12 Kasım 2020 Perşembe

BASRA KÖRFEZİ ÜLKELERİNİN TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’DAKİ ROLÜNE BAKIŞI. BÖLÜM 2

BASRA KÖRFEZİ ÜLKELERİNİN TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’DAKİ ROLÜNE BAKIŞI.  BÖLÜM 2


Prof. Dr. Tayyar ARI,Basra Körfezi ülkeleri, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri,Katar,Irak, İran,


    Gulf Times gazetesinden Filistin asıllı gazeteci Aiman Abboushi de Türkiye’nin Avrupa ülkeleri ve ABD ile ilişkilerinin Katar’da olumsuz bir şekilde algılanmadığı nı, Katar’ın da içerisinde yer aldığı Körfez ülkelerinin de ABD ile yoğun güvenlik ilişkilerinin bulunduğunu ve bir anlamda  
Türkiye ile ilişkilerde de bu unsurun belli ölçülerde rol oynadığı ifade etmektedir.10 

El Cezire’den Jasim el Azzawi ise Körfez’de Türkiye’nin algılanışına ilişkin farklı algılamaların söz konusu olduğunu ancak Filistin sorunu karşısında izlediği politikalardan sonra inanılmaz olumlu bir atmosferin doğduğunu ve Türkiye’nin son girişimlerinin prestijini en üst seviyeye çıkardığını ifade etmektedir. Körfez ülkelerinde İran’ın bir tehdit unsuru olarak görüldüğünü belirten Azzawi’ye göre söz konusu ülkeler Türkiye’yi bir denge unsuru olarak algılamakta ve önemsenmektedir. 

Güvenlik temelli algıdan hareket eden Körfez ülkeleri ilişkilere stratejik bir derinlik kazandırmak istedikleri ifade edilmektedir. Nitekim, El Cezire Genel Yayın Yönetmeni Wadah Khanfar’da Türkiye’nin bölgede etkin bir güç haline geldiğini ve rolünün bölgede önemsendiğini ifade ederken özellikle Türkiye’nin İran karşısında Körfez ülkelerinde bir denge unsuru olarak görüldüğünü belirtmesi dikkat çekicidir.11 

Katar’ın Türkiye ile ilişkilerini geliştirme isteğinin en önemli nedenlerinden birinin söz konusu ülkenin sahip olduğu tehdit algılaması olduğu görülmektedir. Bununla birlikte kamuoyu bağlamında düşünüldüğünde ise Türkiye’nin Filistin politikasında izlediği dış politikanın olumlu bir Türkiye imajına sahip olunmasında etkili olduğunu ifade etmek gerekir. Ayrıca tüm Arap ülkelerinde olduğu gibi Katar’da da gösterilen dizilerin Türkiye algısının oluşmasında önemli bir role sahip olduğunu belirtmek gerekir. Rejim açısından bakıldığında ise Katarlıların Türkiye ile ilişkileri geliştirmek istediğinin oldukça rasyonel dayanaklara sahip olduğu görülmektedir. Katarlı bir yetkilinin ifade ettiği üzere “Körfez ülkeleri hem nüfus hem de coğrafi olarak oldukça küçük ülkelerdir ve kendilerini savunacak güçten yoksundurlar. Buralara birkaç bombanın düşmesi tüm ekonomik gelişmelerin durmasına ve siyasi istikrarın dağılmasına yol açabilir. Bu yüzden oldukça hassas bir dış politika izlemek gerekir.” 
Tüm bunlara rağmen Katarlı entelektüellerin bir kısmında Türkiye ile ilişkiler konusunda bazı çekincelerin olduğunu ifade etmek gerekir. Söz konusu 
çekinceler “Türkiye’nin AB’ye üye olmasıyla Ortadoğu’dan kopacağı ve bölgeye olan ilgisinin geçici olup olmadığı; Türkiye’nin Ortadoğu ile ilişkilerini güçlendirmesinin temel nedeninin AB karşısında elini güçlendirmek anlamına gelip gelmediği; Türkiye’nin Hamas’a yakınlığı ile seküler bir Türkiye portresinin nasıl yan yana geldiği; ve son olarak da Türkiye’nin AKP’den sonra Ortadoğu politikasındaki bu değişimin devam edip etmeyeceği” yönündedir. 

