AVRASYANIN GELECEK VİZYONU NEREYE KADAR KAPİTALİZM
AVRASYANIN GELECEK VİZYONU: NEREYE KADAR KAPİTALİZM?
Avrasya, Gelecek Vizyon, Nereye Kadar Kapitalizm, Yrd. Doç. Dr. Onur Okyar, Avustralya, Meksika, Norveç, Güney Kore, Kanada, İsviçre, Lobiçilik,
Yrd. Doç. Dr. Onur Okyar*
*ÇANKIRI KARATEKİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
EKONOMİK VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ 3 AYDA BİR YAYINLANIR
YIL 9 SAYI 34 2016 / 2
www.ekoavrasya.net
GÜNÜMÜZDE ULUSLARARASI ÇOK TARAFLI TİCARET ANLAŞMALARINDAN ZIYADE İKİLİ YA DA BÖLGESEL TİCARET ANLAŞMALARININ
İMZALANMAYA BAŞLAMASININ EN ÖNEMLI SEBEBİ, ULUSLARARASI BAĞIMLILIKLARIN ARTIRILMAK İSTENEREK ULUSLARARASI
GÜVENLİK VE DENGENİN SAĞLANMASI İHTİYACIDIR.
Günümüzde uluslararası çok taraflı ticaret anlaşmalarından ziyade ikili ya da bölgesel ticaret anlaşmalarının imzalanmaya başlamasının en önemli sebebi, uluslararası bağımlılıkların artırılmak istenerek uluslararası güvenlik ve dengenin sağlanması ihtiyacıdır.
Bu ihtiyaç her devlet için farklı araçlarla sağlanacağı gibi uluslararası ekonomik bağımlılıklar da iki önemli teorisyen için iki farklı/zıt sonuca ulaşır.
Bu bağlamda Kant için uluslararası sistemdeki ekonomik bağımlılık günümüzün yumuşak güç eksenli ilişkilerin tesisi için önemli bir araçtır.
Fakat Rousseau’ya göre devletlerarası bağımlılık ülkeler arası rekabeti artıracağı için – Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında olduğu gibi – çatışma, hatta savaşlara neden olacak; bu ise her çeşit özgürlükleri azaltacaktır.
Kant içinse ülkeler arası karşılıklı ekonomik bağımlılıklar ticaret ve işbirliğini artıracağı için ortak çıkarların tehdit altında olmasının önlenmesi maksadıyla çatışmalar da önlenecek ve bu durum dolaylı ve orta vadede özgürlükleri artıracaktır.
Ne de Kantçı bakış açısıyla konuya yaklaşmış ve ülkeler arası ekonomik bağımlılıkların özgürlükleri artıracağından hareketle günümüzde bireyin
değerinin de artmasına sebep olacağını ve böylece çatışmadan uzak bir uluslararası sistemin yumuşak güç temelinde etkin hale geleceğini savunmuştur.
Görüldüğü üzere uluslararası bağımlılığın aslında en temel hedeflerinden birisi güvenliktir. Güvenlik kavramı askeri, siyasi, ekonomik, toplumsal veya çevresel tehditlere karşı alınan varoluşsal önlemler bütünü iken; güvensizlik kavramı bu önlemlerin alınamaması (veya alınamadığının zannedilmesi) halidir.
Bu ihtiyaç her devlet için farklı araçlarla sağlanacağı gibi uluslararası ekonomik bağımlılıklar da iki önemli teorisyen için iki farklı/zıt sonuca ulaşır.
Bu bağlamda Kant için uluslararası sistemdeki ekonomik bağımlılık günümüzün yumuşak güç eksenli ilişkilerin tesisi için önemli bir araçtır.
Fakat Rousseau’ya göre devletlerarası bağımlılık ülkeler arası rekabeti artıracağı için – Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında olduğu gibi – çatışma, hatta savaşlara neden olacak; bu ise her çeşit özgürlükleri azaltacaktır.
Kant içinse ülkeler arası karşılıklı ekonomik bağımlılıklar ticaret ve işbirliğini artıracağı için ortak çıkarların tehdit altında olmasının önlenmesi maksadıyla çatışmalar da önlenecek ve bu durum dolaylı ve orta vadede özgürlükleri artıracaktır.
Ne de Kantçı bakış açısıyla konuya yaklaşmış ve ülkeler arası ekonomik bağımlılıkların özgürlükleri artıracağından hareketle günümüzde bireyin
değerinin de artmasına sebep olacağını ve böylece çatışmadan uzak bir uluslararası sistemin yumuşak güç temelinde etkin hale geleceğini savunmuştur.
Görüldüğü üzere uluslararası bağımlılığın aslında en temel hedeflerinden birisi güvenliktir. Güvenlik kavramı askeri, siyasi, ekonomik, toplumsal veya çevresel tehditlere karşı alınan varoluşsal önlemler bütünü iken; güvensizlik kavramı bu önlemlerin alınamaması (veya alınamadığının zannedilmesi) halidir.
Bu zannetmeden hareketle, ilgili tedbirlerin siyasi maksatlar için kullanılması
olarak özetlenebilecek güvenlikleştirme ise iki temel kavram üzerine şekillenir.
Bunlar kurgu ve kazançtır; kim kurgulamışsa o kazançlıdır.
Bu bağlamda bir aktörün (genel olarak devletin) herhangi bir konuda çıkarlarını/kazançlarını artırabilmek için güvenliği kurgulamasına ya da
var olan bir kurguyu kendi bünyesinde revize ederek bunu bir güvenlik (dolayısıyla bir varoluş) sorunu haline getirmesine güvenlikleştirme
denir.
Bu siyasi pratik günümüzde daha çok din, etnik kimlik ve toplumsal cinsiyet kavramları üzerinden kurgulanmaktadır.
Güvenlikleştirmenin en önemli avantajı ise güvenlik (tedbirleri) arttığında güvensizliğin azalacağına olan yaygın inançtır. Artan güvenlik ise azalan özgürlüklere sebep olur. Fakat tüm bu kavramlar tehdit algılamasının az ya da çok olması ile ilgili bir kurmacadan ibarettir.
Bu verilerden hareketle Asya-Pasifik özelinde kurulan ekonomik ittifakların iki farklı amacı vardır.
Bunlardan ilki negatif olarak güvenlikleştirme ile ilgilidir.
Buna göre karşıdaki düşmanın/rakibin sert güç kullanması sağlanarak hamle yapması ve ezilmesi/boyun eğmesi amaçlanmış olabilir.
Diğer amaç ise karşıdaki düşman / rakip yumuşak güç unsurlarıyla etkisizleştirilerek Batının hegemonyası devam eder. Amaçların ikisinde de karşıda bir rakip/düşman vardır.
Ayrıca bu aktör her ne şekilde olursa olsun dengelenmeli ve Batı medeniyet ve ekonomisi korunmalıdır.
Uluslararası ekonomik bağımlılıkların artmasıyla çatışmaların azalacağı bulgusu çatışma çözümü için önemli bir argüman
olmasına rağmen ötekini sömüren, yok sayan, önemsemeyen, ben merkezli, sıfır toplam kazançlı, vahşi kapitalizmin dünyadaki
diğer ülkeler için en önemli gaye olmadığının bilinmesi gerekir.
Zira bu öteki ülkeler için güvenlik, kültür ve din, ekonomiden daha önemli hatta kutsal hedefleri içinde barındırmaktadır.
Buna paralel olarak uluslararası ticaretin günümüzün en önemli çatışma çıkaran ya da önleyen bir fenomeni olmasından hareketle ABD liderliğinde şekillenen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı ve Trans Pasifik Ortaklığı gibi -Çin ve Rusya dahil- doğunun kümülatif olarak ötelendiği bir uluslararası ekonomik sistemin dünya barışına katkı sağlaması düşünülemez.
Her ne şekilde olursa olsun hiçbir küresel antlaşmaya üye olamayan Türkiye ise bu konuda en önemli coğrafyada bulunmaktadır.
Türkiye olarak bu sorunun önüne geçilebilmesi için AB Parlamentosu ve ABD Kongresi merkezli lobicilik çalışmalarına hız verilmesi gerekmektedir.
Lobicilik konusunda iki önemli aktör olan Ermeni ve Yahudi lobilerinin muhtemel olumsuz etkilerine karşın Türkiye’nin başarılı olabilmesi içinse Avustralya, Meksika, Norveç, Güney Kore, Kanada ve İsviçre gibi Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı dışındaki ülkelerle bir lobicilik koalisyonu kurulmalıdır.
Fakat bu gerçekleşmeyecek bir ümittir. Zira uluslararası ekonomik bağımlılıklar, çatışmayı önlemek amacıyla kurulmuş olsa bile Batı ile ötekiler arasında medeniyet ve hakimiyet algılamalarında farklılıklar vardır.
Rusya sert güç bağlamında çok güvendiği askeri gücüne dayanarak hegemon adayı olmak istemekte ve kendi bölgesinin güvenliğini tehdit edecek ekonomik veya siyasi güvenlikleştirme pratiklerine sert güçle yanıt vereceğini Kırım, Gürcistan, Ukrayna ve Suriye krizlerinde göstermektedir. Çin ise uluslararası ilişkilerde, özellikle Sovyetlerin yıkılmasından itibaren, Batı ile uyumlu bir dış politika yürütmektedir.
olarak özetlenebilecek güvenlikleştirme ise iki temel kavram üzerine şekillenir.
Bunlar kurgu ve kazançtır; kim kurgulamışsa o kazançlıdır.
Bu bağlamda bir aktörün (genel olarak devletin) herhangi bir konuda çıkarlarını/kazançlarını artırabilmek için güvenliği kurgulamasına ya da
var olan bir kurguyu kendi bünyesinde revize ederek bunu bir güvenlik (dolayısıyla bir varoluş) sorunu haline getirmesine güvenlikleştirme
denir.
Bu siyasi pratik günümüzde daha çok din, etnik kimlik ve toplumsal cinsiyet kavramları üzerinden kurgulanmaktadır.
Güvenlikleştirmenin en önemli avantajı ise güvenlik (tedbirleri) arttığında güvensizliğin azalacağına olan yaygın inançtır. Artan güvenlik ise azalan özgürlüklere sebep olur. Fakat tüm bu kavramlar tehdit algılamasının az ya da çok olması ile ilgili bir kurmacadan ibarettir.
Bu verilerden hareketle Asya-Pasifik özelinde kurulan ekonomik ittifakların iki farklı amacı vardır.
Bunlardan ilki negatif olarak güvenlikleştirme ile ilgilidir.
Buna göre karşıdaki düşmanın/rakibin sert güç kullanması sağlanarak hamle yapması ve ezilmesi/boyun eğmesi amaçlanmış olabilir.
Diğer amaç ise karşıdaki düşman / rakip yumuşak güç unsurlarıyla etkisizleştirilerek Batının hegemonyası devam eder. Amaçların ikisinde de karşıda bir rakip/düşman vardır.
Ayrıca bu aktör her ne şekilde olursa olsun dengelenmeli ve Batı medeniyet ve ekonomisi korunmalıdır.
Uluslararası ekonomik bağımlılıkların artmasıyla çatışmaların azalacağı bulgusu çatışma çözümü için önemli bir argüman
olmasına rağmen ötekini sömüren, yok sayan, önemsemeyen, ben merkezli, sıfır toplam kazançlı, vahşi kapitalizmin dünyadaki
diğer ülkeler için en önemli gaye olmadığının bilinmesi gerekir.
Zira bu öteki ülkeler için güvenlik, kültür ve din, ekonomiden daha önemli hatta kutsal hedefleri içinde barındırmaktadır.
Buna paralel olarak uluslararası ticaretin günümüzün en önemli çatışma çıkaran ya da önleyen bir fenomeni olmasından hareketle ABD liderliğinde şekillenen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı ve Trans Pasifik Ortaklığı gibi -Çin ve Rusya dahil- doğunun kümülatif olarak ötelendiği bir uluslararası ekonomik sistemin dünya barışına katkı sağlaması düşünülemez.
Her ne şekilde olursa olsun hiçbir küresel antlaşmaya üye olamayan Türkiye ise bu konuda en önemli coğrafyada bulunmaktadır.
Türkiye olarak bu sorunun önüne geçilebilmesi için AB Parlamentosu ve ABD Kongresi merkezli lobicilik çalışmalarına hız verilmesi gerekmektedir.
Lobicilik konusunda iki önemli aktör olan Ermeni ve Yahudi lobilerinin muhtemel olumsuz etkilerine karşın Türkiye’nin başarılı olabilmesi içinse Avustralya, Meksika, Norveç, Güney Kore, Kanada ve İsviçre gibi Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı dışındaki ülkelerle bir lobicilik koalisyonu kurulmalıdır.
Fakat bu gerçekleşmeyecek bir ümittir. Zira uluslararası ekonomik bağımlılıklar, çatışmayı önlemek amacıyla kurulmuş olsa bile Batı ile ötekiler arasında medeniyet ve hakimiyet algılamalarında farklılıklar vardır.
Rusya sert güç bağlamında çok güvendiği askeri gücüne dayanarak hegemon adayı olmak istemekte ve kendi bölgesinin güvenliğini tehdit edecek ekonomik veya siyasi güvenlikleştirme pratiklerine sert güçle yanıt vereceğini Kırım, Gürcistan, Ukrayna ve Suriye krizlerinde göstermektedir. Çin ise uluslararası ilişkilerde, özellikle Sovyetlerin yıkılmasından itibaren, Batı ile uyumlu bir dış politika yürütmektedir.
RUSYA SERT GÜÇ BAĞLAMINDA ÇOK GÜVENDIĞI ASKERI GÜCÜNE DAYANARAK HEGEMON ADAYI OLMAK ISTEMEKTE VE KENDI
BÖLGESININ GÜVENLIĞINI TEHDIT EDECEK EKONOMIK VEYA SIYASI GÜVENLIKLEŞTIRME PRATIKLERINE SERT GÜÇLE YANIT
VERECEĞINI KIRIM, GÜRCISTAN, UKRAYNA VE SURIYE KRIZLERINDE GÖSTERMEKTEDIR.
BÖLGESININ GÜVENLIĞINI TEHDIT EDECEK EKONOMIK VEYA SIYASI GÜVENLIKLEŞTIRME PRATIKLERINE SERT GÜÇLE YANIT
VERECEĞINI KIRIM, GÜRCISTAN, UKRAYNA VE SURIYE KRIZLERINDE GÖSTERMEKTEDIR.
Fakat Rusya için güvenlik kutsal bir fenomen olduğu gibi Çin’in de dış politikada iki önemli kutsalı vardır.
Bunlar Afrika’daki ekonomik yatırımları ve tarihi kültürüdür. Bu bağlamda söz konusu ekonomik antlaşmalardan Çin’in ötelenmesi hem Afrika’daki ekonomik çıkarlarına ket vuracak hem de Asya-Pasifik’teki ABD hegemonyası nedeniyle kültürel bakiyesi tehdit altına girecektir.
Kurumsallaşmış bir demokrasinin olmayışı, refah ve eğitim eksikliği, mezhebi düşmanlıklar gibi sebeplerle başını kaldıramayan Ortadoğu coğrafyası ise koşulların değişmemesi durumunda kaybetmeye her zaman mahkûmdur.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında olduğu gibi ekonomik ve siyasi ötekiliklerin günümüzde de küresel ölçekteki ticari antlaşmalarla desteklenmesi tarihin tekerrürünün yaklaştığının habercisidir.
Dolayısıyla yeniden tecrübe edileceği ihtimal dâhilinde olan üçüncü dünya savaşı bu antlaşmaların Kantçı bir bakış açısıyla mı yoksa Rousseau’cu bir bakış açısıyla mı çözüleceği sorusunun cevabında saklıdır. Türkiye ise en kötüsüne hazırlıklı olmalı ve muhtemel savaştan önce iç ve dış istikrarını / kurumsallaşma sını sağlamlaştırmalı, Yurtta Sulh Cihanda Sulh ifadesinin esas maksadı olan
sert güçten taraf olmamayı benimsemeli ve fırtınadan en az zarar ile çıkmayı hedeflemelidir.
EKONOMİK VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ 3 AYDA BİR YAYINLANIR
YIL 9 SAYI 34 2016 / 2
**
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder