 
36 Alexander Wendt, “Anarchy Is Wha tStates Make of It: The Social Construction of Power Politics”, International Organization, Cilt 46, No. 2, 1992, s. 391-425. 
37 J. Weldes ve D. Saco, “Making State Action Possible: The United States and theDiscursive Construction of the Cuban Problem, 1960-1994”, Millennium-Journal of International Studies, Cilt 25, 1996, s. 361-395. 
38 Emanuel Adler ve Michael Barnett, Security Communities, Cambridge University Press, 1998, s. 59. 
39 Michael Desch, “Culture Clash: Assessing the Importance of Ideas in Security Studies”, International Security, Cilt 23, No. 1, 1998, s. 141-170. 
40 Robert Gilpin, Uluslararası İlişkilerin Ekonomi Politiği. Ankara, Kripto, 2011, s. 26-28. 
41 Bkz. Ethan B. Kapstein, The Political Economy of National Security: A Global Perspective. New York, McGraw-Hill, 1992. 
42 Bkz. Martin Wight, Power Politics, Hedley Bull ve Carsten Holbraad (Ed.), New York, Leicester University Press Royal Institute of International Affairs, 1995. 
43 Bkz. Robert O. Keohane, & Joseph S. Nye Jr, “Interdependence in World Politics”, The Theoretical evolution of international political economy: a reader. New York, Oxford University Press, 1997. 
44 Barry Buzan, People, States and Fear: The National Security Problem in Internetional Relations, İngiltere, Wheatsheaf Books, 1983, s. 105-115. 
45 Barry Buzan, Ole Wæer ve Jaap de Wilde, Security: A New Framework For Analysis. Colarado, Lynne Rienner Publisher, 1998, s. 9-17. 
46 Bill McSweeney, “Identity and Security: Buzan and the Copenhagen School”, Review of International Studies, Cilt 22, No. 1, 1996, s. 81-93. 
47 Bkz. Cynthia Enloe, Bananas, Beaches and Bases: Making Feminist Sense of International Politics, Berkeley, University of California Press, 1990. 


***

ULUSAL GÜVENLİK., BÖLÜM 1

ULUSAL GÜVENLİK.,  BÖLÜM 1 



Dr. Ali Bilgin VARLIK,Ulusal güvenlik, Aile, vakıf, şirket, devlet,Sun Tzu, Savaş Sanatı,

Dr. Ali Bilgin VARLIK 
ULUSAL GÜVENLİK 


Giriş 

 Ulusal güvenlik kavramı en yalın ifadesiyle, devletin ve yurttaşların güvenliğinin sağlanması anlamına gelir. Ancak tanımın basitliği aldatıcı olmamalıdır. Çünkü bu kavram, strateji, uluslararası ilişkiler, hukuk, siyaset ve kamu yönetimi başta olmak üzere pek çok bilimsel disiplinin karmaşık ilişkilerinden beslenir ve bu disiplinlerdeki farklı yaklaşımlarından etkilenir. Bu nedenle ulusal güvenlik kavramının temel meseleleri aslında onu belirleyen unsurlardan kaynaklanır. Ayrıca birkaç yüzyılda gerçekleşebilecek değişikliklerin birkaç on yılda yaşandığı son küreselleşme evresinde, kavramın öznesini oluşturan devlet ve ulus olgularının maruz kaldığı etkiler dikkate alındığında, ulusal güvenlik kavramının nedenli derin ve geniş kuramsal tartışmalara konu olduğu açıklıkla görülmektedir. 

 Bu bölümde bahsi geçen alanlara ilişkin kuramsal tartışmalara girmeden olabildiğince ulusal güvenlik kavramını oluşturan denklem (algoritma) ortaya konacaktır. Bu kapsamda kavramın özellikleri, ulusal güvenlik anlayışının kazandığı yeni boyutlar, güvenlik yapılanmaları ile mevcut problem sahaları üzerinde durulacaktır. 
 Güvenlik kavramını tanımlayan birbiriyle ilişkili üç temel kabul bulunmaktadır. 

Bunlar: 

_ Sosyal varlıkların temel güdüsü beka ve refahtır: Aile, vakıf, şirket, devlet vb. bütün sosyal varlıklar bir kuruluş gayesi ile oluşturulurlar. Bu organizasyonlar, kuruluş amaçlarını yerine getirebilmek için varlıklarını (beka) ve gelişimlerini (refah) sürdürecek koşulları sağlamak zorundadırlar. 
_ Bütün birliktelikler ortak kimlikler, tehditler, çıkarlar ve değerler üzerine kurulur: Yapıları ne kadar basit ya da karmaşık olursa olsun, bütün birliktelikler bu dört unsurdan en az birinin mevcudiyeti halinde oluşabilir. Bu unsurlar (kimlik-tehdit-çıkar-değer), sosyal varlıkların bekasını ve refahını doğrudan belirler. 
_ Güvenlik, güç ilişkileri üzerine inşa edilir: Birey, toplum, ulus ve devlet gibi farklı inceleme birim ve düzeylerini esas alan yaklaşımlardan farklı sonuçlara ulaşılması doğal ve kaçınılmaz olsa da güvenlik, güç ilişkileri üzerine inşa edilebilir. Diğer bir ifadeyle; güvenlik bir güç işlevidir. Güç, tehditleri bertaraf edebilen, çıkarların elde edilmesini olanaklı kılan, değerleri muhafaza eden ve gelişimine katkı sağlayan niteliğiyle güvenliğin başlıca vasıtasıdır. Organizasyonların beka ve refah arayışlarının ve bunların seviyesini belirleyen ortak özelliklerin (kimlik-tehdit-çıkar-değer) güç kavram ile doğrudan bir ilişkisi bulunmaktadır. 

O halde matematiksel ifadesiyle güvenlik: “Gücün fonksiyonunda oluşan, çarpanlarını kimlik, tehdit, çıkar ve değerlerin oluşturduğu beka ve refah denklemidir.” 

Güvenlik kavramının tanımından hareketle ulusal güvenliği; “Devletin bekasının ve refahının sağlanması, bunlara yönelik tehdit ve risklere karşı gerekli tedbirlerin alınması, ortak kimlik ve değerlerin korunması suretiyle ulusal çıkarların gerçekleştirilmesi hali” olarak tanımlamak mümkündür. 

Tamınlar başlangıçta sağladıkları pratik faydalarına karşın kavramları sınırlandırır. Bu nedenle kavramı anlayabilmek için onun boyutlarını ve özelliklerini irdelemek çok daha önemlidir. Ulusal güvenlik kavramının başlıca nitelikleri arasında, ulusal güvenlik anlayışının değişkenliğini ve göreceliğini, tarihsel gelişimini, karmaşık yapısını ve çoklu kimliğini; risk, tehdit ve fırsatlarla olan ilişkisini, güç boyutunu, politika ve strateji ile teşkilatlanma ihtiyaçlarını saymak mümkündür. 

Ulusal Güvenlik Anlayışının Değişkenliği ve Göreceliği 

Güvenliği, kazanılan değerlere yönelik bir tehdidin olmaması hali olarak tanımlayan, Arnold Wolfers, bu belirsizlik sorununu ilk kez 1952 yılında 
“Muğlak Bir Kavram Olarak Ulusal Güvenlik” adlı makalesinde dile getirilmiştir.1 
Gerçekten de kavramın değişkenliği ve bağıllığı bu alanda yapılan çağdaş çalışmaların merkezine oturmuştur. 
Kişilerin ve toplumların güvenlik anlayışı, onların siyasi bakış ve dünya görüşünden kaynaklanır.2 
Ulusal güvenlik kavramına yönelik algı kimin güvenliğinin sağlanacağına ve tehdidin çeşidine bağlı olarak toplumlara, zamana ve coğrafyaya göre farklılıklar 
gösterir.3 

Örneğin, 1750’ ler den itibaren sanayi devrimiyle başlayan emperyalizm sürecinde İngiltere’nin güvenlik algısı ile günümüzün İngiltere’sinin güvenlik algısı farklıdır. Benzer şekilde, Soğuk Savaş dönemine egemen olan iki kutuplu dünya düzeninin ulusal güvenlik algısıyla günümüzün çok kutuplu dünya düzeninin ulusal güvenlik algısı aynı değildir. Hatta Soğuk Savaş dönemi (1949-1990) içerisinde; 1969-1978 yılları arasında yaşanan “Yakınlaşma/Yumuşama (détente)” sürecinin güvenlik algısı ile 1979-1985 yılları arasında yaşanan “Gerginliğe Dönüş” döneminin genel ve ulusal güvenlik algıları da birbirine benzemez. Aynı şekilde küresel bir güç olan ABD ile Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti gibi kıtasal güçlerin ve İran, Türkiye, Hindistan gibi bölgesel aktörlerin ulusal güvenlik algıları da birbirinden çok farklıdır. 

Ulusal güvenlik yaklaşımlarındaki bu farklılıkların bir diğer sebebi de kavramın temel fonksiyonu olan gücün, değişken ve bağıl olmasıdır. Gücün coğrafi dağılımı, güçler arasındaki denge hali ve gücün kullanılmasına ilişkin tercih ve kararlar ulusal güvenlik algılarında farklılıklara sebep ulur. 

Ayrıca tehdit ve çıkarlara ilişkin beklenti ve değerlendirmeler nesnel özellikler taşımalarına karşın bir o kadar da sübjektiftir. Nitekim Arnold Wolfers; “Güvenlik, objektif anlamıyla kazanılmış değerlere yönelik bir tehdidin bulunmaması, sübjektif anlamıyla da bu değerlere bir saldırı olacağı korkusunun olmamasıyla ölçülür” ifadesiyle güvenlik anlayışının nesnel ve öznel boyutunu betimlemiştir.4 
Algı, doğruluğu sınanana kadar kendi başına bir gerçeklik ifade eder. Algıya dayanmayan nesnel gerçeklik ise bizim algı noksanlığımız nedeniyle yok olmaz. 

Örneğin 

dünyanın en büyük donanmasını bir araya getirmek, İtilaf Devletlerinde, İstanbul’un denizden zorlanmadan ele geçilebileceği gibi bir algı yaratsa da 19 Şubat-18 Mart 1915 tarihleri arasında cereyan eden Çanakkale Deniz Harekâtının ortaya koyduğu gerçek başkadır. 

Ulusal Güvenlik Kavramının Tarihsel ve Kuramsal Gelişimi 

Batılı kaynaklarda ulusal güvenlik kavramının kökeninin Westfalya Anlaşmasıyla (1648) Avrupa’da kurulan devletler sistemine dayandığı, konunun I. Dünya Savaşından sonra gündeme geldiği ve özellikle II. Dünya Savaşından sonra bugünkü anlamıyla kullanılmaya başlandığı yönünde genel bir yaklaşım mevcuttur.5 Bu kabul, Batı’nın başat olmaya başladığı Yeni Çağ’dan günümüze kadar olan dönemdeki dünya gerçekliğinin büyük bir bölümünü betimlemesi nedeniyle bazı pratik faydalar sağlar. Ancak, salt uluslararası ilişkiler merkezli bu 
yaklaşımın strateji boyutu zayıf, yöntemsel (metedolojik) boyutu eksiktir. Bu haliyle kavram, dünya coğrafyasının sadece batısına düşen kısmını aydınlatır. 
Oysaki felsefenin klasik dönemdeki konuları bugünkü tartışmaların özünü nasıl oluşturuyorsa, politika ve stratejinin özel bir uygulama alanı olan ulusal güvenlik kavramı için de durum bundan çok farklı değildir. Esasen kavramın özü değişmemiş, bileşenlerinin takip ettiği seyre bağlı olarak yeni boyutlar kazanmıştır. 
Ulusal güvenlik kavramı, gücün sahip olduğu bütün dinamiklerden ve yukarıda değinildiği üzere zaman ve mekân özelliklerinden etkilenmiştir. Farklı güvenlik algı ve uygulamaları incelemeden, kavramı bütüncül bir şekilde tanımlamak ve nasıl bir değişim gösterdiğini takip etmek olanaklı değildir. Örneğin II. Dünya Savaşından sonra iki kutuplu bir düzenin tesis edildiği söylense de gerçek çok daha karmaşıktır. Sovyet bloğu ile Batı dünyası farklı yapılanmalar göstermiştir, ayrıca bu süreçte Bağlantısızlar Hareketi doğmuştur.6 

Hiçbir şey zaman ve mekândan bağımsız izah edilemez. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğunun güvenlik anlayışını kıymetlendirmek için Roma İmparatorluğunu, Bizans’ı ve Anadolu Selçuklu Devletini anlamak gerekir. Benzer şekilde Osmanlı İmparatorluğunun yıkılış sürecini kavramadan Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarındaki ulusal güvenlik algısını anlamak olanaklı değildir. Kuramsal ve tarihsel irdeleme olmazsa “yeni” olarak sunulan siyasal projelerin, zihinsel bir değerlendirme sürecinden geçirilmesi mümkün olmaz. 

Kuramlar, sosyal bilimlerde her şeyin cevabını vermeseler de uygulamaları çözümlemeye yardımcı olurlar. Kuramsal yaklaşım, gerçeği basit ve anlaşılır kılar, belirli koşullarda düzenli bir şekilde meydana gelen ilişkileri açıklayabilir ve öngörüde bulunma imkânı verir.7 

Kuramlar, geliştirildikleri dönemi ve mekânı yansıtırlar, döneme içkindirler.8 
Bu nedenle zamanın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilirler. Yeni kuramlar, önceki kuramların eksikliklerinden kaynaklanan ihtiyaçları karşılamak üzere ortaya çıkar. Kuram ve uygulama arasındaki ilişki, sadece kuramın uygulamayı resmetmesi değil, aynı zamanda icracıların düşüncelerini de etkilemesidir. 

II. Dünya Savaşına Kadar Olan Dönem 

Uygulamalar, kavramın oluşumu ve gelişimini kuramsal çalışmalardan daha büyük oranda etkilemiştir. Örneğin, M.Ö 3500’lerde Mezopotamya’da, M.Ö. 3200’lerde Mısır’da, M.Ö. 2500’lerde İndus vadisinde, M.Ö 1800’lerde Doğu Çin’de9 ilk devlet formundaki toplulukların ulusal güvenlik konusunda en azından; toprak, mülkiyet, egemenlik kavramlarına sahip oldukları ve stratejik su kaynakları, ticaret, tarım ve avlanma alanlarının güvenliği konularında ilkelere sahip olduklarını kabul etmek gerekir. Bunu takip eden dönemlerde de güvenlik kaygısı, devletlerin ulusal güvenlik anlayışının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Güvenlik kaygısının ilk formel biçimini, Hitit, Asur ve Mısır uygarlıklarında görmek olanaklıdır.10 Uluslaşma sürecini ve devlet kurma bilincini ilk geliştiren toplumlardan olan Türklere ait Orhun yazıtları ve Kutatgu Bilig, ulusal güvenlik siyaset belgesinin VIII ve XI. Yüzyıllardaki ilk örnekleridir. Ayrıca, uygulamaların kavrama kazandırdıkları arasında tek tanrılı dinlerin getirdiği ilkeler önemli bir yer tutmaktadır. Bugünün dünyasına bir şekilde aktarılan başta “haklı savaş (bellum iustum)”, “savaşanların hukuku (jus in bello )” ve “savaşa başvurma hukuku (jus ad bellum)” olmak üzere güvenliğe ilişkin pek çok kavram bu kapsamdadır. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkünse de bu kapsamda yeterli çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle biz burada daha çok ulusal güvenlik kavramının gelişimine katkı sağlayan bazı temel düşüncelere yer vereceğiz. 

Sun Tzu ve “Savaş Sanatı” 

Çinli askeri danışman SunTzu, (M.Ö. 400-320) “Savaş Sanatı” adlı eserinde, askerî bilimlerin -stratejik, operatif ve taktik- bütün seviyelerine ilişkin temellerini ortaya koyduğu gibi ulusal güvenlik anlayışının da ilk örneğini oluşturmuştur. 
Sun Tzu’nun yaklaşımları; savaşın yıkıcılığı, uzun süren savaşın galibinin olmayacağı, asıl olanın savaşmadan düşmana isteklerinizin kabul ettirilmesi olduğu, savaşın ekonomik külfeti, halkın savaştaki konumu, moral değerler ve dolaylı tutum stratejisi gibi konulardaki yaklaşımları, kuvvet kullanmayı son çare olarak gören normatif bir ulusal güvenlik anlayışını yansıtır. 

Onun ulusal güvenlik anlayışı, askeri güce ilave olarak ulusal gücün diğer unsurlarını ve stratejinin temel belirleyenleri olan kuvvet, zaman ve mekân etkenlerini kapsayan bir genişlik içerir. Ayrıca, diplomasi, istihbarat, askeri teknolojinin kullanılması, güç dengesi, vb. pek çok konudaki özgün yaklaşımları nedeniyle Sun Tzu’nun düşüncelerinin, yaşadığı döneme göre benzeri olmayan bir derinlik içerdiğini söyleyebiliriz.11 
Sonuç olarak, Sun Tzu, eserinde savaşı anlatırken esasen bir ulusal güvenlik modeli geliştirmiştir. Bu model, kuvvet kullanmayı son çare olarak gören Taocu felsefenin bir ürünü olduğu kadar, “Savaşan Devletler Dönemi (M.Ö. 403-M.Ö. 221)” olarak tarihe geçen yaşadığı dönemin güvenlik anlayışının da doğal bir sonucudur. 

Tükidides ve “Pelepones Savaşları” 

Sun Tzu’nun çağdaşı sayılabilecek Eski Yunanlı general ve tarihçi Tükidides (M.Ö. 460-400), Atina ittifakı ve Sparta arasında cereyan eden savaşları konu alan “Pelepones Savaşları” adlı eserinde tehdit ve güç merkezli güvenlik anlayışı ile Batı Dünyasına uzun dönem hâkim olan siyasal gerçekçi kuramın (realizm) Antik Çağdaki ilk örneğini oluşturmuştur. 

Eserin “Melos Diyaloğu” adlı bölümünde yer alan; devletler arasındaki ilişkilerin hak ve ahlaki değerlerden çok kuvvet tarafından belirlendiği, Emperyalist Atina’nın giderek güç kazanmasının sonucunda Sparta ve müttefiklerinin (Pelepones İttifakı) aleyhine değişen güç dengesizliğinin sistemik bir şekilde Pelepones Savaşlarını başlattığı yönündeki betimlemeler iki kutuplu ittifaklar düzenine egemen olan güvenlik anlayışını tanımlamaktadır. 

Niccolo Machiavelli ve “Prens” 

İtalyan diplomat, tarihçi ve hümanist felsefeci Niccolò Di Bernardo Machiavelli (Makyavel) (1469-1527), Avrupa’da feodal beylikler arasında parçalanmış otoritenin yerini ulusal birliklerin ilk biçimlerine bıraktığı, dünya ve kilise işlerinin giderek ayrıştığı, mezhepler arası gerginliğin tırmanışa geçtiği, cumhuriyet ve krallık ideolojilerinin çarpıştığı, Orta Çağların kuvvet-yoğun devlet yapılanmasın dan, sermaye-yoğun yapılanmaya geçtiği bir dönemde yaşamıştır.12 

İtalyan birliğinin kurulması idealini benimseyen Makyavel, bunun için cumhuriyeti, laikliği ve ulusal orduyu gerekli görür ve bu hedefe ulaşmak için başta güç kullanılması olmak üzere her yolu mübah sayar. Bu nedenledir ki Makyavel İtalyan Faşizminin benimsediği emperyalist ve yayılmacı ulusal güvenlik anlayışının ilham kaynağı olmakla eleştirilecektir. 

Makyavel 1513’de kaleme aldığı “Prens” adlı eserinde bir hükümdarın gücü nasıl kazanıp elde tutabileceğini irdeler. Bu kapsamda eser; diplomasiden kuvvet kullanmaya, askeri gücün yapısından halkı kazanmaya, farklı devlet teşkilatlarının tahlilinden bürokratların ve hükümdarın özelliklerine kadar döneminin ulusal güvenlik anlayışına ilişkin pek çok konuyu içerir.13 

Ahlaki değerleri bile bir vasıta olarak gören Makyavel’in güvenlik anlayışının, Avrupa’nın o dönemdeki başat devletleri olan Fransa, İspanya ve Avusturya arasında on yedi devletçiğe bölünmüş İtalya üzerinden sürdürülen güç mücadelesinde, amaca ulaşmak için her şeyin mübah görülmesinden kaynaklandığını söylemek mümkündür. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 Arnold Wolfers, “National Security as an Ambiguous Symbol”, Discord and Collaboration: Essays on 
   International Politics, Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1962, s. 147-164. (Orijinali, Political Science 
   Quarterly, Cilt 67, 1952). 
2 Keen Booth, “Security and Self: Reflections of a Fallen Realist”, K. Krause. ve M.C. Williams (Ed.) Critical 
   Security Studies: Concepts and Cases, Minneapolis, University of Minnesota Press, 1997, s. 83-119. 
3 Peter Mangold, National Security and International Relations, New York, Routledge, 1990, s.4. 
4 Wolfers, op. cit., s. 150. 
5 S. Neil MacFarlane ve Yuen Foong Khong, Human security and the UN: a critical history, Bloomington, Indiana University Press, 2006, s. 25. 
6 Amos A. Jordan, William J. Taylor Jr, Michael J. Mazar, American National Security. Baltimore, The John Hopkins University Press, 1999, s. 6. 
7 David J. Singer, “The Level of Analysis Problem in International Relations”, World Politics, Cilt 14, No. 1, The International System: Theoretical Essays, (Kasım 1961), s. 77-92. 
 http://sitemaker.umich.edu/jdsinger/files/the_level_of_analysis_problem_in_international_politics.pdf (10 Eylül 2012). 
8 İlhan Uzgel, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Ankara, İmge, 2004, s. 11 ve Richard Wyn Jones, Security, Strategy, and Critical Theory, Lynne Rienner Publishers,1999, http://library.northsouth.edu (10 Eylül 2012), s. 8. 
9 Geoffery Parker, The Times Atlas of World History, Londra, Times, 1997, s. 19 
10 Beril Dedeoğlu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji. İstanbul, Derin Yayınları, 2003, s. 15. 
11 Ali Bilgin Varlık, “Sun Tzu: Savaş Sanatı”, A.B. Varlık (Ed.), Strateji, Harp ve Askeri Harekât Üzerine Dünya Klasikleri Öz İncelemeler Dizini, Ankara, KHO Basımevi, 2012, s. 1-72. 
12 Jacques Attali, Geleceğin Kısa Tarihi, (Çev. T. Ilgaz), Ankara, İmge, 2007, s. 57. 
13 Ali Bilgin Varlık, “Niccolo Machiavelli: Prens”, A.B. Varlık (Ed.), Strateji, Harp ve Askeri Harekât Üzerine Dünya Klasikleri Öz İncelemeler Dizini, Ankara, KHO Basımevi, 2012, s. 125-226. 


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***