BAE’nin Türkiye Algısı Ve Türkiye İle İlişkilere Bakışı Körfez’de İngiliz etki alanı içerisine giren ilk ülkelerden biri olan BAE, kendi
içerisinde 7 ayrı Emirliğin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Federal bir şekilde örgütlenmesine karşın Emirliklerin sahip olduğu yetkiler göz önüne alındığında ülkenin daha ziyade Konfederal bir sistemde örgütlendiği görülmektedir. Bu durum her Emirliğin farklı bir dış politika ile tehdit algısına sahip olmasına yol açtığını belirtmek gerekir. BAE’de uzunca bir dönem siyasal ve ekonomik etkinlik 

< Özellikle Körfez İşbirliği Konseyi ile geliştirilen stratejik işbirliği sürecinde Türkiye İran’ın denetimi altında olan ve statüsü tartışmalı olan üç adanın Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait olduğu tezini dolaylı olarak kabul ettiği görülmektedir. >

Abu Dabi ile Dubai Emirliğinin elinde olmasına karşın son yıllarda Dubai’de yaşanan ekonomik krizler Emirliğin siyasal anlamda yürütücü konumunda 
olan Abu Dabi’nin ekonomik üstünlüğü de ele geçirmesi sürecini hızlandırdığı görülmektedir. Bu durum doğal olarak Türkiye ile ilişkilere de farklı anlamlar yüklenmesini beraberinde getirmektedir. 
Türkiye’nin yaklaşık 10 milyar dolarlık yatırımın bulunduğu BAE ile ilişkiler hem ikili hem de çok taraflı örgütler düzeyinde olumlu yönde ilerleme kaydettiğini belirtmek gerekir. Özellikle Körfez İşbirliği Konseyi(KİK) ile geliştirilen stratejik işbirliği sürecinde Türkiye İran’ın denetimi altında olan ve statüsü tartışmalı olan üç adanın BAE’e ait olduğu tezini dolaylı olarak kabul ettiği görülmektedir. 
2008 yılında yaklaşık 9 milyar dolara ulaşan Türkiye ile BAE arasındaki dış ticaretin yanı sıra 2009 yılı itibariyle 6 milyar dolar inşaat sektöründe yatırım olduğu dile getirilmektedir.12 

Türkiye-BAE arasındaki ilişkiler ekonomiden güvenliğe birçok alanda hızlı bir gelişme göstermektedir. Bu bağlamda BAE’nin Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine atfettiği önem temel nedenleri arasında Türkiye’nin gelişen bir inşaat sektörüne sahip olmasının da etkisi vardır. Ancak bu noktada ciddi bir ayrıma dikkat çekmek yerinde olacaktır. Yukarı da vurgulandığı üzere Emirliklerin dış politika ve güvenlik tanımlamaları birbirinden farklılık göstermektedir. Emirlik içinde ikinci büyük ekonomik kapasiteye sahip olan Dubai’nin dış politikaya bakışını belirleyen 
olgu ekonomik çıkarlar iken, zengin hammadde kaynaklarının yaklaşık %96’sının bulunduğu Abu Dabi’nin ise güvenlik politikalarıdır. Bu çerçevede Emirliğin yönetim merkezi olan Abu Dabi’nin İran ve nükleer programından kaynaklanan ciddi güvenlik sorunları bulunurken, Dubai ise İran’la ticaretin geliştirilmesine ayrı bir önem verdiği görülmektedir. Dolayısıyla BAE’deki Türkiye algısının oluşmasında iki önemli faktörün rol oynadığı görülmektedir. Birincisi Türkiye’nin sektörel düzeyde gelişen bir ekonomi ve teknolojik alt yapıya sahip olması ikincisi ise güvenlik alanında Körfez’deki istikrarsızlık unsuru olarak görülen aktör ve girişimlere karşı dengeleyici bir ülke olmasıdır. 

Nitekim, Gulf Research Center danışmanlarından Mustafa Alani de Türkiye’nin tüm Körfezde olduğu gibi BAE’de de olumlu bir imaja sahip olduğundan ifade ederken aynı zamanda Türkiye’nin bölgede İran’ın etkisini dengeleyecek önemli bir güç olarak görüldüğüne de dikkat çekmektedir. Alani’ye göre Türkiye, Müslüman bir ülke olarak bölgede etkin bir oyuncu olarak yer almalı ve İran’ın etki alanını sınırlandırmalıdır. 

Alani, bölge ülkelerinin özellikle Irak’ın toprak bütünlüğüne önem verdiğini ve Türkiye’nin bu konudaki girişimlerini desteklediklerini belirtmektedir. Bununla birlikte Körfez ülkeleriyle ilişkilerinin oldukça düşük düzeyde seyretmesinin dikkat çekici olduğunu ifade eden Alani, Türkiye’nin bölgede İran kadar etkili olamamasını bir eksiklik olarak görüldüğünü ifade etmiştir. Bunda uzun yıllar bölgeden uzak kalmasının etkilerinin de önemli olduğuna dikkat çeken Alani’ye Körfez bölgesinde Türk etkisinin İran etkisinden daha fazla kabul görmektedir. 
Bunda Sünni olmasının ve daha ılımlı olmasının önemli olduğunu ayrıca bölge ülkeleriyle Türkiye arasında ideolojik ve sekteryan sorunların olmamasının da bir avantaj olduğu ileri sürülmektedir. Alani Türkiye’nin Filistin sorununda izlediği siyasetin bölgedeki itibarını yükselttiğini ve bunun sürmesinin önemli olduğunu belirtmektedir.

< BAE’deki bir diğer kaygı ise bir gün ABD ile İran uzlaşmasıdır. Söz konusu olası uzlaşmanın hem Körfez’deki Arap rejimleri hem de Türkiye’nin aleyhine olduğunu ileri süren BAE’deki bazı uzmanlara göre iki taraf da bu konuda aynı noktada bulunmaktadırlar. >


Diğer yandan BAE’nin Türkiye algısının toplumsal düzeyde değişmesinde bu ülkelerde gösterilen Türk dizilerinin önemine dikkat çeken MBC’de yazı işleri müdürü Nabeel Al Khatib ise bu yöndeki çalışmaların sürmesinin önemli olduğunu belirtmektedir. Khatip’e göre BAE’nin olumlu Türkiye algısında rol oynayan etmenlerin başında Türk dizileri, Filistin sorununda oynadığı rol ve son olarak İran karşısında dengeleyici bir güç olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. 14 

Bu bağlamda BAE’nin Filistin sorununa bakışının diğer Körfez ülkelerinden kısmı düzeyde farklılaştığını belirtmek gerekir. Bir yandan Türkiye’nin Filistin politikasında oynadığı rol övgü ile karşılanırken diğer yandan bu rolün İran ve Hamas gibi Arap rejimleri üzerinde yıkıcı etkileri olan aktörlerin hareket alanını sınırlandırma olarak görüldüğünü belirtmek gerekir. Zira, BAE’de bazı kanaat önderlerine göre İran Ortadoğu’daki radikal grupları kullanarak Körfez ülkelerindeki istikrarı olumsuz etkilemektedir. Abu Dabi’de Türkiye bu aktörler üzerinde etkisini genişlettikçe Tahran’dan kaynaklanan istikrarsızlık unsurlarının da zayıflayacağına dair bir algı bulunmaktadır. Özellikle Şii İran’a karşı 
Sünni Türkiye’nin bir denge unsuru olarak kabul edildiği ifade edilmektedir. 
Bunda daha ılımlı olmasının ve bölgeyle ilişkilerinde egemenlik kurmaktan ziyade işbirliğini öne çıkarmasının ve daha ılımlı bir politika izlemesinin önemine dikkat çekilmektedir. Abu Dabi Rasul Hayma ile birlikte 3 adalar sorununa oldukça ciddi yaklaşmaktadır. Türkiye’nin bu konudaki söylemleri Abu Dabi’de memnuniyetle karşılanmaktadır. 

< Diğer yandan Dubai ise bölge ülkeleriyle ilişkilere ticari yönden yaklaşmaktadır. Dubai’de yaklaşık 400 bin İranlı ticari faaliyetlerde bulunmaktadır. > 

Dubai limanında her gün yüzlerce küçük tonajlı gemilerle İran’a ticari nitelikle mallar taşınmaktadır. Ancak 2009 yılında meydana gelen uluslararası krizin de etkisiyle Dubai’deki ekonomik durum birden bire ters yüz olmaya başladı. Bu süreç bir süre sonra Abu Dabi’nin Dubai’deki yarım kalan yatırımlar dahil olmak üzere Dubai’deki firmaların önemli bir kısmını satın almasıyla sonuçlandı. Böylelikle Dubai’nin İran’la olan ticari ilişkilerine ciddi bir çekidüzen verilmeye süreci de başlamış oldu. Nitekim, BAE Merkez Bankası, Türkiye’nin veto oyunu kullandığı Güvenlik Konseyi'nin son yaptırım kararının ardından Dubai'li şirketlerin İran'la iş yapması yasaklanması ve karara uyacaklarını ilan etmesi dikkat çekicidir. Ayrıca BAE İran tehdidi dolayısıyla yaklaşık 40 milyar dolarlık bir silah alımı gerçekleştirmek için ABD yönetimiyle son pazarlıklarını sürdürmektedir.15 

BAE’deki bir diğer kaygı ise bir gün ABD ile İran uzlaşmasıdır. Böyle bir olasılık karşısında BAE’nin bedel ödeyen taraf olmak istemediği belirtilmektedir. 
Söz konusu olası uzlaşmanın hem Körfez’deki Arap rejimleri hem de Türkiye’nin aleyhine olduğunu ileri süren BAE’deki bazı uzmanlara göre iki taraf da bu konuda aynı noktada bulunmaktadırlar. Diğer bir deyişle ABD kendi çıkarları gereği İran’ın bölgede güçünü artırmasını kabul ederse bundan hem Körfez’deki Arap ülkeleri hem de Türkiye ciddi şekilde zarar görecektir. Dolayısıyla her iki taraf arasındaki 
ilişkilerin geliştirilmesine dönük çapaların stratejik çıkarlar gereği olduğuna dair bir bakış bulunmaktadır. 

Sonuç 

Çalışmamızda dikkate aldığımız Bahreyn, Katar ve BAE, Körfez bölgesinin Iran ve Irak dışında kalan Körfez ülkelerinin temel sosyal, ekonomik ve politik yapısını yansıtan diğer üç ülkesidir. 
Bu ülkelerdeki Türkiye imajı, aslında Kuveyt ve Umman’dan aşırı ölçülerde farklılık göstermese de yine de kendilerine özgü farklılıklar içermektedir. 
Özellikle tehdit algılamaları bazı açılardan aynı da olsa tehdidin kaynağını oluşturan kaygıların farklı olduğu görülmektedir. 
Örneğin, 
Kuveyt’i endişelendiren birinci derecede Irak’taki gelişmeler, ikinci derecede ise İran’daki gelişmelerdir. Oysa nüfusunun yüzde 60’dan fazlasını Şiilerin oluşturduğu Bahreyn ile ülke toprağının bir kısmı İran tarafından 1972’den beri işgal altında bulunan BAE’nin Tahran’a bakışlarında büyük farklılıklar bulunmakta dır. Söz konusu bu iki ülkeden Bahreyn mezhepsel nedenlerle ve sık sık İran’ın Bahreyn’i kendine ait olduğunu iddia etmesinden kaynaklanan ülkesel nedenlerle İran’ı en önemli dış tehdit olarak değerlendirmektedir. 
BAE ise bir kısım toprakları İran’ın işgali altında bulunsa da İran, BAE’nin birinci ticaret ortağı olma özelliğini korumaktadır. 

Bu ülkelerden Katar’ın dış politikası ise daha çok bölgesel sorunlarda aktif olma, mümkün olduğunca komşu ülkelerle sorun yaşamama ilkesine dayanmakta ve bir takım kaygılarla İran’a yakın olma ama ABD’den de uzak durmama ilkesine dayalı hassas bir denge politikası izlemektedir. 
Her üç ülke de Türkiye’ye İran’ın bölgeye yönelik hegemonik amaçlarına karşı bir dayanak ve bir denge unsuru olarak bakmaktadır. 
İran’dan kaynaklanabilecek bir saldırı karşısında her şeyini kaybedebileceğini düşünen bu üç ülkenin insanları Türkiye’yle yakınlaşma çabasını sürdürmektedir. 
Ayrıca bu ülkelerden Katar dışındaki iki ülkenin Osmanlı egemenliğine girmedikleri için tarihe bakış açıları oldukça olumlu olup Türkiye ile ilişkilerinde herhangi bir olumsuz ön yargıya sahip bulunmuyorlar. Katar’daki El Thani ailesi ise 1916’ya kadar Osmanlı ile iyi münasebetlerini sürdürmüş ender iktidarlardan biridir. Bu bağlamda Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerinin olumlu bir alt yapıya sahip olduğunu ve tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar avantajlı bir konuma sahip olduğunu söyleyebiliriz. 

DİPNOTLAR;

1 Sayed Zahra, Mülakat, 21.01.2009, Manama, Bahreyn. 
2 Walid Noueihed, Mülakat, 22.01.2009, Manama, Bahreyn. 
3 Mansoor Al Jamri, Mülakat, 22.01.2009, Manama, Bahreyn. 
4 Adel bin A. Rahman Al Maawdah, Mülakat, 22.01.2009, Manama, Bahreyn. 
5 Ali El Şerifi, Mülakat, 21.01.2009, Manama, Bahreyn. 
6 Halife bin Ahmed el Dahrani, Mülakat, 25.01.2009, Manama, Bahreyn. 
7 Mansoor Al-Arayedh, Mülakat, 24.01.2009, Manama, Bahreyn. 
8 Liga Mekki, Mülakat, 26.01.2009,Doha, Katar. 
9 Abdulaziz I. Al Mahmud, Mülakat, 27.01.2009, Katar. 
10 Aiman Abboushi, Mülakat, 27.01.2009, Katar. 
11 Jasim el Azzawi, Mülakat, 29.01.2009, Katar; Wadah Khanfar, Mülakat, 29.01.2009, Katar. 
12 Dubai’daki Türk Konsolosluğu verileri. 
13 Mustafa Alani, Mülakat, 03.02.2009, Dubai. 
14 Nabeel Al Khatib, Mülakat, 05.02.2009, Dubai. 
15 İbrahim Karagül, “Bu Deliliğin Sonu Nereye”, 22.09.2010, Yeni Şafak Gazetesi, 
     http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=22.09.2010&y=IbrahimKaragul 

DİPNOTLAR
Ortadoğu Analiz 
Kasım’10 
Cilt 2 -Sayı 23 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder