28 Kasım 2020 Cumartesi

ABD NİN KARADENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE. BÖLÜM 3

ABD NİN KARADENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE. BÖLÜM 3

 

Kadir Ertaç ÇELİK, Mehmet Seyfettin EROL, ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, Türkiye, Dış Politika, Karadeniz, ABD Karadeniz Politikası,



ABD’nin Ulusal Güvenliğinde Ulusal Güvenlik Strateji Belgelerinin Rolü Devletler dışarıdan herhangi bir tehdide maruz kaldıklarında ve bundan etkilenmeleri durumunda iki temel tercihte bulunurlar. 

Bu bağlamda ya tehdidin etkisinin azaltılması için kendi başlarına bazı tedbirler alma doğrultusunda faaliyete geçerler ya da tehdidin kaynağındaki gerçek nedenlere inerek tehlikeyi tümden ortadan kaldırmaya çalışırlar. Birinci tercihte bir ulusal güvenlik stratejisi izlenirken ikinci tercihte bir uluslararası güvenlik 
stratejisi söz konusu olur (Buzan 1991: 112). 

Bu noktada altı çizilmesi gereken görüş ise devletlerin bu iki tercihten sadece birini tercih etmek zorunda olmamalarıdır. Daha açık ifadeyle devletler iki seçenekten birisini tercih edebilecekleri gibi birbirinden net olarak ayrılan ulusal güvenlik ve uluslararası güvenlik stratejisi izleyebilirler. Dahası söz konusu stratejiler birbirini tamamlayıcı nitelikte de olabilir. Bu tartışma bağlamında realistler devletlerin savunma önlemlerine dayalı bir ulusal güvenlik stratejisi izlemeleri gerektiğini savunurken liberaller devletlerin ulusal ve uluslararası 
güvenlik stratejilerinde gücün dört temel unsurundan (ekonomik, politik, askeri ve bilgisel) türetilmiş farklı enstrümanları kullanmalarını daha rasyonel bulmaktadır (İşyar 2008: 2). 

Yukarıdaki paragrafta bahsedilen ulusal güvenlik ve uluslararası güvenlik üzerinden kavramsal tartışma bağlamında birkaç hususun belirtilmesinde yarar 
görülmektedir. Bu bağlamda ulusal güvenlik stratejisi çerçevesindeki eylemler tehdide maruz kalan devletler tarafından gerçekleştirilirken uluslararası 
güvenlik stratejisi ise devletlerin aralarındaki ilişkilerin doğrudan ayarlanmasını gerektirir. Öte yandan devletlerin ulusal güvenlik stratejilerinin temelinde 
“self-help” (kendi başının çaresine bakma) mantığı yer almaktadır. Bu ise ekonomik kaynaklar başta olmak üzere yeterli kapasiteye sahip devletlerin 
izleyebileceği bir stratejidir (İşyar 2008: 3). Bu noktada Barry Buzan yeterli kapasiteye sahip olmayan devletlerin ulusal güvenlik stratejisi izlemelerinin 
rasyonel olmadığını iddia etmektedir (Buzan 1991: 333-334). 

Ulusal güvenlik ve uluslararası güvenlik stratejisi bağlamında yürütülen kavramsal tartışmayı bir kenara bırakmak suretiyle ulusal güvenlik stratejisinin en genel ifadeyle bir devletin kendi ulusal güvenliğini uzun vadede sağlamaya yönelik planlaması olarak ifade edilebilir. Bu planlamada devletin tehdit olarak ele aldığı olgular ve tehditlere karşı koyma noktasındaki duruşu yer alır. Rasyonel olanın devlet için en güvenlikli durumu kurgulaması olan bu anlayışta; her bir devletin kendine özgü tehditlere sahip olduğu ifade edilebilir. Devletlerin kendilerinin ve vatandaşlarının güvenliklerini sağlamak için ortaya koyduğu stratejiler sadece ulusal güvenlik strateji belgelerinden ibaret değildir. Örneğin “büyük strateji” ve “istihbarat stratejileri” devletler tarafından yayınlanmayan belgelerken ulusal güvenlik strateji belgeleri ise yayınlanan belgelerdendir. Bunun dışında terörle mücadele strateji belgesi gibi belgeler de mevcuttur (Yalçın 2017: 18-20). 

Büyük strateji ile savunma stratejisi arasında bir yerde konumlandırılabilecek 
ulusal güvenlik stratejisinin öncelikli meselesi adından da anlaşılacağı üzere güvenliktir. Hedeflerin önceden belirlendiği güvenlik stratejilerinde devletler, 
ekonomik büyümeden askeri tehditlere kadar geniş bir yelpazede güvenliklerini ilişkilendirirler (Yalçın 2017: 21-22). 

Ekonomik meselelerden askeri konulara kadar geniş yelpazede güvenliği tanımlayan devletlerin başında gelen ABD’nin ulusal güvenlik mekanizmasının 
nasıl işlediğine bakıldığında ilk olarak 26 Haziran 1947 tarihli Ulusal Güvenlik Yasası’nı ele almak gerekmektedir. Ulusal Güvenlik Yasası’nda amacın hükümetin ulusal güvenlikle ilgili olarak ulusal askeri kuruluşların, ordunun deniz ve hava kuvvetlerinin ve diğer birimlerin koordinasyonunu sağlayacak bir Genel Kurmay Başkanı ve sivil bir Savunma Sekreteri/Bakanı statüsü tesis etmek olduğu ifade edilebilir. Bahse konu mevzuat yürürlüğe konarken ABD’nin yasama organı olan Kongre; ülkenin gelecekteki güvenliği için kapsayıcı bir program ortaya konmasını hedeflemiştir (The National Security Act of 1947: 758). 

Bu amaçla tesis edilen yasa üç başlıkta düzenlenmiştir. Birinci başlık ulusal güvenliğin koordinasyonuna ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Bu kapsamda Ulusal Güvenlik Konseyi (National Security Council), Merkezi İstihbarat Teşkilatı (Central Intelligence Agency) ve Ulusal Güvenlik Kaynakları Kurulu (National Security Resources Board) ele alınmıştır 
(The National Security Act of 1947: 758). 

Bu kurumlar zamanla birtakım dönüşümler ve değişimler de yaşamıştır. Örneğin 11 Eylül sonrası dönemde Anavatan Savunma Bakanlığı (Department of Homeland Security) ve ABD Kuzey Komutanlığı (US Northern Command) kurulmuştur (Bingöl 2014: 138). 

Bu makale bağlamında Ulusal Güvenlik Yasası’nda odaklanılması gereken iki husustan birincisi; Ulusal Güvenlik Konseyi’dir. ABD Başkanı’nın başkanlık edeceği Konseyin üyeleri; Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, Genel Kurmay Başkanı, Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanları, Ulusal Güvenlik Kaynakları Kurulu Başkanı ve uzmanlardır. Konsey’in işlevi ise ulusal güveliği içeren konularda ve ulusal güvenlikle ilgili iç, dış ve askeri politikaların entegrasyonunda Başkan’a tavsiyeler de bulunmaktır (The National Security Act of 1947: 758). İkinci husus ise; Ulusal Güvenlik Kaynakları Kurulu’nun ulusal güvenlik bağlamında strateji belirlenmesin de gerekli çalışmaları yapmakla görevli olduğudur (The National Security Act of 1947: 758). 

Güvenlik mekanizmasının ve stratejilerinin temelini Ulusal Güvenlik Konseyi ve Ulusal Güvenlik Kaynakları Kurulu üzerinden şekillendiren ABD, uluslararası ilişkilere etkin ve geri dönülemez bir giriş yaptığı 1940’lı yıllardan günümüze küresel, bölgesel ve ulusal stratejik ortamın dinamiklerinde meydana gelen değişimler ile aktörlerin kapasite ve niyetlerindeki gelişmeleri karşılayabilmek için çeşitli ulusal güvenlik stratejileri geliştirmiştir (Bingöl 2014: 135). 

Diğer bir ifadeyle ulusal güvenliğin tesisi ve muhafazası için gerekli kurumsal ve hukuki düzenlemeleri yapan ABD’nin bu minvalde stratejisi ise “Ulusal Güvenlik Strateji Belgeleri”nde oluşturulmakta ve mevzu bahis belgeler kamuoyuyla da paylaşılmaktadır. Tasnif dışı bir doküman olan Ulusal Güvenlik Strateji Belgeleri, 1987 yılından beri Başkan tarafından her yıl yayımlanması gereken bir zorunluluk durumudur (Lucas 2015: 1). 
   Ancak bu belgenin kapsadığı zaman aralığını Fransa veya Birleşik Krallık örneklerinin aksine belirtmeyen (Ocak 2016: 37) ABD’nin bilhassa uluslararası terörizm tehdidi kapsamında global düzeyde güvenlik stratejisi izlediği ifade edilebilir. Dolayısıyla ABD’nin ulusal güvenlik stratejilerini global düzeyde işlettiği görülmektedir. Bu kapsamda verilebilecek bir diğer örnek ise Genelkurmay Başkanı Orgeneral Shalikashvili döneminde 2010 yılına kadar vadelendirilen ve Joint Vision olarak adlandırılan güvenlik planıdır. Joint Vision çerçevesinde, bilgi ve teknoloji üstünlüğüne dayanarak, global düzlemde bir takım savunmacı ve çatışmacı güvenlik stratejileri belirlemiştir. Bunlar; öldürücü kitle imha silahlarının geliştirilmesi, füze kalkanı projesinin dünya çapında hayata geçirilmesi, denizaşırı askerî varlığın artırılması, istihbarat sistemine daha fazla önem verilmesi vb. (İşyar 2008: 19). 

    Aralık 2017 Belgesi Üzerinden ABD’nin Karadeniz Politikasını Türkiye Açısından Okumak 

   Avrasya’yı oluşturan Asya ve Avrupa kıtalarının ortasında yer alan Karadeniz bölgesi Soğuk Savaş sonrası dönemde dikkatlerin daha fazla odaklandığı 
bir bölge haline gelmiştir. Bu noktada ana dinamik olan SSCB’nin dağılmasına müteakip 1992 yılında açılan Ren-Tuna kanalıyla Kuzey Denizi’ne ve Volga-Don kanalıyla da Hazar Denizi’ne bağlanması Karadeniz’in stratejik ve ekonomik önemi daha da artırmıştır (Erol ve Demir 2012: 19). Böylece Karadeniz; SSCB’nin dağılmasıyla bir yandan güç boşluğu ve buna bağlı olarak nüfuz mücadelesinin yaşandığı diğer yandan açılan kanallardan dolayı ticari önemi artan daha stratejik bir bölge halini almıştır. 

Soğuk Savaş dönemi boyunca ABD dış politikası açısından özne konumunda olmayan Karadeniz jeopolitiği; SSCB’nin dağılmasının ardından uluslararası sistemle eşgüdümlü bir şekilde yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Bu süreçte “Yeni Dünya Düzeni” mottosuyla küresel hegemonyasını sürdürmeyi amaç edinen ABD’nin Karadeniz politikası da söz konusu amaçla uyumlu olmuştur. ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgeleriyle benzer ve paralel perspektifler ortaya koyan “Büyük Satranç Tahtası” adlı eser ve “Genişletilmiş Karadeniz Projesi”nin temelinde yer alan anlayış; ABD hegemonyasına karşı olası rakiplerin gerçek rakip halini alması ve bölgesel ittifakların oluşmasının engellenmesidir. Bu doğrultuda 1997 yılında 
ilan edilen “Yeni Bir Yüzyıl İçin Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi”nde eski Sovyet Cumhuriyetlerinin Avrupa Atlantik sistemiyle bütünleşmesinin hayati öneme haiz olduğu ifade edilmiştir. Bahse konu bölgeler arasında Karadeniz Ekonomik İş birliği Örgütü (KEİÖ) bölgesinin olduğunu ifade etmek gerekmektedir (Canar 2012: 54). Bu minvalde ABD’nin Karadeniz bölgesine yönelik stratejisinin ana bileşenleri aşağıdaki gibidir (Erol ve Demir 2012: 21-27): 

. Bölgede Kuzey Atlantik anlaşması Örgütü/NATO’nun genişlemesi 
. Bölgede üs veya üsler kurma 
. Enerji jeopolitiğini kontrol etme 
. Ortak Transatlantik Politika uygulanması 
. Bölge ülkelerinde kamuoyu oluşturma 
. Yeni inisiyatifler geliştirme 
. Rusya’yı kontrol etme 

Post-Sovyet dönemde Karadeniz coğrafyasına ilgisi artan ve bölge stratejisini daha da belirginleştiren ABD, bağımsızlıklarını kazanan bölge devletleriyle NATO aracılığıyla ilişki kurmaya çalışmıştır. Günümüzde gelinen noktada bu devletlerin bir kısmı Avrupa Birliği (AB) üyesi veya aday durumunda ve aynı zamanda bir kısmı da NATO üyesi olmuştur. ABD açısından önemli enerji kaynak ve koridorlarının bulunduğu bölgede Rusya Federasyonu’nun yeniden etkinlik göstermeye başlaması ise dengelerin ve jeopolitik hesapların değişmesine sebep olmuştur. 

Bu minvalde Rusya’nın Ukrayna’nın elinde bulunan Karadeniz limanlarını işgal etmesi ABD yönetiminin tepkisini çekmiştir. Konuya ilişkin olarak ABD’nin 
Ankara Büyükelçi Vekili Ross Wilson’un açıklaması aşağıdaki gibidir (Eşel 2015: 45): 

“Amerikan perspektifine göre NATO şu an olduğu gibi gelecekte de Karadeniz coğrafyasını da içeren Avrupa-Atlantik coğrafyasının temel ve üstün nitelikli güvenlik kaynağı olmaya devam edecektir. Amerikan yaklaşımı, bölgeye doğrudan müdahale yerine müttefikler ve dost ülkeler aracılığıyla ve bu ülkelerin rahat hareket edebilecekleri çerçeveler dâhilinde güvenlik hususunda iş birliği ve eşgüdümü güçlendirme esasında harekete dayanmaktadır. 

ABD Karadeniz’de fiziki olarak varlığını tesis etmek peşinde değildir. Ancak ABD bölgede müttefikleri ve dost ülkeler aracılığıyla güvenlik ve iş birliğini 
güçlendirmeyi ve kalıcı kılmayı kendi ödevi bilmektedir.” 

Günümüzde ABD merkezli uluslararası sistemin iki tür devlet tipini ortaya çıkardığı uluslararası ilişkiler alanında çalışan akademisyenlerin bir kısmı tarafından iddia edilmektedir. Bahsedilen iki tür devlet tipolojisinde bir tarafta ABD öbür tarafta ise diğerleri olduğu ileri sürülmektedir (Harknett ve Yalçın 2012: 499-521). 

Mevcut sistemin hamisi konumunda olan ve bu sistemden en fazla yararlanan aktör olan ABD’nin statükocu bir politika benimsemesi de doğaldır. Dolayısıyla Beyaz Saray yönetimi İkinci Dünya Savaşı sonrası kurdukları uluslararası düzenin devamını ve sistemin istikrarını tesis edici stratejiler belirlemeleri sık rastlanılır bir durumdur. Bu anlayışta mevcut düzene yönelik herhangi bir istikrarsızlık 
veya buna neden olabilecek herhangi bir olgu dahi en önemli güvenlik tehdidi olarak değerlendirilmektedir (Yalçın 2017: 33). 

ABD’nin “ Ben-Öteki” anlayışına uygun bir siyasi kişilik olan ve 8 Kasım 2016 tarihinde yapılan başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump, yukarıdaki 
belirtilen hassasiyetler ışığında Aralık 2017 tarihinde Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni kamuoyuyla paylaşmıştır (Chicago Tribune 18 December 2017; FoxNews 18 December 2017; Liptak 2017). Belge incelendiğinde ilk olarak Trump’ın “Amerikalı Dostlarım” ifadesiyle başlayan kendi imzasını taşıyan beyanında niyetini ortaya koyan bir metin kaleme alındığı görülmektedir. 

Belgenin bu kısmında Trump şunları söylemiştir (NSS 2017: I-II): 

“Amerikan halkı ABD’yi yeniden büyük yapmak için beni seçmiştir. Vatandaşlarımın güvenliğini, çıkarlarını ve refahını koruyacağıma söz verdim. 
Amerikan ekonomisini yeniden canlandıracağıma, ordumuzu yeniden inşa edeceğime, sınırlarımızı koruyacağıma, egemenliğimizi koruyacağıma 
ve değerlerimizi geliştireceğime söz verdim. 

 4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder